“
Kalabalık beni sahiden sıktı. Ben ikide birde böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret filan değil… İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile… Sadece bir yalnızlık ihtiyacı. Öyle günlerim oluyor ki, etrafımdan küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birilerini arıyorum. Bütün bu beynimde geçenleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini. O zaman nasıl hazin bir hal aldığımı tasvir edemezsiniz. Kış günü sokağa atılmış bir kedi gibi kendimi zavallı hissediyorum.
”
”
Sabahattin Ali (İçimizdeki Şeytan)
“
Ölümün kıyısı, ölümün kendisinden daha feci bir şeydir, bunu yaşayarak öğrendim. Bağlanmalar yüzünden aklını kaçırmanın kıyısında dolaşmıştım uzun süre. İçime karanlık yerleşmişti; bir türlü söküp atamadığım, kusamadığım, çıkaramadığım bir koyu karanlık.
”
”
Zülfü Livaneli (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm)
“
Herhalde mutluluk dedikleri de bu olsa gerek: Biraz güvenlik, biraz can sıkıntısı.
”
”
Zülfü Livaneli (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm)
“
Galiba aşk, utanç duyusunun ortadan kalkması demek. İki kişinin birbirine karşı hiçbir şeyden, hiçbir düzeysizlikten utanmaması demek...
”
”
Zülfü Livaneli (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm)
“
Bir fare çatı katında kocaman bir erkek kedi ile karşılaşır. Farenin kaçabileceği hiç bir yer kalmamıştır, köşeye sıkışmıştır. Fare titreyerek kediye şöyle der: Kedi Bey, lütfen beni yeme. Ailemin yanına dönmem lazım. Çocuklarım karnı aç beni bekler, lütfen beni görmemiş ol. Kedi yanıt verir: Endişelenme, seni yiyecek değilim. İşin doğrusu, yüksek sesle söyleyemem ama ben vejetaryenim. Asla et yemem. Bu yüzden benimle karşılaşmış olman, senin için bir şans. Fare yanıtlar: Oh ne kadar mükemmel bir gün, ne kadar şanslı bir fareyim ben. Vejetaryen bir kediyle karşılaştım. Fakat hemen sonrasında kedi fareye saldırır, patisiyle yere bastırır. Keskin dişlerini boğazına geçirir. Fare acı içerisinde son nefesinde kediye sorar: İyi de, hani sen vejetaryendin? Asla et yemediğini söylemedin mi? Yalan mı söyledin? Kedi yalanarak yanıtlar: Ha, ben, et yemem. Bu yalan değil. Bu yüzden seni götürüp marulla takas edeceğim.
”
”
Haruki Murakami (1Q84 (1Q84, #1-3))
“
Uyku tıpkı bir kedi gibi. Sadece onu görmezden geldiğinde yanına yaklaşıyor.
”
”
Gillian Flynn (Gone Girl)
“
Bilmemkim McBilmemkim'in göğsüme silah dayayıp bana kedi dediği ve beni ölümle tehdit ettiği gün, sütçü'nün de öldüğü gündü.
”
”
Anna Burns (Milkman)
“
Taşıdığı yafta mı? Eğlenceli bir deyiş. Yafta taşıyorsa daha az tehlikeli değil mi ? Boynunda çıngırak taşıyan bir kedi yavrusu gibi tatlı görünüyor. Yaftasız sefahat, daha ürkütücü.
”
”
Osamu Dazai (The Setting Sun)
“
Yanımdan biraz sürtünerek geçen her adamın peşine takılan, ondan ayrılır ayrılmaz, iki kedi yavrusu gibi birbirine sokulan, birbirinin kucağında gülen, ağlayan, bilhassa ağlayan iki çocukla çapaçul, biçare bir gölge… Gül! dedikleri yerde gülen, ağla ve konuş dedikleri yerde konuşan, ağlayan, enteresan buldukları zaman enteresan olan, yüzüne bakmadıkları gün mevcut olmayan biri.
”
”
Ahmet Hamdi Tanpınar (Saatleri Ayarlama Enstitüsü)
“
Ajans sahibi bir kedi,hayvanlarla telepatik ilişkiler kuran,durmadan ağlayan yöneticiler,ortalıkta CIA ajanı gibi dolaşan müşteri temsilcileri...Ben de ne eksik diye düşünüyordum. Tabii ki psişik bir sismograf
”
”
Alper Canıgüz (Gizliajans)
“
Sevdiğin biriyle birlikte yaşamak daha da büyük yalnızlık… tamamen yalnız kalmaktan daha büyük yalnızlık! Eğer sevdiğin kişi seni sevmiyorsa…
”
”
Tennessee Williams (Cat on a Hot Tin Roof)
“
İnsan küçük düştüğünü hissedip kendini korumaya girişince, karşısındaki hiç aklına gelmiyor ve dünyanın en zalim yaratığı kesilebiliyor.
”
”
Zülfü Livaneli (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm)
“
Ama bu dikey kentte,bütün boşlukların dolmak, her betonarma blokun başka bloklarla iç içe geçmek eğilimi gösterdiği bu sıkıştırılmış kentte, duvarlar arasındaki boş dilimlerden, yönetmeliklerin iki yapı arasında öngördükleri en az uzaklıklardan, iki yapının arka arkaya vermesinden oluşan bir tür karşıkent, eksi kent ortaya çıkıyor; yapı aralarındaki boşluklardan, aydınlatma deliklerinden,havalandırma kanallarından taşıt geçitlerinden, küçük iç alanlardan, bodrum girişlerinden oluşan bir sıva ve zift gezegeni üzerindeki kuru kanal ağını andıran bir kent; işte eski kedi halkı duvarların sıkıştırdığı bu ağda dolaşıyor.
”
”
Italo Calvino
“
Ve ben artık mutsuz bir adamım.
Günler, haftalar, aylar akıp giderken, ben yaşamıyor da daha ziyade vakit geçiriyorum. Ortalık karardıktan sonra pencereden yıldızları izliyorum. Umut etmiyorum, kızmıyorum, üzülmüyorum. Sadece hatırlıyorum.
Kainat türlü biçimlerde kandırmaya çalışıyor beni. bulutlar ilerliyor, bir ayyaş nara atıyor, bir araba acı acı klakson çalışyor, daldan bir yaprak düşüyor… Orada öyle sabit dururken her şey beni kimsenin umrunda olmadığıma, unutmayışımın bir anlam taşımadığına inandırmak için yarışa giriyor. Sabırla bekliyorum ki, bütün kozlarını oynasınlar. Ne olursa olsun duruyor duruyor duruyorum… Gece bir kez daha aşkım karşısında mağlup dağılırken, kuytu bir köşeden fırlayıveren bir kedi gülümsetiyor beni. Nihayet gölgelerin arasında bir sigara yakıyorum. İşte o an biliyorum ki, roller değişmiş ve şimdi yıldızlar beni izlemeye başlamıştır. Gidip yatağıma giriyor, başucumda duran küçük prens biblosuna bakıyorum.
Senden bana kalan her şey gibi kırık, ama asla atamayacağımı biliyorum.
”
”
Alper Canıgüz (Gizliajans)
“
Sıkıldığında, küçük bir kedi bul ve onu seyret; çok sıkıldığında, iki küçük kedi bul ve onları seyret!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Lütfen söyler misiniz, buradan ne tarafa doğru gitmeliyim?'
'Bu daha çok nereye varmak istediğine bağlı,' dedi Kedi.
'Neresi olursa olsun...' dedi Alice.
'Öyleyse ne tarafa doğru gideceğinin önemi yok,' dedi Kedi.
'Bir yerlere varayım da, gerisi önemli değil,' diye ekledi Alice, ne istediğini daha iyi anlatabilmek için.
'Kesin bir yerlere varırsın,' dedi Kedi, 'tabii yeterince yürürsen.
”
”
Lewis Carroll (Alice’s Adventures in Wonderland / Through the Looking-Glass)
“
Alice: “Bana hangi yoldan gitmem gerektiğini söyler misin?"
Kedi: "Bu neyi istediğine ve neye ulaşmaya çalıştığına bağlı."
Alice: "Şey, bilmem ki..."
Kedi: "O zaman hangi yoldan gittiğin farketmez.
”
”
Lewis Carroll (Alice in Wonderland)
“
Buralarda nasıl insanlar yaşar?'
