Ki Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Ki. Here they are! All 100 of them:

Allah Ki Mohabbat Ke Siwa, Har Mohabbat Ko Zawal Hai. Rab Ki Mohabbat Ke Illawa Duniya Ki Koi Mohabbat Sachi Nahi, Aur Rab Asliyat Dekha Deta Hai. Har Rishte, Har Mohabbat Ki. Phir Wo Sab Kuch Dekha Ker Adami Se Kehta Hai, "Ab Bata Tera Mere Siwa Kon Hai?
Umera Ahmed (Shahr E Zaat/شہر ذات)
I suddenly had a vision of my sperm swimming around and talking in Bruce Willis’s voice like in Look Who’s Talking. “Come on! Swim faster! This little shit has no idea we escaped from the condom! Yippee-ki-yay, motherfucker!
Tara Sivec (Seduction and Snacks (Chocolate Lovers, #1))
Dünyada bir tek insana inanmıştım. O kadar çok inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak bende artık inanmak kuvveti bırakmamıştı.
Sabahattin Ali (Kürk Mantolu Madonna)
Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.
Sabahattin Ali (Kürk Mantolu Madonna)
How terrible it is to be woman...but only because of men.
Ki Longfellow
What comes, is called.
Ki Longfellow (Flow Down Like Silver)
Ki Muhammad se wafa toonay to ham teray hain Ye jahan cheez hai kiya lauho qalam tere hain
Muhammad Iqbal
Everything in existence undergoes constant change. The things that surround us, even our selves are temporary manifestations of Ki energy.
Ilchi Lee (BRAIN WAVE VIBRATION)
Khusrau darya prem ka, ulti wa ki dhaar, Jo utra so doob gaya, jo dooba so paar. English Translation. Oh Khusrau, the river of love Runs in strange directions. One who jumps into it drowns, And one who drowns, gets across.
Amir Khusrau (The Writings of Amir Khusrau: 700 Years After the Prophet: A 13th-14th Century Legend of Indian-Sub-Continent)
Qabrustan fascinate honay wali jagah nahi hai,ibrat ki jagah hai
Umera Ahmed
Muhabbat apni marzi se khulay pinjray main totay ki tarha bethnay ki salaahiyat hai. Muhabbat is ghulami ka toq hai jo insaan khud apnay ekhtyar se galay main dalta hai
Bano Qudsia (Hasil Ghat / حاصل گھاٹ)
Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğumuzu zannetmektir ki, ne kendimiz bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur.
Sabahattin Ali (Kürk Mantolu Madonna)
Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. Gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim.
Sabahattin Ali
Lan told me once that Malkier lives so long as one man wears the hadori in pledge that he will fight the Shadow, so long as one woman wears the ki'sain in pledge that she will send her sons to fight the Shadow. I wear the ki'sain, Master Aldragoran. My husband wears the hadori. So do you. Will Lan Mandragoran ride to the Last Battle alone?
Robert Jordan (Knife of Dreams (The Wheel of Time, #11))
Yazık ki erkekler, şımartıldıkları zaman nerede durmaları gerektiğini çoğu zaman bilemezler.
Oğuz Atay (Tutunamayanlar)
Bu eksik sana değil, bana ait. Bende inanmak noksanmış. Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum. Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar. Ama şimdi inanıyorum. Sen beni inandırdın. Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum.
Sabahattin Ali (Kürk Mantolu Madonna)
Men and women will forever make gods of others rather than see the god in themselves.
Ki Longfellow (The Secret Magdalene)
Sevmek bir anlamda senden olmayana ulaşmak, bunun için çabalamak değil midir? Senden farklı olmayan birine niye ulaşmaya çalışasın ki?
Ahmet Ümit (Bab-ı Esrar)
I ask for nothing. / In return I give All. / There is no earning my Love. / No work needed, no effort / Save to listen to what is already heard, / To see what is already seen. / To know what is already known. / Do I seem to ask too little? / Would you give although I ask not? / Then this you can give me and I will accept. / I will take your heart. / You will find it waiting for you / When you return.
Ki Longfellow (Flow Down Like Silver)
His body was sin, his cock was sin, and I was a sinner." ~ Delilah
K.I. Lynn (Breach (Breach, #1))
Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazen o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve sefadan, lezzet ve şehvetten bir alem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı.
İhsan Oktay Anar (Puslu Kıtalar Atlası)
-Herkes geçer diyor.Geçer mi olric? Herkes ne bilir acımı.Herkes ne bilsin acımızı.Yaşar gibi yapmaktan,özlemez gibi yapmaktan iyiymiş gibi yapmaktan..Nefes alıp onu içimde tutmaktan o nefeste boğulmaktan sıkıldım.Ki nefessizlikten değil nefesten boğulmaktır marifetimiz Olric. -Evet efendimiz -Bana katıldığını bilmek güzel.Arada ses vermen güzel.İçimin sesi de olmasa ölürüm yalnızlıktan...
Oğuz Atay (Tutunamayanlar)
Evde oturmaya o kadar alışmışım ki sanki evden çıkınca gerçek bir dünyada yaşamıyorum.Evin dışında her yer sanki aynı,sanki bütün insanlar birbirine benziyor.Ne acıklı değil mi?
Oğuz Atay (Günlük)
She is f*cking gorgeous and sexy as hell. Sin should be her middle name.
K.I. Lynn (Breach (Breach, #1))
O üzüntü birdenbire gelir. Hava yağmurludur. Bir sonu gelmeyecek başlangıç. Böyle sürüp gidecek gibidir her şey. Öyle ki, çocuklar bile çirkindir.
Sait Faik Abasıyanık (Havuz Başı)
Yaşamında, şunları da yaşayabileceksin:- 1) Birisini, ona söyleyecek birşey bulamadığın için, aramak… 2) Birisini, onu artık göremeyeceğini söylemek için, beklemek… 3) Birisini, onu görmemeye dayanamadığın için, terketmek… Neler yaşamayacaksın ki!…
Oruç Aruoba (de ki işte)
Kalabalık beni sahiden sıktı. Ben ikide birde böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret filan değil… İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile… Sadece bir yalnızlık ihtiyacı. Öyle günlerim oluyor ki, etrafımdan küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birilerini arıyorum. Bütün bu beynimde geçenleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini. O zaman nasıl hazin bir hal aldığımı tasvir edemezsiniz. Kış günü sokağa atılmış bir kedi gibi kendimi zavallı hissediyorum.
Sabahattin Ali (İçimizdeki Şeytan)
Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına, ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kimininki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama! Kendini koru ..., insanlara karşı kendini koru!
Zülfü Livaneli (Serenad)
Life is still an unfolding,the farther we travel the more truth we can comprehend, and to understand the things that are at our door is the best preparation for understanding those that lie beyond.
Ki Longfellow
Kendisi İngilizce bilmediği gibi, Türkçe de bilmiyor. Bir kitabında "imam ikindi namazı saatinde cami balkonuna çıkarak ezan okudu" yazıyor. Bir kere namaz saati olmaz, vakti olur. Cami balkonu yoktur, minare şerefesi vardır. Ezanı da imam değil müezzin okur. Bu örnekle de sabittir ki yaşadığı bir toplumun kültüründen haberi olmayan bir yazar, Nobel de alsa doğru eserler ortaya koymaz." - Orhan Pamuk hakkında
İlber Ortaylı
Mark Twain der ki: 'Cennet ve cehennem hakkında ileri geri konuşmam, çünkü her ikisinde de dostlarım var.
