Yeni Hayat Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Yeni Hayat. Here they are! All 84 of them:

Nedir zaman? Bir kaza! Nedir hayat? Bir zaman! Nedir kaza? Bir hayat, yeni bir hayat!
Orhan Pamuk (The New Life)
Aşk birisine sarılma, onunla aynı yerde olma özlemidir. Onu kucaklayarak, bütün dünyayı dışarda bırakma arzusudur. İnsanın ruhuna güvenli bir sığınak bulma özlemidir.
Orhan Pamuk (The New Life)
İlişkideki güven hissi çocuklar için asıl ihtiyaçtır.
J. Krishnamurti (Yeni Bir Yaşam)
Eğer bir şeyi anlamıyorsanız o şeyi yapmayın ve kendinizi yapmak zorunda hissetmeyin.
J. Krishnamurti (Yeni Bir Yaşam)
Dünyaya alnınızda kaç hayat yaşadığınızı gösteren bir rakamla gelmiyordunuz ki. Bir bakışta söyleyebilmenin tek yolu gözleri izlemekti. Yeni ruhların dünyayı ilk kez su gibi içen aç gözleri olur.
Michael Poore (Reincarnation Blues)
Varoluşun gerçekliğine dalmak ve kendini akışa bırakmak. Her geçen gün anı yaşamaya, hissetmeye ve sevmeye odaklanmak, bu süreçte yaptığımız yolculuğun sonucunu saplantı haline getirmemek. Sonuçta hayatın amacı da tam olarak budur aslında, tecrübe etmek ve hissetmek. Önümüze çıkan engeller karşısında, özünü koruyarak değişip yeni şekillere girebilir hayat; durmadan akışının yönü ve yatağının genişliği değişen bir nehir gibi.
A.G. Roemmers (El regreso del joven príncipe)
Keşke Richard gibi her davranışında yalnızca o davranışın sonucunu amaçlayan insanlardan biri olsaydı, oysa kendisi (karşıya geçmek için bekledi) davranışlarının çoğunu karmaşık hale getirir, başka amaçlara sapardı; insanlar şunu bunu desinler diye; düpedüz ahmaklıktı bunu biliyordu (işte polis elini kaldırıyor), çünkü bir an bile aldanmıyordu kimse. Ah yeni baştan yaşayabilseydim hayatımı diye düşündü kaldırıma çıkarken, keşke görünüşüm bile başka olsaydı!
Virginia Woolf (Mrs. Dalloway)
Bakın, dünyada ne gerçekleştirirsek gerçekleştirelim, bunlar hep yeni bir bekleyişe, yeni bir umuda yol açar; bütün evren doğamamış bir şimdiki zamanın cesedinin saçtığı pis kokuyla dolu. Bir doktorun, bir avukatın, bir memurun bekleme odasında kapıldığımız o sinir bozucu zayıflığı hissetmeyen var mıdır? Bizim hayat dediğimiz şey, ölümün bekleme odasıdır. Birdenbire -o anda- zamanın ne olduğunu kavradım: Biz zamandan yapılma ürünleriz, maddeden oluşmuşa benzeyen ama akıp giden zamandan başka bir şey olmayan bedenleriz.
Gustav Meyrink (O Cardeal Napellus)
- Az mı buluyorusunuz intiharları? - Hem de çok az. - İnsanları kendilerini öldürmekten alıkoyan ne sizce? - Henüz... tam bilmiyorum... iki boş inanç alıkoyuyor sanki, iki şey; yalnızca iki şey; bunlardan biri çok küçük, öbürü çok büyük, yalnız küçük olan da çok büyük. - Küçüğü ne? - Acı. - Acı mı? Bu olayda bu kadar önemli olabilecek bir şey mi acı? - Birinci derecede önemlidir. İki tür intihar vardır: Bir büyük bir acı ya da öfkenin etkisiyle intihar edenler; iki çıldırıp intihar edenler. Bunlar aniden bitirirler işlerini. Acıyı pek düşünmezler. Birdenbire biter her şey. Ama bu işi bir de aklı başında, bilinçli olarak yapanlar vardır... bunlar çok düşünür. ... - Acı çekmeden ölmenin hiç yolu yok mu? - Kocaman bir ev büyüklüğünde bir kaya düşünün; dedi - Kaya havada asılı duruyor ve siz onun tam altındasınız. Bu kaya üzerinize... başınızın üzerine düşse... acı duyar mısınız? - Ev büyüklüğünde bir kaya mı? Korkunç bir şey olacağı kesin. - Korku değil sözünü ettiğim acı duyar mıydınız? - Dağ gibi bir kaya... on binlerce tonluk bir ağırlık... Hiç acı duymazdım heralde. - Ama kaya üzerinizde asılı durdukça hep dehşet içinde olurdunuz. Bundan korkmayacak kimse yoktur. Dünyanın en büyük bilgini de korkar, en büyük doktoru da. Acı duymayacağını bilmesine karşın herkes yine de ya düşerse diye acıyla kıvranırdı. - İkinci neden nedir? Büyük olanı? - Öbür dünya. - Yani ceza olarak mı? - Fark etmez. Öbür dünya işte, yalnızca öbür dünya. - Peki ya öbür dünyaya inanmayan ateistler? Yine Karşılık vermedi. - Yaşamakla yaşamamak arasında hiçbir fark kalmadığında özgürlüğüne kavuşur insan. Herkes için amaç budur. - Amaç mı? O zaman kim yaşamak ister ki? - Hiç kimse. - dedi kararlılıkla - Hayat acıdır; hayat korkudur ve insanoğlu mutsuzdur. Bugün yalnızca acı ve korku var. İnsanoğlu hayatı seviyor, çünkü acıyı ve korkuyu seviyor. Buna da uygun yaşıyor. Acı ve korkuya karşılık olarak verilmiştir hayat; hep aldanılan yer burası. Bugünkü insan, o insan değil daha. Ama bir gün o yeni insan gelecek: yaşamakla yaşamamak arasında hiçbir fark görmeyen mutlu gururlu, yeni insan. Acıyı ve korkuyu kim alt ederse o Tanrı olacak. Öbür tanrı artık olmayacak. - O zaman... size göre öbür tanrı var? - Hayır yok: Ama var da aslında. Taşın kendisinde acı yoktur; Ama taştan duyulan korkuda acı vardır. Acıyı ve korkuyu alt eden Tanrı olur. bu yepyeni bir hayat, yepyeni bir insan demektir, her şeyin yeni olması demektir. - Yaşamakla yaşamamak arasında bir fark kalmayacağına göre herkes kendini öldürecektir... alın size değişim. - Bunun bir önemi yok. O aldanmayı öldürecekler. Asıl özgürlüğü, asıl bağımsızlığı isteyen kişi kendini öldürmeye cesaret etmek zorundadır... Kendini öldürmeye cesaret eden kişi aldanmanın da sırrına ermiş demektir. Özgürlükte varılabilecek son noktadır bu; bunun ötesinde hiçbir şey yoktur. kendini öldürmeye cesaret edebilen Tanrı'dır. Bugün herkes bunu yapabilir ve böylece Tanrı'yı yok edebilir, böylece her şeyi yok edebilir. Ama bunu daha kimse yapmadı. - Milyonlarca insan kendini öldürdü. - Ama onların hepsi korkularından öldürdüler kendilerini. Korkuyu öldürmek için değil. Korkuyu öldürmek için, kendini öldüren Tanrı olur. Kirillov / Bay G___v.
Fyodor Dostoevsky (Demons)
şuramızda birşey var acıya benzer umuda benzer böyle günlerde hayat hem acıya, hem umuda benzer gün ölümle başlatıyor hayatı her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor her sabah ölümü anlatıyor gazeteler sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf yeni bir cinayetin röntgenini çıkartıyor gövdeme beynim sabırla keskin iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir gelirse de bilinir nerden ve nasıl böyle ölümün yücedir adı ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası çünki ölümün kanıdır besleyen bir başka baharın tohumlarını şuramızda birşey var bizi onduran şey acıya saran umudu kuşatan
Arkadaş Z. Özger
Avuç büyüklüğünde küçük bir taş ve onu oyarak bir gitara dönüştürmeye çalışan Deniz, kendisini seyreden çocukların ilgisinden aldığı motıvasyonla gıtarın sapında olması gereken oyuntuyu vermek için küçük küçük vurdu darbelerı taşa sakince konusurken: "İşte bizi de böyle sekılllendırır hayat... Olmamız gereken seye donusebılmek ıcın küçük küçük darbelere ihtiyacımız vardır. Maalesef darbeler acıtır, büyürken acırsınız. Ama ancak acıyarak kendimizi bulduğumuzu kimse söylemez bize, belki de korkacağımızı sanırlar. Halbuki ruhumuz acıdıkça kabuğumuz soyulur... İçimizdeki güzellik dışımıza çıkana kadar. Aynı taşın içindeki bu heykel gibi." Elindeki heykelciği çocuklara göstermek için kaldırdı. Küçük Kaan, "Büyük şeyler de yapabilir misin? İnsan heykeli mesela" dedi. Deniz gülümsedi, "Çok çalışırsam ve zamanımın tamamını bir süre onu yapmaya ayırırsam yapamacağım hiçbir şey yok" diye cevap verdi ve Kaan`ın gözlerine bakıp, "İnsan vazgeçmediği herşeyi yapabilir" dedi. "Ben acımayı hiç sevmiyorum Deniz Abi" dedi heykelciğin bitmesi için sabırsızlanan küçük Elif. Acıda kalmıştı aklı. Deniz, "Merak etme Elif, büyüdükçe bedenin daha az acıyacak. Daha az düşeceksin, artık ayak parmağını o kadar da vurmayacaksın, dizlerin kanamayacak çünkü bedenin acıya acıya kendini daha iyi taşımayı öğrenecek" dedi. Ruhi kaşlarını çatarak baktı Deniz`e, tilki tarafından ısırılan köpeğini vurmak zorunda kalmıştı babası, kalbi çok kırıktı. Sanki dünyadakitüm tilkileri yok ederse ancak rahatlayacaktı. Deniz özellikle ona bakarak devam etti konuşmasına: "Büyüdükçe artık bedenimizin değil, rukumuzun acıdığı şeyler yaşamaya başlarız. Benim başıma neden bu geldi derken bulursun kendini. Ama nasıl bu darbeler olmasa elinizdeki heykelcikler ortaya çıkamazsa, hayatın ruhumuza yaşattığı acılar olmasa da biz, biz olamayız, olgunlaşamayız. Çünkü acı hisseden kişiden bir şey doğar: İntikam ya da anlayış. Seçim bizim. Kendine acıyanlar intikamı seçerler ve sonunda intikamını almaya çalıştıkları şeye dönüşürler. Haksızlığa uğradığı için intikam peşinde koşan biri haksızlığa uğratır. Anlamayı seçenlerse olgunlaşırlar. Bırakın hayat sizinle uğraşsın, acıtsın. İntikama düşmeyin, anlayın, anlayın ki öğretsin, değiştirsin. Bırakın hayat sizi kendinizle tanıştırsın." Gitarın oyması bitmişti, Elif`e verdi. Bir gün buradan giderse geride kendinden bir parça bırakmak istemişti daha hiç gitmeye niyeti olmasa da. Geride bıraktığı parçanın bu küçük heykelcikler değil, çocukların verimli beyinlerine ekilmişilham tohumları olduğunu düşünmeden başladı son taşı oymaya, bu taş Ruhi`nin köpeği içindi. O köyden bir sanatçı çıkacaktı. elif, yazdığı üç kitapla kitlelere ulaşıp farkındalık yaratacak, o kitabı okuyan bir müzisyen esinlenip yeni bir müzik yaratacak, çalışırken o müziği dinleyen genç bir kimyacı amgdalinden leatral üretmeyi başaracak;kanserden ölmek üzereyken kimyacının ürettiği leatrali kullanan bir avukat kanseri yenip çocuk haklarını esas alan çok önemli bir yasanın meclisten geçmesi için savaşıp kazanacak;meclisten geçen yasa sayesinde hayatı kurtulan bir çocuk milyonlarca insanın hakkını yağmadan kurtaracaktı...Şükürler olsun ki hayat her an, hepimizden daha akıllıydı. Tek yapmamız gereken ilhamımızı bulmak ve ölesiye onu korumaktı. Çünkü evrende tesadüf yoktu.
