Zamana Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Zamana. Here they are! All 100 of them:

Geçmiş zamandan sıyrılıp,şimdiki zamana bir yerinden tutunmak istedi.
Oğuz Atay (Tehlikeli Oyunlar)
Diyar-e-Ishq Mein Apna Maqam Paida Kar, Naya Zamana, Naye Subah-o-Sham Paida Kar; Khuda Agar Dil-e-Fitrat Shanas De Tujh Ko, Sakoot-e-Lala-o-Gul Se Kalaam Paida Kar; Mera Tareeq Ameeri Nahin, Faqeeri Hai, Khudi Na Baich, Ghareebi Mein Naam Paida Kar Build in love’s empire your hearth and your home; Build Time anew, a new dawn, a new eve! Your speech, if God give you the friendship of Nature, From the rose and tulip’s long silence weave The way of the hermit, not fortune, is mine; Sell not your soul! In a beggar’s rags shine.
Muhammad Iqbal (Baal-e-Jibreel)
Sanat değişimi biriktirir, zamana yayar. İyi bir kitap yalnızca okuma hazzınızı beslemez, aynı zamanda sizde uyandırdığı duyguyu başkalarına aktarma arzusu verir size. Yaşamın döngüsü mirası devretmek üzerine kuruludur.
Murathan Mungan
hazar baar zamana idhar se guzara hai, nai nai si hai kuch teri teri rahguzar phir bhi..
Firaq Gorakhpuri (Intik̲h̲āb-i kalām-i Firāq Gorakhpūrī)
Demiştim sana hatırlarsan: “Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil, ‘zamanla bırakmamak’tir..
Nâzım Hikmet
Herkes şaşırmıştı. Fakat ne çıkar? Ben rahattım. Sakindim, hafiftim. Madem ki herkesin ayrı bir hakikati vardı. Ve herkes zemin ve zamana göre onu yavaş yavaş yeniden yaratıyordu; ne diye ben kendimi yoracaktım?
Ahmet Hamdi Tanpınar (Saatleri Ayarlama Enstitüsü)
han dil udaas ha magar ab na teri koi aas ha zamana chora tujhay apna banaya tu ne hamein thukraya zamana apnaya ab jab zaroorat hay mujhay zamany ki tujhay b nahi koi zarorat ab laut any ki teri in adaaon ko jan gya mein yeh wohi adat purani c masoom dilon say khelna han yeh wohi kahani c rabba tu dikha dena issy bhala rasta kahin na le bethy baduwa kisi tootay dil say ye larki jan k jo bani anjani c.........xx
aar kay
Aşka, Rüzgara, Ayrlığa, Zamana... Eyvallah.
Kahraman Tazeoğlu (Araz)
Niçin bu kadar bağlıyım geçmiş zamana? De ki: Hayatının boşluğa savrulan yüzünden öyle çok nefret ediyorsun ki, seni mutsuz eden bu yüze yıllarca bakmak, ellerinle kavramak ve anlamak istiyorsun.
Latife Tekin (Gece Dersleri)
Ve kişi, kadınları çalışmalarının dışında tutmakla çağdışı bir tutum içine girmiş olur. Her yerde aynı bu, ister kentte ol ister kırsal yörelerde; zamana ayak uydurmak istiyorsan eğer, kadınları mutlaka hesaba katacaksın.
Vincent van Gogh (The Letters of Vincent van Gogh)
İstikbal göklerdedir; Çünkü göklerini koruyamayan milletler yarınlarından asla emin olamazlar... Her işte olduğu gibi havacılıkta da en yüksek seviyede, gökte seni bekleyen yerini az zamanda dolduracaksın. Ey Türk Genci! Kısa Zamana gökte seni bekleyen yerini alacaksın. 15 Mayıs 1925 - Türk Tayyare Cemiyetinin açılış töreni.
Mustafa Kemal Atatürk
Düşünce ile eylem arasındaki zamana 'cehennem' denir.
kafkaokur
Khud se jeetne ki zid h khudko hi hrana h , M bheed nhi hu duniya ki mere andar zamana h.
Abhimanyu Kumawat (JEET ki Ranneeti जीत की रणनीति by Dr. Abhimanyu Kumawat)
Zaman hep o zaman. Biz bilmiyorsak kabahati zamana bulmak doğru mu?
Sâmiha Ayverdi (Mülakatlar)
Herkes şaşırmıştı. Fakat ne çıkar? Ben rahattım. Sakindim, hafiftim. Mademki herkesin ayrı bir hakikati vardı. Ve herkes zemin ve zamana göre onu yavaş yavaş yeniden yaratıyordu; ne diye ben kendimi yoracaktım?
Anonymous
buradayım. yağmur öyle çok yağıyor ki görmesen bile sürekli onu duyuyorsun. uyurken hep ıslanıyormuşum gibi geliyor. sana ne çok yazıyorum ama hiçbirini yollamıyorum. yazar yazmaz her şey eskiyor sanki, sözcükler uzaklığa ve zamana dayanıklı değil. sen de hep bu yeniden kurgulanmış, ayıklanmış kartlarla yetinmek zorunda kalıyorsun. sevmeyi bilmediğim doğru ama özlemeyi ve hissetmeyi bildiğimi sanıyorum. buradayım, yağmur yağıyor ve anlayabildiğim, kendim hakkında, sözcükler halinde belirginleştirebildiğim tek şey bu? komik mi?
Kürşat Başar (Sen Olsaydın Yapmazdın, Biliyorum)
Artık Maria Puder, yaşamak için kendisine kayıtsız ve şartsız muhaç olduğum bir insandı. Bu his ilk anlarda bana da garip geliyordu. Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz? Ben de, o zamana kadarki hayatımın boşluğunu, gayesizliğini sırf böyle bir insandan mahrum oluşumda bulmaya başlamıştım.
Kürk Mantolu Madonna
Sonradan çok düşündüm: Madem insanların gerçekleri değişiyordu, neden içinde yaşadıkları değil, yaşamayı seçtikleri geçmiş zaman parçası kendi gerçekleri olmasındı? Vazgeçmenin mutluluğu yok muydu? Bütün bu soruların derinleştiği, gerçeğe ve zamana açılan kapılar benim içimde de açıldığında, artık o yoktu. Bunları konuşabileceğim kimse yoktu. Bana kendi kendime konuştuğum geniş bir zaman kaldı.
Murathan Mungan (Kadından Kentler)
Bu zamana kadar açılan her kapıyı doğru kapı sandım. Oysa ben hep yanlış zillere basmışım, çok geç anladım.
Anonymous
Asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz. Böyle gibi görünmesi yanılmamızdan, zamana gerçek bir nesne gibi bakmamızdandır.
Hermann Hesse (Siddhartha)
Anlar yaşanmak içindi; beklemek hem gelecek olan zamana hem de şu anda ihmal edilen anlara karşı bir günahtı.
Neil Gaiman (Neverwhere)
Merhamet, Montag, merhamet. Onlarla tartışma, canlarını sıkma; daha çok yakın zamana dek sen de onlardandın...
Ray Bradbury (Fahrenheit 451)
Kadında zaman geçmez. Sakın günün birinde iyileşmek için zamana güvenme.
Ece Temelkuran
İçimde o zamana kadar duymadığım bir eziklik vardı. Bu korku değildi, acı değildi. Ancak kendisine ihanet eden insanların duyacağı bir azaptı. Bir ucu iğrenmede biten garip bir duygu.
Ahmet Hamdi Tanpınar (Saatleri Ayarlama Enstitüsü)
En küçüğünde de en büyüğünde de, mutluluğu mutluluk yapan tek bir şeydir: bu da unutabilmek, ya da daha bilgince bir anlatımla, mutluluk sürdükçe tarihdışı duyumsayabilmek yeteneğidir.
Friedrich Nietzsche (Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası - Zamana Aykırı Bakışlar 2)
Yanardağlıktan emekli olduktan sonra Gel zaman git zaman şiir ithafkârı olmuştum. Zamana emir verdim. Ona dedim ki: Gel zaman! Zamana emir verdim Ona dedim ki: Git zaman! On emri bile olmayan bir yanardağ eskisini kim dinlerdi.
Didem Madak (Pulbiber Mahallesi)
Sabırsızsın. Oysa bütün mahlukat sabrın ipliğiyle bağlıdır birbirine. Dünya sabırla döner. Çünkü güneşin de, ayın da zamana ihtiyacı vardır. Sabırlı ol. Büyük sırlara ermek için sabır denizinde yüzmeyi öğrenmen lazım. Çünkü sırlar, sabır denizinin dibinde saklıdır.
Ahmet Ümit (Bab-ı Esrar)
Niçin? Niçin, gerçek aşklarda geride kalan, kendini öldürüp de peşinden gitmiyordu o sevilenin? Yalnızca, yaşayanın öleni gömmesi gerektiği için mi? Bir ölümden sonra yerine getirilmesi gereken belli birtakım törenler olduğu için mi? Geride kalan, bir sahnede bir süre görünüp her an sonsuz bir zamana doğru uzuyormuş ve bir sürü göz kendisini seyrediyormuş gibi olduğu için mi? Yerine getirmesi gereken bir işlevi olduğu için mi? Ya da kim bilir, arada beklemesi gerekiyordu -yani gitmiş olan gerçekten ölmüş olmuyordu da büyümeye devam ediyordu, yaşayanın ruhunda ikinci bir yaşam niçin yaratılıyordu? Niçin?
Carson McCullers (The Heart Is a Lonely Hunter)
İnsanların neler yapıp yapmayacağı önceden hiç belli olmaz, beklemek, zamana zaman tanımak gerekir, her şeye egemen olan zamandır, zaman, kumar masasında karşımızda oturan öteki kumarbazdır ve bütün kartlar onun elindedir, bizler ancak yaşam karşılığında o masadan bir şeyler kazanırız, kendi yaşamımız karşılığında...
