“
Geçmiş zamandan sıyrılıp,şimdiki zamana bir yerinden tutunmak istedi.
”
”
Oğuz Atay (Tehlikeli Oyunlar)
“
Diyar-e-Ishq Mein Apna Maqam Paida Kar,
Naya Zamana, Naye Subah-o-Sham Paida Kar;
Khuda Agar Dil-e-Fitrat Shanas De Tujh Ko,
Sakoot-e-Lala-o-Gul Se Kalaam Paida Kar;
Mera Tareeq Ameeri Nahin, Faqeeri Hai,
Khudi Na Baich, Ghareebi Mein Naam Paida Kar
Build in love’s empire your hearth and your home;
Build Time anew, a new dawn, a new eve!
Your speech, if God give you the friendship of Nature,
From the rose and tulip’s long silence weave
The way of the hermit, not fortune, is mine;
Sell not your soul! In a beggar’s rags shine.
”
”
Muhammad Iqbal (Baal-e-Jibreel)
“
Sanat değişimi biriktirir, zamana yayar. İyi bir kitap yalnızca okuma hazzınızı beslemez, aynı zamanda sizde uyandırdığı duyguyu başkalarına aktarma arzusu verir size. Yaşamın döngüsü mirası devretmek üzerine kuruludur.
”
”
Murathan Mungan
“
Herkes şaşırmıştı. Fakat ne çıkar? Ben rahattım. Sakindim, hafiftim. Madem ki herkesin ayrı bir hakikati vardı. Ve herkes zemin ve zamana göre onu yavaş yavaş yeniden yaratıyordu; ne diye ben kendimi yoracaktım?
”
”
Ahmet Hamdi Tanpınar (Saatleri Ayarlama Enstitüsü)
“
Demiştim sana hatırlarsan:
“Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil,
‘zamanla bırakmamak’tir..
”
”
Nâzım Hikmet
“
hazar baar zamana idhar se guzara hai,
nai nai si hai kuch teri teri rahguzar phir bhi..
”
”
Firaq Gorakhpuri (Intik̲h̲āb-i kalām-i Firāq Gorakhpūrī)
“
Niçin bu kadar bağlıyım geçmiş zamana? De ki: Hayatının boşluğa savrulan yüzünden öyle çok nefret ediyorsun ki, seni mutsuz eden bu yüze yıllarca bakmak, ellerinle kavramak ve anlamak istiyorsun.
”
”
Latife Tekin (Gece Dersleri)
“
han dil udaas ha
magar
ab na teri koi aas ha
zamana chora tujhay apna banaya
tu ne hamein thukraya zamana apnaya
ab jab zaroorat hay mujhay zamany ki
tujhay b nahi koi zarorat ab laut any ki
teri in adaaon ko jan gya mein
yeh wohi adat purani c
masoom dilon say khelna
han yeh wohi kahani c
rabba tu dikha dena issy bhala rasta
kahin na le bethy baduwa kisi tootay dil say
ye larki jan k jo bani anjani c.........xx
”
”
aar kay
“
Aşka, Rüzgara, Ayrlığa, Zamana... Eyvallah.
”
”
Kahraman Tazeoğlu (Araz)
“
Ve kişi, kadınları çalışmalarının dışında tutmakla çağdışı bir tutum içine girmiş olur.
Her yerde aynı bu, ister kentte ol ister kırsal yörelerde; zamana ayak uydurmak istiyorsan eğer, kadınları mutlaka hesaba katacaksın.
”
”
Vincent van Gogh (The Letters of Vincent van Gogh)
“
İstikbal göklerdedir;
Çünkü göklerini koruyamayan milletler yarınlarından asla emin olamazlar...
Her işte olduğu gibi havacılıkta da en yüksek seviyede, gökte seni bekleyen yerini az zamanda dolduracaksın.
Ey Türk Genci! Kısa Zamana gökte seni bekleyen yerini alacaksın.
15 Mayıs 1925 - Türk Tayyare Cemiyetinin açılış töreni.
”
”
Mustafa Kemal Atatürk
“
Zaman hep o zaman. Biz bilmiyorsak kabahati zamana bulmak doğru mu?
”
”
Sâmiha Ayverdi (Mülakatlar)
“
Düşünce ile eylem arasındaki zamana 'cehennem' denir.
”
”
kafkaokur
“
Khud se jeetne ki zid h khudko hi hrana h ,
M bheed nhi hu duniya ki mere andar zamana h.
”
”
Abhimanyu Kumawat (JEET ki Ranneeti जीत की रणनीति by Dr. Abhimanyu Kumawat)
“
Herkes şaşırmıştı. Fakat ne çıkar? Ben rahattım. Sakindim, hafiftim. Mademki herkesin ayrı bir hakikati vardı. Ve herkes zemin ve zamana göre onu yavaş yavaş yeniden yaratıyordu; ne diye ben kendimi yoracaktım?
”
”
Anonymous
“
buradayım. yağmur öyle çok yağıyor ki görmesen bile sürekli onu duyuyorsun. uyurken hep ıslanıyormuşum gibi geliyor. sana ne çok yazıyorum ama hiçbirini yollamıyorum. yazar yazmaz her şey eskiyor sanki, sözcükler uzaklığa ve zamana dayanıklı değil. sen de hep bu yeniden kurgulanmış, ayıklanmış kartlarla yetinmek zorunda kalıyorsun. sevmeyi bilmediğim doğru ama özlemeyi ve hissetmeyi bildiğimi sanıyorum. buradayım, yağmur yağıyor ve anlayabildiğim, kendim hakkında, sözcükler halinde belirginleştirebildiğim tek şey bu? komik mi?
”
”
Kürşat Başar (Sen Olsaydın Yapmazdın, Biliyorum)
“
Artık Maria Puder, yaşamak için kendisine kayıtsız ve şartsız muhaç olduğum bir insandı. Bu his ilk anlarda bana da garip geliyordu. Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz? Ben de, o zamana kadarki hayatımın boşluğunu, gayesizliğini sırf böyle bir insandan mahrum oluşumda bulmaya başlamıştım.
”
”
Kürk Mantolu Madonna
“
Sonradan çok düşündüm: Madem insanların gerçekleri değişiyordu, neden içinde yaşadıkları değil, yaşamayı seçtikleri geçmiş zaman parçası kendi gerçekleri olmasındı? Vazgeçmenin mutluluğu yok muydu? Bütün bu soruların derinleştiği, gerçeğe ve zamana açılan kapılar benim içimde de açıldığında, artık o yoktu. Bunları konuşabileceğim kimse yoktu.
Bana kendi kendime konuştuğum geniş bir zaman kaldı.
”
”
Murathan Mungan (Kadından Kentler)
“
Kadında zaman geçmez.
Sakın günün birinde iyileşmek için zamana güvenme.
”
”
Ece Temelkuran
“
Bu zamana kadar açılan her kapıyı doğru kapı sandım. Oysa ben hep yanlış zillere basmışım, çok geç anladım.
”
”
Anonymous
“
Asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz. Böyle gibi görünmesi yanılmamızdan, zamana gerçek bir nesne gibi bakmamızdandır.
”
”
Hermann Hesse (Siddhartha)
“
Anlar yaşanmak içindi; beklemek hem gelecek olan zamana hem de şu anda ihmal edilen anlara karşı bir günahtı.
”
”
Neil Gaiman (Neverwhere)
“
Merhamet, Montag, merhamet. Onlarla tartışma, canlarını sıkma; daha çok yakın zamana dek sen de onlardandın...
”
”
Ray Bradbury (Fahrenheit 451)
“
İçimde o zamana kadar duymadığım bir eziklik vardı. Bu korku değildi, acı değildi. Ancak kendisine ihanet eden insanların duyacağı bir azaptı. Bir ucu iğrenmede biten garip bir duygu.
”
”
Ahmet Hamdi Tanpınar (Saatleri Ayarlama Enstitüsü)
“
En küçüğünde de en büyüğünde de, mutluluğu mutluluk yapan tek bir şeydir: bu da unutabilmek, ya da daha bilgince bir anlatımla, mutluluk sürdükçe tarihdışı duyumsayabilmek yeteneğidir.
”
”
Friedrich Nietzsche (Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası - Zamana Aykırı Bakışlar 2)
“
Yanardağlıktan emekli olduktan sonra
Gel zaman git zaman şiir ithafkârı olmuştum.
Zamana emir verdim.
Ona dedim ki: Gel zaman!
Zamana emir verdim
Ona dedim ki: Git zaman!
On emri bile olmayan bir yanardağ eskisini kim dinlerdi.
”
”
Didem Madak (Pulbiber Mahallesi)
“
Sabırsızsın. Oysa bütün mahlukat sabrın ipliğiyle bağlıdır birbirine. Dünya sabırla döner. Çünkü güneşin de, ayın da zamana ihtiyacı vardır. Sabırlı ol. Büyük sırlara ermek için sabır denizinde yüzmeyi öğrenmen lazım. Çünkü sırlar, sabır denizinin dibinde saklıdır.
”
”
Ahmet Ümit (Bab-ı Esrar)
“
Niçin? Niçin, gerçek aşklarda geride kalan, kendini öldürüp de peşinden gitmiyordu o sevilenin? Yalnızca, yaşayanın öleni gömmesi gerektiği için mi? Bir ölümden sonra yerine getirilmesi gereken belli birtakım törenler olduğu için mi? Geride kalan, bir sahnede bir süre görünüp her an sonsuz bir zamana doğru uzuyormuş ve bir sürü göz kendisini seyrediyormuş gibi olduğu için mi? Yerine getirmesi gereken bir işlevi olduğu için mi? Ya da kim bilir, arada beklemesi gerekiyordu -yani gitmiş olan gerçekten ölmüş olmuyordu da büyümeye devam ediyordu, yaşayanın ruhunda ikinci bir yaşam niçin yaratılıyordu? Niçin?
”
”
Carson McCullers (The Heart Is a Lonely Hunter)
“
İnsanların neler yapıp yapmayacağı önceden hiç belli olmaz, beklemek, zamana zaman tanımak gerekir, her şeye egemen olan zamandır, zaman, kumar masasında karşımızda oturan öteki kumarbazdır ve bütün kartlar onun elindedir, bizler ancak yaşam karşılığında o masadan bir şeyler kazanırız, kendi yaşamımız karşılığında...
”
”
José Saramago (Blindness)
“
Geleceğe veya Geçmişe, düşüncenin özgür olduğu bir zamana, insanların birbirinden farklı olduğu ve yalnız yaşamadığı bir zamana, gerçeğin var olduğu ve yapılmış olanın geri alınamayacağı bir zamana: Tek düzelik çağından, Yalnızlık çağından, Büyük Birader çağından, Çifte inanç çağından -Merhaba!
