“
İnsan çoğu kez her şeyin son bulduğu duygusuna kapılıyor,oysa yaşamın sonsuzluğunu algılayabilmek için bile yeterli değil bir insan ömrü.
”
”
Tezer Özlü (Yaşamın Ucuna Yolculuk)
“
Let the Kez come,” Tamas roared. “Let them send their greatest generals after us. Let them stack the odds against us. Let them come upon us with all their fury, because these hounds at our heels will soon know we are lions!
”
”
Brian McClellan (The Crimson Campaign (Powder Mage, #2))
“
Okumanın ayrılmak, içeriye çekilmek olduğunu söylememiş miydim, eminim en az bir kez söylemişimdir. Bütün evren kenarda durur, okurken. Bir kitabın sayfaları arasına daldığınızda, ötekiler, sesleri ve sözleriyle kaybolurlar. Aydınlık, ılıman, korunaklı bir diyardasınızdır; karanlık, sert, ürkütücü bir yazının harfleri gözünüzün önünden akıyor olsa bile. Ondandır, ışığı söndürüp başınızı yastığa koyduğunuzda, sizi kuşatan gerçek dünyanın yerini daha gerçek bir dünyanın alacağını bilirsiniz. Böyle okumamışsanız hiç, siz henüz yaşamamışsınız demektir.
”
”
Enis Batur (Kitap Evi)
“
...ve gülümseyen herkes cennete bakıyor demektir." Bunun üzerine Ölüm, bin yıllardan sonra ilk kez yutkundu
”
”
İhsan Oktay Anar (Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri)
“
Bir kez okumayı öğrendikten sonra sonsuza dek özgür olacaksınız.
”
”
Frederick Douglass
“
At cambazı olması istenmeyen bir kız hemen ata bindirilir, ama at cambazı olsun diye baştan atılan bir kez asla ata bindirilmez.
”
”
Sevgi Soysal (Tante Rosa)
“
Sen yalnızca bak bana.. Yalnızca bir kez dokun… O ellerin bir kez, usulca temas etsin tenime… Ben mutluluktan ölürüm Ela’m.
”
”
Burcu Büyükyıldız (Bir Günah Gibi (Aşkın Renkleri, #2))
“
O günlerde kimbilir kaçıncı kez bir kadınla yeniden buluşmak, yeniden o çok ince çizgiyi çizmek ve bu oyunu bozmadan sürdürebilmek için direniyordum.
”
”
Kürşat Başar (Konuştuğumuz Gibi Uzaklara)
“
Senin eşsizliğin, bulunmazlığın üzerine ne söylesem eksik kalır. Sadelikten korkmayan bir kadınsın bir kere. O köprünün altında vb. satılan balık-ekmekten alıp yemek istemen beni en çok gönendiren şeylerden biri. Sana ondan almak istemeyimişimin tek nedeni midenin sağlığını düşündüğümdendir. Bunu kaç kez söyledim de sana. Adapazarı'ndaki kızla -neydi adı onun?- çektirdiğin fotoğrafta senin bütün hayat tavrın gizli. En gösterişsiz koşullarda da sen, o koşullardan hiç utanmadan, hiç yüksünmeden, bir ayağını gözüpek bir rahatlıkla ileri atabilirsin. Beni nasıl savunursun sonra. Birisi bana çok şişmanladığımı söylemişti de, hemen saldırıya geçmiş, şişman olmadığımı ileri sürmüştün. Oysa pekala fazla okkalanmıştım o günler. Sen busun işte. Sevdiğini her durumda savunursun, onun kusurlarını görmezsin. Ne sevgilisin sen.
”
”
Cemal Süreya (On Üç Günün Mektupları ve 1967-1978 Mektupları)
“
Bırakalım bu kez ölüyü ölü gömsün Bay Finch... bırakın ölüyü ölüler gömsün.
”
”
Harper Lee (To Kill a Mockingbird)
“
Oysa ben hikayesini ilk kez anlatırken dikkate alınmayan insanların aniden ölebileceğinden korkarım.
”
”
Ece Temelkuran (Düğümlere Üfleyen Kadınlar)
“
Kendinize ait parçalar vardır, sayısız parçalar, bunları bir kez feda ederseniz bir daha asla yerine koyamazsınız.
”
”
Lisa Gardner (Live to Tell (Detective D.D. Warren, #4))
“
Aşağıda olanların yükseklerdedir gözü;
Merdiven çıkanın yukarıya çevriktir yüzü;
Ama son basamağa ulaştı mı bir kez
Merdivene çevirir sırtını, bulutlara bakar,
Hor görüp birer birer basıp çıktığı basamakları.
”
”
William Shakespeare (Julius Caesar)
“
Ben bütün hüzünleri denemişim kendimde
Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını
Bir bir denemişim bütün kelimeleri
Yeni sözler buldum seni görmeyeli
Kuliste yarasını saran soytarı gibi
Seni görmeyeli
Kasketim eğip üstüne acılarımın
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın
Kardeşim olan gözlerini unutmadım
Çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat
Sen tutar kendini incecik sevdirirdin
Bir umuttum bir misillemeydin yalnızlığa
Şanssızım diyemem kendi payıma
Hain bir aşk bu kökü dışarda
Olur böyle şeyler ara sıra
Olur ara sıra
”
”
Cemal Süreya
“
İnsan bir kez kendine karşı olmaya başladı mı, başka herkesin de karşı olduğunu düşünür.
”
”
Paul Auster (Leviathan)
“
Alçakgönüllü görünmek kadar aldatıcı hiçbir şey olamaz. Aslında bu ya dikkatsizlik ve umursamazlıktır ya da kimi kez gizli övünmedir.
”
”
Jane Austen (Pride and Prejudice)
“
…mutluluk hayatta iki kez elde edilmez…
”
”
Edgar Allan Poe (Morella)
“
(...) Çünkü ortalama yeteneklerle doğan birisi için kendinden çok daha yetenekli insanlarla yaşamanın çoğu kez kendi gelişimini engelleyen bir etken olduğunu gözledim. (...)
”
”
Buket Uzuner (Kumral Ada Mavi Tuna)
“
onsuz yapamayacağın bir şeyi kenara bırakmayı bir kez başardığında, bir başka şey olmadan da yapabildiğini, sonra bir başka şeyden de sıyrılabildiğini göreceksin.
”
”
Italo Calvino (If on a Winter’s Night a Traveler)
“
Bir insan öldü diye onu sevmekten vazgeçmek zorunda mısın, Tanrı aşkına; özellikle de, hayatta olanlardan bin kez daha iyi kalpli bir insansa?
”
”
J.D. Salinger (The Catcher in the Rye)
“
You know,” Taniel said, “we could have kept firing after they sounded the retreat. Would have wiped out thousands on the mountainside. The Kez did that to us in Fatrasta a few times.”
Gavril snorted angrily. “War has to have some decorum. Otherwise it’s back to the Bleakening for all of us, and Kresimir be damned.
”
”
Brian McClellan (Promise of Blood (Powder Mage, #1))
“
İlk kez öldürdüğünde bir değil, sanki bin kişiyi öldürmüş gibi olursun. Yeni doğmuş ve annesi tarafından emzirilen o bebeği öldürmüşsündür. Babasının başını okşadığı o çocuğu da, bir genç kıza aşkını ilan eden o delikanlıyı da, zavallı bir kadının kocasını da,savaşa giderken ailesi tarafından uğurlanan o masumu da... Bütün bu kişileri öldürmüş olursun. İkinci kez birini öldürdüğünde alt tarafı bir tek kişiyi öldürmüşsündür. Üçüncü kez ise kimseyi öldürmüş sayılmazsın.
”
”
İhsan Oktay Anar (Amat)
“
Bir hafta sonra oğul yanında garip bir hayvanla eve çıkageldi. Tüylü, uzun kuyruklu, sakallı, insan misali bir mahluktu bu. Hatta babası, oğlunun yanındaki hayvanı ilk kez görünce onu bir tür insan sanmış, ne olur ne olmaz sakalına hürmeten yerinden şöyle bir doğrulur gibi olmuştu.
”
”
İhsan Oktay Anar (Puslu Kıtalar Atlası)
“
Sarp” diye inledi bir nefes arasında, “Seni seviyorum. Senden başka kimsem yok. Her şeyim sensin… Aşkım, arkadaşım, annem, babam… Tek ailem sensin Sarp. Benim senden baka gideceğim başka bir yol yok.”
“Benim var mı sanıyorsun? Bir kez ortak olmuşken soluğuna, sensiz bir nefes var mı bana?
”
”
Burcu Büyükyıldız (Bir Günah Gibi (Aşkın Renkleri, #2))
“
çünkü her kambur biraz şair bir ailedendir
toparlarsak kendi kendinin çırağı da olabilir
ölü sözcüklere ve çocuklara can vermek için
hangi marş iki kez çalınırsa yeryüzünde unutmayın
hem usta hem çırak bir kambur içindir
”
”
Ece Ayhan
“
Ama bugünü, dünü unutmak için yaşamak hiçbir halta yaramadı. Aksine... Unutulması gerekip de unutulmayanlar, katlana katlana çoğaldı. Meğer önce yarını unutmak gerekiyormuş... Her doğanın yeni bir güneş olduğuna inanacak kadar unutmak... Her güneşi ilk ve son kez gördüğüne emin olacak kadar unutmak. ‘Bugünkü biraz daha geniş sanki!’ ya da ‘Dünkü güneş daha ovaldi, değil mi?’ diyecek kadar unutmak... Her günü ilk kez yaşıyormuş gibi hissedecek kadar unutmak gerekiyormuş... Ve de bağırmak: ‘Hangi dinde deja vu yok, ben ona inanacağım!’ Ve de susmak: Nerede diriliş yok, ben orada olacağım.
”
”
Hakan Günday (Daha)
“
Bir başkasının varlığıyla teselli olabiliriz gerçekten; ama tesellimizde bu insanın sadece vasıta olduğunu, kendi kendimizi teselli edenin yine kendimiz olduğunu çoğu kez fark edemeyiz. Dünyada hiçbir şey yoktur ki kendimizden ayrı olmasın.
”
”
Nihan Kaya (İyi Toplum Yoktur: Günlük Hayatta Toplumun Bireyi İstismar Biçimleri)
“
Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. Güneş onu yakıp kavurur. O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye.
"Ol" der Tanrı. Güneş oluverir. Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.
Bulut olmak ister. "Ol" der Tanrı. Bulut olur. Rüzgar alır götürür bulutu, rüzgarın oyuncağı olur.
Rüzgar olmak ister bu kez. Ona da "Ol" der Tanrı.
Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur. Herşey karşısında eğilir. Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.
Ordan esen burdan eser, kaya banamısın demez! Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı... Sırtında bir acı ile uyanır.... Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. ..
”
”
Friedrich Nietzsche
“
İnek, bir mutluluğu unutup bir başkasını bulabileceğini ve eziyet çekmeyi bırakıp yeniden yaşayabileceğini anlamıyordu. Bulanık aklı kendisini kandırmasına yardımcı olacak güce sahip değildi: Yüreğine ya da duygularına bir kez sızan şey ne bastırılır, ne de unutulurdu.
”
”
Andrei Platonov (Dönüş)
“
Tekrarların uğultusu içinde sadece tek bir kez gerçekleşen bir tek şey vardır." ölüm
”
”
Jean-Christophe Grangé
“
İnsan yüreği ancak belli bir miktar umutsuzluk barındırabilir. Sünger bir kez emeceğini emdi mi, üstünden deniz geçse oraya fazladan bir damla su bile sokamaz.
”
”
Victor Hugo (The Hunchback of Notre Dame)
“
ama asıl son kez yattığımda bilinecek değerim:
ağaçlar dokunabilir o zaman, bana ayıracak zamanları olur çiçeklerin.
”
”
Sylvia Plath (Crossing the Water)
“
Karman çorman hissedişin tane tane çözüleceğini, yeniden, bu kez mükemmel bir düzen içinde bir araya geleceğini ve hayatın bir anlama kavuşacağını hayal etmek: yazmak.
”
”
Barış Bıçakçı (Sinek Isırıklarının Müellifi)
“
Maneviyat,beden sağlıklı olduğu sürece onun kibri ve zevkidir,ama hastalanır hastalanmaz ya da işler kötüye gittiğinde bu kez de derhal o bedenden kaçış kurtulma isteğidir.
”
”
Louis-Ferdinand Céline (Journey to the End of the Night)
“
Benlik geleneksel anlam sağlayıcılarından bir kez azat edildiğinde insanlar kendileri dışında ahlaki referans noktası bulamaz hale gelirler.
”
”
Kemal Sayar (Terapi)
“
Elinde ayna,aynada ben,bende bu kez aşk ve elem.
”
”
Mine Söğüt (Deli Kadın Hikâyeleri)
“
Oyalanma artık. Bir kez koymuşsun aklına gitmeyi, çık git!"
Küçük Prens’in kendisini ağlarken görmesini istemiyordu. Çok gururlu bir çiçekti...
”
”
Antoine de Saint-Exupéry (The Little Prince)
“
No, Kez, don’t pour sugar on a pile of shit and call it breakfast.
”
”
Rachel Caine (Wolfhunter River (Stillhouse Lake, #3))
“
Ellerinin altındaki çıplaklığın bir kez daha farkına vardığında, tıpkı gecenin başında ilk gördüğü anda olduğu gibi homurdandı.
“Bu elbiseyi bana neden bir türlü göstermediğini tahmin etmem gerekirdi. Bir kez daha söylüyorum, bunun sırtı yok, Mira.”
Kıkırdayarak başını adamın omzundan kaldırdı.
“Sorun çıkarma, Yağız. Beğendiğini gözlerinde görebiliyorum.”
Ateş saçan bakışlarını kadının kusursuz güzellikteki yüzünde, dalga dalga omuzlarından aşağıya uzanan saçlarında gezdirirken, inatla kıvrılan o dudakları öpücüklere boğmayı arzuluyordu.
”
”
Burcu Büyükyıldız (Çilek Mevsimi (Aşkın Renkleri #1))
“
I pretended I was a Kez colonel pretending to be an Adran colonel,” Olem said. “It was disturbingly easy.”
“They didn’t ask for papers or proof?”
“In this rain?” Olem gestured at the downpour. “You don’t understand an enlisted man, sir. Nobody asks for bloody papers in this kind of weather.