'Şu tarafta, ' dedi Kedi, sağ pençesiyle bir yarım daire çizerek, 'Şapkacı yaşar. Şu tarafta da,' dedi, diğer pençesiyle de aynı hareketi yaparak, 'Mart Tavşan'ı yaşar. İstediğine git, nasılsa ikisi de deli.'
'Ama ben delilerin arasına gitmek istemiyorum,' dedi Alice.
'E, bu konuda elimden bir şey gelmez,' dedi Kedi. 'Burada kim deli değil ki! Ben deliyim. Sen delisin.'
'Nereden biliyorsun benim deli olduğumu,' dedi Alice.
'Öyle olmalısın,' dedi Kedi, 'Yoksa buralara gelmezdin.
”
”
Lewis Carroll (Alice’s Adventures in Wonderland / Through the Looking-Glass)
“
Bana doğru gelen hiçbir şey yoktur ki yanlış gibi de gelmesin.
”
”
Zülfü Livaneli (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm)
“
Vždy záleží na tom, kedy a prečo niekomu splníme želanie.
”
”
Michael Ende (Neverending Story)
“
Doğadan uzaklaşıp gelişip inceldikçe, sorular arttıkça, en doğal işler bile sorun olmaya başlıyor.
”
”
Oya Baydar (Kedi Mektupları)
“
Anadil öyle birşey şeydi ki, aynı şeyi başka dilde söylediğinde bütün anlamı, rengi, kokusu yitip gidiveriyordu.
”
”
Zülfü Livaneli (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm)
“
Hepimiz hemen masanın çevresine toplandık, herkes kendince öğretmeni teselli etmeye çalışıyordu. Çok aşağılık biri... bel altına vuruyor... sizi bu tür çocuklara öğretmenlik etmek için çağırmadılar... Maycomblular öyle değildir, Bayan Caroline, inanın... üzülmeyin artık, efendim. Bayan Caroline, haydi bize bir hikaye okuyun. Bu sabah okuduğunuz o kedi şeyi vardı ya, çok güzeldi...
”
”
Harper Lee (To Kill a Mockingbird)
“
Suskunluğun yasaları işlemiyor. Belleğinde ya da imgeleminde üreyip duran bir şeyler varsa suskunluğun yasaları işlemiyor, tıpkı bir kapıyı kapamak, yanmakta olan bir evin yandığını unutmak için anahtarı kilitte döndürmek gibi bir şey bu. Ama yangınla yüzleşmemek yangını söndürmüyor ki. Bir konuda susmak o konunun boyutlarını büyütüyor sadece. Suskunlukta büyüyor, ürüyor o şey, kötücül oluyor…
”
”
Tennessee Williams (Cat on a Hot Tin Roof)
“
Onunla [kedimle] beraber olmak için oturuyorum, bu kendimi yavaşlatmam, telaş ve endişeleri defetmem anlamına geliyor. Bunu yapınca -onun da keyifli olması, bir yerinin ağrımaması veya huzursuz olmamaması gerek - ona erişmek isteğimin farkında olduğunu bana incelikle belli ediyor. Kediye erişmek, kedinin özüne, onun en iyi yönlerine insan ve kedi, bizi neler ayırıyorsa onları aşmaya çalışıyoruz.
”
”
Doris Lessing
“
Kış günü sokağa atılmış üç günlük bir kedi yavrusu gibi kendimi zavallı hissediyorum.Odamdaki duvarlar birdenbire büyüyüveriyor.Pencerelerin dışındaki şehir ve hayat bir anda,insanı içinde boğacak kadar kudretli ve geniş oluyor.Zannediyorum ki,tasavvuru bile baş döndüren bir süratle hiç durmadan koşup giden bu hayat ve bir avuç toprağının bile doğru dürüst esrarına varamadığımız bu karmakarışık dünya beni bir buğday tanesi,bir karınca gibi ezip geçiverecek...Böylece acz içindeyken odamda herşey bana küçüklüğümü ve zavalılığımı haykırıyor.Sokağa fırlıyorum.Bir tek yakın çehre görsem de yanında yürüsem,hiç ses çıkarmadan yürüsem diyorum.Halbuki ara sıra karşılaştığım ahbapları görmemezliğe geliyorum.Hiçbiri bana bu anda yardıma çağrılacak kadar yakın görünmüyor.Bilmem beni anlıyor musunuz ?Dün size bir sürü şeyler söyledim.Onların manasına bakmayınız.İçimde senelerin biriktirdiğini boşaltmak istemiştim.Siz bana şimdi bahsettiğim bu yakın çehre gibi göründünüz.Vapurda sizi görür görmez:İşte,dört tarafa koşup aradığın yanına sokulup sessizce yürümek istediğin,işte,hayatın müddetince istediğin insan!dedim.Katiyen yanılmadım.Yanılmış olsam şimdi yanımda bulunmazdınız.Sizin rast gelen delikanlıyla deniz kenarında gezmeye gidecek bir insan olmadığınızı anlamak için zeki olmaya lüzum yok...Buna rağmen,bakınız,yan yana oturuyoruz.
”
”
Sabahattin Ali (İçimizdeki Şeytan)
“
Ama dedim ya, insanlar üçe ayrılırlar: Romanesk dünyayı ya da Hayat'ı bütün bütün yadsıyanlar; romanesk dünyayı hayattan ayıranlar ve aralarında köprü kurulmasından temel tedirginlik duyanlar; romanesk-olan ile Hayat'ın, kuyruğunu kovalayan kedi örneğindeki ilişkiyi kurduklarını kabul edenler.
Bu sonuncular imrenilesi insanlar değildirler: Acılarıyla coşkuları, yüksek ve düşük voltajları, umutları ve karamsarlıkları durmadan içiçe geçtiği için yorulmaz, yorucu, yorgundurlar.
”
”
Enis Batur (Kediler Krallara Bakabilir)
“
Çünkü insanları konuşarak tanıyamazsınız. Konuşmak, canlı yaratıklar arasındaki en etkisiz iletişim aracı. Dil yalan söylüyor, olanları çarpıtıyor, insanlığın hiç bıkıp usanmadığı klişeleri tekrarlıyor. Bu yüzden, insanları dinlemek onları anlamak için yeterli değil.
”
”
Zülfü Livaneli (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm)
“
Empati belli ki sadece insan topluluklarına özgüydü. Oysa pek çok canlı zekâya sahipti. Karşındakinin hislerine empati duyma kabiliyeti, aynı zamanda zarar görmemiş içgüdüsel bir grup psikolojisini gerektiriyordu. Doğada yalnız yaşayan örümcek gibi canlılar için bu duygu tamamen gereksizdi, hatta bu his örümceğin şuurlu bir şekilde avının yaşama isteğini fark etmesine neden olup, onun içgüdüsel yaşama yeteneğini tamamen yok ederdi. Bunun sonucunda hemen hemen tüm yırtıcı hayvanlar, hatta kedi gibi gelişmiş memeliler bile açlıktan ölmüş olurlardı.
”
”
Philip K. Dick (Do Androids Dream of Electric Sheep?)
“
Kimdi o kedi,zamanın eşyayı örseleyen korkusunda,eğerek kuşları yemlerine, bana ve suçlarıma dolanan?
Gök kaçınca üzerimizden ve yıldız dengi çözüldüğünde neydi yaklaşan yanan yatağından aslanlar geçirmiş ve gömütünün kapağı hep açık olana ? Yedi tül ardında yazgı uşağı, görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o ve bağlanmıştır körler örümcek salyası kablolarla birbirine sevişirken, iskeletin sevincini aklın yangınına döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla. Yine de, o, zaman kedisi pençesi ensemde, üzünç kemiğimden çekerken beni kendi göğsüne, bir kahkaha bölüyor dokusunu düşler maketinin, uyanıyorum küstah sözcüklerle: Ey , iki adımlık yerküre Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben !
