Sosyal Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Sosyal. Here they are! All 100 of them:

Pero kung lahat na lang sasabihan mo ng 'corny' kasi sosyal ka -- iba nga panlasa mo, mamamatay ka namang malungkot.
Bob Ong (Lumayo Ka Nga Sa Akin)
Devrim Devrim tinsel bir fenomendir.Politik devrim,sosyal devrim veya ekonomik devrim diye bir şey yoktur. Devrim sadece bireysel ruhlar için mümkündür.Sosyal devrim sahte bir olgudur çünkü toplumun kendine ait bir ruhu yoktur.Tek devrim ruhun devrimidir,bireyseldir.Ve eğer milyonlarca birey değişirse bunun sonucunda toplum da değişir;tersi olmaz.Önce toplumu değiştirip ardından bireylerin değişmesini bekleyemezsiniz.Devrimlerin başarısız olmasının sebebi budur çünkü devrime çok yanlış bir noktadan bakıyoruz.Eğer toplumu değiştirirsek bir gün bireylerin,toplumu oluşturan her bir öğenin de değişeceğini düşünürüz.Bu aptalcadır.
Osho (Aydınlanmanın ABC'si)
Bir başka nokta daha: öyle bir yarım yamalaklığımız var ki, bizim dramımız, bizim trajedimiz, akıl almaz bir biçimde gelişiyor. Ayrıca, bir trajedinin içinde olduğumuzun farkında bile değiliz. Çok güzel yaşayıp gittiğimizi sanıyoruz. İktidardaki adamlar da, bu sanıyı bütün millet adına dile getiriyorlar. Birkaç aydın dışında bunu anlayan yok gibi. O aydınlar da, sosyal bir takım sözler ediyorlar. Psikolojik yönü boşlukta kalıyor bu meselenin. İnsanlarımız, bu kötü yaşantıyı dile getirmenin 'muhalefet yapmak' olduğunu sanıyorlar. Yapanlar bile muhalefet yaptıklarını sanıyor bir bakıma. Aslında bir yanlış anlama olduğu halde, anlaşıp gidiyorlar. Bir 'mış gibi yapmak' tutturmuşlar; arabalar yürüyor ya, ekmek yapılıyor ya, iyi kötü suyumuz geliyor ya... mesele yok. Bir taklid yapıyoruz ve Batıya bile kendimizi kabul ettirdiğimiz anlar oluyor (Bir futbol maçında yeniveriyoruz onları.) Ya çocuksu gururumuz! Beğenilmezsek hemen alınıyoruz, Batılılara iftiralar ederek kendimizi temize çıkarmak için didiniyoruz.
Oğuz Atay (Günlük)
Halk istedi!'' iddiasının yakıcı ateşi karşısında, dinin, mülkün, bilimin, hukukun, törenin, evrensel uygarlık düşüncesinin, sosyal ayrıcalığın, yerel geleneğin uzun süre ayakta kalmaları güçtür.
Sevan Nişanyan (Yanlış Cumhuriyet: Atatürk ve Kemalizm Üzerine 51 Soru)
Az biraz tarih bilen herkes büyük sosyal devrimlerin kadınların katılımı olmadan gerçekleşemeyeceğini bilir. Toplumsal gelişim bizzat daha güzel olan bu cinsiyetin (çirkinler dahil) toplumsal konumuna bakılarak ölçülebilir.
Karl Marx (Zincirlerimizden Başka Kaybedecek Neyimiz Var!)
Ne var ki, hayatın en önemsiz ayrıntıları açısından bakıldığında bile, insan herkesin gözünde özdeş, isteyenin bir şartnameyi ya da vasiyetnameyi inceler gibi inceleyebileceği, maddi bir bütün teşkil etmez; sosyal kişiliğimiz başkalarının düşüncesinin yarattığı bir şeydir.
Marcel Proust (Swann’s Way (Marcel Proust's "In Search of Lost Time" Collection Book 1))
Kendi otomobilini üretemeyen ülkeye borç verip otobanlar yaptırırız. Sonra onlara arabalarımızı satarız. Sonra bankalarını satın alırız. O bankalardan halka ucuz krediler verip daha çok araba almalarını sağlarız. Böylece verdiğimiz o krediyi arabamızı satarak geri alırız, hem de faiziyle. O ülkeye dünya bankası ya da kardeş kurumlardan kredi ayarlarız. Ayarlanan kredi "ASLA" o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede ‘proje‘ yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer. Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar, dev havaalanları yapılır. Aslında insanların işine yaramayan bir yığın beton. Bizim şirketlerimiz kazanır o ülkedeki birileri de nemalandırılır. Toplum bu düzenekten hiçbirşey kazanmaz. Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. Bu o kadar büyük bir borçtur ki ödenmesi imkansızdır. Plan böyle işler. Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider onlara deriz ki; "Bize büyük borcunuz var ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü satın, doğal gazınızı bize verin, askeri üslerimize yer gösterin, askerlerinizi birliklerimize destek olmaları için savaştığımız bölgelere gönderin, Birleşmiş Millletler de bizim için oy verin! Elektrik su kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin! Onları Amerikan şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın..." Sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını hatta adli sistemleri ele geçiririz. Bu, ikili, üçlü, dörtlü bir darbeler serisidir.
John Perkins (Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları)
Bu uzun zamanda hiç ona bakmadım. Aynalara hiç bakmadığım gibi. O hiç bana ulaşmaya çalışmadı. Hiç sosyal hesaplarımı telefonuma kurup onu aramadım. Aranmadım, aramadım, aramadı. İstedim evet, onun fotoğraflarını görmeyi çok istedim. Onu çok istedim. Bir tek onu... Ama yapmadım. Akıllandım.
Kemal Hamamcıoğlu (Birini Pencere Kenarına Çiçek Koyacak Kadar Sevmek Lazım)
Burada ki gizem avcısı benim ama onlar ne yapıyorlar? Gidip senin gibi İngiliz Edebiyatıyla kafayı bozmuş anti-sosyal kişiliği vampire dönüştürüyorlar! Dizideki vampir avcısı Buffy'nin bile yüreği cız etmiştir.Gerçi..." deyip değerlendiren gözle beni süzdü. "Senden çok iyi araştırma malzemesi, olurdu.
Chloe Neill (Some Girls Bite (Chicagoland Vampires, #1))
Evrimsel hümanistlere göre tüm insan deneyimlerinin eşit değerde olduğunu iddia edenler ya korkak ya da aptaldır. İnsanlığın gelişimine, kültürel görelilik ya da sosyal adalet adı altında ket vurmak gibi korkakça ve bayağı girişimler insan türünün yozlaşmasına, hatta soyunun kurumasına bile yol açabilir.
Yuval Noah Harari (Homo Deus: A History of Tomorrow)
Dezenformasyonun bu kadar hızlı yayılmasının birçok sebebi var. En önemlisi Mutlu Binark’ın tabiriyle “benzerseverlik”. Yaygınlaşma zemini ise kimi zaman yaygın medya kimi zaman sosyal medya. Mevzu savunulan iddiayı güçlendirecek en ufak bir bilgi ortaya çıktığında onu yaymaksa, mecra farketmeksizin yanlış bilgi her yerden fışkırabilir.
Anonymous
İnsanların doğru bildikleri yolda sıkıntıya katlanıyor olmaları, rizikoyu göz almaları benim için önemli ve değerli bir şeydi (halen öyledir). Bir de buna yasakların cazibesini eklemek gerekir sanırım. Engeli aşmama yardımcı olan ikinci unsur, ruhumda yer etmiş bulunan kadirşinas itaatsizliğim ve tevarüs edilmemiş asaletimdi. İçinde yaşadığım topluma borcumu ödemenin yolu, bu toplumun önyargılarına itaatten geçmediğini peşinen kabul etmiştim zaten. Şair, ressam veya müzisyen de olsam toplumun hazır kalıplarıyla zıtlaşmayı göze alarak işe başlayacağımı biliyordum. Şimdi bir de toplumun siyasi, sosyal ve iktisadi yapısıyla zıtlaşmayı, uyumsuzluğu gerektiren bir durum söz konusuydu. Bir macera tadı getiriyordu bütün bunlar. Öte yandan asaletim de kışkırtıyordu beni. İşin aslını anlayan azınlığa mensub olmak! Anladıklarının bekçisi olmayı şeref bilmek! Başını ''benim başımı yakarlar'' korkusundan uzak tutmak! Dik tutabilmek! Toplum önyargıları hangi engelleri koymuş olursa olsun, okumuşlar katından gelen (hiç şüphesiz devletin bir kanadınca sağlamlığı teminata bağlanmış) meşruiyyet duygusunun payı büyüktü.
İsmet Özel (Waldo Sen Neden Burada Değilsin)
...Sana gelme nedenim, kardeşimin ölümünden sonra yaşadığım kaygıydı. Sosyal yaşantımın bununla hiçbir ilgisi yok. Bunun üzerine son okumu da çıkardım. " Katılmıyorum. İkisi birbiriyle yakından ilişkili. İzin ver açıklayayım. Yaşanmamışlık ne kadar çoksa ölüm korkusunun da o kadar şiddetli olduğuna defalarca şahit oldum. İşte bu nedenle, şu anki yaşam kalitene odaklanmaya çalışıyorum.
Irvin D. Yalom (Creatures of a Day: And Other Tales of Psychotherapy)
Merhametim başkalarına mı yoksa kendime mi, tam bilmiyorum. Başkalarına duyulan merhameti, insanın kendine duyduğu merhametten açık seçik ayırmak mümkün değil. Bu merhametler (böyle denebilir mi?) çözülemez bir biçimde birbirine dolanmıştır. Kesin olan tek bir şey var: İnsan aynı zamanda kendine merhamet duymadan başkalarına acıyamaz. Ama merhamet neden bu kadar ayrımcılığa uğruyor? Onsuz edemeyeceğimiz bir sosyal duyumsamadan başka bir şey değil ki.
Wilhelm Genazino (Aşk Aptallığı)
Alevi inanç sisteminde ve sosyal yapısında kadınlara hemen her yerde rastlarsınız . Alevilikte kadınların alınmadığı, yok sayıldığı bir alan yoktur. Buna Alevilik inancında büyük değer atfedilen Kırklar Meclisi de dahil. Hz. Muhammed'in ancak tüm sıfatlarından soyunup sıradan bir insan olarak girebildiği Kırklar Meclisi'ni oluşturan 40 kişiden 17'si kadındır. Bu, kadınların her yerde ve kadın erkek ayrımı gözetmeden yan yana olması açısından çok önemlidir.
Gülfer Akkaya (Sır İçinde Sır Olanlar - Alevi Kadınlar)
Babamın gösteriş merakı... burjuvanın aristokratça gösteriş merakı!.. Ne soy!.. Hani yalnız zenginliklerini değil, iyi yaşam alışkanlıklarını, konfora ve her şeyin iyisine düşkünlüklerini de bir üstünlük sayıyorlar! Bu kişisel bir meziyet oluyor onlar için! Öyle bir meziyet ki birtakım sosyal haklar kazandırıyor kendilerine! Ve bundan ötürü başkalarının gösterdiği saygıyı en tabii hakları olarak görüyorlar! Otoritelerini ve başkalarını köleleştirmelerini de!..
Roger Martin du Gard (Les Thibault, Volume 2... (French Edition))
Tüketiciler ürün alırken ürünlerin temel faydalarına ek olarak, aynı etkiye sahip olacak kadar bu ürünlerin sembolik anlamlarına da ihtiyaçları olduğunu görürler. Sembollerin müşterilerin hayatında büyük bir yer kaplaması, markaların sosyal sembolik anlamlarının önemini ortaya çıkarmaya başladı. Markalar üzerinden kendi öz kimliğini belirlemeye ya da belirli bir sosyal topluluk içerisinde aidiyet hissetmeye çalışan tüketici, markaları faydalı bir araç olarak görür.
Anonymous
Tüketici artık ürün alırken, ürünlerin fonksiyonelliğinin yanı sıra o ürünlerin toplumda ya da sosyal çevrede verdiği mesaja da odaklanıyor. Bunun oluşmasının en büyük sebeplerinden biri de bireyin tek başına yapamayacağı etkiyi markalar aracılığıyla yapabileceğini bilmesidir. Böylece bu durumu fırsat olarak görüp kullanmak istiyor. Bunun sonucunda kültürel anlamları markalarda gören tüketiciler, öz kimlik inşasını yaparken kendisini en iyi yansıtacak markayı bulmaya ve kullanmaya özen gösteriyor.
Anonymous
Bir başka nokta daha: öyle bir yarım yamalaklığımız var ki, bizim dramımız, bizim trajedimiz, akıl almaz bir biçimde gelişiyor. Ayrıca, bir trajedinin içinde olduğumuzun farkında bile değiliz. Çok güzel yaşayıp gittiğimizi sanıyoruz. İktidardaki adamlar da, bu sanıyı bütün millet adına dile getiriyorlar. Birkaç aydın dışında bunu anlayan yok gibi. O aydınlar da, sosyal bir takım sözler ediyorlar. Psikolojik yönü boşlukta kalıyor bu meselenin. İnsanlarımız, bu kötü yaşantıyı dile getirmenin 'muhalefet yapmak' olduğunu sanıyorlar. Yapanlar bile muhalefet yaptıklarını sanıyor bir bakıma. Aslında bir yanlış anlama olduğu halde, anlaşıp gidiyorlar. Bir 'mış gibi yapmak' tutturmuşlar; arabalar yürüyor ya, ekmek yapılıyor ya, iyi kötü suyumuz geliyor ya... mesele yok. Bir taklid yapıyoruz ve Batıya bile kendimizi kabul ettirdiğimiz anlar oluyor (Bir futbol maçında yeniveriyoruz onları.) Ya çocuksu gururumuz! Beğenilmezsek hemen alınıyoruz, Batılılara iftiralar ederek kendimizi temize çıakrmak için didiniyoruz.
Oğuz Atay
Anne, son zamanlarda insanları hayvanlardan ayıran tek özelliğin ne olduğunu keşfettim. Biliyorum, insan konuşuyor, insan akıllı,insan düşünüyor,insanın sosyal bir düzeni var; ama bütün hayvanlarda bunlardan az çok yok mu? Belki hayvanların da inancı vardır. İnsan tüm Yaradılışın efendisi olmakla övünüyor; ama esasta, diğer yaratıklardan pek farkı olmadığı anlaşılıyor. Oysa insanın yine de bir ayrı özelliği var. Belki beni anlamıyorsunuz. Hayvanlarda hiç olmayan bir şey, insanın kendine ait bir şey : O da sır.
