Namaz Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Namaz. Here they are! All 48 of them:

Kendisi İngilizce bilmediği gibi, Türkçe de bilmiyor. Bir kitabında "imam ikindi namazı saatinde cami balkonuna çıkarak ezan okudu" yazıyor. Bir kere namaz saati olmaz, vakti olur. Cami balkonu yoktur, minare şerefesi vardır. Ezanı da imam değil müezzin okur. Bu örnekle de sabittir ki yaşadığı bir toplumun kültüründen haberi olmayan bir yazar, Nobel de alsa doğru eserler ortaya koymaz." - Orhan Pamuk hakkında
İlber Ortaylı
I throw my makeshift jai-namaz, my prayer rug, on the floor and I get on my knees, lower my forehead to the ground, my tears soaking through the sheet. I bow to the west. Then I remember I haven’t prayed for over fifteen years. I have long forgotten the words. But it doesn’t matter, I will utter those few words I still remember: La illaha ila Allah, Muhammad u rasul ullah. There’s no God but Allah, and Muhammad is his messenger. I see now that Baba was wrong, there’s a God, there always had been. I see Him here, in the eyes of the people in this [hospital] corridor of desperation. This is the real house of God, this is where those who have lost God will find Him, not the white masjid with its bright diamond lights, and towering minarets. There’s a God, there has to be, and now I will pray, I will pray that He forgive that I have neglected Him all of these years, forgive that I have betrayed, lied, and sinned with impunity only to turn to Him now in my hour of need, I pray that He is as merciful, benevolent, and gracious as His book says He is. [...] I hear a whimpering and realize it is mine, my lips are salty with the tears trickling down my face. I feel the eyes of everyone in this corridor on me and still I bow to the west. I pray. I pray that my sins have not caught up with me the way I'd always feared they would.
Khaled Hosseini (The Kite Runner)
In a British accent, he tells me his name is Dr.Nawaz, and suddenly I want to be away from this man, because I don't think I can bear what he has come to tell me. He says the boy had cut himself deeply and had lost a great deal of blood and my mouth begins to mutter that prayer again: La illaha ila Allah, Muhammad u rasul ullah. They had to transfuse several units of red cells─ How will I tell Soraya? Twice, they had to revive him─ I will do namaz, I will do zakat. They would have lost him if his heart hadn't been young and strong─ I will fast. He is alive.
Khaled Hosseini (The Kite Runner)
Eğer İslamda zorlama yoksa, insanları daha 13 yaşından itibaren namaz kılmaya zorlamak üzere Muhammed'in, "(Çocuk 13 yaşına geldiğinde) namaz kılması için dövülür" şeklindeki buyruklarına ne demeli?
İlhan Arsel (Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı)
Adam İngilizin dokuduğu kumaştan elbiseyi giyiyor, Alman malı lokomotifin çektiği trene biniyor. Namaz vaktine ne kadar kaldığını cebindeki İsviçre malı saate bakarak kestiriyor. Odesa'dan getirilen Rus unundan yapılma ekmek yiyor ama şapkayı giyince kafir olacağını sanıyor.
Turgut Özakman (Cumhuriyet: Türk Mucizesi (İkinci Kitap))
Ukoliko hoćeš da mijenjaš svoj život, pa ne znaš odakle da počneš, savjetujem ti da počneš s namazom!
Hajrudin Ahmetović
Odluka je početak nečeg. Razmisli, posavjetuj se s učenim, iskusnim, dobronamjernim ljudima, klanjaj potom istihara-namaz te djeluj. Islam je vjera odlučnosti i odvažnosti, a nije vjera kolebanja i kukavičluka.
Abdurrahman Kuduzović
the belief in one God; namaz, or prayers five times a day; giving zakat, or alms;  roza, fasting from dawn till sunset during the month of Ramadan; and Haj, the pilgrimage to Mecca, which every able-bodied Muslim should do once in their lifetime.
Malala Yousafzai (I Am Malala: The Girl Who Stood Up for Education and Was Shot by the Taliban)
Kur'an'daki ”Dinde zorlama olmaz" buyruğu, esas itibariyle dinsel uygulamada kolaylık sağlamayı amaçlar; "hoşgörü" ya da din ve vicdan özgürlüğüyle ilgisi yoktur. Örneğin dinin gerektirdiği şeyleri yerine getirmek hususunda hiç kimseye gücünden fazlasını yüklememek ya da ibadet ve namaz gibi işlerde bazı kolaylıklar sağlamak, dinde zorlama olmaz anlamına gelir. Araplar, zahmetli şeyleri sevmedikleri ve genellikle zora gelemedikleri için, Muhammed onları bu yönleriyle ele almış ve kazanmaya çalışmıştır.
İlhan Arsel (Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı)
Suddenly, the bus stopped in the midst of a vast desert. In a moment everyone got off. Was this an emergency? No, not at all. The passengers carefully unrolled their prayer rugs on the sand and faced the direction of the Holy City of Mecca, performing their Namaz, or offering of prostrations and salutations to Allah and his Prophet Mohammed. Every few hours this ritual was repeated with no consideration of where we were. The religion of these tribal people was their life. They were not mullahs, priests, yogis, or monks, but ordinary family people. Yet in all situations and places it impressed me how their devotion to Allah took priority.
Radhanath Swami (The Journey Home: Autobiography of an American Swami)
Kada svako u vrijeme akšama postavi sto i svijeće za večeru Ja sanjam o svom Voljenom Zamisljajući u tugi i jadu njegovu sliku Abdest uzimam sa suzama i stoga ce moj namaz biti poput žeravice A vrata džamije će se zapaliti na zvuk mog ezana I ako učeni želite biti spavajte i dalje Ja razum svoj sam odbacio Ako već niste potpuno goli ogrnite se haljom vase slatkorječivosti i nastavite spavati Oni koji sada tragaju za vidjenjem umiru sretni i nasmijeseni u središtu tog istog vidjenja Oni koji su u potrazi za sticanjem Muhamedovih as vrlina umiru poput Omera i Ebu Bekra. Daleka je od njih smrt i poništenje. I ti se taodjer prijatelju moj moraš pomiješati, budući da su i zemlja i nebo pomiješani, baš za tebe i mene. Budi kao sećerna trska slatka a tiha, ne miješa se sa gorkim riječima.
