“
Efganlılara zorla kabul ettirdiğimiz anlaşma teklifini İran Heyeti'ne kabul ettirmek bir türlü mümkün olmadı. İran Başbakanı'nın Babülde bizi beklememiş olmasından bizimle görüşmeyi lüzumlu görmediği anlaşıldı, biz de talimatı İran Şahından aldık, bunlardan bahs ile Tahran sefirimize bilgi vermiştim. Bundan haberdar olan Şehin Şah Başbakan Furugı han ile Hariciye Bakanı Kâzimi hanı gece yola çıkararak bize gönderdi: küçük kır sakallı, orta boylu, alim, fazıl... Kâzimi Han ise daha uzunca boylu matruş. Her ikisi de kibar insanlar.
Birlikte Tayabad'a gelerek orada görüştük, Musabad'a karşı Efgan'a vermek istediğimiz suyu görmek istediler, oraya gittik, hiç yeşillik olmayan siyah, volkanik taşlardan bir takım dağ yamaçları arasında Gaşilluşi ismi verilen ve incecik akan bu suyun çok uzaklarında bir tek İran kulübesi bile yoktu. Bu sudan ancak kışın oralara gelen Efgan aşiretleri istifade ediyorlarmış. Nitekim biz oraya vardığımızda suya konmuş bir tulumun dolmuş olduğunu görmüştük ki bu su protokol mucibince İran'ın malı idi, yalnız hududun sonunda bulunuyordu. Başbakan İran'a ait bir karış toprağın bile verilmesini İran Millet Meclisi'nin kabul etmeyeceğini söyleyerek kesip atmıştı.
O sırada on yaşlarında kadar olan Efganlı bir aşiret kızı geldi, su dolan tulumunu almak istedi. Başbakan O'na:
- Buranın İran toprağı olduğunu bilmiyor musun, burada işin ne? diyerek tuluma bir tekmek attı, tulum boşaldı ve kızcağız boş tulumu koltuğunun altına sıkıştırıp ağlayarak uzaklaştı. Donup kalmıştım.
Başbakan'ın bu hareketi içime dert oldu, zavallı çadır halkı bu geceyi susuz geçirecekti. Bu alim fazıl zatın bu işi nasıl yaptığına şaşmamak mümkün değil. Acaba bu da mı mezhep ayrılığının sonucu idi?
Tayabad'a döndüğümüzde işin arabuluculukla halline imkân olmadığını anladığımdan hakemlikle hal için yeniden çalışmalara başladık. Başbakan ertesi gün Tahran'a döneceğinden bugün akşam çayını bizde içmek üzere veda'a geleceğini bildirdi, geldiklerinde de bana:
- Şimdi radyo söyledi, sizin Millet Meclisi soyadı kanunu kabul etmiş, Gazi Hazretleri'ne de ANATÜRK adını vermiş, dedi, biraz düşündükten sonra:
- Bir yanlışlık olmasın, bizde Anayasa, Anaiş gibi isimler varsa da Gazi Hazretleri'ne böyle bir isim yakışık almaz, acaba bir nokta hatası olmasın, malum ya Arab harflerinde ANA ile ATA arasında bir nokta farkı vardır, belki de ATATÜRK'tür.
- Bilmem, radyo böyle söyledi...
Gittiklerinden biraz sonra telefon ettiler:
- Paşa siz haklıymışsınız, radyo tashih etti: Atatürk'müş.
Atatürk'e telsizle bir tebrik yazdım ve derhal şu cevab geldi:
- Siz de ALTAY oldunuz!
Hudut işlerinin incelenmesi sırasında Musaabad işinin nasıl halledileceği bana büyük bir üzüntü kaynağı oldu.
”
”