Osamu Dazai (The Setting Sun)
Nükleer rehineler olan bizler -yeryüzündeki tüm halklar- nükleer ve klasik savaş konularında kendimizi eğitmeliyiz. Ardından da hükümetlerimizi eğitmeliyiz. Hayatta kalmamız için akla yakın gereçleri sağlayacak bilimi ve teknolojiyi geliştirmeliyiz. Alışılmış kalıpların dikte ettiği sosyal, politik, ekonomik ve dinsel fikirlere cesaretle karşı koyma isteğini edinmeliyiz. Dünyanın her bölgesindeki insan kardeşlerimizin insan olduklarını anlamak için elimizden gelen her çabayı harcamalıyız. Kuşkusuz bu tür çaba çok zordur.
Carl Sagan (Cosmos)
Karşı çıkmamın nedeni, orada yine tanıdık insanlarla bir arada olmak, yine nezaketen bazı şeyler yapmak ve sosyal davranmak zorunda kalmaktı. Oysa benim kendi başıma kalmaktan başka bir isteğim yoktu, iki hafta boyunca kitap okumak, yürüyüşe çıkmak, hayal kurmak, rahatsız edilmeden uzun uzun okumak, iki hafta boyunca telefonsuz ve radyosuz yaşamak, konuşmak zorunda olmamak, bir anlamda rahatsız edilmeden kendim olmak istiyordum. Bilincine varmasam da, yıllardır özlemini çektiğim tek şey tam bir sessizlik ve dinlenmeymiş aslında.
Stefan Zweig (The Governess and Other Stories)
Sosyal Demokrasinin gizli amacı, ancak Yahudilerin ne olduklarını bilmekle anlaşılır. Bu Yahudi milletini tanımak, bu partinin hedefi ve niyeti hakkında gözlerimizi kapatan yanlış fikirler bağını koparıp atmak demektir. Yahudileri tanımakla bizi kendine körü körüne bağlayan bu partinin toplumsal fikri deşildiğinde Marksizm'in çirkin ve korkunç bir şekilde gerilmiş yüzü ortaya çıkacaktı. Yahudi kelimesinin bende ilk defa olarak özel birtakım fikirler uyandırması, hangi çağda meydana geldiğini kestirmem pek imkansız değilse de, biraz zor olacaktır.
Adolf Hitler (Mein Kampf)
Marka dediğimiz kavram bir logo, bir amblem ya da reklamlardan ibaret değildir. Marka, üründen ambalaja, mağaza içi tanıtımdan reklam kampanyasına,satış sonrası hizmetten şikayet yönetimine, liderin konuşmalarından sosyal sorumluluk kampanyalarına kadar bütün uygulamaların tüketicilerin zihninde yarattığı izlerin toplamıdır. Tüketicilerin markayla olan deneyimleri -tıpkı bir kabın dolması gibi- markanın oluşmasını sağlar. Marka dediğimiz elle tutulmayan varlık böyle oluşur. Marka, bir ürün ya da bir hizmet hakkında tüketicilerin duydukları, gördükleri, hissettikleri ve yaşadıklarından çıkardığı anlamdır.
Anonymous
Karıma -salondan geçtiği sırada- sigarayı ve içkiyi bıraktığımı söyledim, ama görünüşe göre bakılırsa umursamadı; çektiğim mahrumiyet için kim beni ödülendirirdi ki? Ağzımdaki acı tat, kafamın omuzlarımdan kopmak üzere olduğu hissi kimin umurundaydı? Bana öyle geliyordu ki insanlar bundan çok daha azı için birbirlerini madalyalarla, heykellerle, kupalarla onurlandırmıştı ve imtina sosyal bir meseleydi. Günahtan imtina ettiğimde genellikle yüreğimin saflığını geliştirmek değil, rezalet korkusudur; oysa burada imtina ihtiyacında toplumun dünyevi yaptırımının rolü yoktu; üstelik ölüm rezalet kadar tehditkâr değildir.
John Cheever
O günlerde Yahudileri inançlarının manasızlığı hakkında aydınlatmaya çalışacak kadar aptallık ediyordum. Dar çevremde boğazım kuruyana ve dilimde tüy bitene kadar konuşup duruyordum. Onlara Marksizm'in tehlikesini gösterebileceğimi sanıyordum. Fakat ters sonuçlar alıyordum. Çünkü Sosyal Demokratların gerek nazari ve gerek tatbikatta açık olarak elde ettikleri bu başarılar onların çalışma azimlerini kuvvetlendirmekten başka bir şeye yaramıyordu. Ancak bu heriflerle ne kadar çok münakaşa edersem, üslûplarını o kadar iyi anlayabiliyordum. Bunlar her şeyden önce, kendilerine karşı olanların akılsızlıklarına güveniyorlardı. Eğer münakaşa sırasında bir başka kaçamak yol bulamazlarsa o vakit kendilerine budala süsü veriyorlardı. Eğer bu da başarılı olmazsa, o zaman hiçbir şey anlamıyormuş gibi davranıyorlardı. Bu durum karşısında biraz sıkıştırılırlarsa, o zaman da başka bir konuya geçiyorlardı. Bir sürü manasız laflar ediyorlar, eğer itiraz edilmezse, bunlardan başka konular için deliller çıkarıyorlardı.   Üstlerine daha fazla gidilecek olursa, avucunuzdan kayıp kaçıyorlar ve artık hiçbir şeye cevap vermez oluyorlardı. Kurtarıcı gibi etrafta dolaşan bu heriflerin birini yakaladığınızda sanki elinizde yapışkan ve cıvık bir madde tutmuş gibi oluyor ve insana tiksinti veren bu madde parmaklarınızın arasından kayıp gittikten sonra, başka bir yerde tekrar toplanıp şekilleniyordu, içlerinden bir ikisine fikirlerinizi kabul etmekten başka bir çare bırakmayacak şekilde kesin bir darbe indirdiğinizde, ilerisi için bir ümit beliriyordu. Fakat aradan bir gün geçtikten sonra hayretler içinde kalıyordunuz. Yahudi yirmi dört saat önce olanları hiç hatırlamıyor ve başlangıçta olduğu gibi yine boş laflar edip duruyordu. Sanki aramızda hiçbir şey geçmemiş gibi davranıyordu. Eğer buna kızacak olur da kendisine izahat vermeye kalkarsanız, şaşırmış gibi yapıyor ve kesinlikle bir şey hatırlamadığını söylüyordu. Yalnız bir şey hatırlamadığını söylemekle kalsa yine iyi... Bir gün evvel iddialarının doğruluğunu ispat etmiş olduğunu da ilave ediyordu.
Adolf Hitler (Mein Kampf)
Çok güvenli görünüyorsunuz! Fakat sanmayın ki bu böylece devam edecek! Öfke ve nefret büyük geminizin makine dairesinde terden geberenlerle birleşecek, biliyorum. İspanyol, türk, yunan, arap, italyan göçmenler ve avrupa’nın tüm ezilenleri…ve tüm kadınlar, ezildiğinin, aşağılandığının sömürüldüğünün farkında olan tüm kadınlar neden burada olduğumu ve beni neden öldürmek istediğinizi anlayacaklar… Gardiyanlar, yargıçlar, politikacılar, hiç biriniz umurumda değilsiniz. Asla beni delirtemeyeceksiniz! Beni sağlam öldüreceksiniz… mükemmel bir ruh ve mükemmel bir beyinle. Böylece herkes katillerin devleti ve katillerin hükümeti olduğunuzu anlayacak! Herkes sosyal demokrasinin neye benzediğini anlayacak! …şimdiden cesedimi kaçırıp saklamanızı, kapıyı avukatlarıma kapatmanızı görür gibiyim. Ulrike Meinhof kendini astı diyeceksiniz. Kanlı ellerinizle kapıları yüzlerine kapatacak ve fotoğraf çekmeyi soru sormayı yasaklayacaksınız. Yasak diyeceksiniz, cesedi incelemek yasak! soru sormak, düşünmek, tahmin etmek yasak!! yasak!!… ama kendi korkunuzu yasaklayamazsınız! Her katile özgü korkuyu yasaklayamazsınız! Cesedim bir dağ gibi ağır olacak…yüz bin ve yüz bin…yüz binlerce kadın kolu bu kocaman dağı kaldırıp omuzlarına alırken sizin oturduğunuz o sahte tahtı sarsacak müthiş bir kahkaha atacaklar! ..ve hep birlikte bağıracaklar: Ulrike Meinhof’u öldüremeyeceksiniz.
Dario Fo
Geçmişle ne yapılacağını bilmek zordur. Bu fantaziyi ne kadar kurarsanız kurun, veya hatırlarken ne kadar ağır nostalji hissederseniz hissedin, içinde yaşayamazsınız. her ne kadar gösterici, önerici veya tehlike habercisi olsa dahi ondan geleceği öngöremezsiniz; gerçekleşmesi yakın şeyler sık sık olmaz, ipucu vermeyen şeyler sık sık gerçekleşir. Bence, tarihten, sosyal olaylara evrensel olarak uygulanabilecek kanunlar, ölçülebilir sonuçları belirleyen demir zorunluluklar çıkaramazsınız, bunu yapmayı amaçlayan teşebbüsler nafile oldukları kadar bitmez görünse de. İçinde, mutat varoluşun belirsizliklerini çözecek ve umumî davranışın paradokslarını dindirecek ebedî gerçeklikler de bulamazsınız, ya da yine ben bulamam; doğrusu, ana senaryolar yoktur. İşe yararmış gibi görüdnüğü tek şey (belki de birincil olarak, sırf insanların neler anlattığını takdir etmenin yanında) insanın çevresinde neler olduğunu biraz daha az anlamsızca algılamak, gerçekte olanlardan görüntüye girenlere biraz daha bilinçlice tepki vermektir. Geçmişle ilgili klişelerin hepsi; özsüz olduğu, bir kova kül olduğu, başka bir ülke olduğu, geçmiş bile olmadığı, eğer hatırlanmazsa tekrarlanmaya mahkum olduğunuz, cennete doğru geri geri giderken önümüzde biriken enkaz olduğu... arasından işe yarar gerçeğe en çok yaklaşanı Kierkegaard'ın "hayat ileri doğru yaşanır ama geriye doğru anlaşılır"ıdır.
Clifford Geertz (After the Fact: Two Countries, Four Decades, One Anthropologist (The Jerusalem-Harvard Lectures))
Nerede adalet belirsizse, polis casusluğu ve terör iş başındaysa, insanlar soyutlanmaya ve yalnızlığa düşerler, ki diktatör Devletin amacı ve hedefi de budur, çünkü varlığını güçleri ellerinden alınmış sosyal ünitelerin mümkün olduğunca çok sayıda bir araya yığılmasına dayandırır. Bu tehlikeyi göğüsleyebilmek için, özgür toplumun etkili bir birleştirici bağa ihtiyacı vardır, yani “komşunu sev" türünden bir ilkeye. Ama bu sevgi, içimizdekini karşımızdaki ne yansıtmamızdan doğan anlayışsızlık yüzünden acı çekiyor. Dolayısıyla, insan ilişkileri sorununu psikolojik bakış açısıyla düşünmek özgür topluma büyük fayda sağlayacaktır, çünkü toplumu bi-rarada tutan ve ona güç veren şey burada saklıdır. Sevginin bittiği yerde, güç savaşları, şiddet ve terör başlar.
Anonymous
Ah beni özlemiyorlar,'dedi kız. 'Asosyalmişim, öyle diyorlar. KAynaşamıyormuşum. Öyle tuhaf ki. Aslında çok sosyalimdir. Sosyalden ne kastettiğine bağlı tamamen, değil mi* Bana göre sosyal olmak, seninle böyle şeyler hakkında konuşmak.' Ön bahçede ağaçtan düşmüş birkaç kestaneyi takırdattı.'Veya dünyanın ne tuhaf olduğundan bahsetmek.İnsanlarla olmak güzel. Ama bir grup insanı bir araya getirip de konuşmak istemelerine izin vermemek sosyallik değil bence;ya sence? Bir saat televizyon dersi,bir saat basketbol veya beyzbol ya da koşu, yine bir saat çeriyazılı tarih veya resin ve yine spor... ama biliyor musun, asla soru sormuyoruz, en azından çoğumuz sormuyor; yanıtları bing bing bing diye veriyorlar sadece, biz de dört saat daha film-öğretmenin karşısında oturuyoruz.
Ray Bradbury (Fahrenheit 451)
Öğrenmek, kendini tanımak mutsuzluktur. Bizden geri kalan eserler, birbirlerine benzer taşlar, yazılar, yapılar olmalıdır. Putlar gibi ayırıcı özelliği olmamalıdır. Hristiyanlık da ikonoklast bir dönem yaşadı; ilk Hristiyanlar eski Yunan ve Roma'dan kalan anıtları yok ettiler. İslamlık, özellikle Osmanlı bu işi daha ciddiye aldı. Osmanlı, İslamlığı ciddiye aldı. İslamlık, put kırıcılığını ciddiye aldı. Osmanlı bunu İslamlığın ciddiye alışından da öteye götürdü. Kuralları ciddiye aldı, insanı ciddiye almadı. Sorunların sayısını azaltarak mutluluğu arttırmaya çalıştı. Bütün değişimleri devlet eliyle gerçekleştirmek istedi. Nevzat Tandoğan yakalanıp yanına getirilen bir solcuya, ''Bu memlekete komunistlik gerekirse onu da biz getiririz. Sana ne oluyor?'' demişti. Bireye de ne oluyordu. Yahya Kemal kendisine soru sorulmasından hoşlanmazdı. O, geleneği temsil ediyordu. Onunla tartışılamazdı. Kendisine bir toplantıda genç bir adam soru sorunca yanındakine dönerek, ''Kim bu adam?'' demişti. Osmanlı gösterişi sevmiyordu. Küçük saraylarda, ahşap evlerde oturuyordu. Tiyatroyu soytarılık, resmi küfür sayıyordu. Bütün sosyal kurumlar, askerlik örgütü için birer araçtı. Bunun yanısıra halk kendi düzenini ayrı bir biçimde geliştirdi. Bugün saray dili yaşamadığı halde, halkın dili yeni düzen için esas oldu. Hiçbir ülkenin resmi dili, fermanların Osmanlıcası kadar insanların anlayamayacağı bir biçime sokulmamıştır. Bu bakımdan Devlet, Kafka'nın insanları için aşılmaz bir duvar olan bürokrasiye benzer. Lale Devri bir bakıma istisnadır. Devlet her türlü eleştiriye kapalıdır. Divan şiiri her türlü eleştiriye kapalıdır. Düşünce her türlü eleştiriye kapalıdır; felsefe yoktur. Tek felsefe bireyin yok oluşudur; vahdedi vücuttur. Şiirde divancılar 'biz' diye seslenir. Eleştiri çirkini güzelden ayırır, oysa çirkin yoktur. Kapalı sistemdir bu. Ülkücü insan yoktur. Ülkücülük bireyciliktir. Özgün sanat yoktur. Usta-çırak ilişkisi içinde taklit vardır. Bir bakıma gelenek de yoktur. Usta, yaşantısını kimseyle paylaşmaz, yaratıcılığın ayırıcılığı kendisiyle birlikte ölür. Ne ruhun ölümsüzlüğü ne de canlı dünyanın gürültüsü duyulmaz. Batıya olduğu kadar, Doğuya da kapalı bir sistemdir bu. Orta Doğu'dur, Kenar 'Batı'dır. Ne Doğu'dur, ne Batı'dır. Kafka'nın yer altında yaşayan hayvanı gibi, kendisine doğru kazılan bir tünelin içindeki bilinmeyen düşmanı korkuyla bekler.