Rumi (Jalal ad-Din Muhammad ar-Rumi)
Zati seçimin ne nüzümü var Emin beyim !» diye Kır Abbas atıldı. «İki yıla bir seçim, üç yıla bir seçim ... Her köye bir sandık koyuyor. Her sandığa bir başkan. Her başkana 120.lira para! Türkiye'nin gökte yıldız kadar köyü var. Ne demek bu? Bu Türkiye'nin aklı yok mu Çelik beyim? Öyle yapacaklarına, versinler köy başına yüzer lire, alsınlar bizim oylarımızı, istedikleri sandığa tıksınlar, bitti !. .» «Ama baba!. .» dedi Demir bey. «Mesele senin bildiğin gibi değil! Millet seçim istiyor . .. «Eh! ..» dedi Kır Abbas. «Millet seçim istiyorsa hökümet ne bok yisin! Millet ben ikilik üçlük istiyorum, otuz evli bir köyün kırk parçaya bölünmesini istiyorum, imam Halkçı deye Demokratların ayrı yerde namaz kılmalarını istiyorum, camilerin içine ip çekilip ikiye bölünmesini, dahi içine iki dene soba kurulmasını istiyorum derse, sen ben hökümet olsak ne yapabiliriz ?
Fakir Baykurt (Kaplumbağalar)
Camiye gittim, ama Allah bilir niye: Ne namaz kılmaya, ne dua etmeye. Eskiden bir kilim aşırmıştım camiden: O eskidi gittim yenisini yürütmeye. ========== Ömer Hayyam (DÖRTLÜKLER)
Anonymous
Amigdala'ya görevler verip bu görevleri yerine getirdiğinde her şeyin yoluna gireceğini söylemek ve onun bu görevleri yerine getirirken aldığı keyiften nasiplenmek, huzur, sükûnet ve mutluluğa ulaşmanın dâhiyane bir yöntemi. Tespih çekmek, dua etmek, namaz kılmak, zikir, yüzmek vb. fiziksel aktivite, bahçeni düzenlemek, yoga, Uzakdoğu sporları53, dans ve buna benzer bir süre sonra düşünmeyi gerektirmeyen ve tekrara dayalı ("mindless, repetitive" - The Mentalist) basit işleri, onları yaparsan başına kötü bir şey gelmeyeceği inancıyla ilişkilendirip amigdala'yı meşgul etmek ve sakinleştirmek. Dönemlerinde dâhiyane ve insanlığın
Anonymous
I znaj da rob prelazi granice koje ga vode ka Allahu sa svojim srcem i htijenjem, a ne sa tijelom.
محمد حسان
Meşrutiyet şeriatsız olmaz. Bunun için seni de şeriat isteriz” diyenlerin içine 31 Mart’ta dahil ettiler? Eski Said onlara demiş ki: Evet, Millet‑i İslâmiye’nin sebeb‑i saadeti yalnız ve yalnız hakaik‑i İslâmiye ile olabilir.. Ve hayat‑ı içtimaiyesi ve saadet‑i dünyeviyesi şeriat‑ı İslâmiye ile olabilir. Yoksa adalet mahvolur. Emniyet zir ü zeber olur. Ahlâksızlık pis hasletler galebe eder. İş yalancıların, dalkavukların elinde kalır...”(124) DÖRT HAK MEZHEP Bediüzzaman Hazretleri o zamanlar bütün kuvvetiyle çalıştığı şeriat ahkâmını vaz’ ve tesbiti hizmeti yanında bir fikri de, behemahal İslâmî hükümlerin dört hak mezhebden çıkarılması mes’elesiydi. Bu konuda o zamanlar ve daha sonraları; yani 1919’larda da, bunu alenî olarak bütün İslâm Ulemasının yanında ısrarla istiyordu. Eski makale ve eserlerinden bu meseleye dair nümuneler arzedelim: 1‑ “Adalet namazında, kıble mezahib‑i erbaa olsun. Tâ ki namaz sahih ola. Zira hakaik‑i Meşrutiyet, sarahaten ve zımnen ve iznen mezahib‑i erbaadan istihracı mümkin olduğunu dava ettim...”(125)
Anonymous
Camideki cemaatin hepsi din ulularıdır. Hz. Muhammed ise mihrapta oturmaktadır. Evliya Çelebi bu cemaate müezzinlik yapar. Namaz bitince Ebi Vakkas, Evliye Çelebi’ye tevhit sonrasında hemen kalkıp Hz. Muhammed’in mübarek elini öpüp ‘’Şefaat ya Resulallah’’ demesini öğütler. Çok heyecanlanan Evliya Çelebi’yi Ebi Vakkas oğlu Sa’d elinden tutarak Hz.Muhammed’in yanına götürür ve : -Sadık aşıkın ve ümmetinden Evliya kulun şefaatini diler, diye söylenince daha da heyecanlanan Evliya Çelebi, Hz.Muhammed’in elini öperken ‘’Şefaat ya Resulallah’’ diyeceği yerde ‘’Seyahat ya Resulallah’’ der. Hazreti Peygamber gülümseyerek : -Allah’ım şefaati , seyahati ve ziyareti sağlık ve esenlikle kolaylaştırır, diye dua ettikten sonra el-Fatiha der. Bütün cemaat Fatiha suresini okuyarak amin der.
Şükrü Halûk Akalın (Seyyâh-ı Âlem Evliya Çelebi)
Evliya Çelebi bu bölümde hamsinin adını özellikle hapsi diye yazar, çünkü yöre halkı öyle söylemektedir. Trabzonluların konuşmasını verirken balık değil palık biçimlerini yeğler. Trabzonluların hamsiyi ne kadar sevdiğini anlatırken iki olay aktarır : Hamsi balığı geldiğinde ağaçtan yapılma bir boru üflediğini, bu borunun sesini duyan bütün halkın, hatta cemaatle namaz kılanların ve hatta imam ve müezzinin bile namazı bırakıp : -Namaz bulunur ama hapsi bulunmaz diye kıyıya koştuklarını yazar.’’ ‘’Şehre ulaşan elçilik heyetinin Viyana’ya girişi ile ilgili olarak kral tarafından arabaların önceden gitmesinin istendiği ‘’Çesar hazreti azametiyle buyurdular ki…’’ diye söylenince elçi Kara Mehmed Paşa’nın şöyle bağırdığını anlatıyor : -Bre melun ve dinsiz, bir daha senin ağzından ‘’Çeşar azametiyle şöyle buyurdu’’ lafını duymayayım, yoksa vallahi seni yeni hançer kabzasıyla tepelerim. Azamet bir Allah’a mahsustur.