”
”
Brian McClellan (The Crimson Campaign (Powder Mage, #2))
“
Sahi mi?'' Dudakları kıvrıldığında, bu kez hiç de eğlenmediği anlaşılıyordu. ''Hala her yerinde izimi taşıyorsun.''
Elena ellerini sıvazladı. Lanet olası sim, yapışşmış gibi görünüyordu. ''Yıkanınca geçer.''
''Belki.''
''Dua et de geçsin. Karanlıkta pırıltılar saçan bir avcı hiçbir işine yaramaz.''
Raphael'in gözlerinde fazlasıyla erkeksi bir kıvılcım çaktı. ''İstersen yalayabilirim.
”
”
Nalini Singh (Angels' Blood (Guild Hunter, #1))
“
İşin daha kötüsü bir önceki gün ve zaten fazlasıyla uzun süredir yaptıklarınızın aynısını ertesi gün yapacak gücü nereden bulacağınızı bilememektir, bu ahmakça girişimler için, bu asla bir sonuca ulaşmayan binbir tasarı için, yıkıcı zorunluluktan kurtulma denemeleri için, her seferinde çuvallayan o denemeler için gerekli gücü nereden bulacağınızı, kaldı ki bunların hepsi de yalnızca kaderin karşı konulmaz olduğuna, duvarın dibine düşmek gerektiğine kendinizi bir kez daha ikna etmenize yarayacaktır, her akşam, her seferinde daha eğreti, daha galiz olan bu ertesi günün kabusunu yaşayarak.
”
”
Louis-Ferdinand Céline (Journey to the End of the Night)
“
İşte kadınların zekaları böylece,kendilerini seven erkeklerden kalma tortulardan ileri gelir,tıpkı bunun gibi erkeklerin zevkinde de,yaşamlarından geçmiş olan kadınların izi kalır; çoğu kez de bir kadının bize çektirdiği dayanılmaz acılar başka bir kadının bizi sevmesine ve mutsuz olmasına neden olur.
”
”
André Maurois (Climats)
“
Zargana öğreniyordu. Aşık olunanla yapılan şeyin hiçbir değerinin olmadığını yazıyordu zihnine silinmez bir mürekkeple. Yapılan işlerin, gidilen yerlerin sadece aşık olunanın dışındaki insanlarla birlikteyken önemli olduğunu öğreniyordu. Çünkü kendi dışındaki bir varlıktan sırf nefes alıyor diye zevk alınabildiğini görüyordu ilk kez. Betty hiçbir şey yapmasa bile, sadece içine oksijen çekerek mutlu edebiliyordu Zargana’yı. Bir de parklarda el ele yürümeleri gerekmezdi. Hatta birbirlerine dokunmaları bile gereksizdi. Sadece var olduklarını göstermeleri yeterdi aşkı yaşayabilmeleri için.
”
”
Hakan Günday (Zargana)
“
Bir filmi izlemeni istemiştim çok sevdiğim; beraber izleyelim demiştim, bulamazsan. Uçup gitti sözlerim. Hiçliğe mi? Oysa ben senin sevdiğin bütün o filmleri milyon kere izleyebilirdim, çocukluğumdan beri onlarca kez izlediğim halde, seninle de sensiz de...
”
”
Janset Karavin
“
Bana gül göndermiş."
Hattın diğer ucundan, hayalkırıklığını belirten bir hırlama geldi. "Hayatım, nadiren radevuya gittiğini biliyorum ama o şeyleri sokak köşelerinde beş papele satıyorlar."
"Kristalden yapılmış." Elena konuşurken, kristal gülün ışıltılarından gözünü alamıyordu. "Ay, olamaz."
"Ne olamaz?"
Elena ağzı açık bir halde en yakın çekmeyece uzanıp fazla hafif olduğu için nadiren kullandığı ince keskiyi aldı ve güün sapındaki bir bölgeyi hafifçe kzımaya çalıştı. Bıçak işlemiyordu. Sonra bıçağı tersine sirttü ama bu kez gül "çizilmelere dayanıklı"bıçaı çizdi. "Ay olamaz."
"Ellie, neler olup bittiğini hemen anlatmazsan yemin edeirm seni eşşek sudan gelene kadar döverim. Ne oluyor? Kan emen mutant bir gülmüymüş.?
Elena kahkahasını tutup elindeki tarif edilmez güzellikteki şeye baktı. "Kristal değilmiş."
"Kübik zirkon mu? diye sordu Sara kuru kuru. "Ay, dur bir dakika, yoksa plastik mi?"
"Elmas."
Ölüm sessizliği.
”
”
Nalini Singh (Angels' Blood (Guild Hunter, #1))
“
Hakikatin yerine hakiki olmayanı koymak ne kadar da zordu. Zor, ama bir o kadar da zevkliydi. Bir kez hakikat hudutlarını aştığında, akıl zehir gibi işlemeye başlıyor, kelimeler tuhaf bir kudret ediniyordu. Zira kelime, artık kelimeden fazla bir şey olduğunu biiyordu.
”
”
Murat Uyurkulak (Har)
“
...Ve bütün gün yaptığım, her gün, sonunda bir gün biriyle karşılaşacağımı hayal edip durmak. Ah, bir bilseydiniz, bu şekilde kaç kez aşık olduğumu!..'
'Ama nasıl olur, peki kime?'
'Birine değil, bir ideale, hayal ettiğim kişiye. Hayallerde başlı başına romanlar yaratıyorum.
”
”
Fyodor Dostoevsky (Beyaz Geceler)
“
Onu bu kadar sık görmemeye kim bilir kaç kez karar verdim. Katlanabilir miyim hiç buna? Her yeni gün beni baştan çıkarıyor, önceki gün ona gitmeyeceğime ne kadar yemin etsem boşuna; çünkü gün gelip çatınca, yine karşı konulmaz bir neden buluyorum ve bir bakıyorum ki yanındayım.
”
”
Johann Wolfgang von Goethe (The Sorrows of Young Werther)
“
Ölümü ilk keşfettiğim an. . . Ben, annem, babam, büyükannem ve büyükbabam gün batarken çölde ilerliyorduk. Bir kamyon dolusu kızılderili başka bir kamyona ya da bir şeye çarpmıştı. Kızılderililer bütün ana yola dağılmıştı ve kanlar içinde ölümü bekliyorlardı. Babam ve büyükbabam, arabadan neler olduğuna bakmak için inmişlerdi. Ben daha çocuktum, o yüzden arabada oturup beklemem gerekiyordu. Ben bir şey görmedim. – Tek gördüğüm şey garip, kırmızı boya ve yerde yatan insanlardı, ama bir şey olduğuna emindim. Çünkü onların yaydıkları dalgaları hissedebiliyordum ve birden yerde yatan insanların da olay hakkında benim bildiğimden daha fazlasını bilmediklerini farkettim. İşte o an ilk kez korkuyu tattım.
”
”
Jim Morrison
“
Geçmiş beni çekiyor, bugün ise korkutuyor; çünkü gelecek ölü. Olan bitene özlem duyuyor, yaşananlar için ağlıyorum. Zamanı, saati durdurmak istiyorum; ancak zaman geçiyor, akıp gidiyor, yarının boşluğunu doldurmak için her saniye benden çalıyor ve ben bir kez daha hayata gelmeyeceğim.
”
”
Guy de Maupassant
“
Ve ben artık mutsuz bir adamım.
Günler, haftalar, aylar akıp giderken, ben yaşamıyor da daha ziyade vakit geçiriyorum. Ortalık karardıktan sonra pencereden yıldızları izliyorum. Umut etmiyorum, kızmıyorum, üzülmüyorum. Sadece hatırlıyorum.
Kainat türlü biçimlerde kandırmaya çalışıyor beni. bulutlar ilerliyor, bir ayyaş nara atıyor, bir araba acı acı klakson çalışyor, daldan bir yaprak düşüyor… Orada öyle sabit dururken her şey beni kimsenin umrunda olmadığıma, unutmayışımın bir anlam taşımadığına inandırmak için yarışa giriyor. Sabırla bekliyorum ki, bütün kozlarını oynasınlar. Ne olursa olsun duruyor duruyor duruyorum… Gece bir kez daha aşkım karşısında mağlup dağılırken, kuytu bir köşeden fırlayıveren bir kedi gülümsetiyor beni. Nihayet gölgelerin arasında bir sigara yakıyorum. İşte o an biliyorum ki, roller değişmiş ve şimdi yıldızlar beni izlemeye başlamıştır. Gidip yatağıma giriyor, başucumda duran küçük prens biblosuna bakıyorum.
Senden bana kalan her şey gibi kırık, ama asla atamayacağımı biliyorum.
”
”
Alper Canıgüz (Gizliajans)
“
Yürümek, her gördüğüm nesnenin gerisinde uzun şeyler düşünmek en sevdiğim uğraşılardan biridir. Çoğu kez öyle küçük, ama ilginç olaylar olur ki, bunları gördüğüm an kafamda bir öykü belirir. İstanbul böyle öykülerle doludur.Bu kentin en güzel öykülerini Sait Faik yazmış diye düşünürüm. Onun bu uğraşısını sürdürmek gerek derim. Ama hep günlük olaylar zamanı alıp götürüyor. Ya uyku gecikir, ya uyku çok uzar, ya da bir yerden hızla dönmek gerekir. Ya çok ya da az öfkeli olurum. Aranması gereken insanlar ve gidilecek yerler vardır. Çocuğa eski masalları günümüze uydurup anlatmak gerekir, kapı çalınır, cam çarpar ve kırılır, aygaz biter, yakıt gelmez, su kesilir ve öyküsü yazılacak sokak izlenimleri silinir. Gene yenileri oluşur... bunları yaşamanın tadı bile yeter insana.
”
”
Tezer Özlü (Eski Bahçe - Eski Sevgi)
“
Hava güneşliyse durum o kadar kötü sayılmazdı, ama bir iki kez -tam iki kez- biz mezarlıktayken yağmur başladı. Korkunçtu. Yağmur yağıyordu çocuğun başındaki mezar taşına, karnının üstündeki çimlere. Her yer sırılsıklam olmuştu. Mezarlığı ziyarete gelen herkes deli gibi arabalarına koşmaya başladı. İşte bunu görünce deli oluyordum neredeyse. Bütün ziyaretçiler arabalarına atlayıp, radyolarını açabilirler, yemeğe bir yerlere gidebilirlerdi; Allie dışındaki herkes. Buna dayanamamıştım.
”
”
J.D. Salinger (The Catcher in the Rye)
“
Sana çıplak falan yakalanmadım ben,” deyip ayağını öfkeyle yere vurduğunda acıyla, kısık bir sesle inledi. “Üzerimde havlu vardı bir kere…”
Sarp’ın işittikleriyle bir kez daha dudakları kıvrılırken yüzünü ona doğru eğdi ve çenesinden tutup başını kaldırarak bakışlarını birleştirdi. Az önce onun dudaklarından dökülen utançla ilgili cümleleri beyninden bir süreliğine sildi. Dikkatini sadece çıplak yakalanmakla ilgili sözcüklere verdi.
“O havlunun… Hayal gücüne pek yer bıraktığını söyleyemeyiz, Ela,” dedi ve sertleşen bedenini yok saymaya çalışarak, genç kızın bedenini arsızca süzmeyi atlamadan devam etti. “Varla yok arası bir şeyin, seni benden saklayamayacağını bilmen gerekirdi.
”
”
Burcu Büyükyıldız (Bir Günah Gibi (Aşkın Renkleri, #2))
“
Ah siz akıllı insanlar! Tutku! Sarhoşluk! Delilik! Empati kurmadan, orada öyle rahat rahat oturun, alkoliği eleştirin, aklını kaçırmıştan nefret edin, bir rahip gibi yanından geçip gidin ve sizi onlardan biri yapmadığı için Ferisi gibi Tanrı'ya şükredin. Ben birçok kez sarhoş oldum, tutkularım delilikten hiç uzak değildi, her ikisinden de pişman değilim: Zira olanaksız görünen önemli şeyler yapan ve eskiden beri alkolik ve deli diye damgalanan tüm sıra dışı insanları kendi ölçülerimle anlamayı öğrendim.
Ama az çok özgür, soylu, beklenmedik bir iş yapan hemen hemen herkesin arkasından şöyle söylendiğini duymak, sıradan yaşamda bile katlanılmazdır: 'Bu insan alkolik, bu insan deli!' Utanın siz ayıklar! Utanın siz akıllılar!
”
”
Johann Wolfgang von Goethe (The Sorrows of Young Werther)
“
ŞAŞIP KALMA ÜSTÜNE
Sevebilirim,
hem de nasıl,
dile benden ne dilersen,
canımı, gözlerimi.
Kızabilirim,
ağzım köpürmez,
ama devenin öfkesi haltetmiş benimkinin yanında,
devenin öfkesi, kinciliği değil.
Anlayabilirim
çoğu kez burnumla,
yani en karanlığın, en uzaktakinin bile kokusunu alarak
ve dövüşebilirim,
doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum her şey için, herkes için,
yaşım başım buna engel değil,
ama gel gör ki çoktan unuttum şaşıp kalmayı.
Şaşkınlık, alabildiğine yuvarlak açık ve alabildiğine genç gözleriyle bırakıp gitti beni.
Yazık.
”
”
Nâzım Hikmet (Şiirler 7 – Son Şiirleri (1959-1963))
“
Tilt makinelerini bilirmisin ? ''Oradan oraya sıçrarken oyunun dışında bir oda oluduğunu odanın dışında bir kent ,
kentin dışında bir ülke , ülkenin dışında bir dünya ve dünyanın dışında trilyonlarca yıldız olduğunu unutuyorsun ve
bu daha başlangıç... ama orada anlıyormusun ? Bir kez bunu bilince dipteki deliğe aldırmıyorsun artık. O zaman ortalıkta daha
uzun sıçrayarak dolaşabilirsin.