Oğuz Atay (Günlük)
Fay ve Bea aile hayatının idaresini ele almıştı. Jim ile ben emir almaktan memnunduk. Bu hepimiz ama özellikle kızlar için harika bir eğitimdi. Okul ve üniversite yaşamlarını mümkün olanın en fazlasını alarak tamamladıktan sonra sanat alanında ve BBCde başarılı kariyerleri oldu. Mutlu evlilikler yaptılar ve kendi ailelerine sahipler. Baştan itibaren, fırsat ve başarıya herhangi bir erkek kadar onların da hakkı olduğunu, hiçbir zaman hükmedilmeye veya sömürülmeye izin vermemeleri gerektigini kafalarına yerleştirdim. Sonunda boşuna konuşmuş olduğumu anladım; hayatta ne yapmak istediklerini gayet iyi biliyorlardı ve kararlıydılar. Bazı babalar iyi anne olur ve umarım ben de onlardan biriyim. Ama sanırım, beni tanıyan kadınlara sormuş olsalardı, büyük kısmı çok pasaklı bir anne olduğumu söylerdi. Ev işinden tamamen bihaber olduğum gibi, ara sıra evin temizlenmesi gerektiğinin de farkında değildim ve sık sık, bir elimde sigara, diğerinde de içki olurdu. Kısacası, her ne kadar sevgi dolu ve hoşgörülüysem de, sosyal hizmetlerin onaylamayacağı bir anneydim. Yıllar içinde benimle röportaj yapan kadın gazeteciler, ayrıntıları kaçırmayan bakışlarıyla evimin kullanılmayan köşelerinde keşfettikleri toza sık sık göndermede bulunmuştur. Galiba, mutluluğu gözlerinden okunan çocuklar (ki bundan hiç bahsetmezler) yetiştiren bir erkeğin varlığı, eski kafalılığın yol açtığı bir refleksi harekete geçiriyordu. Eğer kadınlar toz da almayacaksa, o zaman hiç mi ümit yoktu? Belki de aile yaşamının sürdüğü evin saplantılı bir şekilde sürekli temizlenmesi, gün ışığına çıkmaya çalışan bastırılmış duyguların silinmesi girişimiydi. Aşırı çalışan annenin hâkim olduğu çekirdek aile, birçok açıdan doğal değildi; tıpkı aslında erkek cinsini kontrol etmek için ödemek zorunda olduğumuz büyük bedel evlilik gibi.
J.G. Ballard
Çağdaş, dinamik ve yepyeni bir yaşam alanı" vaadiyle satılan alanda hayat yoktu. Atmosfer yoktu. Yeşil perde önünde kameraya çekilmiş yapay mizansenlerle dolu bir yaşamın fonuna sonradan prodüksiyon hilesiyle eklenmiş gibi görünen, her yerinden sunilik akan yapıştırma bir konut çölüydü burası. Binaların birbiriyle ilişkisi zamanla kendiliğinden oturmadığı için gerçeklik duygusundan tamamen yoksundu. İnsan eliyle alelacele uyumluluk süsü verilmişti daha çok. Coğrafyayı, mimari ve sosyal dokuyu hiçe sayan kof bir dekordu. Güvenlik görevlisi sayısı korunacak insan sayısından fazlaydı neredeyse. Her türlü sosyal ve sportif imkânı sunmasına rağmen terk edilmiş, yalandan yeşil dokunuşlara rağmen betonarme bir alandı burası. Bu durumu en çok hava kararınca devasa bloklarda yanan tek tük ışık ele veriyordu. “Çağdaş, dinamik ve yepyeni” yaşam alanı geceleri ölüm sessizliğine bürünerek kocaman bir mezarlığa dönüşüyordu. Toplu bir ölü yatırım mezarlığına…
Hakan Bıçakcı (Doğa Tarihi)
Dünyada çaresizce Darwinciliğe inanılmamasını isteyen insanlar var. Bu insanlar üç ayrı sınıfa ayrılıyor gibi gözüküyor. Bunların ilki dini nedenlerle evrimin yanlış çıkmasını isteyenler. İkincisi, evrimin gerçekleştiğini reddetmek için hiçbir sebebe sahip olmamalarına rağmen sıklıkla politik veya ideolojik nedenlerle Darwin'in teorisindeki mekanizmayı tatsız bulanlar. Bunların bazıları doğal seçilim fikrini kabul edilemez şekilde sert ve ruhsuz bulur. Diğerleri doğal seçilimi rastgelelikle ve bu yüzden de "anlamsızlıkla" karıştırır ve bu da onurlarına dokunur. Bir başka grup da Darwinciliği ırkçı ve diğer nahoş anlamlara sahip Sosyal Darwincilikle karıştırır. Üçüncü sınıftaki insanların birçoğu sıklıkla "medya" olarak adlandırdıkları şeyde çalışan ve başarılı insanların arabalarının devrildiğini görmekten oldukça hoşlanan tiplerdir. Belki de bu devrilme onlara iyi bir haber kaynağı sağlıyordur ve Darwincilik devrilmesinin cezbedici olacağı kadar yerleşmiş ve saygı duyulan bir araba haline gelmiştir.
Richard Dawkins (The Blind Watchmaker: Why the Evidence of Evolution Reveals a Universe Without Design)
İşbirliği en önemli özellikse, milyonlarca yıldır kitleler halinde işbirliği yapabilmelerine rağmen neden karıncalarla arılar nükleer bombalarla bizi yok edemediler? Çünkü onların işbirliği esneklikten yoksun. Arılar inanılmaz karmaşık yöntemlerle işbirliği içine girer ve sosyal yapılarını bir gecede değiştiremez. Kovanı tehdit eden yeni bir tehlike ya da bir fırsat belirdiğinde, arılar kraliçeyi giyotine yollayıp cumhuriyet kuramaz. Fil ve şempanze gibi sosyal memeliler, arılardan çok daha esnek işbirliği yapabilir ancak akrabalarının ve doatlarının az sayıda olacağı unutulmamalıdır. Kurdukları iletişim kişisel tanışıklık seviyesindedir. Eğer ikimiz de birer şempanzeysek ve işbirliği yapmamız gerekiyorsa sizi tanımak isterim: Ne tür bir şempanzesiniz? İyi hutlu musunuz yoksa kötü niyetli misiniz? Sizi tanımadan sizinle işbirliği yapamam. Bildiğimiz kadarıyla sadece Sapiens sayısız yabancıyla esnek ilişkiler kurabiliyor. Ebedi bir ruha ya da özel bir tür bilince sahip olduğumuz iddiasının aksine, elle tutulur bu yeteneğimiz Dünya'daki hükümranlığımızı açıklamaya yetiyor.
Yuval Noah Harari (Homo Deus: A History of Tomorrow)
Yüzyıllar önce, insan türü yavaş yavaş bilgi biriktirebiliyor, siyaset ve ekonomi de sakin bir ritimde değişiyordu. Bugün bilgimiz aşırı bir hızla artıyor ve teoride dünyayı gitgide daha iyi anlıyoruz. Ancak aslında tam tersi gerçekleşiyor. Yeni bilgiler daha hızlı ekonomik, sosyal ve siyasi değişimlere neden oluyor; biz ne olduğunu anlama çabasıyla bilgi birikimini çoğaltıyoruz ve bu da daha büyük dalgalanmalara yol açıyor. Zamanla günümüzü anlamakta ve geleceği öngörmekte daha da zorlanır hale geliyoruz. 1016 yılında Avrupa'nın 1050'e nasıl bir yere benzeyeceğini tahmin etmek görece daha kolaydı. Şüphesiz hanedanlıklar yıkılabilir, işgal edilebilir ya da doğal afetler olabilirdi. Ancak 1050'de Avrupa'nın hala krallar ve rahipler tarafından yönetilen, çoğu sakini kıtlık, salgın ve savaşlardan perişlan olmuş köylülerden oluşan bir tarım tıplumu olacağı açıktı. Oysa 2016'da 2050'de Avrupa'nın neye benzeyeceği hakkında hiçbir fikrimiz yok. Siyasi sitemin ne olacağını, insanların nasıl istihdam edileceğini ya da çalışanların nasıl bedenlere sahip olacağını bile söyleyemiyoruz.
Yuval Noah Harari (Homo Deus: A History of Tomorrow)
Faşizm ve Komünizm : Bu siyasi sistemlerin benzerliği ötesinde, sistemleri yürüten ve yön veren ruh tamamen birbirine zıttır. Esasında komünizm, iyimserlik, beşeriyetin iyiliğine inanç üzerine dayanır. Kötülükler sadece fena bir sosyal teşkilatlanmadan doğar yoksa ferdin tabiatı ile hiç ilgisi yoktur. Faşizm ise bilakis kötümserdir. O büyük halk kütlesini hakir görür, saygıya layık olan sadece aydınlardır. Geriye kalanlar, derlenip toplanıp yönetilmesi gereken bir sürüdür. Halbuki komünizm, tabii olarak eşitçidir. Faşizme göre bu rejim, devamlı bir hükümet sistemidir ve son bulmasına da gerek yoktur. Komünizmde aksine, bahis konusu olan ge çici bir takım tedbirlerdir. Bu tedbirlerin şiddetli olması, burjuvazinin tamamen imhası ve "insanın insan tarafından istismarının" son bulması için elzemdir. Fakat bu gaye bir kere gerçekleşince, prolaterya diktatörlüğü kendiliğinden sönecek ve tam bir hürriyet sınıfsız ve baskısız bir cemiyet içerisinde hüküm sürmeye başlayacaktır. Fakat bu düşüncenin uygulamada boş çıkacağından haklı olarak korkulabilir. Zira bu vasıtalar sürekli kullanılmakla nihayet bizzat sonuçları da bozarlar. BİR BASKININ GELİŞMESİNDEN HÜRRİYETİN DOĞABİLECEĞİNİ DÜŞÜNMEK BOŞ BİR HAYAL GİBİDİR.
Maurice Duverger (Siyasi Rejimler)
Antropologlar, yaşam biçimlerimizin, inandığımız değerlerin, mümkün olan yegâne yaşam biçimleri ve değerler olmadığını; başka yaşam tarzlarının, başka değer sistemlerinin de insan topluluklarının mutluluğa ulaşmasına imkân vermiş olduğunu ve hâlâ da vermeye devam ettiğini kanıtlamaya çalışırlar. Dolayısıyla antropoloji, böbürlenmelerimize gem vurmaya, başka yaşam tarzlarına saygı duymaya, bizi şaşırtan, şoke eden ya da tiksindiren başka usulleri öğrenmek suretiyle kendimizi sorgulamaya çağırır bizleri. ... Antropoloğun kendine özgü kültürler arasındaki farklara gösterdiği dikkat ve duyduğu saygı, yaklaşımının özünü oluşturur.
Claude Lévi-Strauss (Antropologia si problemele lumii moderne)
Geçtiğimiz 20 bin yılda insan türü, taş uçlu mızraklarla mamut avlamaktan uzay mekikleriyle Güneş Sistemi'ni keşfetmeye doğru attığı her adımı,maharetli elleri ve büyük beyinlerinin evrimi sayesinde başarmadı(hatta beyinlerimiz eskiye oranla daha küçük.) Dünyayı ele geçirmemizi sağlayan en can alıcı özellik,birçok insanı bir araya getirip birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayabilmekti. İnsan bir şempanzeden ya da kurttan bireysel olarak çok daha zeki olduğu ya da becerikli parmakları var diye değil, Homo Sapiens kalabalık gruplarla bile esnek iş birliği yapabilen tek tür olduğu için dünyaya hükmediyor. Zeka ve alet yapımı becerisi de çok önemli elbette. Ancak insanlar kalabalık gruplar halinde esnek işbirlikleri geliştiremeselerdi, yaratıcı beynimiz ve marifetli ellerimiz uranyum atomları yerine hala çakmaktaşı parçalıyor olurdu. İşbirliği en önemli özellikse, milyonlarca yıldır kitleler halinde işbirliği yapabilmelerine rağmen neden karıncalarla arılar nükleer bombalarla bizi yok edemediler? Çünkü onların işbirliği esneklikten yoksun. Arılar inanılmaz yöntemlerle işbirliği içine girer ve sosyal yapılarını bir gecede değiştiremez. Kovanı tehdit eden yeni bir tehlike ya da fırsat belirdiğinde, arılar kraliçeyi giyotine yollayıp cumhuriyet kuramaz.
Yuval Noah Harari
Olmaz ol alacakaranlık! yerin dibine bat alacakaranlık! evin ocağın sönsün alacakaranlık! onulmaz dertlere düşesin de sürüm sürüm sürünesin alacakaranlık! dilerim, ettiğini bulasın, kan kusasın... sancıdan, sızıdan inliyesin! canalıcıya can vermiyesin. alacakaranlık, ne karanlıktır, ne aydınlıktır; ikisi ortası, aydınlıktan uzak, daha çok karanlığa yakın. alacakaranlık bir kandırmacadır, aldatmacadır, yutturmacadır, oyalama, gözboyamadır. karanlık, gecedir, her gecenin de bir sabahı olur. ama alacakaranlıkların hiç yoktur sabahı, bir sürüncemedir, sürer gider... ne aydınlık, ne karanlık... varsa da yok... yoksa da var... var gibi de yok, yok gibi de yine var... kanunlar hem var, hem yok... kimine var, kimine yok. kimi zaman var, kimi zaman yok. kimi yerde var, kimi yerde yok. insan hakları, hani varımsı da yokumtrak; demokrasi; demokrasisimsi... sosyal adalet; sosyal adaletimsi... varımtrak yokumsu... tatlımtrak acımsı... salımtrak ama çarşambamsı... batılımsı da doğulumtrak... ilerimsi de biraz gerimtrak... alacakaranlık, insanlara karanlığın aydınlıktır diye yutturulmasıdır: karanlığımsı da aydınlığımtrak... karanlık, aydınlığın düşmanıdır. alacakaranlık, hiçbir şeyin ne dostu, ne de düşmanıdır. alacakaranlık ne tezdir, ne antitezdir, ne sentezdir. o, allahın belası pis bir şeydir. olmaz ol alacakaranlık! başın kelola! gözün körola! yerin dibine bat da bir daha çıkma! gel ey aydınlık, gel!
