Lu Bu Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Lu Bu. Here they are! All 6 of them:

That must be Dong Zhuo!” cried Zhang Fei. “What’s the use of pursuing Lu Bu? Better seize the chief villain and so eradicate the evil by plucking up its roots.
Luo Guanzhong (Romance of the Three Kingdoms, Vol. 1 of 2 (chapter 1-60))
Japonya İkinci Dünya Savaşı'nda biyolojik silah kullanan tek ülkeydi. Silahlar kara kuvvetlerinin Mançurya'daki 731 No.lu Biriminde geliştirilmişti. Hıyarcıklı vebadan şarbona, kolera, tifoya kadar enfeksiyona yol açan muhtelif maddeler uçakla dağıtılacak sprey ve seramik bombalara dönüştürüldü. Japonlar bu silahları hususiyetle Çinlilere karşı kullandılar. Örneğin 1940 yılında veba bulaştırılmış bitler uçakla Ningbo'ya atılarak büyük bir salgın tetiklendi. 1942'de Doolittle Akını'na katılan Amerikan havacılarına ettikleri yardıma cevaben misilleme olarak Ciciang köylülerine karşı biyolojik silahlara başvuruldu. Tokyo'nun biyolojik savaşı en az dört yüz bin cana mal oldu. Buna mukabil bu alanda dünya liderliğini İngilizler ile Amerikanlar paylaşıyordu. 1941 itibarıyla İngiltere'nin elinde biyolojik silah mevcuttu ve ABD İngilizlerin uzmanlığından istifa ederek Maryland'de büyük bir bakteriyolojik savaş tesisi geliştirdi. Japonların teslim oluşuyla 731 No.lu Birim uzmanlarının birkaçı, deney verilerini Amerika'ya vermesi karşılığında yargılamadan muaf tutuldu.
R.G. Grant (İkinci Dünya Savaşı - Dakikalar İçinde)
Korku­ larımızın ve arzularımızın altını kısabilirsek biraz daha mut­ lu yaşayabiliriz Osman. "Bunu nasıl yapacağız?" diyebilirsin. Ben olsam derdim. Cevap tam da bu "Ben" dediğimiz şeyde galiba. Kendimi­ zi sabit, katı, değişmez bir şey sanıyoruz. Kim olduğumuz­ la ilgili fikirlerimiz ve kararlarımız var. Nelerden korktu­ ğumuzu, neleri istediğimizi, neleri sevdiğimizi, neleri sev­mediğimizi belirlemişiz. Bu sınırların dışına çıkarsak yanlış bir şey yapacakmışız gibi hissediyoruz. Kendimize "Ben" adında bir hapishane yapmışız, bir türlü tahliye olamıyo­ruz Osman.
Aylin Balboa (Bu Hikâye Senden Uzun Osman)
Sounds Represented By Letters Vowels A E I O U B BA BE BI BO BU CH CHA CHE CHI CHO CHU D DA DE DI DO DU DH DHA DHE DHI DHO DHU F FA FE FI FO FU G GA GE GI GO GU GH GHA GHE GHI GHO GHU H HA HE HI HO HU J JA JE JI JO JU K KA KE KI KO KU KH KHA KHE KHI KHO KHU L LA LE LI LO LU M MA ME MI MO MU MB MBA MBE MBI MBO MBU N NA NE NI NO NU
Shuk Institute (Learn Swahili for Beginners: 500+ Common Swahili Vocabulary and Useful Phrases)
1965 Türkiyesi Sayın İnönü, 27 Mayıs'tan sonra da, 1946'da başladığı denemenin başarısı için elinden geleni yaptı: 27 Mayıs'ı, "İlk Hedefler Beyannamesi" sınırları içinde tuttu. Seçim sonrası huzursuzluklarını ve darbe teşebbüs­lerini önledi. En güç durumlarda dahi, soğukkanlı ve güler yüzlü bir idarenin örneğini verdi. Ekonomik durgunluğu giderdi. İşçilere geniş haklar tanıdı. Fındık, tütün, buğday fiyatlarını yükselterek, köylü kütlesi­ni kazanmaya çalıştı. Ümit etmekteydi ki, artık yeni hir demirkırat dene­mesi önlenecek ve 27 Mayıs Anayasası çerçevesinde kalkınmanın zorun­lu kıldığı reformlara el atılacaktır. Ümitler gerçekleşmedi ve CHP, Menderes dönemindekinden çok daha büyük bir yenilgiyle