Murat Menteş (Dublörün Dilemması)
Piyano çalmayı çok isterdim," dedi donuk bir sesle. "Şimdi piyanoya oturur, kelimelerle ifade etmekte güçlük çektiğim bütün duygularımı, acılarımı tuşlara dökerdim. Bazen şiddetli, bazen yavaş basardım onlara. Kim bilir ne ince ayrıntıları vardır o dokunuşların? Kelimeleri daha önce öyle kötü yerlerde kullanıyoruz ki, kirletir diye korkuyoruz duygularıma dokunursa. Seslerin başka türlü bir dokunulmazlığı var.
Oğuz Atay (Tutunamayanlar)
Bizi yanlış yola sevkeden soysuzlar bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, sâf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz... Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir. 1923 (II, S. 127)
Mustafa Kemal Atatürk (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille))
Duniya main Larkiyon sey ziadah koi ahmaq nahi hota.. khush fahmi ka aghaaz aur ikhtatam hum par hi hota hai. Sari umar hum mohabbat ki baysaakhiyoN ka intezaar karti rahti hain...Takay Zindagi ki race shuroo karsakain.. Humain mard kay baray main yeh khush fehmi hoti hai kah woh aaiga.. Koi hum sey hamdardi karay tou humain khush fehmi honay lagti hai ... Koi humari taareef karay tou woh humain apni mutthi main Qaid nazar aanay lagta hai... Koi humaray saath waqt guzarat tou humaray hosh o hawas apnay thikanay par nahi rahtay.. hum main MATURITY tab aati hai jab humain REJECT kia jaata hai.
Umera Ahmed
bir insan bir insanda başka bir hayatın kapısını görünce aşık olur. ne mutluluktur öte yandaki, ne de tadıyla meraklandıran bir acı. aşk diye buna denir: bir insan bir insanda tekinsiz bir ev görür. insan yarası yarasına denk geleni seviyor demek ki.
Ece Temelkuran (Muz Sesleri)
Bekliyorum Öyle bir havada gel ki, Vazgeçmek mümkün olmasın.
Orhan Veli Kanık (Sakın Şaşırma)
Çünkü büyüdükçe arzularım küçüldü, şaşkınlıklarım küçüldü, beklentilerim küçüldü. Büyüdükçe öyle bir küçüldüm ki içimde taşacak bir şey kalmadı. Büyümenin bir bedeli varsa işte bu, yarım metre uzadım, yirmi kilo aldım ve dünyadan vazgeçtim.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Bizler ki aynı kitaba baş eğmiş insanlarız. Bizden ala akraba mı olur?
Cemil Meriç
Şiirler yazdım, kitaplar okudum Elimde bir bardak aldım, onu yeniden oydum Derinlerde kaldım böyle bir zaman Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum.
Edip Cansever (Yerçekimli Karanfil (Toplu Şiirleri, #1))
Bugünün dersi birbirinizi öldürmek; ta ki tek kişi kalana kadar.
Koushun Takami
Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır...Bu da gösterir ki zaman ve mekan, insanla mevcuttur.
Ahmet Hamdi Tanpınar (Saatleri Ayarlama Enstitüsü)
You Have the Power to Fulfill Your Dreams!
Tae Yun Kim (Seven Steps to Inner Power)
Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu! Düşüncemizin katlanması mı güzel Zalim kaderin yumruklarına, oklarına Yoksa diretip bela denizlerine karşı Dur, yeter demesi mi? Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız Bitebilir bütün acıları yüreğin, Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun. Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü. Çünkü, o ölüm uykularında Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. Bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan. Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına? Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine Sevgisinin kepaze edilmesine Kanunların bu kadar yavaş Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine Kötülere kul olmasına iyi insanın Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken? Kim ister bütün bunlara katlanmak Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya Ürkütmese yüreğini? Bilmediğimiz belalara atılmaktansa Çektiklerine razı etmese insanları? Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor Yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar Yollarını değiştirip bu yüzden Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar. W. Shakespeare / Hamlet
William Shakespeare (Hamlet)
Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum, biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok şeyler istedikleri için. Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil. Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hulasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki… Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek. Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey vermeyiz. Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz?
Sabahattin Ali (Kürk Mantolu Madonna)
Maybe I'll paint you white. Fuck. You'd love that, woudn't you? Have my come all over your body.
K.I. Lynn (Breach (Breach, #1))
Zamanay ke sawaloon ko main hass ke taal du Faraz, Lekin nami aankhon ki kehti hai "Mujhe Tum Yaad Aate Ho
Ahmad Faraz
zaman beni sürükleyen bir nehir, ama nehir benim; beni parçalayan bir kaplan, ama kaplan benim; beni tüketen bir ateş, ama ateş benim; evren, ne yazık ki gerçek; ben, ne yazık ki, borges'im
Jorge Luis Borges (The Book of Sand and Shakespeare's Memory)
No cowboys for Canada. Canada got Mounties instead - Dudley Do-Right, not John Wayne. It's a mind-set of "Here I come to save the day" versus "Yippee-ki-yay, motherfucker.
Sarah Vowell (The Partly Cloudy Patriot)
Excited my little whore? Yes, that's what you are, letting me fuck you the way I do. You know that's not good. Letting me punish you. My cock wants to be down your throat, inside your pussy and…In your ass. You tease me with it every fucking day.
K.I. Lynn (Breach (Breach, #1))
Her heart became a bird, trapped inside the glass box of her chest, flapping violently into wall after invisible wall, crumpling into a heap of broken hollow-bones on the transparent floor.
K.I. Hope (hector)
Sarılmak, bir bedende iki kalp atışını hissetmekti. Öyle bir elektrikti ki sarıldığınızda her şey silinirdi yeryüzünden. Sadece o an olurdu. Sonsuz bir huzur kaplardı havayı... Tutku, istek ya da şehvet değildi.
Merve Akıncı (Şahmelek)
What comes is called.
Ki Longfellow
To those who are gay, lesbian, bisexual, or transgender -- let me say -- you are not alone. Your struggle, for the end to violence and discrimination, is a shared struggle. Today, I stand with you. And I call upon all countries and people, to stand with you too. A historic shift is underway. We must tackle the violence, decriminalize consensual same sex relationships and end discrimination. We must educate the public. I call on this council and people of conscience to make this happen. The time has come.
Ban Ki-moon
Hayır, burada her şeye bu kadar basit bir gözle bakan insanların arasında yaşamak bana güç gelecek. Bunlar için ölüm, hayat, günün her hadisesi, saadetler ve felaketler o kadar tabii şeyler ki... Halbuki ben masalı olan bir adamdım.
Ahmet Hamdi Tanpınar (Sahnenin Dışındakiler)
You are my cock slut, my sex goddess, and my beautiful girl. That's all you need to know.
K.I. Lynn (Breach (Breach, #1))
Lathis rattle against steel railings. Drenched half-naked men, some with torn shirts, jump up and down waving their fists. Some chant ‘Bande Mataram,’ others ‘Mazdur ki jai,’ whatever is their preference, the motherland or the brotherhood of workers. The hammer and sickle, red but limp, flaps like a half-dead fish against the trunk of a banyan tree. The sky cries monsoon tears; it has been crying all night.