Aziz Nesin (Azizname (Taşlamalar))
İnstagram Takipçi Satın Al Hilesi Hesabıma Zarar Verir Mi? Sosyal medya hesaplarındaki takipçi sayısı statü açısından büyük önem taşımaktadır. Yine yapılan araştırmalar hesabı ziyaret eden kişilerin takipçi sayısına bakarak o hesabı takip edip etmeme kararı verdiklerini ortaya koymaktadır. Yani yüksek takipçi sayısı olan hesaplar ziyaretçiler tarafından güvenilir kabul edilmekte ya da popüler olduğu izlenimi ile genelde yaygın davranış ile takip altına alınmaktadır. Yani sosyal medyada takipçi sayısı büyük önem taşımaktadır. Bu sayıyı kısa sürede yükseltmek için kullanılabilecek en güvenilir yöntem hiç kuşkusuz ki İnstagram takipçi satın al hizmetidir. Bu hizmet sayesinde kişi istediği İnstagram hesabındaki takipçi sayısını yine istediği miktarda arttırma fırsatı elde etmektedir. Sunulan algoritmalar sayesinde sadece Türk, sadece yabancı, sadece kadın, sadece erkek ya da sadece belirli bir yaş aralığı takipçi elde edilmesi de mümkündür. Bu noktada dikkat edilmesi gereken tek husus bu işi profesyonelce sunan firmaların tercih edilmesi ve güvenlik açısından sadece bu kurumsal markalarla çalışılmasıdır. Takipçi sayısını arttırmanın yanı sıra sunulan İnstagram beğeni satın al hizmeti sayesinde paylaşımların etkileşim miktarı da arttırılabilmektedir. Arttırılan beğeni ve takipçi sayısı ile İnstagram algoritmaları hesabınızı popüler kategorisine yerleştirecek, sık sık keşfet bölümüne çıkmasını sağlayacak, hesabınızı ziyaret eden kişiler profilinize güven duyarak sizi ziyaretleri sonrasında takibe alacaktır. Bu nedenle hem takipçi hem de beğeni rakamları çok önemlidir.
Alihan Kabalak
Marcel ise şöyle öldü: Bir gün bütün berduşların Paris'in kent manzarasından silinmelerine karar verilmişti. Sosyal yardım örgütü, aynı zamanda kentin doğru dürüst bir görünümde olmasıyla da ilgilenen ve düşünülebilecek en resmi nitelikteki sosyal yardım örgütünün ilgilileri, polisle birlikte Rue Monge'a geldiler, tek istedikleri, yaşlı adamları yaşama geri döndürmek, dolayısıyla da yaşama hazır olsunlar diye önce yıkayıp paklamaktı. Marcel yerinden kalkıp onlarla birlikte gitti, çok sakin bir adamdı, birkaç kadeh şarap sonra bile hâlâ bilge ve uysal kalabilen bir insandı. Gelmelerini o gün büyük bir olasılıkla hiç umursamamıştı, belki de caddedeki iyi yerine, metronun sıcak havasının mazgallardan dışarı çıktığı yere geri dönebileceğini düşünüyordu. Ama kamunun esenliği için yapılmış olan, içinde çok sayıda duşun bulunduğu yıkanma salonunda sıra Marcel'e de geldi, onu duşun altına soktular ve duş hiç kuşkusuz ne fazla sıcak, ne de fazla soğuktu, ama Marcel yıllardan beri ilk kez çıplaktı ve ilk kez suyun altına girmişti. Daha kimse durumu kavrayıp yardımına koşamadan düştü ve hemen oracıkta öldü. Ne demek istediğimi anlıyor musun! Malina, biraz ne yapacağını şaşırmış gibi bakıyor, oysa ne yapacağını asla şaşırmaz. Bu öyküyü anlatmayabilirdim. Ama duşu bir defa daha hissediyorum, Marcel'in üstündeki neleri yıkamaya hakları yoktu, bunu biliyorum. Eğer bir insan kendi mutluluğun buharları arasında yaşıyorsa, eğer bir insanın "Allah sizden razı olsun"un dışında söyleyecek pek sözü yoksa, o zaman o insanı yıkamaya kalkışmamalı, o insan için iyi olanı o insanın üstünden yıkayıp akıtmamalı, birini olmayan bir yaşam için arındırmaya kalkışmamalı...
Ingeborg Bachmann (Malina)
Doğduğumuz ev kaderimizdir.” “Her birimiz kendi yaşam biçimimizin sorumlusu ve yaratıcısı olmak zorundayız.” “Bir gün ölüp gideceğini ve her şeyin geçici olduğunu bilerek yaşayan ve hayatında sürekli bir anlam arayan biz insanlar bu anlamı, anlamlı şeyler yaparak bulabiliriz.” “Şu kadınlar ne garip mahluklar. Duygusal durumları ne kadar çabuk değişebiliyor. Küçücük şeylerden nasıl da hemen etkileniveriyorlar. Bir anda dünyanın en mutsuz, en kederli, en suçlu insanı iken, nasıl da kolayca gökyüzünün en üst katına çıkabiliyorlar. Sevgileri, tutkuları uğruna neleri göze alabiliyorlar. Onlar için yaşamın temel şartı Sevilmek, Aşkla, tutkuyla sonsuza kadar sevilmek ve asla vazgeçilmemek. Her şeyi affedebilir ama sevilmemeyi asla. Sevgisiz bir dünyada kadınlara yer yok. Kadınlar var olmaya devam ettikçe, dünyamızda sevgi hiç eksik olmayacak.” “Depremden Irak savaşına, nükleer savaş riskinden İkiz Kulelerin bombalanmasına, içinde yaşadığımız ekonomik krize kadar bütün dünyada yaşanan vahşet ve yıkım, insanların güven duygusunu yaraladı. Doğaya hakim olma çabasında ki insanlar, bütün bunlar karşısında biyolojik olarak tam bir çaresizlik, sosyal anlamda ise ağır bir yalnızlık hissettiler.” “Panik atak genellikle aklı başında, güçlü, cesur, becerikli, sosyal okumuş yazmış insanlarda daha çok görülür. Bütün araştırmalar uygar, gelişmiş ülkelerde bu hastalığa daha sık rastlandığını göstermiştir. Kırsal kesimin insanları sınırları belli, rolü belli, içinde iyi ya da kötü, acı ya da tatlı sürprizleri pek az barındıran düz ve sade bir hayat yaşıyorlar. En yoksulunun bile bugünü de belli, yarını da. İnsanlar tevekkül içinde kaderlerine teslim olur, yaşayıp giderler. Bütün taşlar yerli yerindedir. Başı sonu belli, dümdüz bir yaşam. İnsana düşen sorumluluk çok az, işte böyle olunca da stres çok azalır.” “Saygı ve hürmet gören insan kendini saymayı, kendine önem vermeyi öğrenir.” “Korkacak bir şey yok, Hesap tamam, Sıram geldi artık, Biliyorum… Kendimi hazırladım, Ağlamıyorum, Hatta gülüyorum…” “Tanrıyı göklerde aramak neden? Tanrı her insanın yüreğinde zaten.” “Sınırlarını tanımlayamadığımız bu koskoca evrende var olan bunca güzellikler ve mucizeleri görebilen, merak eden, fark eden ve anlayan tek canlı insandır. İnsan olmasaydı her şey ne kadar anlamsız olurdu. İnsan olarak dünyaya gelmenin ve yaşamanın değerini fark edemeyenlere şaşarım.
Gülseren Budayıcıoğlu (Madalyonun İçi - Bir Psikiyatristin Not Defterinden)
[Orduya yolculuk:] -Bu dünyada zaten suçtan geçilmiyor... Saymakla bitmeyeceğini herkes anladı... Sorun devirdiğimiz çamlarda... Ve sanırım ben de onlardan bir tanesini devirdim... Hem de telafisi olmaz bir biçimde... -Konserve çalarak mı? -Evet, bunun zekice olacağını sanmıştım, anlayın işte! Savaştırılmaktan kurtulmak için, bu şekilde, ayıp da olsa, yine de hala hayatta kalıp, uzun bir dalıştan sonra su üstüne çıkarken olduğu gibi, nefes nefese, barışa geri durabilmeyi amaçlıyordum... Neredeyse de başarıyordum... Ama savaş da bir türlü bitmek bilmedi ki... Savaş uzadıkça da, Vatan'ın midesini bulandıracak kadar mide bulandırıcı bir kimse olamayacağını düşünmeye başladılar... Vatan, her türlü fedakarlığı kabul etmeye başladı, çuvallar nereden gelirse gelsin... Şehirlerinin seçiminde sonsuz derecede hoşgörülü olmaya başladı Vatan! Artık silah altına alınmayı hak etmeyecek kadar şerefsiz olduğu düşünülen asker kalmadı, özellikle de silah altında silah zoruyla ölmek söz konusu olduğunda... Sonunda beni bile kahraman yapmaya karar verdiler, olacak iş mi!...Katletme çılgınlığı dayanılmaz bir hale gelmiş olsa gerek, öyle ya, bir konserve kutusunun çalınması bile affedilebiliyorsa artık! Affetmek ne kelime? Basbayağı unutulabiliyor! Gerçi, bolluk içinde yüzmelerini bizimle birlikte tüm dünyanın kutsadığı koskoca haydutları her Allahın günü hayranlıkla izlemeyi alışkanlık haline getirdik, kaldı ki, biraz yakından incelendiğinde onların varlıklarının kanıtı her gün yinelenen upuzun bir cürüm dizisi olarak ortaya çıkmaktadır, buna karşın bu zatlar her türlü şerefe, şana, güce layık görülüyor, işledikleri suçlar yasalar tarafından da taçlandırılıyor, oysa, tarihte ne kadar gerilere gidilirse gidilsin her şey bize şunu gösteriyor ki, basit bir hırsızlık yapılmışsa, hele sıradan gıda maddeleri, bir dilim ekmek, jambon ya da peynir çalınmışsa, o suçu işleyen kişi toplumun gözünde mutlak biçimde yüzkarası olarak damgalanıyor, kesinlikle kınanıyor, en ağır cezaları hak ediyor, kendiliğinden onurunu yitiriyor ve alnındaki kara leke ömrü billah silinemiyor, bunun da iki nedeni var, öncelikle bu tür cürümleri işleyen kişi genellikle yoksuldur ve bu zaten başlı başına vahim bir utanç vesikasıdır, sonra da, yapmış olduğu eylem topluma karşı üstü kapalı bir suçlama da içermektedir. Fukaranın hırsızlığı haince bir ihkakı hak'ka dönüşüyor, anlıyor musunuz... Öyle de olursa bu işin sonu nereye varır? Dolayısıyla dikkatinizi çekerim, ufak tefek aşırmaların cezalandırılması dünyanın her yerinde en katı biçimde uygulanır, yalnızca bir sosyal savunma yöntemi olarak değil, ama aynı zamanda, özellikle de tüm zavallılara yönelik ciddi bir gözdağı olarak, otursunlar oturdukları yerde, kendi sınıflarında, keyiflerine baksınlar, yüzyıllar boyunca ve sonsuza dek açlıktan ve sefaletten gebermeye güler yüzle razı olsunlar... Ancak şimdiye kadar küçük hırsızların Cumhuriyetimizde sahip oldukları bir ayrıcalık vardı, o da vatansever silahları kuşanmak onurundan mahrum bırakılmak. Oysa yarından itibaren bu durum değişecek, yarından itibaren, bir hırsız olan ben, ordudaki yerime geri döneceğim...
Louis-Ferdinand Céline
Herhangi bir çağda bir insanın gösterebileceği en olağanüstü başarıları kendinde toplamış olan bu kadının Adı Hypatia’ydı. 370 yılında İskenderiye’de doğmuştu. Kadınların elinde çok az olanakların bulunduğu ve onlara eşya gözüyle bakıldığı bir dönemde, Hypatia serbestçe ve geleneksel kurallara aldırış etmeden erkek çevrelerinde dolaşırdı. Her bakımdan güzel bir kadınmış. Peşinden koşan epey erkek olmasına karşın, evlenme önerilerini reddettiği biliniyor. Hypatia döneminin İskenderiye’si artık epeydir Romalıların egemenliği altında kalmış bir kentti ve gerginlik içindeydi. Kölelik klasik uygarlığın canlılığını çürütmüştü. Hıristiyan Kilisesi yeni doğmuştu; gücünü kökleştirerek putperestliğin etkisini ve kültürünü silmeye çaba harcıyordu. Hypatia bu köklü sosyal güçlerin patlama noktası üzerindeki detanatör rolündeydi. İskenderiye Başpiskoposu Cyril, Hypatia’nın Romalı valiyle olan yakın dostluğu, öğrenimin ve bilimin simgesi olması, bunun da kilise tarafından putperestlikle eş görülmesi nedeniyle ondan nefret ediyordu. Ama Hypatia hayatının tehlikede olduğunu bile bile öğretime ve öğretilerini yayınlamaya devam etti. 415 yılında bir gün işe giderken Başpiskopos Cyril’in müritleri tarafından yolda kıstırıldı. Atlı arabadan indirildi, elbiseleri yırtıldı ve katiller ellerindeki deniz kabuklarıyla Hypatia’nın etlerini kemiklerinden kazıdılar. Kalıntısı yakıldı, eserleri yok edildi ve adı unutuldu. Cyril’e ise azizlik payesi verildi. ----- Öyle garip kavramlarla yetiştirilmişiz ki, bizden birazcık değişik bir kişi ya da toplumla karşılaşınca, onların bize yabancılığı nedeniyle güvensizlik duyuyoruz ya da nefret ediyoruz. Oysa her bir uygarlığın anıtları ve kültürü, insan olmanın değişik biçimde anlatımından başka bir şey değildir. Yer küredışı bir ziyaretçi çeşitli insanlar ve toplumları arasındaki farklara göz attığında, aramızdaki benzerlikleri farklardan daha çok bulacaktır. Kozmosu akıllı yaratıklar dolduruyor olabilir. Fakat Darwin’in öğretisi açıktır: Başka bir yerde insana rastlayamazsınız. Yalnızca gezegenimizde vardır insan. Bu küçücük gezegenimizde. Nadir fakat tehlikeli bir türüz. Kozmik perspektifte, her birimiz çok değerliyiz. Eğer bir insanın sizinle aynı fikri paylaşmadığını fark ederseniz, aldırmayın, bırakınız bu gezegende yaşamaya devam etsin. Unutmayın, yüz milyar galakside bir insan daha bulamazsınız. İnsanlık tarihine, giderek daha genişleyen bir ailenin bireyleri olduğumuz inancının yavaştan içimizde uyanış süreci gözüyle bakabiliriz. İlk zamanlar yalnızca kendimize ve çok yakın akrabalardan oluşan yakınlarımızaydı sadakatimiz. Sonradan göçebe avcı gruplarına, ardından kabilelere, küçük yerleşim örgütlerine derken devlet kentlere ve devletlere sadakat gösterdik. Sevdiklerimizin çemberleri genişledi. Şimdi süper devletler dediğiniz, değişik etnik gruplar ve kültür ortamlarından gelme devletlerin bir bakıma birlikte çalıştıklarını görüyoruz. Bu, hiç kuşkusuz insancıllaşma ve insanda yeni bir kişilik geliştirme deneyi midir. Eğer hayatta kalmak istiyorsak, sadakat çemberimiz daha da genişlemeli, tüm insanlığı içine alacak, yerküre gezegenini kapsayacak biçimde olmalı. Devletleri yönetenlerin çoğu bu düşünceden hoşlanmayacaklardır. İktidar kaybına uğramaktan korkacaklardır. İhanet ve sadakatsizlik sözcüklerini bir hayli işiteceğiz demektir.