To the future or to the past, to a time when thought is free, when men are different from one another and do not live alone—to a time when truth exists and what is done cannot be undone: From the age of uniformity, from the age of solitude, from the age of Big Brother, from the age of doublethink—greetings!
1984 (The Last Man in Europe) George Orwell
”
”
George Orwell (1984)
“
(duman adam) ‘Bizim varlığımızı hiç kimse bilmemeli… Ve ne yaptığımızdan ve varlığımızdan haberdar olmamalı… İnsanların yaşamlarından saatler, dakikalar, saniyeler aşırmak çok güç bir iş… çünkü onların tasarruf ettikleri her an, onlar için bir kayıp… Bizim içinse kazanç… Onları biriktiriyoruz… Onlara muhtacız… Zamana doymak bilmeyiz… Ah, zamanınızın ne değerli olduğunu sizler bilmezsiniz… ama biz… biz iyi biliriz…
”
”
Michael Ende (Momo)
“
Genel olarak, bir toprak parçası üzerinde ilk oturma hakkı tanımak için aşağıdaki koşulların bulunması gerekir: Önce, bu toprakta o zamana kadar kimsenin oturmamış olması, sonra bir kimsenin yalnız geçimine yetecek kadar yer tutmuş olması; son olarak da bu toprağın boş bir törenle değil, (yasal kanıt bulunmadığı zaman başkasının saymak zorunda olduğu tek sahiplik belirtisi olan) çalışma ve ekip biçmeyle elde tutulmuş olması gerekir.
”
”
Jean-Jacques Rousseau (Toplumsal Sözleşme veya Siyasal Hukukun Prensipleri)
“
O da bütün bunları çok iyi biliyordu; benim için erişilmez oluşundan, ona dair tüm hayallerimin imkansızlığı düşüncesinden de muazzam bir keyif aldığına kalıbımı basarım; aksi takdirde onun gibi temkinli ve akıllı bir kadın bana karşı bu kadar samimi, açık davranır mıydı? Sanırım bu zamana dek bana bir antikçağ imparatoriçesinin yanında soyunabileceği, insan yerine koymadığı kölesi gibi davrandı. Evet, pek çok kez beni insan yerine bile koymadı.
”
”
Fyodor Dostoevsky (Kumarbaz)
“
Ancak klinik gözlemler bize nefretin sadece beklenmedik sıklıkta sevginin yoldaşı olduğunu, insan ilişkilerinde sevginin bir öncülü olduğunu söylemekle kalmıyor, kimi durumlarda nefretin sevgiye ve sevginin de nefrete dönüşebildiğini gösteriyor. Şayet bu dönüşüm sadece zamana bağlı ardıl bir yer-değiştirmeden ibaret değilse, birbirine ters yönlerde seyreden fizyolojik süreçleri öngören, erotik güdülerle ölüm güdüleri arasındaki o temel ayrımın dayandığı zemin kaymış olur.”
Sigmund Freud, ‘Ben ve O’, sayfa 76
”
”
Sigmund Freud (Ben ve O)
“
Kesintisiz olduğu ve mutlu kıldığı sürece, en küçük bir mutluluk, yalnızca gelip geçici olan, adeta anlık bir heves, çılgın bir fikir gibi, katıksız neşesizlik, hırs ve yoksunluk arasında gelen en büyük mutluluktan, kıyas götürmez bir biçimde daha büyük bir mutluluktur.
”
”
Friedrich Nietzsche (Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası - Zamana Aykırı Bakışlar 2)
“
Fare için zamanın akışı sanki bir yerlerde pıt diye kopmuştu. Neden öyle olduğunu Fare'nin kendisi de bilmiyordu. Kopmuş ucu da bulamıyordu. Kopuk ipi elinde tutarak güz hüznü içinde dolanıyordu. Çimenliklerden geçmiş, nehri aşmış, iterek birkaç kapıyı açmıştı. Ne var ki ölü ip onu hiçbir yere çıkarmamıştı. Kanatları kopmuş kuş sineği gibiydi, ilerideki denize doğru akan nehir kadar güçsüz ve yalnızdı Fare. Bir yerden kötücül bir rüzgar esmeye başlamış, o zamana dek Fare'yi sarıp sarmalayan sıcak, bildik havayı dünyanın öteki ucuna sürüklemişti sanki.
”
”
Haruki Murakami (Pinball, 1973 (The Rat, #2))
“
Üç boyutlu bir akışın yalnız biri içinde yaşarız biz, ve dünyada aktüelliğini çoktan yitirmiş dâvalar bizde bugünün sorunları gibi ele alınırlar. Yeni yöntemler, görüşler, anlayışlar ortaya çıkmıştır, her yerde uygulanır da; biz gözümüzü kaparız bunlara ve çürümüş bir tutumda direniriz, inad ederiz. Ve gülünç oluruz dünyaya... Eloğlu çağ değiştirmiş, nice problemleri çözmüş, bir kenara atmış, yepyeni bir zamana ve kavrayışa girmiştir. Biz onların eski kavgalarını bile bugün tekrarlamaya çalışırız. Sonunda davranışlarımız şartlara uymayınca, hele etkisiz kalınca şaşırır kalır, ne yapacağımızı bilemeyiz.
”
”
Selâhattin Batu
“
Kendisine de şaşırır insan, unutmayı öğrenemediği ve sürekli geçmişe bağlı kaldığı için: ne kadar uzağa, ne kadar hızla koşarsa koşsun, zinciri de koşar peşinden. Bir mucizedir bu, ha diyince gelir, ha diyince gidiverir, daha önce de hiçtir, daha sonra da bir hiçtir, ama yine de bir hortlak gibi çıkagelir ve bir sonraki anın huzurunu bozar.
”
”
Friedrich Nietzsche (Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası - Zamana Aykırı Bakışlar 2)
“
Önünden otlayarak geçen sürüye iyice bak: bilmez dününü bugününü, oraya buraya sıçrar durur, habire otlar, dinlenir sonra, geviş getirir, sonra yine hoplayıp zıplamaya başlar, uzun süremez bağlılığı neşesine de neşesizliğine de, yani yalnızca birkaç saniye; bu yüzden efkarlı ya da bıkkın da değildir bir an bile. Bunu görmek çok dokunur insana, çünkü bu hayvanların karşısında övünür insan insanlığıyla, ama yine de onların mutluluğunu seyreder kıskançlıkla.
”
”
Friedrich Nietzsche (Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası - Zamana Aykırı Bakışlar 2)
“
Hiçbir gerçek yoktur ki, karşıtı da gerçek olmasın! Yani şöyle: Bir gerçek ancak tek taraflıysa, dile getirilip sözcüklere dökülebilir. Düşüncelerle düşünülüp sözcüklerle söylenebilen ne varsa tek taraflıdır, hepsi tek taraflı, hepsi yarım, hepsi bütünlükten mükemmellikten ve birlikten yoksun.Ulu Gotama öğrencilerine dünyadan söz açarken, çile ve esenlik diye ikiye ayırdı. Başka türlüsü olanaksızdır, öğretmek isteyen birinin izleyeceği başka yol yoktur. Ancak dünyanın kendisi, gerek çevremizdeki, gerek içimizdeki varlık asla tek taraflı değildir. Asla bir insan ya da bir eylem tümüyle Sansara, tümüyle Nirvana değildir, asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz. Böyle gibi görünmesi yanılmamızdan, zamana gerçek bir nesne gibi bakmamamızdandır. Zaman gerçek değildir, Govinda, ben sık sık yaşadım bunu. Zaman da gerçek değilse, dünya ile sonsuzluk, acı ile mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi de bir yanılgıdan başka şey değildir.
”
”
Hermann Hesse (Siddhartha)
“
Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısının, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuksal ve siyasal üstyapının, üzerinde yükseldiği gerçek temeli oluşturur. Maddi yaşamın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuksal ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder.
”
”
Karl Marx (A Contribution to the Critique of Political Economy)
“
Gelecek; kendini nasıl atabilirdi acaba geleceğe? Şimdiki zaman, geçip gitmesine ses çıkarmadığı takdirde, artık Kien’e hiçbir zarar veremezdi. Ah, bir ortadan kaldırılabilseydi şu şimdiki zaman! Dünya üzerindeki tüm mutsuzluklar, yeterince gelecekte yaşayamamaktan kaynaklanıyordu. Bugün dayak yediği takdirde, yüz yıl sonra bunun ne önemi kalacaktı? Yapılması gereken, içinde yaşanılan zamanı geçip gitmeye bırakmak ve dayaktan ileri gelen şişleri görmezlikten gelmekti. Tüm acıların suçu, şimdiki zamanın sırtındaydı. Kien, geleceğin özlemini çekiyordu; çünkü geleceğe ulaştığında, yeryüzünde daha çok geçmiş bulunacaktı. Geçmiş iyiydi, kimseye bir zararı yoktu; Kien, geçmişte yirmi yıl süreyle istediği gibi ve mutlu yaşamıştı. Kim mutlu olabiliyordu ki şimdiki zamanda? Evet, duyularımız bulunmasaydı eğer, o zaman şimdiki zamana da dayanılabilirdi. O zaman anıların yardımıyla -demek ki yine de geçmişte- yaşanılabilirdi. Başlangıçta yalnızca söz vardı; ama var’dı; başka deyişle geçmiş sözden önce vardı. Kien, geçmişin bu öncelikli konumu karşısında saygıyla eğildi.