karşılaştı. CHP, servet beyannamesi, vergi açıklaması, tarım vergisi, Sovyetler'le yakınlaşma gibi teşebbüslerden ve Toprak Reformu sözlerinden ürken varlıklı üyelerinin ihanetine uğradı. CHP'li eşraf ve ağa takımı, etkileri altındaki seçmenleri de peşlerinden sürükleyerek reformcu gidişe karşı durdular. CHP "ortanın solundayız" yerine, "sağındayız" da dese, hakim sınıf çıkarlarına dokunan tedbirler yüzünden bu ihaneti tanıyacaktı. CHP reformculuğunu son derece yetersiz bulan ilerici unsurların hir kısmı da, açık, seçik ve tutarlı hir programla ortaya çıkan TİP'e kaydılar. Böylece 20 yıllık deneme, halktan yana her türlü reform fikrine karşı çıktığı halde, fakir köylü ve işçinin oylarını toplayan Menderes politikası şampiyon­larını, büyükçe bir çoğunlukla yeniden iktidara getirdi. 20 yıllık denemenin ortaya koyduğu sonuç şudur: "Feodal kalıntılardan hâlâ kurtulamamış ve az sayıdaki işçisi dahi bölgesel bağlılıkların etkisi altında bulunan bir toplumda Parlâmentoculuk, geri unsurların egemenliğini sağlamaktadır. Halbuki azgelişmiş bir ülkede sistemin yaşaması ve istikrara kavuşması, Parlâmento'nun zorunlu reformları gerçekleştire­bilmesine bağlıdır. Aşırı sağcı çoğunluklar getiren sistem ise, reform yol­larını tıkamakta ve toplumun azınlıktaki dinamik unsurları arasında hoşnutsuzluğu körüklemektedir. Bu durum yalnız Türkiye'ye özgü değildir. Güney Amerika'da etraflı bir sosyolojik araştırmaya girişen Fransız siyasî bilimler uzmanı Lambert bizimkine hayli benzer bir sosyal yapıya sahip bulunan ülkelerin çoğunda, parlamenter sistemin aşırı muhafazakarlığın güçlü bir aracı olduğunu or­taya koymuştur. Reformcu güçler, sistemin dışına çıkış yolları aramış­lardır. Prof. Duverger de "Politikaya Giriş" adlı eserinde şu acı hükme varmaktadır: "Modern usullerin görünüşü altında eski feodal otokrasi rejimleri işler. Demokratik usuller, eski rejimlerin yıkılmasına yardım etmek şöyle dursun onları gizleyerek devam etmesini sağlar." Bu ölçüde kötümserliğe elbette yer yoktur. Yalnız, çok önceden başla­yan temel hâtâlar yüzünden, azgelişmişliğin bütün zincirlerini kırmak için yeterli olan yirmi yıllık bir süreyi israf ettiğimizi daha uzun yıllar israfa ha­zırlandığımızı bilmek gerekir. Reformcu güçlerin sosyal yanı değişmediği sürece gelecek seçimlerde de başarısızlıklara uğraması mümkündür. Ho­şumuza gitmiyor diye, başını kuma sokunca kem gözlerden korunduğunu sanan devekuşları gibi bu acı gerçeği görmekten kaçamayız. Türkiye'de Anayasa düzeninin bugün en samimi savunucuları, hiç şüphe yok, reformcu güçlerdir. Bu düzeni yaşatmak için, reformcular, ellerinden gelen çabayı gösterecekler ve Parlâmento-Devrim çelişmesine, demokratik bir çözüm yolu arayacaklardır. Açık gerçekleri olduğu gibi görmekten kaçınmayan bir tutum bugünkü çıkmazdan kurtulma çabasının sağlam bir hareket noktasını teşkil etmesi bakımından önemlidir. Rejimler hayallere değil gerçeklere dayanarak uzun ömürlü olurlar. Anayasadan ve reformlardan yana güçler, Türkiye'nin daha uzun süre zaman israfına tahammülü kalmadığını göz önünde tutarak, demokratik devrim yolunu açma durumundadırlar. Yön, Sayı 135, 29 Ekim 1965
Doğan Avcıoğlu (Atatürkçülük, Milliyetçilik, Sosyalizm)
