Zeki Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Zeki. Here they are! All 100 of them:

Aptallar kötüleri zeki zanneder.
Murat Menteş (Ruhi Mücerret)
Söz konusu başkalarının derdi olunca nasıl da daha zeki, daha nesnel oluruz.
Stefan Zweig (Amok Koşucusu)
Arzulandığı zaman güzeldi, zeki insanların arasında nüktedandı, gururu okşandığında kibirliydi, sevildiği zaman aşıktı.
Stefan Zweig (Bir Çöküşün Öyküsü)
Dinliyordum. Bana zeki dediklerini duyuyordum. Yalnız şunu anlamıyordum: Herhangi bir kimsedeki erdemler, nasıl oluyordu da bir suçlu aleyhine ezici bir kanıt olabiliyordu?
Albert Camus (The Stranger)
Eğer zeki olmak insanın bir konudaki fikrinin değişebilmesiyse, o gece ben bunu kanıtlamıştım.
Éric-Emmanuel Schmitt
Ya zekamı kullanabileceğim fırsatlar karşıma çıkmıyordu ya da ben nerede kullanmam gerektiğini bilecek kadar zeki değildim. Aslında zekamdan çok güzelliğime güveniyordum. Güzelliğimi kullanmak zahmetsizdi. İspat etmem gerekmiyordu, hemen görülüyordu. Hem zaten zekamı isteyen de yoktu.
Ayfer Tunç (Yeşil Peri Gecesi (Kapak Kızı, #2))
Ben zengin değilim, güzel değilim, akıllı değilim, zeki değilim, ama mutluyum ve mutlu olacağım! Mutlu bir doğaya sahibim, insanları seviyorum, şüpheci değilim ve kendimle birlikte herkesi mutlu görmeyi arzuluyorum.
Anne Frank (The Diary of a Young Girl)
Uzun zaman önce... Hiç kimse tarlaları sabanla deşmezdi Toprağı sınırlara bölmezdi hiç kimse Ve suları kürekle yarmazdı Kıyı dünyanın sonuydu. Ah doğuştan zeki insan, buluşlarının kurbanı Öyle korkunç ki yaratıcılığın, Ne işe yarar şehirleri çevreleyen şu yüksek duvarlar Ve niye savaşmak için silahlar?
Ronald Wright (İlerlemenin Kısa Tarihi)
Tahtın üzerine ya da yakınına doğan zeki insanlar, kısa sürede incelikli düşünme yetilerini yitirirler; çevrelerinde, kabalık olarak gördükleri konuşma özgürlüğünü yasaklarlar; yalnızca birtakım maskeler görmek isterler ve insanları tenlerinin güzelliğine bakarak yargılamaya kalkarlar; işin hoş yanı, sezgilerinin çok ince olduğuna inanmalarıdır.
Stendhal (The Charterhouse of Parma)
Eğer çok zeki biriysen, şunu göreceksin: Evrendeki bütün gerçeklikler değiştirilebilirler!
Mehmet Murat ildan
Bir fikir, güneşten daha büyük olabilir, çünkü zeki bir fikirle insan başka bir güneş yaratmanın yolunu keşfedebilir! Fikir, evrendeki en büyük güçtür!
Mehmet Murat ildan
Düşük zekâlı cahil toplumlarda akıllılar aşağılanır, aptallar yüceltilir; zekiler taşlanır, ahmaklar baş tacı edilir!
Mehmet Murat ildan
Söyle bakalım, insanın kendisi kadar zeki olmayan bir insanı sevmesi mümkün müdür?
Michael Ondaatje (The English Patient)
Çok zeki ve duyarlıydı, bu iki özelliğin bir kadında birleşmesi, onu çoğu zaman felakete götürür.
Aslı Erdoğan (Kabuk Adam)
Bir karga zeki bir şey söylediğinde tavuklar buna gülebilirler; kumdan kalelerin güçlü dalgaya gülmesidir bu!
Mehmet Murat ildan
Aslında cahil, ama doğuştan zeki olan, düşüncelerini sistemli bir bütünlük içinde geliştirmeye alışkın kişiler, kendilerinden daha üstün olanların kaçırdığı yükseklikleri ulaştı.
Honoré de Balzac
O da kadınların çoğu gibi başkalarının ruh halinden beslenirdi. Arzulandığı zaman güzeldi, zeki insanların arasında nüktedandı, gururu okşandığında kibirliydi, sevildiği zaman aşıktı.
Stefan Zweig (Bir Çöküşün Öyküsü)
Çok bilmek, çok zeki olmakla eş değer değildir. Akıl yalnızca bilgi demek değildir, aynı zamanda yargıdır da. Başka bir deyişle, bilgiler arasında bağlantı kurup bunları kullanmaktır.
Carl Sagan (Cosmos)
Biliyorum, zaten şaşılacak nokta da bu ya. Senin gibi zeki bir kızın, başkalarının aptallıklarına, saçmalıklarına gözlerinin kapalı olması. İçten görünmeye özenenler çoktur, bunlara her yerde rastlanır. Ama böyle gösterişsiz, art niyetsiz içtenlik; herkesin karakterinin iyi taraflarını abartmak, sonra da kötü taraflarından hiç söz etmemek yalnız sana özgü bir davranış.
Anonymous
Güzel ve zarif yerine, şirin ve zeki. Bu yazgıyı kabullenmem yıllarımı aldı. Sonunda bunun 'çok daha iyi' olmasa bile, hiç değilse bir lanetleme de olmadığını ister istemez kabulleniverdim." Nadege
Michel Tournier (The Midnight Love Feast)
Nasıl ki zeki bir insan, bir başka zeki insana aptal görünmekten korkmazsa, seçkin bir adam da seçkinliğinin büyük bir soylu tarafından değil, kaba saba bir köylü tarafından anlaşılmamasından korkar.
Marcel Proust (Swann in Love, Volume 1 (Remembrance of Things Past, #4))
Cahillerin her zaman eşeği soylu at gibi, domuzu da aslan gibi görme eğilimleri vardır! Cahilin hükümlerini önemseme, çünkü cahil karıncayı fil yapar, aptalı zeki ilan eder, sersemi omuzlarında taşır!
Mehmet Murat ildan
Eğer yeterince şanslı değilsen, geleceğe ulaşamazsın! Çok zeki olabilirsin, çok yetenekli ve çok iyi bir planlamacı olabilirsin ama yine de yarına ulaşmak için şansa, geleceğe varmak için ‘şanslı’ olmaya ihtiyacın var!
Mehmet Murat ildan
Aptal bir faşistle zeki bir faşist arasında zeki olanı tercih et çünkü hareketlerinin yanlışlıkları konusunda akıllı olanı ikna etmek için her zaman bir şans vardır! Aptal ve cahil bir faşist için böyle bir şans yoktur!
Mehmet Murat ildan
Hayattaki en trajikomik şeylerden biri şudur ki bir adam hayali bir şeyi – mesela bir dini – kendisine bayrak yapar ve bütün hayatı boyunca onu taşır ve hatta onun için ölür! Zeki bir adamın tek bir bayrağı vardır: Akıl ve bilim bayrağı!
Mehmet Murat ildan
Bir evi ahşapsız ve çivisiz inşa edemezsin. Eğer bir evin yapılmasını istemiyorsan ahşap ve çivileri sakla. Eğer politik bakımdan mutsuz bir adam istemiyorsan, kaygılandıracak bir soruda ona iki bakış açısı verme, birini ver. Daha da iyisi hiç verme. Bırak savaş gibi bir şeyin var olduğunu unutsun. Eğer Devlet yetersizse, havaleliyse ve vergi delisiyse, insanların Devlet üzerine endişelenmesindense bırak böyle olsun. Huzur, Montag. Onlara yarışmalar düzenle, en popüler şarkıların sözlerini, devletlerin başkentlerini veya Iowa'da geçen yıl ne kadar mısır yetiştirildiğini bilerek kazansınlar. Onları patlamalarına neden olmayacak bilgilerle doldur, öyle lanet olası olaylarla tıka basa yap ki, kendilerini bilgileriyle gerçekten zeki hissetsinler. Sonra düşündüklerini hissedecekler, hiç kımıldamadan hareket ettikleri hissine kapılacaklar ve mutlu olacaklar, çünkü bu tür olaylar değişmezler. Olayların bağlantılarını kurmaları için onlara felsefe ve sosyoloji gibi kaypak şeyler verme. O zaman melankolik olurlar. Bugünlerde birçok adamın yapabildiği gibi, TV duvarını ayırıp tekrar birleştiren kişi, insanı kaba, hayvansı hissettirmeden ölçülüp biçilemeyecek olan evreni ölçüp biçmeye çalışan kişiden daha mutludur. Biliyorum, ben denedim, cehenneme kadar yolu var. Sen kulüplerini ve partilerini, akrobatlarını ve sihirbazlarını, gözüpek adamlarını, jet arabalarını, motosiklet helikopterlerini, seks ve eroini, otomatik refleksle yapılacak her şeyi getir onlara.
Ray Bradbury
Çocuk aklımla onu inanılmaz derecede aptal bulurdum. Öyleydi de. Ama mutlu bir insandı ve bazen mutlu insanların aptal olsalar bile gizli bir bilgelikleri olduğuna inananasım geliyor. Zeki olmak kadar aptalca olan ve insanı mutsuz eden ne var ki!
Hermann Hesse (The Fairy Tales of Hermann Hesse)
Zeki bir düşünce yaratarak, başka zeki düşüncelerin yolunu da açmış olursunuz! Aptal bir düşünce üreterek, başka aptal düşüncelerin yolunu da açmış olursunuz! Düşüncelerine dikkat et! İnci yarat ve sonra inciler çoğalır; çamur yarat ve sonra çamurlar çoğalır!