”
”
Elias Canetti (Auto-da-Fé)
“
...- bu hiçbir zaman sessizlik olmayan sessizlik çok çok büyüktü. Neredeyse görebiliyordu onu, zamanın ötesinden gelen, koskocaman sessizlik, yükseklerden aşağıya bakıyor, düşünceli düşünceli, kısacık tek bir hafta sonra çekip gidecek ve ondan sonraki hafta, yalnızlığın içinde hiçbir iz, hiçbir işaret bırakmayacak olan bu küçücük, bu gelip geçici insan topluluğunu izliyordu. Çünkü burası onun kendi memleketiydi, hiçbir zaman en küçük parçasına sahip olmamıştı ama onundu. Toprak sahibi olmak istememişti, sonunda toprağın başına gelecek felaketi açıkça gördükten sonra bile istememişti bunu, baltanın ve testerenin, kütükleri taşımak için yapılan tren yollarının, daha sonra da dinamitin ve traktör izlerininönünde vahşi toprakların yıldan tıla gerilediğini görmüş, gene de onlara sahip olmak istememişti, çünkü toprak kimsenin malı değildi. Herkese aitti; tek yapılacak şey onu iyi kullanmaktı, alçakgönüllülükle ve gururla. O zaman birden, neden hiç toprak sahibi olmak istemediğini, en azından insanların ilerleme dediği şeyin o kadarını durdurmak, en azından kendi ömrünün uzunluğu süresince toprağın kötü kaderine karşı koymak istemediğini anladı. Bunun nedeni, vahşi toprakların tam yeteri kadar olmasıydı. İkisini - kendini ve vahşi topreaklar- yaşıt gibi görüyordu- ilk soluğunu aldığı zamana göre ormanla kendi çağdaş değillerdi ama, avcı olarak, orman insanı olarak geçirdiği süre içinde ormanın yaşı kendine verilmişti, ve o da bunu, o yaşlı Binbaşı de Spain'den ve ona avlanmayı öğreten o yaşlı Sam Fathers'tan alıp, seve seve, alçakgönüllülükle, sevinçle ve gururla kabul etmişti: ormanla ikisinin ömrü aynı zamanda sona ermekteydi, gittikleri yer bir unutulma, bir hiçlik değildi, zaman ve mekandan bağımsız bir boyuttu; oradadelirmiş eski dünya adamları mermilere dönüştürsün diye pamuk ekmek için bozulup matematiksel karelere bölünmüş ağaçsız topraklarda bir kez daha her ikisi için bol bol yer bulunacaktı- bir süre tanıyıp sevdiği, kendilerinden biraz daha fazla yaşadığı eski insanların adları, yüzleri gene balta girmemiş yüksek ağaçların, göze bile geçit vermeyen sık çalılıkların arasında dolaşacak, ölümsüz avlar, yorgunluk bilmeyen köpeklerin yaygarasının önünde sonsuza dek koşacak, sessiz tüfeklerle vurulup düşecek, sonra Zümrüdüanka gibi gene kalkacaklardı.
”
”
William Faulkner (Go Down, Moses)
“
Yaşlı adam der: melegim nasıl istersen,
yeter ki, şu pırıl pırıl akşamı doyurmayı bilsen
ve koluma girip bir süre yürüsen,
sözleşmiş ıhlamur ağaçlarının kehanetini çözebilsen,
ölüdür kitaplar, gerilimini yitirmiştir dünyanın kutupları,
kalmışsa daha karanlık akışın bir arada tuttukları,
onları da birbirinden ayırır senin saçlarındaki toka.
Rüzgar, durmaksızın girer, vurmadan kapıma,
ayın ıslığı -ve sonra bir hamle, gözün alabildiğine,
aşk, artık bilenmiştir anıların gücüyle.
Genç adam sorar: ve hep gelecek misin?
Odamdaki gölgelerin üstüne yemin etmelisin,
ve karanlık ama gerçekse ıhlamurların kehaneti,
söyle onu çiçeklerin diliyle, aç saçlarının tellerini
ve gecenin coşup taşmak isteyen nabzını!
Sonra aydan gelen bir işaret, durdurun rüzgarı.
Rahatı simgeler mavi ışıkta lambalar,
ta ki oda, soluk bir zamana bürünene kadar,
hafiften ısırılan dudakların varır benimkilere,
o zaman acıdır başlayan, sana ders vermeye:
dünyanın kazandığı, oynadığı ve yitirdiği sözcük, canlıdır,
ondan sonrası ise, aşkın başlangıcıdır.
Genç kız susuyor iğ dönene kadar.
Yıldız kayıyor. Geçip gidiyor güllerin zamanı:
-Siz, beyler, verin elime kılıcı,
ve Jeanne d'Arc vatanı kurtarıyor.
Sizler, gemiyi geçiriyoruz buzların arasından,
ben, artık kimsenin bilmediği rotada ilerlemekteyim.
”
”
Ingeborg Bachmann (Toplu Şiirler)
“
İmparatorluk günden güne zayıflamaktadır. Niçin saklamalı? Onu bu hale düşüren sebeplerin başında Avrupalılaşma zihniyeti gelir. Temellerini III.Selim’in attığı bu zihniyeti, derin cehaleti ve sonsuz hayalperestliği yüzünden II.Mahmut son haddine vardırır. Bâbıâli’ye tavsiyemiz şudur: Hükümetimizi dinî kanunlarınıza saygı esası üzerine kurunuz. Devlet olarak varlığınızın temeli, Padişahla Müslüman tab’a arasındaki en kuvvetli bağ dindir. Zamana uyun, çağın ihtiyaçlarını dikkate alın.İdarenizi düzene sokun ıslah edin. Ama yerine size hiç de uymayacak olan müesseseleri koymak için eskilerini yıkmayın. Avrupa medeniyetinden sizing kanun ve nizamlarınıza uymayan kanunları almayın. Batı kanunlarının temeli hristiyanlıktır. Türk kalınız. Tatbik edemeyeceğiniz kanunu çıkarmayın. Hak bellediğiniz yolda ilerleyin. Batının sözlerine kulak asmayın. Siz ilerlemeye bakın. Adalet ve bilgiyi elden bırakmayın. Avrupa efkar-ı umumiyesinin az çok değeri olan kısmını yanınızda bulacaksınız… Kısaca, biz Bâbıâli’yi kendi idare tarzının tanzim ve ıslahı için giriştiği teşebbüslerden vazgeçirmek istemiyoruz. Ama, Avrupa örnek olarak alınmamalıdır kendine. Avrupa’nın şartları başkadır, Türkiye’nin başka. Avrupa’nın temel kanunları Doğunun örf ve adetlerine taban tabana zıttır. Ithal ıslahattan kaçının. Bu gibi ıslahat Müslüman memleketlerini ancak felakete sürükler. Onlardan hayır gelmez sizlere.” METTERNICH
”
”
Cemil Meriç (Bu Ülke)
“
Diotima, “Sadece bir insan olan bir kişinin, sırf Tanrı olduğu zannedildiği için iğrenç şeyler yapmasına göz yumulan yerde çirkinlik vardır.” dedi.
Thomas bu sözleri duyunca titreyerek geriledi. “Sadece bir insan mı?” diye sordu. “Kutsal Zahatapolk'u kast etmiyorsun herhalde!”
“Kast ediyorum,” dedi Diotima. “Ilahi biri değil. Onu o makama getiren efsane korkuyla yaratılmış. Ölüm korkusu, kaderin indireceği darbelerin korkusu, doğa güçlerinin korkusu, insanın tiranlığının korkusu. Bazen tepemizdeki şu zirvelerden aşağıdaki vadilere ölüm yuvarlanıyor. Zirvelerde hüküm süren güçlerin zalim olduğu düşünülüyor ve onların korkunç acımasızlığını ancak anlayışlı bir zalimliğin yatıştırabileceği sanılıyor. Ancak bütün korkular rezilce, yarattıkları efsaneler rezilce, bu efsanelerin yücelttiği insanlar da rezil. Zahatopolk Tanrı falan değil, iğrenç, çoğu yönden hayvanlardan aşağı bir insan. Freia'nın kurban edildiği ayinin ilahi bir kökeni yok. Hiçbir şeyin ilahi kökeni yok. Tanrılar, korkularımızın gecenin bulanıklığı üzerindeki gölgeleri. İnsanın, onu mahvedebilecek güçler karşısındaki zilletini simgeliyorlar. Zamansal düzende sıradan bir ânı ilahi bir ân olarak değerlendiremeyecek zamana köleliği simgeliyorlar. Bu mağlubiyete teslim olmayacağım. Yaşadığım sürece dağlar gibi dik duracağım. Yoluma felaket çıkarsa, ki hiç kuşkusuz çıkacaktır, ancak dışarıdan gelen bir felaket olur. Olabilecek olanlara duyduğum inancın kalesi yıkılmayacak.
”
”
Bertrand Russell (Nightmares of Eminent Persons and Other Stories)
“
O zamana değin, çocukken insana sonsuz gibi görünen bir yolda yılların yavaş yavaş ve hafifçe geçtiği, böylece hiç kimsenin akıp gittiklerinin ayırdına varmadığı bir yolda, hep ilk gençliğinin kaygısızlığıyla ilerlemişti, insan bu yolda, sakin sakin, çevresine merakla bakarak ilerlerdi, aceleye gerçekten hiç gerek yoktu, ne arkanızda sizi sıkıştıran ne de tabii, bekleyen birileri bulunurdu, arkadaşlarınız da kaygısız, oynamak için sık sık durarak ilerlerlerdi. Evlerinin kapısından büyükler size dostça selam verir ve suç ortaklığı dolu gülüşlerle ufku gösterirlerdi; böylece yürek yiğitçe ve tatlı arzularla çarpmaya başlar ve insan kendisini az ötede bekleyen harikulade şeylerin umudunu tadar; gerçi o şeyler henüz uzaktadır ama bir gün onlara ulaşılacağı kesin, tartışmasız bir biçimde kesindir. Daha çok yol var mıdır? Yoo, şu ilerideki nehri geçmek, şu yeşil tepeleri aşmak yeterlidir. Belki de varmışızdır bile. Şu ağaçlar, kırlar, şu beyaz ev belki de bizim aradığımız şeylerdir. Bir an, bunun doğru olduğuna inanıp, orada durmak isteriz. Sonra, kulağımıza ileride daha iyisinin olduğu çalınır ve tasasız bir biçimde yeniden yola koyuluruz. İnsan, böylelikle, umut dolu, kendi yolunda gider durur; günler uzun ve sakindir, güneş yukarıda gökyüzünde parlamakta ve akşam bastığında üzülerek yok olmaya yüz tutmaktadır. Ama bir noktada, belki de içgüdüsel olarak, insan geri döner ve arkasında bir kapının kapanarak dönüşü olanaksız kıldığım fark eder. İşte o zaman bir şeylerin değişmiş olduğunun ayırdına varırız, güneş eskisi gibi kıpırtısız değildir, hızla hareket etmektedir; ne yazık ki, henüz bakmaya bile fırsat bulamadan, onun ufkun ucuna doğru hızla kaydığını, bulutların da gökyüzündeki mavi koylarda hareketsiz durmadığını, birbirlerinin üzerine çıkarak kaçtıklarını, iyice acele ettiklerini görürüz; zamanın geçtiğini ve günü gelince yolun zorunlu olarak son bulacağını anlarız. Belirli bir zamanda, arkamızda bir kapı kapanır, kapanır ve bir şimşek hızıyla kilitlenir; geri dönecek zaman kalmamıştır.
”
”
Dino Buzzati (The Tartar Steppe)
“
Nereden başlarsanız başlayın ve kendinize nasıl bir yol seçerseniz seçin, aşağıda verilen bazı yap ve yapma kurallarını öfkelenmeye başladığınızda mutlaka hatırlayın:
1. Konu sizin için önemliyse, mutlaka konuşun.
Karşımıza çıkan tüm adaletsizlikleri ve sıkıntıları şahsen ele almamız tabii ki gerekmez. Bazı şeyleri gözardı etmek, olgunluk belirtisidir. Ama bunun bedeli kendimizi öfkeli, sıkıntılı ya da mutsuz hissetmeniz olacaksa, sessiz kalmak büyük bir hatadır. Bizim için önemli konularda tavır almayı başaramamız, benliksizleşmemize yol açar.