José Saramago (Blindness)
Geleceğe veya Geçmişe, düşüncenin özgür olduğu bir zamana, insanların birbirinden farklı olduğu ve yalnız yaşamadığı bir zamana, gerçeğin var olduğu ve yapılmış olanın geri alınamayacağı bir zamana: Tek düzelik çağından, Yalnızlık çağından, Büyük Birader çağından, Çifte inanç çağından -Merhaba! To the future or to the past, to a time when thought is free, when men are different from one another and do not live alone—to a time when truth exists and what is done cannot be undone: From the age of uniformity, from the age of solitude, from the age of Big Brother, from the age of doublethink—greetings! 1984 (The Last Man in Europe) George Orwell
George Orwell (1984)
Genel olarak, bir toprak parçası üzerinde ilk oturma hakkı tanımak için aşağıdaki koşulların bulunması gerekir: Önce, bu toprakta o zamana kadar kimsenin oturmamış olması, sonra bir kimsenin yalnız geçimine yetecek kadar yer tutmuş olması; son olarak da bu toprağın boş bir törenle değil, (yasal kanıt bulunmadığı zaman başkasının saymak zorunda olduğu tek sahiplik belirtisi olan) çalışma ve ekip biçmeyle elde tutulmuş olması gerekir.
Jean-Jacques Rousseau (Toplumsal Sözleşme veya Siyasal Hukukun Prensipleri)
O da bütün bunları çok iyi biliyordu; benim için erişilmez oluşundan, ona dair tüm hayallerimin imkansızlığı düşüncesinden de muazzam bir keyif aldığına kalıbımı basarım; aksi takdirde onun gibi temkinli ve akıllı bir kadın bana karşı bu kadar samimi, açık davranır mıydı? Sanırım bu zamana dek bana bir antikçağ imparatoriçesinin yanında soyunabileceği, insan yerine koymadığı kölesi gibi davrandı. Evet, pek çok kez beni insan yerine bile koymadı.
Fyodor Dostoevsky (Kumarbaz)
Ancak klinik gözlemler bize nefretin sadece beklenmedik sıklıkta sevginin yoldaşı olduğunu, insan ilişkilerinde sevginin bir öncülü olduğunu söylemekle kalmıyor, kimi durumlarda nefretin sevgiye ve sevginin de nefrete dönüşebildiğini gösteriyor. Şayet bu dönüşüm sadece zamana bağlı ardıl bir yer-değiştirmeden ibaret değilse, birbirine ters yönlerde seyreden fizyolojik süreçleri öngören, erotik güdülerle ölüm güdüleri arasındaki o temel ayrımın dayandığı zemin kaymış olur.” Sigmund Freud, ‘Ben ve O’, sayfa 76
Sigmund Freud (Ben ve O)
Kesintisiz olduğu ve mutlu kıldığı sürece, en küçük bir mutluluk, yalnızca gelip geçici olan, adeta anlık bir heves, çılgın bir fikir gibi, katıksız neşesizlik, hırs ve yoksunluk arasında gelen en büyük mutluluktan, kıyas götürmez bir biçimde daha büyük bir mutluluktur.
Friedrich Nietzsche (Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası - Zamana Aykırı Bakışlar 2)
Fare için zamanın akışı sanki bir yerlerde pıt diye kopmuştu. Neden öyle olduğunu Fare'nin kendisi de bilmiyordu. Kopmuş ucu da bulamıyordu. Kopuk ipi elinde tutarak güz hüznü içinde dolanıyordu. Çimenliklerden geçmiş, nehri aşmış, iterek birkaç kapıyı açmıştı. Ne var ki ölü ip onu hiçbir yere çıkarmamıştı. Kanatları kopmuş kuş sineği gibiydi, ilerideki denize doğru akan nehir kadar güçsüz ve yalnızdı Fare. Bir yerden kötücül bir rüzgar esmeye başlamış, o zamana dek Fare'yi sarıp sarmalayan sıcak, bildik havayı dünyanın öteki ucuna sürüklemişti sanki.
Haruki Murakami (Pinball, 1973 (The Rat, #2))
Üç boyutlu bir akışın yalnız biri içinde yaşarız biz, ve dünyada aktüelliğini çoktan yitirmiş dâvalar bizde bugünün sorunları gibi ele alınırlar. Yeni yöntemler, görüşler, anlayışlar ortaya çıkmıştır, her yerde uygulanır da; biz gözümüzü kaparız bunlara ve çürümüş bir tutumda direniriz, inad ederiz. Ve gülünç oluruz dünyaya... Eloğlu çağ değiştirmiş, nice problemleri çözmüş, bir kenara atmış, yepyeni bir zamana ve kavrayışa girmiştir. Biz onların eski kavgalarını bile bugün tekrarlamaya çalışırız. Sonunda davranışlarımız şartlara uymayınca, hele etkisiz kalınca şaşırır kalır, ne yapacağımızı bilemeyiz.
Selâhattin Batu
Kendisine de şaşırır insan, unutmayı öğrenemediği ve sürekli geçmişe bağlı kaldığı için: ne kadar uzağa, ne kadar hızla koşarsa koşsun, zinciri de koşar peşinden. Bir mucizedir bu, ha diyince gelir, ha diyince gidiverir, daha önce de hiçtir, daha sonra da bir hiçtir, ama yine de bir hortlak gibi çıkagelir ve bir sonraki anın huzurunu bozar.
Friedrich Nietzsche (Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası - Zamana Aykırı Bakışlar 2)
Önünden otlayarak geçen sürüye iyice bak: bilmez dününü bugününü, oraya buraya sıçrar durur, habire otlar, dinlenir sonra, geviş getirir, sonra yine hoplayıp zıplamaya başlar, uzun süremez bağlılığı neşesine de neşesizliğine de, yani yalnızca birkaç saniye; bu yüzden efkarlı ya da bıkkın da değildir bir an bile. Bunu görmek çok dokunur insana, çünkü bu hayvanların karşısında övünür insan insanlığıyla, ama yine de onların mutluluğunu seyreder kıskançlıkla.
Friedrich Nietzsche (Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası - Zamana Aykırı Bakışlar 2)
Hiçbir gerçek yoktur ki, karşıtı da gerçek olmasın! Yani şöyle: Bir gerçek ancak tek taraflıysa, dile getirilip sözcüklere dökülebilir. Düşüncelerle düşünülüp sözcüklerle söylenebilen ne varsa tek taraflıdır, hepsi tek taraflı, hepsi yarım, hepsi bütünlükten mükemmellikten ve birlikten yoksun.Ulu Gotama öğrencilerine dünyadan söz açarken, çile ve esenlik diye ikiye ayırdı. Başka türlüsü olanaksızdır, öğretmek isteyen birinin izleyeceği başka yol yoktur. Ancak dünyanın kendisi, gerek çevremizdeki, gerek içimizdeki varlık asla tek taraflı değildir. Asla bir insan ya da bir eylem tümüyle Sansara, tümüyle Nirvana değildir, asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz. Böyle gibi görünmesi yanılmamızdan, zamana gerçek bir nesne gibi bakmamamızdandır. Zaman gerçek değildir, Govinda, ben sık sık yaşadım bunu. Zaman da gerçek değilse, dünya ile sonsuzluk, acı ile mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi de bir yanılgıdan başka şey değildir.
Hermann Hesse (Siddhartha)
Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısının, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuksal ve siyasal üstyapının, üzerinde yükseldiği gerçek temeli oluşturur. Maddi yaşamın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuksal ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder.
Karl Marx (A Contribution to the Critique of Political Economy)
Gelecek; kendini nasıl atabilirdi acaba geleceğe? Şimdiki zaman, geçip gitmesine ses çıkarmadığı takdirde, artık Kien’e hiçbir zarar veremezdi. Ah, bir ortadan kaldırılabilseydi şu şimdiki zaman! Dünya üzerindeki tüm mutsuzluklar, yeterince gelecekte yaşayamamaktan kaynaklanıyordu. Bugün dayak yediği takdirde, yüz yıl sonra bunun ne önemi kalacaktı? Yapılması gereken, içinde yaşanılan zamanı geçip gitmeye bırakmak ve dayaktan ileri gelen şişleri görmezlikten gelmekti. Tüm acıların suçu, şimdiki zamanın sırtındaydı. Kien, geleceğin özlemini çekiyordu; çünkü geleceğe ulaştığında, yeryüzünde daha çok geçmiş bulunacaktı. Geçmiş iyiydi, kimseye bir zararı yoktu; Kien, geçmişte yirmi yıl süreyle istediği gibi ve mutlu yaşamıştı. Kim mutlu olabiliyordu ki şimdiki zamanda? Evet, duyularımız bulunmasaydı eğer, o zaman şimdiki zamana da dayanılabilirdi. O zaman anıların yardımıyla -demek ki yine de geçmişte- yaşanılabilirdi. Başlangıçta yalnızca söz vardı; ama var’dı; başka deyişle geçmiş sözden önce vardı. Kien, geçmişin bu öncelikli konumu karşısında saygıyla eğildi.
Elias Canetti (Auto-da-Fé)
...- bu hiçbir zaman sessizlik olmayan sessizlik çok çok büyüktü. Neredeyse görebiliyordu onu, zamanın ötesinden gelen, koskocaman sessizlik, yükseklerden aşağıya bakıyor, düşünceli düşünceli, kısacık tek bir hafta sonra çekip gidecek ve ondan sonraki hafta, yalnızlığın içinde hiçbir iz, hiçbir işaret bırakmayacak olan bu küçücük, bu gelip geçici insan topluluğunu izliyordu. Çünkü burası onun kendi memleketiydi, hiçbir zaman en küçük parçasına sahip olmamıştı ama onundu. Toprak sahibi olmak istememişti, sonunda toprağın başına gelecek felaketi açıkça gördükten sonra bile istememişti bunu, baltanın ve testerenin, kütükleri taşımak için yapılan tren yollarının, daha sonra da dinamitin ve traktör izlerininönünde vahşi toprakların yıldan tıla gerilediğini görmüş, gene de onlara sahip olmak istememişti, çünkü toprak kimsenin malı değildi. Herkese aitti; tek yapılacak şey onu iyi kullanmaktı, alçakgönüllülükle ve gururla. O zaman birden, neden hiç toprak sahibi olmak istemediğini, en azından insanların ilerleme dediği şeyin o kadarını durdurmak, en azından kendi ömrünün uzunluğu süresince toprağın kötü kaderine karşı koymak istemediğini anladı. Bunun nedeni, vahşi toprakların tam yeteri kadar olmasıydı. İkisini - kendini ve vahşi topreaklar- yaşıt gibi görüyordu- ilk soluğunu aldığı zamana göre ormanla kendi çağdaş değillerdi ama, avcı olarak, orman insanı olarak geçirdiği süre içinde ormanın yaşı kendine verilmişti, ve o da bunu, o yaşlı Binbaşı de Spain'den ve ona avlanmayı öğreten o yaşlı Sam Fathers'tan alıp, seve seve, alçakgönüllülükle, sevinçle ve gururla kabul etmişti: ormanla ikisinin ömrü aynı zamanda sona ermekteydi, gittikleri yer bir unutulma, bir hiçlik değildi, zaman ve mekandan bağımsız bir boyuttu; oradadelirmiş eski dünya adamları mermilere dönüştürsün diye pamuk ekmek için bozulup matematiksel karelere bölünmüş ağaçsız topraklarda bir kez daha her ikisi için bol bol yer bulunacaktı- bir süre tanıyıp sevdiği, kendilerinden biraz daha fazla yaşadığı eski insanların adları, yüzleri gene balta girmemiş yüksek ağaçların, göze bile geçit vermeyen sık çalılıkların arasında dolaşacak, ölümsüz avlar, yorgunluk bilmeyen köpeklerin yaygarasının önünde sonsuza dek koşacak, sessiz tüfeklerle vurulup düşecek, sonra Zümrüdüanka gibi gene kalkacaklardı.