Mehmet Murat ildan
o da tüm kadınlar gibi başkalarının ruh hallerinden güç alıyordu,beğenildiği zaman güzel oluyordu,zeki insanların olduğu çevrede espriliydi,takdir edidiğinde büyüklenirdi,sevilirse eğer aşık olurdu,ondan ne kadar şey istenirse istensin,o hep daha fazlasını verirdi.
Stefan Zweig (Bir Çöküşün Hikayesi & Amok)
Din ilhamlı türcülüğümüz öyle bir nefes kesen seviyededir ki, tek bir insan zigotunun kürtajı bile (zaten çoğu kendiliğinden düşmektedir), deneyler için herhangi bir sayıdaki zeki şempanzenin kesilip biçilmesinde olduğundan çok daha fazla miktarda ahlaki endişe ve öfke yaratabilir!
Richard Dawkins (The Blind Watchmaker: Why the Evidence of Evolution Reveals a Universe Without Design)
Hayvan-insan ilişkisi, gelecekte süperinsanlarla insanlar arasında kurulacak ilişkiye en yakın model olma özelliği taşır. Süperzeki siborgların etten kemikten, sıradan insanlara nasıl davranacağını mı merak ediyorsunuz? İnsanların daha az zeki hayvan akrabalarına nasıl davrandığıyla başlamak sağlıklı olabilir.
Yuval Noah Harari (Homo Deus: A History of Tomorrow)
Şimdi bir yandan köşemde pinekliyor, bir yandan da acı faydasız bir teselliyle avunuyorum: Zeki insanlar asla bir baltaya sap olamaz, olanlar yalnız aptallardır. Evet efendim, on dokuzuncu yüzyıl adamı en başta karaktersız olmalı, böyle olmaya manen mecburdur; karakter sahibi çalışkan bir insansa oldukça dar kafalıdır.
Fyodor Dostoevsky (Yeraltından Notlar)
manevi bir çöküşün en büyük belirtisi, kişinin yaptığı işin çok önemli olduğunu düşünmeye başlamasıdır” "insanlar bilgisiz doğar, aptal değil, eğitilerek aptal olurlar... "dünyanın en büyük problemi, akılsız ve fanatik kişilerin kendilerinden son derece emin olması, buna karşılık zeki insanların sürekli şüpheler içinde olmasıdır.
Bertrand Russell
İnsanları olduklarından çok daha neşeli ya da ciddi, zeki ya da aptal sanmışımdır üstelik nedenini ya da yanılgının nereden geldiğini pek bilemem. Bazen insanların kendileri hakkında söyledikleri şeyler, sık sık da başkalarının o insanlar hakkında söyledikleri şeyler yanıltıcı oluyor, insana düşünme ve karar verme fırsatı bırakmıyor.
Jane Austen (Sense and Sensibility)
Evet zeki adamlar, çok okumuşlar, fazla bilgililer, Kim bilirdi, kimin aklına gelirdi. Nasıl, ne zaman ve nerede her şeyin bir eşi olacağını? Neden âşık olduklarını ve öpüştüklerini? Evet mağrur bilgeler, söyleyin bana, neden? Hem ne oldu bana o zaman? Bulun ve söyleyin bana, nerede, nasıl, ne zaman? Ve neden benim başıma geldi bu? Bürger
Anonymous
Otranto Dükünün armasının ortasında altından bir sütun var. Altını büyük bir tutkuyla seven biri için çok uygun. Altından sütuna bir de yılan sarılmış. Yeni dükün diplomasi alanındaki esnekliklerini kibarca belirtmek istercesine, belki Napoleon’un çok zeki bir armacıbaşısı olmalıydı! Çünkü Joseph Fouché için bundan daha uygun bir arma düşünülemezdi.
Stefan Zweig (Fouché)
Bazılarına hiçbir şey yakışmaz ve ben herkesin mutlu olmasını isteyen bir adam değilim. Evet, herkes mutlu olmasın çünkü gerek yok, ayrıca herkes mutlu olmayı hak etmiyor zaten. İlla birileri mutlu olacaksa başta ben olayım. Bu arada dengesiz adamlar zeki oluyormuş, o kadar dengesiz biriyim ki, bendeki denge ip cambazında olsa; ilk adımında yere çakılır
Anonymous
Guduuuuuuuu
Zeki Kayahan Coşkun
Güzelliğinin büyüsüne kapılıp peşinden koşacak herkes, bu zeki ve güçlü kadına çok farklı yaklaşmak zorundaydı. Samimiyetine aldanıp hayal kırıklığı yaşayan nice erkek bırakmıştı ardında. Ne babasının prensesi olarak büyümüştü ne de her dişiye hallenecek erkekler tarafından şımartılmıştı. Her haliyle barışık olan bu kadın, olabildiğine özgürdü bu topraklarda.
Ahmet Naç (Gölge)
General Napolyon şöyle der: ‘Düşmanın bir yanlış yaparken ona asla engel olma!’ Ben bunun tersini öneriyorum: Düşmanın yanlış yaparken ona engel ol! Fırsatçı olma; düşmanının zayıflığından yararlanma! Düşmanına bile adaletli ol! Ona zarar vermeden onu yenmenin bir yolunu bul; bu yolu bulacak kadar zeki olduğunu ispatla! Zaferin ancak böyle anlamlı ve şerefli olur!
Mehmet Murat ildan
Anlatmadığım ne kalmıştı? Bunları da anlatıp bitirdiğimde, birlikte olma şansımız kalmamış olacaktı. Bir kadın hakkında bu kadar çok şey bilen bir adam, onu nasıl sevebilirdi? İşin bulmacası nerede kalırdı?
Arzum Uzun (Süper Zeki Bir Kadının Über Salak Hikayesi)
Kış günü sokağa atılmış üç günlük bir kedi yavrusu gibi kendimi zavallı hissediyorum.Odamdaki duvarlar birdenbire büyüyüveriyor.Pencerelerin dışındaki şehir ve hayat bir anda,insanı içinde boğacak kadar kudretli ve geniş oluyor.Zannediyorum ki,tasavvuru bile baş döndüren bir süratle hiç durmadan koşup giden bu hayat ve bir avuç toprağının bile doğru dürüst esrarına varamadığımız bu karmakarışık dünya beni bir buğday tanesi,bir karınca gibi ezip geçiverecek...Böylece acz içindeyken odamda herşey bana küçüklüğümü ve zavalılığımı haykırıyor.Sokağa fırlıyorum.Bir tek yakın çehre görsem de yanında yürüsem,hiç ses çıkarmadan yürüsem diyorum.Halbuki ara sıra karşılaştığım ahbapları görmemezliğe geliyorum.Hiçbiri bana bu anda yardıma çağrılacak kadar yakın görünmüyor.Bilmem beni anlıyor musunuz ?Dün size bir sürü şeyler söyledim.Onların manasına bakmayınız.İçimde senelerin biriktirdiğini boşaltmak istemiştim.Siz bana şimdi bahsettiğim bu yakın çehre gibi göründünüz.Vapurda sizi görür görmez:İşte,dört tarafa koşup aradığın yanına sokulup sessizce yürümek istediğin,işte,hayatın müddetince istediğin insan!dedim.Katiyen yanılmadım.Yanılmış olsam şimdi yanımda bulunmazdınız.Sizin rast gelen delikanlıyla deniz kenarında gezmeye gidecek bir insan olmadığınızı anlamak için zeki olmaya lüzum yok...Buna rağmen,bakınız,yan yana oturuyoruz.
Sabahattin Ali (İçimizdeki Şeytan)
Başına buyruk yöneticiler, bir yanlışlarından, bir haksızlıklardan ötürü uyaran kişiye asla borçluluk duymazlar. Savaşta hayatı tehlikeye düşen kralı kurtaran ve erdemli kişinin öğüdüne uyup hemen savuşacağına kralın borçluluk duyacağını uman askerin, üste kellesini vermesinden söz açan Plütark hikâyesi daha doğru çıkıyor. Krallar, zayıf anlarında kendilerini görenleri sevmezler. Diktatör yaradılıştakiler de, akıl danıştıkları kişinin bir kez olsun kendilerinden daha zeki olmasından hoşnut kalmazlar.
Stefan Zweig (Fouché)
Gece bir kez uyandığını, rüzgârı dinlediğini, dışarıdaki o karanlık ve soğuğu, bedenlerinden yayılan ısıyla, içerideki yatağın sıcaklığını düşündüğünü anımsıyordu. Bunun sonsuza dek sürmesini istediğini anımsıyordu ama hiçbir şey sonsuza dek sürmezdi. Tanrı'nın sevgi olduğuna inanarak büyümüştü. Yine de kadın ve erkekleri Ay'a gidebilecek kadar zeki ama sonsuza dek bir şeyin olmadığını defalarca kez öğrenmesi gerekecek kadar salak yaratmışken Tanrı'yı sevmenin nasıl mümkün olduğunu düşünmeden edemiyordu.
Stephen King (The Tommyknockers)
Sosyopatlar, ya da psikiyatristlerin deyişiyle “antisosyal kişilikler” şahsi kazanç uğruna yaşamboyu aldatmaca sergilerler. Pişmanlık ve empatiden yoksundurlar ve başkalarını incitme ve kötü davranmayı rasyonelleştirmede sihirbaz gibidirler. İnsanlar genelde sosyopatların hırsız, cani veya katil gibi alışılmış suçlular olduğunu düşünür. Oysa zeki sosyopatlar bazen hiç yakalanmazlar ve büyük şirketlerin, milyar dolarlık saadet zincirlerinin başına geçerler. Bir işte dikiş tutturamayan, uzun vadeli ilişki sürdüremeyen ve sonunda çoğunlukla kendini hapiste bulanlar, genelde yeterince organize olmayı bilmeyen sosyopatlardır.