Azra Kohen
Sanırım çoğu erkek, bir aile sahibi olduğunu kavrayamıyor. Erkeklerin ıstırabı, bir kadını sevmeleriyle başlıyor. Bu ıstırap akıllarına bir nebze yatıyor çünkü onlara haz veriyor ve tatmin de ediyor. Daha sonra erkekler sevdikleri kadınla evleniyorlar. O kadar kolay olmasa da bunu da hâlâ anlayabiliyorlar. Sonra kadın iki ya da ikiden fazla çocuk doğuruyor. Erkekler bu süreçten sonrasını artık anlayamıyorlar. Zira şimdi sofraya dört, beş kişi oturuluyor, kalabalık akşam yemekleri yeniyor. Çocukların bir süre sonra onlara baba demesini yadırgıyor erkekler. Sonra karılarını suçlamaya, çocuklarını korkutmaya başlıyorlar. ----- Olağanüstü şeyleri bizzat yaratmamız gerekiyor yoksa dünyada karşımıza çıkmıyorlar. ----- Traudel, benim uzun süre işsiz kalmamdan, bunu biraz da onun yeterince para kazanmasına güvenerek kasten yapmamdan korkuyor gibi. ----- Traudel’i asla affedemeyebili rim. Kendimi onun tarafından ihanete uğramış hissediyorum. İhaneti, size itiraf edilmiş ama başkasına yapılmışsa kaldırabilirsiniz ancak. Fakat bir ihanetin kurbanıysanız, size ihanet edene asla geri dönmezsiniz. Kıytırık menekşe kokusu aklıma daha da kıytırık bir fikir getiriyor: Belki de kendime yeni bir kadın bulmalıyım. Oysa yeni bir kadın için en ufak bir istek yok içimde. Herhalde aşkın aşağılamalarından geri çekiyorum kendimi. Ayrıca arada bir baş gösteren yeni bir kadın bulma fikri, biyografimin kibriyle hiçbir şekilde bağdaşmayan bir hayat hikâyesi klişesi, ----- Giriş salonunda bir sürü kederli insan otursa da ortamdaki keder akıl alır gibi değil. Keder herkesi kederlendiriyor, yani keder herkes için o kadar aşikâr ki, bu alenilik onu önemsizleştirip görünmez kılıyor. ----- Bir kez sevmiş olan ve hâlâ seven biri, kendini aşka elverişli bir hale getirmenin ne kadar zor olduğunu, ne kadar uzun sürdüğünü bilir. İnsan acı çekerken anlar, aşk için emek vermeye bir daha kolay kolay kalkışamayacağını.
Wilhelm Genazino (Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk)
kızmadan kızmış gibi yapabilir miyim? işte, bir biçare olduğum ortaya çıkıyor. her normal insanın kızıp köpüreceği sorunlar karşısında ben kayıtsız kalabiliyorum. çünkü içimden gelsin diye bekliyorum, içimden de bir şey geldiği yok. bunun bir nedeni olmalı. nedir o? buldum: ayla’yı sevmiyorum ben. sevseydim, deli ederdi beni bu konu. peki sevmediğim birine niçin katlanıyorum? bugünkünden daha iyi bir dünya düşünemiyorum da ondan. bunu bildikten sonra harekete geçmek niye? bir romanda okumuştum, irade teorisi yapan bir düşünür, bir tekerleğin orta yeri gibi sakin kalmaya alıştırıyordu kendisini. hayat gümbür gümbür dönüyor, ama o, orta yerde, istifini bile bozmadan hakaretsiz kalabiliyor. gerçekten büyün bir başarı. yalnız o adamla benim aramda önemli bir ayrım var: o bunu çaba ile elde etmek istiyor, bense doğuştan öyleyim galiba. doğuştan iradeliyim. öyle mi? yok, bununla kendimi kandıramam. davranışlarımın içimden gelmesini beklememeliyim, çünkü içim yok benim. belki kimsenin yok. herkes, yalan yanlış, daha iyi bir dünyanın ardına düşmüş, o dünya için, boşuna da olsa çırpınıyor, çalışıyor. üst yanı aylaklıktır. bizim ev de hep aylaklarla doluydu. gerçi şükrü’nün iddiaları var, ama ne yapıyor? bu iddiaları ile birtakım aylakların arasında vakit geçiriyor. demek ki o da aylaklık ediyor. anneannemin bu durumu sürdürmekten başka amacı yoktur. davut bey düşler ardında oyalanır. dündar bey dünü değerlendiriyor, ama bu değerlendirmesini bugün için kullanmıyor, belki de kullanmak istemiyor. nesime’ye gelince, içimizde en canlı olan odur bence, basit şeyler bekliyor yaşamaktan ve başka türlü düşünmeye yanaşmıyor: şükrü evlenmeye razı olursa, nesime de evlenir, ilerisi ne olur pek kurcalamaz. bir evi olsun, o ev şöyle böyle dönsün, yeter ona. kimi gün güler, kimi gün ağlar ve yaşamak budur der, o kadar. evinin temellerini sarsacak nedenler üzerinde durmaz. biz de durmadık. yeni bir ev, yaşamaya yeniden başlamak demektir, diye yazmıştım bu günlüğün başına. bense bu yeni evde düşünmeye başladım. çünkü öteki evimizin yıkılması beni uyandırdı. demek ki aylaklıktan ilk kurtulan ben olacağım bu evde. bunu sağlam bir temel olarak alıp oradan işe başlamalıyım." [aylaklar, melih cevdet anday, everest yayınları, syf. 177-178]
Melih Cevdet Anday
Günde 18 saat çalışmak; işte 18.yüzyıl insanseverlerin ve ahlakçılarının idealleri. nec plus ultra: daha ötesi yok çağımızın çalışma yüzyılı olduğu söyleniyor, aslında acının, sefaletin ve çürümenin yüzyılı kırsal bir yerleşimin orta yerine fabrika dikmektense, veba tohumu ekmek, su kaynaklarını zehirlemek daha iyidir. yoksul uluslar halkın rahat ettiği uluslardır, zengin uluslarda ise halk genellikle yoksuldur. modern ordular sadece iç düşmanı ezmek için beslenirler burjuvazinin sanayi ve ticari yeni ihtiyaçlarına uyum sağlamış protestanlık, halkın dinlenmesini daha az dert etti. dini bayramları azalttı. in anima vili: değersiz hayat tacir ve ticaret her zaman aşağılanan bir şey olmuştur antik yunanda Platon'a göre: doğa ne kunduracı yaratır, ne de demirci. Bu tür meşguliyetler bunları yerine getiren kişileri değersizleştirir. Yalan söylemeyi ve aldatmayı alışkanlık haline getirmiş tacirlere ise, sitede ancak zorunlu bir kötülük olarak müsamaha gösterilecektir. Cicero şöyle demektedir: Bir dükkandan saygıya ve hürmete layık ne çıkabilir? Ticaret namuslu bir şey üretebilir mi? Dükkan denen şey dürüst bir insana layık değildir. Tüccarlar yalan söylemeden kazanamadığına göre, yalancı olmaktan daha utanç verici ne olabilir? kim ki kendi emeğini para karşılığı satar, kendini de satar ve köle mertebesine düşürür.
Paul Lafargue (The Right to Be Lazy)
Varoluşun ana fikri,deneyimlemektir,her şeyi bilmek değil. Bilgi ancak deneyimlediklerini analiz etme yetisi geliştirdiğinde ve diğer deneyimleyenleri yargılamayı kestiğinde işe yarar kıvama gelir. Çünkü önemli olan bilmek değil anlamaktır. Gerçekten anladığında asla yargılamazsın. Yargılamak varoluşa aykırıdır. Her varlığın mutlak bir TEK'ten geldiği bir mekanizmada yargılamak en büyük saygısızlıktır. Kısacası varlık aslında her şeyi bilerek bedenlenir ama amaç daha fazlasını anlayabilmek olduğundan doğumla birlikte bilinci geçmişte biriktirdiği bilgilere kapatılır. Çünkü önemli olan geçmişte anladıklarının özüne ne kadar işlediğini ölçebilmektir. Bilginin davranışa dönüşüp dönüşmediğini ölçer hayat. Varlığın yaşayacağı her kriz, yaşamı ne kadar anladığını ölçmek için özenle tasarlanır ve yaşanılan zorluk ne olursa olsun seçimleri daima yaşamın yanında olanlar varoluşun katmanlarında ilerlemeye hak kazanırlar. Yaşamın yanında olmak, anlamakla başlar, anlamaksa yadırgamamakla. Sonuca varmak için acele edenler hep kestirmeden gidip mutlak sonuç ararlar ama böylesine zengin anlamlarla var edilmiş evren mekanizmasında son ve sonuç aslında yoktur, değişim, dönüşüm vardır. Her son bir başlangıç, her sonuçsa varılan Tek'ten yeni bir anlama yolculuktur. Ama ne demek istediğimi anlamak için önce varoluş yolculuğunu fark etmelisin.