”
”
Nilgün Marmara (Daktiloya Çekilmiş Şiirler)
“
Neruda ne iyi diyor: 'Yalnız Kedi, baştan beri kusursuz biçimdeydi' diye. Yere düşen bir gazete, yeni ütülenmiş bir çamaşır, yeni alınan bir eşya, hep Kedi içindir. Evin en rahat, en yüksek, en alımlı köşesini bulur ve kendine ayırır. Kedi, evi sever. O yüzden denizi bile aşıp bulur evini de sahibini pek aramaz. Sahipsizdir. Yemek vererek gönlünü kazanamazsınız. Sizi o seçer, görmeyince de unutur. Bir daha gördüğünde, aradan hiç zaman geçmemiş gibi sürdürür ilişkiyi. (...) Kedi, kendi varoluşunun başlı başına bir mutluluk kaynağı olduğu inancındadır, ödün vermez. Nankör sayılması bu yüzdendir sanırım. Almaktan çok paylaşmayı sevenlerin hayvanıdır Kedi. Uyudu mu kinini de unutur...
”
”
Tomris Uyar
“
Kalbin saklı olduğu yer iyi ki böyle derinde. Acaba beni görüyorlar mı? Acaba bu insanların hiç kalpleriyle işleri oldu mu, kalbin her an soyulmuş hissinde olması nasıl biliyorlar mı, herkesin kalbi bu kadar oynak mı, bu kadar kendini bilmez mi, kalp şımarmak mı istiyor, yatışmak mı, bunu nasıl öğrenebilirim? Ben yatışmak istiyorum. Kendimi bildim bileli galiba şımarabilmek istedim, bu bana verilsin istedim. Öyle derin bir açlık ki mide kazıması gibi kalbimi kazıdı durdu. Başka şeye bakıp geri çekilemedim. Otuz sene kasap vitrini seyretmiş, lokma yiyememiş kedi gibi, otuz sene dünyayı seyrettim lokma yiyemeden, artık canım da istemiyor. Anlamadım, adam olmadım, herhalde daha da kırığım,ama artık bu vakit, o vakit değil, artık istemiyorum.
”
”
Şule Gürbüz (Zamanın Farkında)
“
kitaplarda tartışmalarda yaşarken hor gördüğümüz incelikleri hele ruhsal incelikleri anlamadığı için hor gördüğünüz çocuklara büyüklere kötü örnek olarak gösterdiğiniz kahramanlarınızın parlaklığı daha iyi belli olsun diye cılızlıkları miskinlikleri kötü ruhlulukları bayağılıkları açgözlülükleri arka planları karartan zavallı benim işte itiraf ediyorum kendimi savunmuyorum bütün bu beğenmediğiniz insanları yakın buldum kendime hayır bulmadım onlar bir bakıma kedi içlerinde tutarlıydılar fakat artık sizlere anlatabilmeliyim ki son fırsatı kaçırıyorum senden sonra tufan gelecek Günseli ve beni artık kimse kurtaramayacak bir yandan da gene sanıyorum ki daha doğrusu kendimi aldattığımı bile bile sanıyorum ki sanki beni hiçbir yere götürmeyen bu anlamsız inadımda bu yersiz öfkemde ısrar edersem değerim artacak hiçbir şey söylemeden susarsam sanki neyi anlatamadığım anlaşılacak beni de cumhurbaşkanı yapacaklar buyur diyecekler herkes anlattı anlatamayan bir tek sen varsın meğer bütün iş anlatamamaktaymış başımıza sen geç diyecekler senin gibi kimse kalmadı zaten nutuklarım konuşmalarım filan hepsi hazır insanlar diyeceğim ey insanlar benim hepinizden farklı olduğumu nasıl anladınız demek fen bu kadar ilerledi başka adam kalmadığı için ben her şey olacağım cumhurbaşkanı ben başbakan ben kendimi bütün bakanlar yapacağım her tarafa yetişeceğim herkesin elini tutup doğru çizgiler çizdireceğim bütün kurumları düzelteceğim tabiî kimse itiraz etmeyecek itiraz dünyadan kaldırılacak bugüne kadar bütün insanlığı geri bırakan itiraza yer verilmeyecek
”
”
Oğuz Atay (Tutunamayanlar)
“
Sonra aniden kirli duvarın üzerinde bir görüntü belirdi. Karanlık ve harap bir binanın önünde duruyordu. Geceydi, Londra’nın East End bölgesindeydi ve yanında on beş yaşındaki fabrika kızı Margey vardı. Fabrikanın yıllık işçi yemeğinden sonra onu eve bırakıyordu. Kasvetli ve harap bir binada, domuzların bile yaşamayacağı bir evde oturuyordu kız. Veda ederken ellerini tutmuştu. Öpsün diye dudaklarını uzatan kızı öpmemişti. Her nedense korkmuştu ondan. Bunun üzerine kız hararetle elini sıkmıştı. İşte o zaman kızın nasırının törpü gibi ellerine sürttüğünü hissetmiş ve içi acıma duygusuyla dolmuştu. Kızın aç ve arzulu gözlerine bakmış, çocukluktan korkulu ve haşin bir yetişkinliğe doğru gereğinden çok daha hızlı adımlarla koşan, yetersiz beslenmiş kadını görmüş, sonra büyük bir hoşgörüyle ona sarılıp eğilerek dudaklarından öpmüştü. Kızın o küçük memnuniyet çığlığı kulaklarından gitmiyordu; nasıl da kedi gibi sokulmuştu... Zavallı küçük perişan kız! Uzun zaman önce yaşadıkları gözünün önüne gelmeye devam etti. Kızın kendisine sokulduğu akşam olduğu gibi yine içi karıncalandı, yüreği sıcacık bir acıma duygusuyla doldu. Kasvetli bir sahneydi, hava gres yağı rengindeydi ve kaldırım taşlarının üzerine gri bir yağmur yağıyordu. Sonra duvarın üzerinde göz alıcı bir ihtişamla o görüntünün yerini alan Ruth’un altın sarısı saçları ve solgun yüzü parladı; bir yıldız kadar uzak ve erişilmezdi.
”
”
Jack London (Martin Eden)
“
Zagor, dünyanın en suratsız, en çirkin, en huysuz, en çığırtkan kedisidir. Bacakları uzun ve ahşaptır; kulakları, tilki kulağına benzer, kamçı kuyruktur. Tüyleriyle, kıl fırçaları andırır. Üstünde eşine rastlanmayacak çirkinlikte bir desen vardır: ak üstüne boz lekeler ama en kötüsünden ve en yanlış yerlerde. Kendi kendine homurdanır, yemek verilmedi mi konuşur da durur, ayağınızı ısırır: ‘Dikkat: uzun kedi!’
Bizim eve zorla girdiğinde de ihtiyardı sanırım. Adını mahallenin çocukları takmış; kendisi de istedi mi, işine yaradı mı, tanıyor adını. Gelişleri, Kırlent’le aynı günlere rastlar.
Kırlent; Marilyn Monroe, Süslü Şefika, Jane Avril karışımı bir dişidir. Bütün gün yalanma ve işve üstüne. Alacalı rengi, kısacık bacaklarında düşük jartiyeri andıran siyah lekeleriyle, süet burnu, ıslak diliyle gözalıcı güzellikte. Üstelik halk-tipi: bodur, geniş kalçalı, zekası kıt. Dünya yaratılırken artan kedi tüylerinden örülme bir kırlent, bir köşe yastığı; bütün kedilerden yapılma bir yumuşaklık. O kadar güzel ki, kimse çok sevemiyor, sevdiğini açıkça söyleyemiyor. Kırlent, sebze sevseydi, börülce severdi; yazar olsaydı, Colette olurdu.
Oysa Zagor, ancak Kont Mazoch olabilir. Yemeklerden de yalnızca sığır kemiği çorbasını andırıyor. Köpüğü boyuna alınması gereken iri bir sığır kemiğini. Zagor’un hoşnut olduğu görülmüş şey değildir. Okşanmak istiyorsa, okşamak zorundasınızdır, o kadar. Ama korkunç zekasıyla vazgeçilmez bir beladır.