2. İşler kızışmışken vuruşa geçmeyin.
Bazı ilişkilerde iyi bir kavga havayı temizyebilir, ama hedefiniz sabitleşmiş bir modeli dğeiştrmekse, konuşmak için en kötü zaman kendinizi öfkeli ya da gergin hissettiğiniz anlar olabilir. Konuşmanın ortasında öfkelenemeye başladığınızı sezerseniz şöyle diyebilirsiniz: "Kafamı toplamak için biraz zamana ihtiyacım var. Bunu konuşmak için başka bir zaman saptayalım." Geçici olarak uzaklık aramak, soğuk bir tutumla içine kapanmak ya da duygusal bağlantıyı koparmakla aynı şey değildir.
3. Sorunu düşünüp konumunuza açıklık kazandırmaya zaman ayırın.
Konuşmaya başlamadna önce, kendinize şu soruları sorun: "Beni öfkelendiren durum nedir?" "Burada asıl sorun nedir?" "Benim konumum nedir?" "Ulaşmak istediğim şey ne?" "Kim, neden sorumlu?" "Değiştirmek istediğim şey tam olarak ne?" "Yapacağım ve yapmayacağım şeyler nedir?"
4. "Belaltı" taktiklerine girişmeyin.
Yani suçlamayın, yorumlamayın, teşhis koymayın, damgalamayın, irdelemeyin, vaaz vermeyin, ahlak dersi çıkarmayın, emretmeyin, uyarmayın, sorgulamayın, dalga geçmeyin ve söylev çekmeyin. Diğer kişiyi hafife almayın.
5. Ben diliyle konuşun.
"Ben düşünüyorum ki...", "Ben hissediyorum ki...", "Ben korkuyorum ki...", "Ben istiyorum ki..." demeyi öğrenin. Gerçek bir "ben" bildirimi diğer kişiyi eleştirmeden ya da suçlamadan ve kendi tepki ya da duygularımızdan diğer kişiyi sorumlu tutmadan benlik hakkınd abir şey söyler. Sözde "ben" bildilerimleri içindeki "sen" bildirimlerine karşı dikkatli olun. ("Ben, senin kontrol etme eğiliminde ve benmerkezci olduğunu düşünüyorum.")
6. Bulanık taleplerde bulunmayın.
("Benim ihtiyaçlarıma karşı daha duyarlı olmanı istiyorum.") Ne istediğiniz açıkça anlatın. ("Şu anda bana yardım etmek için yapabileceğin en iyi şey, dinlemek. Şu anda senden öneri istemiyorum.") İnsanların sizin ihtiyaçlarınızı tahmn etmelerini ya da talep etmediğiniz şeyleri yapmalarını beklemeyin. Sizi seven kişiler bile düşüncelerinizi okuyamazlar.
7. İnsanların farklı oldukları gerçeğini kabul edin.
Dünyadaki insan sayısı kadar farklı bakış açısı olduğunu anladığımızda, kaynaşık ilişkilerden uzaklaşmaya başlarız. Gerçeği kimin bildiği konusunda kavga ediyorsanız, asıl önemli noktayı gözde kaçırıyor olabilirsiniz. Farklı bakış açıları ve farklı tepki şekilleri, kişilerden birinin haklı ve diğerinin de haksız olduğu anlamına gelmez.
8. Hiçbir sonuca varmayan entelektüel tartışmalara girmeyin.
Diğerlerini, kendi konumunuzun haklılığına ikna etmeye çalışmayın. Karşınızdaki kişi sizi dinlemiyorsa, şöyle diyin: "Evet, bu sana çılgınca gelebilir, ama ben böyle hissediyorum." Ya da: "Benimle aynı fikirde olmamanı anlıyorum, ama sanırım ikimiz durumu farklı görüyoruz.
”
”
Harriet Lerner
“
İki Voyager uzay aracı, yıldızlara doğru yol almaktadır şu anda. Herbirine altın kaplamalı bakır bir pikap plağı, bir kaset ve plak iğnesi bağladık. Plağın alüminyumdan mahfazasının üstüne de nasıl kullanılacağını yazdık. Genlerimiz hakkında, beyinlerimize ilişkin ve kitaplıklarımıza dair bilgiler verdik. Bu bilgileri, yıldızlararası uzay yolculuğuna çıkmayı düşünebilecek başka varlıklara yolladık. Yıldızlararası uzayda, vericileri çoktan susmuş Voyager’in varlığını farkedebilen bir uygarlık kuşkusuz bizden daha ileridir bilim alanında. O varlıklara kendimiz hakkında yalnızca bizde varolduğunu sandığımız özellikleri anlatmak, beyin kabuğunun önemini ve beyindeki limbik sistemi tanıtmak istedik. Mesajımızı alacak olanlar anlamasalar da, yeryüzü ülkelerinden altmış dilden selâm gönderdik. Balinaların seslerini de ekledik. Yerkürenin dört bir yanında birbirlerine karşı ilgi ve saygı gösteren, kendini öğrenime, araç gereç üretimine ve sanata adamış, zorluklara karşı meydan okuyan insanların fotoğraflarını derleyip gönderdik. Birkaç kültüre ait müziklerden bir buçuk saatlik bir derleme de yolladığımız paketin içinde. Bu müziğin bir bölümü, kozmik yalnızlığımızı, bunu giderme arzumuzu, Kozmos’daki öteki varlıklarla ilişki kurmak isteğimizi yansıtıyor. Aynı zamanda gezegenimizde hayatın başlangıcından öteki zamanlarda duyulmuş olabilecek seslerden, insan türlerinin evrimi ve son olarak patlak veren teknoloji dönemindeki seslere kadar kayıt yaptığımız plaklar da gönderdik. Balinalarınki gibi, enginliklere çığırılan bir sevgi şarkısıdır bu. Birçok mesajımız, belki de çoğu, çözümlenemeyecek, anlaşılamayacak, Ama yine de göndermiş bulunuyoruz. Çünkü denemek önemlidir. Bu anlayış ve coşkuyla Voyager uzay gemisine bir insanın düşüncelerini ve duygularını, onun beyninin, kalbinin, gözlerinin ve kaslarının elektriksel devinimlerini bir plağa kaydederek bunu da gönderdik. Bir bakıma, bir tek insanın, 1977 yılının Haziran ayında, düşüncelerini ve duygularını Kozmos’a yollamış bulunuyoruz. Bu plağı alanlar belki onu dinlemeyecekler ya da radyo dalgaları yayan bir gökcismi sanacaklar. Sansınlar. Zaten yüzeysel olarak bakınca, gönderdiğimiz o plak radyo dalgaları yayan bir gök cismidir de. Genlerimizdeki bilgiler çok eskidir, çoğu milyonlarca yıl öncesine aittir. Bazıları milyarlarca yıllıktır. Buna karşılık, kitaplarımızdaki bilgiler en çok birkaç bin yıllıktır ve beyinlerimizdeki de yirmi, otuz yıllık. Uzun ömürlü bilgi, insanlara özgü bilgi türü değildir. Yeryüzünde aşınmadan ötürü anıtlarımız ve yapıtlarımız, doğa olaylarının içinde, uzun bir gelecekte yaşamayacaklardır. Fakat Voyager’deki plak güneş sistemine doğru yol almış bulunuyor. Yıldızlararası aşınma (erozyon) çoğunlukla kozmik ışınlar ve toz zerreciklerinin konması öylesine azdır ki, plaktaki bilgi bir milyar yıl dayanır. Genler, beyinler ve kitaplar değişik yöntemlerle bilgi derlerler. Zamana karşı dayanıklılığı da değişik oranlardadır. Oysa insan türlerinin Voyager’deki yıldızlararası plağa kaydedilmiş bilgileri zamana karşı çok daha inatçı anılar olarak kalacaklardır. Voyager’deki mesaj, insanın içine sıkıntı verecek bir yavaşlıkla ilerliyor yolculuğunda. İnsan türü tarafından fırlatılmış en hızlı araç olmasına karşın, en yakın yıldıza varması için binlerce, onbinlerce yıl geçecek aradan. Voyager’in on yılda aldığı yolu, bir televizyon programı yayını birkaç saatte alır. Bir televizyon yayını bittiği andan itibaren birkaç saatte Voyager’i Satürn gezegeni dolaylarında yakalar, geçer ve yıldızlara doğru yönelir. Eğer uzaydaki birileri bizim televizyon yayınlarımızı duyarsa, dilerim, hakkımızda iyi şeyler düşünürler. Zekâmız son zamanlarda bize büyük güçler bağışladı. Fakat, kendi yok oluşumuzu önleyecek yeteneği bağışlamadı. Neyse ki, aramızda bu yönde ciddi çaba harcayanlar var.
”
”
Carl Sagan (Cosmos)
“
Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz? Ben de, o zamana kadar ki hayatımın boşluğunu, gayesizliğini sırf böyle bir insandan mahrum oluşumda bulmaya başlamıştım. İnsanlardan kaçışım, içimden geçenlerin en küçük bir parçasını bile etrafıma sezdirmekten çekinişim bana sebepsiz ve manasız görünürdü. Zaman zaman beni saran hüzünlerin, hayat bıkkınlığının bir ruhi hastalık alameti olmasından korkardım. Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.
”
”
Sabahattin Ali (Kürk Mantolu Madonna)
“
Bir varlığın hatasını derinlemesine anlayacak, ona maksat ve teşebbüslerinin
boşunalığını gösterecek güçteyizdir; fakat içgüdüleri kadar kaşarlanmış, ön yargılar kadar eski bir fanatizmi gizleyerek, zamana canla başla sarılmasına nasıl engel olmalı? İçimizde, yakışıksız bir inanç ve kesinlikler
yığını taşırız - kuşku götürmez bir hazine gibi. Bundan kurtulmayı ya da bunları alt etmeyi başaran kimse bile, -kendi zihin açıklığının çölünde- hâlâ fanatik kalır: Kendinin, kendi varoluşunun fanatiğidir; bütün saplantılarını kurutmuştur, bu saplantıların kabuklarından çıktıkları zemin dışında; bütün sabit noktalarını kaybetmiştir, bağlı oldukları sabitlik dışında. Hayatın ilahiyatınkilerden daha değişmez dogmaları vardır; çünkü her varoluş,
cinnetin ya da imanın zırvalarının bile dudağını uçuklatan şaşmazlıklar içine
demir atmıştır... Şüphelerine âşık olan kuşkucunun bile, kuşkuculuğun fanatiği olduğu ortaya çıkar. İnsan, tam anlamıyla dogmatik varlıktır; dogmaları da, onları dile getirmediği, bilmediği ve takip ettiği ölçüde derindir.
