Huberman Quotes

God doesn't like lesbians," Grandma Huberman hised, throwing the magazine in the trash. Jennifer knew what lesbian meant, and she knew she probably was one. But she couldn't understand why God would hold that against her or against Monica Mathers, who'd never started a war or killed anybody, and whose deadeye three-pointers were straight-up amazing. After all, hadn't God made both of them? But people were like that, she'd noticed. They'd invoke Godly privilege at the weirdest of times and for the most stupid reasons.

Research by Stanford neuroscientist Andrew Huberman upends the idea that beliefs determine what we do or what we can do. It is the opposite. Beliefs do not change our actions. Actions change our beliefs.

Give a man a fish and you'll feed him for a day. Give him a religion and he'll starve to death while praying for a fish.

Properly read, the Bible is the most potent force for atheism ever conceived.

Nothing that would invent a mosquito is worthy of anything but hate.

Don’t spike dopamine prior to engaging in effort, and don’t spike dopamine after engaging in effort. Learn to spike dopamine from effort itself

Christian Fundamentalism: The doctrine that there is an absolutely powerful, infinitely knowledgeable, universe spanning entity that is deeply and personally concerned about my sex life." "If God doesn't like the way I live, let him tell me, not you." "Out of convicted rapists, 57 percent admitted to reading pornography; 95 percent admitted to reading the Bible.

We must know how to look into images to see that of which they are survivors. So that history, liberated from the pure past (that absolute, that abstraction), might help us to open the present of time.

[We can use] play as a means to enhance neuroplasticity and explore novel situations, regardless of age.

According to Dr. Andrew Huberman, you can hack your dopamine reward system by reframing your work today as essential to the kind of future you want. That gives you a reason to be happy every day. I call it preferring systems over goals. If you are following a good system, the reward is that you followed the system.

Even more surprising—because we had been taught it was impossible—was that the axons from the resurrected retinal ganglion cell grew all the way from the back of the eye to a place near the center of the brain called the optic chiasm. “The amazing thing is that the regenerated axons were able to find their way home along these long, tortuous routes back to their targets in the brain . . . that’s incredible,” Huberman says.

[I]n the face of every image we have to choose whether, or how, to make it participate in our knowledge and action. We can accept or reject this or that image; take it as a consoling object or as a worrying object; make it ask questions or use it as a ready-made response.

(...) se rejoue, à travers tous ces conflits, ce que Warburg nommera le Nachleben, la "survivance" d'une instabilité déjà centrale à la culture classique elle-même et que Nietzsche, dans La Naissance de la tragédie, avait déjà bien repérée : c'est le conflit de l'"éthos apollinien" et du "pathos dionysiaque". "Le Quattrocento, conclut Warburg, savait apprécier cette double richesse de l'Antiquité païenne.

Sermaye olmaksızın çalışamayacağımızı söylemek, tırpan olmaksızın çayır biçemeyeceğimizi söylemek kadar doğrudur. Oysa kapitalist olmadan çalışamayacağımızı söylemek, bütün tırpanlar tek bir adama ait olmadan çayır biçemeyeceğimizi söylemek kadar saçmadır. Bundan da öte, bütün tırpanlar tek bir kişiye ait olmadan ve bu adam, ürünün üçte-birini, tırpanlarını ödünç verdiği için almadan, çayır biçemeyeceğimizi söylemek kadar saçmadır.

...Zor ve baskının bulunmayışı, sosyalistler için, hiç kuşkusuz çok değerli olmakla birlikte, kendiliğinden özgürlüğü sağlayamıyor. Size bir şeyi yapmayı yasaklayan bir yasanın bulunmayışı, sizin onu yapabilecek durumda olduğunuz anlamına gelmez. En yakın hava alanına giderek, New Orleans'a, Hollywood'a ya da New York'a gidecek bir uçağa binme hakkınız olabilir ama, eğer cebinizde bilet alacak paranız yoksa, aslında bunu yapma özgürlüğünüz yok demektir. Kullanamadıktan sonra, hakkınızın bulunması neye yarar?

But the ensemble’s greatest legacy can be found in the lives it saved during the Holocaust. By helping the musicians as well as their family members immigrate to Palestine, Huberman saved an estimated one thousand lives between 1935 and 1939. The

Mesto kao što je ovo zahteva od posetioca da se, nakratko, preispita o sopstvenim činovima gledanja. Shvatio sam vremenom da me određena konfiguracija mog sopstvenog tela - nizak rast, oči koje ostaju kratkovide usprkos svim naočarama, nekakav fundamentalni strah - podstiče da gledam pre svega stvari koje se nalaze dole. Najčešće hodam tako što gledam prema tlu. Nešto mora da je preostalo od jednog prastarog - bolje reći: dečijeg - straha od pada. Ali takođe i od sklonosti ka stidu, u smislu da mi je gledanje nekog u lice dugo bilo jednako teško - osećao sam da je za to potrebna stvarna hrabrost - koliko i nužno. Sve je to rezultiralo, sasvim prirodno, skupom neprimetnih gestova usmerenih ka tome da koncentrišu, pre nego da rasprše, moje vizuelno polje. Tako samo stekao naviku da transformišem tu svoju opštu stidljivost pred stvarima, tu svoju želju da pobegnem ili da ostanem u stanju trajno lelujave, neusmerene pažnje (fr. attention flottante, nem. gleichschwebende Aufmerksamkeit) posmatranjem svega onog što je ispod: stvari koje se ugledaju prve, stvari koje imamo "ispod nosa", stvari običnih. Kao da mi je saginjanje kako bih video pomoglo da bolje razmišljam o onome što gledam. U Birkenauu, sasvim posebna utučenost pred istorijom učinila je da pognem glavu malo više nego što sam navikao.

