“
... Tarihin bütün çağları boyunca Anadolu'da yaşadıkları bilinen bütün kavimleri Türk fetihlerinin başlangıcı olan 11. Yüzyıla kadar aynen getirmiş, hiçbirinin kılına dokunmamış! Anadolu'ya geldiğimiz vakit yalnız Rumlar ve Ermeniler değil, "Hititlerden öncekiler, 'Hititler, Frigyalılar, Lidyalılar, Keltler, Romalılar (ve Allah bilir daha niceleri!) varlıklarını sürdürmekte imişler ve yerlerini Türkler'e bırakmamışlar!' Herhalde, keskin mantıkçı D. Hotharn, şöyle düşünmüş: 《Bütün o kavimlere ne oldu, havaya uçmadılar ya!》 Ve hükmünü vermiş: 《Elbette yaşıyorlardı!》 yazık ki, hiçbir tarihçi, hiçbir antropolog ve hiçbir etnolog böyle bir şey yazmıyor. Bugüne değin yapılan araştırmaların ortaya koyduğu gerçek bellidir: Türklerin Anadolu'yu fethediş çağı olan Onbirinci Yüzyılda, varlıklarını sürdüren başlıca yerli kavimler Rumlar, Ermeniler ve çok az sayıda Yahudilerden ibaretti. Milattan önceki kavimlerin kalıntısı bile yoktu! Mantığa aykırı görünen bir sonuç! Ama tarih, olanların incelenmesine dayanan bir ilimdir. Mantık oyunlarına değer vermez. Ayrıca, milletler de bir bakıma insanlar gibidir: Doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Ancak büyük milletler, yeniden doğarlar.
D. Hotham'ın asıl önemli saçmalaması, daha yerinde bir söyleyişle, ırkına has bir kurnazlık içinde fesat ocağını tutuşturmak istemesi, Anadolu'nun Türkleşmesini anlatmağa çalışırken meydana çıkıyor: Bir avuç Türk, kendisinden çok kalabalık bir karışımı, üstelik pek kısa bir sürede, izah edilmesi imkânsız bir şekilde, Türkleştirmiş ve Müslümanlaştırmış. Rumca ve Ermenice konuşan zümreler, 'Bir avuç!' Türk'ün gelmesinden hemen sonra, dillerini unutmuş, adeta büyülenmiş gibi dinlerini de bırakmış, derhal Müslümanlığa girmişler! Oysa böylesine bir değişme hiç mümkün değildir, başka bir benzeri de yoktur. Anadolu'da yaşayan yerli kavimler, yerleşik bir hayat sürüyorlardı. Ayrıca zamanına göre gelişmiş bir medeniyetin temsilcisi oldukları gibi, dinlerine de son derece bağlı idiler. Diğer taraftan fatih Türklerin büyük çoğunluğu göçebeliği henüz bırakmamışlardı. Böyle bir durumda, yerleşik zümrelerle göçebe zümrelerin karşılaşması halinde, yerleşik zümrelerin erimesi, yeni gelenlerin dilini konuşmak zorunda kalması ve dinini benimsemesi, çok önemli bir şartın varlığına bağlıdır. Göçebe zümre, sayı bakımından, yerli zümrelere kıyaslanmayacak ölçüde üstün olmalıdır. Yerlilerin sayısı göçebelerden fazla ise, yeni gelenlerin erimesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Anadolu'yu fetheden Türkler, D. Hotham ve benzerlerinin sandığı gibi, 'Bir avuç!' olsalardı, ne Türklükleri kalırdı, ne de Müslümanlıkları. Nitekim Bulgar Türkleri, İslav çoğunluğu arasında azlıklarından ötürü erimişlerdir. Cermen asıllı Frankların Latin çoğunluğu içinde erimesi de aynı sebebe bağlıdır. Yerleşik zümrelerle, göçebelerin sayıca, eşitliği, hattâ göçebelerin az bir farkla üstün olmaları halinde bile, yerleşik zümrelerin erimesi imkansız denecek kadar güçtür. Muhabir kültürünün üstüne çıkamayanlar, şöyle bir gerekçeye dayanabilirler. 'Anadolu'ya gelen bir avuç Türk yerli zümreleri yenmiş, dillerini ve dinlerini zorla kabul ettirmiştir.' Oysa böyle bir izah, ciddi bir temele dayanmaz, tamamen sakattır. Çünkü, 'Bir avuç Türk' yalnız Anadolu'yu değil, İran'ı, Hindistan'ı, Mısır'ı ve daha bir çok ülkeyi fethetmiş, yüzyıllarca süren imparatorluklar kurmuştur. D. Hotham ve benzerinin gerekçesi doğru olsaydı, saydığımız ülkeler halklarının da zorla Türkleştirilmeleri gerekirdi. İran ve Mısır'a, Müslüman oldukları için dokunulmadığını düşünsek bile, Hindistan'ın durumunu nasıl açıklayacağız? Hindistan, beşyüz yılı aşan bir zaman boyunca, Türkler'in hakimiyeti altında yaşadı. Ama bugün, Türkçe konuşan kimse yoktur. Yoksa D. Hotham, zorla Türkleştirmenin, yalnız Anadolu'ya gelenlere ait bir özellik olduğunu mu sanıyor? Kaldı ki, Balkanlar ve Orta Avrupa'yı fethedenler de Anadolu'ya gelenlerin çocukları idi. Türkiye'deki Rumları, acele Türkleştirip Müslümanlaştıranlar, Yunanistan'daki Rumlara acaba niçin dokunmadılar?..
”
”