Carl Sagan (Cosmos)
Aklıma çok daha önce gelmesi gereken bir fikir geldi. Sosyal medyayı kullanacaktık. Aklımıza çok daha önce gelmesi gereken bir fikir yeni geldiğinde, kendimizi salak gibi hissetmemiz gerekirken dahi gibi hissederiz.
Emrah Serbes (Deliduman)
En nihayetinde dostlarımızı söylediklerimize hak verenlerden seçeriz. Seni sevebilecekleri seçip seni sevebileceklerin en onay vereceği şeyleri anlat, sonra da kendini kahraman san. Tüm sosyal ağların içinde olan ya da ardında yatan... Bir nevi kendi cemaatimizi oluşturma peşinde değil miyiz hepimiz? İçinde de kendi seçtiklerimiz.
Barış İnce (Çelişki)
Küçük bir azınlığı bir yana bırakırsak, ister fen ister insani ve sosyal bilim alanlarında olsun, önüne gelen bir sorunu temel bilimsel ilkelerden hareketle çözümleyip vardığı sonuçları anlaşılır bir dille yazılı veya sözlü olarak ifade etmekte zorlanan nesiller yetiştiriyoruz yıllardır. Her düzeydeki çoktan seçmeli test usulü sınavlar, özellikle üniversiteye girişteki ikinci basamak sınavı, yıllardır gençlerimizin zihnini köreltmektedir. Bir sorunla karşılaşan gençlerimiz, önlerinde beş seçenek göremediklerinde acz içinde şaşırıp kalmaktadır. Bu tür sınavların yarattığı, literatürde "yanal tahribat" denen olgu, doksanlı yılların sonundaki kısa bir dönem hariç, hiçbir zaman bilimsel yaklaşımla ele alınmamış, soruna çözüm üretilmemiştir. Celal'in vermek istediği mesajı, ilk ve ortaöğretim sistemimizden diğer bir örnekle somutlaştırmak istiyorum. Eskinin, genel kültür düzeyi yüksek, hem öğrettiği konuyu hem de o konunu nasıl öğretileceğini bilen öğretmenlerimiz artık yok. Onların yerini, kısa süreli ve ücretli, uyduruk "pedagojik formasyon sertifikası" programlarında çıkanlar aldı. Tüm ileri ülkeler her düzeydeki öğretmenlerini artık lisans sonrası programlarda yetiştirirken, biz hala uyduruk sertiflka programlarında ısrar ediyoruz. Niye? Çünkü, alan memnun satan memnun. Ülkenin ve Türk Milleti'nin geleceğini düşünen yok denecek kadar az. Konunun bir boyutu daha var. Ortaöğretimden yükseköğretime geçiş, milli eğitim sistemlerinin en önemli unsurlarından biri. Öğretmenierin verdiği notların yükseköğretime girişteki etkisi ileri ülkelerde en yüzde altmış, birçok Kıta Avrupası ülkesinde ise yüzde yüz. Bizde ise yüzde on civarında. Görüyor musunuz, milli eğitim sistemi ne kadar karmaşık bir olgu. Sistem bir bütün olarak ele alınıp, bilimsel yaklaşımla irdelenmediği takdirde, çözüm diye takdim edilenler lafazanlıktan öteye geçmiyor. Gelelim yükseköğretim kademesine. Küresel bilgi ekonomisi denen fevkalade karmaşık olgunun birçok boyutu var. Bunların en önemlisi, hiç kuşkusuz, bilimsel yöntemlerle üretilen bilgilerin artık en önemli üretim faktörü olması. Üniversitelerdeki araştırma ve eğitim faaliyetleri tüm ülkelerde buna göre sürekli olarak gözden geçirilip değiştiriliyor. Araştırmalar özel sektörün Ar-Ge faaliyetleri ile bütünleşik bir biçimde ve fakat temel bilimsel araştırma tabanı üzerinde yürülüyor. Yeni bilimsel alanlar açılıyor, bunlar yeni teknolojileri doğuruyor, bunlar da başka yeni bilim alanlarını açıyor; bilim ve teknoloji, temel bilimsel araştırınayla kar amaçlı Ar-Ge faaliyetleri arasındaki ilişki artık eskiden olduğu gibi zincirleme değil, karmaşık biçimde iç içe geçmiş durumda. Eskiden varolan birçok meslek kayboluyor, yepyeni meslek alanları açılıyor. Uzmaniaşma giderek eğitimin daha üst kademelerine ötelendikçe, egıtım programları çok daha bir temel bilimsel tabana oturuyor. Toplumsal duyarlılıklar öne çıktıkça, işgücünün uluslararası harekediliği arttıkça, genel kültür tabanı, muhakeme yeteneklerinin geliştirilmesi üniversite müfredadarının temelini oluşturuyor. Dünyanın önde gelen üniversitelerinde lisans programları bu gelişmelere uygun "çekirdek program" temeli üzerinde düzenleniyor. "Küresel Dünyayı Anlamak," "Fiziksel Dünyayı Anlamak," "Biyolojik Dünyayı Anlamak," "Bilişim," "Muhakeme Yürütmenin Ahlaki ve Sayısal Temelleri," "Kendi Dilinde. ve Yabancı Dillerde Yazılı ve Sözlü İletişim" ve bunlara benzer başlıklı dersler, mühendislikten sosyal ve insani bilim alanlarına, tüm eğitim programlarının çekirdeğini oluşturuyor. Birkaç istisna dışında, bu tür konular üniversitelerimizin gündeminde ön sıralarda değil. Müfredadar ve fakülte bölüm yapıları otuz beş senedir esasen hiç değişmedi. Devlet üniversitelerimizdeki rektör seçim kampanyaları panayıra dönmüş durumda, birçok vakıf üniversitesinde kararlar mütevelli heyet başkanı/üniversitenin sahibinin iki dudağı arasında.
Kemal Gürüz
...vücutlar sosyal sınıfın görünür simgeleridir.
John Taylor Gatto (Weapons of Mass Instruction: A Schoolteacher's Journey Through The Dark World of Compulsory Schooling)
Zamanın hâkim sosyal fikri (din) olduğu, herkes servetini, canını, şerefini ona bağladığı halde, onu kurtarıp yaşatalım derken nasıl da kolayca berbat etmişlerdi. İşte, her vesika, her ferman, her kadı mahkemesi hükmü, dini, başka başka kazançlara alet edebilmek için, akıl almaz şeriat hileleriyle dolu.
Kemal Tahir (Esir Şehrin İnsanları (Esir Şehir Üçlemesi, #1))
Korku, günümüzde, bireylerin ve toplumların davranışlarını biçimlendiren, hatta bazen belirleyen temel etmenlerden başlıcası olarak ortaya çıkmaktadır. Çağımız, insanoğlu üzerindeki üstünlüğü sadece geçici olarak şiddet yoluyla yaratılan korkunun değil, daha önemlisi, insanın ruhuna işlenmiş, düşüncelerde, beyinlerde ve yüreklerde egemenlik kuran korku duygusunun yaygın olduğu bir tarihsel dönemdir. Korkuyu başat yapan, yerine göre, şiddet olabilmekte, ama açlık, işsizlik, haksızlık, sömürü gibi sistemsel gerçekler korku tacirlerine daha da geniş olanaklar verebilmektedir. Korku'nun yarattığı ve geliştirdiği toplumsal örgü ise, direnenlere karşı tüm ideolojik araçlarını harekete geçirmekte, birey üzerindeki dışlanma, horlanma, yalnızlık mengeneleri sıkılmaktadır. Çok geniş bir hareket alanı içinde, acımasız terör uygulamasından, meslekte yükseltmemek gibi banal yaptırımlara kadar uzanabilen, egemenlerce, insanına göre korku yaratma yöntemleri kullanılabilmektedir. Ta ki, "gölgesinden korkan'ların dünyası, "korkunun dağları beklediği" ortam, "korkulu rüya görmektense uyanık durma"yı yeğleyenler yaratılabilsin. Unutmamak gerekir ki, haksızlık, adaletsizlik, sömürü ve baskı ancak korku üzerine inşa edilebilmekte, eşitsizlik ancak korkuya dayanarak egemenliğini sürdürebilmektedir. Dünyanın birçok yerinde egemenlerin en büyük güvencesi, eşitsiz toplumsal yapıların belki de tek harcı korku olmaktadır. Bilinçli olarak yaratılan ürküntü, yılgınlık, dehşet ve panik duyguları, yani korkunun çeşitli biçimleri, çağımız insanını tutsak almakta, duygular körleştikçe "yüreksizlik" tek boyutlu insanın ana niteliğine dönüştürülmektedir. Sistemden, sistemin değerler bütününden kaynaklandığı için de korku, aynı zamanda en fazla meşruluk kazanmış, en çok hoşgörüyle karşılanan bir duygu haline getirilmiştir. Tüm insani duygular içinde en tehlikelisi olmasına karşın, en fazla "yüreklendirilen" yüreksizlik olmaktadır.
Aziz Nesin
İlkel bir eğitim yalnızca ilkel kuşaklar yaratabilir! Çağdışı bir zihniyet sadece çağdışı zihinler üretecektir! Geleceğin kapısı, sosyal evrimin modernlik öncesi zamanından kalma böyle arkaik kalıntılara kapalıdır!
Mehmet Murat ildan
Sohbet Chat Sohbet Odaları Kullanıcıların sohbet ve chat yapmak için internet üzerinde arama motorları aracılığı ile çeşitli kelimeleri taratarak, buldukları sonuçlara göre seçim yaparak, sitede bulunan yazılımları kullandıkları araçlara göre seçerek, sohbet edilebilen kullanıcıların bulunduğu farklı odalardan oluşan sohbet odaları ağına erişim sağlamak suretiyle yada arkadaş tavsiyeleri, internet reklamları sosyal medya gibi siteler üzerinden tanıtımı yapılan sitelere erişim sağlayarak sohbet etmeleri. Sohbet Odalarının değişik oluşma seçenekleri bulunmaktadır: Farklı Siteler birleşerek giriş kısımlarını ortak siteye yönledirmesi yada birden fazla siteye sahip olan kişilerin bu site adlarına ayrı odalar oluşturarak irc network ağı üzerinde kurdukları irc'nin odalarına site isimlerini vererek yada kendisine katılan sitelerin adlarına sohbet odaları oluşturarak sohbet etme seçeneklerini çoğaltması, zenginleştirmesi hızlı erişim seçenekleri ve farklı cihazlardan giriş ve erişim yazılımları sunulması sohbet odaları oluşumunu başlatmıştır. Sohbet Odaları kullanıcıların site üzerindeki web girişi, mobil erişim seçenekleri, ve mirc sohbet programı gibi farklı chat yazılımlarını kullanarak site üzerindeki çevrim içi kullanıcılarla hızlı ve güvenli sohbet etmesini, yeni insanlarla tanışmanısı, farklı kültürlerle kaynaşmasını, sohbet ve chat yaparken eğlenceli ve hoş vakit geçirmesini sağlamaktadır. Seviyeli güvenli ve hızlı sonuç alabilecekleri siteleri tercih eden kullanıcılar, ekstra programa gerek duymadan, üye işlemleri ile uğraşmadan, canlı ve gerçek kullanıcılar ile tanışmak, sohbet etmek, eğlenceli, hoş vakit geçirmek, oyun oynamak ve internet radyosu dinlemek seçeneklerinide sunan sohbet odaları üzerinde farklı kullanıcı deneyimleri kazanarak sohbet etme, yeni arkadaşlar edinme, farklı kişilerle tanışma ve sosyal çevrelerini genişletme gibi ihtiyaçlarını karşılamaktadır.
sohbet
Var olan düzeni kabullenip, onunla mutlu yaşayan herkes, birer sosyal böcektir.
Albert Caraco (Breviario del caos)
Toplumunuzun sizi hissetmeye programladığı gibi hissediyordunuz. Toplumunuzun sizi düşünmeye programladığı şekilde düşünüyordunuz. Toplumunuzun sizi nasıl programladığı gibi davranıyorsunuz. İstekleriniz bile kendi, orijinal arzularınız değildir. Bunların hepsi senin içinde toplum tarafından programlandı.
Abhijit Naskar
İslama girinceye dek kadını özgür ve eşit haklara sahip bir varlık bilen ve devlet başkanı ya da yöneticisi kılacak kadar yücelten Türk, şeriat bataklığına saplandıktan sonra onu giderek küçük görmeyi, erkeğin hizmetine terk etmeyi ve şehvet aracı haline getirmeyi gelenek edinmiştir. Orhun Kitabeleri'nin kanıtladığı uygarlığın yaratıcısı bir millet iken, şeriata kandıkça ve Muhammed örneğine sarıldıkça, bir yandan "akılcılığını” ve diğer yandan da kadını "değer" bilme meziyetlerini terk etmiş ve ilkelleşmiştir. Hiç kuşku edilemez ki bu sonuç, sosyal kanunların ortaya koyduğu doğal bir olaydır. Çünkü tarih şunu kanıtlamaktadır ki her toplum, kadına verdiği değere oranla gelişir ya da ilkelleşir. Eski Yunan'dan ve Roma'dan bu yana durum hep bunun böyle olduğunu ortaya koymuştur. Tarihçiler, Roma uygarlığının, belli bir açıdan Yunan uygarlığına üstünlüğünü, Romalı kadının toplumda işgal ettiği üstünlüğe hamlederler.
