“
sorun aslında ‘’soytarı’’ gibi soytarılarımızın olmaması olabilir. ‘Soytarı’ kelimesi, Arapça, sahte fallus takarak gülünç ve çoğunlukla müstehcen oyunlar oynayan kişiler için kullanılan ‘sa’tir’den geliyor. Arapça ‘satir’in kaynağı ise Eski Yunanca’da sahte penis ve keçi ayaklarla tasvir edilen mitolojik yaratık ‘satyros’. Batı dillerine vakıf Ahmet Vefik Paşa, Lehçe-i Osmani’de, soytarı kelimesini ‘’taklitçi maskara’’ şeklinde tanımlamış. Maskara, Arapça’dan Batı dillerine geçmiş kelimelerden biri. Güldürmek, eğlendirmek için başka kılığa giren, yüzünü başka bir şeyle kaplayan örten gibi anlamları var. Evet doğru tahmin ettiniz; ‘maske’ ve ‘maskot’ ile de tabii ki ilgili… İngilizce’de ‘jester’ deniyor soytarıya. Anglo-Norman ‘gestour (ozan)’ kelimesinden türemiş. Fransızca da ‘minstrel’ de deniyor bu halk ozanlarına. Minstrel ise, eski Fransızca’da hizmet, görev gibi anlamları olan ‘menistere’ o da Latince ‘bir başka otoritenin emrinde görev yapan’ anlamındaki ‘ministerium’dan geliyor. Britanya devleti 1916’dan beri Başbakanın altındaki devlet departmanlarına ‘minister’ demeye başladı. Jester(soytarı) ile bakanın(minister) birleştiği yer de burası. Jester, Kral’ın dar kabinesinin bir üyesiydi. Sadece üyesi değil en imtiyazlı üyesiydi. Elbette ki kralı eğlendirmek, keyiflendirmek gibi bir görevi vardı. Ama bununla sınırlı değildi. Soytarı, Kral’ın gittiği her yere giderdi. Asla yanından ayrılmazdı. Hatta yatak odasına bile girebilirdi. Düzenle kaos arasındaki çok ince bir çizgide görev yapardı. Çünkü en önemli görevi, kimsenin yüzüne karşı gerçekleri konuşamayacağı kişiye (kral, derebey, hükümdar vs) sürekli doğruyu söylemekti. Etrafları yağcı ve yalakayla çevrili krallar, kendilerine doğruyu söyleyebilsin diye etraflarında bir soytarıyı mutlaka tutardı. Soytarının becerisi, krala, rahatsız edici gerçeği, mizahi bir tarzda kralı rencide etmeden, küçük düşürmeden söyleyebilmekti. Bunu da çoğunlukla bir dörtlükle, bir halk şarkısı şeklinde ozanca, dans, kıyafet ve mimikleriyle komikçe dile getirirlerdi. Hükümdarlığın üst düzey yetkililerini, piskoposların veya hükümdarın yozluğunu, tembelliğini, yönetimle ilgili dokunulmaz görülen herşeydeki yanlışı hicvedebilirdi. Örneğin bütün gece sabaha kadar içip, akşama kadar sızması nedeniyle bir çok devlet işini aksatan İkinci Charles’ın soytarısı, bir sabah Kral daha yeni uyumaya hazırlanırken odasına girmiş ve onu uyutmamıştı. ‘Peki tamam, duyayım hatamı, söyle’ diyen krala, ‘bütün ülkenin diline düşen hatanızı burada söyleyerek başımı derde sokacak değilim’ diyerek zekice bir karşılık vermişti. Soytarılar, ciddi politik kararlarda bile kimsenin konuşmak istemediği gerçeği dile getirebilirdi. 1386 yılında Avusturya Dükü, İsviçre’ye saldırma kararını özel savaş konseyinde tartışmaya açtı. Bütün konsey üyeleri kararın ne kadar isabetli olduğunu söyleyerek alkışlıyor ve İsviçre’ye girmenin yolları üzerine kafa yoruyordu. Gerçeği konuşmak Dük’ün yanı başında oturan soytarıya düştü: ‘’Sizi ahmaklar, hepiniz İsviçre’ye nasıl gireceğinizi biliyorsunuz da, bir taneniz bile geri nasıl çıkabileceğimizi söylemiyor..!’’ Yani Shakespeare’in ‘King Lear’ oyununda, krala doğruları söyleyebilen tek bilgi karakterin ‘The Fool’ olması boşuna değil. ‘The Fool, Kral Lear’in sadece iyi zamanında değil kötü zamanında da yanında kalan tek kişidir. Shakespeare'in ‘Twelfth Night’ oyununda ise ‘soytarı Feste’, ‘’deliyi oynayacak kadar bilge’’ diye tanımlanıyordu. Kağıt oyunlarındaki her derde deva ‘joker’ de, soytarıdan başkası değildir. Polonya’nın 16’ncı yüzyılın ilk y
”
”