Ama No Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Ama No. Here they are! All 100 of them:

Humans, not places, make memories.
Ama Ata Aidoo
That's death and life, you see. We all shine on. You just have to release your hearts, alert your senses, and pay attention. A leaf, a star, a song, a laugh. Notice all the little things, because somebody is reaching out to you. Qualcuno ti ama. Somebody loves you.
Ben Sherwood (The Death and Life of Charlie St. Cloud)
Me refiero al amor –susurró en voz baja-. Cuando amas a alguien, sientes algo aquí –añadió, colocando su mano sobre el corazón de Uri-. Tan fuerte que parece que no puedes respirar. Tan intenso que deseas estar siempre con esa persona y no separarte de ella nunca más.
Laura Gallego (Donde los árboles cantan)
Amor y deseo son dos cosas diferentes; que no todo lo que se ama se desea, ni todo lo que se desea se ama.
Miguel de Cervantes Saavedra
Marcus, ¿sabe cuál es el único modo de medir cuánto se ama a alguien? -No. -Perdiendo a esa persona
Joël Dicker (La Vérité sur l'Affaire Harry Quebert (Marcus Goldman, #1))
‎"Belki de hayat yanlış anlayınca güzeldi. Sadece yanlış anlayınca. Ama her şeyi.
Hakan Günday (Az)
People destined to meet will do so, apparently by chance, at precisely the right moment.
Ralph Waldo Emerson
Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.
Yusuf Atılgan (Aylak Adam)
Balla come se nessuno stesse guardando, ama come se nessuno ti avesse mai ferito, canta come se nessuno stesse ascoltando, vivi come se il paradiso fosse sulla terra.
William W. Purkey
Io sono uno che ama e non ho trovato la cosa da amare.
Sherwood Anderson
She sang, of course, "M'ama!" and not "he loves me," since an unalterable and unquestioned law of the musical world required that the German text of French operas sung by Swedish artists should be translated into Italian for the clearer understanding of English-speaking audiences.
Edith Wharton (The Age of Innocence)
Amo como ama o amor. Não conheço nenhuma outra razão para amar senão amar. Que queres que te diga, além de que te amo, se o que quero dizer-te é que te amo?
Fernando Pessoa
«Siempre estuve enamorada de gente que no existe y aquí estás vos, hoy…». «Amas en mí a alguien que no existe»,
Alejandra Pizarnik (Diarios: edición definitiva)
Para leer en forma interrogativa Has visto verdaderamente has visto la nieve los astros los pasos afelpados de la brisa Has tocado de verdad has tocado el plato el pan la cara de esa mujer que tanto amas Has vivido como un golpe en la frente el instante el jadeo la caída la fuga Has sabido con cada poro de la piel sabido que tus ojos tus manos tu sexo tu blando corazón había que tirarlos había que llorarlos había que inventarlos otra vez.
Julio Cortázar
Pukang ama talaga, sa karami-ramihan ng pwedeng siksikan nya, bakit sa isip pa.
Eros S. Atalia (Ligo Na U, Lapit Na Me)
A father’s tears and fears are unseen, his love is unexpressed, but his care and protection remains as a pillar of strength throughout our lives.
Ama H. Vanniarachchy
Dünyada gereğinden çok kadın vardı; ama yalnız bir teki yoktu...
Yusuf Atılgan (Aylak Adam)
Cuando amas todo lo que tienes, tienes todo lo que necesitas.
Claudia Ramírez Lomelí (El príncipe del sol (El príncipe del sol, #1))
Bu eksik sana değil, bana ait. Bende inanmak noksanmış. Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum. Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar. Ama şimdi inanıyorum. Sen beni inandırdın. Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum.
Sabahattin Ali (Kürk Mantolu Madonna)
Fino al giorno in cui mi minacciarono di non lasciarmi più leggere, non seppi di amare la lettura: si ama, forse, il proprio respiro?
Harper Lee (To Kill a Mockingbird)
-Ama doktor, ben hasta değilim...Allah rızası için... size anlattım. tekrar gözlerini gözlerime dikti en katî sesiyle: -Hastasınız... diye kesip attı. Psikanaliz çıktığından beri hemen herkes az çok hastadır.
Ahmet Hamdi Tanpınar (Saatleri Ayarlama Enstitüsü)
Ama o andan sonra, Hermione Granger arkadaşları oldu. Bazı olaylar vardır, dostluklara yol açar, dört metre boyunda bir ifritin canına okumak da öyle bir olaydı işte.
J.K. Rowling
Puedes no ser su primero, su ultimo o su único. Ella amo antes y puede amar de nuevo. Pero si ella te ama ahora, Que otra cosa importa? Ella no es perfecta -tu tampoco lo eres, y los dos podrán nunca ser perfectos juntos, pero si ella te puede hacer reír, hacer que pienses las cosas dos veces, y puede admitir ser humana y cometer errores, Hazla tuya y dale lo mas que puedas. Puede que ella no piense en ti cada segundo del día, pero ella te dará una parte de su cuerpo que sabe es frágil - su corazón. Así que no la lastimes, no la cambies, no la analices y no esperes más de lo que ella pueda dar. Sonríe cuando te haga feliz, déjale saber cuándo te enfurezca y extráñala cuando no esté ahí.
Bob Marley
Bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. Doğar doğmaz o bilmeden başkaları veriyor. Ama yapışıp kalıyor ona.Onsuz olamıyor.
Yusuf Atılgan (Aylak Adam)
Young Sally Owens: He will hear my call a mile away. He will whistle my favorite song. He can ride a pony backwards. Young Gillian Owens: What are you doing? Young Sally Owens: Summoning up a true love spell called Amas Veritas. He can flip pancakes in the air. He'll be marvelously kind. And his favorite shape will be a star. And he'll have one green eye and one blue. Young Gillian Owens: Thought you never wanted to fall in love. Young Sally Owens: That's the point. The guy I dreamed of doesn't exist. And if he doesn't exist I'll never die of a broken heart.
Alice Hoffman (Practical Magic (Practical Magic, #1))
Her insan bedeninin çürüyeceğini bilir ve bundan korkar. Ama çoğu insanın ruhu gövdesinden önce çürür; nedense bundan kimse korkmaz!
Zülfü Livaneli (Kardeşimin Hikâyesi)
Ama-me como se me perdesses amanhã
José Rodrigues dos Santos (O Anjo Branco)
Gerçek olan içimdeki bu boşluk mu? Değil! Bir şey var, ama eksile eksile var.