Şükrü Halûk Akalın (Seyyâh-ı Âlem Evliya Çelebi)
-Biz Kırımlı şehitleriz…Buraya giremezsin… -Biz Azerbaycanlı şehitleriz… Buraya giremezsin… -Biz Türkistanlı şehitleriz… Buraya giremezsin… Sonra aradan korkunç bir feryat yükseliyordu : -Moskoflara teslim ederek boğazlattıkların da aramızda! Birden büyük bir kasırga uğultusu içinde sert bir kumanda sesi… Ses pasaparola halinde uzaklaşa uzakşama dipsizliği gezdi. Milyonlarca asker bir anda esas vaziyetinde… Selam boruları… Davudi bir ses : -Merhaba asker! -Merhaba paşam! Müşir Fevzi Çakmak… İnönü, Müşir’i görür görmez dizüstü düştü. Müşir sağ eliyle İnönü’yü göstererek askere hitap etti : -Şu gördüğünüz adam, askeri talebeliğinde, zabitleri görsün diye seccadesini koridora atıp namaz kılan seciye!.... İstemeye istemeye katıldığı İstiklal Savaşı’nın istismarcısı, İnönü zaferinin hırsızı, Lozan’da Türk mukaddesatının peşkeş çekicisi, Müslümanlık, Türklük ve Türkçülük düşmanı ; başvekilliğinde en feci zulüm ve suistimallerin, Devlet reisliğinde de en korkunç istibdat ve ve yâran saltanatının merkezi ve nihayet muhalefetinden ebediyyen kendisi için kurulan muhalefet makamının meccani ve sahtekar lüpçüsü!... Sonunda meccânilik ve lüpçülüğün son basamağı olan “Z” vitamini sayesinde ölüme çare bulunacağını sanırken şimdi şerefli ölüler arasında kendisine yer arıyor! Yeri yoktur! İnönü, korkuyla bağırıyor, yalvarıyor, ağlıyor, nefesi tıkanarak topraklarda yuvarlanıyor, taş parçalarına tutunmak için mezbuhane gayretler sarfediyordu. Sahnenin bir köşesinde ak sakallı ‘’Tarih Baba’’, önündeki büyük kitabın yazısız sayfası açık olarak duruyor, bu kıyamet manzarasına bakıyordu. Esen, kasırga değil, şehit ruhları idi. Bunlar Beşeri Şef’i paramparça etmişlerdi. Şimdi ondan yegane şey birkaç damla kara boya. Kasırga, bu kara boyayı Tarih Baba’nın kitabına doğru sürüklüyor. Ak sakallı ihtiyarsa bu kapkara boyaları ak sayfaların üstüne kabul etmek istemeyerek eliyle itiyordu. Fakat kasırga galip geldi ve kara boyalar ak sayfanın üstüne bir iki satır halinde yapışıp kaldı. Kasırga bir anda dinmişti. Bütün şehitler, bütün ölüler kendi yerlerine gitmişlerdi. Tarih Baba kitabına yazılan iki kara satıra eğilip okşayarak, başını kaldırdıktan sonra yüzünü buruşturdu : ‘’Yazık…! Kitabım hiç böyle kirlenmemişti.!
Hüseyin Nihal Atsız (Dalkavuklar Gecesi - Z Vitamini)
Real Fact about Angles: Angels are material but ethereal (Latif), more ethereal than the gaseous phase of matter. They are Nurani( Luminous, Spiritual). They are alive. They have reason ( ). Evils peculiar to human beings do not exist of angles. They can take any shape. As gases turn into liquid and solid and take any shape when becoming solid, likewise angles can form beautiful shapes, Angles are not souls that have parted from the bodies of great men. Christians presume that the angles are such spirits. Unlike energy and power, they are not immaterial. Some ancient philosophers supposed so. all of them are called Malaika "Malak" (angel) means 'envoy, messenger' or 'power.' Angles were created before all other living creatures. Therefore, we were commanded to believe in them before believing in the heavenly books, which come before belief in prophets; and in the Holly Quran the names of these tenets of belief are given in thes succession. Belief in angles has to be as follows: angels are creatures of Allahu Talal (God). They are not His Partners, nor are they His daughters as disbelievers and polytheists suppose. They Obey His Commands (God's Commands) and never commit sins or disobey the commands. They are neither male or Female. They are do not get married. They do not have children. They have life; that is, they are alive. When Allah (the God) announced the He was going to create human beings, angels asked, "Ya Rabbi! (Oh God) Are You going to create creatures who will corrupt the world and shed blood?" Such questions, called Dhella, from angles do not changes the fact the they are innocent. Of all creatures, angels are the most plentiful. No one but Allah (the God) knows their number. There is no empty space in the skies where angels do not worship. Every place in the skies is occupied by angels in Ruku (blowing during Namaz) " a kind of worship or pray" or in the Sujda (Prostrating) " a kind of worship or pray to God". In the skies, on the earth, in grass, on stars, in every living and lifeless creature, in every rain-drop, plant leaf, atom molecule, in every reaction, motion, in everything, angels have duties. They carry out Allahu Tala's (the God) commands everywhere. They are intermediaries between Allahu tala (The God) and creatures. Some of them are the commanders of other angels. Some of them brought messages to Prophets among human beings. Some angels bring good thoughts, called "Ilham" (inspiration), to the human heart. Some others are unaware of all human beings and creatures and have lost consciousness upon feeling Allah Tala's (The God) beauty. Each of theses angels stays in a certain place and connot leave its place. Some angels have two wings and some have four or more. Angels belonging in Paradise stay in Paradise. Their superior is Ridwan. Angels of Hell, Zabanis carry out in Hell what they are commanded. The fire of Hell does not harm them, as the sea is not harmful to fish. There are nineteen leading Zabanis. Their chief Is Malik. For each human being, there are four angels who record all their good and bad acts. Two of them come at night and the other two come during the day. They are called Kiram Katibin or angels or Hafaza. There is another scholarly report stating that the on one’s right side is superior to the one on the left and records the good deeds. The one on the left writes down the evil deeds. There are angels who will torment disbelievers and disobedient Muslims in their graves, and angels who will ask questions in graves. The questioning angles are called Munkar and Nakir. Angels who will question Muslims are also Called mubashshir and Bashir. At the first sound of the “Sur”, all angels except the Hamalat al-Arsh and the four archangel’s will be annihilated. Then the Hamalat al-Arsh and then the four archangels will be annihilated. At the second sound all angels will be annihilated after all the living creatures, as they were created before all.
Walid S
Ako se ne osjećaš sretno onda znaj da ti namaz nije dobar. Velika je razlika između namaza sa kojim se želimo odmoriti i namaza od kojeg se želimo odmoriti.