Michael Tobert (Karna's Wheel)
Sanma ki derdim güneşten ötürü; Ne çıkar bahar geldiyse? Bademler çiçek açtıysa? Ucunda ölüm yok ya. Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten Güneşle gelecek ölümden Ben ki her nisan bir yaş daha genç, Her bahar biraz daha aşığım; Korkar mıyım? Ah, dostum, derdim başka...
Orhan Veli Kanık
Sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. Ve hepsine haykırmak istiyorum. Onayladığınız yanıtlar yalnızca bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin medeni durum dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiç bir çaba harcamadan. Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. istediğiniz düzeye erişmek o denli kolay ki… Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri yok ki. bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla bağdaşan hiç yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum, hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi değer verdiğiniz için. İçgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlenizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı dendim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım. Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum.
Tezer Özlü (Yaşamın Ucuna Yolculuk)
... the most important concept ever put forth was that matter, ALL matter, with no exceptions from stone to star to starfish to student to sovereign, is as divine as all else in the cosmos, for all flows from Consciousness, the Word that came before the World - and all, in time, will flow back.
Ki Longfellow (Flow Down Like Silver)
Beliefs are the masters of the world, and all masters are tyranical
Ki Longfellow (The Secret Magdalene)
A strong life force can be seen in physical vitality, courage, competent judgment, self-mastery, sexual vigor, and the realization of each person’s unique talents and purpose in life. To maintain a powerful life force, forget yourself, forget about living and dying, and bring your full attention into this moment.
H.E. Davey (Japanese Yoga: The Way of Dynamic Meditation)
ben aşktan daima kaçtım. hiç sevmedim. belki bir eksiğim oldu. fakat rahatım. aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. şu veya bu şekilde… fakat daima ödersiniz… hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Babam beni mektebe götürdüğü zaman, çantamla birlikte artık uzun bir hayat tecrübesini de omzumda taşıyordum. Bir de Vatan denen bir şey vardı ki, çok iyi korunması gerekiyordu. Bizler, her sabah hep bir ağızdan onu özümüzden çok sevdiğimizi, ant denen bir şey içerek haykırıyorduk.
Oğuz Atay (Tutunamayanlar)
Only priests and politicians benefit from a people's ignorance.
Ki Longfellow (The Secret Magdalene)
Salaar Sikandar nay pichlay aath saalon mai Imama Hashim kay liye her jazba mehsoos kiya tha. Hiqaarat,tazheek,pachtaawa,nafrat,mohabbat sab kuch......Magar aaj wahan bethay pehli baar ussay Imama Hashim say hasad horaha tha.Thi kiya woh......?Aik aurat.....Zara si aurat....Asmaan ki hoor nahi thi....Salaar Sikandar jesay aadmi kay saamnay kiya auqaat thi uss ki. Kiya mera jesa I.Q Level tha uss ka?Kiya meray jesi kamiyaabiyaan theen us ki?Kiya meray jesa kaam karsakti thi woh?Kiya meray jesa naam kama sakti thi?Kuch bhi nahi thi woh aur uss ko sab kuch plate mai rakh kar day diya aur main......Main jis ka I.Q Level 150+ hai mujhay saamnay ki cheezain dekhnay kay qaabil nahi rakha?Woh ab aankhon mai nami liye andheray mai wind screen say baahar dekhtay hue barbara raha tha."Mujhay bus iss qaabil kardiya kay main baahar nikloon aur duniya fatah kar loon.Woh duniya jis ki koi wuq'at hi nahi hai aur woh....woh...."Woh ruk gaya.Ussay Imama per ghussa araha tha.Aath saal pehlay ka waqt hota tu woh ussay "Bitch" kehta,tab Imama per ghussa anay per woh ussay yehi kaha karta tha magar aath saal kay baad aaj woh zabaan per uss kay liye gaali nahi la sakta tha.Woh Imama Hashim kay liye koi bura lafz nikalnay ki jurrat nahi kar sakta tha.Siraat-e-Mustaqeem per khud say bohat aagay khari uss aurat kay liye kaun zabaan say bura lag nikaal sakta tha?Apnay glasses utaar kar uss nay apni aankhain masleen.Uss kay andaaz mai shikast khoordagi thi."Pir-e-Kamil(S.A.W.W)......Siraat-e-Mustaqeem....Aath saal lagay thay,magar talash khatam hogayi thi.Jawab mil chuka tha.
Umera Ahmed
Birine aşık olunca, ömrün boyunca onu aramışsın da sonunda bulmuşsun gibi, geçmişini tekrar kurgularsın. Basit tesadüfler aşkın ilahi gücünün işareti olur çıkar. Şimdi buraya yazınca bak ne kadar gülünç olacak: Lise sonda aşık olduğum kızın ismi Zuhal'di, yirmi yıl sonra, Nihal, demek ki, tabi ya, büyük bir aşk bu, aşkın ilahi adaleti sonunda bizi buluşturdu vesaire...
Barış Bıçakçı (Bizim Büyük Çaresizliğimiz)
Dost Bir gece habersiz bize gel Merdivenler gıcırdamasın Öyle yorgunum ki hiç sorma Sen halimden anlarsın Sabahlara kadar oturup konuşalım Kimse duymasın Mavi bir gökyüzümüz olsun kanatlarımız Dokunarak uçalım. insanlardan buz gibi soğudum, işte yalnız sen varsın Öyle halsizim ki hiç sorma Anlarsın.
Cahit Külebi
A positive attitude is most easily arrived at through a deliberate and rational analysis of what’s required to manifest unwavering positive thought patterns. First, reflect on the actual, present condition of your mind. In other words, is the mind positive or not? We’ve all met individuals who perceive themselves as positive people but don’t appear as such. Since the mind is both invisible and intangible, it’s therefore easier to see the accurate characteristics of the mind through a person’s words, deeds, and posture. For example, if we say, “It’s absolutely freezing today! I’ll probably catch a cold before the end of the day!” then our words expose a negative attitude. But if we say, “The temperature is very cold” (a simple statement of fact), then our expressions, and therefore attitude, are not negative. Sustaining an alert state in which self-awareness becomes possible gives us a chance to discover the origins of negativity. In doing so, we also have an opportunity to arrive at a state of positiveness, so that our words and deeds are also positive, making others feel comfortable, cheerful, and inspired.
H.E. Davey
You, God, who live next door-- If at times, through the long night, I trouble you with my urgent knocking-- this is why: I hear you breathe so seldom. I know you're all alone in that room. If you should be thirsty, there's no one to get you a glass of water. I wait listening, always. Just give me a sign! I'm right here... Sen komşu tanrı, Uzun geceler bazen, Kapına vura vura uyandırıyorsam seni Solumanı seyrek duyduğumdandır... Bilirim, yalnızsın odanda. Sana birşey gerekse kimse yok, Bir yudum su versin aradığında. Hep dinlerim, yeter ki bir ses edin, Öyle yakınım sana...
Rainer Maria Rilke (Rilke's Book of Hours: Love Poems to God)
I’m yours. All that I am, if you want it. I’m not much, but I know I can be so much more with you.
K.I. Lynn (Infraction (Breach, #2))
... is it truly possible to steal a life, if... the Self is eternal and cannot die? Should this be so, then one who 'murders' does no more than transgress against the will of another, whose choice it is to live. At bottom, a murderer offends not against the body, but against the spirit.
Ki Longfellow (Flow Down Like Silver)
I always ask myself one question: what is human? What does it mean to be human? Maybe people will consider my new films brutal again. But this violence is just a reflection of what they really are, of what is in each one of us to certain degree.