İlhan Arsel (Şeriat ve Kadın)
2002 yılı civarında doğanlar AKP Hükümetinin gölgesinde büyüdüler, oy kullanma yaşına girenlerin hafızasında da kıyaslama yapabilecekleri başka bir siyasi iktidar yok. İlk gençlik dönemine adım atmış bir kuşağın duygularından davranışlarına, beğenilerinden zevklerine kadar her şey, ekseninde AKP’nin olduğu bir kültür dünyasında şekillenmiş sayılır. Çizgileri şimdi bir hayli netleşmiş kültür dünyasının geçmişteki ipuçlarını ve eğer herhangi bir kırılma yaşanmazsa yakın gelecekteki muhtemel evrimini içeren bir tablo çizmek için yeterince uzun bir süre bu. Toplumsal bir dönüşüm yaratmak iddiasıyla iktidara gelen AKP açısından kültür bir derlenip toparlanma, saflaşma aracı olduğu kadar kendisini geçmişe ve muhaliflerine karşı korunaklı kılan, muhalifleri ile yandaşları arasında sınır çizen bir kimlik vurgusuydu. Bu yüzden etrafında saflaştırdığı kesimlerin canını acıtacak iktisadi düzenlemeleri yaparken de, politik kararları alırken de dikkati hep partinin kültürel iddialarında toplamaya çalıştı. Bunda da bir hayli başarılı olduğu söylenebilir. Elinizdeki kitap AKP’nin kurduğu kültür dünyasının artık tamamlanmış resmindeki öğeleri, bunların arasındaki bağıntıları irdelemeye ve denk düştükleri iktisadi ve sosyal ilişkileri tartışmaya çalışıyor. Dizginsiz bir piyasaya Neo-Osmanlıcı ütopyanın tuğrasının basıldığı böyle bir dönemde yoksulun takvasının İslami burjuvazinin marka hırsıyla imtihanından çıkan sonuç AKP döneminin de temel çelişkisi olarak beliriyor. Yeni Türkiye bu ikisi arasındaki kurgulanmış uyumdan değil gizlenemeyen derin çelişkiden doğacak gibi görünüyor.
Ulaş Başar Gezgin (Marka, Takva, Tuğra: AKP Döneminde Kültür ve Politika)
Marksist psikolojinin temel izlekleri, yabancılaşma, ideoloji, yanlış bilinç ve yöntembilim tartışmaları olacaktır. Özellikle sosyal ve politik psikoloji alanlarında, son yıllarda, ideoloji ve yanlış bilinç kavramsallaştırmalarından esinlenilerek sistemi meşrulaştırma kuramı adında bir kuram geliştirilmiş ve bu kuramdan hareketle birçok bulguya ulaşılmıştır. Kuram, özetin özeti olarak ifade edeceksek, bu kadar adaletsizliğe karşın neden insanların isyan etmediğini ezilenlerin iç dünyalarına atıfla açıklamakta bir hayli başarılı olmuştur. Kurama göre, ezilenlerin ezici bir çoğunluğu adaletsizliği kabullenmişlerdir. Zenginler gibi yaşamak istemektedirler. Kendilerini küçük görürler. Zenginlerin güzel bir yaşamı hak ettiklerine inanırlar. Medya ve eğitim sistemi başta olmak üzere çeşitli toplumsal kurumlar ezilen çoğunluğa bu yanlış bilinç öğelerini sürekli olarak pompalarlar. Böylece, “böyle gelir böyle gider”. Toplumsal kurumlar, ezilen çoğunluğun adaletsizlikleri içselleştirmesini, onların kaderci olmalarını sağlar. Kuram, bu tür düşüncelere Marksist anlamda ‘yanlış bilinç’ der, çünkü bunlar, açıkça, ezilen çoğunluğun zararınadır ve onların ezilmeye devam etmelerini sağlamaktadır.
Ulaş Başar Gezgin (Marksist Psikolojiden Politik Psikolojiye ve Ötesine: Eleştirel Psikolojide Bir Yolculuk)
Eğitimli gençlik dünyanın sorunlarına ilgisiz kalırsa, bütün bir insan uygarlığı sönüp gider.
Abhijit Naskar
Bana her ulustan on vicdanlı çalışkan genç verin, insanlığın gelişim seyrini değiştireyim.
Abhijit Naskar
Dedim ki, ben her zaman söylerim, burada da bu vesileyle arz edeyim, benim elime büyük bir yetki ve kudret geçerse, ben sosyal hayatımızda arzu edilen inkilabı bir anda bir "Coup"(darbe) ile tatbik edebileceğimi zannederim. Zira, ben, bazıları gibi halkın anlayışını, önde gelenlerin anlayışlarını yavaş yavaş benim anlayışım ölçüsünde düşünme ve tasarlamaya alıştırmak suretiyle bu işin yapılabileceğini kabul etmiyor ve böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor. Neden ben bu kadar yıllık yüksek öğrenim gördükten sonra, medeni ve sosyal hayatı inceledikten ve hürriyeti elde etmek için hayati ve yılları harcadıktan sonra neden sıradanların seviyesine ineyim? Onları kendi seviyeme çıkarayım; ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar.
Mustafa Kemal Atatürk (Atatürk'ün Bütün Eserleri 2. Cilt (1915 - 1919))
Birdenbire çok kaliteli bir grup işsiz kalıyor Almanya'da. Bunun için Philip Schwartz önderliğinde İsviçre'de bir teşkilat kuruluyor ve işsiz kalan bu hocalar için dünyanın çeşitli yerlerinde iş aramaya başlanıyor. Ardından Türkiye'nin böyle bir arayışta olduğu öğreniliyor ve Atatürk'e müracaat ediyorlar. Atatürk, "Alanında en iyi olanları istiyorum," diyor ve Prof. Schwartz bir süre sonra bir liste ile Mustafa Kemal'in yanına geliyor. Bu arada diş hekimliği ile ilgili enterasan bir olay yaşanır. Atatürk'e takdim edilen listede büyük diş hekimi Alfred Kantorowicz'in üstü çizilmiş. Atatürk sebebini soruyor. Schwartz, "Efendim, bu arkadaşımız diş hekimliği alanının en iyisidir, fakat ne yazık ki kendisi bir sosyal demokrattır. Şu anda da Lichtenburg Konsantrasyon Kampı'ndadır, bunu getirtemeyiz. Reich Hükümeti bu arkadaşı bize teslim etmez. Bu sebeple listenin ikinci sırasında olan arkadaşı size öneriyorum," diyor. Bunun üzerine Atatürk, "Sen onu bana bırak,"anlamında bir şey söylüyor ve hemen Almaya'ya bir mektup yazılıyor. Profesör Kantorowicz isteniyor. Bu mektuba iki ay cevap gelmiyor. Schwartz zavallı, elindeki listeyle tekrar geliyor. "Ekselans," diyor, "zatıâlinize arz ettim, vermezler bu adamı. Arzu ederseniz listenin ikinci sırasındaki arkadaşla irtibata geçelim." "Hayır," diyor Atatürk, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ı çağırıyor. "Hemen Reich Hükümetine bir nota çek," diyor. "İki ay mektubumuza cevap verilmemesi Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne kasıtlı bir hakaret midir?" 48 saat sonra Prefesör Kantorowicz serbest bırakılıyor ve İstanbul'a geliyor.
A.M. Celâl Şengör (Dahi Diktatör)
Bu noktada, kazanmanın doğal yasalarını arayacak olursak, yalnız bir tek temel görülür: Çalışmak... Bundan başka çözüm yoktur. İnsan doğal olarak, kendine sahiptir; bu özellik, insanı, bütün dünyaya sahip kılabilir. Yani, insan zekâsı, sanatı, iradesiyle bütün ögeleri kendisine bağlayıp yetkisi altına alabilir. Bu, bize çalışmanın yüksek değerini, ahlâksal niteliğini ve her şeyden kutsal olan bir hakkı, çalışma hakkını gösterir. Çalışma insanların bedensel güçlerini geliştirir ve sosyal yaşam için gerekli olan şeyleri sağlar. Çalışmaksızın, düşünsel gelişme ve ahlâksal olgunluk da mümkün değildir. "Tembellik bütün kötülüklerin anasıdır.
Mustafa Kemal Atatürk (Medeni Bilgiler (Uygarlık Bilgileri))
Özgürlük kalbimize kazınmalı, harfi harfine ve ruhuna göre her dakika uygulanmalıdır.
Abhijit Naskar
Yeni Peygamber (Sorumluluk Şiiri) Her yerde hayvan! Her yerde kıyamet! Yeter ceset gibi uyumak! İnsan insan olmalı, zaman geldi! Yine de eğer sen bana sorarsan, Tek başına ne yapabilirsin! Gerçekten istiyorsan, tek başına, Dünyaya insanlığı öğretebilirsin. Eğer istersen, tek başına, insanların, Ağlamayı gülümsemeye dönüştürebilirsin. Asıl soru, sen sorumlu bir insan mısın, Yoksa insan görünümlü bir hayvan mısın? Uyan kardeşim, her hayvanlığa cevap sensin. Bu zor zamanda dünyanın yeni peygamber sensin.
Abhijit Naskar (Find A Cause Outside Yourself: Sermon of Sustainability)
Uyan kardeşim, her hayvanlığa cevap sensin. Bu zor zamanda dünyanın yeni peygamber sensin.
Abhijit Naskar (Find A Cause Outside Yourself: Sermon of Sustainability)
Çoğu insan için aile dünyadır, ama benim için dünya ailedir.
Abhijit Naskar (Dervish Advaitam: Gospel of Sacred Feminines and Holy Fathers)
Dünya benim, sorumluluk benim.
Abhijit Naskar
Uyan, kalk, dünyayı sırtına al!
Abhijit Naskar (Amantes Assemble: 100 Sonnets of Servant Sultans)
Kapitalizmi eleştiren ancak bununla birlikte kapitalizmin menzilinin dışında ‘bir yerlerde’ yer alan 19. yüzyıl aydınının aksine, kapitalist kurumların ve organizasyonların kuşatmasının dışında çok az sayıda çağdaş eleştirmen bulunabilir. Bu, kapitalizmin tüm sosyal alanlar üzerindeki egemenliğini kabul etmeye boyun eğmemiz gerektiği anlamına gelmez. Ancak karşı durmak istediğimiz piyasa güçleri kadar marifetli yorumlama ve açıklama stratejileri geliştirmemiz gerektiğini gösterir. Güçlü eleştiri, nesnesi hakkında ayrıntılı bir anlayış sahibi olandır.’’ (s.137)
Eva Illouz (Cold Intimacies: The Making of Emotional Capitalism)
İnsanların her türlü özgürlüğü PKK tarafından vesayet altına alınmıştır. PKK, insanların mülkiyet hakkına tecavüz etmekte, köyleri yakmakta, hayvanları boğazlamaktadır. O halde gerçekten insan hakları ihlali vardır. Bu insan haklarına, PKK yatakçıları ve işbirlikçileri gözaltına alındığında bir takım kişiler sahip çıkmakta; PKK denilen melanet örgütü, arkadaşları ile ava giden polis memurunu yakalayıp sorgu sırasında teker teker kollarını ve ayaklarını kestiği zaman sahip çıkmamaktadırlar. İzinden dönen erler elleri arkadan bağlanarak, kafa derileri yüzülmek suretiyle öldürülmekte, Subaylar şehirler arası yollarda otobüslerden kadın ve çocuklarının yanından alınarak kurşuna dizilmekte gene insan haklarından bahseden olmamaktadır. Güneydoğu, batıda üretileni tüketmekten başka bir şey yapamaz hale getirilmiştir. Karayollarının kenarları arıcılık, hayvancılık adı altında devletten alınan milyarlarca liranın heba edildiği içi boş biriket bina döküntüleriyle doludur. Örnekleri fazla uzatmayalım, Türkiye Cumhuriyeti'nin batısındaki yasalar Güneydoğu'ya uğramamıştır. Yanlışlıkla yolu düşenler ise metruk hale getirilmiştir. Bu düzensizlik giderek ayrı bir kültür ortamı yaratmıştır. Bu bölgede Türkiye Cumhuriyeti'nin örgütlenme sorunu vardır. Mevcut ekonomik, kültürel, hukuksal, sosyal, eğitsel ve idari kurumlarıyla ayrılıkçı Kürtçülük olayına çözüm getirmeye çalışmak, hüsrana uğramak; kısaca ve açıkça bölgede çok yakın zamanda Türkiye Cumhuriyeti varlığının son bulması demektir. Hiç kimse teröre karşı olduğunu söylemekle bu olayları önleyemeyecektir. Bölgede PKK örgütüne ihanetin cezası ölüm, devlete ihanetin cezası DİYARBAKIR 1 nolu Tutukevinde "AKADEMİK PKK KARİYERİ" yapmaktır. Böyle bir ortamda TC varlığının giderek son bulacağını söylemek için falcı olmaya hiç gerek yoktur. İşin gerçeği bu olayın kökleri içerde, dalları dışardadır. Üstelik bu olay Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi isyanlarına da hiç benzememektedir. Mevcut çapraşık durumda, halkın da devlete verecek desteği kalmamıştır. Halk, devletin tüm örgütlerince desteklenir ve korunursa, mukabil destek ve yandaşlık söz konusu olabilir. Yukarda vermiş olduğumuz çarpıcı fakat çirkin örneklerde rol alan Güneydoğu insanı bu rolü bilerek ve isteyerek üstlenmiş değildir. Bazı amatör yöneticiler, hantal ve çıkarcı kadrolarla bölge insanına bu rolü vermişlerdir.. Bölgedeki mevcut suni ve çarpık şehirleşme sonucunda, oluşan yoğun işsiz-güçsüzler ordusu PKK'nın "SINIFSAL KİN" ve "ULUSAL KİN" temalarına açık olarak çiğ gibi büyümektedir. Suni şehirleşme sürecinde kırsaldan şehirlere göçlerle birlikte muazzam bir başkaldırma potansiyeli mevcuttur. Örgütlenme sorunu, TC görevlerinin en önde gelen ve diğer sorunlarla görevlerin başarılmasında temel teşkil eden sorundur.