Mithad Ćeman
...Bugünkü biçimde "şartları" tanımlayan kimdir bilmiyorum,fakat onlar Kur'an'ın ruh ve bütünlüğünü ifade etmiyorlarsa, onu yapan otoritenin ismi çok da önemli değildir.Şartların öğrenilmesi (ezberlenmesi) Kur'an'ı anlayarak okumanın yerini aldı.Kısaltma metotları çok riskli ve bu sebeple de sorumluluk taşır.Onlar,içlerinde ana fikrinin sakatlanması tehlikesini taşırlar,kendileri ise insanların manevi tembelliğinden destek görmektedirler.Yani,insanlar,kısaltılmış versiyonları,kısalığı,özeti,hazır tanımlamaları severler.Bu durum onları uzun ve zahmetli şahsi araştırmalardan kurtarır.Beş şartı ezberlemek Kur'an'ın bütününü araştırmaktan daha kolaydır.Çok açık ve kesin bir biçimde adil olma çağrısı,aynı açıklık ve kesinlikle ifade edilen mücadele(cihat) emri,Kur'an'ın çok yerinde zikredilen ve bu sefer iyiliğin sadece namaz ve oruçta değil, çok geniş anlamda,Kur'an'ın ışığında olan "iman edin ve iyilik yapın(salih amel)" şeklindeki çağrıları nerededirler?...
Alija Izetbegović (İslami Yeniden Doğuşun Sorunları)
U noći Israa i Miradža, na svom blagoslovljenom putovanju, Allahov Poslanik, sallallahu alejhi ve sellem, pored velike ljubavi i bliskosti kojma je te noći obasut, nagrađen je i sa tri veličanstvena poklona: darovano mu je pet dnevnih namaza, završetak sure El-Bekara i svakom pripadniku njegovog ummeta oprošteni su čak i veliki i upropaštavajući grijesi, pod uvjetom da Allahu ne bude pripisivao druga. (Muslim, 173)
ناصر بن مسفر الزهراني (Upoznaj Poslanika, sallallahu alejhi ve sellem, u nekoliko minuta)
Danas učimo sve! Znaj ovo, znaj ono.. Ima četri mezheba, ima toliko mišljenja. Al' voli li on bolan namaz? Voli li on bolan Allaha spominjati? Voli li on Kur'an učiti? Ako ne voli, možeš ga naučit hafiz Kur'ana da bude, al' KAKVE KORISTI IMA...? To je ono što formira insana, znanje, primjena i ljubav.
Kenan Musić
It's the whistling," Laila said to Tariq, "the damn whistling, I hate more than anything" Tariq nodded knowingly. It wasn't so much the whistling itself, Laila thought later, but the seconds between the start of it and impact. The brief and interminable time of feeling suspended. The not knowing. The waiting. Like a defendant about to hear the verdict. Often it happened at dinner, when she and Babi were at the table. When it started, their heads snapped up. They listened to the whistling, forks in mid-air, unchewed food in their mouths. Laila saw the reflection of their half-lit faces in the pitch-black window, their shadows unmoving on the wall. The whistling. Then the blast, blissfully elsewhere, followed by an expulsion of breath and the knowledge that they had been spared for now while somewhere else, amid cries and choking clouds of smoke, there was a scrambling, a barehanded frenzy of digging, of pulling from the debris, what remained of a sister, a brother, a grandchild. But the flip side of being spared was the agony of wondering who hadn't. After every rocket blast, Laila raced to the street, stammering a prayer, certain that, this time, surely this time, it was Tariq they would find buried beneath the rubble and smoke. At night, Laila lay in bed and watched the sudden white flashes reflected in her window. She listened to the rattling of automatic gunfire and counted the rockets whining overhead as the house shook and flakes of plaster rained down on her from the ceiling. Some nights, when the light of rocket fire was so bright a person could read a book by it, sleep never came. And, if it did, Laila's dreams were suffused with fire and detached limbs and the moaning of the wounded. Morning brought no relief. The muezzin's call for namaz rang out, and the Mujahideen set down their guns, faced west, and prayed. Then the rugs were folded, the guns loaded, and the mountains fired on Kabul, and Kabul fired back at the mountains, as Laila and the rest of the city watched as helpless as old Santiago watching the sharks take bites out of his prize fish.
Khaled Hosseini (A Thousand Splendid Suns)
Kada bi borcu postao pancir težak pa ga odstranio, i sablja teška pa je bacio, i hrana i piće teški pa ih negdje ostavio, potom sretne neprijatelja bez oružja, pancira, gladan i žedan kako mu se može suprostaviti?! Isti je slučaj s vjernikom kome zikr postane težak pa ga napusti, i dova teška pa je ostavi, i dobrovoljni namazi postanu teški pa ih ostavi, i propisanani namazi pa ih ne klanja u propisano vrijeme, i naredbe i zabrane teški pa ih se ne pridržava, potom se žali kako ga je šejtan porazio?! Ne, vec je on samog sebe izdao i porazio! Svevišnji Allah kaže: "I sami sebe u propast ne dovodite" El-Bekara, 195.
Safet Kuduzović
Yayladan gelirken yolun sağında Hoş geldin misafir in dedi bana Çıkardı memesin verdi ağzıma Yorgunsun sevdiğim em dedi bana Gürleyen gök müdür esen yel midir Arap atı tavlasında bellidir Deste kakül al yanakta gamlıdır İpek kakül değil tel dedi bana Biçare Ruhsat hiç haram yemez Birinin sırrını birine demez Boynumuza farzdır beş vakit namaz Ak göğsün üstünde kıl dedi bana
Günel Altıntaş (Unutulmaz Erotik Şiirler)