Yusuf Atılgan (Aylak Adam)
Ignoraba si los arboles tenian sentimientos a la manera de los humanos. Al menos en lo que tocaba a los arboles cantores, si poseian cierta inteligencia. Podrian ama sin corazon?.
Laura Gallego (Donde los árboles cantan)
Okur kitap arar ama, kitabın da okuru bulduğunu ben çok gördüm. Açıklanabilir bir şey söylemiyorum belki, ama "rastlantılar"ın çoğu, açıklayamadığımız için rastlantı görünmez mi?
Bilge Karasu (Ne Kitapsız Ne Kedisiz)
Se ama para dejar de amar y se deja de amar para empezar a amar a otros, o para quedarse solos, por un rato o para siempre. Ese es el dogma. El único dogma.
Alejandro Zambra (The Private Lives of Trees)
bazen ama bir insanla bir şey olur Kısa süren bir şey İki geyiğin sıçrayıp havada öpüşmesi gibi Bazı insanlarla yıllarca görüşsen de bir şey olmaz.
Lâle Müldür
Hayatta herkesin başına bir saksı düşebilir ama bir öyküde birinin başına saksı düşürebilmeniz için yeterince nedeniniz olması gerekir.
Tomris Uyar
Si vis amari, ama," you tell me. If you wish to be loved, love.
Sierra Simone (Priest (Priest, #1))
Inside my head I carry: my baby goat, my baby brother, my ama's face, our family's future. My bundle is light. My burden is heavy.
Patricia McCormick (Sold)
Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına, ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kimininki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama! Kendini koru ..., insanlara karşı kendini koru!
Zülfü Livaneli (Serenad)
Ama ben en çok şeyi En kısa zamanda sana söyledim... Yalnız sana.
Özdemir Asaf (Bir Kapı Önünde)
Ölüyorum tanrım Bu da oldu işte. Her ölüm erken ölümdür Biliyorum tanrım. Ama, ayrıca, aldığın şu hayat Fena değildir... Üstü kalsın...
Cemal Süreya (Sevda Sözleri)
Quando se ama não é preciso entender o que se passa lá fora, pois tudo passa a acontecer dentro de nós
Paulo Coelho (The Alchemist)
—Pero la amas. Will se lo quedó mirando. —Por supuesto que la amo —dijo finalmente—. Había llegado a pensar que nunca amaría nadie, pero la amo.
Cassandra Clare (Clockwork Prince (The Infernal Devices, #2))
Viviamo nel ricordo di chi ci ama
Carlos Ruiz Zafón
Eres como yo. Dices las cosas que pienso pero nunca digo en voz alta. Lees los libros que leo. Amas la poesía que yo amo. Me haces reír con tus canciones ridículas y la forma en que lo ves todo. Siento como si pudieras mirar dentro de mí y ver todos los lugares en los que soy extraña o inusual y adaptas tu corazón alrededor de ellos porque eres extraño e inusual de la misma forma. Somos lo mismo.
Cassandra Clare (The Infernal Devices: Clockwork Princess (The Infernal Devices: Manga, #3))
Dünyayla başa çıkabilen ama kalbiyle baş edemeyen bir kadındı.
Ece Temelkuran (Düğümlere Üfleyen Kadınlar)
Sarhoş olunur, ama sokakta sızılmaz, âşık olunur ama sokakta yatılmaz, doyulur ama sokakta sıçılmaz, sokak gelip geçmek içindir...
Sevgi Soysal (Tante Rosa)
Birini çok seversen, ama sahiden seversen, sana ne yapmış olursa olsun, eninde sonunda mutlaka bağışlanırsın.
Ahmet Ümit (Bab-ı Esrar)
«En el bosque de los corazones dormidos solo cuenta el tiempo en que se ama porque, en realidad, es el único vivido»
Esther Sanz (El bosque de los corazones dormidos (El bosque, #1))
Cuando amas a una persona..., no permites que corra tantos peligros. A veces, cuando alguien te importa de verdad..., lo mejor que puedes hacer es renunciar a él y dejarlo marchar.
Laura Gallego (Todas las hadas del reino)
Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.
Sait Faik Abasıyanık (Son Kuşlar)
Porque todo es posible contigo, no digo que todo sea fácil, pero tú me das tanta esperanza que te admiro. Me haces dar tantos pasos hacia delante, que siento ser perfecto. Y decir que soy perfecto, es decir que me amas.
J. Porcupine (La vuelta al mundo para abrazarte por la espalda)
Sonuçta sevilen her kadın güzel bir şarkıdır, bütün sözlerini hatırlayamazsın belki ama melodisi aklında kalır.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
İyiyim falan diyorum sana ama Bunlar hep sen yanımda olmadığından.
Didem Madak (Pulbiber Mahallesi)
Sen de fark ettin mi? Az, dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında.
Hakan Günday
Niye bu kadar sıkıyorsun kendini? Yeni tanıştığın birine her şeyini anlatmaz mısın? Ben karşıma çıkan ilk insana, bütün hayatımı anlatabilirim.” “Neden?” “Nedeni yok. Yani bence yok. Doktora sorarsan, manik döneminde olduğu için der ama palavra. Ben her zaman böyleyim. Bizi samimiyetin hastalık olduğuna inandırmaya çalışıyorlar. İnanınca, herkes gibi olunca, aptallaşınca iyileşiyoruz…
Emrah Serbes (Her Temas İz Bırakır)
Quién ama ha vencido el mundo y no teme perder nada, el verdadero amor supone un acto de entrega total.
Paulo Coelho
Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu! Düşüncemizin katlanması mı güzel Zalim kaderin yumruklarına, oklarına Yoksa diretip bela denizlerine karşı Dur, yeter demesi mi? Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız Bitebilir bütün acıları yüreğin, Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun. Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü. Çünkü, o ölüm uykularında Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. Bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan. Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına? Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine Sevgisinin kepaze edilmesine Kanunların bu kadar yavaş Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine Kötülere kul olmasına iyi insanın Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken? Kim ister bütün bunlara katlanmak Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya Ürkütmese yüreğini? Bilmediğimiz belalara atılmaktansa Çektiklerine razı etmese insanları? Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor Yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar Yollarını değiştirip bu yüzden Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar. W. Shakespeare / Hamlet
William Shakespeare (Hamlet)
Quien considera el mundo como considera la fortuna de su propio cuerpo puede gobernar el mundo. A quien ama el mundo como ama a su propio cuerpo puede confiársele el mundo.   Tao Te Ching, poema 13
Lou Marinoff (El poder del Tao)
Ne var ne yok?" "Zor bir soru. Pek emin değilim ama tahminimce her şey var ve yokların içinde saklı.