William Faulkner (Go Down, Moses)
Yaşlı adam der: melegim nasıl istersen, yeter ki, şu pırıl pırıl akşamı doyurmayı bilsen ve koluma girip bir süre yürüsen, sözleşmiş ıhlamur ağaçlarının kehanetini çözebilsen, ölüdür kitaplar, gerilimini yitirmiştir dünyanın kutupları, kalmışsa daha karanlık akışın bir arada tuttukları, onları da birbirinden ayırır senin saçlarındaki toka. Rüzgar, durmaksızın girer, vurmadan kapıma, ayın ıslığı -ve sonra bir hamle, gözün alabildiğine, aşk, artık bilenmiştir anıların gücüyle. Genç adam sorar: ve hep gelecek misin? Odamdaki gölgelerin üstüne yemin etmelisin, ve karanlık ama gerçekse ıhlamurların kehaneti, söyle onu çiçeklerin diliyle, aç saçlarının tellerini ve gecenin coşup taşmak isteyen nabzını! Sonra aydan gelen bir işaret, durdurun rüzgarı. Rahatı simgeler mavi ışıkta lambalar, ta ki oda, soluk bir zamana bürünene kadar, hafiften ısırılan dudakların varır benimkilere, o zaman acıdır başlayan, sana ders vermeye: dünyanın kazandığı, oynadığı ve yitirdiği sözcük, canlıdır, ondan sonrası ise, aşkın başlangıcıdır. Genç kız susuyor iğ dönene kadar. Yıldız kayıyor. Geçip gidiyor güllerin zamanı: -Siz, beyler, verin elime kılıcı, ve Jeanne d'Arc vatanı kurtarıyor. Sizler, gemiyi geçiriyoruz buzların arasından, ben, artık kimsenin bilmediği rotada ilerlemekteyim.
Ingeborg Bachmann (Toplu Şiirler)
İmparatorluk günden güne zayıflamaktadır. Niçin saklamalı? Onu bu hale düşüren sebeplerin başında Avrupalılaşma zihniyeti gelir. Temellerini III.Selim’in attığı bu zihniyeti, derin cehaleti ve sonsuz hayalperestliği yüzünden II.Mahmut son haddine vardırır. Bâbıâli’ye tavsiyemiz şudur: Hükümetimizi dinî kanunlarınıza saygı esası üzerine kurunuz. Devlet olarak varlığınızın temeli, Padişahla Müslüman tab’a arasındaki en kuvvetli bağ dindir. Zamana uyun, çağın ihtiyaçlarını dikkate alın.İdarenizi düzene sokun ıslah edin. Ama yerine size hiç de uymayacak olan müesseseleri koymak için eskilerini yıkmayın. Avrupa medeniyetinden sizing kanun ve nizamlarınıza uymayan kanunları almayın. Batı kanunlarının temeli hristiyanlıktır. Türk kalınız. Tatbik edemeyeceğiniz kanunu çıkarmayın. Hak bellediğiniz yolda ilerleyin. Batının sözlerine kulak asmayın. Siz ilerlemeye bakın. Adalet ve bilgiyi elden bırakmayın. Avrupa efkar-ı umumiyesinin az çok değeri olan kısmını yanınızda bulacaksınız… Kısaca, biz Bâbıâli’yi kendi idare tarzının tanzim ve ıslahı için giriştiği teşebbüslerden vazgeçirmek istemiyoruz. Ama, Avrupa örnek olarak alınmamalıdır kendine. Avrupa’nın şartları başkadır, Türkiye’nin başka. Avrupa’nın temel kanunları Doğunun örf ve adetlerine taban tabana zıttır. Ithal ıslahattan kaçının. Bu gibi ıslahat Müslüman memleketlerini ancak felakete sürükler. Onlardan hayır gelmez sizlere.” METTERNICH
Cemil Meriç (Bu Ülke)
Diotima, “Sadece bir insan olan bir kişinin, sırf Tanrı olduğu zannedildiği için iğrenç şeyler yapmasına göz yumulan yerde çirkinlik vardır.” dedi. Thomas bu sözleri duyunca titreyerek geriledi. “Sadece bir insan mı?” diye sordu. “Kutsal Zahatapolk'u kast etmiyorsun herhalde!” “Kast ediyorum,” dedi Diotima. “Ilahi biri değil. Onu o makama getiren efsane korkuyla yaratılmış. Ölüm korkusu, kaderin indireceği darbelerin korkusu, doğa güçlerinin korkusu, insanın tiranlığının korkusu. Bazen tepemizdeki şu zirvelerden aşağıdaki vadilere ölüm yuvarlanıyor. Zirvelerde hüküm süren güçlerin zalim olduğu düşünülüyor ve onların korkunç acımasızlığını ancak anlayışlı bir zalimliğin yatıştırabileceği sanılıyor. Ancak bütün korkular rezilce, yarattıkları efsaneler rezilce, bu efsanelerin yücelttiği insanlar da rezil. Zahatopolk Tanrı falan değil, iğrenç, çoğu yönden hayvanlardan aşağı bir insan. Freia'nın kurban edildiği ayinin ilahi bir kökeni yok. Hiçbir şeyin ilahi kökeni yok. Tanrılar, korkularımızın gecenin bulanıklığı üzerindeki gölgeleri. İnsanın, onu mahvedebilecek güçler karşısındaki zilletini simgeliyorlar. Zamansal düzende sıradan bir ânı ilahi bir ân olarak değerlendiremeyecek zamana köleliği simgeliyorlar. Bu mağlubiyete teslim olmayacağım. Yaşadığım sürece dağlar gibi dik duracağım. Yoluma felaket çıkarsa, ki hiç kuşkusuz çıkacaktır, ancak dışarıdan gelen bir felaket olur. Olabilecek olanlara duyduğum inancın kalesi yıkılmayacak.
Bertrand Russell (Nightmares of Eminent Persons and Other Stories)
O zamana değin, çocukken insana sonsuz gibi görünen bir yolda yılların yavaş yavaş ve hafifçe geçtiği, böylece hiç kimsenin akıp gittiklerinin ayırdına varmadığı bir yolda, hep ilk gençliğinin kaygısızlığıyla ilerlemişti, insan bu yolda, sakin sakin, çevresine merakla bakarak ilerlerdi, aceleye gerçekten hiç gerek yoktu, ne arkanızda sizi sıkıştıran ne de tabii, bekleyen birileri bulunurdu, arkadaşlarınız da kaygısız, oynamak için sık sık durarak ilerlerlerdi. Evlerinin kapısından büyükler size dostça selam verir ve suç ortaklığı dolu gülüşlerle ufku gösterirlerdi; böylece yürek yiğitçe ve tatlı arzularla çarpmaya başlar ve insan kendisini az ötede bekleyen harikulade şeylerin umudunu tadar; gerçi o şeyler henüz uzaktadır ama bir gün onlara ulaşılacağı kesin, tartışmasız bir biçimde kesindir. Daha çok yol var mıdır? Yoo, şu ilerideki nehri geçmek, şu yeşil tepeleri aşmak yeterlidir. Belki de varmışızdır bile. Şu ağaçlar, kırlar, şu beyaz ev belki de bizim aradığımız şeylerdir. Bir an, bunun doğru olduğuna inanıp, orada durmak isteriz. Sonra, kulağımıza ileride daha iyisinin olduğu çalınır ve tasasız bir biçimde yeniden yola koyuluruz. İnsan, böylelikle, umut dolu, kendi yolunda gider durur; günler uzun ve sakindir, güneş yukarıda gökyüzünde parlamakta ve akşam bastığında üzülerek yok olmaya yüz tutmaktadır. Ama bir noktada, belki de içgüdüsel olarak, insan geri döner ve arkasında bir kapının kapanarak dönüşü olanaksız kıldığım fark eder. İşte o zaman bir şeylerin değişmiş olduğunun ayırdına varırız, güneş eskisi gibi kıpırtısız değildir, hızla hareket etmektedir; ne yazık ki, henüz bakmaya bile fırsat bulamadan, onun ufkun ucuna doğru hızla kaydığını, bulutların da gökyüzündeki mavi koylarda hareketsiz durmadığını, birbirlerinin üzerine çıkarak kaçtıklarını, iyice acele ettiklerini görürüz; zamanın geçtiğini ve günü gelince yolun zorunlu olarak son bulacağını anlarız. Belirli bir zamanda, arkamızda bir kapı kapanır, kapanır ve bir şimşek hızıyla kilitlenir; geri dönecek zaman kalmamıştır.