Anonymous
Beni en çok meraka düşüren, yarın bizi bekleyen önemli olay. Yarın sabah saat yedide garip bir tabiat olayı ile karşılaşacağız. Yeryüzümüz Ay'a bindirecek... Ünlü İngiliz kimyacısı Wellington da kaydetmişti bunu. İtiraf ederim, Ay'ın narin, dayanıksız yapısını düşündükçe sonucu fena hâlde merak ediyorum. Ay genel olarak Hamburg'da yapılır, hem yapılışı da çok kötüdür... İngiltere'nin bu konuyla neden ilgilenmediğine şaşarım. Zaten Ay'ı yapan, Ay hakkında en ufak bilgisi olmayan, aptal, üstelik topal bir fıçıcıdır. Üstündeki ziftli halata zeytinyağı sürdükleri için, yeryüzünün her yanı bu kadar pis kokuyor... Öte yandan bu derece nazik, ince yapılı Ay, insanların orada barınması için elverişli değildir, sadece burunları yerleşebilir Ay'a... Zaten bu yüzden Ay'da bulunan burunlarımızı göremeyiz. Şimdi Ay'ın yeryüzümüz gibi ağır bir nesne altında kalmasıyla burunlarımızın nasıl pestil haline geleceğini düşündüm ve kuşkulandım doğrusu. Çorabımı, kunduralarımı giyerek doğru toplantı salonuna gittim. Polis kuvvetlerine yeryüzünün Ay'ın üstüne oturmasını önlemeleri için emir verecektim. Toplantı salonunda gene kafaları tıraşlı bir sürü soylu kişiyle karşılaştım. -Baylar! dedim. Ay tehlikededir. Yeryüzüne bindirecek... Kurtaralım Ay'ı! Bunu söyler söylemez zeki, anlayışlı İspanya soyluları emrimi yerine getirmek için hep birden öne atıldılar. Bazıları Ay'ı korumak maksadıyla duvara tırmanmaya başladılar. Ama tam o sırada salona başvekil girdi; herkes kaçıştı... Kral olduğum için orada tek başıma kaldım. Acayip başvekil sırtıma sopa indire indire beni odama soktu. İspanya'nın milli gelenekleri pek şiddetli doğrusu!
Nikolai Gogol (Diary of a Madman and Other Stories)
-Yürüyebileceğimden emin değilim. -Öyleyse seni taşırım. -Aşk bu mu? -Aşk nedir, bilmiyorum artık. Bir hafta önce pek çok fikrim vardı. Aşk nedir, nasıl kalıcı kılınır. Şimdi aşığım ve en ufak bir fikrim yok. Şimdi aşığım ve bu konuda bir aptaldan farkım yok. .... Dolunayın gerçekleştiği güne, Ay’ın ne büyüdüğü ne de küçüldüğü güne, Babilliler “yürek dinlencesi” anlamına gelen Sabat adını vermişlerdi. Bu günde Ay tanrıçasının, Babil’de bilinen adıyla Ay’daki kadın İştar’ın adet gördüğüne inanılırdı; çünkü neredeyse her eski ve ilkel toplumda olduğu gibi Babil’de de çok eski zamanlardan beri bir kadının aybaşı kanaması geçirirken çalışması, yemek pişirmesi ya da yolculuk etmesi tabu sayılırdı. Bildiğimiz Sebt gününün kökeni olan Sabat’ta erkekler de kadınlar gibi dinlenmek zorundaydı; çünkü Ay adet görürken tabu herkes için geçerliydi. Başlangıçta (ve doğal olarak) ayda bir kez gözlemlenen Sebt, daha sonra Hristiyanlar tarafından Yaratılış mitleriyle birleştirilip işe yarar bir şekilde haftalık hale getirildi. Böylelikle günümüzde sert adaleli, sert kasketli, sert zihinli erkekler, adet görmeye ilişkin arketip psikolojik bir tepki sayesinde pazar günleri işe gitmekten kurtulmuşlardır. .... Lüzumlu ve lüzumsuz delilikler vardır. İkinci gruba girenler Güneş karakteri taşır birinci gruba girenlerse Ay ile bağlantılıdır. Lüzumsuz delilikler, hırs, saldırganık ve ergenlik öncesine özgü endişeden oluşan gevrek bir karışımdır, çok uzun zaman önce atılmış olması gereken bir çöp yığınıdır. Lüzumlu delilikler, kişinin, akranları ne kadar kaçık bulsa da erdemli ve doğru olduklarını içgüdüleriyle sezdiği dürtülerdir. Lüzumsuz delilikler insanın başını kendisiyle belaya sokar. Lüzumlu delilikler insanın başını başkalarıyla belaya sokar. İnsanın başının başkalarıyla belaya girmesi her zaman daha iyidir. Hatta lüzumlu olabilir. Şiir, şiirin iyi yazılmışı, Ay özelliklerini taşır ve lüzumlu deliliklerle ilgilidir. Gazetecilik Güneş özellikleri taşır (Güneş adında pek çok gazete varken hiçbirinr Ay adı verilmemiştir) ve lüzumsuzluklara adanmıştır. .... Saygı ve itaat yeminleri etmek yerine, yardım ve yataklık edeceğimiz sözünü vermeliyiz belki.. .... "Dünyanın öbür ucuna dek onun peşinden gideceğim." diye hıçkıra hıçkıra ağladı. Evet şekerim ama dünyanın bir ucu yok. Kolomb bunu saptamıştı. .... (Mutluluk gözyaşları sahne sağından çıkar. Şaşkınlık gözyaşları sahne solundan girer, yer ışıklarına doğru ilerler.) .... Bir pastanın üstünde yirmi mum. Bir pakette yirmi Camel. Geride bıraktığımız yirmi yüzyıl. Peki ya sonra? Bir pastanın üstünde yirmi mum. Bir pakette yirmi Camel. Federal kodeste yirmi ay. Genç bir kızın boğazından aşağı yuvarlanan yirmi kadeh tekila. Hazreti İsa'nın son kez kıç üstü oturuşundan bu yana yirmi yüzyıl geçmiş ve onca zaman sonra bizler tutkunun çekip gittiğinde nereye gittiğini hala bilmiyoruz. .... Ahmaklar, örgütlü davalara hizmet konusunda en uygun kişilerdir; çünkü nadiren yapacak daha yaratıcı bir işleri olur ve böyle bir işleri olsa bile dar görüş nedeniyle kısıtlandıklarından o işi muhtemelen yapmazlar. .... Bernard'ın dolunay ışığının dört buçuk metre yükseklikteki kırk vatlık bir ampule eşit olduğunu söylediğini hatırladı. .... "Bak hayatım, sevgilin nam salmış biri. Orospu çocuğunun her şeyden bomba yapabileceği söyleniyor." .... Dört elementten üçü tüm yaratıklar tarafından paylaşılır ama ateş yalnızca insanoğluna bağışlanmış bir hediyeydi. .... Bir nefes sigaraya, bir lokma yemeğe, bir fincan kahveye, bir parça göte ya da temposu hızlı bir öyküye ihtiyaç duyduğu halde nasibine hepi topu felsefe düşen her zeki kişinin yapacağı gibi dik dik bakıyorlardı ona. .... İnsan kendi kurallarını da bozamadıktan sonra kimin kurallarını bozabilirdi?
Tom Robbins (Still Life with Woodpecker)
Toplumdaki tüm insanlar, bütün gruplar, daha doğrusu neredeyse bütün insanlar ve topluluklar kendilerinden daha iyi durumda olanları taklit eder. Peki, en iyi olanlar kimlerdir? Boş gezenler, zengin aylaklar. Kural olarak, bunlar, dünyada bir şeyler yapan insanların bildiklerini bilmezler. Böyle şeylerden söz etmek sıkıcıdır, bu yüzden aylaklar bu konuları mesleki meseleler olarak yaftalar ve konuşulmamasını isterler. Aynı şekilde, meslek dışı konulardan, yani operalardan, yeni çıkan romanlardan, kağıt oyunlarından, bilardodan, kokteyllerden, otomobillerden, at yarışlarından, alabalık ve turna avcılığından, yatlı eğlencelerden ve buna benzer şeylerden bahsetmek istediklerini söylerler. Bak burası önemli; işte bu konular da aylakların bildiği şeylerdir. Aslında aylaklar da bu konuları açarak kendi mesleklerinden bahsederler. İşin en ilginç yanı da tüm zeki veya zeki sayılabilecek insanların, aylakların tüm bunları kendilerine dayatmasına sessiz kalmalarıdır. Bana gelince, ben bir insanın en iyi bildiği şeyi duymak isterim, bunun adına ister mesleki banallık, ister başka bir şey de.
Jack London
Geçtiğimiz 20 bin yılda insan türü, taş uçlu mızraklarla mamut avlamaktan uzay mekikleriyle Güneş Sistemi'ni keşfetmeye doğru attığı her adımı,maharetli elleri ve büyük beyinlerinin evrimi sayesinde başarmadı(hatta beyinlerimiz eskiye oranla daha küçük.) Dünyayı ele geçirmemizi sağlayan en can alıcı özellik,birçok insanı bir araya getirip birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayabilmekti. İnsan bir şempanzeden ya da kurttan bireysel olarak çok daha zeki olduğu ya da becerikli parmakları var diye değil, Homo Sapiens kalabalık gruplarla bile esnek iş birliği yapabilen tek tür olduğu için dünyaya hükmediyor. Zeka ve alet yapımı becerisi de çok önemli elbette. Ancak insanlar kalabalık gruplar halinde esnek işbirlikleri geliştiremeselerdi, yaratıcı beynimiz ve marifetli ellerimiz uranyum atomları yerine hala çakmaktaşı parçalıyor olurdu. İşbirliği en önemli özellikse, milyonlarca yıldır kitleler halinde işbirliği yapabilmelerine rağmen neden karıncalarla arılar nükleer bombalarla bizi yok edemediler? Çünkü onların işbirliği esneklikten yoksun. Arılar inanılmaz yöntemlerle işbirliği içine girer ve sosyal yapılarını bir gecede değiştiremez. Kovanı tehdit eden yeni bir tehlike ya da fırsat belirdiğinde, arılar kraliçeyi giyotine yollayıp cumhuriyet kuramaz.