Bir cevap Buyurulmuş ki: Şimdi Allah'a söver, sonra, biraz bol para ver, Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder, Molla Sırat'a Ben ki, üç beş pulu tercihinden Protestanlara zangoçluk eden Şairim... Kesin bilgi kürsüsünün ziyneti, İslam dininin yorumcu şairi Molla Sırat hazretlerine edebî Saygılarımı sunarak Tereddütsüz diyorum ki: Zangoçluk Sıfatına lâyık bulunduk; Lâkin aldanma sakın üstadım, Ben de bir parça inanırım Tanrı'nın birliğine Bana anlatma o güzel dini, Bilirim ben de senin bildiğini; Okudum ben de ilâhi kitabı, Dinledim ben de ilâhi hitâbı; Ben de sizin gibi cami cami Dolaşıp namaz kıldım; - Cennet isteğiyle meşgul hayâlim, Cehennem korkusuyla üzgün yüreğim- Ben de tırmandım ulu Tûba'ya Ben de çıktım Melâ-i Âlâ'ya; Ben de âşıktım ezan nağmesine Bir koşardım ki o Allah sesine! Ben de tespih, dua, savm ü salât, Hepsini, hepsini yaptım, heyhât! Çünkü telkinlere aldanmıştım, Kandığın şeylere hep kanmıştım; Bilmeden, görmeden iman ettim, Nefsimi dinime kurban ettim; Sevdim Allah'ı da Peygamber'i de; O alay kaldı bugün hep geride. Anladım çünkü hakikat başka, Başka yoldan varılırmış Hakk'a. Saydığın hârikalar, mucizeler Birer zekâ büyüsüdür ki insan Sürekli açıyor sırlarını; Mucize gösterenler unutmuş yarını. Aldatan ve aldanan o İsa, Musa; Köhne bir tılsımlı yalandır asâ, İnsanın böyle sapmaları var; Putunu kendi yapar, kendi tapar. Ara git kilisesini, gez Kâbe'sini, Dinle tekbiri, işit çan sesini, Göreceksin ki, bütün boşluktur, Umduğun, beklediğin şey yoktur; “Yapma”, Allah'ı gibi Şeytan'ı, Buda'sı, Ehrimen'i, Yezdân'ı; Topunun yaradanı bir korkak kuruntu Gölgeler, gölgeler... Onlarda derin Bir karanlık sezerek çevrildim, Acı bir darbe yiyip devrildim. Şimdi cennete cehenneme aldırmadan Süzerim evreni hayran hayran! Ben ne tapınılan ne taptıran bilirim Kendimi yaratılışa tapan bilirim. Gökte binlerce mescit görürüm, Orada vicdânımı secdede görürüm. Bu secdedir işte benim tapınmam, Bu ibadetle geçer zamanım, Bu ibadetle övünür, sevinirim. Beni ben bir kayadan fark edemem: Bir minik kuşla biriz tapmakta: Ben de “Lâilâhe-ill-Allah” derim ishakkuşu da. Doğruluk, sevgi ve vefa, tevazu, Merhamet, iyilik ve yurtseverlik, hakkaniyet Sonra bir şaire “zangoç” dememek... İşte vicdanımın yörüngesi bunlar! Düşünüp işlemek âyinimdir, Yaşamak dini benim dinimdir. Müminim: Varlığa imanım var, Her kanat bir meleği açıklar Peygamberlere göstermem ilgi, Bir örümcek götürür Hakk'a beni!.. Kitabım tabiatın kitabı, Bendedir iyinin de kötünün de sebebi. Varırım böylece mezarıma dek, Diriliş ve öbür dünyaya gerek görmem pek. Taşırım coşkun yüreğimde İnsanın aşkını da elemini de... Din-i Hakk bence bugün din-i hayat... Sen ne dersin buna, ey Molla Sırat?..
Orhan Karaveli (Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği)
Elli Vakit Namaz Çoktur, Git İndirim Yaptırt!" Mûsâ'yla konuşurlar: — Tanrı senin ümmetine ne farz etti? — Elli vakit namaz. Her gün için. — Buna, ümmetinin gücü yetmez. Efendi Tanrı'na (Rabbine) dön de İNDİRİM yaptırt! Muhammed, günlük namaz vakitlerinde indirim yaptırtmak için Efendi Tanrı'sına döner. "Namaz İndirimi İçin Muhammed'in 6. Gök Katıyla Saray Arasındaki Gidiş Gelişleri" Muhammed, Tanrı'ya vardığında bir indirim yaptırtır. Ne var ki, dönüp Mûsâ'nın yanına geldiğinde, Mûsâ yine çok bulur namaz vakitlerini. İndirim yaptırtmasıması için Muhammed'i bir daha gönderir. Muhammed gider, bir indirim daha yaptırır. Döner, Mûsâ bunun da çok olduğunu, yine çıkıp indirim yaptırtması gerektiğini söyler. Muhammed yine gider, yine indirim yaptırır. Ve böylece birkaç gidip geliş sonucunda, günlük namaz vakti sayısı 5'e iner. Mûsâ bunu da çok bulmuştur. Ama Muhammed, artık utandığını, gidip yeni bir indirim yaptırmak için yüzünün kalmadığını söyler ve günlük namaz vakit sayısı 5'te kalır. Ve Tanrı, "Beş vakittir, ama yine de elli vakittir” der; bir ayetten alınma, “Benim katımda söz değişmez" (Kâf Suresi, 29. ayet) anlamındaki parçayı ekler. Şunu da söyler: "Ana Kitab'da nasıl farz kıldımsa öyledir. Beş vakitten her birine on katı sevap olunca yine elli vakit eder."* Efendi Tann (Rab), "görüş değiştirmedim!" demeye getiriyor, ama yine de bir “değişiklik olduğu” üzerinde birleşiliyor. Çünkü, “50 vakitten, 5 vakte indirim" olmuştur. İleri sürülür ki, “Yahudilikte farz olan da, 50 vakit namazdı." Ve Efendi Tanrı'nın, Müslümanlardan kendisine şöyle yalvarmalarını bu nedenle istediği belirtilir: "Efendi Tanrımız (Rabbenâ)! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme!" (Bakara Suresi, ayet 286.)** Daha "tebliğ edilmeden" namaz vakitlerinde indirimler yapılmış olmasının uygun gerekçelerle açıklaması için çok çabalanıyor, ama kolayca içinden çıkılamıyor. *** Tartışmalarda açıklığa kavuşmayan bir soru: — En iyisini, Tanrı değil de, Mûsâ mı biliyordu? * Buhârî, e's-Sahîh, Kitabu's-Selât/1, Kitabu't-Tevhid/37; Tecrîd, hadis no. 227, 1551; Müslim, e's-Sahîh, Kitabu'l-İmân/259-265, hadis no. 162-164. ** Yorum için özellikle bkz. F. Râzî, 7/146. *** Askalanî, Ferhu'l-Bârî, Bulak Matbaası, Mısır, 1300, 1/391-392.