Azra Kohen (AEDEN: Bir Dünya Hikayesi)
Suicide Squad – İntihar Timi izle HD 2016 Dc firmasının en iyi komedi filmi İntihar Timi izle geliyor. Dc comics bildiğiniz gibi çizgi romanlarıyla ünlü. Şimdide sinema sektöründe ki zenginliği fark etmiş olacak ki tüm çizgi romanlarını yavaş yavaş sinemaya aktarıyor. İlk olarak superman ile başladı batman ile devam etti.Şimdi sıra 2016 filmleri kategorisinde olan yeni film Suicide Squad yani İntihar Timi filminde. Yapımın çizgi romanı bilmeyenler için belirtiyim en çok kötü karakter bulunan hikayesi. Tanıdık kötü filmde çok. Bazıları; Joker, Harley Quinn, Deadshot. Sizce bu kadar ünlü kötü karakterin çok olduğu bir yapım kötü olabilir mi ? Elbette hayır. Batman olarak filmde Ben Affleck, ezeli düşmanı Joker olarak ise Jared Leto var. Will Smith de Deadshot karakterine hayat vermiş. Vizyon tarihi 12 Ağustos 2016 olan İntihar Timi filmi tam bir yıldızlar kadrosu. Aksiyon filmleri arasında fragmanından gördüğümüz kadarıyla muhteşem bir yapım olacak. Bu muhteşem filmin yönetmenliğini David Ayer üstelenmiş. Yönetmen gerçekten işini harika yapan biri ve bu filmde yer alması gayet yerinde bir tercih. Çalışıcağı oyuncuları ekibi kendisi seçer. Yine seçtiği kadro yeteneğini gösteriyor. Suicide Squad izle yenler den yapımcıyı merak eden olduysa Dan Lin üstlenmiş. Oyuncuları ise Will Smith, Ben Affleck, Jared Leto, Jesse Eisenberg ve Adewale Akinnuoye-Agbaje. İntihar Timi izle isteyenler için sitemizde full ve 1080p olacak. İntihar Timi türkçe dublaj izle arayanlar ise biraz bekledikten sonra sitemizde bulabilecekler. İntihar Timi izle dikten sonra yorumlarınızı filmgo olarak bekliyoruz. İntihar Timi full izle için hazır bekliyoruz.
İntihar Timi izle
Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya. Ona sorarsanız: "Lâfı bile efilmez, mikroskobik bir zaman." Bana sorarsanız: "On senesi ömrümün." Bir kurşun kalemim vardı ben içeri düştüğüm sene. Bir haftada yaza yaza tükeniverdi. Ona sorarsanız: "Bütün bir hayat." Bana sorarsanız: "Adam sen de, bir iki hafta." Katillikten yatan Osman, ben içeri düştüğümden beri, yedi buçuğu doldurup çıktı, dolaştı dışarlarda bir vakit, sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı tekrar, dün mektup geldi, evlenmiş, bir çocuğu doğacakmış baharda. Şimdi on yaşına bastı, ben içeri düştüğüm sene, ana rahmine düşen çocuklar. Ve o yılın titrek, ince, uzun bacaklı tayları, rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldular çoktan. Fakat zeytin fidanları hâlâ fidan, hala çocuktur. Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde ben içeri düştüğümden beri. Ve bizim hane halkı bilmediğim bir sokakta görmediğim bir evde oturuyor. Pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek ben içeri düştüğüm sene. Sonra vesikaya bindi, bizim burda, içerde, birbirini vurdu millet yumruk kadar, simsiyah bir tayın için. Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız. Ben içeri düştüğüm sene, İKİNCİSİ başlamamıştı henüz. Daşav kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı Hiroşima'ya. Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman. Sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi ÜÇÜNCÜDEN bahsediyor Amerikan doları. Fakat gün ışıdı her şeye rağmen ben içeri düştüğümden beri. Ve "Karanlığın kenarından ONLAR ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular" yarı yarıya. Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya. Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine, ben içeri düştüğüm sene ONLAR için yazdığımı: "Onlar ki toprakta karınca suda balık havada kuş kadar çokturlar, korkak, cesur, cahil, hakîm ve çocukturlar, ve kahreden yaratan ki onlardır, şarkılarımda yalnız onların mâceraları vardır." Ve gayrısı, meselâ benim on sene yatmam, lâfü güzaf.
Nâzım Hikmet (Henüz Vakit Varken Gülüm)
Sonuç olarak, yeni hareket Millî Görüş’ten ayrılırken, büyüklerinin yaptıkları hatayı, eksik bıraktıkları noktaları görmüş olabilir. Bu nedenle, ilk önce siyasete uluslararası sahnede başladılar. Amerika’ya ve Avrupa’ya gittiler. Zaten hemen hemen bütün Türkler Amerika’ya bayılırlar. Amerika, yaşam biçimi, kültür kalıpları itibariyle Türkiye’deki orta sınıfların dünyasıyla fevkalâde uyumlu, onlara tesir eden bir memlekettir. Türkiye’deki orta sınıfların Amerika’da, batı müziğini, Rönesans’ı, batı felsefesini arama ihtiyaçları yok, çünkü kendileri de bilmiyorlar. Öte yandan, Amerika’nın lüksüne, kolay tüketimine de hayran oluyorlar ve o hayat tarzıyla bütünleşiyorlar.
Anonymous
Geçtiğimiz sayfalarda liberal felsefeyi zayıflatan bilimsel keşifler arasında hızlı bir tura çıktık. Şimdi bu bilimsel gelişmelerin uygulamadaki etkinliklerini inceleyebiliriz. Liberaller özgür iradeyi anlamın ve otoritenin en önemli kaynağı kabul ettikleri ve her bireyinin özgün bir değer taşıdığına inandıkları için serbest piyasayı ve demokratik seçimleri el üstünde tutar. 21. Yüzyılda görülen üç uygulamalı gelişme, bu inançları tarihe görebilir: 1. İnsanlar ekonomik ve askeri değerlerini yitirecek, böylelikle ekonomik ve siyasi sistem insanlara bu kadar değer vermeyi bırakacak. 2. Sistem kitlesel olarak insanlara değer vermeye devam edecek ama bireyler önemsizleşecek. 3. Sistem bazı özgün bireylere değer vermeye devam edecek ancak bu özgün insan toplulukları kitlelerden farklı olarak sürümleri yükseltilmiş yeni bir süperinsan eliti oluşturacaklar. ... Kısa vadede muhtemeln Ortadoğu’daki karmaşa, Avrupa’daki mülteci sorunu ve yavaşlayan Çin ekonomisi gibi acil sorunlara öncelik tanıyacağız. Uzun vadedeyse, küresel ısınma, artan eşitsizlik ve işgücü piyasasının parçalanması önem kazanacak. Nihayet yaşama gerçekten geniş bir pencereden bakabilirsek tüm sorunlar ve gelişmeler birbirine bağlı üç sürecin gölgesinde kalacak: 1. Bilim tüm toplumu, organizmaların algoritmalar ve yaşamın veri işleme sürecş olduğuna ikna eden bir dogma yolunda ilerliyor. 2. Zeka bilinçle yollarını ayırıyor. 3. Bilinci olmayan ama yüksek zekalı algoritmalar yakında bizi bizden daha iyi bikecek. Bu üç süreçse bu kitabı okuduktan çok sonra bile aklınızda kalmasını umduğum üç dpruyu beraberinde getiriyor: 1. Organizmalar birer algoritmadan, yaşam da veri işlemeden mi ibarettir? 2. Zeka mı daha değerlidir yoksa bilinç mi ? 3. Bilinci olmayan ama yüksek zekalı algoritmalar bizi bizden daha iyi bilecek duruma geldiğinde toplum, siyaset ve gündelik hayat ne olacak, neye benzetecek?
Yuval Noah Harari
Alışılmış yoldan bizi çıkardılar mı her şeyi mahvolmuş sanırız; oysa burada yeni, daha iyi bir hayat başlamaktadır. Hayat var oldukça mutluluk da vardır. İleride çok, çok şeyler var.
Leo Tolstoy (War and Peace)
Rivayete göre şeytan, Mesih İsa'ya Asya yakasındaki Çamlıca tepelerinden, "dünyanın ve içindeki krallıkların bütün ihtişamı budur" derken Boğaz'ı, Haliç'i ve Bizans akropolisini göstermiştir. Burası kusursuz ve bu yüzden sürekli yeni baştan hayat bulan, baştan çıkarıcı şey olarak tasvir edilecek bir yerdi.
Bettany Hughes (Istanbul: A Tale of Three Cities)
Sen iste, Bin defa din değiştireceğim. Sen iste, Bin atalar bırakacağım. Sen iste, Bin defa milliyet değiştireceğim. Sen sadece emret, canım benim, Senin her arzunla yeni bir hayat yazacağım.
Abhijit Naskar (Amor Apocalypse: Canım Sana İhtiyacım)
Ertesi gün yeni bir fotoğrafın peşinde koşun. Hayat zihninizdeki bir fotoğraf albümüdür.
Yekta Kopan (Sıradan Bir Gün)
Garpçılar'ın temel düşünceleri şöyle özetlenebilir: Din, halkın anladığı biçimde alındığı takdirde, birtakım hurâfelere, İsrâiliyyât denilen hikâyelere körü körüne inanmak ister. Garpçılar'a göre, bu şekilde yorumlanan bir İslâmiyet , çağdaş medeniyeti benimsemeye engeldir. Onlara göre, seçkinlerin dini ahlâktır, namaz ve niyazla Müslüman olunmaz. Onlar, hurâfelerden arınmış "ilmî bir islâmiyet" önerisinde bulunurlar. Modern ilme inanan müslüman, bilgisiz bir müslümandan yüz kere daha müslümandır. Garpçılar'ın, öteki düşüncelerinden biri de şudur: İslam dini, VII. yüzyılda her şeyden önce bir çöl toplumu için kurallar getirmiş olup, XX. yüzyılda bunlar ileri bir toplum ve yaşam tarzı için yeterli değildir. Selâmetin yolu, güçlü olmak, zengin olmak, ilim ve kültür sahibi olmakla mümkündür. Ekonomik refâhı sağlayamayan bir toplum için günümüzde hayat hakkı yoktur. Garpçılar'a göre, bize kadar gelen islamiyet, modern uygarlığa ayak uyduramaz. Yeni bir ahlak, geleneksel islamiyetin yerini alacaktır. Başka deyişle, Batı'daki Protestanlık gibi, islamiyet'te de köklü bir reform gerekmektedir. Garpçılar, 1908 Devrimi'nden önceki yazılarında İslamiyet'i yenileştirmeyi önerirler. Dünyanın ve insanın yaratılışı hakkında Kur'an'daki ayetlere karşı Darwinizm'i savunurlar. Garpçılara göre, bu dünya öteki dünyadan daha önemlidir. Bu dünya, öteki dünyaya hazırlık için bir geçit değildir.