”
”
Terry Pratchett (Johnny and the Dead (Johnny Maxwell, #2))
“
Çıplaktık, yürüyorduk, utanmayı öğrenmemizle unutmamız bir olmuştu, çıplaktık, yürüyorduk. Kimin sınava girdiği unutulmuştu, çıplaklık unutturucudur. Biz unutmak için, kaçmak için soyunanlardandık, kaçmak için. Oysa hatırlamak için soyunulur, hatırlamak için, yüzyıllardan beri unutulanları hatırlamak için. Neyin olmadığını, neyin olamayacağını hatırlamak için, yeniden başlamaya gücü olmak için, seçim yapmak için, seçim yapabilecek açıklığa kavuşabilmek için. Hayır demek için, evet demek için, başkaldırmak için, yakıp yıkmak için, barış için soyunulur, soyunulur. Tante Rosa daha bir kez olsun bunlar için soyunmadı, bunlar için soyunulabildiğini düşünmedi, görmedi, bilmedi. Tante Rosa bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır. İşte unutmak için, neyi unutmak, neden kaçmak için, işte bunlar hiç bilinmiyor, bunları bilmek bile bir ad değiştirmektir, bir kılık değiştirmektir, neden kaçtığını, neyi unutmak için soyunulduğunu bilmek, sadece bunu bilmek, doğduğu ânı bilmek, çıplak doğmuş olduğumuzu bilmek, çıplak öleceğimizi bilmek, hiçbir şeyi bilmemek ya da, ama hiçbir şey bilmediğini de bilmemek, yararsızlığı bilmek, yararsızlığı. Bunun için soyunmak ve suyun dibini görmek.
”
”
Sevgi Soysal (Tante Rosa)
“
Hayatın "indirimli satışlar"dan bir süveter almaktan öte manaları olduğunu nereden bilecek. Sahi hayatın bu sıcaktan cıvımış asvaltlarda benzin kuyruğuna dadanmış arabalardan başka mânâsı yok mu? Yani ona bir deniz veya göl kenarında, müzik, yemek ve yataktan başka verebileceği bir şeyi. Sanat eserlerinin bile giderek bu ortama fon teşkil etmeye çabaladığını, hatta tarih boyunca bunun böyle olduğunu ve dünyanın bütün ünlü randevu evlerinin, otellerinin deniz veya göl kenarında inşa edildiğini anlatacak. Çoğu kez "Burada hayat yok" der geçeriz. Süheylâ işte söylüyorum hayat bir imtihandır.
”
”
Mustafa Kutlu (Yoksulluk İçimizde)
“
Herkesin hizaya girmesi gerekiyor. Neden otuzlu yaşlarının ortasında yarı zamanlı çalışıyorsun? Neden bir kez bile aşk yaşamadın? Cinsel deneyiminin olup olmadığını bile sıradan bir şeymiş gibi sormaya kalkarlar. Parayla yaptığın eğlenceleri sayıya dahil etme gibi lafları bile gülerek eder o tipler. Kimseyi rahatsız etmediğim halde, yalnızca azınlıkta kalanlardanım diye herkes yaşamımın ırzına geçiyor.
”
”
Sayaka Murata (コンビニ人間 [Konbini ningen])
“
...Koluma girip birden, "Anlatsana, nasıl biri?"
diye soruveriyor.
İyice düşünüyorum. Henry hakkındaki hislerimi ona ilk kez anlatacağım.
"Sakin, dürüst, sabırlı."
Gülümsüyor. Ama bir şey daha söylemek istiyorum. Henry'de olan ve diğerlerinde olmayan bir şeyden söz etmek istiyorum.
"Onun içini biliyorum, anlıyor musun?" diye ekliyorum. "Ne düşündüğünü , ne hissettiğini ve benden ne beklediğini biliyorum.
”
”
Marian Izaguirre (La vida cuando era nuestra)
“
Âşık olmak ne güzel, âşık olduğunu bilmek ne güzel! İşte fark burada! Onun ikinci kez kaybolduğu düşüncesi rahatsız edici belki ama bir yönden hoşuma da gidiyor. Şu anda onun kafamdaki resmi kararsız bir şekilde, onun gerçek ile ideal görüntüsü arasında gidip geliyor. Bu resmi kafamda uyandırıyorum ama özellikle, ya gerçek olduğu için ya da en azından kaynağını gerçeklikten aldığı için kendine özgü bir çekiciliği var bu resmin.
”
”
Anonymous
“
1. Atlasları getirin! Tarih atlaslarını!
En geniş zamanlı bir şiir yazacağız
2. Harbi karşılık verecek ama herkes
Göğünde kuş uçurtmayan şu üç soruya:
3. Bir, Yeryüzünde nasıl dağılmıştır
Tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar?
4. İki, Daha yavuz bir belge var mıdır ha
Gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzlerden?
5. Üç, Boğaziçi bir İstanbul ırmağıdır
Nice akar huruc alessultanlarda bayraksız davulsuz?
6. Nerede kalmıştık? Tarihe ağarken üç ağır yıldız
Sürünerek geçiyor bir hükümet kuşu kanatları yoluk
7. Çocuklar! ile bile muhbirler! ve bütün ahali!
Hep birlikte, üç kez, bağırarak, yazınız
8. Kurşunkalemle de olabilir
Yort Savul!
”
”
Ece Ayhan
“
Paige'le birbirimize bakıyoruz. Gerçekte kim olduğumuzu bilerek bakıyoruz. İlk kez.
Hayatımızın geri kalanını, dünyanın bize kim olduğumuzu söylemesine izin vererek geçirebiliriz. Akıllı veya deli. Aziz veya seks bağımlısı. Kahraman veya kurban. Tarihe bırakırız, iyi mi yoksa kötü mü olduğumuzu söylemeyi.
Geçmişimizin geleceğimizi belirlemesine izin verebiliriz.
Ya da kendi adımıza karar verebiliriz.
Ve belki de bizim işimiz daha iyi bir şey icat etmektir.
”
”
Chuck Palahniuk (Choke)
“
Belli bir yaşı geçince yaşam dediğin, sahip olduğun şeyleri sürekli kaybettiğin bir süreçten öteye geçmez. Yaşamın için önemli olan şeyler, bir tarağın dişlerinin birer birer kırılıp gitmesi gibi insanın elinden kayıp düşüverir. Bunların yerine eline geçense değersiz, tuhaf şeyler olur. Vücudun yetenekleri, arzular, hayaller, idealler, kendine güven, anlam, hatta aşık olduğun insanlar, peş peşe yok olup gider. Veda ederek ayrılanlar, hatta bir gün hiçbir şey söylemeden ortadan yok olanlar olur ve bir kez yitirince bunları bir daha asla tekrar elde edemezsin. Yerine koyacak bir şeyler de bulamazsın. Bazen vücudunu lime lime doğranıyormuş gibi hissedersin. Bu, çok acı veren bir şeydir.
”
”
Haruki Murakami (1Q84 (1Q84, #1-3))
“
Bekleyin' demişti. 'Burada bekleyin. Onlar size gelecek.'
'Kimler?' diye sormuştu Filipinli.
'Hayatının anlamını bulmuş olanlar. Hayatlarını adayacakları şeyleri bulmuş olanlar gelecek. Siz de kalplerini söküp, yerine, o şeyleri koyacaksınız. Sonra da kalpleri fırlatıp atacaksınız!'
'Ama...' demişti kızılderili. Kalpleri olmadan nasıl hayatta kalırlar?'
'Göreceksiniz!' demişti bina.
'Peki ya kimse gelmezse?' diye sormuştu Filipinli.
'Kim kalbinden vazgeçecek kadar kendini birşeye adayabilir ki?'
'Onu da göreceksiniz!' demişti bina.
'Ya hayatlarının anlamını bulamayanlar?' diye söze girmişti kızılderili. 'Onlar ne olacak?'
'Onlar da, göğüslerinde birer et parçasıyla, canlı canlı çürüyecekler. Ve buna da yaşamak demeye devam edecekler!'
Son soruyu Filipinli sormuştu: 'Neden şimdi?' Kimbilir bugün kadar kaç kişi hayatını birşeylere adadı? Neden şimdi çıktın ortaya?'
Son kez konuşmuştu bina: 'Çünkü DERDA adında bir çocuk doğdu!
”
”
Hakan Günday (Az)
“
Ama olmadı işte, çoğu kez beklenen olmaz. Ekilir, biçilir ama iki şey arasında çoğunlukla bir bağlantı yoktur. Olduğunu öğretirler sana ama... bilmem, ben hiç görmedim. Zaman olur ekersin, zaman olur biçersin, o kadar... İşte bunun için bilgelik gereksiz bir kural, hüzün doğru olmayan bir duygudur, her zaman. O gün özenle ektik, hayal, çılgınlık ve yetenek ektik. Ne biçtik, belirsiz bir meyve: bizi her zaman güzel ve gizemli kılacak bir anının güzel ışığını ve bir duygulanmanın ayrıcalığını.
”
”
Alessandro Baricco (Smith & Wesson)
“
Görünürde hiçbir değişiklik olmadığı, her şeyin tekdüze yaşandığı günlerde Buck, havanın yavaş yavaş soğuduğunu hissediyordu. Bir sabah geminin pervanesi durdu ve heyecanlı bir hareketlilik başladı. Buck ve diğer köpekler gemideki bu hareketliliğin farkına vardılar. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, François geldi, hepsinin boynuna birer ip bağladı, onları güverteye çıkardı. Buck adımını atınca, çamura basmış gibi oldu. Hırlayarak ayağını geri çekti. Yerdeki bu beyaz çamur gökyüzünden dökülüyordu. Buck, anlam vermeye çalışarak başını indirip kokladı, sonra yaladı, dilinde önce soğuk, ardından yakıcı bir etki bırakı ve hemen suya dönüştü. Ne olduğunu bir türlü anlayamadı. Birkaç kez aynı şeyi yaptı. Çevreden izleyenler bu haline çok güldüler; Buck neden güldüklerini anlamadı ve utandı. O gün hayatı boyunca ilk kez kar gördü.
”
”
Jack London (The Call of the Wild / White Fang)
“
Merak ediyorum, niçin acaba belli bir noktadan sonra insanları sanki iğrendiriyorum. Tuhaf, değil mi! Başlarda hoşlanıyorlar benden; beni alışılmadık ya da özgün buluyorlar; ama sonra onlardan hoşlandığımı göstermek - hatta ipucu vermek - istediğim anda sanki korkup yok olmaya başlıyorlar. Galiba daha sonra canımdan bezdirecek bu durum beni. Belki de onlara verecek çok fazla şeyim olduğunu anlıyorlar bir yolla. Belki onları korkutan da bu. Ah, birisine verilecek öyle sınırsız, sınırsız sevgim olduğunu hissediyorum ki - birisini öylesine sonsuzca, öylesine bütünüyle sevebilirim ki - onu kollayabilirim - korkunç olan her şeyi ondan uzak tutabilirim - bir şeylerin yapılmasını istedikleri her kez bunu yapmak için yaşadığımı hissettirebilirim. Ah bir hissedebilsem birisinin beni istediğini, birisine yararım dokunabileceğini, tümden başka bir kişiye dönüşürdüm.
”
”
Katherine Mansfield
“
Sinemalar ve radyo hayatımıza ilk girdiklerinde, insanlar canlı tiyatronun ölümüne hayıflanmışlardı. Televizyon hayatımıza girdiğinde ise, insanlar bu kez sinemaların ve radyonun yok olacağını tahmin etmişlerdi. Şimdi ise bizler, televizyonun, sinemaların ve radyonun karışımı bir medyanın içinde yaşıyoruz. Çıkarılacak ders şu: Bir medya aracının gelişi hiçbir zaman bir öncekini yok etmez; aksine, beraberce var olurlar. Devamlı olarak değişen ise bu medya araçlarının karışımı ve aralarındaki ilişkilerdir. Gelecekte bu medya karışımının nereye evrileceğini tahmin edebilen bir insan çok zengin olabilir.
”
”
Michio Kaku
“
Bana gül göndermiş."
Hattın diğer ucundan, hayal kırıklığını belirten bir hırlama geldi. "Hayatım, nadiren randevuya gittiğini biliyorum ama o şeyleri sokak köşelerinde beş papele satıyorlar."
"Kristalden yapılmış." Elena konuşurken, kristal gülün ışıltılarından gözünü alamıyordu. "Ay, olamaz."
"Ne olamaz?"
Elena ağzı açık bir halde en yakın çekmeceye uzanıp fazla hafif olduğu için nadiren kullandığı ince keskiyi aldı ve gülün sapındaki bir bölgeyi hafifçe kazımaya çalıştı. Bıçak işlemiyordu. Sonra bıçağı tersine sürttü ama bu kez gül "Çizilmelere dayanıklı"bıçkı çizdi. "Ay olamaz."
"Ellie, neler olup bittiğini hemen anlatmazsan yemin ederim seni eşek sudan gelene kadar döverim. Ne oluyor? Kan emen mutant bir gülmüymüş.?
Elena kahkahasını tutup elindeki tarif edilmez güzellikteki şeye baktı. "Kristal değilmiş."
"Kübik zirkon mu? diye sordu Sara kuru kuru. "Ay, dur bir dakika, yoksa plastik mi?"
"Elmas."
Ölüm sessizliği.” sy 111
”
”
Nalini Singh (Angels' Blood (Guild Hunter, #1))
“
Sana yirmi beş yaş dayanılmaz haşarılığını kanıtlayan yazılarından kopya ettiğim birkaçını gönderiyorum.Kızma!Biliyorum yanlıştı sana gelmem.Kalan yanlışlıklar değil midir zaten.Karşılaştığımız ilk gün gözlerinde beliren huysuzluğu duyumsamıştım.Seni değişmiş görmeyeceğim hiç.Görmek de istemiyorum.Hep o aynı aşk adamı,töre kaçkını delikanlı.Birdenbire gecikmiş çöküntüye dayanamayan Byron portresi.Ben çürüdüm senin adına durmadan bilerek.Ellerime baktım.Çoraktı,çatlaktı.Belki tek vurgunluğun gözlerimeydi.Onlardı eskitilemeyen.Yıpranmazdılar ben istesem bile.Bir süre oyalama gücü veren sana.Yakınmıyorum.
