“
Bir de tahtla Süleyman buluştu mu artık insan hep O'nu düşünür, iç mülâhazalarında O'nunla hasbıhal eder, yudumladığı suda, çiğnediği yemekte, teneffüs ettiği havada gayet açık ve net olarak hep O'nun teveccühlerini duyar; O'nun yakınlığının sıcaklığıyla oturur kalkar. Kurbet-sevgi arası gel-gitler münasebeti daha da kızışır ve sinesi ocaklar gibi yanmaya başlar. Yer yer aşk u muhabbetle alevlenir, zaman zaman vuslat iştiyakıyla yanar tutuşur; ne var ki, aşkını da, iştiyakını da O'ndan gelen bir armağan bilir ve kat'iyen gam izhar eylemez; gam izhar edip ağyarı âhından âgâh eylemez. İçten içe fırınlar gibi yanar; fakat, ne alev çıkarır ne de duman.. namus gibi saklar aşk u iştiyakını ve sır vermez halden anlamayan nâdanlara.
Bu yol herkese açık olsa da yolcunun samimi ve kararlı olması şarttır. Herhangi bir mü'min bütün cemallerin, kemallerin, azametlerin, ululukların, ihtişamların, ihtişam üstü ihtişamların O'na ait olduğunu görüp hissedebildiği takdirde bütün bu vesilelerin gönülde hâsıl ettiği alâka, muhabbet ve iştiyakla O'na yönelir ve O'nu zatına münasip bir sevgiyle sever ki işte bu tutku -ve tabir yerindeyse- bu sevda O'nadır ve tevhid edalı bir aşk u iştiyak kaynağıdır. Zaten, tevhide kilitli ve İslâmî esaslara bağlı bir sinede sevgi inhirafı da düşünülemez.. ve hele asla muhabbet kaymaları olmaz ve olamaz. Bir muvahhid O'nu O olduğu için sever ve sevgisini de dünyevî-uhrevî hiçbir mülâhazaya bağlamaz. O, her zaman gönlünde köpürüp duran sevgi fevvarelerini, aşk u iştiyak çağlayanlarını Kur'ân'la, Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm (aleyhi ekmelü't-tehâyâ)'nın vaz'ettiği düsturlarla filtre ve test eder ve bunları insanî heyecanlarla yürüdüğü yollarda birer bariyer gibi kullanır, aşk ateşiyle cayır cayır yandığı zamanlarda bile hep istikamet soluklar; O'nu her şeyin gerçek mâliki, sahibi, görüp gözeteni, esmasıyla mâlum, sıfatlarıyla muhat bir Zât olarak kendine has münezzehiyeti, mukaddesiyeti, mübecceliyeti içinde derin bir aşkla sever; severken de kat'iyen şatahat ve laubaliliğe girmez.
Muvahhid mü'min, her şeyden evvel, her şeyden sonra, her şeyin önünde, her şeyin arkasında mutlak Mahbub, mutlak Maksud, mutlak Mâbud olarak Allah'a dilbeste olur; O'nu diler ve her haliyle O'nun kulu olduğunu haykırır; sonra da O'ndan ötürü, başta İnsanlığın İftihar Tablosu olmak üzere -ki O, Hakk'ın matmah-ı nazarı, memur-u sadığı, Zât, sıfât ve isimlerinin yanıltmayan tercümanı, divan-ı nübüvvetin hâtemi, risaletin özü, usaresi olması itibarıyla O'nun hatırına sevilenlerin başında gelir- bütün nebileri, velileri, O'nun saflardan saf berrak aynaları, daire-i ulûhiyetin has bendeleri olmaları ve O'nun maksatlarını takip ve temsil etmeleri, dahası hilâfet-i tâmme unvanıyla dünyanın imar, tanzim ve dizaynına nezarette bulunmaları yönüyle; gençliği, şu fâni hayatı tam duyup değerlendirebilme adına Hak tarafından insanlara avans mahiyetinde bahşedilmiş bir parametre olması cihetiyle; bu âlemi, O'nun güzel isimlerinin bir tecelligâhı ve sıfât-ı sübhâniye tezahürlerinin meşheri, öteki dünyaların da bir mezraası olması açısından; anne-babaları, birer şefkat ve merhamet kahramanı olarak evlâtlarının bakım ve görümünü yüklenmeleri, evlâtları da ebeveynlerini görüp gözetme hissiyle onlara gönülden yakınlık duymaları mülâhazasıyla... sever ki bunlar Allah'a karşı samimi alâka duymanın birer ifadesi olarak değerlendirilebilir ve Allah'tan ötürü bir sevgi sayılabilir.
”
”
M. Fethullah Gülen (Örnekleri Kendinden Bir Hareket)