Halil İnalcık (Atatürk ve Demokratik Türkiye)
Hayat çoğu kez kısa mutluluklar ve uzun mutsuzluklardan oluşan bir hikâyeler okyanusudur! Bu hikâyelerden herhangi birinin içine girebilir ve hikâyeye yeni bir şeyler ekleyebilirsin! Kısa mutlulukları biraz uzatabilir, uzun mutsuzlukları biraz kısaltabilirsin, ama mutluluğun mutsuzluktan fazla olduğu bir yaşam yaratamazsın çünkü insanoğlu kendisine her zaman bir mutsuzluk yaratır, bu konuda çok başarılıdır!
Mehmet Murat ildan
Hayat çoğu kez kısa mutluluklar ve uzun mutsuzluklardan oluşan bir hikâyeler okyanusudur! Bu hikâyelerden herhangi birinin içine girebilir ve hikâyeye yeni bir şeyler ekleyebilirsin! Kısa mutlulukları biraz uzatabilir, uzun mutsuzlukları biraz kısaltabilirsin, ama mutsuzluğun mutluluktan fazla olduğu bir yaşam yaratamazsın çünkü insanoğlu kendisine her zaman bir mutsuzluk yaratır, bu konuda çok başarılıdır!
Mehmet Murat ildan
Hayatın boyunca beklediğin bütün o saatleri, günleri, haftaları topla! İşte bu bekleme sürelerinden neredeyse yeni bir hayat yaşayamaya yetecek kadar uzun bir zaman süresi ortaya çıkar! Beklemek, adeta yaşamı durduran bir musibet, bir illet!
Mehmet Murat ildan
Doğru sevgi, gideni özgür bırakmayı ve zamanı geldiğinde yokuş aşağı inmeyi gerektirir. Belki şu an tam da bulunmanız gereken yere, tek başınıza inmeyi… Kanyonda yürüyen yaralı bir adam gibi, gecenin bir vakti, sessizce, dikkatlice, Görmese bile, çevrede yeni zirveler ve güzellikler olduğunun bilincinde… Lakin, hayat tepeler ve vadilerle doludur. Ömür boyu bir inilir, iki çıkılır. Tepeden bakarken ufuk her zaman görünür ama Bazen de yıldızların rehberliğinde karanlıkta yürünür. Aradığını vadilerde bulamazsan üzülme, Önündeki yamaçta bekleyen, gün doğumudur.
Cem Göksel Özargun (Sanmasınlar Yıkıldık)
Türk Edebiyatı'nın Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Te'sirleri Giriş Ermeni târih ve edebiyatı hakkında ilmî olmaktan ziyade, siyasî bir mâhiyette propaganda eserleri neşretmekle tanınmış olan Arşak Çobanyan'ın, 1906'da basılan Ermeni Âşıkları (Les Trouvères Arméniens) adlı küçük kitabı, Türk edebiyatı ile uğraşanlar için çok dikkate değer bir eserdir. Türkler'in Arap, Acem taklidi klasik edebiyatlarından tamamıyle ayrı bir hayata malik olan halk edebiyatları ile ve 'Âşık nâmı ile bilinen Türk şâirlerinin hayat ve eserlerini yakından tanımış olanlar, Arşak Çobanyan'ın eserinde Türk edebiyatının Ermeni edebiyatı üzerinde ne derin ve ne kuvvetli izler bıraktığını gösteren birçok şeylere tesâdüf edebilirler. Aşağıdaki mulâhazalar, Ermeni Âşıkları'nın tedkiki sırasında gözümüze çarpan başlıca noktaların izahından ibarettir. Türk edebiyatı târihi ve bilhassa Türkler'in halk edebiyatı ve sazşâirleri hakkında senelerdenberi icrâ ettiğimiz -ve henüz ancak pek ufak birkısmı neşredilmiş- araştırmaların mahsûlü olan bu mülâhazalar, öyle zannediyorum ki Ermeni edebiyatı ile uğraşan mütehassıslar için yeni tedkiklere zemin hazırlıyacak ve simdiye kadar yapılan tedkiklerin düzeltilip tamamlanmasına bir vesile teşkil edecektir. Biribirleriyle uzun müddet temasta bulunan milletlerin, bütün içtimaî müesseseleri gibi, edebiyatlarını tedkikde de bu mukâyese (comparaison) usûlü çok faydalıdır; halbuki Çobanyan'ın eseri bize gösteriyor ki, şimdiye kadar Ermeni edebiyatı hakkında tedkiklerde bulunanlar, bu usûle hiçbir zaman bağlı kalmamışlar, hattâ pek az olarak Arap ve Acem te'sirlerinden bahsettikleri sırada bile, her nedense, Türk edebiyatının adını anmamışlardır. İşin en garip noktası, bil'akis, Ermeni edebiyatının Türk edebiyatı üzerinde te'sir icra ettiği hakkında Arşak Çobanyan tarafından ileri sürülen mütâleadır. Ermeni edebiyatı hakkında maatteessüf hiç malumâtım olmadığı cihetle, Ermeni Âşıkları hakkında başka tedkikler yapılıp yapılmadığını Çobanyan tarafından yürütülen mülahâzaların o hususta şimdiye kadar yapılan araştırmaların muhassılası mı, yoksa doğrudan doğruya kendi fikri mi olduğunu iyi bilmiyorum. Ancak, M. De Morgan gibi meşhur bir âlimin Histoire du peuple arménıen (Berger-Levrault, Paris 1919) adı ile daha sonra neşrettiği eserde, Ermeni edebiyatı hakkında Çobanyan'ın fikirlerini -hattâ ondan çok daha fazla bir taraf tutarak- kabûl ve tekrar etmiş olması, bu fikirlerin ilim aleminde hâlâ şâyi' olduğunu pek iyi göstermektedir. Türk müdekkiklerinin gafletinden ve Avrupa'da Türkoloji tedkiklerinin henüz iptidaî bir halde bulunmasından istifade ile Türkler'in halk edebiyatını ve halk mûsıkîsini Ermeni edebiyatı ile mûsıkîsi nâmı altında Garp mahfillerine arz ve takdimden çekinmiyen Ermeni Halk Şiirleri (Chants Populaires arméniens) müellifinin, edebiyatımızın şüphesiz en kıymetli ve en orijinal şûbesini teşkil eden Âşık şiirlerini de Ermeni edebiyatına maletmek istemesi, çok ileri bir millî taassub eseri gibi telâkkî olunabilir; lâkin bir târihçi tarafsızlığına mâlik olması icabeden De Morgan'ın bunu derhâl kabûl ve müdâfaa etmesi, en hafif tâbir ile, bir ilim adamına hiç yakışmıyacak bir safdilliktir. Lâ-dinî (Din dışı) Ermeni edebiyatının hemen hemen en mühim kısmını teşkil eden Aşug şiirleri'nin teşekkülünde Türk edebiyatının ne kadar büyük te'sirleri olduğunu gösteren bu küçük eserde hiçbir zaman millî bir taassub hissine kapılmadığımızı, tamamıyle ilmî, ve şahsî olmayan bir tedkik tarzı tâkip ettiğimizi söyliyelim. Ermeni edebiyatı târihi için büyük ehemmiyeti olan bu mes'elenin, Ermeni filoloji ve târihi ile uğraşan mütehassıslar tarafından ciddîlik ve ehemmiyetle bahis mevzûu ve tedkik edilmesi, bizce fevkal'âde temennîye şâyandır; çünkü bu hususta yapılacak müstakbel tedkiklerin, Aşug şiirleri'nin başlangıç ve gelişmesi hakkında ilk def'a ileri sürdüğümüz bu görüş noktasını kuvvetlendireceğini ve birçok karanlık noktaları aydınlatıp izah edeceğini kuvvetle ümid ediyoruz.
Mehmed Fuad Köprülü (Edebiyat Araştırmaları)
Birkaç ay evvel Darülfünun namına verdiğim konferansta ''Medeniyet değiştiriyoruz, bir medeniyetten diğer medeniyete geçiyoruz'' demiştim. Şimdi ''dünyaya bakışımızı değiştiriyoruz'' demeyi daha uygun ve kapsamlı buluyorum. Piyetizmin zamanımızda pek dile perseng olmuş bir tabirini kullanarak bu büyük olguya Türk milletinin şuurunda kıymetlerin altüst olması, Türk milletince kıymetlerin yeniden takdiri de diyebiliriz. Avrupa tarihinde Yeni çağ başlangıcı sayılan Rönesans ve Reformasyon, ilim, felsefe, sanat, din, kısaca ferdi ve toplumsal hayat ve kainat anlayışlarında kıymetlerin değişmesidir. Orta çağ Hristiyanlığının kainat anlayışına göre dünyevi hayat, hayatın zevkleri menfur ve mekruhtu. Dünyadan yüz çevirmek, dünyayı terk etmek hayatın gayesiydi. Yeni çağ Hristiyanlığında bu teori altüst oldu. Reformasyonun en büyük siması, adeta Peygamberi olan Martin Luther, bir şiirinde diyor ki: ''Wer nicht liebt Wein, Weib und Gesang, Der bleibt ein Narr sein Lebenlang!'' (Şarap, kadın ve musikinin kıymetini takdir edemeyen adam, bütün hayatında ahmak kalmıştır.)
Yusuf Akçura (Aydınlara Düşen Vazife)
Bazıları için hayat yolculuğu yeni başladı, bazıları için bitmek üzere! Fakat gerçekte ne başlama var ve de bitme, sadece amaçsızca oyun oynayan bir parçacıklar okyanusu!