Ahmet Cem Ersever (Kürtler PKK ve Abdullah Öcalan)
sosyal statü bakımından alçaldığı, buna karşılık ruhsal bakımdan yükseldiği duygusu vardı içinde. zorunlulukların boyunduruğundan kurtulup ileri doğru attığı her adım onu güçlendiriyor, bir birey olarak geliştiriyordu. çevresine kendi gözleriyle bakmaya, hayatın derinden akan gizlerini görmeye, kavramaya başlamıştı. ruhu onu çağırırken, 'başkalarının fikirleriyle yaşamakla' yetinmeyecekti artık.
Kate Chopin (The Awakening & Collected Stories (White Ink Books))
Sana söyleyemediklerimi karıncalara söyliyeceğim -senden benden yalnız bozkıra! Susuyoruz bak hep. Söyliyemediklerimizi susuyor, bilmediklerimizi konuşuyoruz. Senden benden yalnız bozkır, oysa yaratık dolu, yaşam dolu -ya karıncalar? Hep oturup cigara içiyoruz, konyak içiyoruz yetersiz, asıl yetersiz biziz, yalnızlığımız en yetersiz -ya bozkır? Ben kadının biriysem sevilmeliyim, sen bilmezsin güzel miyi, en büyük güzelliğim senin bilmezliğin, duymazlığı -ya en boş damlalar gözlerimizde? Bak, tozluyuz biz, çok tozluyuz -ya bozkır, bozkır yolundan kamyonlar geçerken kalkan toz? Bak, hayal kurarım, en zevksiz acıklı şeylere gözyaşı dökerim de kendimi bilmem. Biz bilmeyiz birbirimizi; böylesine mutlu değil miyiz bazı? Bu evrende her şeyi silecek birileri, yaşamları çoktan. Bu önemli değil, biz çoktan tükenmişiz. Bırakıp bırakıp ırak kentlere bile gidemeyiz, bu uğraşı ister. Bak, bizi ağaçlandırmak güçtür -ya bozkır?
Erdal Doğan (Sevgi Sosyal - Yaşasaydı Aşık Olurdum)
Bütün Türk şaman anlatılarında da en güçlü ve korkunç şamanların kadınlardan olduğu belirtilmektedir. Bu da Türk sosyo-kültürel hayatında kadının yalnız evde-özel alanda değil, kamusal alanda da etkin konumu ile ilgilidir. Eski çağ ve onu izleyen çağda Türk kadınını belli bir mekana hapsetmek mümkün gibi gözükmüyor. Nitekim kağanların eşlerinin devlet yönetimine katılması, savaşan taraflar arasında diplomatik ilişkiler kuran (Mesela Akkoyunlu Sara Hatun) kadınlar olduğu gibi, yalnız evde bulunan çocuklarıyla ilgilenen kadınlar da vardır. Toplumsal cinsiyet kurallarından bakıldığında Türk kadınının diğer Müslüman ve hatta Avrupa kadınlarına kıyasla sosyal alanda faal olduğu tespit edilir.
Fuzuli Bayat (Türk Kültüründe Kadın Şaman)
Toplumsal cinsiyet kadın ve erkeğin toplum içindeki statüsünü, kadın haklarını, toplumda temsil haklarını vs.belirlemekle ekonomik iş bölümünde de cinsiyet ayrımına dayanmayan eşitlikçi yaklaşımı içerir. Toplumsal cinsiyet kavramını ilk kullanan (1972) Ann Oakley de bu terimin kadın ve erkeği ayıran biyolojik cinsiyetin yanı sıra bölünmeyi, farklılığı toplumsal ve kültürel boyuta taşıyan bir anlayış olduğuna dikkat çekmiştir. Özetle,toplumsal cinsiyet farklı kültürlerde, tarihin farklı anlarında ve farklı coğrafyalarda sosyal yönden kadın ve erkeğe verilen rolleri, sorumlulukları dikkate almakla, kadınların ve erkeklerin toplum için ilişkilerini (paylaşım, görev ve roller) ifade eder.
Fuzuli Bayat (Türk Kültüründe Kadın Şaman)
Bütün saydıklarımı takviye eden çok sağlam töreleri ve aile hayatları var. Fuhşa, hırsızlığa ve buna benzer hareketlere asla müsaade etmezler. Ağır cezalar verirler. Sosyal yapıları çok sağlamdır, işte büyü budur efendimiz.
Dilaver Cebeci (Büyü)
İslam orucu, hedefleri çeşitli olan ağır bir alıştırmadır. Bir çeşit ibadet olmakla beraber onun, mutlaka pedagojik, tıbbi ve sosyal önemi vardır. İslam toplumu onu hiç­ bir zaman, her bireyin şahsi meselesi olarak görmedi ve bu farzın yerine getirilmemesine sert tepki gösterirdi. Toplum oruç tutulmamasını orucun hizmet etmesi gere­ken iç kohezyonun (birbirine bağlı olma) ihlali olarak düşünmüştür. O aynı zamanda zekat (fakirlere verilen vergi) için psikolojik bir hazırlıktır çünkü aç olmanın ne demek olduğunu bilmeyen Müslüman yoktur. Halbuki birçok insan bu duygunun ne demek olduğunu kavramadan yaşar ve ölür.
Alija Izetbegović
Bir daha o bomboş insanlarla aynı oda içinde olmayacağım, midem kaldırmıyor, iğreniyorum. Ama siyasiler oylarını bu boş insanlardan alıyor. Türkiye bu odalarda dalga dalga öldürülüyor. Hiçleştiriliyor, çöp haline getiriliyor insanlar. Beyinler iptal ediliyor. Ne olmuş yani, oturup anlatsam, Özcan Deniz seven bir insanın bir sosyal ahlakı, bir dünya görüşü olamaz. Gülben Ergen'e hayranlık duyan bir insan, bomboş insandır, bu zavallı sanatçıları bir kez dahi sevmiş olmak bir ömür, sosyal ve estetik açıdan tamamen felç olmak, iptal olmak demek. Bu sanatçılar nükleer atık gibiler, hem sosyal çöp, hem siyasal beladır! Gözleri, bakışları, duyuşları, jestleri bu isimlerle kirlenmiş insanların bir daha normalleşmesi mümkün değil...
Nihat Genç (Tek Tabanca)
Memleketimizde resmi din kurumu Diyanet İşleri Başkanlığı'dır. Bu kurumun ve diğer dini grupların temsil ettiği din ortaçağın kültür, ilim seviyesinde sosyal ve siyasi hayatın şartlarına göre fukahanın ve diğer alimlerin anladığı din uygulamasıdır. On iki yüzyıl önce yapılan bu dini yorumlar, çağımıza ters düşmektedir. Şimdiki müslümanlar iki büyük sorun arasında sıkışıp kalmaktadırlar. Biri geleneksel olan bu din anlayışı, diğeri de günümüzün ilim, düşünce ve hayat düzeyidir.
Hüseyin Atay (Cehaletin Tahsili)
...Her Müslüman halkın tarihi,parlak başarılarının dizini olduğu kadar aynı zamanda esef verici batıl düşünce ve yenilgilerin de tarihidir.Bizim siyasi ve ahlaki başarısızlıklarımız gerçekte sadece bizim İslam'ı kabülümüz ve onu hayata geçirmemizin yansımasıdır.İslam'ın,halkların gündelik hayatına olan etkisinin zayıflaması her zaman sosyal ve siyasi kurumlar ve insanların aşağılanması ile sonuçlanmıştır...
Alija Izetbegović (İslam Deklarasyonu)
Bu bozukluğun dibine inmek lazım. Bir gün dergiye genç bir çocuk geldi, bir şiir getirdi, şiire baktım, "gidelim serv-i revanım yürü sadabâd'e" taklidi bir şiir. Dedim nerede oturuyorsun, Lalahan dedi. O yıllarda Mamak gecekonduydu, Lalahan daha berbat bir yer. Gecekondu bile değil, Porto Riko’nun teneke kulübeleri gibi evler. Oralar çok yoksul yerler dedim, "sorma abi" dedi, bizim evin tuvaleti yok, bizim gibi yedi sekiz evin de yok, sabahları hepimiz maç kuyruğu gibi bir helanın kapısında kuyruk oluyoruz… Acımasız bir sosyal trajedi. İnsanın içini çarpan acımasız bir yoksulluk. Sen böyle yoksul bir hayat yaşıyorsun, bu "gidelim serv-i revanım yürü sadabâd'e" şiiri de ne oluyor? Bu Lale Devri'inde Nedim'in yazdığı, Osmanlı zenginlerinin, lüksünün, şatafatının anlatıldığı bir şiir. Sen niye buradasın dedim… Yazacaksan, "gidelim serv-i revanım yürü helaya" yaz. Muhtemelen komşu kızını da hela kapısında görüyorsun. Senin gerçekliğin sadabad değil, senin gerçekliğin yedi ailenin kuyruk olduğu hela kapısıdır. Sen bu acımasızlık üzerine şiir yaz, seni yoksullaştıran bu kültürü, bu siyaseti anlamaya ve anlatmaya çalış. Sağ ve muhafazakârlık aşırı romantizmden beslenir. "Bir zamanlar üç kıtaya hükmediyorduk" gibi. Bu; zaman zaman bizim de böbürlendiğimiz bir durum fakat gerçekliği örter. Milliyetçi romanlar da böyle, şimdi burada sadece Kırım Hanlığını anlatsak kendinden geçersin dinlerken, romantizmden ölürsün. Ama bu romantizmin içine düştüğün zaman bugünkü gerçekliğini unutursun. İstanbul’a gidecek uçak parası yokken, biz bu çocuğa "Fatih'in İstanbul’u fethettiği yaştasın" diyoruz. Bu yanlış değil, bunlar anlatılmalı, böyle bir inanç olsun ama bir de sosyal gerçekliği var bunun, bu kesim bu ağır romantik maskeden kurtulamadı. Siyasi hükümetin başında bir görgüsüzlük hakim. Bunların arkasındakilerin bugünkü Müslümanların aşırı israfçı, ayyuka çıkan hırsızlıkları, görgüsüz ve kültürsüz tarafını eleştirecek güçleri hiç olmamıştır...
Nihat Genç
İvan İlyiç'in Ölümü inkârın sonuçları üzerine bir araştırmadır. İlyiç, alışkanlık ve bayağılıkla sarmaladığı tüm yaşantısını "hoş" ve "dürüstçe" ve sadece statü ve rahatlık peşinde geçirmiş ama beklenmedik ölümcül bir hastalıkla yatağa düşen ve taraftarı olduğu normal yaşamdan dışlanarak yalnız ölmeye mahkûm kalan bir yargıçtır. Karısı ve kızı sosyal yaşamlarına devam etmek için bir an önce ölmesini beklerken, meslektaşları ölümünü sadece terfi fırsatı görürler. İç ve dış kaynakların tümünden yoksun İlyiç, "üç gün boyunca hiç durmadan haykırdıktan sonra" ölür.[291] ========== Saçmalıklar Çağı (Michael Foley)
Anonymous
Twitter'ın Kurucusuyla Fırsat Yaratmak Üzerine By Biz Stone • hbrturkiye.com Oldukça zengin bir şehirde büyüdüm ancak annemle babam ben daha küçükken ayrılmıştı. Babamın hayatımda çok fazla bir yeri olmadı ve biz fakirdik. Tanıdığım birçok çocuk beyzbol ve futbol oynarken ben sekiz yaşımda, para kazanmak için çimleri biçmekle meşguldüm.... Fikir : Stone ve iş ortağı, başarısız giden bir podcast şirketinde çalışırken 140 karakterlik durum güncellemelerini kullanmanın bir yolunu buldu ve bu fikir onları bir sosyal medya devi haline getirdi. Oldukça zengin bir şehirde büyüdüm ancak annemle babam ben daha küçükken ayrılmıştı. Babamın hayatımda çok fazla bir yeri olmadı ve biz fakirdik. Tanıdığım birçok çocuk beyzbol ve futbol oynarken ben sekiz yaşımda, para kazanmak için çimleri biçmekle meşguldüm. Liseye başladığımda, bir spor dalıyla uğraştığınızda doğal olarak iyi bir sosyal çevreye sahip olabileceğinizin farkına varmıştım. Aslında doğal olarak atletik bir yapıya sahip olmama karşın hiçbir zaman organize sporları yapmamıştım. Basketbolu, beyzbolu, futbolu denemiştim ancak hiçbirinde iyi değildim. Okulumuzun erkek lakros takımı yoktu ve ben lakros oynayan hiç kimse olmadığından dolayı herkesin bu konuda en az benim kadar bilgisiz olacağını fark ettim. Eğer bir koç ve yeterince öğrenci bulabilirsem, lakros takımı kurulması konusunda okul yönetimini ikna etmeyi başaracaktım ve onları buldum. Sonrasında lakrosta çok iyi bir noktaya geldim ve takımın kaptanı oldum. Bu deneyimde benim için önemli bir ders vardı ve bu ders iş hayatında da geçerli. Bazı kişiler fırsatların sözlükte tanımlandığı gibi olduğunu düşünür: Bir şeyi mümkün kılan olasılıklar kümesi… Ve fırsatların doğal olarak kendilerine geleceğine inanırlar. Ya “fırsatı belirlersiniz” ya da oturup fırsatın “ayağınıza gelmesini” beklersiniz. Ben bu konuda farklı düşünüyorum. Sonuçların mimarı olmalıyız, fırsat sizin yarattığınız bir şeydir gelmesini beklediğiniz bir şey değildir. Hayatımın 40 yılına baktığımda oturup beklemek yerine fırsatları sürekli kendimin oluşturduğunu görüyorum. Bu kariyerimin ilk zamanları için de, bazı arkadaşlarımla Twitter’ı kurarken de ve son girişimlerimde de geçerli. Gerçekten de girişimcilik kendi fırsatlarınızı yaratmaktan ibarettir. Bu, start-up’lar için çok daha geçerli bir kuraldır. Kendinizi CEO olarak ilan eder ve planın içini doldurursunuz. Fırsat yaratmaya yönelik uç bir örnek, ilk tam zamanlı işimi alışımdır. University of Massachusetts Boston’da burslu okuyordum ve okulumdan memnun değildim. Little, Brown adlı bir yayıncılık şirketinde yarı zamanlı çalışıyordum ve ofisteki kolilerin düzenlenmesinden sorumluydum. Kitapların dış kaplarını tasarlayan kişilerle tanışmıştım. O dönemde tasarımcılar, X-ACTO tipi bıçaklar ve kâğıttan Mac bilgisayarlara daha yeni geçiş yapıyordu. Birlikte büyüdüğüm bir arkadaşımın Mac’i vardı ve ben Photoshop ve Quark kullanmaya alışkındım. Bir gün ofiste tek başımayken bir görev dokümanı, yani belirli bir kitap için dış kılıf tasarlama görevi buldum ve hemen hızlıca bilgisayarda bir tasarım yaptım. Tasarımımı tekliflerin arasına koydum ve kimseye söylemedim. Birkaç gün sonra art direktörümüz editörlerin ve pazarlamacıların en iyi alternatif olarak seçtiği tasarımımı kimin yaptığını bulmaya çalışıyordu. Tasarımı, kolici çocuğun yapmış olmasına şaşırmıştı. Benim tasarım yazılımlarını kullanabildiğimi öğrendiğinde bana tam zamanlı bir iş önerdi. Ben de insanlar okuldan mezun olunca zaten bu tür işlere giriyorlar diye düşündüm, okulu bıraktım ve bu işi bir staj olarak gördüm. Art direktör daha sonra benim için önemli bir mentor ve yakı
Anonymous
Neyse konuyu dağıtmayalım; dış başarının daha üstün tutulduğu bir sosyal ortamda yaşadığımızdan şüphe etmiyorum" diyerek tlaha önce sorduğu soruya kendi cevap verdi. "Birisi, «Kızım evleniyor,» dese, hemen «Damat ne iş yapıyor?» diye sorarız. «Arabası var mı? Evi, malı mülkü var mı?» diye damadın «başarı» derecesini saptamak isteyenler de az değildir.