Yanlışlığın nerede olduğunu tam kestiremeden öleceğim gene de.Kin tutmaya ödün vermez bir ölüm olacak,umutlarıma.Bunalımlarını neye dayandırmak istersen iste,açılamazdın,açılmana yardım edemezdim.Tüm cayabileceklerimi birbirine tutuşturmaya kalkışsaydım,nasıl küçülürdüm biliyordum.O bilişi,onurlu alınganlığını yerleştirdiğin yüreğimin suçu ne?Biz bir varoluşun içinde ya da dışındaydık,onu hiçbir payanda ayakta tutamazdı.Susacaksın kuşkum yok,bu susku'yu senden önce salt unutulmuşluğa götürmeyi diliyorum.Kanayan tutkularında neyi parçalasan içinde ben varım,dahası ruhgöçüne uğrayarak ben olacağım !...Mutluyum nasıl isterdim bunu bilmeni.Bildiğini bilmek umudu,arttırmıyor mu sanıyorsun acımı.Aynı zamanda şaşkın bir doğa çarpığı.Ne İskender'ler imgeledim,ne Salvador Dali'ler sende.Bir gün beni yersiz yücelterek içini rahatlatmaya zaman bırakacağımı da seziyorum.Kocadı artık yüreğim,durmaya gönüllü.Duymayayım da yanıl,kutsa benden sonra beni,bağışladım şimdiden.Masalımızı yazmayacaksın yaşadığıma inandıkça.İşin kötüsü,yok olduğuma da inanamayacaksın!Gene de esirgeyeceğim seni,kesin ardıma bırakacağım,senin dileğin de bu,öylesine hırpalıyorsun çünkü,değmez bulacak,insanlık tragedyası karşısına çıkarılmış clown fantezisi sayacaksın,bize göre dünyamızın çocuk kalmış sevdasını!Oysa,bir kez ölümlü bakışını durdurabilseydin zamansızlıkta...Dur,yokla bedenini,bak ne sıcacık!Hep kıskandın kendini,kendinden canım aptalım benim.Sen hep yanılgı ve yenilgilerden oluştuğun için yaşayabilensin!
”
”
Vüs'at O. Bener (Buzul Çağının Virüsü)
“
Sosyeteymiş, toplummuş! Sen, herhalde kasten götürüyorsun beni bu sosyete ve toplumlara, orada olma isteğinden tümden kurtulmam için. Yaşam, ah güzel yaşam! Onu nerede aramalı? Aklın, kalbin ilgilerinde mi? Bütün bunların çevresinde döndüğü merkezi göster: öyle bir şey yok, derin bir şey, canlı bir şey yok. Bütün bunlar ölü, uyuyan insanlar, benden de kötü bu sosyete ve toplum üyeleri! Onları yaşamda sürükleyen şey ne? Bunlar yatmayıp her gün sinekler gibi, ileri geri uçuşuyorlar, ama ne için? Bir salona giriyorsun ve misafirlerin nasıl simetrik bir şekilde yerleştiğine, nasıl huzurlu ve derin düşüncelere dalmış bir şekilde kâğıt oynamaya oturduğuna şaşakalıyorsun. Diyecek bir şey yok, şanlı bir yaşam vazifesi! Hareket arayan bir akıl için mükemmel örnek! Bunlar ölü değil mi? Yaşamları boyunca oturup pineklemiyorlar mı? Neden ben evde yattığım ve aklımı valelerle, sineklerle bozmadığım için daha suçlu oluyormuşum?” “Yaşlı onların hepsi, bunu bin kez konuştuk,” dedi Ştoltz. “Daha yeni bir şeyin yok mu?” “Peki bizim iyi gençlerimiz, onlar ne yapıyor? Herhalde uyumuyor, Neva Bulvarı’nda geziniyor, dans ediyorlar? Her gün boş yere üst üste yığılan günler! Ama baksana, onlar gibi giyinmeyen, onların unvan ve adını taşımayanlara nasıl kibirle ve tarifsiz bir özgüvenle, küçümseyici bakışlarla bakıyorlar. Ve zavallılar kendilerinin kalabalıktan yüksekte olduğunu hayal ediyor: ‘Bizler, bizden başka kimsenin çalışmadığı yerlerde çalışırız; biz koltukların en ön sırasındayız, Knez N.’nin balosundayız, sadece bizi davet ettiler bu baloya’... Ama bir araya toplanınca da vahşiler gibi içip kavga ederler! Bunlar mı canlı, uyumayan insanlar? Hem sadece gençler de değil: yetişkinlere de bak. Bir araya geliyor, birbirlerini davet ediyorlar, ne büyük konukseverlik, ne iyilik, ne birbirlerine düşkünlük! Öğle yemeğinde, akşam yemeğinde görev gibi toplanıyorlar, neşesiz, soğuk bir halde, aşçılarıyla, salonlarıyla övünmek ve sonra da bıyık altından gülmek, birbirlerine çelme takmak için. Evvelsi gün, yemekten sonra orada bulunmayan ünlüleri karalamaya başladıkları zaman nereye bakacağımı bilemedim, masanın altına saklanmak istedim: ‘O aptal, bu rezil, diğeri hırsız, ötekisi komik’; sanki avlanıyorlar! Bunu söylerken bir de birbirlerine şöyle der gibi bakıyorlar: ‘Haydi çık sen dışarı, sıra sana da gelecek...’ Eğer bunlar öyleyse neden onlarla yan yana geliyorlar? Neden birbirlerinin elini böyle sertçe sıkıyorlar? Ne samimi bir gülüş, ne bir duygudaşlık ışıltısı! Gösterişli unvanlar, rütbeler almaya çabalıyorlar. ‘Benim şuyum var, ben bu oldum,’ diye böbürleniyorlar... Bu mu yaşamak? Ben bunu istemem. Ne öğreneceğim orada, ne alacağım?
”
”
Ivan Goncharov (Oblomov)
“
O, yeryüzünün özgür ve kendini güvenlikte hisseden bir vatandaşıdır, çünkü bütün dünyevi mekânlara ulaşma imkânını ona veren yeterince uzun bir zincirle bağlanmıştır, ama yine de hiçbir şeyin kendisini çekip yeryüzünün sınırlarından öteye almasına izin verecek kadar uzun değildir bu zincir. Ne var ki aynı zamanda, gökyüzünün de özgür ve kendini güvenlikte hisseden bir vatandaşıdır, çünkü yine uzunluk bakımından öbürünün benzeri göksel bir zincirle bağlanmıştır. Yeryüzüne inmek mi istiyor, gökyüzü zincirinin tasması yakasından çeker; gökyüzüne çıkmak mı istiyor, bu kez de yeryüzü zincirinin tasması yapar aynı işi. Ama bütün bunlara rağmen, tüm olanaklar elindedir ve bunun da farkındadır; hatta tüm bu olanları ilk zincirle bağlanışındaki bir hataya bağlamayı reddeder.
”
”
Franz Kafka
“
Tüm sevgisini bana veren birinden nasıl nefret ederim?'' diye düşündü Veronika; kafası karışmıştı, duygularına gem vurmaya çalıştı. Ama geç kalmıştı, nefret taşmıştı bir kez, kendi özel cehenneminin kapıları sonuna dek açılmıştı. Kendisine sunulan sevgiden nefret ediyordu, çünkü hiç karşılık beklemeyen bir sevgiydi bu, saçma, gerçek dışı, doğa yasalarına aykırıydı.
Hiç karşılık beklemeyen bu sevgi onu suçluluk duygularına boğmayı başarmış, kendi hayallerini çöpe atmak pahasına bir başkasının beklentilerini yerine getirmek isteği yaratmıştı. Dünyada var olan yozlukları, güçlükleri yıllar yılı ondan saklamaya çalışmıştı bu sevgi; bu aşırı esirgemenin, günün birinde hayatın bu gerçekleriyle kaçınılmaz olarak karşılaştığında onu savunmasız bırakacağı göz ardı edilmişti.
”
”
Paulo Coelho
“
Kendimi ararken hangi sapa yollarda yolumu yitiririm? Beni koruma numarasıyla, beni kendimden ayıran perde ne? Beni oluşturan bu ufalanmış parçaların içinde kendimi nasıl yeniden keşfedebilirim? Kendimi kavrama konusunda asla bilmediğim bir belirsizliğe doğru ilerliyorum. Sanki önümdeki yol önceden belirlenmiş. Sanki iç dünyam, kendi yarattığını sandığı; ama gerçekte onu biçimlendiren zihinsel bir manzaranın çizgilerinin bir parçası. Saçma -dünyanın rasyonelliğini onayladığı ve tartışmasız kabul edildiği için saçmalar saçması- bir güç beni durmaksızın sıçramaya zorluyor; ama asla terk edemediğim sert bir zeminde ayaklarım. Ve kendime doğru yaptığım bu yararsız atlayışımla, sadece bugünle olan bağımı yitirme başarısını gösteriyorum: çoğu kez, kendimden uzakta, ölü zamanın ritmiyle yaşarım.
”
”
Raoul Vaneigem
“
Yeniden karşılaşsak bile, seni tanıyamam,' diye karşılık verdi Yumurta Adam hoşnutsuz bir ses tonuyla, tokalaşmak üzere parmaklarından birini uzatarak. 'Sen de tıpkı diğer insanlar gibisin,' dedi.
'İnsanlar genellikle yüzlerinden tanınırlar,' dedi Alice düşünceli bir ses tonuyla.
'İşte benim yakındığım şey de bu ya,' dedi Yumurta Adam. 'Senin yüzün de herkesinki gibi...iki göz,şöyle...' (başparmağıyla havada gözlerin yerini işaret ediyordu) 'ortada bir burun, altında bir ağız. Hep aynı. Örneğin burnun iki yanında iki gözün olsaydı...ya da ağzın tepende olsaydı...bu belki bir işe yarardı.'
'Ama o kadar da güzel olmazdı,' diye Alice karşı çıktı ona. Fakat Yumurta Adam sadece gözlerini yumdu ve 'Dene de gör,' dedi.
Alice, acaba bir kez daha konuşur mu diye bir dakika bekledi, ne var ki Yumurta Adam ne gözünü açtı, ne de onu dikkate aldı; Alice, bir kez daha 'Hoşçakal!' dedi ve buna karşılık alamayınca, sessizce oradan uzaklaştı; giderken kendi kendine 'Bütün bu yetersizlikleriyle (bunu yüksek sesle söylemişti, çünkü böylesine uzun bir sözcüğü söylemek büyük bir teselliydi). 'Bütün bu yetersizlikleriyle karşıma çıkıp duran bu insanlar...' Alice cümlesini bir türlü bitiremedi, çünkü koru müthiş bir sarsıntıyla sarsılıyordu.
”
”
Lewis Carroll (Through the Looking Glass)
“
Gazetede yazdıklarımız gerçeklerle tümüyle çelişiyor. Her gün yüzlerce kez "Biz özgürüz" cümlesini basıyoruz, ama sokaklarda yabancı bir ordunun askerleri dolaşıyor, herkes çok sayıda siyasi tutuklu bulunduğunu biliyor, yurt dışına seyahatler yasak, Ülke içinde bile bazı şehirlere gidemiyoruz.(...)
Günde yüz kez "Bolluk ve mutluluk içinde yüzüyoruz" cümlesini basıyoruz; önceleri bu başkaları için geçerli, "Şey" yüzünden Anne ile ben mutsuz ve acınacak durumdayız, diye düşünüyordum, ama Gaspar bizim istisna olmadığımızı, karısı ve üç çocuğuyla kendisinin de hiç olmadığı kadar sefil bir yaşam sürdüğünü söylüyor.
Sabahları erken saatte işten çıktığım zaman, işlerine giden insanlara rastlıyorum, hiçbir yerde mutluluk göremiyorum, bolluk da hak getire. Gaspar'a neden bu kadar yalan bastığımızı sorduğumda, "Sakın soru sorma" diyor. "İşini yap, başka şeyle uğraşma.
”
”
Ágota Kristóf (The Notebook, The Proof, The Third Lie: Three Novels)
“
... İyi dinle. Sevgiyi düşündüm ve bir çözüme vardım. Nerede yanıldığımızı anladım. Diyelim ki insan ilk kez seviyor. Peki neyi seviyor?”
Çocuğun yumuşak dudakları yarı aralıktı. Hiç sesini çıkarmadı.
“Bir kadını,” dedi yaşlı adam. “Bilimsiz, dayanaksız, Tanrı’nın dünyasındaki en tehlikeli ve kutsal deneyime girişiyor. Bir kadını seviyor. Tamam mı, evlat?”
“Evet,” dedi çocuk yavaşça.
“Sevmeye yanlış yönden başlıyor. En sonundan başlıyor. Böyle çile çekmesine şaşacak ne var? İnsan nasıl sevmeli biliyor musun?”
Yaşlı adam uzanıp çocuğun deri ceketinin yakasını tuttu. Hafifçe sarstı onu. Yeşil gözlerini hiç kırpmadan ciddi ciddi bakıyordu.
“Evlat, sevmeye nereden başlamalı biliyor musun?”
Çocuk daha da büzülmüş, kımıldamadan oturmuş dinliyordu. Yavaş yavaş başını ikiyana salladı. Yaşlı adam ona doğru eğilip fısıldadı:
“Bir ağaçtan. Bir taştan. Bir buluttan.
”
”
Carson McCullers (The Ballad of the Sad Cafe)
“
2x2=5
bilinçleninceye kadar asla başkaldırmayacaklar; ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler. syf.95
daha önce de pek çok kez olduğu gibi, yoksa ben deli miyim, sorusu geçti aklından. belki de deli dedikleri tek kişilik bir azınlıktı. bir zamanlar dünyanın güneşin çevresinde döndüğüne inanmak nasıl delilik belirtisi olarak görüldüyse, şimdi de geçmişin değiştirilemeyeceğine inanmak delilik belirtisi olarak kabul ediliyordu. bu inancı bir tek kendisi taşıyor olabilirdi ve eğer öyleyse, o zaman delinin tekiydi. ama deliliği pek dert etmiyordu, onu asıl ürküten yanılıyor olabileceğiydi. syf. 105
küçük kurallara uyarsan büyük kuralları çiğneyebilirdin. syf. 158
her gün, her saat hayata dört elle sarılmak, gelecekten yoksun olduğunu bile bile günübirlik yaşamayı sürdürmek, tıpkı hava oluğu sürece nefes almayı bırakmamak gibi karşı konulmaz bir içgüdüydü. syf. 182
hücrenin yorgunluğu, organizmanın canlılığını gösterir. tırnaklarını kesince ölüyor musun? syf. 299
”
”
George Orwell (1984)
“
Zekice bir kitap yazmışsın, Bon-Bon,” diye devam etti Majesteleri, dostumuzun omzuna, o verilen emri tam anlamıyla yerine getirdikten sonra bardağını bırakırken hafifçe, bilgiç bir tavırla vurarak. “Kesinlikle zekice bir kitap. Tam benim sevdiğim türden bir eser. Ancak özdeğe ilişkin tasarımın geliştirilebilir ve fikirlerinin pek çoğu bana Aristoteles’i anımsatıyor. O filozof en yakın tanıdıklarımdan biriydi. Onu hem korkunç huysuzluğundan, hem de pot kırmak gibi eğlenceli bir yönünden dolayı severdim. Bütün o yazdıkları arasında tek bir somut gerçek var ki, onun ipucunu da kendisinin absürdlüğünü sevdiğim için ben verdim. Pierre Bon-Bon, hangi yüce ahlâki gerçekten bahsettiğimi biliyorsun sanırım, değil mi?”