Kim Ki-duk
Sana büyük caddelerin birinde rastlasam Elimi uzatsam tutsam götürsem Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak Anlasan Elimi uzatsam tutamasam Olanca sevgimi yalnızlığımı Düşünsem hayır düşünmesem Senin hiç haberin olmasa Senin hiç haberin olmaz ki Başlar biter kendi kendine o türkü Yağmur yağar akasyalar ıslanır Bulutlar uçuşur geceleyin Ben yağmura deli buluta deli Bir büyük oyun yaşamak dediğin Beni ya sevmeli ya öldürmeli Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa Böcekler gibi başlamalı yeniden Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta Yan garipliğine yürek yan Gitti giden
Gülten Akın (Deli Kızın Türküsü)
By means of personal experimentation and observation, we can discover certain simple and universal truths. The mind moves the body, and the body follows the mind. Logically then, negative thought patterns harm not only the mind but also the body. What we actually do builds up to affect the subconscious mind and in turn affects the conscious mind and all reactions.
H.E. Davey (Japanese Yoga: The Way of Dynamic Meditation)
Neden bir de rüya görürüz? Her şey olup bittikten sonra neden bir de rüya görürüz? Karmaşanın,keşmekeşin, hayatın yorucu zenginliğinin içinde eksik kalan nedir ki,uykunun kuytusunda ille de tamamlanması gerekir?Rüyamızda,biririyle ilgisiz gibi görünen ayrıntıları bilincimiz önden gürültülü bir lokomotif gibi çekip bir yere, örneğin bir anlama mı götürür?Yoksa o ayrıntılar bilincimizin balonuna batan iğneler midir?
Barış Bıçakçı (Bizim Büyük Çaresizliğimiz)
In Japan, a number of time-honored everyday activities (such as making tea, arranging flowers, and writing) have traditionally been deeply examined by their proponents. Students study how to make tea, perform martial arts, or write with a brush in the most skillful way possible to express themselves with maximum efficiency and minimum strain. Through this efficient, adroit, and creative performance, they arrive at art. But if they continue to delve even more deeply into their art, they discover principles that are truly universal, principles relating to life itself. Then, the art of brush writing becomes shodo—the “Way of the brush”—while the art of arranging flowers is elevated to the status of kado—the “Way of flowers.” Through these Ways or Do forms, the Japanese have sought to realize the Way of living itself. They have approached the universal through the particular.
H.E. Davey (Japanese Yoga: The Way of Dynamic Meditation)
Sevgili Bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de. İnsanları, eski karıma yapmış olduğum gibi, büyük bir boşluk içinde bırakmasaydım. Kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. Bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. Sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi Bilge, aklını başına topla. Ben iyi değilim Bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. Gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi. Hiç olmazsa arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimdi de geri dönmek istiyorum, ya da dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. Kendime, söyleyecek söz bırakmadım. Kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. Aslında bakılırsa, bu sözleri kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne aşk ne de hiçbir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. Sen, aşk ve her şeyin olduğu günlerde böyle kararlar alınamazdı. Yaşamış birinin ölü yargılarıydı bu kararlar. Şimdi her satırı, “bu satırı da neden yazdım?” diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum. Aziz varlığımı son dakikasına kadar aynı görüşle ayakta tutmak gibi bir görevim olduğunu hissediyorum. Çünkü başka türlü bir davranışım, benimle küçük de olsa bir ilişki kurmuş, benimle az da olsa ilgilenmiş insanlarca yadırganacaktır. Oysa, sevgili Bilge, aziz varlığımı artık ara sıra kaybettiğim oluyor. Fakat yaralı aklım, henüz gidecek bir ülke bulamadığı için bana dönüyor şimdilik. Biliyorum ki, bu akıl beni bütünüyle terk edinceye kadar gidip gelen aziz varlık masalına kimse inanmayacaktır. Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak durumundadır. Bu bir çeşit alın yazısıdır. Bu alın yazısı da başkaları tarafından okunamazsa hem ölünür ve hem de dünya bu ölümün anlamını bilmez; bu da bir alın yazısıdır ve en acıklı olanıdır. Bir alın yazısı da ölümün anlamını bilerek, ona bu anlamı vermesini beceremeden ölmektir ki, bazı müelliflere göre bu durum daha acıklıdır. Ben ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum. Bu nedenle, sevgili Bilge, mutlak bir yalnızlığa mahkum edildim. (İnsanların kendilerini korumak için sonsuz düzenleri var. Durup dururken insanlara saldırdım ve onların korunma içgüdülerini geliştirdim.) Hiç kimseyi görmüyorum. Albay da artık benden çekiniyor. Ona bağırıyorum. (Bütün bunları yazarken hissediyorum ki, bu satırları okuyunca bana biraz acıyacaksın. Fakat bunlar yazı, sevgili Bilge; kötülüğüm, kelimelerin arasında kayboluyor.) Geçen sabah erkenden albayıma gittim. Bugün sabahtan akşama kadar radyo dinleyeceğiz, dedim. Bir süre sonra sıkıldı. (İnsandır elbette sıkılacak. Benim gibi bir canavar değil ki.) Bunun üzerine onu zayıf bulduğumu, benimle birlikte bulunmaya hakkı olmadığını yüzüne bağırdım. (Ben yalnız kalmalıyım. Başka çarem yok.) ...
Oğuz Atay (Tehlikeli Oyunlar)
(...) çok güzel kızlar varmış ve Kant'ı da su gibi okuyorlarmış diye söylentiler çıkarıyorlar, doğru mu acaba? Onları ne yazık ki karşıdan karşıya geçerken ve vapurda bacak bacak üstüne atarken ve piyasa caddelerinde gözlerini ilerde bir noktaya dikmiş yürürken göremiyoruz, nerede saklanıyorlar dersin, bak ben ortadayım, onlarda kim bilir ne isterler? Kant'ın kendisini isterler, hem de güzel bir Kant isterler, kirli çamaşırlarını bile kimselere koklatmazlarmış öyle mi? Beni şimdiye kadar otuz yedinci sayfaya kadar okudular, sıkılıp ellerinden bıraktılar, o sayfam açık öylece kaldım, o sayfada sarardım, bizim bir arkadaş vardı, kadınlara kendini acındıracaksın diye öğüt veriyordu bana, çok üzülüyorum – ne yapacağımı bilmiyorum – yalnız kaldığım için intihar etmeyi düşünüyorum diye dert yandı mı bütün kadınlar ağına düşüyormuş, sonra bir yanlışlık oldu: Bu arkadaş -başımız sağ olsun- intihar etti, benim de korktuğum anlar oluyor, insan bu güven olmaz, pencere bu kadar yakınken ve iki adım daha atınca denize düşmek ihtimali varken, korkmayın canım şey, sizi elde etmek için yalan söyledim, ben ölür müyüm? ha- ha, vicdan azabı rolünde yaşamak niyetindeyim, kendimden bahsettiğime bakmayın, asıl mesele sizsiniz, ben yaşlanıyorum, siz hep genç kalıyorsunuz, yıllardır vapura binerim, yıllardır geniş caddelerde karşıdan karşıya geçerim, yıllardır yollarda yürürüm, gördüğüm kadarıyla siz hep gençsiniz, hep güzelsiniz, yirmi yaşında kalıyorsunuz her zaman, bir bayrak yarışında olduğu gibi gençliği birbirinize devrederek ilerliyorsunuz, ben benzetme için özür dilerim, sizi yerinizden oynatacak kadar heyecanlı bir benzetme yapmayı ne kadar isterdim, bizi iyi yetiştirmediler, hep ukalalık öğrettiler, öğretenleri bir elime geçirebilsem, sizin yanınızdaki delikanlılar da yaşlanmıyor, ne garip ne karışık bir düzen bu, bazen yanınızda yaşlıları da görüyorum, sakın paraya kıymet vermeyin olur mu? Sizi onlarla gördükçe daha çok üzülüyorum, beni kırmayın olmaz mı? (...)