Turan Dursun (Tabu Can Çekişiyor - Tanrı ve Kuran)
Yeryüzünün gerçek vatanları olmadığı, bu hayatın bir geçitten ibaret olduğu, bu dünyada mutlu olmak için yaratılmış olmadıkları, hükümdarların kudret ve nüfuzlarını Tanrı'dan aldığı ve bu nüfuz ve kudreti kötüye kullanmalarının hesabını ancak Tanrı'ya vermek zorunda oldukları, bunlara direnmenin asla doğru olmadığı vb. insanlara söylene söylene, hükümdarların kötü durumlarının ve kavimlerin felaketlerinin pekişmesi sonucuna ulaşıldı. Dini yargılar ve ilkeler ne kadar çok incelemeye alınırsa, insan o oranda inanır ki, bu yargıların, bu ilkelerin tek hedefi, toplumlara asla saygı göstermeyen zorbaların ve rahiplerin çıkarıdır. Sağır ilahlarının güçsüzlüğünü maskelemek için, din, insanları şuna inandırmayı başarmıştır: "Gökyüzünün (Tanrı'nın) gazabını alevlendiren, hep isyanlar, itaatsizlikler ve günahlardır." Bu yüzden, kavimler her an uğradıkları felaketlerden, sıkıntılardan dolayı, özellikle kendi kendilerini azarlar, sorumlu tutarlar. "Tanrı bizi bu felakete çarptı, çünkü namaz kılmıyoruz, oruç tutmuyoruz, kadınlar açık seçik geziyor vb." derler. Düzeni bozulmuş doğa, bazen darbelerini uluslara hissettirirse, çoğu kez doğrudan doğruya kötü yönetimler, kötü hükümetler nedeniyledir. Katlanmak zorunda oldukları dertlerin ve felaketlerin kaynağı, bu kötü yönetimler, hükümetlerdir. Yeryüzünü berbat ve perişan eden kıtlıklar, dilencilik, sefalet, savaşlar, bulaşıcı hastalıklar, kötü ahlak ve pek çok sayısız felaket ve zarar ziyan, çoğu kez hep hükümdarların, büyüklerin ihmalleri yüzünden ve kötü ahlakları, zulüm ve baskıları eseri değil midir? İnsanların bakışlarını sürekli olarak göklere çevirerek, bütün felaketlerinin ilahi gazap eseri olduğuna onları inandırarak, sıkıntı ve üzüntülerini sona erdirmek için onlara etkisiz ve beyhude araçlardan başka bir şey sağlamayarak, denilebilir ki, rahipler, milletlerin sefaletlerinin kaynağını düşünmesini yasaklamaktan başka bir şey amaçlamamış ve bu yoksulluk ve sefaletleri sonsuz kılmak istemişlerdir. Din imamları, o yoksul analar gibi hareket ederler ki, aç çocuklarını ninnilerle uyuturlar ya da çocukları bunaltan açlığı unutturmak için onlara oyuncaklar verirler. Ta çocukluklarından beri batıl düşüncelerle gözleri kör edilmiş, görülemeyen fikir bağlarıyla bağlanmış, asılsız korkular altında ezilmiş, cehaletin kucağında uyuşmuş kavimler, üzüntü ve sıkıntılarının gerçek nedenlerini nasıl öğrenebilir? Bu dertlere, Tanrı'dan yardım isteyerek çözüm bulacaklarına inanırlar. Ne yazık! Görmüyorlar mı ki, altında inledikleri eziyetlerin gerçek nedenleri olan ve kendileri için Tanrı'dan yardım istedikleri zorbalarının yalın kılıcına boğazlarını sunmaları, bu ilahlar adına emrediliyor.
Jean Meslier (Akl-ı Selim)
Garpçılar'ın temel düşünceleri şöyle özetlenebilir: Din, halkın anladığı biçimde alındığı takdirde, birtakım hurâfelere, İsrâiliyyât denilen hikâyelere körü körüne inanmak ister. Garpçılar'a göre, bu şekilde yorumlanan bir İslâmiyet , çağdaş medeniyeti benimsemeye engeldir. Onlara göre, seçkinlerin dini ahlâktır, namaz ve niyazla Müslüman olunmaz. Onlar, hurâfelerden arınmış "ilmî bir islâmiyet" önerisinde bulunurlar. Modern ilme inanan müslüman, bilgisiz bir müslümandan yüz kere daha müslümandır. Garpçılar'ın, öteki düşüncelerinden biri de şudur: İslam dini, VII. yüzyılda her şeyden önce bir çöl toplumu için kurallar getirmiş olup, XX. yüzyılda bunlar ileri bir toplum ve yaşam tarzı için yeterli değildir. Selâmetin yolu, güçlü olmak, zengin olmak, ilim ve kültür sahibi olmakla mümkündür. Ekonomik refâhı sağlayamayan bir toplum için günümüzde hayat hakkı yoktur. Garpçılar'a göre, bize kadar gelen islamiyet, modern uygarlığa ayak uyduramaz. Yeni bir ahlak, geleneksel islamiyetin yerini alacaktır. Başka deyişle, Batı'daki Protestanlık gibi, islamiyet'te de köklü bir reform gerekmektedir. Garpçılar, 1908 Devrimi'nden önceki yazılarında İslamiyet'i yenileştirmeyi önerirler. Dünyanın ve insanın yaratılışı hakkında Kur'an'daki ayetlere karşı Darwinizm'i savunurlar. Garpçılara göre, bu dünya öteki dünyadan daha önemlidir. Bu dünya, öteki dünyaya hazırlık için bir geçit değildir.
Halil İnalcık (Atatürk ve Demokratik Türkiye)
Hep birden: Elhamdü-l-illah Müslümanız, diye cevap vereceklerini sanıyordum, Fakat öyle olmadı. Cevaplar karıştı. Kimisi «İmamı â'zam dinindeniz" dedi. Kimisi ”Hazreti Ali dinindeniz” dedi. Kimisi de hiçbir din tayin edemedi. Arada: —İslâmız, diyenler de çıktı ama; peygamberiniz kimdir? deyince, onlar da puslayı şaşırdılar. Akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı. Hatta birisi: — Peygamberimiz Enver Paşa'dır! dedi. İçlerinden peygamberin adını duymuş olan birkaçına da: Peygamberimiz sağ mı? Ölü mü? deyince iş gene çatallaştı. Herkes aklına gelen cevabı veriyordu. Bir kısmı sağ, bir kısmı ölüdür tarafını tuttu. Fakat birisinin kuwetle konuştuğunu, yahut bir tarafin daha ağır bastığını görünce, diğer tarafin da kolayca o tarafa kaydığı görülüyordu. Peygamberimiz sağdır diyenlere: — O halde peygamberimiz hangi şehirde oturur, diye sordum. Cevaplar tekrar karıştı. Onu İstanbul'da, Şam'da yahut Mekke'de yaşatanlar oldu. Hiçbir yer tayin edemeyenler daha çoktu. Peygamber ölmüştür diyenlere de: — Peygamberimiz ne kadar zaman evvel öldü? denildiği zaman bu sefer onlar şaşırdılar. Yüz sene önce, beş yüz sene önce, bin sene önce diye gelişigüzel cevaplar verenler oluyordu. Fakat çoğu, vakit tayin edemiyordu. Dinimizin adı ve peygamberimiz bilinmeyince de, din ilkelerini ve ibadetleri doğru dürüst bilen hiç kimse çıkmadı. Ezan dinlemişlerdi. Fakat ezan okumayı bilen yoktu. Namaz kılan bir iki kişi çıktı. Fakat onların da hiçbiri, namaz surelerini yanlışsız okuyamadı. Daha garibi, niçin namaz kıldıklarını bir türlü anlatamadılar. Sonra: - Köyünde cami olanlar ayağa kalksın, dedim, Gerçi köylerinde cami olan birkaç kişi kalktılar. Fakat