“Bildiğimi söyleyemem –”
“Evet! – Aristoteles’e insanların hapşırırken gereksiz fikirleri burunlarından dışarı attığını söyleyen bendim.”
“Bu –hık!– gerçekten de doğru,” dedi metafizikçi, kendisine bir bardak daha Mousseux koyarken ve ziyaretçisinin parmaklarına enfiye kutusunu sunarken.
“Platon’a da,” diye devam etti Majesteleri, enfiye kutusunu ve içerdiği iltifatı alçakgönüllülükle geri çevirerek, “Platon’a da bir zamanlar arkadaşça hisler beslemiştim. Platon’la tanıştın mı Bon-Bon? – Ah! Hayır, binlerce kez özür dilerim. Benimle bir gün Atina’da, Parthenon’da karşılaştı ve bana bir fikirden bunaldığını söyledi. Ona ο νους εδτιv αυλος‘yu* yazmasını önerdim. Bunu yapacağını söyleyip eve gitti, ben de piramitlere çıktım. Ama vicdanım beni bir arkadaşa bile olsa birine gerçeği söylediğim için kınadı ve apar topar Atina’ya geri dönüp ‘αυλος’yu yazarken filozofun sandalyesinin arkasında durdum. Kağıda parmağımla dokunarak ters çevirdim. Böylece cümle şimdi ‘ο νους εδτιv αυγος’** olarak okunuyor ve gördüğün gibi, metafiziğinin temel doktrini.”
“Hiç Roma’da bulundunuz mu?” diye sordu restaurateur, ikinci Mousseux şişesini bitirdikten sonra dolaptan büyük bir şişe Chambertin alırken.
“Sadece bir kez, sevgili Bon-Bon, sadece bir kez. Bir ara” –dedi Şeytan, sanki bir kitaptan okurcasına– “bir ara beş yıllık bir anarşi dönemi olmuştu ve o sırada bütün memurlarından yoksun kalan cumhuriyetin halkın seçtiklerinden başka yargıcı yoktu. Bunlar da yasal idari yetkiye sahip değildi – o zaman, Mösyö Bon-Bon – yalnızca o zaman Roma’daydım ve bu yüzden onun felsefesine ilişkin dünyevi bir tanıdığım yok.”
“Epicurus hakkında ne –hık!– ne düşünüyorsunuz?”
“Kimin hakkında?” dedi şeytan şaşkınlıkla, “Epicurus’ta kusur bulmak istiyor olamazsın! Epicurus hakkında ne düşünüyormuşum! Beni mi kastediyorsunuz bayım? – Epicurus benim. Diogenes Laertes tarafından adı anılan üç yüz bilimsel incelemenin herbirini yazan filozof benim.”
* Ruh bir flüttür.
** Ruh parlak bir ışıktır.
”
”
Edgar Allan Poe (Bon-Bon)
“
Ot minderimle kerevet tahtası arasında sanki kumaşa yapışmış nerdeyse saydamlaşmış bir gazete parçası buldum. Geçmiş bir polis olayını anlatıyordu. Baş tarafı yoktu. Ama, olay herhalde Çekoslovakya'da geçmiş olmalıydı. Adamın biri para kazanmak için bir Çek köyünden ayrılmış. Yirmi beş yıl sonra, zengin olarak, karısı ve bir çocuğuyle birlikte köyüne dönmüş. Annesi kız kardeşiyle birlikte, doğduğu köyde otel işletiyorlarmış. Adam onlara sürpriz yapmak için, karısıyla çocuğunu bir başka otele bırakıp annesinin oteline gitmiş. İçeriye girince annesi kendisini tanımamış. O da, şaka olsun diye bir oda tutmuş, paralarını da göstermiş. Geceleyin, annesiyle kız kardeşi, paralarını almak için kafasına çekiçle vura vura adamcağızı öldürmüşler, cesedini de nehre atmışlar. Sabahleyin, karısı gelip olup bitenden habersiz, yolcunun kim olduğunu söylemiş. Ana kendini asmış, kız kardeşi de kendini kuyuya atmış. Bu öyküyü binlerce kez okudum sanıyorum. Öykü bir yandan gerçeğe uymuyordu, bir yandan olağan bir şeydi. Kısacası, bana kalırsa, yolcu bunu biraz da hak etmişti. İnsan hiçbir zaman böyle oyun oynamamalı.
”
”
Albert Camus
“
Tırtıl'la Alice sessizlik içinde bir süre bakıştılar; neden sonra Tırtıl, nargilesinin marpucunu ağzından çıkarıp, cansız, uykulu bir sesle Alice'e 'Kimsin sen?' diye sordu.
Bu soru, sohbete koyulmak için çok da cesaret verici bir başlangıç değildi. Alice, oldukça mahcup bir tavırla şöyle dedi: 'Şey efendim, yani aslında şu an tam bilmiyorum. En azından bu sabah kalktığımda kim olduğumu biliyordum, ama o zamandan beri birkaç kez değiştim galiba.'
'Ne demek istiyorsun?' dedi Tırtıl sert bir tavırla. 'Kendinden söz et bakalım.'
'Kendimden söz edemem, efendim,' dedi Alice, 'çünkü ben ben değilim ki, anlatabiliyor muyum?'
'Anlatamıyorsun,' dedi Tırtıl.
'Özür dilerim, ama daha fazla açıklayamayacağım,' diye yanıt verdi Alice kibarca, 'çünkü kendim bile anlamıyorum ki bu durumu;bir gün içinde bu kadar farklı boylarda olmak insanın kafasını allak bullak ediyor.'
'Etmez,' dedi Tırtıl.
'Pekala, size henüz öyle gelmiyor olabilir,' dedi Alice, 'ama düşünün ki önce bir krizalite -hani bir gün dönüşeceksiniz ya- sonra da bir kelebeğe dönüşmek zorunda kaldığınızda, sanırım kendinizi biraz tuhaf hissedersiniz, öyle değil mi?'
'Hiç de hissetmem,' dedi Tırtıl.
'Peki, belki sizin duygularınız farklı olabilir,' dedi Alice, 'tek bildiğim, bunların bende tuhaflık yarattığı.'
'Sen!' dedi, Tırtıl tepeden bakarak, 'Kimsin sen?'
Bu soru her şeyi yeniden başa döndürmüştü.
”
”
Lewis Carroll (Alice’s Adventures in Wonderland / Through the Looking-Glass)
“
O zaman anılarımızdan vaz mı geçmeliyiz?" diye söze girdi Genç Prens, çiçeğin ve arkadaşının anısı onun için çok değerli olduğundan böyle bir soru sormuş olmalıydı.
"Hayır, tüm iyi anılarını ve mutluluk veren tecrübelerini, kendini yalnız hissettiğin, zorluk çektiğin anlarda sana teselli verebilmeleri için her zaman yanında taşıyabilirsin. Kaçınman gereken, sana güvence sunan geçmişe takılı kalmaktır; aksi takdirde oraya mahkûm kalabilir ve yaşadığın anın sana sunacağı tecrübeleri reddedebilirsin. Geçmiş güven verir; çünkü artık bitmiş, ölmüştür. Bazıları hayatın acı ve mutluluk dolu sınırsız olasılığını içeren öngörülemezliği yerine, ölümün güven veren sessizliğini tercih eder."
Daha sonra ekledim:
Anıların şimdiki anın mutluluğuna zarar verebilecekleri başka bir durum da geçmişte hissettiklerinin aynısını hissetmeye çabalamandır. Boş yere verilen bir uğraştır bu. Bir nehirden akan suyun asla aynı olmaması gibi, hayattaki durumlar da hiçbir zaman birbirinin tıpatıp aynısı olmaz. Gel gör ki geçmişteki tecrübelerin aynısını yaşamak için kendilerini onlara mahkûm etmiş o kadar fazla insan var ki... Zihinlerini hapsettikleri eski hayatları sebebiyle, belki de daha mutlu olacakları yeni hayatı yaşamak ve keyif almaktan alıkoyarlar kendilerini. Bir kez orada yemek bulduğu için, biraz daha ileride yeni bir şeyler aramak yerine, sürekli aynı yere dönerek sonunda açlıktan ölen bir hayvana benzer bu insanlar.
”
”
A.G. Roemmers (El regreso del joven príncipe)
“
Terrence Moran, "yapısı gereği imajı ve parçayı güçlendirmeye yatkın olan medyayla tarihsel bir perspektif edinemeyiz" derken tam hedefi vurmaktadır. Moran'a göre kalıcılık ve bir bağlam olmayınca "elde bulunan bilgi parçaları mantıklı ve tutarlı bir bütün oluşturacak şekilde birleştirilemez." Hatırlamayı reddetmediğimiz gibi, hatırlamayı tamamen yararsız buluyor da değiliz. Onun yerine, hatırlamaya uygun varlıklar olmaktan çıkarılıyoruz. Çünkü, hatırlamak nostaljiden daha fazla bir şeyse eğer, kesinlikle bir bağlamsal temel; olguların onun için düzenlenip modellerin ondan çıkarılabileceği bir şey gerektirir. İmaj politikası ve anlık haberler ise böyle bir bağlam sunmaz. Bir ayna yalnızca bugün giydiklerinizi yansıtır. Dün giydikleriniz konusunda sessizdir.
Bu varsayımların bir anlamı varsa, o zaman Orwell bu noktada, en azından Batı demokrasileri açısından bir kez daha yanılmıştır. Orwell tarihin yıkılışını önceden görmüştü, ama bunu devletin yapacağına, Hakikat Bakanlığı türünde bir kurumun sistemli bir biçimde işe yaramayan olguları yasaklayıp geçmişin kayıtlarını sileceğine inanıyordu. Ancak Huxley'in daha doğru öngörüsüyle, hiçbir şeyin kaba yolla uygulanmasına ihtiyaç duyulmayacaktır. Halka bir imaj, ivedilik ve terapi politikası sunmayı amaç edinmiş, görünüşte hayırlı gibi gelen teknolojiler, tarihi aynı derecede başarılı biçimde, belki daha kalıcı olarak ve hiçbir itirazla karşılaşmadan yok edebilirler.
”
”
Neil Postman (Televizyon Öldüren Eğlence: Gösteri Çağında Kamusal Söylem)
“
Türkiye'nin en meşhur ve güvenilir medyumlarından biri olan Medyum Ali Gürses Hoca birçok farklı konudaki işlemleriyle çok uzun yıllardır sayısız kişiye yardımcı olmaktadır. Kendisine ait internet sitesi medyumali.com 'dan, medyumalibey@gmail.com mail adresinden veya 05355906275 numaralı hattan ulaşılabilen Medyum Ali Hoca sitesinde şu hususlara dikkat çekiyor:
* Çalışmalar uzaktan da yapılabilmektedir. Çalışmayı tamamladıktan sonra kargo yoluyla size gönderebilmekteyim. Sadece Türkiye içi değil; başta Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, Danimarka, Avusturya, İsviçre, Azerbaycan, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Türk vatandaşlarının çokça bulunduğu ülkelere ekspres kargo yoluyla gönderim yapmaktayım. Ortalama gönderim süresi 1 haftadır. İletişime geçtiğiniz takdirde kesin süreyi öğrenebilirsiniz.
* Bakımlar ücretlidir ve uzaktan da yapılabilmektedir. Çoğunlukla aynı gün içerisinde dönüş yapmaktayım. Yoğunluğa bağlı olarak çok nadir sonraki güne kalabilir. Böyle bir durumda önceden size bilgi vermekteyim.
* Zaten telefon ve maillere ancak yetiştiğimden Whatsapp’tan hizmet vermemekte, oradan genelde eski çalıştığım kişilere dönüş yapmaktayım. Bu yüzden ilk kez iletişime geçecek olanların telefon veya mail yöntemini tercih etmesini öneririm.
* Eğer imkanınız varsa öncelikli olarak e-posta yoluyla iletişim kurmanızı öneririm. E-posta yoluyla telefona göre daha ayrıntılı bir bilgi alırsınız. Zira telefondaki aşırı yoğunluk sebebiyle telefondan belirli düzeyde bir bilgi paylaşımı yapabiliyorum. Ancak e-posta gönderme şansınız yoksa telefon yoluyla iletişim kurmanızda tabii ki hiçbir sakınca yoktur. Telefonla iletişime geçecekseniz lütfen üst üste onlarca kez aramayın. 1, en fazla 2 kez aramanız yeterlidir. 24 saat telefon başında oturmuyorum. Eğer telefon başındaysam zaten 1 kez aradığınızda cevaplarım. Eğer ki telefon başında değilsem 100 kez de arasanız görmüyorum ve hem sizin adınıza hem de telefon başına geçtiğimde benim adıma boş yere vakit kaybı yaşanıyor. “Merhaba”, “Hocam”, “Yardımcı olur musunuz” gibi e-postalar yerine direkt sıkıntınızı açıklayan ve isteğinizi belirten bir e-posta gönderirseniz süreç çok daha hızlı ilerler. E-postaları bizzat kendim cevaplamaktayım.