Dino Buzzati (The Tartar Steppe)
Nereden başlarsanız başlayın ve kendinize nasıl bir yol seçerseniz seçin, aşağıda verilen bazı yap ve yapma kurallarını öfkelenmeye başladığınızda mutlaka hatırlayın: 1. Konu sizin için önemliyse, mutlaka konuşun. Karşımıza çıkan tüm adaletsizlikleri ve sıkıntıları şahsen ele almamız tabii ki gerekmez. Bazı şeyleri gözardı etmek, olgunluk belirtisidir. Ama bunun bedeli kendimizi öfkeli, sıkıntılı ya da mutsuz hissetmeniz olacaksa, sessiz kalmak büyük bir hatadır. Bizim için önemli konularda tavır almayı başaramamız, benliksizleşmemize yol açar. 2. İşler kızışmışken vuruşa geçmeyin. Bazı ilişkilerde iyi bir kavga havayı temizyebilir, ama hedefiniz sabitleşmiş bir modeli dğeiştrmekse, konuşmak için en kötü zaman kendinizi öfkeli ya da gergin hissettiğiniz anlar olabilir. Konuşmanın ortasında öfkelenemeye başladığınızı sezerseniz şöyle diyebilirsiniz: "Kafamı toplamak için biraz zamana ihtiyacım var. Bunu konuşmak için başka bir zaman saptayalım." Geçici olarak uzaklık aramak, soğuk bir tutumla içine kapanmak ya da duygusal bağlantıyı koparmakla aynı şey değildir. 3. Sorunu düşünüp konumunuza açıklık kazandırmaya zaman ayırın. Konuşmaya başlamadna önce, kendinize şu soruları sorun: "Beni öfkelendiren durum nedir?" "Burada asıl sorun nedir?" "Benim konumum nedir?" "Ulaşmak istediğim şey ne?" "Kim, neden sorumlu?" "Değiştirmek istediğim şey tam olarak ne?" "Yapacağım ve yapmayacağım şeyler nedir?" 4. "Belaltı" taktiklerine girişmeyin. Yani suçlamayın, yorumlamayın, teşhis koymayın, damgalamayın, irdelemeyin, vaaz vermeyin, ahlak dersi çıkarmayın, emretmeyin, uyarmayın, sorgulamayın, dalga geçmeyin ve söylev çekmeyin. Diğer kişiyi hafife almayın. 5. Ben diliyle konuşun. "Ben düşünüyorum ki...", "Ben hissediyorum ki...", "Ben korkuyorum ki...", "Ben istiyorum ki..." demeyi öğrenin. Gerçek bir "ben" bildirimi diğer kişiyi eleştirmeden ya da suçlamadan ve kendi tepki ya da duygularımızdan diğer kişiyi sorumlu tutmadan benlik hakkınd abir şey söyler. Sözde "ben" bildilerimleri içindeki "sen" bildirimlerine karşı dikkatli olun. ("Ben, senin kontrol etme eğiliminde ve benmerkezci olduğunu düşünüyorum.") 6. Bulanık taleplerde bulunmayın. ("Benim ihtiyaçlarıma karşı daha duyarlı olmanı istiyorum.") Ne istediğiniz açıkça anlatın. ("Şu anda bana yardım etmek için yapabileceğin en iyi şey, dinlemek. Şu anda senden öneri istemiyorum.") İnsanların sizin ihtiyaçlarınızı tahmn etmelerini ya da talep etmediğiniz şeyleri yapmalarını beklemeyin. Sizi seven kişiler bile düşüncelerinizi okuyamazlar. 7. İnsanların farklı oldukları gerçeğini kabul edin. Dünyadaki insan sayısı kadar farklı bakış açısı olduğunu anladığımızda, kaynaşık ilişkilerden uzaklaşmaya başlarız. Gerçeği kimin bildiği konusunda kavga ediyorsanız, asıl önemli noktayı gözde kaçırıyor olabilirsiniz. Farklı bakış açıları ve farklı tepki şekilleri, kişilerden birinin haklı ve diğerinin de haksız olduğu anlamına gelmez. 8. Hiçbir sonuca varmayan entelektüel tartışmalara girmeyin. Diğerlerini, kendi konumunuzun haklılığına ikna etmeye çalışmayın. Karşınızdaki kişi sizi dinlemiyorsa, şöyle diyin: "Evet, bu sana çılgınca gelebilir, ama ben böyle hissediyorum." Ya da: "Benimle aynı fikirde olmamanı anlıyorum, ama sanırım ikimiz durumu farklı görüyoruz.
Harriet Lerner
İki Voyager uzay aracı, yıldızlara doğru yol almaktadır şu anda. Herbirine altın kaplamalı bakır bir pikap plağı, bir kaset ve plak iğnesi bağladık. Plağın alüminyumdan mahfazasının üstüne de nasıl kullanılacağını yazdık. Genlerimiz hakkında, beyinlerimize ilişkin ve kitaplıklarımıza dair bilgiler verdik. Bu bilgileri, yıldızlararası uzay yolculuğuna çıkmayı düşünebilecek başka varlıklara yolladık. Yıldızlararası uzayda, vericileri çoktan susmuş Voyager’in varlığını farkedebilen bir uygarlık kuşkusuz bizden daha ileridir bilim alanında. O varlıklara kendimiz hakkında yalnızca bizde varolduğunu sandığımız özellikleri anlatmak, beyin kabuğunun önemini ve beyindeki limbik sistemi tanıtmak istedik. Mesajımızı alacak olanlar anlamasalar da, yeryüzü ülkelerinden altmış dilden selâm gönderdik. Balinaların seslerini de ekledik. Yerkürenin dört bir yanında birbirlerine karşı ilgi ve saygı gösteren, kendini öğrenime, araç gereç üretimine ve sanata adamış, zorluklara karşı meydan okuyan insanların fotoğraflarını derleyip gönderdik. Birkaç kültüre ait müziklerden bir buçuk saatlik bir derleme de yolladığımız paketin içinde. Bu müziğin bir bölümü, kozmik yalnızlığımızı, bunu giderme arzumuzu, Kozmos’daki öteki varlıklarla ilişki kurmak isteğimizi yansıtıyor. Aynı zamanda gezegenimizde hayatın başlangıcından öteki zamanlarda duyulmuş olabilecek seslerden, insan türlerinin evrimi ve son olarak patlak veren teknoloji dönemindeki seslere kadar kayıt yaptığımız plaklar da gönderdik. Balinalarınki gibi, enginliklere çığırılan bir sevgi şarkısıdır bu. Birçok mesajımız, belki de çoğu, çözümlenemeyecek, anlaşılamayacak, Ama yine de göndermiş bulunuyoruz. Çünkü denemek önemlidir. Bu anlayış ve coşkuyla Voyager uzay gemisine bir insanın düşüncelerini ve duygularını, onun beyninin, kalbinin, gözlerinin ve kaslarının elektriksel devinimlerini bir plağa kaydederek bunu da gönderdik. Bir bakıma, bir tek insanın, 1977 yılının Haziran ayında, düşüncelerini ve duygularını Kozmos’a yollamış bulunuyoruz. Bu plağı alanlar belki onu dinlemeyecekler ya da radyo dalgaları yayan bir gökcismi sanacaklar. Sansınlar. Zaten yüzeysel olarak bakınca, gönderdiğimiz o plak radyo dalgaları yayan bir gök cismidir de. Genlerimizdeki bilgiler çok eskidir, çoğu milyonlarca yıl öncesine aittir. Bazıları milyarlarca yıllıktır. Buna karşılık, kitaplarımızdaki bilgiler en çok birkaç bin yıllıktır ve beyinlerimizdeki de yirmi, otuz yıllık. Uzun ömürlü bilgi, insanlara özgü bilgi türü değildir. Yeryüzünde aşınmadan ötürü anıtlarımız ve yapıtlarımız, doğa olaylarının içinde, uzun bir gelecekte yaşamayacaklardır. Fakat Voyager’deki plak güneş sistemine doğru yol almış bulunuyor. Yıldızlararası aşınma (erozyon) çoğunlukla kozmik ışınlar ve toz zerreciklerinin konması öylesine azdır ki, plaktaki bilgi bir milyar yıl dayanır. Genler, beyinler ve kitaplar değişik yöntemlerle bilgi derlerler. Zamana karşı dayanıklılığı da değişik oranlardadır. Oysa insan türlerinin Voyager’deki yıldızlararası plağa kaydedilmiş bilgileri zamana karşı çok daha inatçı anılar olarak kalacaklardır. Voyager’deki mesaj, insanın içine sıkıntı verecek bir yavaşlıkla ilerliyor yolculuğunda. İnsan türü tarafından fırlatılmış en hızlı araç olmasına karşın, en yakın yıldıza varması için binlerce, onbinlerce yıl geçecek aradan. Voyager’in on yılda aldığı yolu, bir televizyon programı yayını birkaç saatte alır. Bir televizyon yayını bittiği andan itibaren birkaç saatte Voyager’i Satürn gezegeni dolaylarında yakalar, geçer ve yıldızlara doğru yönelir. Eğer uzaydaki birileri bizim televizyon yayınlarımızı duyarsa, dilerim, hakkımızda iyi şeyler düşünürler. Zekâmız son zamanlarda bize büyük güçler bağışladı. Fakat, kendi yok oluşumuzu önleyecek yeteneği bağışlamadı. Neyse ki, aramızda bu yönde ciddi çaba harcayanlar var.
Carl Sagan (Cosmos)
Toplumun seni kumsaldaki bir kum tanesine dönüştürmesine asla izin verme! Farklı ol, birey ol! Başkalarına benzemeyi reddet! Sürünü terk et, ancak ondan sonra gerçek bir ismin olacak ve o zamana kadar senin ismin kum tanesi olarak kalacak!
Mehmet Murat ildan
tartışılması sonucunda sanığın suçluluğu veya suçsuzluğu yönünde hakimde vicdani kanaat uyanmaması halinde, bu durumdan sanığın yararlandırılması ve beraat kararı verilmesi gerektiğini ifade eder. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesi: İlke, mahkemelerin yürütmenin ve davanın taraflarının kontrolünde olmamasını ifade eder. Doğal (tabi) hakim ilkesi: İlke, kişinin kendisine isnat edilen suç tarihinden önce ve kanunla kurulmuş bir mahkeme önünde yargılanma hakkını ifade eder. Çelişmeli muhakeme ilkesi: İlke, muhakemenin bütün süjelerinin (iddia, yargılama ve savunma) birbirlerinin işlemlerinden haberdar olmalarını ve bu işlemlere karşı diyeceklerini (savunma veya iddialarını) hazırlamak için gerekli zamana sahip olmalarını ifade eder. Soruşturmanın ve kamu davasının mecburiliği (kanuniliği) ilkesi: İlke, suçun işlendiğine dair basit şüphe üzerine soruşturmanın adli makamlarca başlatılması veya soruşturma sonunda suçun işlendiğine dair yeterli şüphe üzerine iddianamenin düzenlenmesi zorunluluğunu ifade eder. Davasız yargılama olmaz ilkesi: İlke, mahkemelerin
Anonymous
Günler geçti. Başarı, Bernard’ın başını döndürmüş ve bu arada (her iyi uyuşturucunun yapacağı gibi) o zamana kadar hiç de memnun olmadığı dünyayla uzlaşmıştı. Kendi önemini teslim ettiği sürece düzen iyiydi. Fakat, başarı kendisini uzlaştırdıysa da, yine de düzeni eleştirme ayrıcalığından vazgeçmeyi reddediyordu. Çünkü eleştiri eylemi kendi önem hissini pekiştiriyor, daha güçlü hissettiriyordu.