Yuval Noah Harari
...Tüm bunlar Bahar Bayramı için son derece normaldi, ama Sophie bundan da korkmuştu. Mavi-gümüş renkte, şahane bir kostüm giymiş genç bir adam Sophie'yi görüp ona yanaşmaya kalktığında, Sophie bir dükkanın girişine çekilip saklanmaya çalıştı. Genç adam şaşkınlıkla ona baktı. "Merak etme, seni minik gri fare," sesi gülerek, yüzünde ona acıyormuş gibi bir ifade vardı. "Sadece bir içki ısmarlamak istemiştim. O kadar korkmana gerek yok." Bu acıma dolu bakış Sophie'yi utanç içinde bıraktı. Üstelik karşısındaki son derece havalı bir delikanlıydı. İnce ve zeki görünen bir yüzü vardı -aslında epey yaşlıydı, yirmilerinde görünüyordu- ayrıca sarı saçlarını özenle taramıştı. Kenarları fistolu ve sırma işlemeli manşetlerinin tülleri Meydan'daki diğerlerinden daha uzundu. "Ah, hayır, teşekkür ederim, müsaadenizle efendim," diye kekeledi Sophie. "Ben... ben kardeşimi görmeye gidiyordum." "O halde buyrun gidin," diyerek güldü olgun, genç adam. "Ben kimim ki hoş bir hanımı kardeşini görmekten alıkoyacağım? Sizinle yürümemi ister misiniz, çünkü çok korkmuş görünüyorsunuz." Bunu iyi niyetle söylemesi Sophie'yi daha da utandırmıştı. "Yok. Hayır, teşekkür ederim efendim!" dedi telaşta ve adamı hızla geçip yola koyuldu. Adam koku da sürmüştü. Koşarken sümbül kokusu onu takip ediyordu. Cesari'nin dışındaki minik masaların arasından geçmeye çalışırken, "Ne kibar biri!" diye düşündü Sophie.
Diana Wynne Jones (Howl’s Moving Castle (Howl’s Moving Castle, #1))
Bir kadın olarak benden nefret ediyor, yetenekli bir kadın olarak benden korkuyor; zeki bir kadın olarak beni seviyor. Bu çelişkiyi onun ruhunda ilk kez şimdi oluşturdum. Gururum, direncim, soğuk küçümsemelerim, acımasız alaylarım etkiledi onu; ama beni sevmeyi istermiş gibi değil - hayır, onda bu tür duygulardan iz yok, hele bana yönelik hiç yok. Benimle yarışmak istiyor. Onu etkileyen, insanların gururlu bağımsızlığı, çöl Araplarınınki gibi bir özgürlük. Benim gülüşüm ve garip özelliklerim her türlü erotik tahriği tesirsiz kılıyor. Kız bana karşı oldukça rahat, bir sakınma varsa da bu, dişilikten daha çok entelektüel kaynaklı bir şey. İlişkimiz beni bir sevgili olarak görmenin çok ötesinde, güçlü iki zekâ arasındaki bir ilişki gibi. Elimi tutup biraz sıkıyor, gülüyor; bana karşı salt platonik anlamda ilgili. Daha sonra alaylar ve küçümsemeler onu yeterince kandırdığında eski bir şiirde bulunan talimatı izleyeceğim: “Şövalye yere yayar pelerinini kıpkırmızı ve güzel kıza yalvarır üstüne otursun diye.” Fakat ben pelerinimi onunla birlikte çimenlere oturmak için değil, düşüncenin kanatlarında onunla birlikte gözden kaybolmak için seriyorum. Ya da onu yanıma almıyor, ama kendim bir düşüncenin üstüne binip el sallayarak veda ediyor, bir öpücük yolluyor ve yalnızca kanatlanmış sözcüklerin mırıltısında işitilerek onun gözünden kayboluyorum; Yehova gibi sesiyle gittikçe daha çok değil, daha az görünüyorum, çünkü ne kadar çok konuşursam o kadar yükseğe çıkıyorum. Sonra o da benimle birlikte, cesur düşüncelerin kanatlan üstünde uçup gitmek istiyor. Yine de, bu yalnızca bir an sürer, akabinde ben yine soğuk ve duygusuz olurum.
Anonymous
Endistriyel kümes ve ağıllar, modern bilim salgın, mikrop ve antibiyotiklerin sırlarını keşfettiğinde elverişli olmaya başladı. Aşılar, ilaçlar, hormonlar, merkezi havalandırma ve otomatik beslenme sistemleri sayesinde, on binlerce inek ve tavuğu hareket bile edemedikleri kafeslere tıkarak benzeri görülmemiş miktarlarda verimli et, süt ve yumurta üretimi sağlamak mümkün oldu. İnsan-hayvan ilişkileri geçtiğimiz yıllarda yeniden değerlendirildikçe bu tip uygulamalar yavaş yavaş eleştirilerin hedefi haline geldi. Ansızın sözde alt yaşam türlerinin kaderine akıl almaz bir ilgi göstermeye başladık, belki biz de onlardan birine dönüştüğümüz içindir. Eğer bilgisayar programları süperinsan zekasına ve benzersiz bir kudrete erişirse, bu programlara insalardan daha mı fazla değer vreceğiz? Örneğin bir yapay zekanın insanları sömürmesi, hatta kendi istek ve ihtiyaçları doğrultusunda onları öldürmesi kabul edilebilir mi olacak? Eğer yüksek zekasına ve kudretine rağmen buna asla izin verilmeyecekse insanların inekleri sömürmesi ve öldürmesi hala nasıl kabul görebiliyor? İnsanı inekler, tavuklar, şempanzeler ve bilgisayar programlarının tümünden ayıran yüksek zekası ve kudreti dışında bir alametifarikası mı var? Öyleyse bu ayırt edici özellğin kaynağı nedir ve yapay bir zekanın buna asla sahip olamayacağından nasıl emin olabiliriz? Böyle bir özelliğimiz yoksa, bilgisayarlar insanları zeka ve kudretiyle geride bıraktıktan sonra bile, insan hayatına özel bir anlam yüklemeye devam etmek için bir nedenimiz kalacak mı? Evet, bizi bu kadar zeki ve kudretli yapan şey tam olarak nedir ve insan olmayan varlıkların bize rakip olabilme olasılığı, bizi geride bırakma ihtimalı nedir?
Yuval Noah Harari (Homo Deus: A History of Tomorrow)
«Hayır, senin en büyük kusurun tecrübesizliğin değil. Kayıtsızlığın. Yenilgilerini senden daha zeki ve yetenekli olanların elinden tatmayacaksın. Seni yenenler, sabırlı, sinsi, orta düzeyde insanlar olacak.» …… «Senin orta düzeydeki kimselere karşı duyduğun aşağılıyıcı nefret, onlardaki geniş, kapsamlı kuvveti görmene engel oluyor. Sen kendi parlaklığının orta yerinde dururken, gözlerin öylesine kamaşıyor ki, odanın kuytu, karanlık köşelerini göremiyorsun. Oralarda kalabalıkların, beyinsiz insan kalabalığının ne tehlikeler hazırladığını görecek şekilde gözlerini ayarlayamıyorsun. Ben sana bunları söylerken bile, sevgili öğrencim, sen kendinden yeteneksiz kişilerin, sayıları ne kadar çok olursa olsun, seni yenebileceklerine inanmakta güçlük çekiyorsun. Oysa biz artık orta düzeydeki insanların çağında yaşıyoruz. Orta düzeydeki insan sıkıcı, renksiz, aptal gibi görünür... fakat ölümsüz tekdüzeliğine devam eder... hiç bıkmaz. Amipler her zaman kaplanlardan çok yaşar. Çünkü durmadan bölünür, yenilenirler. O ölümsüz tekdüzelikleriyle. Kalabalıklar zorbaların en sonuncusu olacaktır. Gözlerini bir an için sanata çevir. Bak, Kabuki can çekişirken, No beri yanda sürünürken, şiddet romanları kalabalıkları nasıl peşinden sürüklüyor. Dikkat edersen hiçbir yazar romanına kahraman olarak gerçekten üstün bir insan tipi seçmeye cesaret edemiyor. Çünkü seçerse, kalabalığın içindeki orta düzeydeki insan öfkelenecek, utanacak, ve kendisini savunması için kendi yojimbo'-sunu, yani eleştirmenleri ortaya sürecektir. Kalabalığın çıkardığı gürültü mantıksızdır ama, kulakları sağır edecek kadar güçlüdür. Beyinleri yoksa da, binlerce kollan vardır. Bunları seni yakalamak, çekmek, aşağıya indirmek ve batırmak için kullanırlar.» «Hâlâ Go'dan mı söz ediyoruz, hocam?» «Evet, Go'dan. Ve onun gölgesi olan hayattan.»