Mehmet Murat ildan
Biz, hayat hakkında bilgimizi genişletmek için de yazarız. Başkalarını çekmek, büyülemek ve avutmak için yazarız. Başkalarını çekmek, büyülemek ve avutmak için yazarız. Sevdiğimize bir serenad sunmak için yazarız. Yaşamdan çifte tad almak için yazarız: ilki yaşadığımız anda, ikincisi geriye dönüp bakarken. Biz, Proust’un deyimiyle, önce şeyleri ebedileştirip sonra onların ebedi olduğuna inanmak için yazarız. Yaşantımızın sınırlarını aşıp onun da ötesine geçebilmek için yazarız. Kendimize, başkalarıyla konuşmasını, labirentler içindeki gezilerimizi anlatmasını öğretmek için yazarız. Kendimizi boğuluyor, daralıyor ya da yapayalnız hissettiğimizde dünyamızı genişletmek için yazarız. Biz, Kuşların ötmesi gibi, ilkel kavimlerin dans etmesi gibi yazarız. Sizin için yazmak nefes almak bir haykırış veya şarkı değilse – o zaman yazmayın, çünkü bizim kültürümüz onu değerlendiremeyecektir! "Yeni Duyarlılık kitabından
Anaïs Nin
Bir yılda 365 gün var ve yıl boyunca hayatın bütün renkleriyle buluşacaksın: Mavi, siyah, pembe... Sadece mavi hayat değildir, sadece pembe hayat değildir, sadece siyah hayat değildir! Hayat bütün renklerdir!
Mehmet Murat ildan
Mimarın birine yüzlerce, binlerce, kesilmiş, yontulmuş taş veriliyor, kendisinden bir saray yapması isteniyor. Bu öyle bir saray olacaktır ki içine giren kim olursa olsun, kendi eviymiş gibi, hangi odanın nerede bulunduğunu, hangi merdivenin nereden nereye götürdüğünü, hangi kapı açılıp hangi kapı kapanırsa hangi odadan hangi odaya geçileceğini bilsin; ama aynı zamanda öyle değişik, öyle ince yapılmış olacak ki bu saray, kim atarsa atsın adımını kapıdan içeri, ömrü boyunca böyle biryer görmediğini de, göremeyeceğini de bilsin, anlasın. Yalnız, mimardan istenen bir şey daha vardır. Kendisine verilen taşlar renklidir. Bu taşları yan yana, üst üste dizerken, dizdirirken, aynı renkli iki taş ne yan yana gelecek, ne alt alta, ne üst üste. Koca sarayda, yalnız bir yerde, bir tek noktada, yalnız iki taş, aynı renkli iki taş yan yana düşebilecek. Mimar işe başlamış, bütün uyanıklığıyla davranarak, bütün ustalığını kullandığını inanarak bir kat taşı dizdirmiş. İkinci sırayı dizdirirken karşılaştığı güçlüköerden yılmış. İlk sırayı bozmuş. Bir köşesinden başlayarak yapayım demiş sarayı. Birkaç dizi taştan sonra başka bir köşesine geçmiş. Artık, yaptıklarını yıkmak istemediği için. Gel zaman git zaman, aynı renkte iki taşı yan yana koymak zorunda kalacağını her görüşünde, o parçayı bırakıp biraz ötede yeni bir duvar parçası ördürmeğe başlamış. Aynı renkte iki taşı ancak tek bir kez yan yana koyabileceği düşüncesi onu o kadar yıldırmış ki bu iki taşın buluşmasını hep "ileride gerekserim." diyerek ertelemiş. Günler, aylar, yıllar geçmiş böylece; artık bir ayağı çukurda, her akşamla, her sabahla son gününü, son gecesini yaşayan, yaşaması olası bir kişi haline geldiğinde bir de farkına varmış ki Bir de farkına varmış ki, korkusu içinde, yıllardan beri bütün işçileri yanından ayrılmış olduğu, gerçekte onları kendisi uzaklaştırdığı, tek başına kaldığı halde, sanki bütün işçilerin tükenen sabrını kendinde biriktirerek, bütün işçilerinde tükenen kendi sabrını gönlünün gönlünde toplayarak, bütün işçilerin gücünü kollarına aktarmağa çalışarak ördüğü parça parça duvarlar kendisine verilen arsanın her yerini doldurmuş. Ama hepsi ayrı duruyor, hepsi birleştirilmeği bekliyor. Bu arada sarayı, sarayın gerçekleştirmesi gereken koşulları aklından büsbütün çıkarmış olduğu için bu duvarları birleştirmeğe, kapatmağa gücü yetse bile, ömrü yetse bile, bu bitecek yapı saraya değil, herkesin bilebileceği ama eşine kimsenin rastlamamış olacağı bir saraya değil, hayvanların barınabileceği bir ahıra bile benzemeyecek. Ne saray ne yapı varmış ortada, ne de bunların düşüncesi. İoakim'in içinde bir tek soru kıvrılmıştı o gece, inceden inceye: Yapmasa ne olurdu? Uğraşmasa ne olurdu? O yaşta, yükümü anlamaktan çok yadsımağa yakındır insan... O gece anlatılan masalın bu noktayı aydınlatan, cevaplayan bir yerleri vardı herhalde. Orasını ansımıyor. Ancak, bütün bu bilgiler, bir insanın bu oyunu niye kabul edebileceğini, bu oyuna, bütün ömrünü harcatan böyle bir oyuna niye girebileceğini anlatamazdı o yaşta bir İoakim'e. Andronikos, hayatını o kadar dolduran bir anı, bir yaşayış biçimiydi ki bu mimarla kendi arasında herhangi bir bağ görememiş, ya da herhangi bir bağ olamayacağını kesinlikle düşünememişti. Doğulu köle, saatlerce sürmüş gibi olan masalını bitirdikten sonra İoakim'e şunu sormuştu: Ne anladın bunlardan? Bu masal sana neyi düşündürmek ister? Sonra İoakim'in karşılığını beklemeden doğrulup yerinden kalkmıştı. Yürürken "Hayat" demişti, o kadar.
Bilge Karasu (A Long Day's Evening)
Her gün yeni bir macera gibi başlar ama yaşanan her şey çoğunlukla tekdüzedir ve hemen hepsi hayal kırıklığı ile biter. Bazen gün boyunca yeni insanlar tanırsınız, onlarla ve yarattıkları şeylerle zaman geçirirsiniz, farklı yerlere gidersiniz ve her an bir şeyler olacakmış gibi gelir ama günün sonunda, ta uykunuzun geldiği o istemsiz âna kadar hiçbir şey olmaz. Hayat bir film, kitap ya da tiyatro oyunu değildir çünkü. Çok daha ışıltısız, çok daha plânsız ve çok daha acımasızdır. Ondan yine de keyif alırız çünkü bir şeylerin olacağına dair umudumuz vardır.
Cenk Kayakuş (Çıplak ve Kadınlar Arasında)
Yeni teknolojiler eskiden beri süregelen enformasyon sorununu tepetaklak etmiştir: İnsanlar bir zamanlar enformasyona gerçek hayat ortamlarını kendileri yönlendirebilmek amacıyla ihtiyaç duyarken, şimdilerde, aslında hiçbir işe yaramayan enformasyonların görünüşte yararlı olabileceği bağlamları yaratmak zorunda kalmaktadırlar.
Neil Postman (Televizyon Öldüren Eğlence: Gösteri Çağında Kamusal Söylem)
Alçak gönüllülük ve incelik doğru eğitim veren insanın doğasında vardır; o insan hayvanlar ve bitkiler dahil her şeye karşı duyarlıdır ve bu duyarlılık onun davranışlarına ve konuşma tarzına yansır.
J. Krishnamurti (Yeni Bir Yaşam)
İnsan korktuğu zaman hep taklit etmeye eğilim gösterir. Bunu hiç fark ettiniz mi ? Korkan kişi başkalarını taklit eder, geleneğe, anne babasına, eşine, kardeşlerine sarılır.
J. Krishnamurti (Yeni Bir Yaşam)
Değişmesi gereken şey, tırmanma arzumuz, büyük biri olma, başarılı biri olma isteğimizdir.
J. Krishnamurti (Yeni Bir Yaşam)
Hayat deneyim biriktirmeden anbean dinlemeniz, anlamanız gereken bir şeydir.
J. Krishnamurti (Yeni Bir Yaşam)
Size tavsiyem şudur ki, öğretmenlerinizden konuştuğunuz şeyleri size açıklamalarını isteyin. Bunu yapabilir misiniz ?
J. Krishnamurti (Yeni Bir Yaşam)
Resim yapıyor musunuz, bilmiyorum. Eğer yapıyorsanız, genelde resim öğretmeni size nasıl resim yapılacağını anlatıyordur. Bir ağacı görüp onu kopyalarsınız. Fakat resim yapmak ağacı görmek demektir; ağaç hakkındaki izlenimlerinizi, onun sizde uyandırdığı izlenimi, yaprakların hareketini, onların arasında esen rüzgarın fısıltısını tuvale veya kağıda geçirmek demektir.
J. Krishnamurti (Yeni Bir Yaşam)
...Yabancı örnekleri kabul etmek ve siyasi destek aramakla Batılı veya Doğulu olsun fark etmez,yöneticileri sayesinde bu ülkelerin hepsi yeni bir işgal hareketini uygun gördüler.İçinde başkasına ait felsefe,hayat tarzı,yardım,sermaye ve başkasına ait destek olan bir çeşit maddi ve manevi bağımlılık ortaya çıktı.Bu ülkeler hakiki değil sahte bağımsızlık elde ettiler çünkü gerçek bağımsızlık her şeyden evvel manevi bağımsızlıktır.İlk evvela manevi bağımsızlığı için mücadele edip kazanmayan halkın bağımsızlığı kısa bir süre sonra sadece milli marş ve bayrağa indirgenir ki bu iki şey hakiki bağımsızlık için çok yetersizdir..
Alija Izetbegović (İslam Deklarasyonu)
Çocuk kendi mutluluğuyla derinden ilgilenen kimselerin olduğu bir ortamda bulunduğunu hissettiğinde o kimselere güven duyar.
J. Krishnamurti (Yeni Bir Yaşam)
Yalnızca ölürken yalnızsınızdır. Hayattayken her zaman ilişki içindesinizdir, babanızla, kardeşinizle, dilenciyle, yol işçisiyle, tahsildarla, tüccarla. Her zaman ilişki içindesiniz ve bu ilişkiyi anlamadığınız için çatışma çıkıyor. Başkalarıyla olan ilişkilerinizi anlasanız çatışma çıkmaz, o zaman yalnız yaşama sorunu ortadan kalkar.
