“
Bu tipik bir plongeur hayatıydı ve o sıralarda bana hiç de fena bir hayat gibi gelmiyordu. Kendimi yoksul hissetmiyordum; zira kiramı ödeyip tütün, yol ve pazar günkü yemeğimin parasını ayırdıkan sonra bile içki için günde dört frank kalıyordu ve dört frank bir servetti. Böylesine basitleşmiş bir hayatın beraberinde -ifade etmesi çok güç- yoğun bir tatmin hissi geliyordu, iyi beslenmiş bir hayvanın hissedeceği türden bir tatmin. Çünkü gerçekten de plongeur'lerin hayatından daha vbasit bir şey olamaz. PLongeur'ler iş ve uyku arasında bir ahenk içinde yaşıyorlar, düşünmeye vakitleri yok ve dış dünyanın bilincinde bile değiller; onların Paris'î otel, metro, birkaç bistro ile yataklarından ibaret. Gezmeye gideceklerse, kucaklarına oturup istiridye ve bira yuvarlayan bir hizmetçi kızla en fazla birkaç sokak uzağa gidiyorlar. Boş günlerinde öğlene dek yatıyor, sonra sırtlarına temiz bir gömlek geçiriyor, içkisine zar atıyor ve öğle yemeğinden sonra tekrar yatıyorlar. Onlar için tek gerçek boulot, içki ile uyku; uyku, bunların arasında en önemlisi.
...
Paris'teki plongeur'lerle ilgili naçiz ifkirlerimden söz etmek istiyorum. Şöyle bir durup düşününce; büyük, modern bir şehirde binlerce kişinin, uyanık oldukları tüm anları yeraltındaki havasız odacıklarda bulaşık yıkayarak geçirmesi çok tuhaf bir durum. Benim yöneltmek istediğim soru, bu hayatın neden sürdüğü; ne amaca hizmet ettiği ve devam etmesini kimin, nedne istediği. Sadece isyankar, faineant davranmıyorum. Plongeur'lerin hayatının sosyal önemini değerlendirmeye çalışıyorum.
Bence işe, plongeur'lerin modern dünyanın köleleri olduğunu söyleyerek başlamalıyız. Konum olarak çoğu ağır işçiden daha iyi durumda olduklarından plongeur'ler için fazla sızlanmaya gerek yok ama yine de alınıp satılsalardı ancak bu kadar özgür sayılırlardı.
...
Asıl soru şu: Bu kölelik neden devam ediyor? İnsanlar, tüm işlerin mantıklı bir amaca hizmet etmek adına yapıldığına gözü kapalı inanıyorlar. Başkalarının hoş olmayan bir iş yaptığını görünce, bu işin gerekli olduğunu söyleyerek her şeyi çözdüklerini sanıyorlar. Sözgelimi kömür madenciliği zor bir iş ama gereklidir, kömüre ihtiyacımız var. Lağımda çalışmak tatsız bir iş ama birilerinin lağımda çalışması lazım. Plongeur'lerin işi için de benzer bir durum geçerli. Birtakım insanların lokantalarda beslenmesi lazım, bu yüzdne de birileri haftada seksen saat bulaşıkları temizlemeli. Bu medeniyetin bir gereğidir, dolayısıyla sorgulanamaz. Bu noktayı ele almalıyız.
Plongeur'lerin işi gerçekten de medeniyet için gerekli mi? Zor ve tatsız bir iş olduğundan ve ağır işleri bir tür fetişe dönüştürdüğümüzden bunun "namuslu" bir iş olduğunu hissediyoruz belli belirsiz. Bir adamın bir ağaç kestiğini görünce, sadece ve sadece kaslarını kullandığı için sosyal bir ihtiyacı giderdiğine inanıyoruz; çirkin bir heykel için güzel bir ağacı kesiyor olabileceği ihtimali hiç aklımıza gelmiyor. Plongeur'ler için de aynı durumun geçerli olduğu kanaatindeyim. Ekmeklerini alın teriyle kazanıyorlar ama bu, yararlı bir iş yaptıkları anlamına gelmiyor; belki de çoğu zaman bir lüks bile olmayan bir lüks tedarik ediyorlar.
...
Bir köle, demiştir Marcus Cato, uyumadığı her an çalışmalıdır. Yaptığı iş gerekli olsun olmasın çalışmalıdır çünkü çalışmak kendi içinde iyidir -en azından köleler için. Bu görüş hala canlılığını koruyor ve bir yığın gereksiz angarya işin oluşmasına yol açıyor.
Ben gereksiz işlerin içgüdüsel olarak sürdürülmesinin temelinde düpedüz ayaktakımı korkusunun yattığını inanıyorum. Ayaktakımı (diye iddia ediyor bu görüş) öyle aşağılık bir yaratıktır ki boş vakti kalırsa tehlike arz eder; onu düşünemeyecek kadar meşgül tutmak daha güvenlidir.
...
”
”