”
”
Tomris Uyar (Gündökümü (1975-1980): Bir Uyumsuzun Notları)
“
Yıllarca birşeylerin hayalini kuruyorsun. Ona ulaştığın zaman mutlu olacağını sanıyorsun. Sonra bir gün hayaller gerçekleşince, amaca varılınca, bir de bakıyorsun ki o şey değişmiş, başkalaşmış. Ya da sen hayalinde güzelleştirmiş, hayalinde süslemişsin onu. Boğaz tepelerinde, denize bakan yamaçlarda bir ev özlemiştik, ama o eve çıkan yokuşun taşını, çamurunu, çöpünü, karanlığını düşünmemiştik. İskele meyhanesinde bir kadeh rakı hayat iksiri olmuştu hayallerimizde. Ama o bir kadehi bizim bütçemizin bile artık kaldırmaz olacağını getirmemiştik aklımıza"
“Hayallerimizi soldurmayan güzel şeyler de var,” dedi kadın, inatla. “Denizin rengini düşün. Camgöbeğinden laciverde kadar değişen eşsiz benzersiz bu deniz, rakının buruk tatlı anason kokusu, istavrit tavasının çıtır çıtır lezzeti, hepsi hâlâ hayallerimizdeki kadar güzel. İnsanlara gelince: Biz de değiştik. Belki de eski ilişkileri kurmayan, aramayan biziz aslında.
”
”
Oya Baydar (Kedi Mektupları)
“
Ve biraz sonra peygamber oldukları halde gönderildikleri kavimleri hak yolundan mahrum bırakan o şahıslar göründü. İki büklüm vaziyetteki ihtiyar Konfüçyus’tu, onun koluna girip yürümesine yardım eden de Foucault. Arkalarından da bilinenin aksine kadınlara da peygamberliğin müjdelenebileceğini kanıtı olan İskenderiyeli Hypatia gelmişti. Konfüçyus vakit kaybetmeden tekrarladı: “Bize benzeme!” Kolunu bırakıp ihtiyarın ardından dolaşan Foucault olmayan bir kemanı çalar gibi kollarını kaldırıp boynunu bükmüştü ve sanki nasıl demeli galiba akıl veren Konfüçyus’la dalga geçer bir hali vardı. Fakat bu duruma uyanan ihtiyar birden nasıl döndüyse kendiyle dalga geçen adama başladı veryansına; “Ulan lağımcı keltoş, senin paket elden gitti diye böyle civelek civelek dolanıyorsun ortalıkta ama şu adamı doğru yola soksak affedileceğiz işte anlamıyor musun hötöröf!” Hayret etmiş gibi üst dişleriyle alt dudağındaki gülücüğü saklamaya çalışan Foucault, “aman” dercesine elini sallayınca Hypatia da kahkahayı bastı. Bunu gören ihtiyar, kadına, “Kız bari sen uyma şu kürdancıya” deyip Boncuk’a döndü ve, “Evlat, sen sandığın şey değilsin. Biliyorum anlayabilmen karanlık bir odada kara kediyi bulmak kadar zor ama emin ol senin karanlığında, kara bir kedi yok…” dedi. İşittiklerine onay bekliyormuş gibi Foucault’ya bakan Boncuk adamın kucağında Insanity ismini taktığı o kara kedisini görünce açıkçası bir kahkaha da o attı. Moraran Konfüçyus dışında herkes makaraları koyvermişti. İyice sinirleri bozulan ihtiyar bir yandan baston sallaya sallaya bir yandan da, “biri dibek taşı öteki ablacı… nereden çattık düştük bu şengül hamamına anlayamadım ki…” diye söylene söylene arkasını dönüp uzaklaşmaya ve karanlığa karışmaya başlamıştı. Hemen sonra Hypatia tebessüm edip lafa şöyle girdi: “Düşünme hakkını hep kullan, çünkü yanlış düşünmek hiç düşünmemekten iyidir.” Bu son sözden sonra o da kayboldu ve Foucault da bir veda cümlesi olarak şunları söyledi, “En kötüsü, delilerle deliliklerinde buluşmaktır; bildiklerini yap” ve kucağından karanlığa bıraktığında seçilemeyen kara kedisi gibi o da görünmüyordu artık...
”
”
Cihan Gülbudak (Habis Kıssa)
“
A čo je z bohatstva, keď sa ho nikde nevidí? Hľa, nemala sa, neborká, ani kedy učesať
”
”
Martin Kukučín (Dom v stráni)
“
Mısır firavunlarının etrafındakiler de öyleydi. Zira firavun, onları bazen -bağışlayın- köpek gibi havlatır, kedi gibi miyavlatır, yat der yatırır, kalk der kaldırırdı. Evet, onlar, kendi etraflarını hep böyle kör bir itaat içinde olabildiğince cahil tutmuşlardı. Halk cahil olduğu ve cahil bırakıldığı için de bu tür Cehennem yârânının arkasından tereddüt etmeden akıp gitmişlerdi.
”
”
Anonymous
“
Kediler harika öğretmendirler! Onların öğretisi çok basittir: Hayatla çok meşgulsün, kendine zaman ayır!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
ömrüm boyunca bir köpek olarak yaşamıştım ama artık kesin kararım, bir kediye dönüşmekti. bütün bunlar bir köpek gibi bağlanmam, sevgi ve merhamet dilenmem yüzünden başıma gelmişti.
”
”
Zülfü Livaneli (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm)
“
Osamelý život núti k návratom do minulosti. Spomienky prichádzajú, kedy sa im zachce, neuznávajú čas ani priestor. V temnote samoty žiaria ako svätojánske mušky a vťahujú nás do sveta, ktorý už dávno zmizol.
”
”
Martin Repa (Spútaní časom)
“
Bu türkü tüccarlarını dinlemektense, kedi gibi miyavlarım daha iyi.
”
”
William Shakespeare
“
I hate behind the scenes ass muthafuckas.
”
”
Kedy B. (Keys To A King's Heart)
“
İnsan ben'ine bir köpek, bir kedi, bir domuz kızartması, okyanus aşkı ya da soğuk duş katarsa, ekleme yöntemi çok eğlenceli olabilir. Ben'e komünizm aşkı, vatan aşkı, Mussolini aşkı, Katolik Kilisesi aşkı, ateizm aşkı, faşizm ya da antifaşizm aşkı eklemeye kalkıldığında ise durum o kadar iç açıcı olmaktan çıkar. Her iki halde de yöntem tamamen aynı kalır: Kedilerin diğer hayvanlardan üstün olduğunu inatla savunan kişi, Mussolini'yi İtalya'nın tek kurtarıcısı olarak ilan eden kişiyle özünde aynı şeyi yapmaktadır: Kendi ben'inin simgesini övmekte ve bu simgenin (bir kedi ya da Mussolini) kendi çevresi tarafından kabul edilip sevilmesi için her yola başvurmaktadır.
Ben'lerini geliştirmek için ekleme yöntemine başvuran herkesin içine düştüğü garip paradoks işte budur: taklit edilemeyecek biriciklikte bir ben yaratmak için ekleme yapmaya çabalarlar ama bu arada, eklenen bu simgelerin propagandacısı haline geldiklerinden olabildiği kadar çok insanın kendilerine benzemesi için her şeyi yaparlar; o zaman da ben'lerinin (canla başla fethedilen) biricikliği derhal silinip gider.
”
”
Milan Kundera (Immortality)
“
insan usul usul ölmek için gelir dünyaya
başlar her gün biraz daha insan olmaya
ve ölürken usul usul ne tuhaf
aşık olur, kedi besler, isim verir eşyaya
”
”
Metin Altıok
“
Nefret unutulabilir mi ?
”
”
Zülfü Livaneli (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm)
“
Hemşireyle arasında tuhaf bir bağ varmış gibi hissetti: Sonuçta bu dünyada yanında bulunacak son kişi oydu. Tianming yirmi dokuz yıl önce doğduğunda onu doğuranın kim olduğunu biliyor olmayı diledi. Doğumdaki doktor ve buradaki hemşire, hayatı boyunca Tianming'e içtenlikle yardım etmeye çalışan sınırlı sayıda insandan ikisiydi. Onlara teşekkür etmek istiyordu.
"Teşekkür ederim."
Hemşire gülümsedi ve yanından ayrıldı, adımları bir kedi kadar sessizdi.
”
”
Cixin Liu (Death's End (Remembrance of Earth’s Past, #3))
“
Kedi her istenildiğinde müsait olan bir hayvan değildir.
”
”
Florence Burgat (Bir Yabancıyla Yaşamak: Kediler Üzerine Felsefi Kırıntılar)
“
Çıldırma saati. Kedi koşar, tırmanır, iner, hızla viraj alır, halıları altüst eder. Peki, ne olur böyle? Kendi kendini kandırıyor sanki. Hem korkutan hem korkan kendisi. Belki de böylece derinlikten ve tuz-biberden yoksun bir hayata biraz bunlardan katıyordur. Mevcudiyetleri baştan sona bizimkiyle çevreli ve tüm ufukları ev ortamından ibaret olan evcil hayvanlara yönelik sorumluluğumuzu tam olarak üstlenebilir miyiz?