Anonymous
Onsekizinci Yüzyıl Sanayi devrimiyle birlikte gece yatısı âdeti de kalkmış. Çünkü, derebeyliğin zayıflamasıyla, toprağa bağlı köylüler ucuz emek olarak şehirlere akın etmeğe başlayınca, şehirdeki akrabaları onları yatıracak yer bulamaz olmuşlar. Sanayi burjuvası da öte yandan bu emekçilerin daha bir iş bulmadan akraba ve dost evlerinde gece yatısında kalmalarını ücretlerin yükselmesi bakımından sakıncalı görmüş. Şöyle ki: Gece yatısına kalan ve dolayısıyla yiyeceğini de aynı yerden bir dereceye kadar sağlayan bir misafir, iş bulmadan uzun süre dayanabiliyor ve böylece ücretlerin düşük tutulması mümkün olmuyormuş. Bunun üzerine bazı ahlakçı düşünürler, gece yatısının kutsal aile düzenine aykırı olduğunu ve doğacak çocukların nüfus kaydı bakımından bazı güçlükler çıkaracağını ileri sürmüşler. Hükümet de bir bildiri yayımlayarak, sağlık bakımından sakıncalı olduğu gerekçesiyle bir evde gece yatısına ancak üç kişinin kalabileceğini, geri kalanların ‘Düzeltme Evleri’ne gönderilerek delilerle birlikte zorla çalıştırılacağını ilan etmiş. Ayrıca, sanayicilerin baskısıyla yatak, yorgan, çarşaf, yastık, karyola, somya ve benzeri mamullere büyük ölçüde zam yapılmış. Gece yarıları evlere baskınlar yapılarak misafirler, yatak ve yorganlarıyla birlikte toplatılmış. Bu konuda bir araştırma yapan William Astley Sheete’in bir raporuna göre, 1753 ocak ayında, yalnız Esat End ve Hangers Lane’de 4248 yatakla 11376 çeşitli misafir (kadın, erkek ve çocuk) yakalanmış. Sheete, yatak sayısının misafirlere oranla az oluşunu, bir yatakta ortalama üç kişinin yatmasına bağlıyorsa da, kanape ve karşılıklı birleştirilmiş koltuklarda sabahlanmış olabileceğini ileri süren görüşlere de hak vermek mümkün. On bir yaşından küçük çocukların gece yatısı kısıtlaması dışında bırakılmasına ilişkin 1765 tarihli kararname de iktisatçılar tarafından şöyle yorumlanıyor: Aynı tarihte çıkarılan başka bir kararname ile bu yaştaki çocukların yapımevlerinde çalıştırılması yasaklanmış. «Sosyal gözlemciler de, İngiliz milletinde görülen aşın bireyciliğin bu tarihten sonra kuvvetlendiğini ve gece yatısı yasağının insanlar arasında bir soğukluk yarattığını belirtiyorlar. Saat beş çayının, bu hasreti gidermek için icat edildiği söyleniyor. «Bize gelince... durum çok başkadır albayım. Biz her zaman çay içebiliriz. Yemeğin verdiği ağırlıkla koltuklara serilince önce kahve, daha sonra çay içeriz. Göz kapakları uykudan ağırlaşan çocuklar, büyüklerin konuşmalarını dinlemeğe can attıkları için, bir türlü yatmak istemezler. Sen bizim Erkan’la yatarsın, yatak geniştir, denir çocuklara. Büyüklere de yer yatağı serilir. Misafirin büyük oğlu da koridordaki somyada yatar. Bütün işlerimizi böyle düzenleyebilseydik albayım, gece yatısı adetimize rağmen gene de İngilizleri geçerdik. Böyle bir kalabalığı küçücük evimize sığdırdıktan sonra…
Anonymous
Seçimlerden sonra, bu kez sosyalizm maskesi takmış etnik milliyetçiliğin, sosyal demokrasi maskesi takmış Amerikancı neo-liberalizmin ve hiç kuşkusuz, bu kez kendi içinde ayrışmış çok daha öfkeli bir şeriatçılığın Anayasa mücadelesi başlayacak.
Anonymous
sosyal girişimler; günümüzde gi-rişimciliğin yalnızca ticari alanda, çalışmanın ise yalnızca gelir amacıyla yapılabileceği yönündeki geleneksel anlayışı değiştirmekte ve bu anlayış doğrultusunda yeni bir çalışma alanı yaratmaktadır.
Anonymous
Değiştirdiği Çalışma Kavramı ve Yeni Bir Çalışma Alanı Olarak Sosyal Girişimler 123 olduğu, ticari faaliyetlerini ise misyonlarını gerçekleştirmek için araç olarak kullandıkları
Anonymous
Şu da bir hakikat ki bugün biz, “kamu hukuku” diyebileceğimiz ve sosyal yapıyı tehdit eden bu türlü cürümlerde, zamanında müdahale edip mücrimi cezalandıramadığımız için sosyal hayatta ciddi problemler yaşamaktayız. Zira felç olan böyle bir yapıda, merkezi otoriteden ümit kesen insanlar, kendi işlerini kendileri görmek istemekte ve yeni yeni komplikasyonlar üretmektedir. Aynı zamanda bu türlü cürümlerin, “hukukullaha” karşı da bir başkaldırı olduğu unutulmamalıdır.
Anonymous
Mısır-merkezli olarak incelenmesi, modern sosyal bilime özgü anakronizmin sonucudur.
Anonymous
Çeşitli mesleklere göre saat ayarı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Hele böyle bir sosyal etüt hiç aklımdan geçmemişti. Bununla beraber bu sosyal etüdü yaptığım için bayağı memnundum.
Ahmet Hamdi Tanpınar (Saatleri Ayarlama Enstitüsü)
İnsanları depresyona iten koşulları kaldırmak yerine, modern toplum onlara anti-depresan (uyuşturucu) ilaçlar vermektedir. Aslında, anti-depresanlar, bireyin iç dünyasını; normalde tahammül etmeyeceği sosyal koşulları kabullenmesini sağlayacak biçimde değiştiren araçlardır.
Anonymous
Bize sorarsanız, arama motoru optimizasyonlarının (SEO) büyük bölümü bir halta yaramıyor. Bu iş Google'ın zihnini okuyup sonra da sistemi kandırmaya çalışmaktan, Google'a berbat içerikler buldurmak için uğraşmaktan ibaret. Yani bir yanda Google'da çalışan doktoralı üç bin bilgisayar bilimcisi, bir yanda da onları kandırmaya çalışan siz. Bu oyunu kim kazanır dersiniz? Google'ı kandırmaya çalışmak abesle iştigal etmek olacağından, onun yerine bırakın Google ustası olduğu şeyi yapsın, yani harika içerikler bulsun. Arama motoru optimizasyonu gibi sihirli saçmalıkları bir yana bırakın ve güzel içerikler yaratmaya, kürasyonunu yapmaya ve paylaşmaya odaklanın. Buna SMO, yani sosyal medya optimizasyonu diyoruz.
Guy Kawasaki (The Art of Social Media: Power Tips for Power Users)
Herkesin sadece yemek yemek ve para kazanmakla,eğlenmek ve emir vermekle ilgilendiği bir dünyada ara sıra birisinin çıkıp şeylerin görünümünü tazelemesi, olağan şeylerin olağanüstülüğünü, banallikteki gizemi, çöpteki güzelliği hissettirmesi gerekir. Fikir ve gelenek kölelerinden, asalak ve yapmacık ukalalardan, eski efsaneleri anlatan vaazcılardan, ahlaki ve mistik hapishanelerin tutsaklarından, tüm eski sosyal normların ve tüm ortak noktaların inatçı papağanlarından oluşan çok geniş ve çok güçlü bir katmanın ortasında, bir gece uyandırıcısına, bir saf zeka gardiyanına, kaslı bir kazmacıya; meydan ışıklarına, yeniden kazanılmış özgürlük ağaçlarına, gelecekteki yapılara yer açmak adına yakan ve yıkan iyi niyetli bir yangıncıya gerek duyulur.
Giovanni Papini (Un uomo finito)
Nazan Hanım --Dün akşam TV'deki Doğu Anadolu dizisini seyrettiniz mi?--        diye sorduğunda, Hakkı Bey, --hiçbir şey-- söylemese, yapmasa        ve sanki sekreter orada yokmuş gibi davransa, Nazan Hanım'ın,        --kendimi, TV'de neyi seyrettiğinizi konuşabilecek kadar yakın        ilişki içinde görüyorum;-- tanımını kabul etmemekle kalmayacak,        sekreterin insan olarak orada varlığının umurunda olmadığını ifade        etmiş olacaktır.               Kabullenme ve reddetme, kişinin o an içinde kurmaya çalıştığı        ilişkinin benimsenip benimsenmediğine işaret eder. Umursamama        kişinin kendinin önemsenmediğini, değersiz olduğunu, yok olduğunu        belirtir. Watzlawick ve arkadaşları, umursamamanın ilişki içinde en        sağlıksız psikolojik durumu yarattığını öne sürerler. --Bir insana dünyanın        en dayanılmaz işkencesini yapmak isterseniz, onu 'umursamama'nın baskın        olduğu sosyal bir ortama koyun,-- önerisinde bulunurlar.        Onlara göre, --En acı ve ızdırap verici bedensel işkence bile,        umursamamaya yeğlenir, çünkü bedensel işkenceyi yapan, işkence        yaptığı kişinin varlığını kabul etmiş olmaktadır.--
Anonymous
IQ yönü bir kenara bırakılsa bile zekâ oyunlarının ikili iletişimi artırması, sosyal bir ortam kurması, çocuğu birçok zorlukla başa çıkmaya alıştırması ve gelişmeleri takip etme, hakkını arama, kendini ifade etme, göz teması ve sırasını bekleme gibi beceriler kazandırması bile medya ve internetin ilerisinde olduğunu gösteriyor.
Anonymous
Philips Tüketici Aydınlatma Ürünleri Pazarlama Müdürü Özge Süzen’in verdiği bilgilere göre Philips hue’da tam 60 milyon renk seçeneği bulunuyor. Bununla birlikte Philips hue, LED ışıklandırma kabiliyetine sahip olduğu için enerji tasarufu da sağlıyor. Philips hue, aynı zamanda sosyal ağlardaki bildirimlerinizden veya gelen kutunuza düşen e-postalardan da haberdar edebiliyor. Yapılan IFTTT atamaları veya Philips hue için hazırlanmış üçüncü parti uygulamalar aracılığıyla akıllı ampulünüzü daha etkin kullanabilirsiniz.
Anonymous
TC Kanunlarına göre kurulan sosyal güvenlik kurumlarından aylık alanlar (örneğin SSK, Bağ-Kur ve TC Emekli sandığı emeklileri) ise, sıfır oranlı emlak vergisinden yararlanırlar (Gelir İdaresi Başkanlığı, Mersin Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 22 Mart 2013 Tarih ve 175.01 [ÖZG-2013-1]-31 sayılı Özelge ile yaptığı açıklama da bu yöndedir).
Anonymous
İnsanoğlu başkalarıyla ilişki kurmaya, sosyalleşmeye ihtiyaç duyar. Güçlü sosyal desteğe sahip kişilerin daha mutlu olduğu, hastalıklardan daha az etkilendiği ve depresyon yaşama risklerinin daha az olduğu bilimsel bir gerçek.
Anonymous
Hacettepe Üniversitesi öğretim üyelerinden Perihan (Oray) Yunt,        Konya yöresinde köy kadınlarıyla yaptığı anket çalışmasında ortaya        çıkan bir iletişim sorununu aşağıda dile getiriyor:               --1970 yılında, Konya yöresinin GEZİCİ KADIN KURSU'nun etkinlik        gösterdiği köylerinde ve böyle bir kursun hiç uğramadığı yerlerde,        sosyal yaşamda farklılıklar olup olmadığı konusunda bir ön        araştırma yapıyorduk. Anketimizde --Kaç günde bir yıkanırsın?-- diye        bir soru da yer almıştı. Anket sadece kadınlara uygulanmaktaydı.        Kursun yapıldığı ve yapılmadığı yedişer köy alarak toplam on dört        köyde, örnekleme yoluyla seçtiğimiz bir grup köy kadınına sorular        soruyorduk. En son köyde, kadınlardan birisi beni, oldukça fakir bir        aileye ait olduğu anlaşılan, tahta basamakları kırık dökük bir eve        götürdü. Evin kadınının yüzü mutsuzluk izleri taşıyordu. Anketimizdeki        soruyu bu kadına da sordum: --Kaç günde bir yıkanırsınız?-- Kadın        cevap vermedi, anlamsızca yüzüme baktı. Bana kılavuzluk eden        kadın hemen atıldı ve acımalı bir sesle, --Gocası sakattır, ayda bir yıkansa        ne nimet,-- dedi. O anda kafamda şimşek çaktı ve ancak o zaman,        bu soruyu sorduğumda öteki kadınların biraz mahçup, yarı        mütebessim verdikleri --Haftada bir gün, haftada iki, üç gün,-- gibi        cevapların anlamını farkettim. Ayrıca, uğradığımız köyleri, bizden        önce, doğum kontrolüne ilişkin araştırma yapan bir ekibin dolaşmış        olduğunu da sonradan öğrendim. Aradan bir süre geçti. Olayı, Konyalı        bir arkadaşıma anlattım. Arkadaşım, --O biçimde değil, 'Çoluk        çocuk kaç günde bir yıkanır, çamaşır yıkarsınız?' diye sormanız gerekirdi,--        dedi» (Yunt, 1978).
Anonymous