Aldous Huxley (Brave New World)
teşekkür ediyorsunuz, elinizi uzatıyorsunuz bana- renginiz neden sarardı? Sesim eskisinden farksız, davranışım aynı, bakışlarım rahat ve sakin değil mi? Bu el sıkma? El sıkma herhangi bir şey anlatabilir mi? Evet, çok, hem de pek çok şey küçük hanımım. Onbeş gün içinde her şeyi açıklayacağım size; o zamana dek çelişkiler içinde kalmalısınız: Ben bir genç kızın yardımına bir şövalye gibi yetişen iyi bir kişiyim ve ayrıca sizin elinizi iyilikten başka şeyleri de gösteren bir şekilde sıkabilirim.-
Anonymous
Büyük bir fikir hâlihazırda bir aksiyondur! O kadar güçlüdür ki aksiyona dönüşmek için zamana ihtiyacı yoktur! Doğduğu gün aksiyon olur!
Mehmet Murat ildan
Arı Usun Eleştirisi’nin metafiziğin temellendirilmesi biçiminde yorumlanmasını olanaklı kılan, ‘zaman’a verilen kökensel önceliktir.
Anonymous
Ancak buradan da anlaşılacağı gibi, Kant’ın aşkınsal tamalgının sentetik birliğinden türettiği sözü edilen zaman, formel bir zamana karşılık gelir. Formel zaman, sezginin formu olarak zaman değil, bir tasarım olarak zamandır ve Heidegger’in Kant yorumunu biçimlendiren temel noktalardan birini de bu konu oluşturur. B 160a’daki ayrımın önemi burada gizlidir. İkincil-türetilmiş olan zaman bir tasarım olarak zamandır. Zamanın kendisi değildir. Kant’ın B Dedüksiyon’da ve onu tamalgı ile ilişkilendirirken irdelediği zaman, zamanın kendisi değil, tasarımıdır. Sonuç olarak, Heidegger’in Arı Usun Eleştirisi’ni ‘zaman’ ve ‘varlık’ arasındaki kökensel ilişki konusunda ilk örnek olarak yorumlamasının temelinde Kant’ın Şematizm’de açımladığı zaman anlayışı yer alır.
Anonymous
Medium’da ziyaretçi sayısı yerine okuyarak harcanan zamana daha çok önem veriyoruz çünkü sınırsız miktarda içerik bulunan — milyon tane dikkat çeken pırıltılı nesnelerin bir dokunuş uzaklığında olduğu ve bildirimlerin sürekli gelmeye devam ettiği — bir dünyada, birileri gerçekten zaman harcıyorsa anlamlı bir şeyler gerçekleşiyordur. Sonuçta, bir para biriminin değerli olabilmesi için sınırlı miktarda bulunması gerekir. İnsanların medyaya veya genel olarak İnternet’e göstermeye istekli oldukları dikkat miktarları — büyük ölçüde, her yerde yanlarında bir ekran ve bağlantıya sahip olduklarından — birden artmış olsa da, nihayetinde sınırlı.
Anonymous
Babamı kaybetmenin ne demek olduğunu, uzunca bir süre sonra, ta ki artık beni başının üstüne alıp evin içinde koşarak turlayacak biri olmadığını, korkmayayım diye yanımda uyumamı beklerken gecenin bir vaktine rağmen gözlerimin cin gibi açık olmasından bıkkınlık gelip beni ağlayana ve uyuyacağıma yemin ettirene kadar gıdıklayan biri olmadığını... Artık annemin kesintisiz olarak asık suratlı bir kadın olacağını, ya da ben henüz sekiz yaşımda olmama rağmen, gece oyuncak ayıma sarılmış uyumaya çalışırken, yatağıma benden başka birinin daha süzülmeye çalıştığını fark edip, ona döndüğümde annem olduğunu anladığımda ve “Neden buradasın anne?” diye sorduğumda, hiç utanmadan “Korkuyorum, birlikte yatalım” diyeceği zamana kadar. Gecenin o en derin sessizliği sıralarında, kalbimi yerinden çıkaran ayak seslerinin kapının kilitli olup olmadığını yatağından kalkıp en az yirmi kez kontrol etmek zorunda olan annemin olacağını fark edene ve ben bütün bunların, evimize yabancı bir adam geleceği güne, ta ki iki sene sonrasına dek devam etmek zorunda olduğunu fark edene kadar... Anlayamamıştım. Henüz bilmiyordum ne demek olduğunu.
Mithat Terje (Oda)
Hiçbir şey ölmez, hiçbir şey ölemez. Ağzından çıkan en değersiz söz bile Zamana atılmış bir tohumdur ve Sonsuzluk boyunca büyür.
Anonymous
Arkasından yapılan çalışmalarda üç aylık bir bebeğin, insan resimlerini insana benzemeyen siluetlerden ayırt edebildiği ispatlanmış. Hiç beklemedikleri bir sonuçmuş bu ve onları çok şaşırtmış. En sonunda şu sözlerle bitirmişler araştırmalarını: “Bu zamana kadar, kelimelerle iç lisan telakkisinin varlığını biliyorduk. Şimdi ise bebeklerin sözsüz düşünce formları yoluyla her şeyi idrak ettiğini tespit etmiş olduk.
Anonymous
bazı insanlar yeni endüstriyel zaman sistemine direniyordu. Burada yine cinsel farklılıklar ortaya çıkıyordu. İkinci Dalga iş gücüne katılanlar —büyük ölçüde erkekler— endüstriyel zamana en çok bağlı kalanlar oldu. İkinci Dalga toplumlarında kocalar sürekli olarak eşlerinin kendilerini bekletmesinden, zamana saygı duymamasından, giyinmelerinin ve süslenmelerinin çok uzun sürmesinden, randevulara sürekli geç kaldıklarından yakınmaya başladılar. Büyük ölçüde bağımsız ev işleriyle uğraşan kadınlar ise, daha az mekanik ritimlerle giyinmeye alışmışlardı. Şehir halkının, köylüleri yavaş ve zaman açısından güvenilmez bulmasının öncelikli nedeni de buydu. "Asla zamanında gelmezler! Bir randevuya sadık kalıp kalmayacaklarını asla bilemezsin!" Bu tür şikayetler, işlerin üst düzeyde karşılıklı bağımlılıkla sürdüğü İkinci Dalga dünyasıyla, işlerin tarlada veya evlerde görece bağımsız olarak yapıldığı Birinci Dalga dünyası arasındaki farklardan kaynaklanır.
Anonymous
Gelecekten korkuyor musun? Bu komik çünkü gelecek henüz var olmuş değil! Gelecek bir gölge bile değildir, çünkü gölge vardır! Korkunu bırak ve şimdiki zamana odaklan!
Mehmet Murat ildan
Toplumsal grupların devasa miktarlarda enerji açığa çıkardığı, yoğun bir yaratıcı dışavurumun yaşandığı bu anlarda toplumlar, tahakküm ve itaat yoluyla zamana ve mekana dayatılan gündelik uyuşukluk peçesi, altında gizlenmiş yeraltı moleküler işbirliğini aydınlatma becerisine sahip bir yıldırım gibi davranırlar.
Raul Zibechi (İktidarı Dağıtmak: Devlet Karşıtı Kuvvetler Olarak Toplumsal Hareketler)
Bu yüzden geçmiş dört yıla bakan Shevek, onları yitirilmiş olarak değil, Takver'le yaşamlarında kurdukları yapının bir parçası olarak gördü. Zamana karşı çalışmaktansa zamanla birlikte çalışmanın iyi yanı, diye düşündü, zamanın boşa harcanmamasıdır. Acı bile işe yarıyor.
Ursula K. Le Guin (The Dispossessed: An Ambiguous Utopia)
Melih Cevdet Bey Zaman yoktur buyurmuş Belki haklı, ama bakıyorum da şimdi Karaada'yla benim aramda resmen Zamana benzeyen bir mekân var Derya diye bir camgöbeği Fiy tarihlerine gebe gibi
Can Yücel (Gökyokuş)
Kendi gerçek yüzünü yalnızca kendini aldatmaktan vazgeçtiğin zaman görürsün! O zamana dek her zaman kendin olmayan birini göreceksin!
Mehmet Murat ildan
İşçi ile patron ya da toprak ağası ile maraba aynı camiye gidiyorsa; ya da genel müdür ile onun emrindeki çaycı aynı tarikat ayininde “hu!” çekiyorsa; ya da Kürt inşaat işçisi ile zengin Kürt ağası aynı Kutlu Doğum Haftası’nda dua ediyor ya da “özerk” topluluk hiyerarşisi içinde diziliyorsa, sınıf mücadelesi belirsiz bir zamana ertelenmiş demektir. Sınıfa ulaşmak için sosyalistlere alan bırakmayan bu parçalanmanın üstesinden gelmek, ancak eşit yurttaşlık hukukunu ve ulus-devleti savunarak mümkündür. Bu parçalanmayı “demokrasi” sanmak ve sosyalizmle ilişkilendirmek ise, emperyalizmin aşıladığı bir cehalet ve ahmaklıktan başka bir şey değildir.
Anonymous
Beyim, demişti, bu işe ben de şaşıyorum. İçime acayip şüpheler girmeğe başladı. Acaba öldüm de cennette miyim diye düşünüyorum. O zamana kadar hademe denen mahlûkun kendi hayatının şartlarına göre ayrı bir cennet tasavvuru olabileceğini hiç düşünmemiştim. Fakat saadet telâkkimiz niçin hayat şartlarımıza göre olmasın?
Anonymous
sen şunu bil ki Sokrates, öleceğini aklına getiren insanın içine, önceleri hiç aklından geçmeyen şeylerin korkusu, kaygısı girer. Çünkü o zamana kadar 'Bu dünyada kötülük edenler Hades'te cezalarını çekecekler' gibi, Hades'te olup bitenler hakkında söylenen sözlere gülerlerken, zaman gelir, ya bu sözler doğruysa diye onları bir korku alır, ruhlarında azap duyarlar. İnsanlar ya yaşlılığın verdiği dermansızlık yüzünden, yahut kendilerini öteki dünyaya daha yakın gördüklerinden, orada olup bitenler üzerinde daha fazla kafa yorarlar. Böylece içleri kuşku ve korkuyla dolar, artık birine haksızlık edip etmediklerini hesaplar, araştırırlar. Hayatlarını gözden geçirip birçok haksızlık ettiklerini gören kimseler çocuklar gibi sık sık uykudan uyanır, ürker, kötü bir bekleyiş içinde yaşarlar.
