“
Yaşlı adam der: melegim nasıl istersen,
yeter ki, şu pırıl pırıl akşamı doyurmayı bilsen
ve koluma girip bir süre yürüsen,
sözleşmiş ıhlamur ağaçlarının kehanetini çözebilsen,
ölüdür kitaplar, gerilimini yitirmiştir dünyanın kutupları,
kalmışsa daha karanlık akışın bir arada tuttukları,
onları da birbirinden ayırır senin saçlarındaki toka.
Rüzgar, durmaksızın girer, vurmadan kapıma,
ayın ıslığı -ve sonra bir hamle, gözün alabildiğine,
aşk, artık bilenmiştir anıların gücüyle.
Genç adam sorar: ve hep gelecek misin?
Odamdaki gölgelerin üstüne yemin etmelisin,
ve karanlık ama gerçekse ıhlamurların kehaneti,
söyle onu çiçeklerin diliyle, aç saçlarının tellerini
ve gecenin coşup taşmak isteyen nabzını!
Sonra aydan gelen bir işaret, durdurun rüzgarı.
Rahatı simgeler mavi ışıkta lambalar,
ta ki oda, soluk bir zamana bürünene kadar,
hafiften ısırılan dudakların varır benimkilere,
o zaman acıdır başlayan, sana ders vermeye:
dünyanın kazandığı, oynadığı ve yitirdiği sözcük, canlıdır,
ondan sonrası ise, aşkın başlangıcıdır.
Genç kız susuyor iğ dönene kadar.
Yıldız kayıyor. Geçip gidiyor güllerin zamanı:
-Siz, beyler, verin elime kılıcı,
ve Jeanne d'Arc vatanı kurtarıyor.
Sizler, gemiyi geçiriyoruz buzların arasından,
ben, artık kimsenin bilmediği rotada ilerlemekteyim.
”
”