”
”
Florence Burgat (Bir Yabancıyla Yaşamak: Kediler Üzerine Felsefi Kırıntılar)
“
Ne demek, ne demek oluyordu, kurs görmemiş, pis bir hayvanın Murtaza'yı hiçe saymayı kalkması? Yukarda Allah, Ankara'da Devlet, hem de Hükümet'se burda da Murtaza vardı. Murtaza'ysa değildi herhangi bir bekçi. Kurs gördükten başka, almıştı amirlerinden takdirname bile. Bir kedi, mundar bir kedi bozamazdı Murtaza'nın mahallede kurduğu disiplini. Yalnız kedi, kediler değil, mahallenin kazları, ördekleri, tavukları, horozları, köpekleri de bozamazlardı.
”
”
Orhan Kemal (Murtaza)
“
Virginia'da bir kediyle yaşadığım zamanları hatırlıyorum. Kar yağdığında, doğal olarak evcil kedimizin kara nasıl tepki vereceğini görmek istedik. Kediler suyu sevmezler ama köpük gibi, donmuş suyu severler mi? Hayır.
İlk deneme: Avluya çıktık ve onu karlara fırlattık. Başarısız olmuştuk. Orada üç saniye boyunca hareketsiz ve kafası karışmış bir şekilde durmuş ve onaylamayarak hızla içeri geri dönmüştü.
İkinci deneme (aynı gün ilerleyen saatlerde): Onu karın yanına bıraktık. Başarılıydı! Bu sefer içinde dolaşarak keşfe çıktı.
Beyniniz kardaki bir kedi gibidir ... Ona büyük bir değişiklik dayatın ve hemen rahat rutinlerine geri dönecektir. Ancak değişiklikleri nazikçe ve küçük dozlarda uyguladığınızda onları (korkmaksızın) daha fazla keşfetmek ilgisini çekebilir.
”
”
Stephen Guise (Mini Habits: Smaller Habits, Bigger Results (Mini Habits, #1))
“
Bir insanın ya da bir kedinin karşısında gözlerini indirebilirsin, çünkü insan da kedi de sana bakarlar, çünkü bakışları bir silahtır (bakışın iyi niyetliliği ise belki de silahların en kötüsüdür; nefret bir şey yapamazken o, senin elinden silahını alan bir silah olur), buna karşılık, bir ağacın karşısında gözlerini indirmek kadar terbiyesizce bir hareket olamaz, aynı şekilde bir ineğin ya da aynada sana ait olan yansımanın karşısında.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Kedi tekinsiz hayvandır. En minnoş kedi bile biraz psikopattır biliyorsunuz.
Bugünkü bildiğimiz kediler M.Ö.8000'de, Orta Doğu'da Afrika yaban kedisi soyundan türemiş.
Bu kesin doğru bilgi, çünkü kedi, karakter olarak tam bir Orta Doğuludur!
Keyfine düşkündür, her fırsatta yayılıp yatar. Ama hiç beklemediğin anda da üzerine bir enerji gelir, hayata saldırıp ekmeğini çıkarır. İşine geldiğinde sana yapışır, sıcacık tavırlarla kankan gibi davranır, çıkarı bittiğinde tanımazdan gelir. Gevşek gevşek dururken aniden etrafta hayali düşmanlar yaratıp onlara saldırır! Bu bir Orta Doğulu değildir de nedir? Norveçli olabilir mi? Asla.
”
”
Gülse Birsel (Beni Gözünüzde Büyütmeyin!)
“
- Sana ne oluyor ki? diye sordu kedi. Üzgün olan o, ne olmuş yani?
- Üzgün değil, dedi fare, içi yanıyor. İşte buna dayanamıyorum ben. Sonra suya düşecek, çok eğiliyor.
- O zaman hal böyleyse, sana böyle bir yardım yapmak isterim, ama neden "hal böyleyse" dediğimi bilmiyorum, çünkü hiçbir şey anlamıyorum.
- Çok iyisin, dedi fare.
- Başını ağzıma koy, dedi kedi, ve bekle.
- Uzun sürer mi? diye sordu fare.
- Biri kuyruğuma basana kadar, dedi kedi, hızlı bir refleks olması gerek. Ben kuyruğumu uzatırım korkma sen.
Fare kedinin ağzını açtı, başını sivri dişleri arasına soktu. Sonra hemen çekti.
- Baksana, köpekbalığı mı yedin sen bu sabah?
”
”
Boris Vian (L'écume des jours / L'arrache-cœur)
“
Politikacılar küçük kediler gibidir: Hiçbir zaman ciddi değildirler; her zaman ortalığı dağıtırlar; korkak ve şımarıktırlar. Ve aynaya baktıklarında orada bir kaplan görürler, gerçeğin çekici çok sert bir şekilde o aynayı kırıncaya kadar!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Beynin iki yarımküresi (beyin hemisferleri) genelde birbirine benzer ve "korpus kallosum" adı verilen yoğun bir sinir lif otoyoluyla birbirlerine bağlanmış durumdadır. 1950'lerde gerçekleştirilen bir dizi sıra dışı ameliyata kadar hiç kimse sol ve sağ yarımkürelerin aslında bir rakipler takımının iki yarısını oluşturduğunu tahmin bile etmemişti.
Roger Sperry ve Ronald Meyers adlı nörobiyologlar yaptıkları deneysel ameliyatlarda kedi ve maymunların korpus kollosum'larını kestiler. Peki ne oldu? Pek bir şey olmadı aslında. Hayvanlar, iki yarımküreyi birleştiren bu koca lif şeridinin gereksizliğini vurgularcasına normal davrandılar.
Elde edilen bu başarının ardından ayrık beyin (split-brain) ameliyatları ilk kez 1961'de sara hastalarında gerçekleştirildi. Nöbetin bir yarımküreden diğerine geçişini engelleyebilecek bir ameliyat, bu hastaların son umuduydu. Amliyatlar, gerçekten de işe yaramış görünüyordu. Kendisini elden ayaktan düşüren nöbetlerden ötürü büyük ıstırap çekmiş bir kişi, artık normal bir yaşam sürebiliyordu. Beynin iki yarısı birbirinden ayrılmış olsa da davranışları aynı gibiydi. Olayları normal biçimde hatırlıyor, sorunsuzca yeni şeyler öğrenebiliyordu. Sevebiliyor, gülebiliyor, dans edebiliyor ve eğlenebiliyordu.
Ama aslında ortalıkta dönen tuhaf bir şeyler vardı. Akıllıca stratejilerle bilginin yarımkürelerden yalnızca birine iletildiği durumlarda, o yarımküre bir şey öğrenirken diğeri öğrenmiyordu. Sanki birbirinden bağımsız iki beyin vardı. Dahası, hastalar aynı anda farklı işler yapabiliyorlardı ki, bu da normal bir beynin izin vermeyeceği bir durumdu. Örnek verecek olursak, her iki elinde de kalem olan ayrık beyin hastaları, daire ve üçgen gibi birbiriyle uyumsuz şekilleri eşzamanlı olarak çizebilmekteydiler.
İş bununla da bitmiyordu. Beyinde motor hareketlerle ilgili lifler bir taraftan diğerine geçer; öyle ki sağ yarımküre sol eli, sol yarımküre de sağ eli denetler. Bu gerçek, ayrık beyin hastalarında görülen çok ilginç bir durumu da açıklar. Farz edin ki "elma" sözcüğü sol, "kalem" sözcüğü de bununla eş zamanlı olarak sağ yarımküreye gönderiliyor. Ayrık beyinli bir hastadan, az önce gördüğü sözcükle ilgili nesneyi eliyle tutması istendiğinde, sağ eliyle elmayı, sol eliyle de aynı anda kalemi kavrıyor. Çünkü iki yarım, artık birbirleriyle bağlantısız biçimde kendi hayatlarını yaşamakta.