J. Krishnamurti (Yeni Bir Yaşam)
Dinlemeyi öğrenmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer dinlemeyi öğrenirseniz meselenin aslına hemen vakıf olursunuz.
J. Krishnamurti (Yeni Bir Yaşam)
Hayatının trenini kaçırmak diye bir şey yoktur! Yaşam çok zengin ve çok cömerttir; sana her zaman yeni fırsatlar sunar! Kaçırılmamış olan, çok geçmeden kaçırılmış olanın yerini alır!
Mehmet Murat ildan
Amerikan üniversitelerinde yetişen yeni iş adamları böyleydi işte. Hayat "winner"lardan ve "loser"lardan oluşuyordu. Bunun da tek ölçüsü paraydı.
Zülfü Livaneli (Serenad)
Nasıl sanatçılar (conceptual artists), yeni fikirler ve kavramlar yaratıp sonra da bu kavramı ortaya en iyi koyacak yöntem, malzeme, tarz arayışına girerlerse kavramsal marka yaratıcıları da önce ürünü değil, insanları etrafına toplayacakları anlamlı kavramları tespit etmekle işe başlarlar. Jan Rijkenberg’de bugün rekabet etmekte zorlanan ürün odaklı pazarlama yaklaşımını aşmanın tek yolunun “konseptleri” yönetmek olduğunu söyler. Bu anlayışla şirketleri “ürün yaşam eğrisine”(PLC) değil, tüketicileri cezbedecek kavramları yaratmaya ve yönetmeye teşvik eder. Bu yaklaşımda markanın seçtiği kavram bütün pazarlama yaklaşımını içine alan bir “bakış açısıdır.” İçinde makanın inancını, dünya görüşünü, değer yargılarını ve üslubunu barındırır. Markanın sahiplendiği kavram, bütün pazarlama faaliyetlerine ruh ve can verir. Bu kavram hitap ettiği insanlarla bir hayat anlayışını, hayat felsefesini ve hayatın anlamını paylaşır.
Anonymous
Simyacı bir anlamda her denemede simgesel olarak İsis-Osiris efsanesini yinelemektedir: Mevcut madde, Osiris'in öldürülerek cesedinin parçalara ayrılması gibi önce Materia prima'ya dönüştürülür. Ana madde yeni bir bileşime kavuşarak, kusursuz altın maddesine, diğer bir deyimle felsefe taşına dönüşür ki bu da Osiris'in yeniden canlanarak Horus isimli çocuğa hayat vermesine eşdeğer bir süreçtir.
Claus Priesner
Varoluşla ilgili en güzel şey şudur ki zamandaki herhangi bir an herhangi bir şeye bir başlangıç noktası olabilir! Bir başka deyişle, hayatımızın her anı yeni yolların bilinmeyen veya kapalı kapıları için bir anahtara sahiptir!
Mehmet Murat ildan
Hayattaki en aptal şeylerden biri ardına kadar açık bir kapıdan bu kapı kapanacak ve geri dönmek mümkün olmayacak korkusuyla içeri girmemektir! Biraz cesur ol, çünkü bir tarla faresi bile yeni yerler keşfetmek için deliğini terk eder!
Mehmet Murat ildan
İçinizdeki güç canlandığı zaman, derdi, çevrenizdeki hayat da yeni bir anlam kazanacak, şimdi görmediğiniz şeyleri görecek, işitmediğiniz şeyleri işiteceksiniz: Sinirleriniz birer tel gibi ses verecek, dünyaların müziğini duyacaksınız, otların büyüdüğünü işiteceksiniz. Bekleyin, acele etmeyin, bir gün kendiliğinden olacak bu.
Anonymous
... Tüm bunlar duyarlılığı işaret eder. Fakat sizin de gördüğünüz gibi, insan disiplin altına girdiğinde, korku duyduğunda veya sadece kendini umursadığında duyarlılık yok olmaktadır.
J. Krishnamurti (Yeni Bir Yaşam)
Hayat yolculuğuna yeni başlayan minik civcivler çok akıllı ve uyanık görünürler, oysa sersemin tekidirler.
Celâl Üster (Kısa Öykünün Büyük Ustaları)
Yaşamın boyunca şunu hiç unutma: Başkası olmak için doğmadın, kendin olmak için doğdun sen çünkü başkaları zaten var, var olmayan bir şey olmak için doğdun, taklit etmek için değil, orijinal olmak, yeni bir şey olmak, yeni bir şey yapmak için doğdun!
Mehmet Murat ildan
... Tarihin bütün çağları boyunca Anadolu'da yaşadıkları bilinen bütün kavimleri Türk fetihlerinin başlangıcı olan 11. Yüzyıla kadar aynen getirmiş, hiçbirinin kılına dokunmamış! Anadolu'ya geldiğimiz vakit yalnız Rumlar ve Ermeniler değil, "Hititlerden öncekiler, 'Hititler, Frigyalılar, Lidyalılar, Keltler, Romalılar (ve Allah bilir daha niceleri!) varlıklarını sürdürmekte imişler ve yerlerini Türkler'e bırakmamışlar!' Herhalde, keskin mantıkçı D. Hotharn, şöyle düşünmüş: 《Bütün o kavimlere ne oldu, havaya uçmadılar ya!》 Ve hükmünü vermiş: 《Elbette yaşıyorlardı!》 yazık ki, hiçbir tarihçi, hiçbir antropolog ve hiçbir etnolog böyle bir şey yazmıyor. Bugüne değin yapılan araştırmaların ortaya koyduğu gerçek bellidir: Türklerin Anadolu'yu fethediş çağı olan Onbirinci Yüzyılda, varlıklarını sürdüren başlıca yerli kavimler Rumlar, Ermeniler ve çok az sayıda Yahudilerden ibaretti. Milattan önceki kavimlerin kalıntısı bile yoktu! Mantığa aykırı görünen bir sonuç! Ama tarih, olanların incelenmesine dayanan bir ilimdir. Mantık oyunlarına değer vermez. Ayrıca, milletler de bir bakıma insanlar gibidir: Doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Ancak büyük milletler, yeniden doğarlar. D. Hotham'ın asıl önemli saçmalaması, daha yerinde bir söyleyişle, ırkına has bir kurnazlık içinde fesat ocağını tutuşturmak istemesi, Anadolu'nun Türkleşmesini anlatmağa çalışırken meydana çıkıyor: Bir avuç Türk, kendisinden çok kalabalık bir karışımı, üstelik pek kısa bir sürede, izah edilmesi imkânsız bir şekilde, Türkleştirmiş ve Müslümanlaştırmış. Rumca ve Ermenice konuşan zümreler, 'Bir avuç!' Türk'ün gelmesinden hemen sonra, dillerini unutmuş, adeta büyülenmiş gibi dinlerini de bırakmış, derhal Müslümanlığa girmişler! Oysa böylesine bir değişme hiç mümkün değildir, başka bir benzeri de yoktur. Anadolu'da yaşayan yerli kavimler, yerleşik bir hayat sürüyorlardı. Ayrıca zamanına göre gelişmiş bir medeniyetin temsilcisi oldukları gibi, dinlerine de son derece bağlı idiler. Diğer taraftan fatih Türklerin büyük çoğunluğu göçebeliği henüz bırakmamışlardı. Böyle bir durumda, yerleşik zümrelerle göçebe zümrelerin karşılaşması halinde, yerleşik zümrelerin erimesi, yeni gelenlerin dilini konuşmak zorunda kalması ve dinini benimsemesi, çok önemli bir şartın varlığına bağlıdır. Göçebe zümre, sayı bakımından, yerli zümrelere kıyaslanmayacak ölçüde üstün olmalıdır. Yerlilerin sayısı göçebelerden fazla ise, yeni gelenlerin erimesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Anadolu'yu fetheden Türkler, D. Hotham ve benzerlerinin sandığı gibi, 'Bir avuç!' olsalardı, ne Türklükleri kalırdı, ne de Müslümanlıkları. Nitekim Bulgar Türkleri, İslav çoğunluğu arasında azlıklarından ötürü erimişlerdir. Cermen asıllı Frankların Latin çoğunluğu içinde erimesi de aynı sebebe bağlıdır. Yerleşik zümrelerle, göçebelerin sayıca, eşitliği, hattâ göçebelerin az bir farkla üstün olmaları halinde bile, yerleşik zümrelerin erimesi imkansız denecek kadar güçtür. Muhabir kültürünün üstüne çıkamayanlar, şöyle bir gerekçeye dayanabilirler. 'Anadolu'ya gelen bir avuç Türk yerli zümreleri yenmiş, dillerini ve dinlerini zorla kabul ettirmiştir.' Oysa böyle bir izah, ciddi bir temele dayanmaz, tamamen sakattır. Çünkü, 'Bir avuç Türk' yalnız Anadolu'yu değil, İran'ı, Hindistan'ı, Mısır'ı ve daha bir çok ülkeyi fethetmiş, yüzyıllarca süren imparatorluklar kurmuştur. D. Hotham ve benzerinin gerekçesi doğru olsaydı, saydığımız ülkeler halklarının da zorla Türkleştirilmeleri gerekirdi. İran ve Mısır'a, Müslüman oldukları için dokunulmadığını düşünsek bile, Hindistan'ın durumunu nasıl açıklayacağız? Hindistan, beşyüz yılı aşan bir zaman boyunca, Türkler'in hakimiyeti altında yaşadı. Ama bugün, Türkçe konuşan kimse yoktur. Yoksa D. Hotham, zorla Türkleştirmenin, yalnız Anadolu'ya gelenlere ait bir özellik olduğunu mu sanıyor? Kaldı ki, Balkanlar ve Orta Avrupa'yı fethedenler de Anadolu'ya gelenlerin çocukları idi. Türkiye'deki Rumları, acele Türkleştirip Müslümanlaştıranlar, Yunanistan'daki Rumlara acaba niçin dokunmadılar?..
Galip Erdem (Türk Kimdir? Türklük Nedir?)
