Son Yaz Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Son Yaz. Here they are! All 12 of them:

Kimi zaman öyle geliyor ki, hayatım boyunca katı hale geçemedim ben, durmadan masaların, koltukların, sehpaların altına ve yetişkinlerin ayaklarının dibine çöken, bereket versin havadan ağır bir gaz olarak yaşadım bunca yılı. Yirmi altı yılı. Ve bu yirmi altı yıl boyunca tek bir şeyi istedim, tek bir şeyin peşinden koştum, koş dedim ruhuma, koş alçak, koş pislik, o da koştu…Karşıma çıkan herkesin, kadın erkek, çoluk çocuk, herkesin bana aşık olmasını istedim. İşte benim basit gerçeğim! Ama artık, içkili ve kalabalık bir akşam yemeği hayal ediyorum. Açık havada, çıplak ampullerin altında. Güzel şeyler yiyip içmişiz. Nefis bir yaz gecesi. Masada kalan son kişi ben olmak istiyorum. Eşlerin birlikte kalkmasını seyrediyorum sessizce. Sonra erkeklerden yemeğe yalnız gelmiş kadınları evlerine bırakmalarını rica ediyorum. Masada tek başıma kalmak istiyorum. Rüzgarla sallanan çıplak ampüllerin altında. Ağustosböceklerini dinliyorum ve bir parça kuru ekmek atıyorum ağzıma.
Barış Bıçakçı (Herkes Herkesle Dostmuş Gibi...)
Tekerlekler üzerinde kayan zindanımın karanlığında, yorgunluğun ta derinliklerinden gelişmişçesine, sevdiğim bir kenti, kendimi mutlu hissettiğim belli bir saatin bütün bu alışılmış gürültülerini eskisi gibi, bir bir bulur gibi oldum. Gerginliğini yitiren havada, gazete satıcılarının sesi, küçük parktaki son kuşların ötüşü, sandviç satıcılarının bağrışması, kentin yüksek dönemeçlerinde tramvayların çıkardığı iniltili gıcırtılar ve göğün daha gece limanın üzerine çökmeden önceki uğultusu, bütün bunlar, benim için, cezaevine düşmeden önce bildiğim gözü kapalı bir gezintiyi düzenliyordu. Evet, bu saat, bundan çok zaman önceleri, kendimi mutlu hissettiğim bir saatti. Beni o zamanlar bekleyen, hep hafif ve deliksiz bir uykuydu. Ama yine de bir şeyler değişmişti. Yarını gözlerken, kendimi yeniden hücremde buluverdim. Yaz göklerinde uzanıp giden o bildik yollar insanı günahsız uykulara da zindanlara da götürebiliyormuş demek.
Albert Camus (The Stranger)
Tekerlekler üzerinde kayan zindanımın karanlığında, yorgunluğumun ta derinliklerinden gelişmişçesine, sevdiğim bir kentin, kendimi mutlu hissettiğim belli bir saatin bütün bu alışılmış gürültülerini eskisi gibi, bir bir bulur gibi oldum. Gerginliğini yitiren havada, gazete satıcılarının sesi, küçük parktaki son kuşların ötüşü, sandviç satıcılarının bağrışması, kentin yüksek dönemeçlerinde tramvayların çıkardığı iniltili gıcırtılar ve göğün daha gece limanın üzerine çökmeden önceki uğultusu, bütün bunlar benim için cezaevine düşmeden önce bildiğim gözü kapalı bir gezintiyi düzenliyordu. Evet, bu saat, bundan çok zaman önceleri, kendimi mutlu hissettiğim bir saatti. Beni o zamanlar bekleyen hep hafif ve deliksiz bir uykuydu. Ama yine de bir şeyler değişmişti. Yarını gözlerken kendimi yeniden hücremde buluverdim. Yaz göklerinde uzanıp giden o bildik yollar insanı günahsız uykulara da zindanlara da götürebiliyormuş demek.
Albert Camus
Bazıları için aşkın tanımı buydu. Derslerde en arkaya otururlar. Yaz günü 40 derece sıcakta giydikleri blazer ceketleri ve ucuz popülerliğin son moda pop şarkılarını bangırdattıkları, sanayiden 100 Lira’ya temin edilmiş çakma ses sistemleriyle donatılmış, viteslerine bir tespih geçirilmiş arabaları olur. Hocaya sordukları sorularla onu bozmaya çalışır ve kendi esprilerine vahşi bir hayvanın boru gibi sesiyle gülerler. Bütün cümleleri gramer teröründe gazi madalyası alacak kadar bozuktur ve sonlarına mutlaka bir küfür yerleştirirler. Anlaşılamaz ve yersiz bir özgüvene sahiptirler. İşte yüzlerinden bela akan, gittikleri her yerde ezelden oralıymış gibi davranan, at hırsızından dönme bu tip erkekler için her kızla yatmıyor olmak aşkın tanımıydı. Yatabilirlerdi. Ama yatmamayı tercih ederek asaletin pençesinde aşk ıstırabı çekerlerdi.