”
”
Emil M. Cioran (A Short History of Decay)
“
Kabhi kabhi mujhe lagta hai,
mushkil bada hai tujhko pana,
Kabhi kabhi mujhe lagta hai,
mushkil bada hai tujhe ye samjhana,
Kabhi kabhi mujhe lagta hai,
mushkil bada hai tujhe ye batana,
Kabhi kabhi mujhe lagta hai,
Bada hu pagal mein tera dewana,
Kabhi kabhi mujhe lagta hai,
Sabko chod kar bas tujhe hai apnana,
Kabhi kabhi mujhe lagta hai,
Rakh du kadmo mein tere sara ye zamana,
Kabhi kabhi mujhe lagta hai,
Bada hoga mushkil tere bina jee pana,
Kabhi kabhi mujhe lagta hai,
Kahin duniya bhula na de hamare pyaar ka ye afsana,
Kabhi kabhi mujhe lagta hai,
Har dard ko bhool bas tujhse hai rishta nibhana,
Kabhi kabhi mujhe lagta hai,
Teri har shikayat aur gum ko hai mujhe mitana,
Kabhi kabhi mujhe lagta hai,
Kabhi kabhi mujhe lagta hai
”
”
Ratish Edwards
“
Onun bu kararından daha büyük bir aptallık hayal etmek zor. Yapmak istediği şey çıkarlarına tamamen tersti. Aslında şunu belirtmek gerek, Bernard onu tanıdığı iki yıldan beri, onunla mutluydu, Laura onun için bir kaçıştı, babası, Bertrand Bertrand'ın çocukluğundan bu yana kendisi için hazırladığı hayattan uzakta bir sığınaktı. Nihayet özgürce, keyfince yaşayabilir, ailesinden hiç kimsenin meraklı kafasını sokamayacağı gizli bir köşeye, hayatın başka alışkanlıklara göre devam ettiği bir köşeye sahip olabilirdi: Laura'nın bohem havalarına, arada bir çaldığı piyanosuna, onu götürdüğü konserlere, huysuzluklarına ve acayipliklerine bayılıyor, onunla birlikteyken, kendini babasının görüştüğü zengin ve can sıkıcı insanlardan uzakta hissediyordu. Ama mutlulukları koşulluydu: Bekâr kalacaklardı. Evlenirlerse, her şey bir anda değişirdi: Birleşmeleriyle kapıları bir anda Bernard'ın ailesine açılmış olacaktı; aşkları sadece çekiciliğini değil, anlamını da kaybedecekti. Laura ise o zamana kadar Bernard üzerinde kullandığı bütün gücünden mahrum kalacaktı.
”
”
Milan Kundera (Immortality)
“
Her birimiz kuralları, erotik tabuları kırmayı ve sarhoşluk içinde yasak olanın hükümdarlığına girmeyi arzularız. Ama o kadar cesaretsizizdir ki... Bizden daha yaşlı bir sevgili, daha genç bir aşık edinmek, işte yasakları çiğnemenin en kolay ve herkese açık bir yolu olarak tavsiye edilebilecek bir şey. Laura'nın ilk kez kendinden daha genç bir aşığı oluyordu. Bernard'ın ilk kez kendinden daha büyük bir sevgilisi oluyordu ve ikisi de bu ilk deneyimi kışkırtıcı bir günah gibi yaşıyorlardı.
Laura, Paul'e Bernard'ın kendisini on yaş gençleştirdiğini söylerken doğruyu söylüyordu: O ara bir enerji dalgası sarmıştı her yanını. Ama bu onun kendisini Bernard'dan daha genç hissettiği anlamına gelmiyordu. Tersine, o zamana kadar hiç tadamadığı bir keyifle kendinden genç bir aşığa, zayıf olduğuna vehmeden ve deneyimli sevgilisinin onu daha önceki aşıklarıyla kıyaslayacağını düşünerek çekingenliğe kapılan bir aşığa sahip olma düşüncesinin tadını çıkartıyordu. Erotizmde de işler danstaki gibi yürür: Her zaman eşlerden biri diğerini idare etmeyi üstlenir. Laura ilk kez bir erkeği idare ediyordu ve Bernard için idare edilmek ne kadar esriticiyse, onun için de idare etmek o kadar esriticiydi.
”
”
Milan Kundera (Immortality)
“
Toplumsal grupların devasa miktarlarda enerji açığa çıkardığı, yoğun bir yaratıcı dışavurumun yaşandığı bu anlarda toplumlar, tahakküm ve itaat yoluyla zamana ve mekana dayatılan gündelik uyuşukluk peçesi, altında gizlenmiş yeraltı moleküler işbirliğini aydınlatma becerisine sahip bir yıldırım gibi davranırlar.
”
”
Raul Zibechi (İktidarı Dağıtmak: Devlet Karşıtı Kuvvetler Olarak Toplumsal Hareketler)
“
Melih Cevdet Bey Zaman yoktur buyurmuş
Belki haklı, ama bakıyorum da şimdi
Karaada'yla benim aramda resmen
Zamana benzeyen bir mekân var
Derya diye bir camgöbeği
Fiy tarihlerine gebe gibi
”
”
Can Yücel (Gökyokuş)
“
Ama, ister istemez, bir gün gelir, bu kez de bizim zamanı taşımamız gerekir.
Geleceğe dayanarak yaşarız; “yarın”, “ilerde”, “iyi bir işim olunca”,
“yaşlandıkça anlarsın”. Bu tutarsızlıklara hayran kalmamak elde değil; çünkü ne
de olsa ölmek var işin içinde. Yine bir gün gelir, insan otuz yaşında olduğunu
görür ya da söyler. Gençliğini belirtir böylece. Ama aynı anda, zamana göre
yerini de belirtir. Zaman içinde yerini alır. Geçmesi gerektiğini söylediği bir
eğrinin belirli bir anındadır. Zamanın malıdır, içinin ürpertiyle dolması üzerine,
en kötü düşmanı olarak görür onu. Yarını istiyordu hep, bütün benliğinin bundan
kaçınması gerekirken yarının gelmesini diliyordu. Etin bu başkaldırışı, uyumsuz
budur işte
”
”
Albert Camus (The Myth of Sisyphus and Other Essays)
“
Zamanın eli kolu yok. Zamanın saçları, teni yok. Zamanı elle tutamazsınız, zamanı elle yakalayamazsınız. Zamana 'bir dakika dur da beni dinle' diyemezsiniz. Çünkü bir dakika da bir zamandır. Zamanı durdurmak isterken bile zaman söylersiniz. Bir dakikalığına zamanı durdurmak istiyorum demek imkânsızlığınızı cümlenizde kullanmışsınız demektir. Çünkü zaman durmaz, zaman çalışır, ilerler, devam eder, gider ama asla durmaz. Zaman başlangıçtır. Şimdi bir salise başladı, şimdi bir saniye başladı, şimdi bir dakika başladı, şimdi bir saat başlayacak... Zamanda bitiş yoktur, başlangıç vardır. Dakikanın başlangıcına herkes bakar da bitişi kimsenin umurunda olmaz. Çünkü önemli olan başlangıç ve gidiştir. Bu kadar.
”
”
Beyza Alkoç (Sınır)
“
Büyük dalgaları küçümseyebilirsin! Ama ne zamana kadar? Büyük bir dalgadan büyük bir tokat yiyinceye kadar!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Aaj fir se khamoshi chayi hai,
Naa jaane kaisi udaashi aai hai!
Khush hai zamana, khush hai apne,
Naa jaane fir kyu ye dukh ki ghadi aai hai!
Ruthe hai apne, adhure hai sapne,
Aur waha dekho, jashan-e-bahaar chayi hai!!
”
”
Swastika Shikhar
“
...yeryüzünde zamana dayanabilen hiçbir bağ yok... Her şey geliyor ve geçiyor. Hiçbir şey ilk günkü gibi kalmıyor. Acı da mutluluk da... Sevdiklerimiz de sevmediklerimiz de...
”
”
Özgür Bacaksız (Yaşamak sakinlik i̇ster)
“
O zamana deki her kitabın nesnelerden söz ettiğini sanırdım; kitapların dışında kalan insancıl ya da kutsal nesnelerden. Şimdi, kitapların oldukça sık başka kitaplardan söz ettiklerini ya da sanki kendi aralarında konuştuklarını fark ediyordum. Bu düşüncenin ışığında, kitaplık bana daha da tedirgin edici bir yer gibi göründü. Uzun, yüzyıllar süren bir mırıltı, bir parşömenle bir başka parşömen arasında görünmez bir söyleşiydi demek ki kitaplık; canlı bir nesne, bir insan zihninin yönetemeyeceği güçlerin barınağı, birçok zihinden çıkmış, onları üreten ya da iletenlerin ölümünden sonra da varlığını sürdüren bir gizler hazinesi.
”
”
Umberto Eco (The Name of the Rose)
“
Belki yaşam, sadece kötülük yol alsın diye vardır. Senin sandığın gibi iyiliği yüceltmek için değildir bunca şey. Kötülüğünde kıymetli bir şey olabileceğini hiç düşündün mü?Ve bir gün bir yere varabileceğini?
Sana hep kötü şeyler anlatıyorum değil mi? Bir de anlatmadıklarımı bilsen. Benim anlatmadıklarımı gazeteler yazıyor. Ben gazetelerde birer isim olarak geçen o insanların, hangi hayatları terk edip öldüklerini anlatıyorum sana. Benim anlattıklarım, o gazetelerde isimleri geçen insanların dostları, yakınları, komşuları... Dün bir adam kendini otelin penceresinden attı. Herkes onun geride bıraktığı mektubu okuyup, bir şeyleri deşifre etmeye çalışıyor. Nafile... Bulmak kaybetmektir. Şifreyi çözerek hiçbir yere varamayacaklar. Bilgi çözüldükçe artmayacak aksine azalacak.
Hafızayı zamana emanet etmenin sonucu unutmaktır. Zaman unutturur. Unutturur ki, hayat devam etsin. İnsan unutmasaydı, yaşayamazdı. Hayat, tekrarlanmasaydı, olmazdı. Çünkü yaşananlardan başka bir şey yok. Yaşananlar yeniden yeniden yeniden yaşanmalı ki varoluş da tekrarlansın.
”
”
Mine Söğüt (Şahbaz'ın Harikulâde Yılı 1979)
“
Daha yakın zamana kadar savandaki orta halli yaratıklar olduğumuz için hala korku ve endişelerle doluyuz, bu da bizi fazlasıyla zalim ve tehlikeli kılıyor. Ölümcül savaşlardan çevre felaketlerine pek çok tarihsel kötülük, bu çok hızlı gerçekleşen sıçramadan kaynaklanıyor.
”
”
Yuval Noah Harari
“
Örseler acıyla düştüğü yeri
Susarak büyüyen adamların sevgisi.