Alper Canıgüz (Oğullar ve Rencide Ruhlar (Alper Kamu, #1))
Evet, insan her şeyi unutarak yaşayabilirdi ama her şeyi hatırlayarak yaşayamazdı.
Zülfü Livaneli (Kardeşimin Hikâyesi)
Espero curarme de ti en unos días. Debo dejar de fumarte, de beberte, de pensarte. Es posible. Siguiendo las prescripciones de la moral en turno. Me receto tiempo, abstinencia, soledad. ¿Te parece bien que te quiera nada más una semana? No es mucho, ni es poco, es bastante. En una semana se puede reunir todas las palabras de amor que se han pronunciado sobre la tierra y se les puede prender fuego. Te voy a calentar con esa hoguera del amor quemado. Y también el silencio. Porque las mejores palabras del amor están entre dos gentes que no se dicen nada. Hay que quemar también ese otro lenguaje lateral y subversivo del que ama. (Tú sabes cómo te digo que te quiero cuando digo: «qué calor hace», «dame agua», «¿sabes manejar?», «se hizo de noche»... Entre las gentes, a un lado de tus gentes y las mías, te he dicho «ya es tarde», y tú sabías que decía «te quiero»). Una semana más para reunir todo el amor del tiempo. Para dártelo. Para que hagas con él lo que quieras: guardarlo, acariciarlo, tirarlo a la basura. No sirve, es cierto. Sólo quiero una semana para entender las cosas. Porque esto es muy parecido a estar saliendo de un manicomio para entrar a un panteón.
Jaime Sabines (Recuento De Poemas, 1950-93 (Spanish Edition))
Quando se ama desesperadamente uma pessoa, nunca se aceita a sua perda. E acabamos por procurar em outras pessoas bocados daquela, como se fosse possível acabar um puzzle com peças de diferentes jogos.
Margarida Rebelo Pinto (Pessoas como Nós)
zaman beni sürükleyen bir nehir, ama nehir benim; beni parçalayan bir kaplan, ama kaplan benim; beni tüketen bir ateş, ama ateş benim; evren, ne yazık ki gerçek; ben, ne yazık ki, borges'im
Jorge Luis Borges (The Book of Sand and Shakespeare's Memory)
APRENDIENDO Después de un tiempo, uno aprende la sutil diferencia entre sostener una mano y encadenar un alma, y uno aprende que el amor no significa acostarse y una compañía no significa seguridad, y uno empieza a aprender... Que los besos no son contratos y los regalos no son promesas, y uno empieza a aceptar sus derrotas con la cabeza alta y los ojos abiertos, y uno aprende a construir todos sus caminos en el hoy, porque el terreno de mañana es demasiado inseguro para planes...y los futuros tienen una forma de caerse en la mitad. Y después de un tiempo uno aprende que si es demasiado, hasta el calor del sol quema. Así que uno planta su propio jardín y decora su propia alma, en lugar de esperar a que alguien le traiga flores. Y uno aprende que realmente puede aguantar, que uno realmente es fuerte, que uno realmente vale, y uno aprende y aprende... y con cada día uno aprende. Con el tiempo aprendes que estar con alguien porque te ofrece un buen futuro, significa que tarde o temprano querrás volver a tu pasado. Con el tiempo comprendes que sólo quien es capaz de amarte con tus defectos, sin pretender cambiarte, puede brindarte toda la felicidad que deseas. Con el tiempo te das cuenta de que si estás al lado de esa persona sólo por acompañar tu soledad, irremediablemente acabarás no deseando volver a verla. Con el tiempo entiendes que los verdaderos amigos son contados, y que el que no lucha por ellos tarde o temprano se verá rodeado sólo de amistades falsas. Con el tiempo aprendes que las palabras dichas en un momento de ira pueden seguir lastimando a quien heriste, durante toda la vida. Con el tiempo aprendes que disculpar cualquiera lo hace, pero perdonar es sólo de almas grandes. Con el tiempo comprendes que si has herido a un amigo duramente, muy probablemente la amistad jamás volverá a ser igual. Con el tiempo te das cuenta que aunque seas feliz con tus amigos, algún día llorarás por aquellos! que dejaste ir. Con el tiempo te das cuenta de que cada experiencia vivida con cada persona es irrepetible. Con el tiempo te das cuenta de que el que humilla o desprecia a un ser humano, tarde o temprano sufrirá las mismas humillaciones o desprecios multiplicados al cuadrado. Con el tiempo aprendes a construir todos tus caminos en el hoy, porque el terreno del mañana es demasiado incierto para hacer planes. Con el tiempo comprendes que apresurar las cosas o forzarlas a que pasen ocasionará que al final no sean como esperabas. Con el tiempo te das cuenta de que en realidad lo mejor no era el futuro, sino el momento que estabas viviendo justo en ese instante. Con el tiempo verás que aunque seas feliz con los que están a tu lado,añorarás terriblemente a los que ayer estaban contigo y ahora se han marchado. Con el tiempo aprenderás que intentar perdonar o pedir perdón, decir que amas, decir que extrañas, decir que necesitas, decir que quieres ser amigo, ante una tumba, ya no tiene ningún sentido. Pero desafortunadamente, solo con el tiempo...
Jorge Luis Borges
Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin. Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat. Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef. Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, — demeğe de dilim varmıyor ama — kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
Nâzım Hikmet
Tienes que comprenderlo: Yo no soy nadie especial. Soy solo una chica normal. Mido uno sesenta y soy del montón en muchas cosas. Pero tengo un secreto. Aunque construyan murallas que lleguen hasta el cielo, yo encontraré la forma de volar sobre ellas. Aunque intenten atraparme con cientos de armas, yo encontraré un modo de resistir. Y hay muchos como yo ahí fuera, más de los que crees. Gente que se niega a dejar de creer. Gente que se niega a volver a tierra. Gente que ama en un mundo sin murallas, gente que ama frente al odio, frente al rechazo, sin miedo y contra toda esperanza.Te amo. Recuerda. Eso no pueden quitártelo.