Trevanian
Zeki olduğunu göstermenin neden aptallık olarak algılandığı sorgulanırsa, akıllara gelecek ilk karşılık atalarımızdan kalma eşyaların tozunu taşır gibidir; çünkü bu karşılığa göre, zeki değilmiş gibi görünmek temkinli davranmaktır. Günümüzde ilk bakışta artık anlaşılması mümkün olmayan ve derinlemesine kuşku içeren bu temkinli davranış, muhtemelen zayıf insan için akıllı görünmemenin gerçekten de daha akıllıca olduğu dönemlerdeki koşullardan kaynaklanır; zira zayıf kişinin zekası, güçlü insanın hayatını tehlikeye atabilir! Aptallıksa teskin edicidir, güvensizliği yatıştırır; günümüzün deyimiyle “silahsızlandırır.” Bu tarz eski kurnazlığın ve ustalıklı aptallığın izlerine bağımlı ilişkilerde hala rastlanabilir, zira birinin bir başkasına bağımlı olduğu bu tür ilişkiler içinde güçler öyle orantısız paylaştırılır ki zayıf kişi kurtuluşunu olduğundan daha aptalca davranmakta arar: Bu izler kendini, örneğin, köylünün sözümona kurnazlığında, hizmetçinin mürekkep yalamış efendilerini idare etmesinde, askerin üstüyle, öğrencinin öğretmeniyle ve çocuğun ebeveyniyle ilişkisinde gösterir. Zayıf kişinin bir şeyi becerememesi, o şeyi yapmak istememesinden daha az sinirlendirir gücü elinde bulunduran kişiyi. Aptallık güçlü insanı çaresizliğe sürükler, diğer bir deyişle tam olarak bir zayıflık hali ne ise, ona! ... Fakat aptallık aynı zamanda kızgınlık yaratabilir ve her durumda yatıştırıcı olmaz. Kısaca söylemek gerekirse, aptallık genellikle sabırsızlığa yol açar, bazı istisnai durumlarda zalimliği de körükler ve bu zalimliğin hastalıklı ve tiksinti uyandıran aşırılıkları, ki bunlar kabaca sadizm olarak nitelendirilir, aptal insanları çoğunlukla mağdur rolünde gösterir. Şurası açık ki bu durum, aptal insanların zalim insanların kucağına nispeten daha kolay düşmeleri yüzünden ortaya çıkar, fakat bunun aynı zamanda her açıdan hissedilen bir direnç yoksunluğuyla da bağlantısı varmış gibi görünür, ki bu direnç yoksunluğu, kan kokusunun avlanma şehvetini uyandırmasına benzer şekilde, hayal gücünü vahşileştirir: Bu, aptal insanı neredeyse sırf limit duygusu tamamen yitirildiği için zalimliğin aşırıya kaçtığı ıssız bir yere doğru çeker. Acı çektirende görülen bir acı çekme türüdür bu, acı çektirenin vahşetinde saklı bir zayıflıktır ve rencide olmuş duygudaşlığın öfkesine tanıdığımız öncelik her ne kadar bunu fark etmemize nadiren müsade etse de, zalimlik de aşk gibi birbiriyle uyumlu iki insanın varlığına ihtiyaç duyar.
Robert Musil (Über die Dummheit)
Rüzgâr estiğinde perde kenara çekilir; dâhi estiğinde zeki kenara çekilir!
Mehmet Murat ildan
Gölge, zeki bir sanatçıdır; eserlerini hâlihazırda harika güzelliklerin olduğu yerlerde yaratır!
Mehmet Murat ildan
Sabah uykusu kadar sevebileceği biri lazım insana. Sen gibi, senin gibi, biraz da sana benzeyen… Ve en önemlisi bir gün ‘’nasılsın sabah uykum?’’ diye mesaj attığımda ‘’Oha bu adam beni çok seviyor’’ diye düşünebilecek kadar zeki. Farklı bakış açıları olmayan bir insanla geçmez zaten bu hayat
Anonymous
Belli ki âşığım, ama alışılmış biçimde değil ve bu yüzden çok dikkatli olmak gerekir; tehlikeli sonuçlar daima sıradadır; üstelik hepsinden önemlisi yalnızca bir kez âşık olunur. Ama aşk tanrısı kördür ve zeki biri onu aldatabilir. Hile, izlenimlere elden geldiğince açık olmak, sizin bıraktığınız ve her kızın sizde bıraktığı izlenimi bilmektir. Bu şekilde, aynı anda bir sürü kıza âşık olabilirsiniz, çünkü her ayrı kıza farklı biçimde âşıksınızdır. Yalnızca birisini sevmek çok azdır; hepsini birden sevmek yüzeysel olmaktır; kendini tanımak ve olabildiğince çok kişiyi sevmek; ruhunun tüm aşk güçlerini kendi içinde saklaması ve bilinç bunların hepsini kucaklarken her birinin kendi ayrı besinini alması.- İşte zevk budur, yaşamak budur.
Anonymous
Tanrı merhametten de, şefkatten de daha büyüktür. Tabii, şiddet ve cezadan da. Onda hepsi vardır, onda hepsi birdir. Bir olmak demek, çok olanı bir görünümde toplamak demektir, ama farklılıklarını silmeden, aynılaştırmadan, birbirine benzetmeden. Çünkü her varoluşun bir anlamı, bir gereği vardır. Çoğu zaman mesele Tanrı'nın ne olduğu değil, bizim onda ne gördüğümüzdür. Sevgi dolu olanlar merhameti görür, zalim olanlar şiddeti. Zeki olanlar aklı görür, aptal olanlar kör inancı, alimler bilimi görür, cahiller mucizeyi.
Ahmet Ümit (Bab-ı Esrar)
Aptalların - çok oldukları için - dünyayı yönetme konusunda büyük kapasiteleri olmasına rağmen; akıllıların - az bulunur olmalarına karşın, taktik ve zeki olmalarından dolayı - aptalların insanlığın ilerlemesini durdurmalarını engelleyecek daha büyük kapasiteleri vardır!
Mehmet Murat ildan
Son otuz yıldır yapılan çalışmalara göre, hepimizin kendimizi iş arkadaşlarımızdan daha becerikli, arkadaşlarımızdan daha ahlaklı, sokaktaki insanlardan daha dost canlısı, tanıdıklarımızdan daha zeki, ortalama bir insandan daha çekici, aynı dine mensup olduğumuz insanlardan daha az ön yargılı, aynı yaşta olduğumuz insanlardan daha genç görünümlü, tanıdığımız insanların çoğundan daha iyi şoför, kardeşlerimizden daha iyi evlat olduğumuzu ve ortalama yaşam süresinden daha uzun yaşayacağımızı düşünüyoruz (Belki bu listeyi okurken kendinize 'Hayır, ben kendimi başkalarından daha iyi görmüyorum' dediniz. O halde kendinize karşı ortalama bir insandan daha dürüst olduğunuzu düşünüyorsunuz? O kadar da akıllı değilsiniz). Görünen o ki, kimse kendisini ortalamayı oluşturan değerlere katkıda bulunan toplumun bir parçası olduğuna inanmıyor. Ortalama bir insan olduğunuza inanmıyorsunuz ama başka herkesin ortalama olduğuna inanıyorsunuz. Kendine hizmet eden ön yargının yarattığı bu eğilime hayali üstünlük etkisi adı veriliyor. Siz de diğer herkes gibi inanılmaz derecede benmerkezcisiniz.
David McRaney (You Are Not So Smart)
Sonra Türkler atların dilinden iyi anlarlar. Yani attan a’zami derecede faydalanırlar. At zeki bir hayvandır. İyi terbiye edilirse savaş sırasında çok iyi işler görür.Türkler ata savaş etmeyi öğretirler. Atla o kadar haşır neşirdirler ki onun üzerinde uyuyabilirler. İşte süratlari bundan ileri geliyor. Bizler geceleri onları herhangi bir yerde istirahatte zannederiz.Oysa onlar at üzerinde uyuyarak yol almaktadırlar. Böylece hiç ummadığımız bir anda karşımıza dikilip, hazırlanmamıza fırsat vermeden üstümüze çullanırlar.
Dilaver Cebeci (Büyü)
Halen beş milyara yakın insanın yaşadığı yeryüzünde, başka hiçbir ek faaliyete gerek duyulmaksızın mevcut nüfusun on mislini besleyebilecek seviyede bir üretim yapıldığı halde, milyonlarca insanın açlıkla perçinleştiği söylenirse ortada bir bozukluğun var olduğunu ileri sürmek için zeki olmak şart değildir.
Rasim Özdenören (Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler)
Gölge çok zeki bir yaratıktır; dikkatimizi çekmenin bir yolunu her zaman bulur!
Mehmet Murat ildan
... günümüzde radyo programlarının kapanışında sarf edilen tuhaf bir cümle var: "Dinlediğiniz için teşekkürler"... Alkışı kabul etmek ayrı, fakat dinleyiciye sizi dinleyip eğlenme lütfunu bahşettiği için teşekkür etmek bambaşka bir şey. Bu durum verilen hizmete atfedilecek değer yahut değersizliğin tüketici veya alıcının keyfine kaldığı anlamına geliyor... birçok insan davranışlarının değerini davranışın kendisiyle değil de bu davranışın nasıl kabul gördüğüyle ölçüyor. (S. 59-60) Modern esere altında yatan ezoterik şifreyi bilmeden bakan çoğu insan, hatta zeki olanlar dahi hiçbir şey anlayamaz. [Mondrian, Pollock]... yetenekli sanatçıların kendilerini ancak bu denli sınırlı bir dille ifade edebilmeleri toplumumuza ilişkin çok önemli bir ipucu vermiyor mu? (S. 65) "Hayat aynı anda hem kendini yinelemekle hem de aşmaya çalışmakla meşguldür." diye ifade eder Simone de Beauvoir etik üzerine kaleme aldığı kitabında; "tek yaptığı kendini idame ettirmekse eğer, yaşamak ölmenin bir çeşididir ve insanın varlığı tuhaf bir bitki örtüsünden farksızlaşır..." (S. 135) [Kafese Kapatılan Adam hikayesi] (S. 139-141)
Rollo May (Man's Search for Himself)
What Zeki suggests is that a principle function of art is to reveal the order and constancy which underpins the fast-moving events of life. It enables us to stand back from the rush of incidents to contemplate what T.S. Eliot called ‘the still point of the turning circle’.
Peter F. Smith (The Dynamics of Delight)
Dünyada her ülkede o ülkeyi başarılı bir şekilde yönetecek zeki ve büyük beyinler vardır fakat bir şekilde ve sıklıkla ya ahlaksız bir aptal ya da şarlatan bir geri zekâlı gelir iktidara!