Nine women cannot have a baby in one month.

adding more people or more effort to a pregnancy doesn’t speed it up. The same goes for marketing. You can do a few things to speed up your purchase cycle, but it generally takes time—sometimes months—if you have an expensive product.

Remember, time kills all deals.

Acquiring customers is often the hardest task for a business and one of the top expenses. Maximizing the return on every customer comes through nurturing.

According to Dr. Huberman, research demonstrates that receiving gratitude has an even greater effect than giving it.

If Auschwitz is unthinkable, then we must rethink the bases of our anthropology (Hannah Arendt). If Auschwitz is unsayable, then we must rethink the bases of testimony (Primo Levi). If Auschwitz is unimaginable, we must give the same attention to an image as we do to what witnesses say.

glances

Özgürlük, tam ve dolu bir hayata sahip olmaktır; beslenme, giyinme ve barınma gibi ihtiyaçlarınızı uygun ve düzgün biçimde karşılamak için ekonomik güç ve yetenek; ve bundan hemen sonra, aklın kavrayış ve ilgi alanını genişletmek, kişiliği geliştirmek, kimliğimizi duymak ve duyurmak için yeterli ve etkin fırsat sahibi olmak demektir. Açıktır ki, bu anlamda özgürlük, herkes için ancak en büyük bolluğa ulaşıldığı zaman mümkün olur. Toplumun sınıflara bölünmüş olmasının, insanın insan tarafından sömürülmesinin ve özgürlükten sırf küçük bir azınlığın yararlanmasının tarihi sebebi olan düşük emek üretkenliği artık mevcut değildir. İşsizliği yok etmek, sosyal güvenlik ve huzuru eksiksiz sağlamak, kültür dünyasına girmeyi herkes için mümkün kılmak, dinlenme ve eğlenme, araştırma ve inceleme, yaratıcı eylem ve çabalar için boş zaman sağlamakla, bugün, insanlık tarihinde ilk defa olarak, sınıfları kaldırmak, dünyayı sömürülmekten kurtarmak ve insan hayatını derinliğine ve genişliğine zenginleştirmek mümkün hale gelmiş bulunuyor. Bu kolay olmayacak, çabuk olmayacak, fakat sosyalizmle mutlaka gerçekleşecektir.

İşçi, kuramsal olarak, istediğini yapabilen "özgür" bir kişidir. Oysa gerçekte, işçinin özgürlüğü iyice sınırlıdır. İşverenin ileri sürdüğü ezici koşulları kabul etmek ya da açlığı seçmek arasında özgürdür.

Gerçek şudur ki, sınıflar var oldukça devlet sınıflar üstü olamaz; efendilerinin yanında yer almak zorundadır.

Amerika Birleşik Devletleri hüküetinin efendileri, ABD'nin birbirlerine sıkı sıkıya bağlı sermayedarları ve sanayicileridir." - Woodrow Wilson

1941 yılında yayınlanan bir TNEC raporu şöyle diyor: "Açık konuşalım savaş ya da başka bunalım dönemlerinde büyük iş çevreleri ile iş görmek gerektiği zaman, hükümet ve kamu, 'eli bağlı' durumdadır. Bu çevreler, ancak kendi ileri sürdükleri koşullar kabul edilirse çalışır. Doğal kaynaklar, likit varlıklar, bunların denetimi altındadır; ülkenin ekonomik yapısında stratejik bir mevkiye sahiptirler; ülkenin teknik teçhizatı ve üretim yöntemleri bilgisi bunların denetimindedir. Bugün tekrarlanıyormuş gibi görünen Dünya Savaşı deneyimi, büyük iş çevrelerinin, bu denetimlerini, ancak 'uygun bir fiyat' karşılığında kullanacaklarını göstermiştir. Aslında bu, şantajdır, hem de öyle pek gizlenmemiş bir şantaj. Böyle bir durumda sormak gerekir: Bunların yurtseverliğinin fiyatı nedir?

Başkan Roosevelt'in 11 Ocak 1944 günü Kongreye sunduğu mesajında belirttiği gibi "ihtiyaçların pençesinde kıvranan bir insan, özgür insan değildir

Devlet, gerekirse ve mecbur kalırsa, malsız-mülksüzlerin yararına varlıklılara karşı hareket edebilir. Bu ya da şu özel çatışma noktasında boyun eğer; çünkü işçi sınıfından gelen baskı öylesine büyüktür ki, ödül verilmesi zorunlu olur; aksi halde "yasa ve düzen" tehlikeye girer. Hatta (egemen sınıf açısından) daha da kötüsü, devrim olabilir. Ancak, hatırlanması gereken önemli nokta şudur: Bu gibi dönemlerde ne gibi ödünler koparılmış olursa olsun, bunlar mevcut mülkiyet ilişkilerinin sınırları içinde kalır. Kapitalist sistemin içinde işlediği çerçevenin kendisine dokunulmaz. Verilen ödünler her zaman bu çerçeve içinde kalır. Egemen sınıfın burada yaptığı, bütünü kurtarmak için, bir yerde, bir ölçüde gerilemektir.

Sınıflar var oldukça devlet sınıflar üstü olamaz.