Ağzında pas tadıyla bir inceliği söylemek
Bir gülünç içtenliktir, gecikmiş ve ezik
Sen bende yanlış bir ömrün tortusunu öpüyorsun.
İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk
Onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını.
Sen bende neleri öpüyorsun biliyor musun
Herkesin simsiyah kesildiği bir akşam
Yıldızlarla yedirenk gökyüzünü öpüyorsun.
Sen bende, gözlerinin anne ışığıyla
Bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorsun.
”
”
Şükrü Erbaş
“
...yeryüzünde zamana dayanabilen hiçbir bağ yok... Her şey geliyor ve geçiyor. Hiçbir şey ilk günkü gibi kalmıyor. Acı da mutluluk da... Sevdiklerimiz de sevmediklerimiz de...
”
”
Özgür Bacaksiz (Yaşamak sakinlik i̇ster)
“
Yanlış bir zamanda yanlış bir yerde olabilirsin; hemen doğru yer ve doğru zamana geçmeye çalışabilirsin ya da farklı ve cesurca bir şey yaparak yanlış yer ve yanlış zamanın sana verebileceği sürprizleri yaşayabilirsin!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Atatürk, halifeliği kaldırarak kendini "Allah'ın yeryüzündeki gölgesi" olarak gören sultanların/padişahların mutlak otoritesine dinsel meşruiyet kazandıran; "sultanları tanrılaştıran" yüzlerce yıllık bir şeytani düzene son vermiştir. Böylece Muaviye'nin İslam'ın özüne/Kur'an'a aykırı olarak yarattığı sultan/halife ŞİRK DÜZENİ'ni yıkmıştır. Prof. Öztürk'ün deyişiyle, "Anlaşılan o ki Cumhuriyet devrimi, halifeliği kaldırmakla, Kur'an'ın yolu üstünden büyük bir şirk kalıntısını temizlemiştir." Dolayısıyla halifeliğin kaldırılması İslam'a aykırı değil, tam tersine İslam'ın ruhuna uygundur.
Nitekim 3 Mart 1924'te halifelik kaldırılırken de bu işin gerçek dine aykırı değil, dine uygun olduğunun ısrarla altı çizilmiştir. İzmir milletvekili ve Adalet Bakanı Seyit Bey'in halifeliğin kaldırılması dolayısıyla Meclis'te yaptığı konuşma bu bakımdan çok dikkat çekicidir: Seyit Bey'in, halifeliğin kaldırılmasının "İslam tarihinde yapılmış çok büyük bir devrim" olduğunu belirterek sürdürdüğü konuşmasının bazı bölümlerini birlikte okuyalım:
"Halifelik sorunu bir din sorunu olmaktan çok, bir dünya sorunudur. İnançla ilgili sorunlardan değildir, millete ait genel hukukla ilgili işlerdendir."
"Halifelik demek hükümet demektir. Kur'an memleket işleri için iki düstur gösterir. Birinci düstur meşverettir (danışma). Memleket işleri, halkın kendi aralarındaki danışmaları yolu ile yapılacaktır ki, bugün uygarlık dünyasında uygulanan usul de budur. İkinci düstur: Emir verme durumunda bulunanlara uymadır ki, bu da hükümetsizliği, anarşiyi ortadan kaldırmak içindir."
"Gerçi Kur'an'da halife deyimi vardır ama bir din esası olarak değil, eski peygamberler için adalet dağıtımı anlamında kullanılmıştır. (...) Halifelik, dinin temel sorunlarından değildir, milletin kendi işidir, politik bir sorundur. Zamana, alışkanlıklara göre değişir. Bu nedenle peygamber ölürken yerine bir halife bırakmamıştır.
”
”
Sinan Meydan (Panzehir - Gerçeğe Çağrı)
“
Khud se jitne ki zid h khud ko hi hrana h m bheed nhi hu duniya ki mere andr zamana h
”
”
Abhimanyu Kumawat
“
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlayamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz
”
”
Murathan Mungan (Timsah Sokak Şiirleri)
“
Zamanda geriye yolculuk yapmak istiyorsun, daha güzel bir zamana dönmek istiyorsun, ama öyle bir zaman yok ki! Savaşın, ölümün, hastalığın, kötülüğün olmadığı bir zaman dilimi mi vardı?
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Görüşü geleneğe göre biçimlenmiş belki de on altısından beri çırak ya da öğrenci olarak çalışmış bir ressamın kendi görüşünü olduğu gibi kabul edebilmesi, bu görüşü o zamana dek kullandığı uygulamalardan kurtarabilmesi gerekiyordu. Kendisini ressam yapan ölçüleri tek başına ele alıp değerlendirebilmesi gerekiyordu. Ressamlara yakıştırılan görme biçiminden kurtulmuş bir ressam olarak görebilmesi gerekiyordu kendisini. Bu da o ressamın kendisini, başka hiç kimsenin göremediği bir şey yaparken görmesi demekti.
”
”
John Berger (Ways of Seeing)
“
Gelecekten korkuyor musun? Bu komik çünkü gelecek henüz var olmuş değil! Gelecek bir gölge bile değildir, çünkü gölge vardır! Korkunu bırak ve şimdiki zamana odaklan!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Hem de zamana, kisilere ve olaylara göre her an degisen maskelerin kullanildigi bir balo...
”
”
Talip KapLan
“
The radif is a rhyming alphabet, word or a phrase appears at the end of the first line of a ghazal and at the end of the every second line of each sher in the same ghazal. In other words, the radif demands a portion of the first line comprising not more than 2 to 3 words. For example, Yad hai is a radif in the following sher Chupke chupke rat din ansu bahana YAD HAI Hamko apni ashiqi ka wo zamana YAD HAI Hai is a radif in the following sher Hangama hai kyun barpa thodi si jo pi li HAI Daka to nahin dala chori to nahin ki HAI
”
”
R.K. Das (Essays on Poetry and Music of Indian Ghazals)
“
Hz. Dâvud (a.s.)a İhsan Buyurulan Vasıflardan Bazıları Şunlardır:
-Tevrat'tan sonra nazil olan ikinci kitap Zebur'u tebliğe memur edilmiştir.
-Kendisine peygamber evlat ihsan edilmişti.
-İbadette dağlar ve kuşlar ona râm idiler.
-İlahi vahyle zırh yapma sanatını ve demiri yumuşatmayı öğrenmiştir.
-Mizmar (Zebur'daki ilahileri okurken kullandığı musiki aleti) çalardı.
-Mescid-i Aksa (en uzak mescid)'nın inşasını başlatandı.
-Çocukken çobanlık etti, sonra demircilikle geçindi, hükümdarlığı karşılığı maaş almadı.
-O zamana kadar yaratılanların sesi en güzel olanıydı.
-Bir gün yer, bir gün oruç tutardı.
-Gecenin üçte ikisini ibadete ayırırdı.
”
”
Ahmet Cemil Akıncı (Kâbe'ye Doğru Büyük Kısas-ı Enbiya/ Peygamberler Tarihi 19, Hz. Dâvud)
“
Ermeni vahşiliğine ve Karabağ’ın Azerbaycan’dan koparılmasına karşı yine bir gösteri yapıldı artık halk ayakta idi ve iş sadece onun teşkilatlandırılmasından ibaretti. Bu zamana kadar gizli mücadele veren Ebülfez Elçibey, bu gösteriyle birlikte açıktan açığa mücadele vermeye başladı.
”
”
Uğur Güler (Elçibey)
“
Sabahların güzelliğinde geceyi unuturuz; gecenin güzelliğinde sabahları unuturuz! Güzellikle karşılaştığında şimdiki zamana demir atarsın ve bütün öteki zamanlar zihninden silinip giderler!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Beyim, demişti, bu işe ben de şaşıyorum. İçime acayip şüpheler girmeğe başladı. Acaba öldüm de cennette miyim diye düşünüyorum. O zamana kadar hademe denen mahlûkun kendi hayatının şartlarına göre ayrı bir cennet tasavvuru olabileceğini hiç düşünmemiştim. Fakat saadet telâkkimiz niçin hayat şartlarımıza göre olmasın?
”
”
Anonymous
“
sen şunu bil ki Sokrates, öleceğini aklına getiren insanın içine, önceleri hiç aklından geçmeyen şeylerin korkusu, kaygısı girer. Çünkü o zamana kadar 'Bu dünyada kötülük edenler Hades'te cezalarını çekecekler' gibi, Hades'te olup bitenler hakkında söylenen sözlere gülerlerken, zaman gelir, ya bu sözler doğruysa diye onları bir korku alır, ruhlarında azap duyarlar. İnsanlar ya yaşlılığın verdiği dermansızlık yüzünden, yahut kendilerini öteki dünyaya daha yakın gördüklerinden, orada olup bitenler üzerinde daha fazla kafa yorarlar. Böylece içleri kuşku ve korkuyla dolar, artık birine haksızlık edip etmediklerini hesaplar, araştırırlar. Hayatlarını gözden geçirip birçok haksızlık ettiklerini gören kimseler çocuklar gibi sık sık uykudan uyanır, ürker, kötü bir bekleyiş içinde yaşarlar.
”
”
Anonymous
“
Her insan, ne kadar müspet yaratılışta olursa olsun ölümünden sonra tekrar dirilmeyi düşünür, özler. Bu hayat dediğimiz mihnetler silsilesinin çok ileri zamana, müpheme atılmış bir mükafatı gibidir. En müsait ve daima kazanacak kağıtlarla oynan bir oyun gibi, yeniden, adeta baştan aşağı beğenmemek, inkar etmek, değiştiğinden dolayı sevinmek için kalmışa benzeyen küçük bir mazi şuurundan başka her şeyi, her tarafı deşmek, güzelleşmek şartıyla tekrar yaşamaya başlamak elbette insanlığın vazgeçemeyeceği bir hülyadır.
”
”
Ahmet Hamdi Tanpınar (Saatleri Ayarlama Enstitüsü)
“
...Düşünmek,risk almak ve cesaret etmek demektir.
Düşünmeye cesaret edemeyen,kendi iradelerinden vazgeçer.Düşünmeye cesaret edemeyenler medya sistemleri ve araçları yoluyla oluşturulan moda kimliklere,moda kültürlere bağlanırlar.Bir toplumda yeni kuşaklar,kendi kültür ve medeniyet değerleriyle ilişkilerini kestiklerinde o toplumun tarihinde yeni bir yabancılaşma dönemi başlamış demektir.Genç kuşakların kimliklerinin ve varoluş tarzlarının dönüştürüldüğü toplumlarda,hayatın her alanında Müslümanların,şimdiki zamana uyanarak yeni başlangıçlar yapmaları gerekir...