Lauren Oliver (Delirium (Delirium, #1))
- Era mi biblioteca. Ahora es tuya. Sólo tuya. Tengo ganas de llorar y me aguanto. Sé cuánto ama sus libros. Mis libros. Me estaba regalando la imaginación, la pasión, la aventura, los pensamientos de otros, sus sueños, sus desgracias, sus anhelos. Ahora también son míos. Uno se hace hombre, se hace más humano, cuando tiene su propia biblioteca, aunque sea un solo libro. Tengo mi lanza masai, mi Bar Mitzvá, mi rito de iniciación aborigen, mi diario, mi pluma de halcón. Tengo origen y destino. Ya lo tengo todo. Me queda claro.
Benito Taibo (Persona normal)
Sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. Ve hepsine haykırmak istiyorum. Onayladığınız yanıtlar yalnızca bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin medeni durum dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiç bir çaba harcamadan. Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. istediğiniz düzeye erişmek o denli kolay ki… Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri yok ki. bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla bağdaşan hiç yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum, hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi değer verdiğiniz için. İçgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlenizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı dendim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım. Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum.
Tezer Özlü (Yaşamın Ucuna Yolculuk)
¿Pero cuándo el amor es propiamente amor? ¿Puede uno amar a quien le acompañó por una hora? ¿Por dos horas, dos meses, dos años, dos minutos? ¿Se ama a quien se conoce, justamente por eso, o es quizás al revés: conocemos para desconocer, y así poder amar sin el estorbo de la realidad?
Xavier Velasco (Diablo Guardián)
She is the creature of life, the giver of life, and the giver of abundant love, care and protection. Such are the great qualities of a mother. The bond between a mother and her child is the only real and purest bond in the world, the only true love we can ever find in our lifetime.
Ama H. Vanniarachchy
Magic is seeing wonder in nature's every little thing, seeing how wonderful the fireflies are and how magical are the dragonflies.
Ama H. Vanniarachchy
I just want you to know that I love you with everything I am—a million times a million and to the moon and back.
Laura Miller (My Butterfly (Butterfly Weeds, #2))
Nikad ne možeš biti toliko glup, koliko ja mogu da budem gluv. Nikad ne možeš da budeš tako alav, koliko ja mogu da ti dam. Nikad ne možeš toliko da srušiš, koliko ja mogu iznova da sagradim. I nikad, ali, ama baš nikad, ne možeš da budeš toliko zao, koliko ja mogu da budem dobar.
Ivo Andrić
Ne ölüm, ne de hayat! Hiçbiri kovalamıyor beni rüyalarımda. Hiçbirinin eli bana değmiyor. Çünkü ellerim ceplerimde hiç olmadıkları kadar. Varlığıma nedensizlikten delirdim ben. Hiçbir nedeni kendime yakıştıramadığımdan. Hepsini giydim. Hiçbiri olmadı. Hepsi dar geldi. İnansaydım herhangi birine, uğruna gerekirse dünyayı kan gölüne çevirirdim. Okyanuslar kırmızı olurdu. Pıhtılaşmış kanlardan siyah dağlar yükselirdi. Ama inanamadım. Bir türlü inanamadım... Bütün hayat bir illüzyon. Benim gibi. Kayra gibi...
Hakan Günday (Kinyas ve Kayra)
they're good fighters, i think proudly as i watch them duke it out. But as the oldest male in the house, it's my duty to break it up. I grab the collar of Carlos's shirt but on Louis's leg and land on the floor with them. Before I can regain my balance, icy cold water is pored on my back. Turning quickly, I catch mi'ama dousing us all, a bucket poised in her fist abouve us while she is wearing her work uniform. She works as a checker for the local grocery store a couple blocks from our house. It doesn't pay a whole heck of a lot, but we don't need much. "Get up" she orders, her fiery attitude out in full force. "Shit, Ma" Carlos says, standing Mi'ama takes what's left in her bucket, sticks her fingers in the icy water, and flicks the liquid in Carlos's face. Luis laughs and before he knows it, he gets flicked with water as well. Will they ever learn? "Any More attitude, Lous?" She asks. "No, ma'am" Louis says, standing as straight as a soilder. "You have any more filthy words to come out of that boca of yours, Carlos?" She dips her hand in the water as a warning. "No, ma'am" echos soldier number two. "And what abot you, Alejandro?" her eyes narrow into slits as she focuses on me "What? I was try'in to break it up" I say innocently, giving her my you-can't-resist-me smile. She flicks water in my face. "That's for not breaking it up sooner. Now get dressed, all of you, and come eat breakfast before school." So much for my you-can't-resist-me smile
Simone Elkeles (Perfect Chemistry (Perfect Chemistry, #1))
If not in the moment, where do you propose to live?
Na'ama Yehuda
Böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. Dünyanın bütün kızılderilileri yenilir, Spartakus kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, Sadri Alışık denilen hergele, her filminde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım. Nedenimi bilmez ağlardım. Ağladıkça Sadri’ye kıl kapar gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, Sadri’nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine...
İlhami Algör (Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku)
Birbirimizi anlayamayacağımız korkusuyla, sözcükleri gereğinden çok fazla kullanıyoruz.Konuşmamanın , iletişim kurmayı reddetme anlamına çekilmesinden , kabalık olarak görülmesinden korkuyoruz.Ayrıca çok fazla konuşuyoruz.Sessizlik bizi ürkütüyor.Sessizliği denetleyemiyoruz.Oysa sessizlikte, sezinlediğimiz ama tanımadığımız dürtülerin, özgürlüğün ve gelişigüzelliğin son noktası saklıdır.
Gündüz Vassaf
How often since then has she wondered what might have happened if she'd tried to remain with him; if she’d returned Richard's kiss on the corner of Bleeker and McDougal, gone off somewhere (where?) with him, never bought the packet of incense or the alpaca coat with rose-shaped buttons. Couldn’t they have discovered something larger and stranger than what they've got. It is impossible not to imagine that other future, that rejected future, as taking place in Italy or France, among big sunny rooms and gardens; as being full of infidelities and great battles; as a vast and enduring romance laid over friendship so searing and profound it would accompany them to the grave and possibly even beyond. She could, she thinks, have entered another world. She could have had a life as potent and dangerous as literature itself. Or then again maybe not, Clarissa tells herself. That's who I was. This is who I am--a decent woman with a good apartment, with a stable and affectionate marriage, giving a party. Venture too far for love, she tells herself, and you renounce citizenship in the country you've made for yourself. You end up just sailing from port to port. Still, there is this sense of missed opportunity. Maybe there is nothing, ever, that can equal the recollection of having been young together. Maybe it's as simple as that. Richard was the person Clarissa loved at her most optimistic moment. Richard had stood beside her at the pond's edge at dusk, wearing cut-off jeans and rubber sandals. Richard had called her Mrs. Dalloway, and they had kissed. His mouth had opened to hers; (exciting and utterly familiar, she'd never forget it) had worked its way shyly inside until she met its own. They'd kissed and walked around the pond together. It had seemed like the beginning of happiness, and Clarissa is still sometimes shocked, more than thirty years later to realize that it was happiness; that the entire experience lay in a kiss and a walk. The anticipation of dinner and a book. The dinner is by now forgotten; Lessing has been long overshadowed by other writers. What lives undimmed in Clarissa's mind more than three decades later is a kiss at dusk on a patch of dead grass, and a walk around a pond as mosquitoes droned in the darkening air. There is still that singular perfection, and it's perfect in part because it seemed, at the time, so clearly to promise more. Now she knows: That was the moment, right then. There has been no other.
