“
Hun Devrinde Orta Asya'da Irklar
Büyük Hun devleti zamanında Mogolistan, Baykal gölünün kenarları ve kuzeyi brakisefal Mongoloidlerle kaplı idi. Altay dağlarını baştan başa kaplayan ve bu bölgeye hâkim olan ırk ise, ta ilk devirlerden beri burada yaşamakta olan beyaz bir ırktı. Türklerin ataları çok muhtemel olarak bu beyaz ırktan geliyordu. Tanrı dağları ile dolaylarında da braki ve mezosefal olan bir ırk bulunuyordu. Bu brakisefallerden bir kısmı, Amuderya ile Sirderya arasındaki brakisefallerle ve diğer kısmı da Altaylardaki brakisefal ırkla akraba idiler. Hun çağında, Güney Sibirya da yavaş yavaş Türkleşmeğe başlamıştı. Altaydaki beyaz ırk, yavaş yavaş Yenisey havzasındaki mongoloidlerin yerini almağa başlamış ve Minusinsk bölgesi ile Kuzey Altay arasındaki ırk farkı, yavaş yavaş ortadan kalkmağa başlamıştı. Büyük Hun devletinin kuruluşu ile bütün Orta Asya bir vahdete kavuşmuştu. Bu siyasî birliğin neticesi olarak Orta Asya ırkları arasında bir karışma ve kaynaşma da meydana geldi. Bu ırk değişimi bilhassa yüzlerin hafif bir çekik gözlülük karakterine bürünmesinden anlaşılmaktadır. Nitekim Altayların kuzeyindeki halkların yüzünde, hafif bir çekik gözlülük meydana gelmişti. Çünkü bu bölge, eskiden beri Güney Sibirya ile sıkı bir temas halindeydi. Altayların kuzeyinde dolikosefal mongoloidlerle, brakisefal beyazların karışmasından yeni ve ziraatçı bir kavim meydana gelmişti. Altayların yüksek bölgelerinde yaşayan brakisefal beyazlar ise, Göktürk devrine kadar bozulmadan yaşamışlardı. Bilhassa sonradan Göktürk mezarlarının bol olarak bulunduğu Kuray ovasında, bu brakisefal beyazlara bilhassa Hun devrinde çok olarak rastlıyoruz. Büyük Hun devleti içinde mongoloid unsurlar hareket kabiliyetine sahip olmuşlar ve muhtelif bölgelere gidebilmişlerdi. Bu sebeple Altaylarda da tek tük çekik gözlü insanlara rastlanmaktadır. Meselâ 6 Nr.lı Kuray mezarında bir mongol gôrebiliyoruz. Brakisefal olan bu mongoloid, bir Tunguz idi Halbuki Şibe kurganındaki mongoloid insan, bir dolikosefaldi. Brakisefal Mongollar umumiyetle Baykal gölü kenarlarında, Angara kıt'asında, Sibirya'da çok yayılmış olarak bulunuyorlardı. Neolitik devirlerde Selenga havzası da bu ırkla kaplı idi. Prof. Debets, bu bölgede bulunan kafaları ölçmüş ve bu ırka 'Asiatik' adını vermişti. Bu bölgelerde, M.Ö. IV-III. asırlara doğru taş mezarların şekil bakımından kısmen değiştiğini ve yazılı kayaların da daha bollaştığını görüyoruz. Bu sebeple eski mezarlara 1. Taş mezarlar ve ikincilere de 2. Taş mezarlar denmektedir. Bu mezarlarla birlikte ırkların da değiştiği ve tiplere brakisefal mongoloidlerin hakim olduğunu görmekteyiz. Bu değişiklik biraz da Karasuk kültürünün doğuya doğru yayılışından meydana geliyordu. Büyük Hun devleti zamanında mogolistan'daki Noyun-Ula mezarlarında ise dolikosefal mongoloidlerin meydana çıktığını görüyoruz. Dolikosefal mongoloidler umumiyetle Tunguz'ların ataları olarak kabul edilmişlerdi. Bu antropolojik buluntulara göre, öyle anlaşılıyor ki, Büyük Hun devletinin doğu kısımlan, Tunguzlar tarafından idare ediliyordu. Bu da tarihi hâdiseleri teyit eden bir durumdur. T'ung-hu veya Tunguzlar, Mao-tun'dan evvel, Gobi çölüne ve belki de Tula ve Orhon kıyılanna kadar yayılmışlardı. Esasen yerleri ise Şan-si'nin kuzeyinden başlıyor ve Şara-Muren kıyılarına kadar uzanıyordu. Mao-tun, T'ung-hu'ların reisine çok âni bir şekilde taarruz ederek onları mağlup etmiş ve halkını da esir etmişti. Bu seferden sonra Tunguz'ların gene eski imtiyazlarını kaybetmemiş olmaları çok muhtemeldi. Eski hükümdar ailelerinin imtiyazlarını kaybetmemesi, Orta Asya'daki göçebe imparatorlukların hususiyetlerindendi. Bu sebeple Noyun-Ula'daki prenslerin Tunguz olması, Hunların Tunguz olduğunu ispat eden bir delil değildir. Hun devleti, bir kabileler konfederasyonuna dayanıyordu.
”
”
Bahaeddin Ögel (İslâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi: Orta Asya Kaynak ve Buluntularına Göre)