Anonymous
Hz. Dâvud (a.s.)a İhsan Buyurulan Vasıflardan Bazıları Şunlardır: -Tevrat'tan sonra nazil olan ikinci kitap Zebur'u tebliğe memur edilmiştir. -Kendisine peygamber evlat ihsan edilmişti. -İbadette dağlar ve kuşlar ona râm idiler. -İlahi vahyle zırh yapma sanatını ve demiri yumuşatmayı öğrenmiştir. -Mizmar (Zebur'daki ilahileri okurken kullandığı musiki aleti) çalardı. -Mescid-i Aksa (en uzak mescid)'nın inşasını başlatandı. -Çocukken çobanlık etti, sonra demircilikle geçindi, hükümdarlığı karşılığı maaş almadı. -O zamana kadar yaratılanların sesi en güzel olanıydı. -Bir gün yer, bir gün oruç tutardı. -Gecenin üçte ikisini ibadete ayırırdı.
Ahmet Cemil Akıncı (Kâbe'ye Doğru Büyük Kısas-ı Enbiya/ Peygamberler Tarihi 19, Hz. Dâvud)
Fevkalade kısa bir zaman için gelmiş ecnebilerin bir saatlik serbest zamana sahip olur olmaz kalesine tırmandıkları ve hayat, maişet zoruyla birleştikleri takdirde etrafındaki tabiat manzaralarının vahşi ve acı güzelliğini methettikleri bu Ankara’nın bir kaç yüz metrelik sahasında, apartman, banka, lokanta, bar, sinemadan teşekkül eden murabba dışına adım atmamak, hiç bir tarafa uzanmamak üzere dönüş.
Nahid Sırrı Örik (Tersine Giden Yol)
Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz? Ben de, o zamana kadar ki hayatımın boşluğunu, gayesizliğini sırf böyle bir insandan mahrum oluşumda bulmaya başlamıştım. İnsanlardan kaçışım, içimden geçenlerin en küçük bir parçasını bile etrafıma sezdirmekten çekinişim bana sebepsiz ve manasız görünürdü. Zaman zaman beni saran hüzünlerin, hayat bıkkınlığının bir ruhi hastalık alameti olmasından korkardım. Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.
Sabahattin Ali (Kürk Mantolu Madonna)
Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz? Ben de, o zamana kadarki hayatımın boşluğunu, gayesizliğini sırf böyle bir insandan mahrum oluşumda bulmaya başlamıştım. İnsanlardan kaçışım, içimden geçenlerin en küçük bir parçasını bile etrafıma sezdirmekten çekinişim bana sebepsiz ve manasız görünürdü. Zaman zaman beni saran hüzünlerin, hayat bıkkınlığının bir ruhi hastalık alameti olmasından korkardım. Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.
Sabahattin Ali (Kürk Mantolu Madonna)
İnsanlık ancak ve ancak birbirleriyle savaşmak yerine evrene karşı savaşan tek bir ordu haline geldiği gün bu evrende çok uzun süreler var olmak için bir şans elde edecektir! Hayatta kalmak için zamana karşı bir yarışın olduğu bu kaotik evrende kendi içinde savaşan bir insanlık değerli enerjisini boşa harcar!
Mehmet Murat ildan
annem, hayatıma ne zaman bir yön vereceğimi neden herkese benzemediğimi sormaya başlayacak yeniden, yaşamın aslında hiç de karmaşık olmadığını söyleyecek…Günün birinde onun hiç durmadan aynı sözleri tekrarlamasından bıkıp usanacağım, sırf onu hoşnut etmek için biriyle evlenip o adamı sevmeye zorlayacağım kendimi. İkimiz birlikte bir geleceğimiz olduğu hayalini kurmayı başaracağız: kırda bir ev, çocuklar, çocuklarımızın geleceği. İlk yıl sık sık sevişeceğiz, ikinci yıl daha az; üçüncü yıldan sonra insanın aklına herhalde ancak on beşte bir gelir seks, aklına geleni ise ayda bir gerçekleştirir. Daha da beteri, hemen hemen hiç konuşmayacağız. Durumu kabullenmeye çalışacağım, neyim eksik ki, bu adam artık benimle ilgilenmiyor, yüzüme bile bakmıyor, hep arkadaşlarından söz ediyor, sanki gerçek dünyası onlarmış gibisinden kendi kendimi sorgulayacağım. Evliliğimiz iyice kötülediğinde gebe kalacağım. Çocuğumuz olacak, bir süre birbirimize yakınlaşacağız, sonra her şey gene eskisi gibi olacak. Dün -ya da günlerce önce miydi bilmiyorum artık- o hemşirenin anlattığı teyze gibi kilo almaya başlayacağım. Perhizlere gireceğim, her gün, her hafta sistematik yenilgilere uğrayacağım, her türlü denetim çabama ısrarla karşı koyarak artan kilolar karşısında. 0 aşamada, depresyonu engelleyen sihirli haplar kullanmaya başlayacağım, derken bir-iki çocuk daha yapacağım, çok kısa süren aşk gecelerinin meyvesi olarak. Çocuklarımın yaşam nedenim olduğunu söyleyeceğim herkese, oysa aslında benim yaşamım onların yaşam nedenidir. Herkes bizi mutlu bir çift olarak görecek, yüzeyde görünen mutluluğun altındaki yalnızlıklardan, öfkeden, tevekkülden kimsenin haberi olmayacak. Derken, günün birinde, kocam ilk sevgilisini bulacak, ben o hemşirenin teyzesi gibi ortalığı ayağa kaldıracağım belki ya da kendimi öldürmeyi düşüneceğim bir kez daha. Ama o zamana dek yaşlanmış, korkaklaşmış olacağım. Bana gereksinme duyan iki-üç çocuğum olacak; her şeyi terk etmeden önce onları büyütüp dünyada bir yer edinmelerine yardıma olmak zorunluluğunu duyacağım. Kendimi Öldüreceğime rezalet çıkaracağım, çocukları alıp gitme tehdidini savuracağım. Her erkek gibi kocam da sinecek, beni sevdiğini, bir daha böyle bir şeyin olmayacağını yeminle söyleyecek. Onu gerçekten terk edecek olsam ana-babamın evinden başka gidecek bir yerim olmadığını, ömür boyu orada kalıp annemin dırdırını -mutluluk fırsatını elimden kaçırdığımı, her erkeğin böyle kaçamaklar yaptığını, aslında çok iyi bir adam olduğunu, kendini bilen kadının yerinin kocasının yanında olduğunu, çocukların bu ayrılıktan dolayı bunalımlar yaşayacağını- dinlemek zorunda kalacağımı aklına bile getirmeyecek. Birkaç yıl sonra bir başka kadın girecek hayatına. Ya birlikte göreceğim onları ya da biri haber verecek, öğreneceğim kısaca. Ama bu kez öğrendiğimi açıklamayacağım, görmezden geleceğim. Tüm enerjimi ilk sevgiliyle boğuşmak için harcamışım, artık hiç enerjim kalmamış. Zaten hayalleri unutup yaşamı olduğu gibi kabullenmek daha iyi, daha kolay. Annem haklıymış. O hep anlayışlı bir koca olacak; ben hep kütüphanede çalışmayı, öğlenleri tiyatronun karşısındaki ta sandviçlerimi yemeyi, başlayıp başlayıp doğru dürüst bitiremediğim kitapları okumayı, on, yirmi, elli yıl öncekinden farklı olmayan televizyon programlarını izlemeyi sürdüreceğim. Tek fark, sandviçleri yerken şişmanlıyorum, diye suçluluk duyacağım, evde beni bekleyen kocam ve çocuklarım olduğu için akşamları barlara gidemeyeceğim. Bundan sonra geriye kalan tek şey çocukların büyümesini beklemek ve gün boyu intiharı düşünmek, ama bunu gerçekleştirecek cesareti bulamamak olacak. Günlerden bir gün, hayatın zaten bunlardan başka bir şey olmadığını, tasalanmanın gereksiz olduğunu, hiçbir şeyin değişmeyeceğini anlayacağım. Ve kabulleneceğim. Veronika içsel konuşmasına son verirken bir de kendine söz verdi: Villete’ten sağ çıkmayacaktı. Hâlâ ölecek kadar sağlıklı ve cesurken her şeye bir son vermek en iyisiydi.
Paulo Coelho (Veronika Decides to Die)
Hayallerine ulaştıkça hayallerini gerçekleştirmenin kesinlikle yeterli bir şey olmadığını göreceksin! Neden? Çünkü zaman çok kısıtlı; yol çok çabuk bitiyor! En büyük hayal, sınırsız bir zamana sahip olmaktır! Ve bu en büyük hayal gerçekleşmeden, binlerce sıradan hayale ulaşmak, gecenin karanlığında kaybolacak siluetlere sahip olmaktan başka bir şey değildir!
Mehmet Murat ildan
Kelimeler bir kez daha etraflarına ördüğüm bariyerleri yıkmaya çalışıyorlardı. Onunla her olduğumda, serbest kalmak istiyorlardı, ama etraflarını saran duvarı sağlamlaştırmak için çalışıp duruyordum. Onları duymaya ihtiyacım yoktu. Onları söylemeye ihtiyacım yoktu. Ama duvarları yumrukluyorlardı. Bütün öpüşmelerimiz bu şekilde sona erene kadar şiddetle vuruyorlardı. Zamana ihtiyacım oluyordu ve bana izin veriyordu. Bu kez hiç olmadığı kadar dile getirilmek istiyorlardı. Havaya ihtiyaçları vardı. Duyulmak istiyorlardı. Bir gün bu yumruklara dayanamadığımda duvarlar yıkılacaktı. Bir gün dudaklarım dudaklarına dokunduğunda kelimeler duvarları aşacak, çatlakların arasına süzülüp göğsüme doğru yükselecek ve yüzünü tutup gözlerinin içine bakarken bizim ve kaçınılmaz üzüntünün arasında duran bariyerlerin yıkılmasına izin verecektim.