”
”
iki kişiyi ayırmak için yapılan büyü bozmak
“
o sırada benim için öylesine bambaşka, yeni bir insandı ki, üstelik de yıllar yılı hiçbirine duyduğum kadar hayranlık duyduğum öyle bir ailenin adını taşıyordu ki, o an işte benim kurtarıcım, dedim içimden. şehir parkının sırası üzerinde otururken birden tekrar bütün bunların apaçık bilincine vardım ve şu dokunaklı halimden, eskiden hiçbir zaman içime girmelerine izin vermediğim ama şimdi zorla, sıkış tıkış içime soktuğum büyük laflardan da utanmadım, şu anda bana müthiş iyi geliyorlardı, onların üzerimdeki etkisini hafifletmeye kalkışmadım. serinleten bir yağmur gibi bütün sözcüklerin üzerimden kayıp gitmelerine izin verdim. ayrıca bugün düşünüyorum da, hayatımızda gerçekten önemi olmuş kişilerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez, kaldı ki çoğu kez bu bir tek el bile bu insanları onun üzerinde sayabileceğimize inanma sapkınlığımıza karşı koyar, çünkü açık konuşmak gerekirse büyük olasılıkla tek parmak bile yetecektir bu iş için. ama çok iyi bildiğimiz gibi, bu tür hastalıklı saçmalar olmadan da dayanma noktası zaten epeyce zorlanmış beyinlerimizin, yaş ilerledikçe daha da güçleşen olmadık cambazlıklarıyla, kendimize katlanılabilir bir durum yaratıyoruz ve zaman zaman her şeyden tamamıyla vazgeçmemek için üç ya da dört kişide karar kılıyoruz. bu üç dört kişi bize uzun vadede bir şeyler, bir şeyler değil çok şeyler vermişlerdir, hatta dünyamızın kritik noktalarında bizim için hayatın anlamı, hatta hayatın ta kendisi olmuşlardır, ama unutmayalım ki bu bir avuç içi ölüler olur çoğunlukla, yani uzak ya da yakın tarihte ölmüş kişiler, çünkü acı tecrübe bize öğretmiştir ki, değerlendirmemize bugün hala yaşayanları, varlığımızı yanlarında sürdürdüğümüz kişileri sokarsak, tümden, en acı ve gülünç biçimde yanılırız.
”
”
Thomas Bernhard
“
-Yürüyebileceğimden emin değilim.
-Öyleyse seni taşırım.
-Aşk bu mu?
-Aşk nedir, bilmiyorum artık. Bir hafta önce pek çok fikrim vardı. Aşk nedir, nasıl kalıcı kılınır. Şimdi aşığım ve en ufak bir fikrim yok. Şimdi aşığım ve bu konuda bir aptaldan farkım yok.
....
Dolunayın gerçekleştiği güne, Ay’ın ne büyüdüğü ne de küçüldüğü güne, Babilliler “yürek dinlencesi” anlamına gelen Sabat adını vermişlerdi. Bu günde Ay tanrıçasının, Babil’de bilinen adıyla Ay’daki kadın İştar’ın adet gördüğüne inanılırdı; çünkü neredeyse her eski ve ilkel toplumda olduğu gibi Babil’de de çok eski zamanlardan beri bir kadının aybaşı kanaması geçirirken çalışması, yemek pişirmesi ya da yolculuk etmesi tabu sayılırdı. Bildiğimiz Sebt gününün kökeni olan Sabat’ta erkekler de kadınlar gibi dinlenmek zorundaydı; çünkü Ay adet görürken tabu herkes için geçerliydi. Başlangıçta (ve doğal olarak) ayda bir kez gözlemlenen Sebt, daha sonra Hristiyanlar tarafından Yaratılış mitleriyle birleştirilip işe yarar bir şekilde haftalık hale getirildi. Böylelikle günümüzde sert adaleli, sert kasketli, sert zihinli erkekler, adet görmeye ilişkin arketip psikolojik bir tepki sayesinde pazar günleri işe gitmekten kurtulmuşlardır.
....
Lüzumlu ve lüzumsuz delilikler vardır. İkinci gruba girenler Güneş karakteri taşır birinci gruba girenlerse Ay ile bağlantılıdır.
Lüzumsuz delilikler, hırs, saldırganık ve ergenlik öncesine özgü endişeden oluşan gevrek bir karışımdır, çok uzun zaman önce atılmış olması gereken bir çöp yığınıdır. Lüzumlu delilikler, kişinin, akranları ne kadar kaçık bulsa da erdemli ve doğru olduklarını içgüdüleriyle sezdiği dürtülerdir.
Lüzumsuz delilikler insanın başını kendisiyle belaya sokar. Lüzumlu delilikler insanın başını başkalarıyla belaya sokar. İnsanın başının başkalarıyla belaya girmesi her zaman daha iyidir. Hatta lüzumlu olabilir.
Şiir, şiirin iyi yazılmışı, Ay özelliklerini taşır ve lüzumlu deliliklerle ilgilidir. Gazetecilik Güneş özellikleri taşır (Güneş adında pek çok gazete varken hiçbirinr Ay adı verilmemiştir) ve lüzumsuzluklara adanmıştır.
....
Saygı ve itaat yeminleri etmek yerine, yardım ve yataklık edeceğimiz sözünü vermeliyiz belki..
....
"Dünyanın öbür ucuna dek onun peşinden gideceğim." diye hıçkıra hıçkıra ağladı.
Evet şekerim ama dünyanın bir ucu yok. Kolomb bunu saptamıştı.
....
(Mutluluk gözyaşları sahne sağından çıkar. Şaşkınlık gözyaşları sahne solundan girer, yer ışıklarına doğru ilerler.)
....
Bir pastanın üstünde yirmi mum. Bir pakette yirmi Camel. Geride bıraktığımız yirmi yüzyıl. Peki ya sonra?
Bir pastanın üstünde yirmi mum. Bir pakette yirmi Camel. Federal kodeste yirmi ay. Genç bir kızın boğazından aşağı yuvarlanan yirmi kadeh tekila. Hazreti İsa'nın son kez kıç üstü oturuşundan bu yana yirmi yüzyıl geçmiş ve onca zaman sonra bizler tutkunun çekip gittiğinde nereye gittiğini hala bilmiyoruz.
....
Ahmaklar, örgütlü davalara hizmet konusunda en uygun kişilerdir; çünkü nadiren yapacak daha yaratıcı bir işleri olur ve böyle bir işleri olsa bile dar görüş nedeniyle kısıtlandıklarından o işi muhtemelen yapmazlar.
....
Bernard'ın dolunay ışığının dört buçuk metre yükseklikteki kırk vatlık bir ampule eşit olduğunu söylediğini hatırladı.
....
"Bak hayatım, sevgilin nam salmış biri. Orospu çocuğunun her şeyden bomba yapabileceği söyleniyor."
....
Dört elementten üçü tüm yaratıklar tarafından paylaşılır ama ateş yalnızca insanoğluna bağışlanmış bir hediyeydi.
....
Bir nefes sigaraya, bir lokma yemeğe, bir fincan kahveye, bir parça göte ya da temposu hızlı bir öyküye ihtiyaç duyduğu halde nasibine hepi topu felsefe düşen her zeki kişinin yapacağı gibi dik dik bakıyorlardı ona.
....
İnsan kendi kurallarını da bozamadıktan sonra kimin kurallarını bozabilirdi?
”
”
Tom Robbins (Still Life with Woodpecker)
“
Sanırım çoğu erkek, bir aile sahibi olduğunu kavrayamıyor. Erkeklerin ıstırabı, bir kadını sevmeleriyle başlıyor. Bu ıstırap akıllarına bir nebze yatıyor çünkü onlara haz veriyor ve tatmin de ediyor. Daha sonra erkekler sevdikleri kadınla evleniyorlar. O kadar kolay olmasa da bunu da hâlâ anlayabiliyorlar. Sonra kadın iki ya da ikiden fazla çocuk doğuruyor. Erkekler bu süreçten sonrasını artık anlayamıyorlar. Zira şimdi sofraya dört, beş kişi oturuluyor, kalabalık akşam yemekleri yeniyor. Çocukların bir süre sonra onlara baba demesini yadırgıyor erkekler. Sonra karılarını suçlamaya, çocuklarını korkutmaya başlıyorlar.
-----
Olağanüstü şeyleri bizzat yaratmamız gerekiyor yoksa dünyada karşımıza çıkmıyorlar.
-----
Traudel, benim uzun süre işsiz kalmamdan, bunu biraz da onun yeterince para kazanmasına güvenerek kasten yapmamdan korkuyor gibi.
-----
Traudel’i asla affedemeyebili
rim. Kendimi onun tarafından ihanete uğramış hissediyorum. İhaneti, size itiraf edilmiş ama başkasına yapılmışsa kaldırabilirsiniz ancak. Fakat bir ihanetin kurbanıysanız, size ihanet edene asla geri dönmezsiniz. Kıytırık menekşe kokusu aklıma daha da kıytırık bir fikir getiriyor: Belki de kendime yeni bir kadın bulmalıyım. Oysa yeni bir kadın için en ufak bir istek yok içimde. Herhalde aşkın aşağılamalarından geri çekiyorum kendimi. Ayrıca arada bir baş gösteren yeni bir kadın bulma fikri, biyografimin kibriyle hiçbir şekilde bağdaşmayan bir hayat hikâyesi klişesi,
-----
Giriş salonunda bir sürü kederli insan otursa da ortamdaki keder akıl alır gibi değil. Keder herkesi kederlendiriyor, yani keder herkes için o kadar aşikâr ki, bu alenilik onu önemsizleştirip görünmez kılıyor.
-----
Bir kez sevmiş olan ve hâlâ seven biri, kendini aşka elverişli bir hale getirmenin ne kadar zor olduğunu, ne kadar uzun sürdüğünü bilir. İnsan acı çekerken anlar, aşk için emek vermeye bir daha kolay kolay kalkışamayacağını.
”
”
Wilhelm Genazino (Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk)
“
Türkiye'nin en meşhur ve güvenilir medyumlarından biri olan Medyum Ali Gürses Hoca birçok farklı konudaki işlemleriyle çok uzun yıllardır sayısız kişiye yardımcı olmaktadır. Kendisine ait internet sitesi medyumali.com 'dan, medyumalibey@gmail.com mail adresinden veya 05355906275 numaralı hattan ulaşılabilen Medyum Ali Hoca sitesinde şu hususlara dikkat çekiyor:
* Çalışmalar uzaktan da yapılabilmektedir. Çalışmayı tamamladıktan sonra kargo yoluyla size gönderebilmekteyim. Sadece Türkiye içi değil; başta Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, Danimarka, Avusturya, İsviçre, Azerbaycan, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Türk vatandaşlarının çokça bulunduğu ülkelere ekspres kargo yoluyla gönderim yapmaktayım. Ortalama gönderim süresi 1 haftadır. İletişime geçtiğiniz takdirde kesin süreyi öğrenebilirsiniz.
* Bakımlar ücretlidir ve uzaktan da yapılabilmektedir. Çoğunlukla aynı gün içerisinde dönüş yapmaktayım. Yoğunluğa bağlı olarak çok nadir sonraki güne kalabilir. Böyle bir durumda önceden size bilgi vermekteyim.
* Zaten telefon ve maillere ancak yetiştiğimden Whatsapp’tan hizmet vermemekte, oradan genelde eski çalıştığım kişilere dönüş yapmaktayım. Bu yüzden ilk kez iletişime geçecek olanların telefon veya mail yöntemini tercih etmesini öneririm.
* Eğer imkanınız varsa öncelikli olarak e-posta yoluyla iletişim kurmanızı öneririm. E-posta yoluyla telefona göre daha ayrıntılı bir bilgi alırsınız. Zira telefondaki aşırı yoğunluk sebebiyle telefondan belirli düzeyde bir bilgi paylaşımı yapabiliyorum. Ancak e-posta gönderme şansınız yoksa telefon yoluyla iletişim kurmanızda tabii ki hiçbir sakınca yoktur. Telefonla iletişime geçecekseniz lütfen üst üste onlarca kez aramayın. 1, en fazla 2 kez aramanız yeterlidir. 24 saat telefon başında oturmuyorum. Eğer telefon başındaysam zaten 1 kez aradığınızda cevaplarım. Eğer ki telefon başında değilsem 100 kez de arasanız görmüyorum ve hem sizin adınıza hem de telefon başına geçtiğimde benim adıma boş yere vakit kaybı yaşanıyor. “Merhaba”, “Hocam”, “Yardımcı olur musunuz” gibi e-postalar yerine direkt sıkıntınızı açıklayan ve isteğinizi belirten bir e-posta gönderirseniz süreç çok daha hızlı ilerler. E-postaları bizzat kendim cevaplamaktayım.
”
”
Küs arkadaşla barışma büyüsü
“
Türkiye'nin en meşhur ve güvenilir medyumlarından biri olan Medyum Ali Gürses Hoca birçok farklı konudaki işlemleriyle çok uzun yıllardır sayısız kişiye yardımcı olmaktadır. Kendisine ait internet sitesi medyumali.com 'dan, medyumalibey@gmail.com mail adresinden veya 05355906275 numaralı hattan ulaşılabilen Medyum Ali Hoca sitesinde şu hususlara dikkat çekiyor:
* Çalışmalar uzaktan da yapılabilmektedir. Çalışmayı tamamladıktan sonra kargo yoluyla size gönderebilmekteyim. Sadece Türkiye içi değil; başta Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, Danimarka, Avusturya, İsviçre, Azerbaycan, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Türk vatandaşlarının çokça bulunduğu ülkelere ekspres kargo yoluyla gönderim yapmaktayım. Ortalama gönderim süresi 1 haftadır. İletişime geçtiğiniz takdirde kesin süreyi öğrenebilirsiniz.
* Bakımlar ücretlidir ve uzaktan da yapılabilmektedir. Çoğunlukla aynı gün içerisinde dönüş yapmaktayım. Yoğunluğa bağlı olarak çok nadir sonraki güne kalabilir. Böyle bir durumda önceden size bilgi vermekteyim.
* Zaten telefon ve maillere ancak yetiştiğimden Whatsapp’tan hizmet vermemekte, oradan genelde eski çalıştığım kişilere dönüş yapmaktayım. Bu yüzden ilk kez iletişime geçecek olanların telefon veya mail yöntemini tercih etmesini öneririm.