Oğuz Atay (Tehlikeli Oyunlar)
Korktuğun her olaydan, başına gelmesinden ürktüğün her kötü rastlantıdan kaçınmak için onu ayrıntılarıyla düşünürsün hemen. Ayrıntılarıyla düşünmek şart. Yoksa bir noktayı bile düşünmeyi unutsan o nokta başına gelir. Yalnız yaşayanlar her şeyi hesaba katmak zorundadır. Başka türlü korunamazlar. Başka türlü yaşayamazlar. Allahım neler düşünüyorum! Düşün oğlum Hikmet. Düşün ki bunlar başına gelmesin ha-ha. İyi şeyleri düşünmekten kaçın sadece. Onlar başına gelsin. Mesele bu kadar basit işte.
Oğuz Atay (Tehlikeli Oyunlar)
If we fail to realize our full potential as human beings, we live more on an animalistic level. This is fine for dogs, cats, and chimpanzees but doesn’t work quite so well for women and men. Without the capacity to freely shape our own lives, much as a sculptor might carve stone, we inevitably slip into negativity and depression.
H.E. Davey (Japanese Yoga: The Way of Dynamic Meditation)
Emotional baggage,” which is carried over from the past, colors our perceptions. Likewise, past conclusions and beliefs, based on reasoning that may or may not have been accurate, also tint our perception of reality. Retaining our capacity for reason is common sense, but definite conclusions and beliefs keep us from seeing life as it really is at any given moment. Emotional reactions can be unreasonable, and reason can be flawed. It’s difficult to have deep confidence in either one, especially when they’re often at war with each other. But the universal mind exists in the instant, in a moment beyond time, and it sees the universe as it literally is. It’s the universe perceiving itself. It is, moreover, something we can have absolute confidence in, and with that confidence, we can maintain a genuinely positive attitude.
H.E. Davey (Japanese Yoga: The Way of Dynamic Meditation)
tahiya hote pavan nahin pani, tahiya srishti kown utpati; tahiya hote kali nahin phula, tahiya hote garbh nahi mula; tahiya hote vidya nahin Veda, tahiya hote shabd nahin swada; tahiya hote pind nahin basu, nahin dhar dharni na pavan akasu; tahiya hote guru nahin chela, gamya agamya na panth duhela. Sakhi: avigati ki gati ka kahown, jake gawn na thawn gun bihuna pekhana, ka kahi lijai nawn In that state there is no air or water, and no creation or creator; There is no bud or flower, and no fetus or semen; There is no education or Vedas, and no word or taste; There is no body or settlement, and no earth, air or space; There is no guru or disciple, and no easy or difficult path. Sakhi: That state is very strange. I cannot explain it. It has no village or resting place. That state is without gunas (qualities). What name can on give it?
Kabir (The Bijak of Kabir)
What?” Richardson snarled. “No smart retort, Mr. Gautier? Cat swallow your tongue?” Nick gave her a charming grin he didn’t really feel. “No, ma’am. A gator named Sense Formerly Known as Common.” Sneering at him, she tottered her way to her desk so that she could insult someone else and ruin their day. Caleb let out an annoyed breath. -Great,- he projected to Nick. -Now I have to get detention, too. I really hate you, Gautier.- Nick batted his eyelashes at Caleb. -But I wubs you, Caliboo.- That succeeded in wringing a groan out of Caleb. “What was that, Mr. Malphas?” Richardson asked. “Severe intestinal woe caused by an external hemorrhoid that seems to be growing on my right-hand side.” He cast a meaningful glower toward Nick. The class erupted into laughter as Richardson shot to her feet. “Enough!” She slammed her hands on her desk. “For that, Mr. Malphas, you can join Mr. Gautier in after-school detention.” Caleb let out an irritated sigh. --More quality time with my hemorrhoid. Just what I wanted for Christmas. Yippee ki-yay.--
Sherrilyn Kenyon (Instinct (Chronicles of Nick, #6))
Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere , daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardi. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazan o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir âlem kurup keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. Oysa Uzun Ihsan Efendi, Dünya' nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. Kuran'ın kendisi peygamberin dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun ardında giden herkes, dünyayı onun gibi okuyup şahadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına aktarmalıydı. Dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir şey değildi. Yaşanılanlar görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk bu Dünya'nın şahidi olmaktı.
İhsan Oktay Anar (Puslu Kıtalar Atlası)
Türk genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır.’ demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir.’ diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, ‘Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.’ diyecek. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, ‘Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.’ İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!
Mustafa Kemal Atatürk (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille))
Five hundred years ago, the Greek philosopher Xenophanes wrote, ‘There is one God, always still and at rest, who moves all things with the thoughts of His mind.’ In this year, I, the philosopher Seth, mathetes of the philosopher Philo Judaeus, teaching my favorite students in Alexandria, would add, it is not that there is one God but that God is One, meaning All There Is.
Ki Longfellow (The Secret Magdalene)
Gunaah ka bojh kiya hota hai aur aadmi apnay gunaah kay bojh ko kiss tarah qayaamat kay din apni pusht say utaar phainkna chahay ga kiss tarah uss say door bhaagna chahay ga kiss tarah doosray kay kandhay per daal dena chahay ga,yeh uss ki samajh mai Haram Shareef mai pohanch kar aya tha.Wahan kharay ho kar woh apnay paas mojood aur anay wali saari zindagi ki daulat kay aiwaz bhi kisi ko woh guna ah baichna chahta tu koi yeh tijarat na karta.Kaash aadmi kisi maal kay aiwaz apnay gunaah baich sakta.Kisi ujrat kay taur per doosron ki naikiyaan mangnay ka haq rakhta.Laakhon loagon kay iss hujoom mai 2 sufaid chaadarain orhay,kaun janta tha kay Salaar Sikandar kaun tha?Uss ka I.Q Level kiya tha.Kissay parwah thi?Uss kay paas kaun kaunsi aur kahan ki Degree thi.Kissay hosh tha?Uss nay zindagi kay Maidaan mai kitnay taleemi record toray aur banaye thay.Kissay khabar thi woh apnay zehan kay kaun say maidaan taskheer karnay wala tha.Kaun rashk karnay wala tha?Woh wahan uss hujoom mai thokar kha kar girta,Bhagdar mai ronda jata.Uss kay ooper say guzarnay wali khalqat mai say koi bhi yeh nahin sochta kay unhone kaisay dimaagh ko kho diya hai.Kiss I.Q Level kay nayaab aadmi ko kis tarah khatam kar diya tha.Ussay duniya mai apni auqaat,apni ahmiyat ka pata chal gaya tha.Agar kuch mughaalita reh bhi gaya tha tu ab khatam hogaya tha.Agar kuch shubah baaqi tha,tu ab door hogaya tha.Fakhar,takabbur,rashk,ana,khudpasandi,khud sataayishi kay her bachay hue tukray ko nichor kar uss nay andar say phaink diya tha.Woh in hi alaaishon ko door karwanay kay liye wahan aya tha.