Mehmet Murat ildan
A whole new way of thinking seemed to ray out from Zeki’s work, and it set me thinking of the possible neural basis for consciousness in a way I had never considered before—and to realize that with our new powers of imaging the brain and our newly developed abilities to record the activity of individual neurons in living and conscious brains, we might be able to plot how and where all sorts of experiences are “constructed.” This was an exhilarating thought. I realized the vast leap which neurophysiology had made since my own student days in the early 1950s, when it was beyond our power, almost beyond imagination, to record from individual nerve cells in the brain while an animal was conscious, perceiving, and acting. —
Oliver Sacks (On the Move: A Life)
Kim bilir, sanat simsarı olarak tanıdığımız bütün o zeki ve ince zevkli adamlarda, kendini ressam ya da sanatçı olarak adlandırmaya yetecek kadar kibir yoktu belki de, yaptıkları için bir teşekkürün bile çok görüldüğü eğitmenlerdi onlar yalnızca.
Tama Janowitz (Area Code 212)
Hangi istasyonda ve hangi saatte beklemen gerektiğini, hangi treni alman ve gerektiğinde başka bir hat, başka bir tren almak için ne zaman nerede o trenden inmen gerektiğini bildiğin sürece zeki bir gezgin olarak kabul edileceksin!
Mehmet Murat ildan
Fa parte della nostra natura biologica innamorarci, e di solito lo facciamo persino con la persona più improbabile o magari meno socialmente accettabile. La gente penserà magari che il nostro amato è pieno di difetti, ma a noi sembra perfetto. Questa sospensione del giudizio nelle faccende di cuore è comune al punto che non è irragionevole ipotizzare che abbia un solido fondamento neurobiologico. Sebbene l'amore appaia a volte nomade e irrazionale, ci sono validi e razionali fondamenti biologici di questa irrazionalità. […] Combattere contro l'amore vuol dire combattere contro la biologia, una battaglia da cui a lungo termine nessuno è uscito vincitore. Resistere all'amore è vano, come molti innamorati hanno scoperto. Le barriere che erigiamo contro di esso non hanno mai sradicato il sentimento, come hanno scoperto leader religiosi e famiglie ortodosse di ogni fede quando hanno voluto impedire ai figli di formare legami disapprovati.
Semir Zeki (Splendori e miserie del cervello (Italian Edition))
Büyük kültür hapı yutmuşsa, sen de hapı yuttun, seninle birlikte o paradoks dolu fikirlerin de, çünkü paradoks bu haliyle o büyük kültürden kaynaklanıyor, çocuk agucuklarından değil. Sen bana, eskiden kötülük yapma ya da yükselme hırsı yüzünden değil ama fazla zeki olduklarından Nazilere ya da komünist hareketlere katılan genç insanları düşündürüyorsun. Gerçekten de, düşünce olmayanı haklı göstermeye yönelik gerekçelendirme kadar, düşünce çabası isteyen bir şey yoktur. Ben bunu savaştan sonra, enelektüeller ve sanatçıların, daha sonra kendilerini büyük bir zevkle, sistemli olarak bertaraf edecek komünist partiye salaklar gibi girdiklerinde kendi gözlerimle gördüm. Sen de tamamen aynı şeyi yapıyorsun. Sen, senin mezarını kazanların parlak bir müttefikisin.
Milan Kundera (Immortality)
Eğer bir ülke, aklen çok fakir bir lider tarafından yönetiliyorsa ve bu lider cehalet bakımından çok zengin bir çoğunluk tarafından da destekleniyorsa, o zaman o ülkeyi kurtarmak için çok zeki bir muhalefet gerekir!
Mehmet Murat ildan
Bazı milletler güzel bir coğrafyayı daha da güzelleştirir, bazı milletler de güzel bir coğrafyayı tanınamayacak kadar mahvederler. İşte bunu yaratan şey etik ve zeki bir milletle ahlaksız ve ahmak bir millet arasındaki farktır!
Mehmet Murat ildan
...bazı duvarları yıkmak zorunda kalmışlar, ama eskiyi de kurtarmışlardı. Birçoklarının sandığı gibi eski yeniye dönüştürülemeyecek bir şey değildi: İnsan gelip geçici heyecanlara kapılmayacak kadar sakin ruhlu ve becerikli olursa, eskiyi biraz kıvırıp bükerek yeniye çevirebilir, birçoklarının yeni baştan yapmaya kalkıştığı şeyi, küçük ama zeki uzlaşmalarla zamana uydurulan eskinin içinden çıkarabilirdi.
Orhan Pamuk (Cevdet Bey ve Oğulları)
Bir şekilde kendinizi zeki hissedebileceğiniz bir arkadaş ortamı edinin, bu harika bir duyguydu. Ezkaza zaten zeki adamlarla bir arada olursanız mantıklı bir insan olur çıkarsınız. Sıkıntısız, güzel bir hayatınız olur neme lazım?
Selçuk Aydemir (Liseden Arkadaşlar)
Zira henüz kolağası iken Mustafa Kemal'in arkadaş çevresinde yarı şaka, yarı ciddi kendisine devlet başkanlığı rolünü biçmekten geri kalmadığı sır değildir. Selanik günlerinde arkadaşları Tevfik Rüştü (Aras), Nuri (Conker) ve Salih (Bozok) beylere nazırlık vb. görevler dağıttığı, buna karşılık "Peki bu görevlere bizi getirmek için sen ne olacaksın? Yoksa padişah mı?" sorusuna, "Ondan da büyük" cevabını verdiği bilinmektedir. Atatürk'ün bu özelliğini Enver Paşa'nın da keşfettiği anlaşılmaktadır. Zira Enver Paşa, Çanakkale'deki başarılarının ardından paşalığa yükseltilmesinin geciktirilmemesini hatırlatan Talat Paşa'ya, "Mustafa Kemal’in mirlivalığa terfi iradesi cebimdedir. Ama siz onu bilmezsiniz. O hiçbir şeyle memnun olmaz. General olur, korgenerallik ister. Korgeneral olur, orgenerallik ister. Orgeneral olur, müşirlik ister. Müşir yaparsınız, bununla da yetinmez, padişahlık ister!" cevabını vermiştir. Atatürk daha sonra Enver Paşa'nın bu sözleri kendisine nakledildiğinde, "Ben Enver'in o kadar zeki olduğunu bilmezdim" demiştir.
Sabahattin Özel (Mustafa Kemal Atatürk – Yeni Gerçekler Yeni Düşünceler)
Bu arada seferin başlangıcından beri mektuplaşmakta olduğu Corinne'e şunları yazıyordu: “Burada hayat o kadar sakin değil. Gece gündüz durmaksızın başımızın üzerinde şarapneller ve türlü mermiler patlıyor. Kurşunlar ıslık çalarak geçiyor ve bombalarla topların gümbürtüsü birbirine karışıyor. Gerçekten, cehennemde gibiyiz. Neyse ki, askerlerim düşmandan çok daha cesur ve dayanıklı. Öte yandan, içlerindeki inanç, çoğu zaman canlarını feda etmelerini gerektiren emirlerimin yerine getirilmesini çok kolaylaştırıyor. Çünkü, onlara bakılırsa, bu işin yalnız iki yüksek sonucu vardır; ya gazi, muzaffer olmak ya da şehit. Bu sonuncusu ne demektir, biliyor musunuz? Doğrudan doğruya cennete gitmek. Orada Tanrı'nın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacaklar ve ebediyen emirlerine amade olacaklar. Ne büyük mutluluk!” Mustafa Kemal, “olayların sertleştirdiği karakterini biraz yumuşatmak ve hayatın güzel, tatlı taraflarından zevk duyabilmesine yardım etmek için” biraz roman okumak istediğini mektubuna eklemişti. Corinne'den bir roman listesi çıkarıp İstanbul'da ikisinin de tanıdığı bir arkadaşına vermesini rica ediyordu. O, kendisine gönderirdi. Bunlar, Corinne'in o herkesi büyüleyen tatlı ve zeki konuşmalarının boş bıraktığı yeri belki birazcık doldurabilirdi.
Lord Kinross (Atatürk: The Rebirth Of A Nation)
Alden hâlâ bekardı. Stella bir bakıma bu durumdan memnundu, çünkü Alden pek zeki değildi ve durgun zekâlı ve iyi kalpli bir erkeği istismar etmek isteyecek pek çok kadın vardı.
Stephen King (Sis)
komşum iyi bir tip ama fena halde kafamı karıştırıyor: her sabah erkenden kalkıp işine gidiyor; karısı çalışıyor, çok güzel iki çocukları var; akşamları evinde, bazen çocuklarını görürüm, karısı zaman zaman görünüp kaybolur; saat dokuz oldu mu evin ışıkları söner; ve bu şekilde geçiyor bütün günleri; oldukça zeki birine benziyor, otuz yaşlarında; bu rutinin tek izahı işini sevmesi ve tanrı, seks ve aileye inanıyor olması. nedenini bilemiyorum ama sürekli orada birden bir pencere camının kırılmasını bekliyorum sanki, birinin bağırmasını, küfretmesini, sabahın üçünde ışıkların yandığını ve şişelerin havada uçtuğunu görmeyi, ama beş yıldır rutininde hiçbir değişiklik olmadı bu yüzden de bu farklı şeyleri onun için ben yapıyorum ama karısının hoşnut olduğunu hiç sanmıyorum: "Hank, birçok kez polis çağırabilirdim ama çağırmadım." bazen ben polis çağırıp onlardan şikayetçi olmayı düşünüyorum ama polisler şikayetime gülerler herhalde; kırmızı ışık yanıp sönüyor, lacivertlerin içinde beyaz yüzler: "Efendim, onların yaptıkları yasalara aykırı değil...