”
”
Atasoy Müftüoğlu (Ağır Hasarlı Algılar)
“
Yaşlılıkta geçmiş sık sık şimdiki zamana uğrar; anılar gerçek yaşamla yer değiştirir!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Bir zamanlar sevdiğin ya da sevildiğin bir zaman dilimine mi saplanıp kaldın? Bu zamana geri dön çünkü bu zaman kaderinle ilgili gerçek bir şey yapabileceğin tek zamandır!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Büyük bir fikir hâlihazırda bir aksiyondur! O kadar güçlüdür ki aksiyona dönüşmek için zamana ihtiyacı yoktur! Doğduğu gün aksiyon olur!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
İşçi ile patron ya da toprak ağası ile maraba aynı camiye gidiyorsa; ya da genel müdür ile onun emrindeki çaycı aynı tarikat ayininde “hu!” çekiyorsa; ya da Kürt inşaat işçisi ile zengin Kürt ağası aynı Kutlu Doğum Haftası’nda dua ediyor ya da “özerk” topluluk hiyerarşisi içinde diziliyorsa, sınıf mücadelesi belirsiz bir zamana ertelenmiş demektir. Sınıfa ulaşmak için sosyalistlere alan bırakmayan bu parçalanmanın üstesinden gelmek, ancak eşit yurttaşlık hukukunu ve ulus-devleti savunarak mümkündür. Bu parçalanmayı “demokrasi” sanmak ve sosyalizmle ilişkilendirmek ise, emperyalizmin aşıladığı bir cehalet ve ahmaklıktan başka bir şey değildir.
”
”
Anonymous
“
Hiçbir şey ölmez, hiçbir şey ölemez. Ağzından çıkan en değersiz söz bile Zamana atılmış bir tohumdur ve Sonsuzluk boyunca büyür.
”
”
Anonymous
“
bazı insanlar yeni endüstriyel zaman sistemine direniyordu. Burada yine cinsel farklılıklar ortaya çıkıyordu. İkinci Dalga iş gücüne katılanlar —büyük ölçüde erkekler— endüstriyel zamana en çok bağlı kalanlar oldu. İkinci Dalga toplumlarında kocalar sürekli olarak eşlerinin kendilerini bekletmesinden, zamana saygı duymamasından, giyinmelerinin ve süslenmelerinin çok uzun sürmesinden, randevulara sürekli geç kaldıklarından yakınmaya başladılar. Büyük ölçüde bağımsız ev işleriyle uğraşan kadınlar ise, daha az mekanik ritimlerle giyinmeye alışmışlardı. Şehir halkının, köylüleri yavaş ve zaman açısından güvenilmez bulmasının öncelikli nedeni de buydu. "Asla zamanında gelmezler! Bir randevuya sadık kalıp kalmayacaklarını asla bilemezsin!" Bu tür şikayetler, işlerin üst düzeyde karşılıklı bağımlılıkla sürdüğü İkinci Dalga dünyasıyla, işlerin tarlada veya evlerde görece bağımsız olarak yapıldığı Birinci Dalga dünyası arasındaki farklardan kaynaklanır.
”
”
Anonymous
“
Toplumun seni kumsaldaki bir kum tanesine dönüştürmesine asla izin verme! Farklı ol, birey ol! Başkalarına benzemeyi reddet! Sürünü terk et, ancak ondan sonra gerçek bir ismin olacak ve o zamana kadar senin ismin kum tanesi olarak kalacak!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Bu yüzden geçmiş dört yıla bakan Shevek, onları yitirilmiş olarak değil, Takver'le yaşamlarında kurdukları yapının bir parçası olarak gördü. Zamana karşı çalışmaktansa zamanla birlikte çalışmanın iyi yanı, diye düşündü, zamanın boşa harcanmamasıdır. Acı bile işe yarıyor.
”
”
Ursula K. Le Guin (The Dispossessed: An Ambiguous Utopia)
“
Kendi gerçek yüzünü yalnızca kendini aldatmaktan vazgeçtiğin zaman görürsün! O zamana dek her zaman kendin olmayan birini göreceksin!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Arkasından yapılan çalışmalarda üç aylık bir bebeğin, insan resimlerini insana benzemeyen siluetlerden ayırt edebildiği ispatlanmış. Hiç beklemedikleri bir sonuçmuş bu ve onları çok şaşırtmış. En sonunda şu sözlerle bitirmişler araştırmalarını: “Bu zamana kadar, kelimelerle iç lisan telakkisinin varlığını biliyorduk. Şimdi ise bebeklerin sözsüz düşünce formları yoluyla her şeyi idrak ettiğini tespit etmiş olduk.
”
”
Anonymous
“
Babamı kaybetmenin ne demek olduğunu, uzunca bir süre sonra, ta ki artık beni başının üstüne alıp evin içinde koşarak turlayacak biri olmadığını, korkmayayım diye yanımda uyumamı beklerken gecenin bir vaktine rağmen gözlerimin cin gibi açık olmasından bıkkınlık gelip beni ağlayana ve uyuyacağıma yemin ettirene kadar gıdıklayan biri olmadığını... Artık annemin kesintisiz olarak asık suratlı bir kadın olacağını, ya da ben henüz sekiz yaşımda olmama rağmen, gece oyuncak ayıma sarılmış uyumaya çalışırken, yatağıma benden başka birinin daha süzülmeye çalıştığını fark edip, ona döndüğümde annem olduğunu anladığımda ve “Neden buradasın anne?” diye sorduğumda, hiç utanmadan “Korkuyorum, birlikte yatalım” diyeceği zamana kadar. Gecenin o en derin sessizliği sıralarında, kalbimi yerinden çıkaran ayak seslerinin kapının kilitli olup olmadığını yatağından kalkıp en az yirmi kez kontrol etmek zorunda olan annemin olacağını fark edene ve ben bütün bunların, evimize yabancı bir adam geleceği güne, ta ki iki sene sonrasına dek devam etmek zorunda olduğunu fark edene kadar... Anlayamamıştım. Henüz bilmiyordum ne demek olduğunu.
”
”
Mithat Terje (Oda)
“
Medium’da ziyaretçi sayısı yerine okuyarak harcanan zamana daha çok önem veriyoruz çünkü sınırsız miktarda içerik bulunan — milyon tane dikkat çeken pırıltılı nesnelerin bir dokunuş uzaklığında olduğu ve bildirimlerin sürekli gelmeye devam ettiği — bir dünyada, birileri gerçekten zaman harcıyorsa anlamlı bir şeyler gerçekleşiyordur. Sonuçta, bir para biriminin değerli olabilmesi için sınırlı miktarda bulunması gerekir. İnsanların medyaya veya genel olarak İnternet’e göstermeye istekli oldukları dikkat miktarları — büyük ölçüde, her yerde yanlarında bir ekran ve bağlantıya sahip olduklarından — birden artmış olsa da, nihayetinde sınırlı.
”
”
Anonymous
“
Avrupalıların geçen yüzyıldaki millet tariflerini başlıca iki grupta toplayabiliriz:
Kültür Birliğine Dayanan Tarifler
'Millet'in kültür birliği ile tarif edilmesi Fransızların buluşudur ve Fransız tesir sahasına girenler tarafından da benimsenmiştir. 'Millet' konusunda bir şeyler söylemek isteyen çok insan 'kültür' birliğinde reddedilmesi imkansız bir ortak unsura ulaştığını sanmıştır. 'Kültür birliği' esasına göre yapılmış, Fransız örneği millet tariflerinden bazıları şunlardır:
Ernest Renan:
'Millet bir ruhtur, bir manevi cevherdir. Bu manevi cevheri meydana getiren iki şey vardır ki; bunlar gerçekte bir bütündür. Bunlardan biri geçmiştedir, öteki şimdiki zamanla ilgilidir. Biri zengin hâtıralar mirasına ortaklaşa sahip olmaktır; öteki bugünkü duruma razı olmak, beraber yaşamak arzusu taşımak, atadan kalmış olan mirası verimli kılmak iradesidir. İnsan bir anda meydana gelmez, millet de fert gibi fedakârlıklardan, çabalardan, benliğin bir gayeye bağlanmasından, adanmasından meydana gelen uzun bir geçmişin sonucudur.'
Ernest Lavisse:
'Biz Fransızlara göre millet, insanların isteği ile tasdik edilmiş tarihî bir eserdir. Milleti meydana getiren unsurları itibarıyla pek çeşitli olabilir; fakat başlangıç noktasının ehemmiyeti yoktur, esas olan varılacak noktadır. Bazıları milleti; tabiî bir durum olan ırk ile karıştırırlar.'
Fustel De Coulanges:
'Aralarında fikir, his, ümit, hâtıra ve menfaat birliği bulunan insanlar, kalben bir millet teşkil ettiklerini hissederler. Milletle ırk, aynı şey olsaydı; Belçika'nın Fransa'dan, Portekiz'in İspanya'dan, Hollanda'nın Prusya'dan ayrı olmaması gerekirdi.'
Irk, Dil Birliğine Dayanan Tarifler
Fransızların 'Kültür birliği'ni millet tarifine esas almalarına karşılık, Almanlar 'Irk, Dil birliği'ni öne sürmüşlerdir.
Alman tarihçileri ile dilcileri, uzun süren müthiş bir çalışma sonunda, Cermen kavimlerinin geçmişini didik didik ettiler. Mukaddes Roma-Cermen İmparatorluğunu öğrenmek, öğretmek ve yeniden kurmak Alman milletinin mefkfûresi haline geldi. Dilcilerin çalışmaları ve buluşları milleti ırkla birleştirdi. Irk birliğinin temel belirtisini de dil birliğinde gördüler. 'Eski Alman Tarihini Tetkik Cemiyeti' üyelerinden Pahlman şöyle diyordu: 'Alman tarihi yalnız eski zamanların incelenmesi ile kalmaz, şimdiki zamana 'Rein'imizden daha şiddetli bir akış ile gelip karışmalıdır.'
Hülasa, mefkfûreci Alman âlimlerinin hemen hepsi, Niebuhr, Grim Kardeşler, Schlegel, Bopp, Offrit Müler, Gervinus, Mommsen, Strauss, 'Millet' (yani Almanları) müşterek dilde beliren ırk birliği esasına göre tarif ettiler.
Hangisi Doğru?
Fransızların tarifi mi, yoksa Almanların tarifi mi doğru?
Böyle bir sorunun münakaşasına girmeden, tariflerin kaynağına inelim. Her iki tarif neye göre yapılmıştır? Fransızlar kültür birliğini, Almanlar ırk - dil birliğini ileri sürerken ölçüleri neydi? İlim mi? Eğer ölçü ilimse, sonuçlar niçin farklı? İşte bütün bu soruların tek cevabı, zamanlar boyunca millet anlayışlarının kaderine hakim olan anahtarı verecektir.