Colleen Hoover (Ugly Love)
Şüphesiz onun için dünyanın en rahat hayatıydı bu. Otuz beş sene süren hademelik hayatında birdenbire hiç beklemediği zamanda, olması icap ettiği şekilde bir daireye kavuşmuştu. Fakat onun da aklı bu işi almıyor, benim akşama kadar sağdan soldan bulduğum saatleri tamir etmekliğim, Nevzat Hanım'ın süveter örerek hayatını anlatması, kendisinin bizi seyretmesi için bütün bu işin kurulmuş olmasına şaşırıyordu. Onu yormuyorlar, azarlamıyorlar, bunaltmıyorlardı. Binaenaleyh bu iş onun için de mantıksızdı. Bir gün bana utana utana: - Beyim, demişti, bu işe ben de şaşıyorum. İçime acayip şüpheler girmeğe başladı. Acaba öldüm de cennette miyim, diye düşünüyorum. O zamana kadar hademe denen mahlukun kendi hayatının şartlarına göre ayrı bir cennet tasavvuru olabileceğini hiç düşünmemiştim. Fakat saadet telakkimiz niçin hayat şartlarımıza göre olmasın?
Ahmet Hamdi Tanpınar (Saatleri Ayarlama Enstitüsü)
...Düşünmek,risk almak ve cesaret etmek demektir. Düşünmeye cesaret edemeyen,kendi iradelerinden vazgeçer.Düşünmeye cesaret edemeyenler medya sistemleri ve araçları yoluyla oluşturulan moda kimliklere,moda kültürlere bağlanırlar.Bir toplumda yeni kuşaklar,kendi kültür ve medeniyet değerleriyle ilişkilerini kestiklerinde o toplumun tarihinde yeni bir yabancılaşma dönemi başlamış demektir.Genç kuşakların kimliklerinin ve varoluş tarzlarının dönüştürüldüğü toplumlarda,hayatın her alanında Müslümanların,şimdiki zamana uyanarak yeni başlangıçlar yapmaları gerekir...
Atasoy Müftüoğlu (Ağır Hasarlı Algılar)
Her insan, ne kadar müspet yaratılışta olursa olsun ölümünden sonra tekrar dirilmeyi düşünür, özler. Bu hayat dediğimiz mihnetler silsilesinin çok ileri zamana, müpheme atılmış bir mükafatı gibidir. En müsait ve daima kazanacak kağıtlarla oynan bir oyun gibi, yeniden, adeta baştan aşağı beğenmemek, inkar etmek, değiştiğinden dolayı sevinmek için kalmışa benzeyen küçük bir mazi şuurundan başka her şeyi, her tarafı deşmek, güzelleşmek şartıyla tekrar yaşamaya başlamak elbette insanlığın vazgeçemeyeceği bir hülyadır.
Ahmet Hamdi Tanpınar (Saatleri Ayarlama Enstitüsü)
The radif is a rhyming alphabet, word or a phrase appears at the end of the first line of a ghazal and at the end of the every second line of each sher in the same ghazal. In other words, the radif demands a portion of the first line comprising not more than 2 to 3 words. For example, Yad hai is a radif in the following sher Chupke chupke rat din ansu bahana YAD HAI     Hamko apni ashiqi ka wo zamana YAD HAI   Hai is a radif in the following sher Hangama hai kyun barpa thodi si jo pi li HAI Daka to nahin dala chori to nahin ki HAI
R.K. Das (Essays on Poetry and Music of Indian Ghazals)
Onun bu kararından daha büyük bir aptallık hayal etmek zor. Yapmak istediği şey çıkarlarına tamamen tersti. Aslında şunu belirtmek gerek, Bernard onu tanıdığı iki yıldan beri, onunla mutluydu, Laura onun için bir kaçıştı, babası, Bertrand Bertrand'ın çocukluğundan bu yana kendisi için hazırladığı hayattan uzakta bir sığınaktı. Nihayet özgürce, keyfince yaşayabilir, ailesinden hiç kimsenin meraklı kafasını sokamayacağı gizli bir köşeye, hayatın başka alışkanlıklara göre devam ettiği bir köşeye sahip olabilirdi: Laura'nın bohem havalarına, arada bir çaldığı piyanosuna, onu götürdüğü konserlere, huysuzluklarına ve acayipliklerine bayılıyor, onunla birlikteyken, kendini babasının görüştüğü zengin ve can sıkıcı insanlardan uzakta hissediyordu. Ama mutlulukları koşulluydu: Bekâr kalacaklardı. Evlenirlerse, her şey bir anda değişirdi: Birleşmeleriyle kapıları bir anda Bernard'ın ailesine açılmış olacaktı; aşkları sadece çekiciliğini değil, anlamını da kaybedecekti. Laura ise o zamana kadar Bernard üzerinde kullandığı bütün gücünden mahrum kalacaktı.
Milan Kundera (Immortality)
Her birimiz kuralları, erotik tabuları kırmayı ve sarhoşluk içinde yasak olanın hükümdarlığına girmeyi arzularız. Ama o kadar cesaretsizizdir ki... Bizden daha yaşlı bir sevgili, daha genç bir aşık edinmek, işte yasakları çiğnemenin en kolay ve herkese açık bir yolu olarak tavsiye edilebilecek bir şey. Laura'nın ilk kez kendinden daha genç bir aşığı oluyordu. Bernard'ın ilk kez kendinden daha büyük bir sevgilisi oluyordu ve ikisi de bu ilk deneyimi kışkırtıcı bir günah gibi yaşıyorlardı. Laura, Paul'e Bernard'ın kendisini on yaş gençleştirdiğini söylerken doğruyu söylüyordu: O ara bir enerji dalgası sarmıştı her yanını. Ama bu onun kendisini Bernard'dan daha genç hissettiği anlamına gelmiyordu. Tersine, o zamana kadar hiç tadamadığı bir keyifle kendinden genç bir aşığa, zayıf olduğuna vehmeden ve deneyimli sevgilisinin onu daha önceki aşıklarıyla kıyaslayacağını düşünerek çekingenliğe kapılan bir aşığa sahip olma düşüncesinin tadını çıkartıyordu. Erotizmde de işler danstaki gibi yürür: Her zaman eşlerden biri diğerini idare etmeyi üstlenir. Laura ilk kez bir erkeği idare ediyordu ve Bernard için idare edilmek ne kadar esriticiyse, onun için de idare etmek o kadar esriticiydi.
Milan Kundera (Immortality)
(duman adam) ‘Bizim varlığımızı hiç kimse bilmemeli… Ve ne yaptığımızdan ve varlığımızdan haberdar olmamalı… İnsanların yaşamlarından saatler, dakikalar, saniyeler aşırmak çok güç bir iş… çünkü onların tasarruf ettikleri her an, onlar için bir kayıp… Bizim içinse kazanç… Onları biriktiriyoruz… Onlara muhtacız… Zamana doymak bilmeyiz… Ah, zamanınızın ne değerli olduğunu sizler bilmezsiniz… ama biz… biz iyi biliriz…
Michael Ende (Momo)
Loş dükkânlardaki çatlak aynaları andıran kasvetli şiirleri okurken yokladığım yer kendi kalbimdi, daha doğrusu o kelimelerde kendimden izler bulmayı umardım ve işte oradaydım! Auxilio Lacoutre veya Auxilio Lacoutre'den parçalar: Mavi gözler, kısacık saçlar, ince uzun bir yüz, çizgilerin belirginleşmeye başladığı bir alın. Orada kendimi bulmak beni baştan aşağı ürpertir, gelecekten korktuğum bir şüphe denizine sürüklerdi, zamanın hızla akıp gittiğini hissederdim elimde olmaksızın ama bir yandan da doya doya yaşadığımı, kendi seçtiğim zamana ait olduğumu ve içinde yaşadığım fırtınalı dünyanın değişken havasının beni sarmasına izin verdiğimi hatırlatırdı bana.
Roberto Bolaño
Ne denli küçüksün, onu görmek için büyük bir şeyin yanına git! Ne denli büyüksün, onu da zamana bırak, o söylesin!
Mehmet Murat ildan
O zamana deki her kitabın nesnelerden söz ettiğini sanırdım; kitapların dışında kalan insancıl ya da kutsal nesnelerden. Şimdi, kitapların oldukça sık başka kitaplardan söz ettiklerini ya da sanki kendi aralarında konuştuklarını fark ediyordum. Bu düşüncenin ışığında, kitaplık bana daha da tedirgin edici bir yer gibi göründü. Uzun, yüzyıllar süren bir mırıltı, bir parşömenle bir başka parşömen arasında görünmez bir söyleşiydi demek ki kitaplık; canlı bir nesne, bir insan zihninin yönetemeyeceği güçlerin barınağı, birçok zihinden çıkmış, onları üreten ya da iletenlerin ölümünden sonra da varlığını sürdüren bir gizler hazinesi.
Umberto Eco (The Name of the Rose)
...bazı duvarları yıkmak zorunda kalmışlar, ama eskiyi de kurtarmışlardı. Birçoklarının sandığı gibi eski yeniye dönüştürülemeyecek bir şey değildi: İnsan gelip geçici heyecanlara kapılmayacak kadar sakin ruhlu ve becerikli olursa, eskiyi biraz kıvırıp bükerek yeniye çevirebilir, birçoklarının yeni baştan yapmaya kalkıştığı şeyi, küçük ama zeki uzlaşmalarla zamana uydurulan eskinin içinden çıkarabilirdi.
Orhan Pamuk (Cevdet Bey ve Oğulları)
Ben bir anıyım, diye düşündüm, ben bir hayaletim. Bir yabancı, bir göçmen, bir geçici işçi, bir mülteci, ucube, zavallı, öteki, sürgün, göçebe, esir, köle, hükümlü, evsiz, kaçak, neye benzer? Sınırlar ortadan kalkmış. Maske, kimliğin gizli yüzü. Hiçbir yere ait olmayan, hiçbir zamana ve aşka. Kimliğini, kök salma yetisini kaybetmiş bir göçebe, kırık bir hafıza, yoklukta bir varoluş, yuvası hareket eden bir tren, bir uçak. Bir sürgün, bir uzay kapsülünün içindeki köpeğe ya da astronota benzer, aslında astronottan daha çok bir köpek gibidir, çünkü köpeği geri getirmek için asla bir çaba harcanmaz. Kapsülse senin dilindir.