Umera Ahmed
Düşün! Bize, matematik dünyasının kurgusal ve sonsuz olduğu öğretildi. Bunu kabul ederim, 1'den sonra 2 gelir dendi. Bunu da kabul ederim. Ama sonra, 1 ile 2 arasındaki sonsuzluğu düşündüm. Peki o nereye gitti? İrrasyonel sayılar varken bir sayıdan sonra diğer bir tam sayı nasıl gelebilir? Eğer 1'den sonra virgül konursa ve bunun da kıçına sonsuz sayı konabiliyorsa 2 nasıl gelir? İşte! Soru bu! Yanıtsız bir soru. Ve işte matematiğin hatası! Dolayısıyla matematik yok. Onun üzerine kurulmuş dünya düzeni de yok... Ama ben anlayabilirim. Anlayabilirim bu sorunu. Ve o zaman ortaya yaklaşık sayılar çıkar. Yani hiçbir sayı tam değildir. Hepsi tama yaklaşır. Ama varamaz. Demektir ki, 1,999...9'u bize 2 diye yutturmaya çalışan bir dünyanın çocuklarıyız. Ve dünya da aslında tam gibi görünürken, aslmda bir irrasyonellik harikası. İşte bunun için hayat yoktur. Olsa dahi o da irrasyoneldir! Yani anlamsızdır. Ne bir başlama nedeni, ne de bir oluş nedeni vardır. Evrende uçuşan kocaman bir irrasyonellik. Tabiî ki dünyanın bir anlamı olması gerekmiyor. Belki de onu anlamlandıran üzerinde yaşayan akıl sahibi yaratıklardır. Ama onların da bizi getirdiği nokta ortada!
Hakan Günday (Kinyas ve Kayra)
Ben öyle yerlere varmıştım ki hayalimde bu ayrılmayı bir ihanet saydım gücendim. Hayır benimle başa çıkılmaz beni bırak Günseli. Herkes için öyle hayaller kurdum ki senin için de bir kurmaya başlarsam... Bak Günseli düşün beni tanıdığın kadarıyla seviyorsun, bir bilsen bilmediklerinin yanında bildiklerin ne kadar az yer tutuyor. Belki ben öyle esaslı bir adamım ki, her şeyimi bilsen aşkın da korkunç olacak ben dayanamayacağım. Sonra birden suratını asardı. Bunların doğru olmadığını içimde bir yerde biliyorum. Belki tanıdıkça benden uzaklaşacaksın. Belki ben, tanıdığın kadar bir şeyim. Geride bir şey yoktur ben de kurcalamak istemiyorum altından bir yokluk, bir hiçlik çıkarsa, sen belki dayanırsın buna, fakat ben dayanamam, yaşayamam. Müsaade edin bana hayattan ayrılıyorum, kendi isteğimle ayrılıyorum.
Oğuz Atay (Tutunamayanlar)
Berlin'de yalnızsınız değil mi?" dedi. "Ne gibi? " "Yani... Yalnız işte... Kimsesiz... Ruhen yalnız... Nasıl söyleyeyim... Öyle bir haliniz var ki..." "Anlıyorum, anlıyorum... Tamamen yalnızım... Ama Berlin'de değil... Bütün dünyada yalnızım... Küçükten beri..." "Ben de yalnızım..." dedi. Bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak: "Boğulacak kadar yalnızım..." diye devam etti, "hasta bir köpek kadar yalnız..." ... Şuna dikkat edin ki, benden herhangi bir şey istediğiniz gün her şey bitmiş demektir. Hiçbir şey anlıyor musunuz, hiçbir şey istemeyeceksiniz… Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok şeyler istedikleri için… Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil… Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hulasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki… Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daim bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek… Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey veremeyiz… Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz? Sizinle bunun için dost olabileceğimizi zannediyorum. Çünkü halinizde o manasız kendine güvenme yok… Fakat bilmem… Ne kuzuların ağzından vahşi kurt dişlerinin sırıttığını gördüm… ... Ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım… Hakiki hayatım benim için can sıkıcı bir rüyadan başka bir şey değildir…
Sabahattin Ali (Kürk Mantolu Madonna)
sanem hanım. sanem. evlen benimle sanem. kadınım ol benim. yasadıgım tüm acıları, yaptıgım bütün kötülükleri, pismanlıklarımı, hatalarımı akla. basına çiçekten taçlar yapayım, sana siirler yazayım, seni her gece masallar anlatarak uyutayım. bazı aksamlar dvd’de film seyredelim seninle. birlikte hüzünlenelim, birlikte gülelim. sanat galerileri gezelim. sen benden daha çok anla modern sanatı. gördügümüz eserlerin ne anlama geldigini açıkla bana, ben basımı sallayayım. ah ben ne aptalmısım! nasıl olup da varlıgından kuskuya düsmüsüm? oysa hayat denen bu yaranın seni bulmak dısında ne anlamı olabilirdi ki? bak simdi her sey ne kadar açık görünüyor oysa. ilk görüste aska inanırsın, degil mi sanem? evet, çok dogru. ben de baska türlüsüne inanmam zaten. biliyor musun sanem, ben seni hep severim. her gün daha çok severim. bak mesela pencerenin önüne bir kus konar ben seni severim, bir tren yolculugunda pencereden dısarı bakarken derme çatma bir ev gözüme çarpar ben seni severim, burnuma eskilerden, hangi uzak hatıraya ait oldugunu bir türlü çıkaramadıgım bir koku çarpar ben seni severim, kafama kus sıçar ben yine seni severim… anlıyor musun beni? sonra ben bazen biraz fazla kıskanç olabilirim. diyelim yazlık bir yere gitmisizdir de, bir aksam sen çok hos bir tunik giymissindir, oradaki bütün erkekler bayılır sana, hemen asık olur. ben mesela tunik nedir onu bile bilmeden kıskançlıktan çatlayabilirim böyle bir durumda. ama belli etmem. ama sen yine de sezersin. öyle bir laf edersin ki ben, benden baska hiç kimseye bakmayacagını anlarım. o kadar da incesindir. bir de bir iyilik rica edecegim senden. gözlerine o elem ifadesini yükleyen alçagın adını söyle bana. söyle ki, ona hemen düello sahitlerimi göndereyim. silah seçimini o yapsın. evet. utanarak kabul ediyorum ki, bunu bir yerde okudum. ama ne fark eder? bütün siirler, romanlar senin için yazılmadı mı zaten? sarkılar senin için söylenmedi mi? masumların kanı senin için akmadı mı? ruhum hep seni aradı benim sanem. hep seni arar. milyonlarca yıl geçsin, sistemler çöksün, günesler patlasın benim ruhum seni arar. ve biliyor musun sanem, bulur da. simdi buldugu gibi bulur. seni seviyorum. seni seviyorum. seni seviyorum.