Michael Cunningham (The Hours)
Daha anlayamamıştı sonunda ölüm olan bir hayatta mutlu son olmasının mantığa aykırı olduğunu. Ölüm mutlu bir son olamazdı. Kimse için. Ama yine de insanlar, kendilerini kandırmak için hayatlarını dönemlere bölüyorlar ve ancak o dönemlere mutlu sonlar uydurabiliyorlardı. Oysa hayat, her bölümünde ayrı bir hikayenin döndüğü neşeli bir dizi değil, sonunda herkesin öldüğü ve katilin bulunamadığı sıkıcı bir filmdi.
Hakan Günday (Kinyas ve Kayra)
Ben şimdi saatlerimi üşengeçliğe ayarladım.Yarına üşeniyorum mesela o yüzden bu gün dün.Yahut bira içmek çok yorucu geliyor sodayla sarhoş oluyorum. Üzerimi örtmektense üşümemem lazım. Bunları düşünmemek için de mektup bekliyorum.Mektupta her şey yazacak.Ben okumayacağım tahmin edeceğim ama fazla da düşünmeyeceğim.Böyle böyle zaman lastik gibi uzayacak.Bir elimden bırakacağım yarın olacak dün.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama isteği kadar büyük. Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. Ya da sevgiyi sevgi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar. Oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı. Ama sen. Senin için her beraberlik ayrılış, her ayrılış beraberlik, sevgi sevgisizlik, duyum duyumsuzluğun başladığı an. Birisinin teniyle yan yana olmak, kendi varoluşumu unutmak mı. Ya da daha derin algılamak mı. Kendi varoluşum. Her varoluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu.
Tezer Özlü (Yaşamın Ucuna Yolculuk)
—Cuando uno decide que ama a otro tanto que renuncia a todos los demás no se queda ciego ni se vuelve invisible, sigue viendo y le siguen viendo. No tiene ningún mérito ser fiel cuando lo que vemos no nos tienta o cuando nadie nos mira. La verdadera prueba se presenta cuando aparece alguien de quien nos enamoraríamos de no tener pareja, alguien que sí da la talla, que nos gusta y nos atrae. Alguien que sería la persona perfecta de no ser porque ya hemos elegido a otra persona perfecta. Ésa es la fidelidad, inspectora.
Dolores Redondo (Legado en los huesos (Trilogía del Baztán, #2))
The Self says ‘I AM’–as in the very grand sayings of Christ, especially in the Gospel of John, in which he says in the state of onenenss with Yahweh (which in Hebrew means ‘I AM’), I AM is the way and the truth and the life–but the ego says ‘I am this’ or ‘I am that,’ thus attaching itself only to a small portion of the Vastness. (62)
Ravi Ravindra (The Wisdom of Patanjali's Yoga Sutras: A New Translation and Guide)
Pero kung meron talagang may himala, gusto kong muling makita’t makausap si Jen. At kapag nangyari ‘yun, hindi ko na palalampasin ang pagkakataon na sabihin sa kanya ang lahat ng gusto kong sabihin. Huhubarin ko na ang kahihiyan ko. Itatapon ang pag-aastig-astigan. Hindi na baleng iwan nya sa huli kapag nalaman nyang mahal ko sya, na nababaliw na ako sa kanya, na gusto kong maging officially kami na. Kung sakaling magbago sya ng isip, na hindi nya na iiwan ang lahat ng nagmamahal o nababaliw sa kanya, kung sakaling hindi na rin sya nag-astig-astigan o nagmanhid-manhidan, isusumpa ko sa ngalan ng mga lamang lupang hindi matahimik sa pagmumura ko sa gabi at mamatay man ang lasenggero naming kapitbahay… Pukang ama… Hindi ko na sya pakakawalan.
Eros S. Atalia (Ligo Na U, Lapit Na Me)
De tudo ao meu amor serei atento Antes, e com tal zelo, e sempre, e tanto Que mesmo em face do maior encanto Dele se encante mais meu pensamento. Quero vivê-lo em cada vão momento E em seu louvor hei de espalhar meu canto E rir meu riso e derramar meu pranto Ao seu pesar ou seu contentamento E assim, quando mais tarde me procure Quem sabe a morte, angústia de quem vive Quem sabe a solidão, fim de quem ama Eu possa me dizer do amor (que tive): Que não seja imortal, posto que é chama Mas que seja infinito enquanto dure.
Vinicius de Moraes
Have we ever wondered a mothers silent cries? Her struggles, her fears and her worries? Do we ever have time for this in our busy lives? Have we ever thought of the sacrifices she has done in order to make our lives happier, and her dreams cut short to make our dreams come true?
Ama H. Vanniarachchy
Porque en los momentos mas tristes hay alguien que llora contigo, sufre porque tu sufres, te entiende perfectamente bien cuando te enojas, comprende que en el fondo de tu enojo hay dolor, y no te deja nunca sola. Porque en los momentos mas felices brinca, baila, sonríe y sueña contigo. Y en los momentos mas difíciles, cuando sientes que el mundo esta en tu contra, sabes que ese alguien va a saltar para defenderte y nadie te hará daño. Ese alguien nunca te va a dejar sola, ese alguien te ama, llego contigo y se ira contigo... Ese alguien eres tu.