”
”
David Eagleman
“
Küçük kediler demek küçük çocuklar demektir; küçük çocuklar demek küçük kediler demektir!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Çocuk evlerindeki kediyi pataklamaya başlamış. Baba “Oğlum” demiş “kediyi niçin dövüyorsun?” Çocuk “Babacığım, hepimiz oruç tutarken, kedi demin oruç yiyordu, o sebeble cezalandırıyorum” demiş. Baba çocuğun başını okşayarak hoşnutluğunu belli etmiş, çocuğun hassasiyetini ve dikkatini tebrik etmiş ve şunları söylemiş: “Yavrum, kediyi bırak, zira hayvanlar oruç tutmaz”.
”
”
Cahit Zarifoğlu (Bir Değirmendir Bu Dünya)
“
Aç bir kedi, kapana kısılmış bir kuşa iyilik yapmaz!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Amenna ben Türküm, Müslümanım, bundan başka da bir suçum var mı? Ben ne yaptım Yunanistana, ben ne yaptım Türkiyeye? Beni bir kedi yavrusu gibi boynumdan tutup Giritten buraya niçin attılar?
”
”
Yaşar Kemal (Tanyeri Horozları (Bir Ada Hikayesi, #3))
“
Çocuğun kirpikli çocuk gözleri vardı.
Yemek yediği iskemlenin üstünden inip kediye gitti.
Kedi sobanın yanında kedileşip duruyordu...
”
”
Füruzan (Parasız Yatılı)
“
Arkamdan bir kedi geçti, çatının kedisiydi galiba, döndüm, "pisi pisi" dedim, gelmedi, tip tip baktı. İşte bunlar üst düzeyde yalnızlıklardır.
”
”
Emrah Serbes (Deliduman)
“
çok olmadığımız kesin çok olan tarafta değiliz çok olan tarafta olmayacağız türkiye'de kürt olacağız kürtlerde ermeni ermenilerde süryani gidip almanya'da türk olacağız hollanda'da surinamlı fransa'da cezayirli iran'da azeri amerika'da zifiri zenci olacağız çoğalan zencide mutlaka kızılderili israil'de filistinli köpeğin karşısında kedi kedinin karşısında kuş olacağız kuşun karşısında börtü böcek
”
”
Anonymous
“
çok olmadığımız kesin çok olan tarafta değiliz çok olan tarafta olmayacağız türkiye'de kürt olacağız kürtlerde ermeni ermenilerde süryani gidip almanya'da türk olacağız hollanda'da surinamlı fransa'da cezayirli iran'da azeri amerika'da zifiri zenci olacağız çoğalan zencide mutlaka kızılderili israil'de filistinli köpeğin karşısında kedi kedinin karşısında kuş olacağız kuşun karşısında börtü böcek hakemler hep karşı takımı tutacak ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı çiçeklerden kamelya olacağız az kolumuzun tarafında solda olacağız bu itirazın ilk şartı solda da az olacağız devrimi çoğaltırken çünkü bir başka devrime hızla azalacağız bu da itirazın ikinci şartı.
”
”
Anonymous
“
Aynı mimarın tasarladığı,tüm detayları özdeş iki bina bile birbirinden ayrılabilir.Birinin balkonundaki kırmızı saksı yoktur öbüründe,martılar aynı yerine sıçmamıştır çatısının...Peki bir çocuğun sesinin başka sokaktaki herhangi bir çocuğunkinin tıpkısı olması mümkün müdür,bir batında uyuyup,aynı aşığı ve köteği yemedikçe?Cıvıldayan kuşlar,gıcırdayan bahçe kapıları,aksıran egzoz boruları...her sokakta başka bir şarkının ögesidir.Oysa koku öyle midir koku!Bok her yerde bok kokar,gül her yerde gül,ceketteki naftalin,kadehteki anason,sıcak ekmek,çürük yumurta,aç adam ağzı,kedi leşi...
”
”
Hakkı İnanç
“
Bu her küçük kızın rüyasıdır,” dedi Kat. “Bir: Interpol tarafından gözetlenmek. İki: kedi yavruları.”
(syf. 31)
”
”
Ally Carter (Heist Society (Heist Society, #1))
“
A Kedis troika approached afterward, colourcells winking in their frills, and the shemale speaker thanked him in her curious diction, shaking his hand with her prehensile genitalia.
”
”
China Miéville (Embassytown)
“
Kediler her yerin kendi rahatları için tasarlandığına güçlü bir şekilde inanırlar!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Kediler rahatlığın ve sakinliğin dilini konuşurlar ve o yüzden de ne zaman bir kedi görsek rahat ve sakin hissederiz!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
İyilik yapıp beslediğin her kedi seni mutlaka bir gün bir kazadan, bir beladan korur!
”
”
Buket Uzuner
“
Adamın biri arkadaşının hatırı için ilk defa keman dinlemek zorunda kalır. Sonra merak eder, kemanın tellerinin neden yapıldığını sorar. Arkadaşı; “Kedi bağırsağı” der. “Ya, yay?” “O da atkuyruğundan yapılır.” Eve gittiğinde hanımı gününün nasıl geçtiğini sorunca, “Valla, adamın biri at kuyruğunu kedi bağırsağına sürdü durdu.” diye cevap verir.
”
”
Anonymous
“
Yalnızca büyük sıçrama ustaları yollarının üzerindeki engellerle alay etme hakkına sahiptirler!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Kadınlar daha da fazlasını ödeemk zorundaydı. Dik bir duruş daha dar kalçalar demekti ve bu da doğum kanalını daraltıyordu, üstelik aynı anda bebeklerin de beyni giderek büyüyordu. Doğumda ölüm, dişi insanlar için ciddi bir sorun haline geldi. Bebeklerinin kafası ve beyni daha küçük olduğundan, erken doğum yapan kadınlar daha çok hayatta kaldılar ve daha çok çocuk sahibi oldular; doğal seçilim bu şekilde erken doğumlara bu şekilde erken doğumlara hayatta kalma şansı verdi. Elbette böylelikle diğer hayvanlara kıyasla insanlar pek çok hayati önem sahip sistemleri henüz tam olarak gelişmemişken erken doğar hale geldiler. Bir tay doğumdan kısa süre sonra yürüyrbilir; bir yavru kedi birkaç haftalıkken annesi yiyecek arayışı sırasında onu yalnız bırakabilir. İnsan bebekleriyse yıllar bpyunca yardıö, bakım, koruma ve eğitim için büyüklere muhtaçtır.
”
”
yoval noah harari
“
Nechám olej rozpáliť na panvici a vylejem na ňu prvú palacinku. Prvá je vždy skúšobná, je akýmsi pokusom, či sa cesto dobre vydarilo, či je dosť osolené alebo ocukrené, kedy sa palacinka začne pripaľovať a kedy je naopak ešte príliš surová. V živote však veľa takýchto prvých pokusov nejestvuje, nie takých, kedy by si človek mohol povedať, že tomu chýba ešte toto a tamto a začal by odznova. Nie. Život je o chybách, ktoré sa zvyčajne nedajú ľahko napraviť, a z ktorých sa dá jedine poučiť.
”
”
Laura Ensi (Tajomstvo havraních krídel (Spoločenstvo, #3))
“
Dur arkadaş," dedi Vasili, "kahvaltımı zatına veriyorum. Varlığından haberdar olsaydım, senin için de birkaç balık tutardım. Her neyse, geldin ya, ne için gelirsen gel, başım üstünde yerin var." Lüferi dörde böldü, ateşin biraz uzağına koydu, kendi de, Tanasinin evinden aldığı tuzlarla mercanları tuzladı, közlerin üstüne koydu. Kedi, lüferlerin üstüne anında atıldı, bir parçayı aldı çınarın gövdesinin dibine götürdü, yemeye başladı. Biraz sonra gene geldi ikinci parçayı kaptı götürdü. Közlerden yoğun bir balık yağı dumanı yükselir, ortalığı mis gibi bir kokuyla doldururken, Vasili baktı, kedi sağından, gözlerini közlerin üstüne dikmiş bekliyor. "Sen neden göç etmedin arkadaş, bu köyde bir tek kedi sen değildin ya, onların hepsi el değer etek değmez teknelere gizlice bindiler, kimini arkadaşları, sahipleri götürdü. Kimi de... Bir de köpek ürüyor köyde. Daha müşerref olamadık. Bir de horoz ötüyor her şafak vakti, onunla da şerefyap olamadık. Korkuyor, arkadaş, elime geçirir de keser yerim diye. Bilmiyor ki, bir balıkçı, acından ölse de adada öten, adayı terk etmek korkaklığını göstermemiş yiğit bir horozu kesip de yemez." Bir yandan ateşin üstündeki balıkları çevirirken, bir yandan da kediyi sıvazlıyordu. Kedi, ocaktaki balıkları unutmuş mırıldanmaya başlamıştı.