Alper Canıgüz (Gizliajans)
Taalim-o-tadrees ki barhi bad naseebi yeh hai ky aam ustaad amuman oast darjay ka shakhs hota hai aur woh zehni, jismani aur jazbaati tor per lakiir key fakiir qisam ki batin sochta hai. Isy zabt-o-nazam sy middle calss logo sy aur parhaku talbah ko parhany sy muhabbat hoti hai. Lykin sara din woh barhi qadar awar shakhsieto aur in ky karnaamo ki misalen dyta hai. Aysy log jinhuny kabhi mawshray ky saath mutabqat na ki. aam tareen hoty hoy woh aysy logo ki taalim-e-aam kerta hai jin ki satah per woh soch bhi nahi sakta , jin ki satah per woh soch bhi nahi sakta. Is ka apna kirdaar in bechu ko aam banany per masar rehta hai aur iski taalim bechu ko khaas banany per uksati hai. School sy bhaag jany waly bechu ki jagah school mai nahi hoti lykin inhi baaghi bechu ko bench per kharha ker ky in azeem shakhsieto ki rosahn misalen di jati hain jo khud school sy bhagy hoty hyn. Woh bechu ko geniouses ki kitaaben padha ker aam bnany ki koshish kerta hai aur yehi taalim ka sub sy barha almiyah hy." Bano Qudsia
Bano Qudsia (Raja Gidh / راجه گدھ)
Daha erken. Fakat yoruldum albayım. Artık hiçbir şey yapmak istemiyorum. Gerçekten hiçbir şey yapmak istemiyorum. Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Korkuyorum. Hiçbir şey yapmak istemediğim için kötü bir şey yapmak istemiyorum. Yavaşça yukarı çıkmalıyım. Albaya belli etmemeliyim. Korkuyorum albayım. Beni tutacak mısınız acaba? Hayır, albayıma belli etmemeliyim. Acaba ağlar mı? Yazık, ben göremeyeceğim. Bu oyunu kendi başınıza oynayacaksınız albayım. İsterseniz ben daha önce yazarım size bütün aytıntılarıyla. Hikmet'in yükselişi ve düşüşünün son kısmı olur bu. Yorgun da olsam yazarım. Bir dakika dursam. Düşünsem. Düşünemiyorum. Düşünemediğimi belli etmemeliyim. Sonra şüphelenirler. Beni götürürler. Nereye? Biliyorsun. Hayır. Bilmiyorum işte. Dinlemiyorsun. İşte, oturmuş kitap okuyor albay. Ne var ne yok albayım? Oyun sanmalı. Kimseye belli etme, olur mu? Ben gidiyorum albayım. Albayım işte geldim. Sesini çıkarma. Hayır, belli etmem. Son bir hak tanıyamazlar mıydı bana? Bırak şimdi bunları. Albayım korkuyorum. Aşağıda olanları duydu mu acaba? Bilge boş bir eve dönmedi ki. Ben döndüm. Bilge, Bilge, neden beni yalnız bıraktın? Ağlarsan, her şey anlaşılır şimdi. Albayım, kusura bakmayın, balkona kadar yürümek zorundayım. Benim durumum Bilge'ninkinden farklı. Bu parmaklıklar da çok zayıf, albayım. Neden sözlerime karşılık vermiyor? Albayım beni tutmayacak mısınız? Parmaklığa dayandım albayım. Belki de bu parmaklıklar zayıftır, ne dersiniz? İnsanın ağırlığına dayanmaz sonra. Bana bakmıyor. Sesimi duymuyor. Artık çok geç, geriye bakamam. Bütün hazırlık bozulur. Neden geriye dönemiyorum? Aşağı da bakamıyorum. Gözlerini kapa. Buraya takıldım kaldım. Beni duymuyor musunuz? Bir şey yapamaz mısınız? Düşünüyorum.
Oğuz Atay (Tehlikeli Oyunlar)
Each action we take is an act of self-expression. We often think of large-scale or important deeds as being indications of our real selves, but even how we sharpen a pencil can reveal something about our feelings at that moment. Do we sharpen the pencil carefully or nervously so that it doesn’t break? Do we bother to pay attention to what we’re doing? How do we sharpen the same pencil when we’re angry or in a hurry? Is it the same as when we’re calm or unhurried? Even the smallest movement discloses something about the person executing the action because it is the person who’s actually performing the deed. In other words, action doesn’t happen by itself, we make it happen, and in doing so we leave traces of ourselves on the activity. The mind and body are interrelated.
H.E. Davey (Japanese Yoga: The Way of Dynamic Meditation)
Commala-come-come There’s a young man with a gun. Young man lost his honey When she took it on the run. Commala-come-one! She took it on the run! Left her baby lonely But he baby ain’t done. Commala-come-coo The wind’ll blow ya through. Ya gotta go where ka’s wind blows ya Cause there’s nothin else to do. Commala-come-two! Nothin else to do! Gotta go where ka’s wind blows ya Cause there’s nothin else to do. Commala-come-key Can you tell me what ya see? Is it ghosts or just the mirror That makes ya wanna flee? Commala-come-three! I beg ya, tell me! Is it ghosts or just your darker self That makes ya wanna flee? Commala-come-ko Whatcha doin at my do’? If ya doan tell me now, my friend I’ll lay ya on de flo’. Commala-come-fo’! I can lay ya low! The things I’ve do to such as you You never wanna know. Commala-gin-jive Ain’t it grand to be alive? To look out on Discordia When the Demon Moon arrives. Commala-come-five! Even when the shadows rise! To see the world and walk the world Makes ya glad to be alive. Commala-mox-nix! You’re in a nasty fix! To take a hand in traitor’s glove Is to grasp a sheaf of sticks! Commala-come-six! Nothing there but thorns and sticks! When your find your hand in traitor’s glove You’re in a nasty fix. Commala-loaf-leaven! They go to hell or up to heaven! The the guns are shot and the fires hot, You got to poke em in the oven. Commala-come-seven! Salt and yow’ for leaven! Heat em up and knock em down And poke em in the oven. Commala-ka-kate You’re in the hands of fate. No matter if it’s real or not, The hour groweth late. Commala-come-eight! The hour groweth late! No matter what shade ya cast You’re in the hands of fate. Commala-me-mine You have to walk the line. When you finally get the thing you need It makes you feel so fine. Commala-come-nine! It makes ya feel fine! But if you’d have the thing you need You have to walk the line. Commala-come-ken It’s the other one again. You may know her name and face But that don’t make her your friend. Commala-come-ten! She is not your friend! If you let her get too close She’ll cut you up again! Commala-come-call We hail the one who made us all, Who made the men and made the maids, Who made the great and small. Commala-come-call! He made us great and small! And yet how great the hand of fate That rules us one and all. Commala-come-ki, There’s a time to live and one to die. With your back against the final wall Ya gotta let the bullets fly. Commala-come-ki! Let the bullets fly! Don’t ‘ee mourn for me, my lads When it comes my day to die. Commala-come-kass! The child has come at last! Sing your song, O sing it well, The child has come to pass. Commala-come-kass, The worst has come to pass. The Tower trembles on its ground; The child has come at last. Commala-come-come, The battle’s now begun! And all the foes of men and rose Rise with the setting sun.
Stephen King (Song of Susannah (The Dark Tower, #6))
In the Beginning there was Nothing, which can be thought of as 'dazzling darkness' or Absolute Mystery. This is the singularity before all thought and all things, which is called Temu. Temu came even before the shapeless void which the Greeks name Chaos and the Egyptians call Nun. Temu cannot be Consciousness because Consciousness needs something to be conscious of. It cannot even be said to exist because what exists does so within Consciousness. Temu is unknowable. Temu is unthinkable. Temu is beyond being. But by some way not even the most sublime of philosophers can yet say, came from Temu the First Idea, named by some Logos, the unknowable knew itself by becoming both known and knower. And thus was created duality, as in, the witness and the experience, the God and the Goddess, Consciousness as the witnessing God and experience as the Goddess Sophia. The First Idea is that Temu is conscious of itself, being the One Soul of the Universe that is conscious through all beings.