Mithat Terje (Oda)
Son dans. ikimizde sessizdik. Henüz bitmemişti. Önümüzde koca bir yaz vardı. Ama lise, ikimizin buradaki birlikteliği, bugünkü Lara Jean ve Peter kısmı bugün sona eriyordu. Bir daha asla bu şekilde olmayacaktık.
Jenny Han (Always and Forever, Lara Jean (To All the Boys I've Loved Before, #3))
Meselâ, Türkleri sindirebilmek için Ruslar birtakım suçlar uyduruyorlar ve bunları zavallı Türk halkının itiraf etmesini istiyorlardı. Bu cümleden olarak 125 çeşit işkence ve 28 çeşit öldürme usulü ihdas edilmişti. Bunlardan birkaç tanesini aşağıya alıyoruz: 1 - Kadın ve kızların tenasül organlarına elektrik lâmbaları sokmak ve bunlara ce­reyan vermek suretiyle işkence etmek. 2 - Başı ve ayakları ayrı ayrı iki vasıtaya bağlayarak, her iki vasıtayı ters istika­mette hareket ettirmek suretiyle eziyet etmek. 3 - Vücutta bir delik açıp buraya düğümlü bir ip sokarak iki gün beklettikten sonra, ya­ranın içinde ipi testere gibi sürterek iş­kence yapmak. 4 - Askerî eğitimde, insanları hedef yapmak. 5 - Maden ocaklarında zehirli gazlarla öldür­mek. (Altay kahramanı Şerif Han Töre böyle bir ocakta şehit edilmiştir). Rus mütehassısları bildiklerini Çinlilere de öğ­retmek niyetiyle birçok kurslar açmışlardır. Kurs­larda; işkence usulleri nasıl uygulanır, siyasî polise bağlı daireler nasıl sevk ve idare edilir, sır sakla­mak nasıl olur, mahpuslar nasıl muhakeme edilir, yapılmayan suçlar nasıl itiraf edilir? vs. gibi hu­suslar hakkında bilgi veriyorlardı. Ayrıca, her ka­zada en az 500 kişi alacak kapasitede hapishane inşa ettiriyorlardı. Ruslar, Doğu Türkistan'a tam yerleştikten son­ra, tasfiye işlerine giriştiler. Başta Hoca Niyaz Ha­cı olmak üzere 300.000 kişiyi tevkif ettiler. Daha sonra bunlardan binlercesini şehit ettiler. Hoca Ni­yaz Hacı, da, şehit edilenler arasında idi.
İsa Yusuf Alptekin (Doğu Türkistan Davası)
Öğrenci selamı Ali Mısır'da okuyan bir öğrencidir. Sınavlar bitmiş ve yaz tatiline girecekler. Babası Ali'ye telefon eder ve sınavlarının nasıl geçtiğini sorar. Ali de bilmediği halde “çok iyi geçti” der ve bunun üzerine babası onu İstanbul'a işlerinde yardım etmesi için çağırır. Ali İstanbul'a gidecektir ve arkadaşına son olarak şöyle der; “Ahmet sen notlarımı öğrenirsin ve beni ararsın. Eğer telefona babam çıkarsa Muhammed'in selamı var dersin, ben anlarım bir tane zayıfım olduğunu.” Ahmet notları öğrenir ve arar. Telefona babası çıkar ve Ahmet şöyle der: - Amcacım Ali'ye söyle ona bütün Ümmet'i Muhammed'in selamı var.
Anonymous
Evde iki resmini de karşıma alarak saatlerce bakıyorum ve saadet adeta beni sarhoş ediyor. Sevinçten ağlamak istiyorum. Ben son zamanlarda her şeyden ümidimi kesmiş, kendimi gülen, oynayan hayattan ayırarak birkaç türlü kitabın arasına atmış bulunuyordum. Sen bu karanlık ömrümün içine bir sevinç ışığı gibi, kurumaya yüz tutan ekinlere can veren bir nisan yağmuru gibi birdenbire geldin. Ben bu kadar bol hayat ve saadet yağmuru altında kendimi unutmuş gibiyim. Şimdi ömrümün tek bir gayesi var: bir gün evvel sana kavuşmak, seni kollarımın arasına almak, güzel, temiz yüzüne saatlerce, senelerce hiç doymadan bakmak. Ancak o zaman tam neşeli, senin istediğin gibi neşeli olabileceğim. Senden ayrı, senden uzak bulunurken benden nasıl neşeli şeyler istiyorsun? Bana yaz Aliyeciğim. Sayfalarca mektuplar yaz. Her şeyden, hayattan, insanlardan, bahardan, kendinden bahset. Asıl sen bana neşe ver... Ben buna muhtacım.