Dulce María
Amo amas amat amamus amatis amant amavi amavisti amavit amavimus amavistis amaverunt amavero amaveris amaverit… Everything was love. Everything will be love. Everything has been love. Everything would be love. Everything would have been love. Ah, that was it, the truth at last. Everything would have been love. The huge eye, which had become an immense sphere, was gently breathing, only it was not an eye nor a sphere but a great wonderful animal covered in little waving legs like hairs, waving oh so gently as if they were under water. All shall be well and all shall be well said the ocean. So the place of reconciliation existed after all, not like a little knot hole in a cupboard but flowing everywhere and being everything. I had only to will it and it would be, for spirit is omnipotent only I never knew it, like being able to walk on the air. I could forgive. I could be forgiven. I could forgive. Perhaps that was the whole of it after all. Perhaps being forgiven was just forgiving only no one had ever told me. There was nothing else needful. Just to forgive. Forgiving equals being forgiven, the secret of the universe, do not whatever you do forget it. The past was folded up and in the twinkling of an eye everything had been changed and made beautiful and good.
Iris Murdoch (A Word Child)
Porque el ideal de la mujer blanca, seductora pero no puta, bien casada pero no a la sombra, que trabaja pero sin demasiado éxito para no aplastar a su hombre, delgada pero no obsesionada con la alimentación, que parece indefinidamente joven pero sin dejarse desfigurar por la cirugía estética, madre realizada pero no desbordada por los pañales y por las tareas del colegio, buen ama de casa pero no sirvienta, cultivada pero menos que un hombre, esta mujer blanca, feliz que nos ponen delante de los ojos, esa a la que deberíamos hacer el esfuerzo de parecernos (...) nunca me la he encontrado en ninguna parte. Es posible incluso que no exista.
Virginie Despentes (King Kong théorie)
Türk genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır.’ demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir.’ diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, ‘Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.’ diyecek. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, ‘Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.’ İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!
Mustafa Kemal Atatürk (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille))
... dove trovare il tempo per leggere? grave problema. che non esiste. nel momento in cui mi pongo il problema del tempo per leggere, vuol dire che quel che manca è la voglia. poiché, a ben vedere, nessuno ha mai tempo per leggere. né i piccoli, né gli adolescenti, né i grandi. la vita è un perenne ostacolo alla lettura. "leggere? vorrei tanto, ma il lavoro, i bambini, la casa, non ho più tempo..." "come la invidio, lei, che ha tempo per leggere!" e perché questa donna, che lavora, fa la spesa, si occupa dei bambini, guida la macchina, ama tre uomini, frequenta il dentista, trasloca la settimana prossima, trova il tempo per leggere, e quel casto scapolo che vive di rendita, no? il tempo per leggere è sempre tempo rubato. (come il tempo per scrivere, d'altronde, o il tempo per amare.) rubato a cosa? diciamo, al dovere di vivere. [...] il tempo per leggere, come il tempo per amare, dilata il tempo per vivere.
Daniel Pennac
Düşün! Bize, matematik dünyasının kurgusal ve sonsuz olduğu öğretildi. Bunu kabul ederim, 1'den sonra 2 gelir dendi. Bunu da kabul ederim. Ama sonra, 1 ile 2 arasındaki sonsuzluğu düşündüm. Peki o nereye gitti? İrrasyonel sayılar varken bir sayıdan sonra diğer bir tam sayı nasıl gelebilir? Eğer 1'den sonra virgül konursa ve bunun da kıçına sonsuz sayı konabiliyorsa 2 nasıl gelir? İşte! Soru bu! Yanıtsız bir soru. Ve işte matematiğin hatası! Dolayısıyla matematik yok. Onun üzerine kurulmuş dünya düzeni de yok... Ama ben anlayabilirim. Anlayabilirim bu sorunu. Ve o zaman ortaya yaklaşık sayılar çıkar. Yani hiçbir sayı tam değildir. Hepsi tama yaklaşır. Ama varamaz. Demektir ki, 1,999...9'u bize 2 diye yutturmaya çalışan bir dünyanın çocuklarıyız. Ve dünya da aslında tam gibi görünürken, aslmda bir irrasyonellik harikası. İşte bunun için hayat yoktur. Olsa dahi o da irrasyoneldir! Yani anlamsızdır. Ne bir başlama nedeni, ne de bir oluş nedeni vardır. Evrende uçuşan kocaman bir irrasyonellik. Tabiî ki dünyanın bir anlamı olması gerekmiyor. Belki de onu anlamlandıran üzerinde yaşayan akıl sahibi yaratıklardır. Ama onların da bizi getirdiği nokta ortada!
Hakan Günday (Kinyas ve Kayra)
Ben aslında sürekli özlüyor ve bir özlem durumunda yaşıyorum. Bu yüzden özlemlerim yok. Yalnız bir kavrama bu. Bütünselliğin kavranması. Bitirilmişliğin. Bir yolculuğun sonu. Başlangıcı olmayan yatay bir yolculuğun sonu. Kendi yuvarlağım çevresinde dönen bir yolculuğun. Şimdi okunmuş kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum. Yenmiş yemekleri yeniden yiyorum. Sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi açlığımda yeniden acıkıyorum. şimdi gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. Şimdi havada uçuyor, raylarda, su yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umursamazlıkla dolaşıyorum. Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları. Sözcükleri. Her dili anlıyorum. Anlıyor ama kavrayamıyorum.
Tezer Özlü (Kalanlar)
icen que a lo largo de nuestra vida tenemos dos grandes amores; uno con el que te casas o vives para siempre, puede que el padre o la madre de tus hijos, esa persona con la que consigues la compenetración máxima para estar el resto de tu vida junto a ella. Y dicen que hay un segundo gran amor, una persona que perderás siempre. Alguien con quien naciste conectado, tan conectado que las fuerzas de la química escapan a la razón y te impedirá, siempre, alcanzar un final feliz. Hasta que cierto día dejarás de intentarlo. Te rendirás y buscarás a esa otra persona que acabarás encontrando. Pero te aseguro que no pasarás una sola noche sin necesitar otro beso suyo, o tan siquiera discutir una vez más. Todos sabéis de qué estoy hablando, porque mientras estabais leyendo esto os ha venido su nombre a la cabeza. Te librarás de él o de ella, dejarás de sufrir, conseguirás encontrar la paz (le sustituirás por la calma), pero te aseguro que no pasará un día en que desees que estuviera aquí para perturbarte… Porque, a veces, se desprende más energía discutiendo con alguien a quien amas que haciendo el amor con alguien a quien aprecias.