”
”
Yaşar Kemal (Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana (Bir Ada Hikayesi, #1))
“
Kedi gibi davranan köpeği sevmeyiz; köpek gibi davranan kediyi de sevmeyiz! Öncelikle herkes ve her şey doğasına göre davranmalıdır ki kim kimdir, ne nedir bilelim!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Kitapların gücü vardır...
”
”
Sōsuke Natsukawa (The Cat Who Saved Books (The Cat Who..., #1))
“
Rahatça boş laflar edebileceğin son anlar bunlar. Kitapları belaya bulaşmadan serbest bırakamazsan, bu labirentten çıkman imkansızlaşır."
Beklemediği bu uyarı karşısında Rintaro ne diyeceğini şaşırdı. "Bunu söylememiştin..."
"Elbette söylemedim. Söyleseydim benimle gelmezdin her halde. Bu dünyada birçok şeyi bilmemek çok daha iyi olur."
"Hiç hoş değil...
"Neresi hoş değil? Mahzun, salak gibi bir suratla oturup duruyordun. Kaybedeceğin bir şey yok.
”
”
Sōsuke Natsukawa (The Cat Who Saved Books (The Cat Who..., #1))
“
Mizah anlayışın pek gelişmemiş, ama dürüstsün. Dünya mantık yürütemeyeceğin, aklının almayacağı şeylerle dolu. Böylesine sıkıntıyla kaplı bir dünyada yaşam sürebilmek için en iyi silah, mantık ya da kas gücü değil, mizahtır." diye Eski Çağ filozoflarının ağır havasıyla mırıldanan kedi, nihayet ileriye doğru adım atmaya başladı.
”
”
Sōsuke Natsukawa (The Cat Who Saved Books (The Cat Who..., #1))
“
Muhteşem bir köşk. Kapısı bile bizim dükkân kadar eder!" dedi Rintaro.
"Gevşeme hemen. Kapısı görkemli, ama ana yapısı zavallı halde olan insanlara bu dünyada istemediğin kadar çok rastlarsın."
"Hem kapısı hem de ana yapısı zavallı bir liseli olarak, hiç olmazsa kapım bunun taklidi olsaydı.
”
”
Sōsuke Natsukawa (The Cat Who Saved Books (The Cat Who..., #1))
“
İkinci, bana bak; önemli şeyler daima zor anlaşılır," dedi kedi, Rintaro'nun aklından geçenleri okumuş gibi. "Çoğu insan gayet normal olan şeylerin farkına varmadan yaşamlarını sürdürür. Olgulara yüreğinin penceresinden bakmazsan tam olarak göremezsin. En önemli şeyler de gözle görülemez."
"Şaşırdım..." dedi Rintaro hafifçe kaşını kaldırarak. "Tutup da bir kedinin Küçük Prens eserinden alıntı yapacağı aklımın ucundan bile geçmezdi."
"Saint-Exupéry beğenine uygun değil mi?
”
”
Sōsuke Natsukawa (The Cat Who Saved Books (The Cat Who..., #1))
“
Ben senin yılgın bir hoşgörü ile beni benimsemene mi kaldım?
”
”
Feyyaz Yiğit, Aziz Kedi
“
İstihbarat örgütleri için en iyi eleman kimdir derseniz bir kedidir derim: Sessiz, gözlemci, çevik ve soğukkanlı!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Kedilere bir gündem vermeye mi çalışıyorsun? Boşuna uğraşma, onların her zaman kendi gündemleri var!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Anadil öyle bir şeydi ki, aynı şeyi başka dilde söylediğinde bütün anlamı, rengi, kokusu yitip gidiveriyordu.
”
”
Zülfü Livaneli (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm)
“
Ölümün kıyısı, ölümün kendisinden daha feci bir şeydir, bunu yaşayarak öğrendim. Bağlanmalar yüzünden aklını kaçırmanın kıyısında dolaşmıştım uzun süre. İçime karanlık yerleşmişti; bir türlü söküp atamadığım, kusamadığım, çıkaramadığım bir koyu karanlık.
”
”
Zülfü Livaneli (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm)
“
Çünkü insanları konuşarak tanıyamazsınız. Konuşmak, canlı yaratıklar arasındaki en etkisiz iletişim aracı. Dil yalan söylüyor, olanları çarpıtıyor, insanlığın hiç bıkıp usanmadığı klişeleri tekrarlıyor. Bu yüzden, insanları dinlemek onları anlamak için yeterli değil.
”
”
Zülfü Livaneli (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm)
“
Pek çok tarihçi, Türkleri Mongoloid ırkının bir parçası saydıklarından Kızılderililerin Mongoloid ırkından olduklarını tartışacağımı sanırlar. Hedefim bu değil. Asıl hedef - konum, Anahuatl'dan Tiachunaco'ya ve ötesine kadar olan egemen gruplardır. Daha da belirteyim, özellikle Quetzalcoatl (Kukulkan), Vir-akkoca gibi efsanevi şahıslarla ve tarihi Ölmeklerle, Tolteklerle, Mayalarla ve Ön-İnka'larla ilgileniyorum. Ben uygar ülkelerin yöneticilerinin ve ruhban sınıfının (veya "klan'ının) "beyaz" ırktan olduğu konusundaki kesin kanıtları reddediyorum anlamında anlaşılmamalıdır; Turan-Türk esas itibariyle zaten "beyaz" "Alpin" ırka mensuptur. Türklerin sakalları gürdür; bir Çin yazmasında Kansu eyaletindeki Türkleri Çinli halk katliama uğratırken, uzun sakallarından yakaladıkları anlatılır. Günümüz Türklerinin antropolojisi üzerinde olsun, tarihi Çin, İranlı ve Arap tasvirlerinde olsun, Türklerin ak teni, "ateş rengi saçları", ve "kedi gözü" "yeşil-ela" göz rengi belirtilir.
Bu özellikler, Türk soyunun "Moğolluğu" üzerinde peşin-hükümlü olan bazı Batılı yazarların canını sıkmış, çıkar yol olarak, Orta Asya'da dolaşan "Aryan" kabilelerle melezleşme teorileri üretmişlerdir. Eğer bu "Aryan'larla kastettikleri Hint-Avrupalıların "Hint-îran koluysa, "Akdeniz" adlı soya mensup olduklarından, siyah saç ve koyu göz ve esmer ten, onlarda Turan-Türk halkında rastlanandan daha fazladır. Bu kolay teori üreticileri, Cengiz Han'ın bile kızıla çalar kahverengi saçlı ve yeşil gözlü olduğunu öğrenirlerse pek şaşıracaklardır, çünkü "Moğol" hükümdarı olan Cengiz Han aslında, "Şatu-Uygur" Türklerinin Börütegin (Bozkurt Prens), annesi Ulun Eke ise Moğolların dışında Merkit Türk soyundandır.