Sabahattin Ali (Canım Aliye, Ruhum Filiz)
Ona verilmiş ama belirlenmemiş bir zaman parçasının giderek azaldığını hissediyor ama gerçekte anlayamıyor. Aslında bir anda, beklenmedik bir biçimde son bulacağını bilse de hiç bitmeyeceğine inanıyor. Çoğu kez o tükenip giden zamanın değerini hiç bilmeden ve yolda karşılaştığı onca şeyi aslında hissedemeden, onca rastlantının birbiriyle olan bağını bile kuramadan bir yere varmaya çabalayıp duruyor. Görüntüler hızla geçip gidiyor.
Kürşat Başar (Yaz)
Gerçekten de bir sır var mı? Bu eşsiz, her birimiz için farklı, tuhaf yolculuktaki rastlantıların, karşınıza çıkan beklenmedik insanların, birdenbire gittiğiniz yolu değiştiriveren olayların ve her kim olursanız olun, dünyanın neresinde olursanız olun, aslında bir gün daha, bir saat daha hayatta kalabilmek için verdiğiniz o bilinçsiz çabanın içinde yer alan bir sır... Sizi buradan alıp artık bütün kaygılarınıza, korkularınıza, telaşlarınıza, kimi zaman bir an durup da hissettiğiniz o sonsuz yorgunluğa son verecek, tıpkı çocukluğun uyku saatleri gibi güvenli, huzurlu ve sessiz bir an'a sonsuza dek taşıyacak bir sır var mı?
Kürşat Başar (Yaz)
Belki başkalarına göre garip ama bana göre son derece sıradan ve korunaklı bir hayattı onunki. Hayatın cehenneminin başkaları olduğuna inanmış ve onlardan olabildiğince uzak bir hayat kurmayı denemişti. Sanki okuduğu kitapların içinde bir yerde yaşayabilirmiş gibi...
Kürşat Başar (Yaz)
Akademisyenliğin ritmini hiç anlamıyorsun," diyor W. İlmin mevsimlerini, ekim mevsimini, filize bakıp onunla ilgilenmeyi, hasadı, düşüncenin mahsulünü toplama dö­nemini hiç bilmiyormuşum. Her yaz başı W.'nin düşlediği buymuş: Yaklaşan son­ bahar, düşünce mahsullerinin olgunlaşıp toplanmaya ha­zır hale geldiği, rüzgarla eğildiği sonbahar. Güneş yanığı kollarıyla suladığı, bin bir özenle bakıp büyüttüğü fikir­lerin hasadını toplamayı düşlemiş hep. Düşünceyi eleme süreci varmış bir de. Düşüncenin harmanını savurmak. Sapı samandan ayırmak. "Ama sa­man hep karışacak," diyor W. En büyük düşünürler bile samandan kurtulamaz. Yine de buğday vardır. Yıl boyu verilen emeğin kanıtı ortadadır. Ama ne anlarmış W. bunlardan? Mahsulü bereketsiz olmuş. Her zamanki gibi. Boş tarlada yalnız başına ağlı­yormuş şimdi. "Ah, ne zaman keşfedeceğiz çalışmamızı, gerçekten çalış­mamızı mümkün kılacak ritmi? Ne zaman o sabit basınç her günü bir iş gününe çevirecek, her gün önceki günden aldığı güçle bir adım daha ileri gidecek?" Momentum: düşünce tarafından fırlatılmak, serbest bırakılmak, düşüncenin sapanından çıkan bir taş gibi. İşte o zaman iş dünyevi değil, semavi olacak. Yıldızlar gibi, yörüngesinde dönen gezegenler gibi çalışacağız o za­man. Yaptığımız işler galaksilerin aheste dönüşleriyle, evrenin sabit bir şekilde sonsuza genişlemesiyle bir ola­cak. Eylemsizlikten, bir tanrının dinlenmesinden farkı kalmayacak. "Belki de aradığımız şey bir tür Şabat'tır," diyor W. Gözlerimizi kapayacağımız bir zaman; ama sadece din­lenmek için değil, toparlanmak, iyileşmek için. Emeğimi­ze sadece içeriden değil, dışarıdan da bakabilmeliyiz. Kim demişti bunu? Daha büyük eserlerin, ilahi bir emeğin bize dokunmasına izin vermeliyiz. Ancak o zaman ger­çekten çalışmaya başlayabiliriz, kendi kanalımızın merkezine gizli bir akımla taşınmış gibi. Kendimizi kanatıncaya kadar çalışmamız gerektiği­ni söylüyor W. Gözlerimiz kan çanağına dönene, burnu­muzdan kan fışkırana dek. Çünkü kendimize ait bir fikir bulunca olacağı bu: Burun deliklerimizden kan fışkıra­cak. Kan damlaları, fikirlerimizi yazdığımız sayfalara boşalacak. Bütün yazılar içinde, kanla yazılanı seviyorum bir tek. Nietzsche demiş bunu. Kanla yazmak, ama bizim kanı­mızla değil. "Tanrı'nın kanıyla yazacağız," diyor W. gi­zemli bir sesle. Burun deliklerimizden fışkıran Tanrı'nın kanı olacak..
Lars Iyer (Dogma)