* Eğer imkanınız varsa öncelikli olarak e-posta yoluyla iletişim kurmanızı öneririm. E-posta yoluyla telefona göre daha ayrıntılı bir bilgi alırsınız. Zira telefondaki aşırı yoğunluk sebebiyle telefondan belirli düzeyde bir bilgi paylaşımı yapabiliyorum. Ancak e-posta gönderme şansınız yoksa telefon yoluyla iletişim kurmanızda tabii ki hiçbir sakınca yoktur. Telefonla iletişime geçecekseniz lütfen üst üste onlarca kez aramayın. 1, en fazla 2 kez aramanız yeterlidir. 24 saat telefon başında oturmuyorum. Eğer telefon başındaysam zaten 1 kez aradığınızda cevaplarım. Eğer ki telefon başında değilsem 100 kez de arasanız görmüyorum ve hem sizin adınıza hem de telefon başına geçtiğimde benim adıma boş yere vakit kaybı yaşanıyor. “Merhaba”, “Hocam”, “Yardımcı olur musunuz” gibi e-postalar yerine direkt sıkıntınızı açıklayan ve isteğinizi belirten bir e-posta gönderirseniz süreç çok daha hızlı ilerler. E-postaları bizzat kendim cevaplamaktayım.
”
”
eski sevgiliyle barışma büyüsü
“
Türkiye'nin en meşhur ve güvenilir medyumlarından biri olan Medyum Ali Gürses Hoca birçok farklı konudaki işlemleriyle çok uzun yıllardır sayısız kişiye yardımcı olmaktadır. Kendisine ait internet sitesi medyumali.com 'dan, medyumalibey@gmail.com mail adresinden veya 05355906275 numaralı hattan ulaşılabilen Medyum Ali Hoca sitesinde şu hususlara dikkat çekiyor:
* Çalışmalar uzaktan da yapılabilmektedir. Çalışmayı tamamladıktan sonra kargo yoluyla size gönderebilmekteyim. Sadece Türkiye içi değil; başta Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, Danimarka, Avusturya, İsviçre, Azerbaycan, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Türk vatandaşlarının çokça bulunduğu ülkelere ekspres kargo yoluyla gönderim yapmaktayım. Ortalama gönderim süresi 1 haftadır. İletişime geçtiğiniz takdirde kesin süreyi öğrenebilirsiniz.
* Bakımlar ücretlidir ve uzaktan da yapılabilmektedir. Çoğunlukla aynı gün içerisinde dönüş yapmaktayım. Yoğunluğa bağlı olarak çok nadir sonraki güne kalabilir. Böyle bir durumda önceden size bilgi vermekteyim.
* Zaten telefon ve maillere ancak yetiştiğimden Whatsapp’tan hizmet vermemekte, oradan genelde eski çalıştığım kişilere dönüş yapmaktayım. Bu yüzden ilk kez iletişime geçecek olanların telefon veya mail yöntemini tercih etmesini öneririm.
* Eğer imkanınız varsa öncelikli olarak e-posta yoluyla iletişim kurmanızı öneririm. E-posta yoluyla telefona göre daha ayrıntılı bir bilgi alırsınız. Zira telefondaki aşırı yoğunluk sebebiyle telefondan belirli düzeyde bir bilgi paylaşımı yapabiliyorum. Ancak e-posta gönderme şansınız yoksa telefon yoluyla iletişim kurmanızda tabii ki hiçbir sakınca yoktur. Telefonla iletişime geçecekseniz lütfen üst üste onlarca kez aramayın. 1, en fazla 2 kez aramanız yeterlidir. 24 saat telefon başında oturmuyorum. Eğer telefon başındaysam zaten 1 kez aradığınızda cevaplarım. Eğer ki telefon başında değilsem 100 kez de arasanız görmüyorum ve hem sizin adınıza hem de telefon başına geçtiğimde benim adıma boş yere vakit kaybı yaşanıyor. “Merhaba”, “Hocam”, “Yardımcı olur musunuz” gibi e-postalar yerine direkt sıkıntınızı açıklayan ve isteğinizi belirten bir e-posta gönderirseniz süreç çok daha hızlı ilerler. E-postaları bizzat kendim cevaplamaktayım.
”
”
barışma sıcaklık büyüsü yapanlar
“
Türkiye'nin en meşhur ve güvenilir medyumlarından biri olan Medyum Ali Gürses Hoca birçok farklı konudaki işlemleriyle çok uzun yıllardır sayısız kişiye yardımcı olmaktadır. Kendisine ait internet sitesi medyumali.com 'dan, medyumalibey@gmail.com mail adresinden veya 05355906275 numaralı hattan ulaşılabilen Medyum Ali Hoca sitesinde şu hususlara dikkat çekiyor:
* Çalışmalar uzaktan da yapılabilmektedir. Çalışmayı tamamladıktan sonra kargo yoluyla size gönderebilmekteyim. Sadece Türkiye içi değil; başta Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, Danimarka, Avusturya, İsviçre, Azerbaycan, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Türk vatandaşlarının çokça bulunduğu ülkelere ekspres kargo yoluyla gönderim yapmaktayım. Ortalama gönderim süresi 1 haftadır. İletişime geçtiğiniz takdirde kesin süreyi öğrenebilirsiniz.
* Bakımlar ücretlidir ve uzaktan da yapılabilmektedir. Çoğunlukla aynı gün içerisinde dönüş yapmaktayım. Yoğunluğa bağlı olarak çok nadir sonraki güne kalabilir. Böyle bir durumda önceden size bilgi vermekteyim.
* Zaten telefon ve maillere ancak yetiştiğimden Whatsapp’tan hizmet vermemekte, oradan genelde eski çalıştığım kişilere dönüş yapmaktayım. Bu yüzden ilk kez iletişime geçecek olanların telefon veya mail yöntemini tercih etmesini öneririm.
* Eğer imkanınız varsa öncelikli olarak e-posta yoluyla iletişim kurmanızı öneririm. E-posta yoluyla telefona göre daha ayrıntılı bir bilgi alırsınız. Zira telefondaki aşırı yoğunluk sebebiyle telefondan belirli düzeyde bir bilgi paylaşımı yapabiliyorum. Ancak e-posta gönderme şansınız yoksa telefon yoluyla iletişim kurmanızda tabii ki hiçbir sakınca yoktur. Telefonla iletişime geçecekseniz lütfen üst üste onlarca kez aramayın. 1, en fazla 2 kez aramanız yeterlidir. 24 saat telefon başında oturmuyorum. Eğer telefon başındaysam zaten 1 kez aradığınızda cevaplarım. Eğer ki telefon başında değilsem 100 kez de arasanız görmüyorum ve hem sizin adınıza hem de telefon başına geçtiğimde benim adıma boş yere vakit kaybı yaşanıyor. “Merhaba”, “Hocam”, “Yardımcı olur musunuz” gibi e-postalar yerine direkt sıkıntınızı açıklayan ve isteğinizi belirten bir e-posta gönderirseniz süreç çok daha hızlı ilerler. E-postaları bizzat kendim cevaplamaktayım.
”
”
Barışma büyüsü yapan hocalar
“
Türkiye'nin en meşhur ve güvenilir medyumlarından biri olan Medyum Ali Gürses Hoca birçok farklı konudaki işlemleriyle çok uzun yıllardır sayısız kişiye yardımcı olmaktadır. Kendisine ait internet sitesi medyumali.com 'dan, medyumalibey@gmail.com mail adresinden veya 05355906275 numaralı hattan ulaşılabilen Medyum Ali Hoca sitesinde şu hususlara dikkat çekiyor:
* Çalışmalar uzaktan da yapılabilmektedir. Çalışmayı tamamladıktan sonra kargo yoluyla size gönderebilmekteyim. Sadece Türkiye içi değil; başta Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, Danimarka, Avusturya, İsviçre, Azerbaycan, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Türk vatandaşlarının çokça bulunduğu ülkelere ekspres kargo yoluyla gönderim yapmaktayım. Ortalama gönderim süresi 1 haftadır. İletişime geçtiğiniz takdirde kesin süreyi öğrenebilirsiniz.
* Bakımlar ücretlidir ve uzaktan da yapılabilmektedir. Çoğunlukla aynı gün içerisinde dönüş yapmaktayım. Yoğunluğa bağlı olarak çok nadir sonraki güne kalabilir. Böyle bir durumda önceden size bilgi vermekteyim.
* Zaten telefon ve maillere ancak yetiştiğimden Whatsapp’tan hizmet vermemekte, oradan genelde eski çalıştığım kişilere dönüş yapmaktayım. Bu yüzden ilk kez iletişime geçecek olanların telefon veya mail yöntemini tercih etmesini öneririm.
* Eğer imkanınız varsa öncelikli olarak e-posta yoluyla iletişim kurmanızı öneririm. E-posta yoluyla telefona göre daha ayrıntılı bir bilgi alırsınız. Zira telefondaki aşırı yoğunluk sebebiyle telefondan belirli düzeyde bir bilgi paylaşımı yapabiliyorum. Ancak e-posta gönderme şansınız yoksa telefon yoluyla iletişim kurmanızda tabii ki hiçbir sakınca yoktur. Telefonla iletişime geçecekseniz lütfen üst üste onlarca kez aramayın. 1, en fazla 2 kez aramanız yeterlidir. 24 saat telefon başında oturmuyorum. Eğer telefon başındaysam zaten 1 kez aradığınızda cevaplarım. Eğer ki telefon başında değilsem 100 kez de arasanız görmüyorum ve hem sizin adınıza hem de telefon başına geçtiğimde benim adıma boş yere vakit kaybı yaşanıyor. “Merhaba”, “Hocam”, “Yardımcı olur musunuz” gibi e-postalar yerine direkt sıkıntınızı açıklayan ve isteğinizi belirten bir e-posta gönderirseniz süreç çok daha hızlı ilerler. E-postaları bizzat kendim cevaplamaktayım.
”
”
barışmak için büyü yapan hocalar
“
Türkiye'nin en meşhur ve güvenilir medyumlarından biri olan Medyum Ali Gürses Hoca birçok farklı konudaki işlemleriyle çok uzun yıllardır sayısız kişiye yardımcı olmaktadır. Kendisine ait internet sitesi medyumali.com 'dan, medyumalibey@gmail.com mail adresinden veya 05355906275 numaralı hattan ulaşılabilen Medyum Ali Hoca sitesinde şu hususlara dikkat çekiyor:
* Çalışmalar uzaktan da yapılabilmektedir. Çalışmayı tamamladıktan sonra kargo yoluyla size gönderebilmekteyim. Sadece Türkiye içi değil; başta Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, Danimarka, Avusturya, İsviçre, Azerbaycan, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Türk vatandaşlarının çokça bulunduğu ülkelere ekspres kargo yoluyla gönderim yapmaktayım. Ortalama gönderim süresi 1 haftadır. İletişime geçtiğiniz takdirde kesin süreyi öğrenebilirsiniz.
* Bakımlar ücretlidir ve uzaktan da yapılabilmektedir. Çoğunlukla aynı gün içerisinde dönüş yapmaktayım. Yoğunluğa bağlı olarak çok nadir sonraki güne kalabilir. Böyle bir durumda önceden size bilgi vermekteyim.
* Zaten telefon ve maillere ancak yetiştiğimden Whatsapp’tan hizmet vermemekte, oradan genelde eski çalıştığım kişilere dönüş yapmaktayım. Bu yüzden ilk kez iletişime geçecek olanların telefon veya mail yöntemini tercih etmesini öneririm.
* Eğer imkanınız varsa öncelikli olarak e-posta yoluyla iletişim kurmanızı öneririm. E-posta yoluyla telefona göre daha ayrıntılı bir bilgi alırsınız. Zira telefondaki aşırı yoğunluk sebebiyle telefondan belirli düzeyde bir bilgi paylaşımı yapabiliyorum. Ancak e-posta gönderme şansınız yoksa telefon yoluyla iletişim kurmanızda tabii ki hiçbir sakınca yoktur. Telefonla iletişime geçecekseniz lütfen üst üste onlarca kez aramayın. 1, en fazla 2 kez aramanız yeterlidir. 24 saat telefon başında oturmuyorum. Eğer telefon başındaysam zaten 1 kez aradığınızda cevaplarım. Eğer ki telefon başında değilsem 100 kez de arasanız görmüyorum ve hem sizin adınıza hem de telefon başına geçtiğimde benim adıma boş yere vakit kaybı yaşanıyor. “Merhaba”, “Hocam”, “Yardımcı olur musunuz” gibi e-postalar yerine direkt sıkıntınızı açıklayan ve isteğinizi belirten bir e-posta gönderirseniz süreç çok daha hızlı ilerler. E-postaları bizzat kendim cevaplamaktayım.
”
”
Barışma büyüsü yapan medyumlar
“
...- bu hiçbir zaman sessizlik olmayan sessizlik çok çok büyüktü. Neredeyse görebiliyordu onu, zamanın ötesinden gelen, koskocaman sessizlik, yükseklerden aşağıya bakıyor, düşünceli düşünceli, kısacık tek bir hafta sonra çekip gidecek ve ondan sonraki hafta, yalnızlığın içinde hiçbir iz, hiçbir işaret bırakmayacak olan bu küçücük, bu gelip geçici insan topluluğunu izliyordu. Çünkü burası onun kendi memleketiydi, hiçbir zaman en küçük parçasına sahip olmamıştı ama onundu. Toprak sahibi olmak istememişti, sonunda toprağın başına gelecek felaketi açıkça gördükten sonra bile istememişti bunu, baltanın ve testerenin, kütükleri taşımak için yapılan tren yollarının, daha sonra da dinamitin ve traktör izlerininönünde vahşi toprakların yıldan tıla gerilediğini görmüş, gene de onlara sahip olmak istememişti, çünkü toprak kimsenin malı değildi. Herkese aitti; tek yapılacak şey onu iyi kullanmaktı, alçakgönüllülükle ve gururla. O zaman birden, neden hiç toprak sahibi olmak istemediğini, en azından insanların ilerleme dediği şeyin o kadarını durdurmak, en azından kendi ömrünün uzunluğu süresince toprağın kötü kaderine karşı koymak istemediğini anladı. Bunun nedeni, vahşi toprakların tam yeteri kadar olmasıydı. İkisini - kendini ve vahşi topreaklar- yaşıt gibi görüyordu- ilk soluğunu aldığı zamana göre ormanla kendi çağdaş değillerdi ama, avcı olarak, orman insanı olarak geçirdiği süre içinde ormanın yaşı kendine verilmişti, ve o da bunu, o yaşlı Binbaşı de Spain'den ve ona avlanmayı öğreten o yaşlı Sam Fathers'tan alıp, seve seve, alçakgönüllülükle, sevinçle ve gururla kabul etmişti: ormanla ikisinin ömrü aynı zamanda sona ermekteydi, gittikleri yer bir unutulma, bir hiçlik değildi, zaman ve mekandan bağımsız bir boyuttu; oradadelirmiş eski dünya adamları mermilere dönüştürsün diye pamuk ekmek için bozulup matematiksel karelere bölünmüş ağaçsız topraklarda bir kez daha her ikisi için bol bol yer bulunacaktı- bir süre tanıyıp sevdiği, kendilerinden biraz daha fazla yaşadığı eski insanların adları, yüzleri gene balta girmemiş yüksek ağaçların, göze bile geçit vermeyen sık çalılıkların arasında dolaşacak, ölümsüz avlar, yorgunluk bilmeyen köpeklerin yaygarasının önünde sonsuza dek koşacak, sessiz tüfeklerle vurulup düşecek, sonra Zümrüdüanka gibi gene kalkacaklardı.