onlar da bayramlarda, cumalarda âdet yerini bulsun diye camiye gitmişlerdi. Köylerinde mektep olan bir tek kişi çıkmadı. Bazı camili köylerde, cami odasında küçük çocuklara imam tarafından Kur'an ezberlettirilmeye çalışıldığını görmüşlerdi. Ama usulü dairesinde ve ayrı bir köy mektebi gören kimse yoktu. İlk ders beni şaşırtmıştı. Bu bölük, o zamanki milletin bir parçasıydı. Hepsi de Anadolu köylüleriydiler. Biz Anadolu köylüsünü dindar, mutassıp bilirdik. Halbuki bu gördüklerim sadece cahildiler. Fakat asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu, Daha ilk sual cevaplarda anlaşıldı ki, bu askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da bilmiyorlardı. — Biz hangi milletteniz, deyince her kafadan bir ses çıktı: Biz Türk değil miyiz? deyince de hemen: — Estağfurullah!... diye karşılık verdiler. Türklüğü kabul etmiyorlardı. Halbuki biz Türk'tük. Bu ordu Türk ordusu idi. Türklük için savaşıyorduk. Asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız ancak bu Türklük olabilirdi. Fakat ne çare ki, bu "Biz Türk değil miyiz?” diye sorunca "Estağfurullah" diye cevap verenlerin görüşüne göre, Türk demek Kızılbaş demekti. Kızılbaşlığın İse ne olduğu bilinmiyordu. Ama, onu herhalde kötü bir şey sayıyorlardı. Yahut belki de aslında Kızılbaş oldukları halde böyle görünüyorlardı. Anadolu'da vaktiyle binlerce, on binlerce insan Kızılbaş oldukları için öldürülmüşlerdi. Gerçi bu öldürülenler hakiki saf Türk aşiretler halkı, Oğuz Türkleri'ydiler. Demek ki korku hâlâ yaşıyordu... Dininde, milliyetinde birleşmiş olmayan bu bölük, dersler ilerledikçe görüldü ki, devletin şeklini, devletin adını, padişahın İsmini, devletin merkezini, başkumandanı ve onun vekilini de bilmemektedir. Hele iş, vatan bahsine dönünce, büsbütün karıştı. Kısacası, vatanımızın neresi olduğunu bilen yoktu. Yahut da bütün bilgiler, belirsiz, köksüz, şekilsiz ve yanlıştı. - Suyu Arayan Adam Sayfa 87
Şevket Süreyya Aydemir (Suyu Arayan Adam)
Indian police booked a Molana for offering Namaz at coaching centre in Uttar Pardesh.
Hinducracy and India
NAMAZ - SALAT Na Sudnjem danu namaz je kao prijemni, ko ne bude imao namaza sve mu ostalo propada. Čovjek će imati od namaza onoliko koliko bude mislio na namaz. Namaz mora pozitivno djelovati na klanjača. Kuće u kojima se ne klanja su kao grobnice, tu nema rahatluka ni ljubavi, bez obzira koliko dunjaluka imali dok one kuće gdje se Kuran uči i klanja, one su pune smisla, rahatluka i zadovoljstva. One svijetle na nebu kao nama zvijezde na Zemlji.
Husejn Čajlaković (Husejn Čajlaković)
you and i belong to this city this city which we both love this city of stupa and chanting of temple and arati of church and hymn of masjid and namaz of gurudwara and gurbani this city of love and affection this city of culture and tradition this city reaching for a modern sky yet its roots deep and ancient! you and i belong to this city this city which we both love.
Avijeet Das
Haşir gününde insanlar bir araya toplandığında bazı yüzler yıldız gibi parlayacak. Melekler onlara soracaklar: "Sizi bu mertebeye yaptığınız hangi amel getirdi?" Onlar da diyecekler ki: "Dünyadayken ezan-ı şerifi duyar duymaz hemen Cenab-ı Allah'ın huzuruna girmek için abdest almaya koşardık." Bazı insanlar da yüzleri güneş gibi parlarken görülecek. Bu insanlar da "Helal kazandık helal yedik. Kazancımızın bir bölümünü fakirlere verdik. Camiye daha namaz vakti gelmeden gittik ve ezanı caminin içinde dinledik" diye cevap verecekler. Demek ki namazın mükafatının derecesi namaza hazır duruşumuz ve namaz kılmaya iştiyakımız derecesinde olacaktır.
Rabia Christine Brodbeck (Sonsuz Kulluk)
Dost Ku Dolat Ki Niga Sy Mat Dhaku Aksar Wafa Krny Waly Dost Gareeb Huty Han Hazrat❤️Ali R.A دوست کو دولت کی نگاہ سے مت دیکھو اکثر وفا کرنے والے دوست غریب ہوتے ہیں حضرت علیؓ Logoo Ko Dua Ky Liyay Kayny Sy Zaida Baytr Ha Aasay Aamal Kru Ky Logoo Ky Dil Sy Aip Ky Liyay Dua NiKly Hazrat Ali R.A لوگوں کو دعا کے لئے کہنے سے زیادہ بہتر ہے ایسے عمل کرو کے لوگوں کے دل سے آپ کے لئے دعا نکلے حضرت علیؓ Logoo Ky Aayboo Sy Es Tra Ghafil Hu Jao Jes Tra Sooty Huwy Tum Dunya Sy Ghafil Hu Jaty Hu Hazraat❤️Ali R.A لوگوں کے عیبوں سے اس طرح غافل ہو جاؤ جس طرح سوتے ہوئے تم دنیا سے غافل ہو جاتے ہو حضرت علیؓ Namaz Ki Fiker Apny Oopr Farz Khada Ki Kasam Dunya Ki Fiker Sy Azad Hu Jao Gy Or Kamiyabi Tumary Kadam Chomy Gi Hazrat❤️Ali R.A نماز کی فکر اپنے اوپر فرض کرلو خدا کی قسم دنیا کی فکر سے آزاد ہو جاؤ گے اور کامیابی تمہارے قدم چومے گی حضرت علیؓ Guna Pr Nadamat Guna Ko Mita Dyti Ha Nayki Pr Gror Nayki Ko Taba Kr Dyta Ha Hazrat❤️Ali R.A گناہ پر ندامت گناہ کو مٹا دیتی ہے نیکی پر غرور نیکی کو تباہ کر دیتا ہے حضرت علیؓ Sabr Ki 2 Surtayn Han Ju Phasand Hu Usey Bardasht Krna Or Ju Phasand Hu Es Ka Entaazr Krna Hazrat❤️Ali R.A صبر کی دو صورتیں ہیں جو نہ پسند ہو اسے برداشت کرنا اور جو پسند ہو اس کا انتظار کرنا For more urdu quotes and urdu poetry visit our website urdupoetryweb.com
Hammad Baig
Arré, let's go further, janaab. There is much to be seen in Pahalgam." Mushtaq took a long time to understand that I hadn't actually wanted to come to Pahalgam. When we moved forward after having girda and kahwa, I saw a dense deodar forest beside the road. I asked him to park on the side, and we entered the forest. "There are many such places in Kashmir,' Mushtaq said as he sat on the grassy ground. "These places are so special.' I could lay bare my Kashmir in front of Mushtaq. There was something about him that put one at ease. I kept touching and looking at the deodar trees. How nice it was to roam with this form of life, hundreds of years old; what all they might have witnessed, and, in spite all that, they stood quietly, emanating so much peace and calm. I lay down under a tree. Mushtaq walked down to the river, washed his hands and sat down at a distance to perform the namaz. There could not be a more pious place than this to pray.