Fatih Balkış (Karaçam Ormanı'nda)
Sonsuzluğun yanında günler ve haftaların ne anlamı ola bilirdi ki?... Bu bir anlamda insana huzur veren bir fikirdi. Eğer sonsuz zamana sahip olsaydık, yaşadığımız anlar çok daha hafif yükler verirdi bize.
Diana Gabaldon (Outlander (Outlander, #1))
Gençler hakkındaki yaklaşımım, her öğrencinin veya normal olarak güçlü güdülere sahip her çocuğun tüm durumlara karşı tepki vereceğini düşünecek kadar romantik değil. Bu çocukların okula geldikleri zamana kadar okul dışındaki zedeleyici koşulların kurbanı olmuş ve herhangi bir katılımda bulunamayacak kadar edilgen ve aşırı derecede suskun hale gelmiş çocuklar olması ihtimali de vardır. Muhtemelen, daha önceki deneyimlerinin bir sonucu olarak kibirli, haylaz ve hatta tam anlamıyla isyankâr hale gelmiş başka çocuklar da olacaktır. Ancak şu da kesindir ki; toplumsal denetim prensibi bu tür vakalarda geçerli olamayacaktır. Bu tür vakalarla başa çıkmak için herhangi bir genel kural bulunamayacağı da doğrudur. Öğretmenin bu durumlarla tek tek ilgilenmesi gereklidir. Bu durumlar belki genel olarak sınıflandırılabilecektir ama hiçbiri birbirinin aynı olmayacaktır. Öğretmen, öğrencilerin serkeş tavırlarının sebeplerini kendisi keşfetmek zorundadır. Eğer eğitim süreci devam edecekse, öğretmen bunu bir 'daha güçlü olanı bulmak için iki iradeyi çarpıştırma' meselesi haline getiremez ve aynı zamanda da haylaz ve katılımcı olmayan öğrencilerin diğerlerinin eğitimsel faaliyetlerini kalıcı olarak engelleyecek bir noktada durmalarına da izın veremez. Bu öğrencileri dışlamak belki de alınabilecek tek mevcut önlemdir, ama kesinlikle çözüm değildir. Çünkü bu önlemin dikkat çekme veya gösteriş yapma gibi istenmedik anti-sosyal tavırların ortaya çıkmasındaki sebepleri pekiştirmesi ihtimali de vardır.
John Dewey (DENEYİM VE EĞİTİM)
Belki yaşam, sadece kötülük yol alsın diye vardır. Senin sandığın gibi iyiliği yüceltmek için değildir bunca şey. Kötülüğünde kıymetli bir şey olabileceğini hiç düşündün mü?Ve bir gün bir yere varabileceğini? Sana hep kötü şeyler anlatıyorum değil mi? Bir de anlatmadıklarımı bilsen. Benim anlatmadıklarımı gazeteler yazıyor. Ben gazetelerde birer isim olarak geçen o insanların, hangi hayatları terk edip öldüklerini anlatıyorum sana. Benim anlattıklarım, o gazetelerde isimleri geçen insanların dostları, yakınları, komşuları... Dün bir adam kendini otelin penceresinden attı. Herkes onun geride bıraktığı mektubu okuyup, bir şeyleri deşifre etmeye çalışıyor. Nafile... Bulmak kaybetmektir. Şifreyi çözerek hiçbir yere varamayacaklar. Bilgi çözüldükçe artmayacak aksine azalacak. Hafızayı zamana emanet etmenin sonucu unutmaktır. Zaman unutturur. Unutturur ki, hayat devam etsin. İnsan unutmasaydı, yaşayamazdı. Hayat, tekrarlanmasaydı, olmazdı. Çünkü yaşananlardan başka bir şey yok. Yaşananlar yeniden yeniden yeniden yaşanmalı ki varoluş da tekrarlansın.
Mine Söğüt (Şahbaz'ın Harikulâde Yılı 1979)
Mükemmel bir yol bulduğunda, çok geçmeden sıradan yollarda geçirdiğin zamana acımaya başlarsın!
Mehmet Murat ildan
Daha yakın zamana kadar savandaki orta halli yaratıklar olduğumuz için hala korku ve endişelerle doluyuz, bu da bizi fazlasıyla zalim ve tehlikeli kılıyor. Ölümcül savaşlardan çevre felaketlerine pek çok tarihsel kötülük, bu çok hızlı gerçekleşen sıçramadan kaynaklanıyor.
Yuval Noah Harari
Aaj fir se khamoshi chayi hai, Naa jaane kaisi udaashi aai hai! Khush hai zamana, khush hai apne, Naa jaane fir kyu ye dukh ki ghadi aai hai! Ruthe hai apne, adhure hai sapne, Aur waha dekho, jashan-e-bahaar chayi hai!!
Swastika Shikhar
...yeryüzünde zamana dayanabilen hiçbir bağ yok... Her şey geliyor ve geçiyor. Hiçbir şey ilk günkü gibi kalmıyor. Acı da mutluluk da... Sevdiklerimiz de sevmediklerimiz de...
Özgür Bacaksız (Yaşamak sakinlik i̇ster)
(Margaret Walker)....Bir yazarın her gün birkaç saat yazacak zamana ihtiyacı vardır. Kurmaca düzyazı alanında bu özellikle gereklidir, romanda ise mutlak bir zorunluluktur. Şiir yazmak farklı olabilir, ama roman her gün uzun saatler sabit bir hızla ilerleyip işi bitirinceye kadar da durmamayı gerektirir. (s.275)
Mason Currey (Daily Rituals: Women at Work)
Mükemmel bir yol bulduğunda mükemmel olmayan yollarda geçirdiğin zamana çok acırsın! Ama şunu da unutma ki mükemmel olmayan yollarda çok zaman geçirdiğin için mükemmel yolun değerini mümkün olan en iyi şekilde anladın!
Mehmet Murat ildan
Örseler acıyla düştüğü yeri Susarak büyüyen adamların sevgisi. Ağzında pas tadıyla bir inceliği söylemek Bir gülünç içtenliktir, gecikmiş ve ezik Sen bende yanlış bir ömrün tortusunu öpüyorsun. İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk Onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını. Sen bende neleri öpüyorsun biliyor musun Herkesin simsiyah kesildiği bir akşam Yıldızlarla yedirenk gökyüzünü öpüyorsun. Sen bende, gözlerinin anne ışığıyla Bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorsun.
Şükrü Erbaş
Dhoondte Dhoondte kyon tera har ek thikana… Har roz mujhe ku dejata hai ek naya bahana… Zulfon ka woh tera, teri ankhon ko chupana…. Ankhen woh teri, tera main deewana… Husnwalon se toh sahi me bhara hai zamana… Fir bhi qaid hai meri ankhon me woh sirf tera muskurana… Khwaishon se meri zindagi ka yun hi bhar jaana.. Phir bhi har ek khwaish se upar hai, bs tu mujhe mil jaana…
Basit Akram
Bir şeye, bir zamana, birine adanamamak içimde bir uçurum gibi büyüyordu. Kahvenin sıcağından yanan dilimi, damağımın serinliğinde tedavi etmeye çalışırken aklıma Pavese’nin sözleri geldi: Uçurumdan kurtulmanın tek yolu ona bakmak, derinliğini ölçmek ve kendini o boşluğa bırakmaktır. İçimdeki uçurumdan kurtulmak için adını yazmaya karar verdim. Dilim daha iyiydi. Gözümün önüne çeşitli isimlere adanmış metinler geldi. Yazının başlığını attım, başlığın hemen altında sayfanın sağına doğru tırnak içinde adının baş harfini yazdım ve tam ikinci harfe geçtiğim anda kalemime bir sıkıntının oturduğunu hissettim. Bir isme değil de bir harfe adanmış metinlerin okurla oyun oynayan gizeminin sıkıntısı, dilimin yeniden sızlamasına neden oldu. İkinci harfi yazamadım. Uçuruma bakmaya cesaretim vardı ama galiba derinliğini ölçmek istemiyordum. Böyle bırakmaya karar verdim. Yazım bir harfe adanmış olacaktı. Sence bu, yazıyı korkak bir yazı haline mi getirir diye sormak istedim. Ama dilim şiştiği için konuşamıyordum. Belki de o zaman yazının sana adandığını anlamayacak, hatta belki okumayacaktın bile. Bambaşka bir adresi de gösteriyor olabilirdi bu harf. Belki bir komşumu, belki de kilometrelerce ötede oturan bir dostu… Sevdiğim bir şairin adının baş harfi de olabilirdi. Bir şiir kitabının adı mı? Neden olmasın? Hayır, çocukluğumun gizemlerini taşıyan bir oyuncağıma bu harfle başlayan bir isim takmamıştım. Ama pekâlâ en sevdiğim müzik parçalarından birinin büyüsünü taşıyor olabilirdi. Kim bilir, belki de kendimi böyle çağırmayı seviyordum, belki de bu kimsenin bilmediği bir adımdı? Sonra daha korkunç bir şey kemirmeye başladı içimi. Eğer böyle bırakırsam, başkaları üstüne alınacak, yazıya, aslında sana ait olan bir yazıya sahipleneceklerdi. “İşte,” diyecekti eski bir dost, “Bu bana yazılmış bir yazı.” Bir komşum gecenin bir yarısı kapımı çalıp, “Bana adadığınız yazı pek güzel olmuş, içimden geldi ben de size su böreği yaptım.” diyecekti. Kütüphanemdeki kimi kitaplar, diğerlerine caka satacak, “Eee, ne yaparsın, bu adamı içindeki uçurumdan ben çıkardım.” diyeceklerdi. Oysa ben bu yazının tümüyle sana ait olmasını istiyordum. Konuşmaya, yanlış anlamaları ortadan kaldırmaya çalıştım, dilimi bulamadım. Kalktım, kahveyi döküp, bir bardak soğuk su içtim. Ne yapmam gerektiğini biliyordum. Bir harfle bırakmamalı ve uçuruma atlayacak cesareti göstermeliydim. Önümde kalın bir sözlük vardı ve bir sürü harf, önümdeki kağıdın tepesinde duran o güzelim harfin yanına yerleşebilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Kendimi geceye ve içimin derin uçurumuna bıraktım. İkinci harf dilimden elime, elimden kaleme, kalemden kağıda yol almaya başladı. Bu yazının sana ait olmasını istiyordum. O yüzden önce adını yazmak geldi içimden.
Yekta Kopan (Kediler Güzel Uyanır)