Cemal Paşa Boyacıköyü'ndeki yalısındaki son günlerinden birinde: -Bir şey yapmak istiyorum, kanun karşıma çıkıyor. Kanun nedir? Ben yaptım, ben bozarım. Bu Enver'in bir sözünü hatırlatır: - Yok kanun, yap kanun! Der ve anlamıyanlara izah ederdi: - Yaparım olur, bozarım olmaz! Beyrut'un büyük bulvarının açılmasına kanun yolu ile imkanlar yok değildi, fakat pahalı olacaktı. Azmi Bey bir silindir gibi mahallelerin ve arsaların üstünden geçti ve yo­lu açtı. İzmir Valisi Rahmi Bey, Konya Valisi Muammer Bey de öyle yaptılar. Hepsi geniş, düzgün ve güzel yollar: Fakat, mülkiyet hakkı nerede? Bir taraftan mülkiyet hakkı­nı kitapta sıkı sıkı tutarak öbür taraftan kola kazmaya kuv­vet mahalleler yıkmaktansa, en sert sosyalist kanunları çı­karıp mülkiyet hakkını tâdil etmek ve boş arsalar meselesi­ni halletmek daha doğru değil midir? Büyük Harbde şahıs ve mal güvenliği sıfıra düşürül­müştür. 1916'da bir müddet için gelmiş olduğum İstanbul'daki şahıs güvensizliği, Mütareke'deki güvensizlikten farklı de­ğildi. Suriye'de bu güvensizliğin en canlı misalleri sürgünlerde olmuştur. Ermeni tehciri için yapılan kanundan Dör­düncü Ordu da istifade ederek "zararlı gördüğü kimseleri ve aileleri harb sonuna kadar sürgün etmek" usulünü tutmuştu. Her gün vilâyetlerden, mutasarrıflıklardan teklifler alırdık: "Şu aile muzırdır, münasip bir yere sürülmesine müsaade buyurulması rica olunur." Cevap formülü son derece basit idi: "...e sürülmesine, münasiptir." Yalnız kasaba ismini açık bırakıyorum. Erzin­can'dan Bursa'ya kadar beğendiği yerin ismini koymak kumandanın elinde idi. Bunun önemi olmadığını sanmayınız: Konya ve Bur­sa'ya gidenler, harb sonunu görmeye muvaffak olmuşlar­dır. Büyük Harbde karadan kışın Erzurum'a gidip harp sonuna kadar bekleyebilmek biraz güç idi. Kurmaybaşkanı Ali Fuat Bey'in (Erden) en kızdığı şey, işte bu sürgünler idi. Bir gün, ben yine bir cevap for­mülü yazmıştım. Ali Fuat Bey müsveddenin altına "F" işa­retini koyduktan sonra, kumandana götürecektim. Kağıdı okudu ve bana dönerek: - Niçin ille böyle yazıyorsunuz? dedi. Şüphesiz ben ancak âdet olanı yapabilirdim. - Bakınız, dedi, bu cevap şöyle de yazılarak kuman­dana götürülebilir. Ve bu tedhiş artık yeter, mânasına bir müsvedde yaptı ve bana: - El yazınızla yazıp kumandana veriniz! dedi. Dediğini yaptım. Cemal Paşa, kıpkırmızı, hiddet kesildi: - Nasıl böyle cevap yazabilirsin? Kurmay Başkanının emri olduğunu anlattım. Müsved­denin altına: "Benim mes'uliyetim altında cereyan eden si­yasî işlere karışmaktan herkesi menederim..." gibi bir ihtar yazdı ve: " - Siz bunu kendisine veriniz!" dedi. Onu da yaptım. O gün, "El Şark" gazetesi açılış törenine gidecektik. Ali Fuat Bey odasında kapalı idi. Cemal Paşa biraz bekle­di, ısrar etmedi ve gittik. Dönüşte Ali Fuat Bey'in beni çağırdığını söylediler. Benimle Cemal Paşa'ya bir istida yolladı. Aklımda kaldığı­na göre, istidanın hülâsası şu idi: "Size hizmet edecek mad­dî manevî hasletlerden mahrum olduğum için tekaüd edil­memi rica ederim." Kurmay Başkanının o günlerde geçirdiği ıstırabı bilirim. Sonraları siyasî kağıtları artık hiç görmedi. Doğrudan doğru­ya kumandanlarla temas ederdim. Bunun Cemal Paşa üstün­de bir tesiri kaldığını zannediyorum.
Falih Rıfkı Atay (Zeytindağı)