Manav Kaul (Rooh, A Novel)
Da, pet namaza svaki dan, čim čuješ poziv (ezan), znaj da je to poziv za Džennet. A ko bude se pravio gluh na svaki poziv, neka zna da sam snosi odgovornost, a valja stati pred Allaha!
Saudin Čokoja (Neka pobijedi dobra strana duše)
Baksam sevişirler şimdi ve salıncak kurarlar Hatırlamak en büyük düşmanıdır yalnızlığın Ucunda yaşamak var Bütün yolları denedim Akşamları testilere testilere dokundukça Gölgelere sığındıkça gördüm Kur'an okuduklarını Namaz kıldıklarını Gün gelir inanırsın dedi en yaşlıları "Yaşlanınca görürüm seni" Sakalım ağarmamışken öldüm ve ölünce sevindi Zencefil sattı çarşıda Her şeyi unuttum Hiç hatırlamadım Gün geldi hepsi silindi ama Neden öldüğümü anlamadılar Çünkü güneşler doğdu çarşılar üzerine Uzaklardan bir deniz büyüdü uykularına Elleri karılarına değdi, çocukları ağladı birden Kum tanecikleri büyüdü gözlerine kaçtı çünkü Birer birer uyandılar Gecikmiş bir alevle ışıyınca sokaklar Zencefillerini çıkarıp eskitilmiş Bir çarşıya başladılar
Ülkü Tamer
GELİNLİK KIZIN ÖLÜMÜ Salâ verilirken kalktık kahveden, Cumaydı, yılın en beklemiş günü, Yemeni gibi üstünde tabutun, Gölge veren ağaçsız bir gökyüzü. Kızın babası yanımızda, boyu uzun, Zayıf, ağzında mırıltılar. On köylü, iki subay, bir tezkereci er, Sıralandık ahşap mescidin avlusunda, Namaz kılmadı adam, ağlamıyordu da,
Melih Cevdet Anday
Halktan biri gibi camide cema'at arasında namaz kılan veya saray kapısından halkın şikayetlerini dinleyen babası II. Murad'dan farklı olarak Fatih, sarayda dahi ancak belli kimselere kendisine hitap ve arz imkanı veriyor, divan toplantılarında hazır bulunmayarak devlet işlerini ancak özel bir arz odasında devlet erkanı ile müzakere ediyor, sanki kişiliği kutsal bir imparator gibi davranıyordu.
Halil İnalcık (Devlet-i ‘Aliyye - Klasik Dönem (1302-1606): Siyasal, Kurumsal ve Ekonomik Gelişim)
He also told me of the five obligations Muslims have to fulfill in their lives: to believe in Allah as the one true God, to offer namaz or prayer five times every day, to fast during the month of Ramadan, to give in charity to the deprived, and to perform Hajji—the pilgrimage to Mecca—at least once in life.
Radhanath Swami (The Journey Home: Autobiography of an American Swami)
Ayesha, whose nineteen-year-old son had died after eighteen months in service, is one of many who attested to the policing of affect by men, in this case her husband. She explained that “they did not take me to the graveyard. Women normally don’t go, but when someone is a shaheed, women will go along to watch the parade. His [the dead son’s] father did not take me. He said to me, ‘A woman can bear less, for she is weak.’ He said to me, ‘You say namaz (funeral prayer), [but] the shaheed has a high status; you can’t cry for this death.’” She stopped and then added, perhaps to further explain to me why her husband didn’t think it was wise to take her, “I looked at the flag on the coffin, and I felt okha (uneasy). I still feel that way when I see the flag.” 175/378
Maria Rashid (Dying to Serve: Militarism, Affect, and the Politics of Sacrifice in the Pakistan Army)
Bhajan mera sukoon hai, Namaz meri aankhon ki thandak, main in mein say kisi ko bhi nahi chor sakta. They complete me (Bhajan is my solace, Salah is the soothing balm for my eyes, I cannot abandon either. They complete me).
Aqsa Abdul Qadir (Wealth In The Treehouse: Stories of Karachiites)
Namaz is the key of success.
Charley
Oh Muslims! Just think what the Europeans reduced you to after they escaped from the clutches of the Bible, to master the sciences that are beneficial for our times. You were pushed out of Spain, you were subjected to massacres, and you were crushed in Austria, Hungary, Serbia and Bulgaria. Your control over Mughal India was snatched away. They are ruling you in Arabia, Mesopotamia, Iraq and Syria. Just as our [Hindu] yajnas, prayers, Vedas, holy books, penances, curses could not harm the Europeans, so too will your Quran, martyrdoms, namaz, religious lockets make no difference to them. Just as the maulvis sent armies to war in the belief that the men who fought under the banner of Allah would never lose, so did our pundits peacefully sit back to repeat the name of Rama a million times. But none of this prevented the Europeans. With their advanced weapons, they not only decimated the Muslim armies, but they even toyed with the fallen flag of Allah.
Vinayak Damodar Savarkar
Oh Muslims! Just think what the Europeans reduced you to after they escaped from the clutches of the Bible, to master the sciences that are beneficial for our times. You were pushed out of Spain, you were subjected to massacres, and you were crushed in Austria, Hungary, Serbia and Bulgaria. Your control over Mughal India was snatched away. They are ruling you in Arabia, Mesopotamia, Iraq and Syria. Just as our [Hindu] yajnas, prayers, Vedas, holy books, penances, curses could not harm the Europeans, so too will your Quran, martyrdoms, namaz, religious lockets make no difference to them. Just as the maulvis sent armies to war in the belief that the men who fought under the banner of Allah would never lose, so did our pundits peacefully sit back to repeat the name of Rama a million times. But none of this prevented the Europeans. With their advanced weapons, they not only decimated the Muslim armies, but they even toyed with the fallen flag of Allah.
V.D. Savarkar