Çok memnun olacağını bildiğim bir mesele, haber gönderdim. 'İyi niyetli bir teşebbüsümüz var, kararlaştık. Her şeyi de tamamdır. Parası da bulunmuştur, ilân edeceğim, emirlerinizi almak istiyorum' dedim. Hemen hazırlatmış kendisini, pencere tarafında yastıklarını da yükseltmiş. Beni pencereden gelen ışığın altında görecek, öyle dinleyecek, içeri girdim. Nedir? dedi. Anlattım. 15 dakika doldu. 'İşte şunu yapacağız, bunu yapacağız, şöyle olacak, böyle olacak...' Baktım, haz duyuyor, zevk alıyor. Ve hatta sıhhat hareketleri gösteriyor. Maneviyatı başkalaşıyor. Sıkılmadığını, bilakis memnun olduğunu görünce devam ettim. Doktorlar Afet Hanım'ı göndermişler. Geldi, 'Paşam, yoruldunuz' dedi. Atatürk, 'Otur, otur' dedi. 'Dinle bak, bu adam ne söylüyor... Bunları insan dinleyince sıkılmak değil, hayat buluyor.' Sonra fikrini, en son iktisadî düşüncesini söyledi. Kelimeleriyle beraber söyleyeceğim bunu size. Anschluss meselesinden sonra eğer Hitler muvaffak olursa bizim gibi iptidai madde yetiştiren memleketlerin sanayileşmesine mâni olacaklar kanaatindeydi Atatürk. Kendisine demir meselesi gibi iktisadî konularda bilgi verirdim, onları birleştirirdi. Avrupa'da muhtelif memleketlerin demir sanayicilerinin tröstleştiğini bilirdi. Bunların askerlik bakımından ehemmiyeti olduğu için kendisini haberdar ederdim. Ama o daha şumüllü olarak meseleyi muhakeme ediyordu. Bir süre önce Londra'da beynelminel iktisat konferansı olmuş, bütün milletler iştirak etmişlerdi. Bende yeni İktisat Vekili olmuştum. Orada Almanlardan bir tez geldi. Şöyleydi: Bunların en sıkı sebeplerinden birisi, iptidai madde yetiştiren memleketlerin de sanayileşmeye kalkmış olmalarıdır.' Buhranın esasını buraya bağlıyordu. Bu kaç senesinde oluyor efendim? 1931-32 falan. Yani ben daha yeni İktisat Vekili olmuştum. Türkiye'yi Tevfik Rüştü ile ikimiz temsil etmiştik. Bunları da Atatürk'e söylemiştim. Bunun üzerine 'Beşinci planı süratlendirelim. Burada böyle bir cereyan var' diye hem hükûmete hem de kendisine telgraf çekmiştim. Bana Kanadalılar da 'Siz şeker fabrikası yapıyorsunuz, vazgeçin bu işten.' demişlerdi. Niçin? dedim. Bizde şeker sanayii çok ilerdedir, bunu siz yaparsanız bizim piyasamız daralacaktır, satışımız azalacaktır, dediler. Tabiî kendi memleketimin hesabına... İnsan gülüyor bu mantığa. 'Eh' dedim, 'yaptık.'. Cevap verdiler: Yaptıklarınızı kabul edelim. Bundan sonra yapmayacağınızı taahhüt edin. Neye karşılık istiyorlar böyle bir taahhüdü? Dünya iktisadî buhranının halli için bir tedbir olarak, bunu söylüyor, bizden de bu fedakârlığı istiyorlar. İtalyanlar tekstil sanayiinin bizde kurulmasını istemezler. Ben Almanya'dan demir sanayii için bir heyet istemiştim. Demirin sanayide esas olduğunu biliyordum. Gayet basit bir fabrika yapacağız, mesela bir tekstil fabrikası. Makinelerimizi yenileyeceğiz, amorti edeceğiz bunu. Kendimiz yapmalıyız makinelerimizi. Bu olmadıkça daima bir yere bağlıyız. Demir sanayii, sanayileşmede temeldir. Demir sanayiini yaptırtmak istiyorum, bunun etütlerini bir mütehassıs heyete hazırlatıyorum. Almanlar, Krupp müessesesi aldı üzerine. Memlekette en müsait yeri bulmak için dolaşıyorlar. Bunun için de rapor hazırlıyorlar. İyi Almanca bile bir maden mühendisim vardı, refakatlerine verdim. Bir gün bana 'Aralarında şöyle konuşuyorlar' dedi: 'Türkiye'de demir sanayiini kurmak doğru değildir ve bizim aleyhimizedir. Ama Türkler mutlaka yapacaklar ise bizim bu işi yapmamız lâzımdır...' Bütün bunları ben Atatürk'e anlatmışımdır. Takip ederdi.
Abdi İpekçi (İnönü Atatürk'ü Anlatıyor)
Halide Hanım, Yakup Kadri, Ruşen Eşref, Asım Us ve ben Batı Anadolu üzerinden Bursa’ya giderek Yunan zulümleri üzerine belgeler toplayıp yazmayı kararlaştırdık. Yakup Kadri ile bana birer asker kaputu verdiler. Bu yazılar "İzmir’den Bursa’ya" adlı bir kitapta toplanmıştır. Henüz çürümiyen cesetler ve neredeyse henüz tüten yangınlar içinden geçiyorduk. Yakup, külleri savrulan Manisa’ya, cetlerinin şehrine iki eli böğründe baka kaldı. Yunanlılar, çekilişlerinde, yok edici bir tahrip yapmışlardı. Yanmayanlar, vakit bulup da yakamadıkları, yaşayanlar, fırsat bulup da öldüremedikleri idi. İki millet arasında yalnız birinin arta kalacağı bir boğazlaşma geçmiş olduğunu görüyorduk. Batı Anadolu’yu Türkler için oturulmaz bir çöle çevirmek istiyen Yunanlılar, gerçekte kendi ırklarının, mitoloji masallarından son tarih günlerine kadar, bu topraklardaki yaşayışlarına son vermişlerdi. Rum halk köklerine kadar sökülüp atılmakta idi. Onlarla beraber İzmir’in, bütün Batı Anadolu’nun her türlü ekonomisini de köklerinden söküp atıyorduk. Bir merkezde kasabalılar bize gelmişler: - Arabamızı tamir ettiremiyoruz, giden Hristiyanlardan sanat sahibi olanları geri göndertseniz... demişlerdi. Yanmamış yerlerde çarşılar kapalı idi. Ticaret ve iyi tarım onların elinde olduğundan, Türkler alışmadıkları bir hayat tarzını yeni baştan kurmaya mahkûm idiler. Bu yeni hayat, yangın yerlerinde külden ve sıfırdan, ateş görmiyen yerlerde kapalı ve boş dükkânın açılmasından başlıyacaktı. Yuvaları yanan, veya baba analarını, ya kardeş veya çocuklarını kaybeden halk, öfkeden ve kinden o kadar çıldırmıştı ki ellerinde balta ile esir kafilelerinin peşine düşüp: - Hiç olmazsa birini verin, öldüreyim! diye yalvaran kadınlar görülüyordu. Hâlbuki Anadolu halk kadınları ne de yumuşak yürekli ve merhametlidirler!
Falih Rıfkı Atay (Çankaya)
Siyah, kırmızı ve beyaz atlılar, doğum, hayat ve ölümü çağrıştıran kadim renkleri temsil ederler. Bu renkler, iniş, ölüm ve yeniden doğuma ilişkin eski fikirleri de temsil eder: siyah eski değerlerin çözülmesini, kırmızı, önceden inanılan yanılsamaların feda edilmesini ve beyaz, ilk ikisini hayatın içine taşımaktan gelen yeni bilgeliği, yeni ışığı.
Clarissa Pinkola Estés (Women Who Run With the Wolves)
Yeni bir insan ol, yeni bir hayat yaz.
Abhijit Naskar (Yarasistan: My Wounds, My Crown)
Batı kültürünün büyük bir bölümünde Ölüm doğasının özgün niteliğininin üstü, öteki yarısı olan Hayat'tan kopup ayrılana kadar çeşitli doğma ve öğretilerle örtülmüştür. Yanlış bir şekişde vahşi doğanın en derin ve temel boyutlarından birinin çarpık bir biçimini kabullenmek üzere eğitiliyoruz. Bize, ölümü her zaman daha fazla ölümün izlediği öğretildi. Hayır, bu doğru değil, ölüm her zaman yeni hayatın kuluçkasına yatmaktadır, varoluş, kemiklere kadar parçalandığı zaman bile.
Clarissa Pinkola Estés (Women Who Run With the Wolves)
Yeni Zaman, Yeni Paşa (Kalpkomutan Şiir) Bana soruyor ki - kadere güveniyor musun? Neden güvenmeyeyim - tabii ki güveniyorum. Her an, her dakika, kaderin sonucudur, Ve dünyanın kaderini ben yazıyorum. Zafer yok, zeka yok, yine de umurumda değil; Hiç kötü kader amacımı bozamaz benim. Korku ve köktencilik kavgalarının ötesinde, İnatçı bir aşk umudu, desteğimdir benim. Ben kimim - neyim - biliyor musun? Acılar denizinde ilacın ışığıyım ben. Nefretin ortasında niyetin kıvılcımıyım, Hayvanlığın ortasında insanlığın cevabı ben. Kalbim benim dünyanın ilahi bir köprüsüdür; Her hayat, her hikmet, kalbimde yaşıyor. Hayatım benim dünyaya verilen bir hediyedir; Her dil, din ve kültür, kalbimde birleşiyor.
Abhijit Naskar (Bulletproof Backbone: Injustice Not Allowed on My Watch)
Kasabalarda hayat bozkırda yapılan yolculuklara benzer. Her tepenin ardında 'yeni ve farklı bir şey' çıkacakmış duygusu, ama her zaman birbirine benzeyen, incelen, kıvrılan, kaybolan veya uzayan tekdüze yollar.
Ercan Kesal (Evvel Zaman)
Kasabalarda hayat bozkırda yapılan yolculuklara benzer. Her tepenin ardında 'yeni ve farklı bir şey' çıkacakmış duygusu, ama her zaman birbirine benzeyen, incelen, kıvrılan, kaybolan veya uzayda tekdüze yollar.
Ercan Kesal (Evvel Zaman)
Bazı yolların daha kolay olacağını düşünmek işimize geliyor bence. Ama belki de kolay yol yoktur. (…) Her gün, her an yeni bir evrene giriyoruz. Boş yere hayatımızın farklı olmasını diliyor, kendimizi başkalarıyla ve kendimizin farklı versiyonlarıyla karşılaştırıp duruyoruz ama gerçekte çoğu hayat bir yere kadar iyi ve bir yere kadar kötü.
Matt Haig (The Midnight Library)
Hayatının her aşamasında hayatına yeni şeyler ekleyebilirsin: Yeni yollar, yeni alışkanlıklar, yeni fikirler, yeni korkular, yeni aptallıklar! Ve unutma, hayatının her aşamasında hayatından bir şeyler çıkarabilirsin! Ekleme ve çıkarma iraden var! Bu iradeyi doğru kullan, bu basit matematiği yaşamını güzelleştirmek için iyi kullan!