Paulo Coelho (The Zahir)
sanem hanım. sanem. evlen benimle sanem. kadınım ol benim. yasadıgım tüm acıları, yaptıgım bütün kötülükleri, pismanlıklarımı, hatalarımı akla. basına çiçekten taçlar yapayım, sana siirler yazayım, seni her gece masallar anlatarak uyutayım. bazı aksamlar dvd’de film seyredelim seninle. birlikte hüzünlenelim, birlikte gülelim. sanat galerileri gezelim. sen benden daha çok anla modern sanatı. gördügümüz eserlerin ne anlama geldigini açıkla bana, ben basımı sallayayım. ah ben ne aptalmısım! nasıl olup da varlıgından kuskuya düsmüsüm? oysa hayat denen bu yaranın seni bulmak dısında ne anlamı olabilirdi ki? bak simdi her sey ne kadar açık görünüyor oysa. ilk görüste aska inanırsın, degil mi sanem? evet, çok dogru. ben de baska türlüsüne inanmam zaten. biliyor musun sanem, ben seni hep severim. her gün daha çok severim. bak mesela pencerenin önüne bir kus konar ben seni severim, bir tren yolculugunda pencereden dısarı bakarken derme çatma bir ev gözüme çarpar ben seni severim, burnuma eskilerden, hangi uzak hatıraya ait oldugunu bir türlü çıkaramadıgım bir koku çarpar ben seni severim, kafama kus sıçar ben yine seni severim… anlıyor musun beni? sonra ben bazen biraz fazla kıskanç olabilirim. diyelim yazlık bir yere gitmisizdir de, bir aksam sen çok hos bir tunik giymissindir, oradaki bütün erkekler bayılır sana, hemen asık olur. ben mesela tunik nedir onu bile bilmeden kıskançlıktan çatlayabilirim böyle bir durumda. ama belli etmem. ama sen yine de sezersin. öyle bir laf edersin ki ben, benden baska hiç kimseye bakmayacagını anlarım. o kadar da incesindir. bir de bir iyilik rica edecegim senden. gözlerine o elem ifadesini yükleyen alçagın adını söyle bana. söyle ki, ona hemen düello sahitlerimi göndereyim. silah seçimini o yapsın. evet. utanarak kabul ediyorum ki, bunu bir yerde okudum. ama ne fark eder? bütün siirler, romanlar senin için yazılmadı mı zaten? sarkılar senin için söylenmedi mi? masumların kanı senin için akmadı mı? ruhum hep seni aradı benim sanem. hep seni arar. milyonlarca yıl geçsin, sistemler çöksün, günesler patlasın benim ruhum seni arar. ve biliyor musun sanem, bulur da. simdi buldugu gibi bulur. seni seviyorum. seni seviyorum. seni seviyorum.
Alper Canıgüz (Gizliajans)
Love? Love? Love is not safe, my lady silk, love is dangerous. It is deceitfully sweet like wine from a fresh palm tree at dawn. Love is fine for singing about and love songs are good to listen to, sometimes even to dance to. But when we need to count on human strength, and when we have to count pennies for food for our stomachs and clothes for our backs, love is nothing. Ah my lady, the last man any woman should think of marrying is the man she loves.
Ama Ata Aidoo (Changes: A Love Story)
Berlin'de yalnızsınız değil mi?" dedi. "Ne gibi? " "Yani... Yalnız işte... Kimsesiz... Ruhen yalnız... Nasıl söyleyeyim... Öyle bir haliniz var ki..." "Anlıyorum, anlıyorum... Tamamen yalnızım... Ama Berlin'de değil... Bütün dünyada yalnızım... Küçükten beri..." "Ben de yalnızım..." dedi. Bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak: "Boğulacak kadar yalnızım..." diye devam etti, "hasta bir köpek kadar yalnız..." ... Şuna dikkat edin ki, benden herhangi bir şey istediğiniz gün her şey bitmiş demektir. Hiçbir şey anlıyor musunuz, hiçbir şey istemeyeceksiniz… Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok şeyler istedikleri için… Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil… Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hulasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki… Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daim bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek… Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey veremeyiz… Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz? Sizinle bunun için dost olabileceğimizi zannediyorum. Çünkü halinizde o manasız kendine güvenme yok… Fakat bilmem… Ne kuzuların ağzından vahşi kurt dişlerinin sırıttığını gördüm… ... Ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım… Hakiki hayatım benim için can sıkıcı bir rüyadan başka bir şey değildir…
Sabahattin Ali (Kürk Mantolu Madonna)
Sen yokken, yani sen evde aşk acısıyla, bittikçe altüst edilen bir kum saati gibi damla damla tükenirken, bu insanların hepsi yaşamaya devam ediyorlar. Elektrik faturası yatırıyorlar, sinemaya gidiyorlar, araç muayenesi yaptırıyorlar, kat karşılığı arsa için müteahhitlerle pazarlık ediyorlar, arabalara, dolmuşlara, teknelere, trenlere biniyorlar, konuşuyorlar, gülüyorlar, kavga ediyorlar, ter kokuyorlar, ayakkabı boyatıyorlar... Bir sen yoksun içlerinde ve bunun farkında bile olmuyorlar. Seni bu hale koyan bile onların arasında dolaşıyor, yaşıyor, ediyor ama sen evde oturmuş, dünya durdu sanıyorsun. "Ben çok yoruldum, biraz ara verelim mi?" dediğinde onlar da mola verdi sanıyorsun. Öyle olmuyor ama. Geç kalırlarsa, hayatta yer kalmayacakmış gibi can havliyle sokaklara koşuyorlar, yaşıyorlar. Uzun süre evden çıkmayınca dışarıdaki ademoğlu kalabalığını kabul etmek zor geliyor işte bu yüzden. Önce hepsini yabancılıyorsun, sonra her birini bir zamanlar bir yerlerde tanımışsın da unutmuşsun gibi gelmeye başlıyor. Öyle bakıyorsun yüzlerine tek tek, bir şeyler arar gibi.