”
”
Reha Oğuz Türkkan (Türkler ve Kızılderililer)
“
İlk günden beri biliyordun,” dedi sahibi. “Belki biliyordum, ama düşünmüyordum,” dedi kadın. “Ölümü de biliriz, ama bizden o kadar uzaktadır ki, son âna kadar düşünmeyiz.” Sustular. Artur, havadaki gerginliği tüylerinde duyup ürperdi. Huzursuzlukla, tedirginlikle miyavladı. Duymadılar. “Bir karın vardı,” dedi kadın. “Onu bıraktın.” “Evet. Çok seviyordum, ama bıraktım.” “Hani çok sevdiğin bir arkadaşın vardı, bazen gelirdi. Onu da bıraktın.” “Artık ortak bir inancımız, ortak bir savaşımız kalmamıştı...” “İnancın peki? Seni tanıdığım zaman, bütün sorularına, bütün eleştirilerine rağmen komünisttin. İnancını da bıraktın.” “Bu seni mutlu edecekse, evet, onu da bıraktım.” “İlk tanıştığım günlerdeydi, hatırlıyorum, çok güzel, çok cins bir köpeğin vardı. Onu da bıraktın.” “O kadar güzel ve cinsti ki, bana göre değildi. Besleyemiyordum, bakamıyordum. Ona çok daha iyi bakacak birini buldum, bıraktım.” “Şimdi de,” dedi kadın... Sustu. “Beni,” diyemedi. “Bu kediyi ne yapmayı düşünüyorsun peki?” Artur, bütün kedi sezgileriyle bu kez sorunun da, yanıtın da, biraz önceki gibi acı bir şaka ya da birbirini acıtmak için, aslında pek de inanılmadan sorulmuş sorular, inat için verilmiş yanıtlar olmadığını kavrayarak gerginlik içinde bekledi. “Eğer bunu duymak istiyorsan, onu da bırakacağım,” dedi adam. “Ve seni de...” Sonra bir şiirden, bir türküden bir dize okurcasına mırıldandı: “Kim benden iyi bilir bırakma sanatını?” Sesi ne sert ne öfkeli ne acı; yumuşacık, uzak, hüzünlüydü. Korku, panik, öfke değil, acıma duydu Artur ve birden, kadının da kendisiyle aynı şeyleri hissettiğini sezdi. “Ben hep bıraktım. Bırakıldıkça, bıraktım. Hayal meyal hatırlıyorum: Babam ölüp bizi bıraktığında, uçsuz bucaksız meyve bahçeleri ve pamuk tarlaları arasında yükselen, oymalı ahşap parmaklıklı, cumbalı, sütunlu büyük taş evi; akşam vakitlerinde ağıllarına dönen –ve hepsinin benim olduğu söylenen– sürülerin çıngırak seslerini; beni kucağına alıp hoplatan, sevdiğim yemekleri hazırlayan, bizim toprakları komşu çiftlikten ayıran dereye düştüğüm zaman, azar işitmeyeyim diye, annem görmeden kurutup giydiren dadımı; çocukluğumu bıraktım. Annem yeniden evlendiği zaman annemi –belki de bütün kadınları– bıraktım. Dindardım; dünyaya baktım; insanların bu kadar acı çekmesine izin veren Allah’ı bıraktım. Delikanlıydım; ölesiye seviyordum. Benim için evini, ailesini bırakmayan sevgilimi ve kemanımı bıraktım. Sosyalist oldum, komünist oldum. Tek tek insanları değil, insanı kurtarmak için, yeni bir dünya kurmak için okulu bıraktım. Evleri, semtleri, kentleri, ülkeleri bıraktım. Yılların yıprattığı, ayrılıkların aşındırdığı tüm ilişkileri, karımı bile bıraktım. Bir oğlum oldu benden habersiz. Benden habersiz olduğu için, tanımadığım oğlumu, bir çocuğun hayal edebileceği en güzel, en büyük oyuncak paketini göndererek bıraktım. Sonra, tam da dediğin gibi, beni aldatan inancımı, uğruna bütün hayatımı verdiğim düşünceyi bıraktım. Bıraktığım hiçbir şeye bir daha geri dönmedim.
”
”
Oya Baydar (Kedi Mektupları)
“
Başkalarının ilgisini çekme konusunda uzman olmak istiyorsan, kendine öğretmen olarak bir kediyi seç!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Nerden gelip, inşaat halindeki bizim evi bulmuştu, doğurmak için? Biliyorum, kedilerin işinden sual olmaz. Ve size sığınan hamile bir kediden ilgi esirgenmez.
”
”
Ferit Edgü (Giden Bir Kedinin Ardından)
“
Kedilerin neden pencerelerin yanında olmayı sevdiğini biliyor musun? Çünkü özgürlüklerine çok değer veriyorlar ve özgürlüklerinde bir düşüş algıladıklarında bir kaçış yoluna ihtiyaçları var!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Hayat bir muamma, değil mi efendim? Tüm bu hisler, düşünceler, sözler, davranışlar, tecrübeler ve anılar...
Belki de?.. Karanlık bir odadaki kara kediyi yakalamak zordur. Hele bir de kedi yoksa.
”
”
Murat Menteş (Derde Deva Randevu, #2)
“
Bola by som rada, keby som nemala toľko času na rozmýšľanie. Nie som šťastná, ak mám kedy rozmýšľať. To ma ničí.
”
”
Agatha Christie (The Pale Horse (Ariadne Oliver, #5))
“
Eğer bir kedi bir bilgisayar faresine saldırırsa, bu durum kelimelerin gerçek dünyada ne kadar büyük bir etki yaratabildiklerini gösterir!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Akşamüstü balığa gidenler geldi. Melek Hatun, Lena, Hüsmenin karısı, çocuklar iskeleye dizilmişler karşıdan gelen balıkçıları bekliyorlardı. Gelenler, kayıklarını kumların üstüne çekince kızlar cıvıldaşarak onlara koştular, hemcecik de kayığa tırmandılar, en küçük kız bir türlü kayığa çıkamıyordu. Vasili küçük kızı aldı kayığın içine koydu. Kızlar, bir kedi gibi kayığın her yanını arıyorlar, başaltına, kıçaltına giriyor çıkıyorlar, kürekleri, sıcak motoru elliyorlar, kayığın her bir yerini sanki kokluyorlardı. Sonra livarları buldular, su dolu livarların içinde türlü balıklar üst üste yüzüyorlardı. Çocuklar, gözlerini livarlara dikmişler şaşkınlıkla bakıyorlardı. Vasili, elindeki büyük kamış sepetle geldi kayığa çıktı, livarlardaki balıkları sepete doldurmaya başladı. Kızlar, az ilerde durmuşlar olanı biteni daha öyle kımıldamadan seyreyliyorlardı. Livarların içinde balık kalmayıncaya kadar öylece durdular. Vasili kayıktan inince onlar da arkasından indiler. Vasili elindeki sepeti aldı götürdü denizin kıyısına koydu. Kızlar da onun arkasından gittiler. Deniz durgundu, kıyıya küçük küçük, seyrek dalgalar vuruyordu. Kızlar, kumların üstüne sıralandılar. Sepetteki balıklar çırpınıyordu. Büyücek bir balık sepetten kumların üstüne atladı, bir iki kez havaya sıçradı, bir süre düştüğü yerde titredi, öldü. Kızların gözleri büyüdü. Batmakta olan günün ışıkları saçlarında kızıl ipiltiler dolaştırıyordu. Ne oldu, ne olmadı çocuklar kamışlığa doğru koşuştular, kamışlığın arkasında gözden yittiler.
”
”
Yaşar Kemal (Karıncanın Su İçtiği (Bir Ada Hikayesi, #2))
“
Toplumda hiç kimsenin senin farkına varmadığına inanıyorsan, kedileri unutmuşsun demektir!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
AUTORSKÁ POZNÁMKA
Prípoviedka nie je poviedka. Je kratšia, niekdy poučnejšia a občas aj zábavnejšia ako poviedka. Prípoviedka je vlastne len jeden zo stovky príbehov, ktoré vám vyrozpráva žena z Marakéša na ulici; v tomto prípade baba Peťová. Keďže nemá čas, príbeh maximálne zostruční a na poslednú vetu nadviaže ďalší príbeh. Už dve hodiny sa ponáhľa do obchodu, na záhumienok okopávať zemiaky alebo repu, alebo ide s čerstvo vypratou bielizňou na rieku Udavu, kde ju chce vyplákať; ale ešte ďalšíe dve hodiny vám bude rozprávať, čo je v Marakéši nové alebo čo sa tam kedysi stalo. A práve tento štýl rozprávania považujem za tú najdokonalejšiu literárnu kompozíciu, akú kedy človek vymyslel. A takú kompozíciu nevytvoril okrem žien z Marakéša hádam nikto na svete...
Rozprávačkou príbehov je baba Peťová. Autor ich len zachytil. Všetky pripomienky alebo sťažnosti týkajúce sa obsahu, mien alebo prezývok aktérov v prípoviedkach posielajte na adresu:
Baba Peťová
Marakéš, č. d. 95/10
okr. Rantaprapán
Slovakia
”
”
Václav Pankovčín (Marakéš: Šicke me naše!)
“
Moji milí Slováci! Kedy konečne pochopíte, že ak niekto chce Slováka presne podľa svojich predstáv, musí si dať tú námahu a robiť si ho sám?
”
”
Pavel Vilikovský (Pes na ceste)