Mehmet Murat ildan
Vasfi titredi, o dirilen bir ölü müydü? Yeni bir hayat... İnsanların tek hayatı vardır. Onun hayatı birdenbire ortasından kopmuştu. Fakat bu on iki senelik kopuk parçanın bu ucunda yeniden hayatı başlıyordu, bu başka bir hayat değildi. On iki ızdırap senesinden sonra aynı hayat.
Suat Derviş (Ankara Mahpusu)
Doğru bir karar aldığında bu sana güzel bir kader getirmeyebilir çünkü hayat öyle çabuk değişir ki aldığın doğru karar dakikalar sonra bile yanlış bir karara dönüşüvermiştir! Güzel bir kaderin sırrı, sadece doğru karar almak değil şartlar değiştiği anda yeni doğru kararlar almaktır!
Mehmet Murat ildan
Ama burada yeni bir öykü başlıyor. Bir insanın yavaş yavaş yenilenmesinin, yeni bir hayat bulmasının, bir dünyadan başka bir dünyaya geçmesinin, hiç bilmediği yepyeni bir gerçekle tanışmasının öyküsü… Ve bu öykü yeni bir kitabın konusu olabilir. Bizim şimdiki öykümüzse burada bitiyor
Mazlum Beyhan (Crime and Punishment)
Ama burada yeni bir öykü başlıyor. Bir insanın yavaş yavaş yenilenmesinin, yeni bir hayat bulmasının, bir dünyadan başka bir dünyaya geçmesinin, hiç bilmediği yepyeni bir gerçekle tanışmasının öyküsü… Ve bu öykü yeni bir kitabın konusu olabilir. Bizim şimdiki öykümüzse burada bitiyor
Fyodor Dostoevsky (Crime and Punishment)
Yeni ölen kişi önce korkunç tehlikelerle kuşatılmış bir yoldan geçerek varılan İki Hakikat Salonu'nda yargılanmak zorundaydı. Burada ölen kişinin kalbi bir teraziye konarak maat tüyü ile tartılırdı. Tanrı Anubis teraziyi kontrol eder ve katip tanrı Thoth sonuçları hayat ağacının yapraklarına yazardı. Eğer kötü düşünceler ve eylemlerle dolu olan kalp tüyden ağır basarsa dişi canavar Ammut tarafından bir lokmada yutulurdu. Mısırlılar bu yargıdan kaçmak için Olumsuz İtiraf yapar ve işlemedikleri tüm günahları sıralarlardı.
Neil Philip (Myths in Minutes)
Başlamak İçin Yeniden beraber yaşadığımız yerkürede, günlerce aç kaldığım zamanlar oldu. bu durum, akrabalarımı hoşnut etti. hayata ve akrabalarıma ölümün kıyısından baktım; hayat, akrabalarımı kınadı, intikam için, bana yeni bir sayfa açtı. Deniz Sarıtop
Deniz Sarıtop
Hayat bir yol olduğundan, Yeni Yıl bu yolun yeni kısmıdır! Geçtiğimiz yıl yavaş ya da tembel ya da kaba veya açgözlü ya da aptal olduğunu düşünüyorsan, hayat yolunun bu yeni kısmında hızlı ol, çalışkan ol, nazik ol, cömert ol, akıllı ol!
Mehmet Murat ildan
Orman yangınında yuvasını yitiren bir kuş oturup ağlamaz; yeni yuva yapmak için hemen dal aramaya başlar! Hayat senin düzenini mahvettiğinde, sen de bu kuş gibi davran, ağlama, yeni bir düzen için hemen çalışmaya başla!
Mehmet Murat ildan
Yol, evimdir benim. Yoldayken tüm dertlerim pul olur ama yeni dertler de edinirim. Çünkü 'dert' güzel kelimedir lügatimde: 'Bir derdim var' dedin mi; bu, 'bir sıkıntım var' demekten farklı manaya gelir. Bir derdim var demek, benim lügatimde 'Bir inadım, iştahım, heyecanım, hevesim, hikâyem, arayışım var' demektir. Tutkum capcanlı demektir. Amacım var; sorularım, aradığım yanıtlarım, varacağım şehirlerim, gerçekleştireceğim hayallerim, öğreneceğim yepyeni şeyler, önümde yeni keşifler, yeni bir hayat var demektir. Tadına bakacaklarım, koklayacaklarım, içime çekeceklerim... İlham alacaklarım... Dinleyeceklerim, dokunacaklarım, bağrıma basacaklarım... Uzaklaşacağım ve kavuşacağım bir şeyler...
Ozan Önen (Babam Beni Şahdamarımdan Öptü)
İçindeki şeytanın sesi ona şöyle diyordu: 'Daha iyi olmayı,yetkinleşmeyi birkaç kez denedin ama, beceremedin. Ne diye yeni bir denemeye girişiyorsun? Hem zaten yalnız sen böyle değilsin ki; herkes senin gibi. Hayat böyle!
Leo Tolstoy (Resurrection)
Bir sabah uyanacaksın ve hayatında o kadar çok hata yaptığını fark edeceksin ki, şimdi işleri düzeltmenin mümkün olan tek yolunun ancak yeniden verilecek yeni bir hayat olduğunu kavrayacaksın!
Mehmet Murat ildan
En çok romanları sevmiştim. Hepsinde, hemen hepsinde kuyuya düşmüş orada çırpınan birileri olurdu. Kimisi uğraşa didine tırmanıp kıyı taşlarına tutunmuşken, tam da çıkacakken, ölürdü. Kimisine birileri el uzatırdı. Kimi, kuyudan çıkmayı, çıkıp kurtulmayı yeniden, yeniden sabırla denerken roman biterdi. Kimini de yazarı elinden tutup çıkarırdı kuyusundan. Galiba tek başına kurtulanlar da hep yazarı tarafından kurtarılanlardı. Onlara fazla inanmadım. Ben en çok yeni hayatına ölümle başlayan roman kahramanlarını sevdim. İnsanın kendi kendine yeni bir hayatın içine doğru yürümesini, ölüme yürümekle eşdeğerde, onun kadar gözüpeklik isteyen bir iş olarak gördüm. En fazla da bunları inandırıcı buldum. Ama Ufuk ve Kardelen bana, ölümle başlamayan yeni bir hayatın mümkün olduğunu söylediler.
Adalet Ağaoğlu (Üç Beş Kişi)
Tanrı bir sonradangörme miydi ki dünyalarını ille de göstermek istesin bana? Ama ben, ne yalan söyleyeyim, yeni bir dünya gerekiyorsa, duygularım, düşüncelerim körelsin isterdim. O zaman rahat nefes alır, hasta olmaz, ömrümü bir Lingam tapınağında sütunların gölgesinde bir başıma geçirir; gözlerimi güneşten korumaya, insan seslerinin hayat gürültülerinin, kulaklarımı tırmalamasını önlemeye bakardım
Sadık Hidayet
Müesses her insan cemiyeti için lüzumu inkar edilemez olan mazi muhabbeti, “hal"in hürmeti ve “hayat”ın aşkıyla tadil edilmediği zaman bir tehlike teşkil eder. Ruhu daraltmak ve hassasiyeti körletmek için, münhasıran anane ve ırsi eşkal üzerine müesses bir terbiyeden daha müessir bir vasıta tasavvur olunamaz. Şimdi biz, tıpkı Faust gibi, tozlu bir kütüphanede iskeletler, imbikler, küreler arasında girift eski bir metnin muamması üzerine eğilmiş, akim bir tefekkür içinde kendimizden geçmiş iken, aşağıda bir bahar gecesinin mehtabı içinde, kokulara ve rüzgarlara karışmış, ra’şan, aşk ve neş’e şarkıları dolaşıyor ve genç bir insanlık, münevver bir nehir gibi yeni şafakların aydınlıklarına doğru koşuyor.” Ahmed Haşim, Gurabahane-yi Laklakan, 1926.
Ahmet Hâşim (Gurebahane-i Laklakan)
Korkarım sevgili Alpbach'ımızın bu muhteşem güzelliği, doğanın ve insan elinin, vatan sevgisi ve insanın çalışkanlığının bu mükemmel uyumu beni, giriş sözlerimi biraz duygusal ve romantik şekillendirmeye yönlendirdi, bu nedenle kendimi, bu duygusal ve romantik giriş sözlerini hemen ikinci bir girişle romantizme, özellikle de felsefedeki romantizme karşı tavır alarak düzeltmek zorunda hissediyorum. Bu ikinci girişe kendim hakkında itiraflarla başlamak istiyorum. Hepsinden önce aşağıda söyleyeceklerimin imanla kabullenilmemesi benim için büyük değer taşıyor. Tam tersine bunların büyük kuşkuyla karşılanmasını diliyorum. Felsefeci arkadaşlarımın çoğu gibi ben de yeni patikalarda gezinen bir önder değilim; felsefede yeni bir yönelimin bildiricisi değilim. Tersine fazlasıyla eski moda bir filozofum, tamamen eskimiş ve aşılmış bir felsefeye inanıyorum. Bu, çoktan geçmiş bir çağın, usçuluk ve Aydınlanma çağının felsefesidir. Usçuluğun ve Aydınlanma'nın son takipçilerinden biri olarak, insanın bilgi aracılığıyla kendini özgürleştirmesine inanıyorum, tıpkı Aydınlanma'nın son büyük filozofu Kant ya da yoksulluğa karşı bilgiyle savaşan Pestalozzi gibi. (Hayat Problem Çözmektir)
Karl Popper
Sufi Şiir Senin ilerlemen için ben aşık oldum, Senin haklarınız için ben savaşçı oldum. Sorma canım benim ben kimim, Gözlerime bak, ben senin yansıman oldum. Bizim dünyamız yeni bir dünya, Bu dünyanın ruhu vicdandır. Vicdan olmadan hepimiz canavariz, Vicdanla yürü cesur insanlar. Aşktan başka din yoktur, İnsanlıktan başka milliyet yok. İnsan hayati bir merhamet hikayesidir, Yoksa, bizim hayatımız hayat yok. Birlikte olduğumuzda biz kahramanlarız, Birlikte yaşayacağız ve birlikte öleceğiz.
Abhijit Naskar (Generation Corazon: Nationalism is Terrorism)
Hayat, senin aldığın pozisyona göre sana sürekli olarak yeni kapılar sunar! Pozisyonunu değiştirdiğinde hayatın sana sunduğu kapılar da değişir.
Mehmet Murat ildan