Mahir Ünsal Eriş (Olduğu Kadar Güzeldik)
eu estou bem, dizia-lhe, estou bem. e ele queria saber se estar bem era andar de trombas. eu respondi que o tempo não era linear. preparem-se sofredores do mundo, o tempo não é linear. o tempo vicia-se em ciclos que obedecem a lógicas distintas e que se vão sucedendo uns aos outros repondo o sofredor, e qualquer outro indivíduo, novamente num certo ponto de partida. é fácil de entender. quando queremos que o tempo nos faça fugir de alguma coisa, de um acontecimento, inicialmente contamos os dias, às vezes até as horas, e depois chegam as semanas triunfais e os largos meses e depois os didáticos anos. mas para chegarmos aí temos de sentir o tempo também de outro modo. perdemos alguém, e temos de superar o primeiro inverno a sós, e a primeira primavera e depois o primeiro verão, e o primeiro outono. e dentro disso, é preciso que superemos os nossos aniversário, tudo quanto dá direito a parabéns a você, as datas da relação, o natal, a mudança dos anos, até a época dos morangos, o magusto, as chuvas de molha-tolos, o primeiro passo de um neto, o regresso de um satélite à terra, a queda de mais um avião, as notícias sobre o brasil, enfim, tudo. e também é preciso superar a primeira saída de carro a sós. o primeiro telefonema que não pode ser feito para aquela pessoa. a primeira viagem que fazemos sem a sua companhia. os lençóis que mudamos pela primeira vez. as janelas que abrimos. a sopa que preparamos para comermos sem mais ninguém. o telejornal que já não comentamos. um livro que se lê em absoluto silêncio. o tempo guarda cápsulas indestrutíveis porque, por mais dias que se sucedam, sempre chegamos a um ponto onde voltamos atrás, a um início qualquer, para fazer pela primeira vez alguma coisa que nos vai dilacerar impiedosamente porque nessa cápsula se injeta também a nitidez do quanto amávamos quem perdemos, a nitidez do seu rosto, que por vezes se perde mas ressurge sempre nessas alturas, até o timbre da sua voz, chamando o nosso nome, ou mais cruel ainda, dizendo que nos ama com um riso incrível pelo qual nos havíamos justificado em mil ocasiões no mundo.
Valter Hugo Mãe (A máquina de fazer espanhóis)
Amigo mío... yo no soy lo que parezco. Mi aspecto exterior no es sino un traje que llevo puesto; un traje hecho cuidadosamente, que me protege de tus preguntas, y a ti, de mi negligencia. El "yo" que hay en mí, amigo mío, mora en la casa del silencio, y allí permanecerá para siempre, inadvertido, secreto. No quisiera que creyeras en lo que digo ni que confiaras en lo que hago, pues mis palabras no son otra cosa que tus propios pensamientos, hechos sonido, y mis hechos son tus propias esperanzas en acto. Cuando dices: "El viento sopla hacia el Este", digo: "Sí, siempre sopla hacia el Este"; pues no quiero que sepas entonces que mi mente no mora en el viento, sino en el mar. No puedes comprender mis navegantes pensamientos, ni me interesa que los comprendas. Prefiero estar a solas en el mar. Cuando es de día para tí, amigo mío, es de noche para mí; sin embargo, todavía entonces hablo de la luz del día que danza en las montañas, y de la sombra purpúrea que se abre paso por el valle; pues no puedes oír las canciones de mi oscuridad, ni puedes ver mis alas que se agitan contra las estrellas, y no me interesa que oigas ni que veas lo que pasa en mí; prefiero estar a solas con la noche. Cuando tú subes a tu Cielo yo desciendo a mi Infierno. Y aún entonces me llamas a través del golfo infranqueable que nos separa: " ¡Compañero! ¡Camarada!" Y te contesto: "¡Compañero! ¡Camarada!, porque no quiero que veas mi Infierno. Las llamas te cegarían, y el humo te ahogaría. Y me gusta mi Infierno; lo amo al grado de no dejar que lo visites. Prefiero estar solo en mi Infierno. Tu amas la Verdad, la Belleza y lo Justo, y yo, por complacerte, digo que está bien, y finjo amar estas cosas. Pero en el fondo de mi corazón me río de tu amor por estas entidades. Sin embargo, no te dejo ver mi risa: prefiero reír a solas. Amigo mío, eres bueno, discreto y sensato; es más: eres perfecto. Y yo, a mi vez, hablo contigo con sensatez y discreción, pero... estoy loco. Sólo que enmascaro mi locura. Prefiero estar loco, a solas. Amigo mío, tú no eres mi amigo. Pero, ¿cómo hacer que lo comprendas? Mi senda no es tu senda y, sin embargo, caminamos juntos, tomados de la mano.
Kahlil Gibran (El loco / Lágrimas y sonrisas)
İnsan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın. Ve o zaman anlarsın hayatının uzun zamandır neden başka birinin hikâyesiymiş gibi gözükmeye başladığını. Sokak lambalarının ölgün ışıkları karanlık odalara vurduğunda, duvar saatinin tik taklarından başka ses yokken yanında, sanki bir tek sana açıklanmayan bir sır varmış gibi beklerken anlarsın aslında boşa beklediğini. Tünelde sana yol gösterecek rehberin, karanlıktan başka bir şey olmadığını anlarsın. Anne diye ağlayan çocukların aradığının çoğu zaman şefkatli bir baba olduğunu anlarsın. Çekip gitmek isterken görünmez bir elin seni nasıl durdurduğunu anlarsın. Kırk yaşında ama altmış gösteren adamlara daha dikkatli bakarsın o zaman. Kahvelerin dışarıyı göstermeyen isli camlarına. Berduşlara ve kör kedilere bakarsın. Gözbebekleri kaymış esrarkeşlere. Suyun üstüne çıkmış ölü balıklara. Havada asılı gibi duran yırtıcı kuşlara daha dikkatli bakarsın. Çabalarının sonuç vermediğini gören umutsuz insanların bakışlarıyla ancak o zaman buluşur bakışların. Bir yağmur çaktırmadan dindiğinde. Bir gün çenesi ağzının içine kaçmış dişsiz ihtiyarlardan birinin de sen olabileceğini bilirsin artık. Bir gece ansızın, yapayalnız ölmekten korkarken, cesedimi komşular mı bulacak yoksa sayım memurlarımı diye düşünürken hissedersin göğüs kafesinde her gün biraz daha büyüyen, kimsenin kapatamayacağı o boşluğu. Bir kokuya sarılma isteğini. Bir ömür gibi geçmiş zor, uzun günlerden sonra anlarsın ruhunu zehirleyen karmakarışık düşünceleri. Büyük heyecanlardan sonra çöken bitkinlikleri. Kimsenin bulutlara bakmadığı bir şehirde bir lafı döndürüp dolaştırmadan anlatmanın imkansızlığını. Belki de insanın ne anlatacağını bilemediğinde şair olduğunu anlarsın. Gözyaşların kurumadan gülmeye başlarsın o zaman. Çünkü bilirsin ki seni artık kimse kandıramaz kolay kolay. Mutsuz insanları kandırmak zordur çünkü. Hayata her zaman kuşkulu gözlerle bakan, mutsuz insanları kandırmak, herkes bilir bunu, çok ayıptır çünkü.
Emrah Serbes