Charles Bukowski
Atatürk’ün bize mirası “aklını kullan” tavsiyesidir. Ona bugün ihtiyacımız var mı sorusunun cevabı da “Atatürk’ü sil, yerine akıl yaz, sonra bu soruyu tekrar sor”dur, dediğim gibi. Ama Atatürk’ün şahsı akıl değildir. Akıl bizim kafamızın içindedir. Onun aklını kullanamayız, zira o akıl artık yoktur, bedeniyle beraber yok olmuştur. O çok akıllı, müthiş zeki, çok bilgili bir insandı. Ama nihayet insandı. Tanrılık, peygamberlik, yanılmaz önderlik, değişmez komenderlik taslayanlardan hiç olmadı. Her insan gibi iyi meziyetlerinin yanında keşke olmasaydı dediği, dediğimiz yanları da vardı ve her insan gibi sonunda öldü. Ne yazık ki erken öldü. Erken ölümünün bir sebebi de yaramaz çocuk gibi davranmasıydı. “Kaç paket sigara içiyorsunuz ekselans?” diye soran Fransız doktora, “Üç paket,” diye cevap vermişti. Doktor da bunu tek pakete indirmesini söyleyip gittikten sonra Salih Bozok, “Ama Paşam siz zaten bir paket içiyorsunuz her gün,” demekten kendini alamamıştı. Atatürk hınzır hınzır gülerek, “Enayi miyim ben Salih?” diye cevap vermişti. “Bir paket içiyorum desem, herif üçte bir pakete indir diyecekti.” İşimiz Atatürk’ün yaptıklarını ezberlemek değil, onun akılcılığından öğrenmek, yaramazlıklarına da gülüp geçmektir, zira artık onları değiştirmek için çok geçtir.
A.M. Celâl Şengör (Dahi Diktatör)
Ama kitleleri aydınlatma fikirlerimi ileri gelenlerle paylaşınca başlarını iki yana sallayarak böyle bir şeye kalkışmamam hususunda beni ikaz ettiler. Her hareketim baltalandı. Kısa sürede ileri gelenlerin gerçeği kitlelerden bilinçli olarak sakladıkları kanaatine eriştim. Bencilce sebepler uğruna halkın cahil kalmasını arzu ediyorlardı. Bunun üzerine seyahlarimde insanlarla bizzat görüşmeye başladım. Pazar yerlerinde, kervansaraylarda, hac yolundakilerin bulunduğu yerlerde herkese inandıkları her şeyin uydurulmuş hikâyeler olduğunu, bu şekilde devam ederlerse hakikate hiçbir zaman ulaşamadan öleceklerini anlatıyordum. Ancak sözlerim hakaretlerle karşılanıyor, taş yağmuruna tutuluyordum. Bunun üzerine kalabalıklara hitap etmek yerine nispeten daha zeki olanlarla konuşma yolunu seçtim. Çoğu gerçekten de beni dikkatle dinlemişti. Ama söyleyeceklerim bitince kendilerinin de benzeri şüpheleri olduğunu ama sağlam bir dala tutunmanın çok daha faydalı olacağı kanaatindeydiler.
Vladimir Bartol (Alamut)
Kitleler hep böyle davranmayı yeğlemiştir zaten. Belirsizlikten korkar, kendilerine anlatılan en saçma sapan şeylere dahi hakikat tutunacak bir dal sunmadığı için bütün kalpleriyle iman ederler. Bu konuda yapabileceğin bir şey yok. Bu kitlelerin peygamberi olmak isteyen kişi karşısındakiler sanki küçük birer çocukmuş gibi masallar anlatmalı, kafalarını envai çeşit hikâyeyle doldurmalıdır. Zaten bu yüzden zeki insanlar hep kitlelerden uzak durmayı tercih etmişlerdir." "Doğru," diye karşılık verdi. "Gerçekten de öyle ama aynı zamanda da onların umutsuz durumda olduklarının da farkındaydılar. Acıdıkları için de bu dünyada çektiklerinin mükâfatını, öbür dünyadaki cennette göreceklerini söylediler." İyi madem öyle neden Muhammed her şeyi bildiği hâlde binlerce insanın öğretileri uğruna can vermesine göz yumdu?" "Büyük bir ihtimalle," diye karşılık verdi. "Önünde sonunda hem de çok daha saçma sapan nedenler uğruna birbirlerinin kanlarını dökeceklerini biliyordu. En azından bu sayede onlara bir şekilde mutlu olmanın yolunu açmış oluyordu. Bunu da başmelek Cebrail'le görüştüğünü söyleyerek yaptı. Başka türlü insanları kendisine inandıramazdı. Onlara ölümden sonra cennet güzellikleri vaat ediyordu. Bu yolla da hepsini son derece cesur ve yenilmez kılmıştı.
Vladimir Bartol
Gece bir kitap okumak ister. Samsun'daki Gazi kitaplığından seçilen kitap, Mehmet Enis’in, 1924-1925 senelerinde yazmış olduğu "Tarihte Güzel Kadınlar" eseridir. Eseri okur. Eserde Fransız İhtilâlinin kadın kurbanları da yer almıştır. Şimdi gene aynı kütüphanede aynı yerinde bulunan bu kitapta bazı cümlelerin altları Gazi tarafından mavi, kırmızı kalemlerle çizilmiştir. Bu satırlardan buraya bazı nakiller yapalım: "Hürriyet, kayıtsız şartsız serbest olmak değildir. Onun kayıtları, şartları vardır. Kayıtsız şartsız serbest olmak, ormanlardaki hayvanlara mahsustur. İnsanlar ise, içtimaî muhitlerde, birtakım âdetler, teamüllerle ülfet etmiş, içtimaî bir terbiye altında yaşamak mecburiyetinde kalmış olduklarından 'hürriyet'leri de bu muhitlerin içtimaî kaideleri ile sınırlıdır." "İlmî esaslara göre ferdin hürriyeti, gayrin hürriyetinin hududu ile sınırlıdır. Başkasının hürriyet hakkını tanımayan, kendi hürriyet hakkını da tanıtamaz. Siyasî anlayış sahibi olan hakikî ve zeki inkılâpçılar, bu lekeden masundurlar." "Onlar ne vakit şiddet, ne vakit yumuşaklık göstereceklerini bilirler. Milletlerini hürriyet ve adalete doğru yürütürler." Bu işaretler, yumuşak bir ruhtan, dengeli bir içyapıdan nişan verirler.
Şevket Süreyya Aydemir (Tek Adam Mustafa Kemal : 1922-1938 (Tek Adam, #3))
Zeki davranış doğrudan hedef edinmeyle ilişkilidir.
Max Tegmark (La vie 3.0 - Etre humain à l'ère de l'intelligence artificielle: Etre humain à l'ère de l'intelligence artificielle)
Çıksaydın düşerdin belki, çıkmadığına bilemezsin" der bir dost, Blanchot da ekliyor ve diyor ki; Asıl düşüş o anda başlar. Kendini yok eden düşüş, daha saf bir hiçlik tarafından sürekli tüketilen hiçlik. Ama Anne, bu son sınırda, girişimindeki çılgınlığı bilincine vardı. Kendinden yok ettiğini sandığı her şeyi bir bütün halinde yeniden bulduğuna emin oldu. Bu nihai kendine dalış anında, düşüncesinin en derin yerinde bir düşünceyi tanıdı; Anne olduğunun, yaşayan, sarışın ve -ne korkunç- zeki Anne olduğunun sefil düşüncesini. İmgeler onu yoğuruyor, doğuruyor, üretiyorlardı. Bir vücudu oldu kendinden bin kat daha güzel, bin kat daha vücut olan vücudu; görünür haldeydi. Bununla en bozulmaz maddeden çıkıp etrafa yayılıyordu. Olmayan düşüncenin bağrındaki üstün kayaydı, ufalanabilir azotsuz topraktı, bununla Adem bile meydana getirilemezdi; bu en kaba, en çirkin vücutla, bu çamurdan vücutla, kusmayı istiyor oluşunun, kendine düşen dışkı payını harikulade yokluğa taşıyarak, kusuyor oluşunun bu bayağı fikriyle, iletilemez olana çarpıp nihayet intikamını alacaktı. Tam o sırada duyulmamış olanın bağrında kulak tırmalayıcı bir ses çınladı, o da kudurmuş bir sesle Anne, Anne diye haykırmaya başladı. Kayıtsızlığın bağrında, Thomas'ya olan tüm tutkusuyla, tüm nefretiyle, tüm sevgisiyle bir meşale gibi bir anda yandı. Muzaffer bir varlık gibi hiçliğin bağrına giriverdi ve kendisini ceset, özümlenemez hiçlik, hâlâ varolan ve artık varolmayan Anne, Thomas'ın düşüncesiyle edilen son alay olarak hiçliğe atıldı
Maurice Blanchot
- Siz ne olduğunu biliyorsunuz, yaşamışsınız. Atatürk'le tekrar karşılaştınız mı DTCF'nde? - O zamanki Dil Tarih'te Atatürk'le karşılaşmadım, daha çok Antropoloji'ye, Hititoloji'ye geliyordu. Açılışta ilk dersi, hatırlıyorum, Afet Hanım verdi, eski Etnografya Müzesi büyük salonunda derste Atatürk hazır bulundu. 200-300 kişi hazırdı; Atatürk, devlet erkânı önünde, DTCF büyük merasimle açıldı... - Heyecan verici, muazzam bir ortam. - Afet Hanım Atatürk'ün yakını. Atatürk'ün bilime üstün bir yer veren biri olduğunu şuradan anlayabiliriz: Tarih tezi, tarih kongrelerinde ortaya atıldı ve çok eleştiri aldı. Tezin esası şuydu; Orta Asya'da bir deniz vardı, kuraklık yoktu ve orada ilk medeniyet Türk ırkı tarafından kuruldu; orada ku­raklık başlayınca Türkler dünyanın dört bir köşesine yayıldı­lar, gittikleri yerlere medeniyet götürdüler... Bu teze Zeki Velidi Togan şiddetle karşı çıktı, dedi ki, "Kuraklık çok daha önce, prehistorik zamanlarda olmuştur." Tabii ki, Atatürk'ün yardakçıları o zaman Zeki Velidi'ye fena halde hücum ettiler; Reşit Galip vb. İsmet Paşa zamanında Almanya'ya sürüldü Togan aşırı Türkçü diye. Onun hayatını yazdım, TTK yayınlarında var ("Türkiye'de Modern Tarihçiliğin Kurucuları", XI-II. Türk Tarihi Kongresi, 4-8 Ekim 1999, Bildiriler, 85-166). O dönem bir heyecan ve misyon dönemiydi. Ama zamanla aşırı görüşlerden sıyrıldım. - Osmanlı'ya pek itibar edilen bir dönem değil, ne oldu siz Osmanlı'yı seçince? - Tarih teziyle ilgili şeyler beni cezbetmedi, bunlar bana fan­tezi gibi göründü, Sümeroloji, Hititoloji, Sinoloji... yakın ta­rihi seçtim.