”
”
William Faulkner (Go Down, Moses)
“
Regina’yı bir yana bırakıp yıllar sonra birdenbire yeniden Gregor Samsa’yı düşünmeye başladığın o güz gününü hatılıyor musun? Güneşli ama serin bir gündü ve sis henüz dağılmamıştı. Yoksulluğun tepelerinden koşarak gelen çocuklar tarlalara dağılırken, sen onların rüzgarla aşıp geçtikleri çitin önünde duruyordun. Özenli, iyi giysiler vardı üzerinde. Tertemiz, boyalı ayakkabılarından birini tele dayayıp gözlüklerinin arkasından ufku görmeye çalıştın. Sakin bir gündü. “Sis ne zaman kalkacak acaba?” diye düşündün. Çit seni rahatsız ediyordu ve özgürlük duygusunu henüz yitirmemiştin. Kendinden yana ciddi bir sıkıntın yoktu. Hatta seni başkalarından ayıran özelliklerin olduğuna inanıyordun. Diyordun ki “Değişim, doğanın ve insanların yasasıdır. Nasıl olsa böyle gitmez bu…” Ama çit olduğu yerde duruyordu.
Bilinçaltı bir kolaylık isteği yüzünden mi düşündün Gregor Samsa’yı? Bir böcek bir insandan daha kolay aşar kimi engelleri. Üstelik göze çarpmaksızın. İlk bakışta haklı görünüyordun. Çit yüksekti, teller dikenli, ufuk belirsiz. Ortalık neredeyse ıssızdı, tellere yanlış notalar tünemiş kargaları saymazsan. Onları da eskiden beri küçümsersin.
Belirsiz bir zamanda, tertemiz çoraplarının içinde rahatça duran ayaklarının derisine bir kıl örtüsünün dokunuşunu ilk kez fark ettin. Şaşkınlıkla çıkardın ayakkabı ve çoraplarını. Tuhaf bir şeydi, ama gerçek. Ayakların küçülmüştü ve adamakıllı kıllıydı. Tırnakların uzun, ince, hafifçe kıvrık. Önce “nasıl olsa fark edilmez” diye düşünüp çoraplarını yeniden giymek istedin. Hatırlıyor musun hangi gündü bu? Herkesin değil, ama “senin” kaybedecek şeylerin olduğunu düşündüğün, olup bitenleri bir alınyazısı gibi karşılamaya hazırladığın gün mü? Yoksa biraz daha önceye mi gidelim? Belki de tam kıyıda durmanın daha akıllıca olduğunu akıl ettiğin gün. Değişen duruma göre çitin iki yanına da kolayca geçebilecek bir noktada bulunmak.
Şimdi tıpkı tavuk-yumurta örneği, senin tarihini düşündüğümde, bir türlü yanıtlayamadığım iç içe iki soru var: Ellerinin de ayakların gibi kıllı ve sinirli pençelere dönüştüğünü gördükten sonra mı rahatlayıp “bakın artık evcil ve zararsızım” dedin, yoksa bu ikinci değişiklik, sen böyle dediğin için mi başladı? Her neyse, zaten ikisi de aynı kapıya çıkar. Kendi küçük ve dar dünyanın sorunlarıyla o derece yüklüydü ki kafan, bunları uzun boylu düşünecek zamanın bile yoktu. Ayrıca değişikliği yavaş yavaş benimsemeye de başlamıştın.
Mevsimler göz açıp kapayıncaya kadar geçiyordu. Bir gün uzaklardan yağmur ve kar kokuları geldi burnuna. Eskisine göre nedense daha iyi koku alıyordun. Neredeyse bir ikinci karakterin olan güvensizlik, hafifçe kıpırdadı içinde. Mevsimlerin ötesine geçenler vardı ama sen onlardan değildin. Ayrıca korunması gerekli, değerli bir varlıktın. Bir ses, “gel buraya” dedi, “gir içeriye.” İşte bir soru daha: Kendi içinden mi geldi bu ses, yoksa yukardan , göklerden mi? Döndün. Arkanda, tam da senin için hazırlanmışa benzeyen bir çatı. Bir ev değildi bu. Daha çok bir kulübecik. Ama seni fırtınalardan koruyabilirdi.
Yüzündeki değişikliği ne zaman fark ettin diye soracaktım, vazgeçtim. Çünkü bilirim, yüzümüz görmek için eğildiğimiz her aynanın arkasında bir sır vardır. İstersen burada sana bir öykü anlatayım. Bir köpekle bir çocuğun öyküsünü: Yağmurlardan sonra bir ikindi vakti, bir köpek geçmişin aynasına bakıyormuş. Orada, burnunu cama dayamış bir çocuk görmüş. Ve çocuğun içinde durmadan büyüyen, çiçek açan bir şeftali ağacı. “Eğer bu bir düş değilse” demiş köpek, “ seninle bir yerlerden tanışıyoruz…” Gülmüş çocuk. “Hayır” demiş, “yüzü seninkine benzeyen bir arkadaşım yok benim…”
Öyle sanıyorum ki o çocuk sendin. Ama artık düş bile değil senin için.
Hazirandı.İkimiz de biliyoruz, o gün fark ettin, arada çit değil, dipsiz bir uçurum bulunduğunu. Özgür bir insanla bir köpeği ayıran.
Ve ben sana bu soruları hiç sormazdım, durduğun yerde Gregor Samsa’yı düşünmeseydin. (15 Ağustos '83)
”
”
Onat Kutlar
“
Sonra, Motel Rom’un derinliklerinde yankılanan kaygılı bir sesle, herkes gibi benim de serap gördüğümü söyledi. Ona göre, ruhumda uğuldayıp duran boşluğu doldurabilmek, giderek dipsiz bir boğuntu kuyusuna dönüşen, şu lanet olası hayatın ağırlığına katlanabilmek, ya da içimde açılan çeşitli yaraları onarabilmek için, belki
de farkına bile varmadan ben yaratmışım bu serabı… Hatta, işi gücü bırakıp günden güne onu büyütmüş, parıltılarını bakışlarımla beslemiş ,her yanını iyice allayıp pullamış, sonra hızımı alamayıp Alaaddin diye adlandırmış ve işte bütün bunların sonucunda da, uğruna deli divane olunacak, göz kamaştırıcı bir hale getirmişim. Bu, insanoğlunun baştan beri kurtulamadığı ve sonsuza dek de asla kurtulamayacağı, tuhaf bir yazgıymış zaten, önce ne yapıp edip binbir güçlükle, kıvrana kıvrana yaratır, sonra yaratma sevinci gibi gözüken hazin bir teslimiyetle yarattığının kulu kölesi olur, ardından da ille onu ellerimin arasında tutacağım, ya da içinden bir daha, bir daha doğacağım diye, kendini hırpalıya hırpalıya helak olur gidermiş…İşte ben de öyleymişim şimdi;elime umut denen o en eski ve en dayanıklı bastonu almış, çile odalarından fırlayan dervişler gibi soluk soluğa gözlerimdeki serabın parıltılarına doğru koşuyormuşum. Boşuna koşuyormuşum tabi… Anlaşılan, insanoğlunun, kendi yarattığı şeyi bile elinde tutamayacak kadar zayıf ve çaresiz bir yaratık olduğunu bilmiyormuşum daha. Hatta ben, kendi dışımda kalan birçok şeyi bilmediğim gibi, ne yazık ki insanın aradığını hiçbir zaman, hiçbir yerde bulamayacağını da bilmiyormuşum. Bulamazmış oysa… Ona benzer birtakım şeylerle karşılaşabilirmiş belki, çoğu kez bunlardan bazılarını aradığı şeyin ta kendisi sanabilir, hatta onlara bir an için sımsıkı, hiç kopmamacasına sarılabilir ve işte böylece, insanın algılama zayıflığından doğan tatlı bir yalanın içinde bir süre de olsa oyuncağına kavuşmuş bir çocuk gibi avunabilmiş ama, nedense aranan asıl şey hep insanın içinde kalırmış… Hem de, kimi zaman kılık değiştirip kendini başka bir şeymiş gibi kabul ettirerek, kimi zaman da bir el hareketinin nedensizliğine, bir bakışın bulanıklığına, bir iç çekişin derinliğine ya da bir soluk alıp verişin alışılmışlığına gizlenip kalırmış… Bu yüzden, olsa olsa bu arayışın sonunda ben, eğer tat alma kapılarımın hepsi ardına kadar açıksa, ancak arayış boyunca çekeceğim zevkli bir ıstırabın damaklarımda kalan tadını bulabilirmişim. Ama olsunmuş; gene de bir an bile yılmadan, aramayı hep sürdürmeliymişim. Herkesin nicedir aramayı unuttuğu bir şeyi, farkına bile varmadan herkes adına arıyor olabilirmişim çünkü… Bakılmasınmış benim böyle Alaaddin, Alaaddin deyip durduğuma; bu Alaaddin, pekala hiç tadılmamış bir özlemin, kelimelere hiç dökülmemiş bir duygunun, henüz şekline göz değmemiş bir eşyanın, ya da hayali bile kurulmamış bambaşka bir hayatın adı olabilir,
”
”
Hasan Ali Toptaş
“
Ey ölüm terzileri, ev yıkıcılar, sürgün ustaları… Ey bir halkı dizlerinin üstünde görmekten gönenen sahte eşitlik! Ey korkuyu sevgi sanan aşağılık duygusu. Siyah ve beyaz dışında renk tanımayan alacakaranlık. İki yanında iki süngüyle şımarık cesaret. Konuşmak yerine bağıran özgürlük.
Ey gülerken ısıran iyilik, aşağılayan özveri, cezasız suç. Ey dağları düzlükle ölçmeye kalkan sığlık. Çokluğuna güvenen yanlışlık. Bir suçu, daha büyük bir suçla hafifleten tükeniş. Kendinden korkan öfke. Kan ter uykulara yastık olan taş. Ey başkasının bahçesindeki gergedan. Bir halkın türküsünü odalarda boğacağını sanan sağırlık.
Ey dağları evlerin üstüne yıkan cinnet. Ey narcissus. Kan ve gözyaşı. Yalnız gövdesiyle var olan sevgisizlik. Kendi ışığıyla yanan pervane. En yüce değeri zulüm olan ahlak! Ordularıyla soluk alan haksızlık. Bir halkın onuruna yağan kar.
Size, BARIŞ deniliyor. Artık ölülerimizin ışıksız gözlerinden değil, güneşle yunmuş pencerelerden bakmak istiyoruz dünyaya. Ciğerlerimiz soldu dağlardan kopalı. Evimiz gökyüzüydü sizden önce. Bahçelerimizi yeniden kurmak istiyoruz. Göçersek biz istediğimiz için göçelim. Öleceğimiz yeri biz seçelim.
Siz nasıl kendinizle göneniyorsanız, deniliyor, biz de kendimizle gönenelim. Bu rüzgar bizim türkülerimizi de taşısın. Sokaklarımızdan çekin soğuk gölgelerinizi. Avlularımızda asker görmekten bıktık artık. Bulutların sesini unutturdu uçaklarınız. Çocuklarımızın evlerdeki boşluğu mezar taşlarından büyük. Kadınlarımız külden yataklarda yatmaktan bembeyaz kesildi.
Ölerek değil, yaşayarak çoğalmak istiyoruz. Yoksulluğumuzu özlettiniz bize. Ömrümüz üzerine bizden başka herkes konuşuyor. Sizin kentlerinizin varoşları olmak istemiyoruz. Hapishanelerinizde bizim çocuklarımız var, ama onlar sizin boynunuzda asılı gerçekte.
Hiçbir sevgi tutsaklıkta yeşermez. Eşitlik özgür ilişki ister. Türkülerimize nefreti karıştırmak istemiyoruz. Biz de kendimizi sevelim, kimliğimize sahip çıkalım, deniliyor. Bizi değil, kendinizi yıkıyorsunuz. Görmüyor musunuz, her gün biraz daha yoksullaşıyorsunuz.
Size, BARIŞ deniliyor. Bizim de kahramanlarımız var. Biz de geleceğe onurla bakmak istiyoruz. Örselersiniz, ama gülü karanfile benzetemezsiniz. Bir halk, deniliyor, ancak başka bir halkla zenginlik ve güzellik kazanır. Kimse kimseyi kendine benzetecek kadar üstün değildir.
Çok değil, bizim size duyduğumuz saygı kadar saygı istiyoruz. Ölüm korkusuyla, yaşama sevincini unutan insan, dünyaya nasıl iyilikler katabilir. Birine korku verenin korkusu daha büyüktür. Hiçbir yanlışlık susarak çözümlenmez. Sizin özgürlüğünüz bizim BARIŞ’ımızdan geçiyor, tutsaklığınızı görmüyor musunuz?
Ey ölüm terzileri, ev yıkıcılar, sürgün ustaları… Ey kardeşliğin süreğen kışı. Bir halkın onuruna yağan kar. Ey bahçemizdeki gergedan. Ey narcissus. Aşağılayan özveri…
Eşitlik zayıflık değil bilgeliktir. İyi olmaktan bu kadar korkmayın. Bir kez olsun sevgiyle bakmayı deneyin dünyaya. Hiçbir halk sonsuza dek efendi, hiçbir halk tutsak olarak yaşayamaz. BARIŞ hepimizi onurlu ve özgür yapacak tek olanaktır. Çıkarın kulaklarınızdan körlüğün tıkaçlarını…
”
”
Şükrü Erbaş