Ayrı tariflerin sebebi (yukarıdaki tarifleri kastediyoruz) cephede çarpışan Fransız ve Alman askerlerinin ötesinde, Fransız ve Alman milliyetçiliklerinin çatışmasıdır.
Gerçekten, milletle milliyetçilik arasındaki münasebet iki yönde gelişir. Ya, maalesef bizde olduğu gibi, millet tarifindeki farklar yüzünden çatışan milliyetçiliklerin çatışmasından değişik millet tarifleri ortaya çıkar; yahut milliyetçiliklerin çatışmasından değişik millet tarifleri ortaya çıkar. Yalnız lütfen bir daha hatırlanmalı ki, çatışma Fransız yahut Alman milliyetçilerinin kendi aralarında değil, Fransızlarla Almanlar arasındadır.
Bu yüzden tarafları kınamak, milletlerin menfaati gereği ilme ihanet ettiklerini söylemek boş lâftır. İki taraf da, kendi milletlerinin şartlarına göre, ilmin icaplarına uymuşlardır.
”
”
Galip Erdem (Türk Kimdir? Türklük Nedir?)
“
Hızla akan zamana göre değişmesini beceremezsen hiçbir çözüm üretemezsin. Ama biz Türkler değişimi sevmeyiz. Treni kaçırana kadar bekleriz değişmek için.
”
”
Ayşe Kulin (Köprü)
“
Atsız'ın İsmet İnönü'ye karşı tavrı çok açıktır. Hiçbir hareketini tasvip etmemiştir. "Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferleri"nde son olarak İnönü'nün "Türkçülüğünü" sorgulamıştır: "İsmet İnönü'nün büyük suçu, Türkçülüğü düşman bilerek bu romantizmi yıkmağa çalışması olmuştur. Halbuki Türkçülük, o zamana kadar İsmet Paşaya düşman değildi. Hattâ aile babasıdır diye onu biraz tutuyordu bile. Fakat o, bunu anlayamadı. Tarihin asla bağışlamayacağı bir suç işleyerek Türkçülüğü yıkmağa çalıştı. Türkçüler takım takım hapislere girdiler ama Türkçülük yıkılmadı. Yıkılan kendisi oldu.
”
”
Nergishan Tekin (Nihal Atsiz)
“
Efendim, öyle zannediyorum ki Atatürk'ün iktisadî ve sosyal görüşlerini ve uygulamasını sizin kadar yakından bilen ve değerlendirmek durumunda olan başka kimse yok. Uzunca bir süre Atatürk döneminde İktisat bakanlığı yaptınız ve yanılmıyorsam o dönemin İktisat bakanlığında en uzun kalan devlet adamı sizdiniz. Sonra da Başbakanlık'ta yine iktisadî ve malî konulardaki çalışmalarınız ağırlık kazandı. Atatürk döneminde iktisadî politikada en büyük rolü oynamış bir devlet adamı durumundasınız zannediyorum. O bakımından bu konudaki açıklamalarınızın büyük değeri olacak herhalde. Çünkü çok tartışılan bir konu oluyor, Atatürk'ün iktisadî görüşleri... Eğer izin verirseniz sorumu sormadan önce Atatürk dönemi ile ilgili iktisadî araştırmalarda tespit ettiğim bir hususu size nakletmek istiyorum ve bunun bir doğru teşhisle ilgili bulunup bulunmadığını sormak istiyorum. Bu araştırmaların edindiğim izlenime göre, 1920'lerin başında, güdülen iktisadî politika liberal bir anlayış taşıyor, 1929'lara kadar sürüyor bu. 1929'lardan itibaren oldukça kuvvetli bir devletçi politika benimseniyor: 1932'de, devletçilik yumuşatılıyor. Fakat 1935-36 yıllarında daha da kuvvetli bir şekilde uygulanıyor. 1937'de sizin Başbakanlığa geldiğiniz zaman yine değiştiriliyor ve yine siz daha liberal bir politikayı hâkim kılıyorsunuz. Bu teşhis doğru mu efendim?
Tarih bakımından doğrudur. Fakat bu konuyu akla geldiği kadarıyla söylemek istemem. Size tarihleriyle, vesikalarıyla ifade etmek isterim. Çünkü bu mes'ele etrafında çok yanlış fikirler uyanmıştır. Yanlış yazılar yazılmıştır. Gerçek benim gördüğüm gibi tamamen ifade edilmiş değildir. Ve hepsine de tatmin edecek cevap vermek için size ayrı bir konuşmayı yapmayı vâdederim. Bugün müsaadenizle yalnız onun hatırasını ve politika dışında şahsî ihtiyatlarını, hastalığını ve o zamana ait anıları eğer arzu ederseniz size anlatabilirim...
”
”
Abdi İpekçi (İnönü Atatürk'ü Anlatıyor)
“
Dönemeç
Moskova’ya son gidişim 1932’dedir. Milletlerarası yazarlar kongresine katılmıştık.
Bu seyahatte, Komünist Partisinin ve hükûmetinin haberi var yok bilmiyorum, çünkü o zamanki Millî Savunma Bakanı Voroşilof ne yaptığını bilmez bir serseri olduğunu beni davet ederek söylemişti. Lehli aslından olduğunu iddia eden biri bana lüzumundan fazla sokuldu idi. Hâkimiyet-i Milliye Başyazarı ve Atatürk’ün yakınlarından olduğumu bildiği için bu sokuluşu manalı idi. Henüz pek açılmamakla beraber dilinin altında bir şeyler dönüp durmakta olduğunu seziyordum. O zamanki büyükelçimiz Hüseyin Ragıp’a bahsettim:
- Aman, dedi, bu sırada hâlleri bir tuhaf... Biraz daha deşmeğe bak, belki faydalı şeyler öğreniriz.
Beni komünist davasına çekmek, yahut herhangi bir işbirliği teklifinde bulunmak gibi hemen kat’î tavır takınılmak gereken bir konuşma olmadığı için temaslarına güçlük göstermedim. Nihayet bir gün:
- Büyük haber, dedi. İstalin’in pek yakınlarından iki arkadaş sizinle görüşecekler. İki memleket arası münasebetler için bu fırsatınimet bilmelisiniz.
Sovyetler Birliği-Türkiye münasebetlerinde tam dönüm noktası tarihine rastladığı için teferrüatı ile aklımda tutmuşumdur. Otele benzer bir büyük binanın bir yatak dairesi salonuna benzer hususî bir odasında idik. Öğle yemeği vakti idi. Biri kısa sakallı, biri tıraşlı iki Rusça konuşan, sonra göğsünde büyük ihtilâl nişanlarından birinin rozeti bulunan ve Türkçe konuşan üçüncü adam... Hepsi birbirinden dikkatli ve beyaz ceketli dört garson da hizmet ediyordu. Bir garson bile çok olduğuna göre bunların kontrol polisleri olduğunu tahmin etmiştim. Sözü şöyle açtılar:
- Sizin partinizde sollar ve sağlar vardır. Biz bir gün sağların hâkim olmıyacağını bilemeyiz. Bunlara güvenemeyiz de!
- Bizim partide yalnız Mustafa Kemal vardır ve onunla beraber olanlar... yollu söze başlayarak. Mustafa Kemal’in Rusya ile Türkiye emniyetlerini bir tuttuğunu, hatta bir gün İsmet Paşa ile beraberken:
- Politikamız bir daha bu iki milleti karşı karşıya getirmemektedir! dediğini, pek samimî anlatmağa koyuldum. Anlattıklarımın hepsi doğru idi. Sovyetler Birliği bizden yüz çevirmedikçe, bizim Sovyetler Birliği’ni şüpheye düşürecek herhangi bir harekette bulunmamız veya harekete katılmamız ihtimali olmadığını bilirdim. Maksadım, eğer bunlar İstalin’in adamları ise onun kulağına en doğru haberlerin gitmesi idi. Şurası da var ki o zamana kadar Moskova’dan henüz dostluktan başka bir şey de görmemiştik.
Sözcü:
- Hayır, dedi meselâ Müşir Fevzi Paşa’ya Bakü’yü vaadetseler, ve bu taviz üzerinden aleyhimize bir ittifak arasalar Fevzi Paşa bunu reddetmez.
Bizde böyle bir ayrılışma olamıyacağına dair uzun boylu ve boşuna dil döktüm. Nihayet tarihi söz ağzından çıktı:
- Türkiye bir emperyalist harbinde bizim için ya sed ya sıçrama yeri vazifesi görür. Onu mu görür, bunu mu görür, sözler, şahıslar ve antlaşmalar bizi inandırmaz. Ancak rejim beraberliği ile emin olabiliriz.
Bu söze dikkat edin. O zamanlar peyk kuruluşları yoktu.
Derin bir iç kırıklığı ile İstanbul’a döndüm. Dil Kurultayı günlerinde idi. Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ü gördüm. Baştan başa hikâyeyi anlattım. Pek dikkatle dinledi. Sonra:
- İsmet Paşa rahatsız yatıyor, git kendisine de anlat, dedi.
İsmet Paşa aynı büyük dikkatle dinledikten sonra:
- Karahan bize elçi geliyor. Seni elçiliğe davet ettikleri zaman bütün bunlar olmamış gibi davranacaksın. Yazılarında eski dostluk edebiyatını değiştirmiyeceksin, dedi.
Doğrusu bizimkiler Sovyetler Birliği ile Türkiye’nin arası bozulmamak için, en çetin güçlüklere katlanmışlar, Moskova’nın kafasından Türkiye’yi peykleştirmeyi geçirmeksizin dost olarak tutmasına çalışmışlardır.
Fakat dönüş de 1932 Dil Kurultayı günlerine rastlayan esrarlı toplantıdaki dönüştür. İç tehlikelerinden kurtulduğuna ve büyük kuvvetler arasına yeniden katıldığına inanan Sovyetler Birliği, artık yeni politikasına sarılmıştı.
”
”
Falih Rıfkı Atay (Çankaya)
“
Loş dükkânlardaki çatlak aynaları andıran kasvetli şiirleri okurken yokladığım yer kendi kalbimdi, daha doğrusu o kelimelerde kendimden izler bulmayı umardım ve işte oradaydım! Auxilio Lacoutre veya Auxilio Lacoutre'den parçalar: Mavi gözler, kısacık saçlar, ince uzun bir yüz, çizgilerin belirginleşmeye başladığı bir alın. Orada kendimi bulmak beni baştan aşağı ürpertir, gelecekten korktuğum bir şüphe denizine sürüklerdi, zamanın hızla akıp gittiğini hissederdim elimde olmaksızın ama bir yandan da doya doya yaşadığımı, kendi seçtiğim zamana ait olduğumu ve içinde yaşadığım fırtınalı dünyanın değişken havasının beni sarmasına izin verdiğimi hatırlatırdı bana.
”
”
Roberto Bolaño