Emine Çaykara (Tarihçilerin Kutbu: Halil İnalcık Kitabı)
Zihin fazlasıyla zeki. Hayat güçleştiği vakit, sana kabul edeceğin bir yalan uydurmayı iyi biliyor.
Catriona Ward (The Last House on Needless Street)
Saka sözü Türkçe Yaka (kıyı, kenar) kelimesinin İran dilinde aldığı biçim olmalıdır. Nitekim bugün de Yakut Türkleri kendilerine Saha demektedirler ve Saha, Genel Türkçedeki yaka'nın Yakutçadaki karşılığıdır. Skit ise Saka sözünün Türkçe ve Moğolcada kullanılan +t çokluk ekiyle oluşturulmuş Sakat veya Sakıt biçiminin (krş. Oglan-oglıt, tarkan-tarkat, Kerey-Kereit) Yunancalaşmış şeklidir. Askuz(ai) Asur dilinde, İşkıgulu ise Urartu dilindeki çokluk biçimleri olabilir. Zeki V. Togan, Saka boyları olan Targutae, Skolot ve Paralat'ların adlarını Türk, Çigil, Barula boy adlarıyla bir- leştirir (Togan 1981: 35). Dikkati çeken nokta her üç boy adında da Skit'te olduğu gibi +t çokluk ekinin kullanılmış olmasıdır. Kavim ve boy adlarında geçen +t çokluk eki, Sakaların bir Altay kavmi olduklarının en önemli delillerinden biridir. Zeki V. Togan karım paluk ve Temerinda kelimelerine de dikkat çeker. Bunlardan birincisi Karadeniz İskitleri dilinde bir balık adıdır; ikincisi ise İskitlerde Azak denizinin adıdır ve Plinius Secundus tarafından kelimenin ilk yarısının "deniz" demek olduğu açıklanmıştır (Togan 1981: 35). Paluk sözünün Türkçede balık ile, temer sözünün de eski Bulgar Türkçesindeki teŋer/teŋir (deniz) ile aynı olduğu açıkça görülmektedir. "Bütün cesaretlerin başı" anlamına gelen Artimpaşa ve "denizin babası anlamına gelen Thamimasadas tanrı adları da (Çay-Durmuş 2002: 489) Türkçe ile açıklanabilir. Artimpaşa açıkça erdem başı'dır. Erdem, Eski Türkçede "hüner, yiğitlik ve fazilet" demektir. Thamimasadas, teŋir ata olarak açıklanabilir. Teŋir, eski Bulgar Türkçesinde "deniz" demektir. Aynı şekilde Herodot'un İskitlerde "ev ve aile tanrısı" olarak belirttiği Tabiti (Çay-Durmuş 2002: 490) ile Türkçe tap- fiili arasında açık ilgi vardır. Üstelik aynı fiilden türemiş olan tabu, Karaçay-Malkar Türklerinde ocak tanrıçasıdır (Tavkul 1997: 145). Saka veya Massagetlerin kadın hükümdarı Tomiris ise P. Wittek'in ihtimal olarak düşündüğü temir (demir) kelimesiyle açıkça ilgili olmalıdır (Togan 1981: 409). Sakalardan kalan cartasis adı da "kardaş" şeklinde açıklanmıştır (Togan 1981: 406).
Ahmet Bican Ercilasun (Türk Dili Tarihi / Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla)
Nasıl bir toplum istiyoruz? Kimsenin bir çobana veya bir lidere ihtiyaç duymadığı bağımsız, zeki insanlardan oluşan bir toplum istiyoruz!
Mehmet Murat ildan
Senin görüşlerini sonuna kadar dinledikten sonra kendi bildiğini okumakta direten, senden daha zeki bir çılgına karşı ne yapabilirsin ki, diye geçirdi aklından.
George Orwell (1984)
The human aesthetic response includes an affinity for patterns in which regularity and order are combined with variation and repetition. The simple geometries we find in nature are perhaps at their most concentrated and compelling in the beauty of a flower’s form. Wildflowers, for example, commonly have five petals arranged in pentagonal symmetry. But no matter how elaborate or simple, the structure of any flower displays proportion, balance, and harmony, and we respond to this much as we respond to rhythm and harmony in music. This reaction may be linked to Zeki’s findings on mathematical beauty, for in the evolution of human culture, botanical patterning must surely have played a part in awakening the human mind to the possibilities of abstract beauty and mathematical form. Flowers
Sue Stuart-Smith (The Well-Gardened Mind: The Restorative Power of Nature)
Zira harp sahasında kalın paltolarla kaba çizmelerin içinde uykusuz üç dört gece geçiren bu zat, salonlarda pek mahirane vals edermiş; tanıyanlar Mustafa Kemal Paşa'yı yalnız gözü yılmaz bir kumandan diye değil, aynı zamanda salonlarda pek lezzetle aranan nazik, terbiyeli ve zeki bir kavalye diye anıyorlar.
Ruşen Eşref Ünaydın (Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat)
Birçok yazımda tekrarladığım gibi zeki insan kurnaz olamaz, kurnazlar da zeki olamazlar.
Zülfü Livaneli (Orta Zekalılar Cenneti)
Men Anadolu torpağına ilk defa gelirem. Türkiye’nin kültürü, edebiyatı, tarihi, dili ve Kemal’cıların azatlık hareketi ile tanışmamdan sonra gelbimde bu torpağın güzel tasviri oluşmuştu. Sakarya ve İnönü döyüşlerinin (savaşlarının) tarihini öyrenirken, bu yerlere gelmeyi, özümü vetenin (vatanın)istiklali uğrunda mübarizlerin (mücadelecilerin) sırlarında his etmeyi arzulayıram. Mustafa Kemal Atatürk’ün, Mehmed Emin Resulzade’nin, Zeki Velidi Togan’ın ve azatlık uğrunda diğer mübarizlerin uyuduğu Anadolu toprağı mügeddestir.
Uğur Güler (Elçibey)
Zaten zeki insanlar kurnaz olmaz, kurnazlar da zeki. Bu iki kavram arasında kesin bir zıtlık vardır. Einstein da kurnaz değildir, Mevlana da, Nietzsche de, Hz. İsa da. Herhangi bir sokak kurnazı, bu büyük insanları iki dakikada kandırmayı başarabilir. Çünkü hem küçük hesaplara akılları ermez onların, hem de insanlıkla ilgili yüksek düşünceleri bu derece alçalmayı kavrayamaz.
Zülfü Livaneli (Edebiyat Mutluluktur)
Gerçi şimdi mesele bu değildi. Mesele Cenk’ten kirlettiği namusumun hesabını sormaktı. Man Down klibindeki Rihanna gibi hissediyordum kendimi şerefsizim! Gidip herfiçioğlunun kafasına sıkacak, sonra da polise teslim olacaktım! Tabii benim tabancam yoktu. Zaten bir yerden tabanca bulsam da kullanabileceğimden emin değildim.
Arzum Uzun (Süper Zeki Bir Kadının Über Salak Hikayesi)
Yarım saat geçmeden, tek gecelik ilişkilerin nasıl olması, sonrasında nasıl davranılması gerektiği konusunda, kendim dışında herkese faydalı olabilecek tüyolar ihtiva eden on numara bir yazı yazmayı başarmıştım. Aferin bana! Şimdi esas mesele yazdıklarımı uygulayıp uygulayamayacağımdı. Mesela yazar, “Kendinizi hazır hissetmediğinizde tek gecelik ilişki yaşamayın…” diyordu. Ben, kendimi ne zaman hazır hissetmesem o zaman tek gecelik ilişki yaşıyordum. Sonra diyordu ki, “Bir kere seviştiğiniz bir adam, size aşık olmuş demek değildir. O gecelik size gösterdiği nezaketten etkilenmeyin.” Bak işte orası zordu… Cem’in bana o gece gösterdiği nezaketten sonrasında da geliştirdiği hayvansı tavırdan çok pis etkilenmiştim. Yazarımız şöyle devam ediyordu: “Ne yaptığınızı tam olarak hatırlamadığınız bir geceyi asla sorgulamayın…” Ama ben, sorgulamadan duramıyordum! Hatırlamıyordum ve hatırlamadıkça da deliriyordum. Son olarak şöyle bitiriyordu yazar: “Tek gecelik ilişki olarak başladığınız bir şeyde asla mutlu sona ulaşamazsınız. Kendinizi kandırmayın.
Arzum Uzun (Süper Zeki Bir Kadının Über Salak Hikayesi)
Ah ulan! Aşıktım be! Üstelik herif de bana aşıktı… Ama aşk sürüngenlikten başka bir şey getirmiyordu bana… Bir de kalp kırıklığı. O yüzden aklımı kullanıp güvenli olanı seçecektim: Aşkından öldüğüm değil, hoşlandığım ve bana daha güvenilir görünen adama gidecektim.
Arzum Uzun (Süper Zeki Bir Kadının Über Salak Hikayesi)
Eliyle mehtap vurmuş denizin ötesini gösterdi. 'Orası Bodrum, Akyarlar... Sizin toprağınız' dedi. Aynı anda kasetçalardan Zeki Müren'in, 'Gün batar kuşlar döner/Dönmez bu yoldan beklenen...' şarkısı duyuldu. Donup kaldık. Sanırım, önce ben ağlamaya başladım...
Deniz Kavukçuoğlu (''Sen Vatan Haini misin, Baba?'')