Ki Longfellow (The Secret Magdalene)
Hayat beni sıkıyor..." dedi. "Her şey beni sıkıyor. Mektep, profesörler, dersler, arkadaşlar... Hele kızlar... Hepsi beni sıkıyor... Hem de kusturacak kadar..." Bir müddet durdu. Eliyle gözlüğünü oynattı ve devam etti: "Hiçbir şey istemiyorum. Hiçbir şey bana cazip görünmüyor. Günden güne miskinleştiğimi hissediyorum ve bundan memnunum. Belki bir müddet sonra can sıkıntısı bile hissedemeyecek kadar büyük bir gevşekliğe düşeceğim. İnsanlar bir şey yapmalı, öyle bir şey ki... Yoksa hiçbir şey yapmamalı. Düşünüyorum: Eliminizden ne yapmak gelir? Hiç!... Milyonlarca senelik dünyada en eski şey yirmi bin yaşında. Bu bile biraz palavralı bir rakam. Gecen gün bizim felsefe hocasıyla konuşuyordum. Lafı gayet ciddi tarafından açtım ve 'hikmeti vücudumuz'u araştırmaya çalıştım. Dünyaya ne halt etmeye geldiğimiz sualine o da cevap veremedi. Yaratmak zevkinden, hayatin bizatihi bir hikmet olduğu hakikatinden dem vurdu, fakat çürük. Ne yaratacaksın? Yaratmak yoktan var etmektir. En akillimizin kafası bile bizden evvelkilerin depo ettiği bir suru bilgi ve tecrübenin ambarı olmaktan ileri geçemez. Yaratmak istediğimiz şey de bu mevcut malları seklini değiştirerek piyasaya sürmekten ibaret. Bu gülünç is bir insani nasıl tatmin eder bilmiyorum. Bizde ziyasını beş bin senede gönderen yıldızlar varken, en kabadayısı elli sene sonra kütüphanelerde çürüyecek ve nihayet beş yüz sene sonra adi unutulacak eserler yazarak ebedi olmaya çalışmak yahut üç bin sene sonra kolsuz bacaksız, bir müzede teshir edilsin diye ömrünü çamur yoğurmak ve mermere kalem savurmakla geçirmek bana pek akilli isi gibi gelmiyor." Sesine mühim bir eda vererek ağır ağır mırıldandı: "Bana öyle geliyor ki, hakikaten yapabileceğimiz bir tek is vardır, o da ölmek. Bak, bunu yapabiliriz ve ancak bu takdirde irademizi tam bir şey yapmakla kullanmış oluruz. Ben ne diye bu isi yapmıyorum diyeceksin! Demin söyledim ya, müthiş bir gevşeklik içindeyim. Üşeniyorum. Atalet kanunu icabı sürüklenip gidiyorum. Eeeeh.
Sabahattin Ali (İçimizdeki Şeytan)
Relaxing the shoulders is vital for relaxation in general. However, owing to the effects of gravity, relaxation is problematic unless we let the shoulders remain in their natural place. Let the shoulders drop, or settle in harmony with gravity, into their most comfortable position. It isn’t too difficult to do this for a moment, but to sustain this condition unconsciously in our lives is another matter. We raise our shoulders unnaturally when we lean on a desk or hold the telephone between our shoulders and ears, when we are shocked by a loud noise, and who knows how many other times throughout the day. And the unsettling of the shoulders doesn’t have to be large to produce anxiety, stiff necks, and headaches. Just slightly raising them will create tension, and this tension throws the nervous system out of balance. When do we raise the shoulders in daily life? What are we feeling at that moment and leading up to that moment? Remembering that the body reflects the mind, and that the raising of the shoulders not only creates tension but also is a physical manifestation of psychological tension itself, what are the roots of this tension? Bringing the mind into the moment, let’s observe ourselves in a state free of preconceived ideas or beliefs. Don’t guess at these questions. Observe yourself in relationship to others and the universe
H.E. Davey (Japanese Yoga: The Way of Dynamic Meditation)
The undiscovered is not far away. It’s not something to be found eventually. It is contained within what is right in front of us. The essence of reality is being born right now. It has never existed before. Reality is constant creation and destruction, and in this constant change is something unborn and undying, something that cannot be approached through the known or the past. It isn’t seen through striving to become something based on ideals stemming from former experiences. It comes to that which is being, not striving. In this state of being in the moment, without the known, without knowing at all, with neither past nor future, is a space that is not filled with time. And in this space, the undiscovered and ever-changing moment exists—a moment containing all possibilities, the totality of existence, absolute reality. Reality is now, and in the now, we can experience the true nature of the universe and the universal mind.
H.E. Davey
İnsan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın. Ve o zaman anlarsın hayatının uzun zamandır neden başka birinin hikâyesiymiş gibi gözükmeye başladığını. Sokak lambalarının ölgün ışıkları karanlık odalara vurduğunda, duvar saatinin tik taklarından başka ses yokken yanında, sanki bir tek sana açıklanmayan bir sır varmış gibi beklerken anlarsın aslında boşa beklediğini. Tünelde sana yol gösterecek rehberin, karanlıktan başka bir şey olmadığını anlarsın. Anne diye ağlayan çocukların aradığının çoğu zaman şefkatli bir baba olduğunu anlarsın. Çekip gitmek isterken görünmez bir elin seni nasıl durdurduğunu anlarsın. Kırk yaşında ama altmış gösteren adamlara daha dikkatli bakarsın o zaman. Kahvelerin dışarıyı göstermeyen isli camlarına. Berduşlara ve kör kedilere bakarsın. Gözbebekleri kaymış esrarkeşlere. Suyun üstüne çıkmış ölü balıklara. Havada asılı gibi duran yırtıcı kuşlara daha dikkatli bakarsın. Çabalarının sonuç vermediğini gören umutsuz insanların bakışlarıyla ancak o zaman buluşur bakışların. Bir yağmur çaktırmadan dindiğinde. Bir gün çenesi ağzının içine kaçmış dişsiz ihtiyarlardan birinin de sen olabileceğini bilirsin artık. Bir gece ansızın, yapayalnız ölmekten korkarken, cesedimi komşular mı bulacak yoksa sayım memurlarımı diye düşünürken hissedersin göğüs kafesinde her gün biraz daha büyüyen, kimsenin kapatamayacağı o boşluğu. Bir kokuya sarılma isteğini. Bir ömür gibi geçmiş zor, uzun günlerden sonra anlarsın ruhunu zehirleyen karmakarışık düşünceleri. Büyük heyecanlardan sonra çöken bitkinlikleri. Kimsenin bulutlara bakmadığı bir şehirde bir lafı döndürüp dolaştırmadan anlatmanın imkansızlığını. Belki de insanın ne anlatacağını bilemediğinde şair olduğunu anlarsın. Gözyaşların kurumadan gülmeye başlarsın o zaman. Çünkü bilirsin ki seni artık kimse kandıramaz kolay kolay. Mutsuz insanları kandırmak zordur çünkü. Hayata her zaman kuşkulu gözlerle bakan, mutsuz insanları kandırmak, herkes bilir bunu, çok ayıptır çünkü.
Emrah Serbes