Ilahi Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Ilahi. Here they are! All 100 of them:

Kebahagiaan bukan soal harta, tetapi soal jiwa insani yang kehausan kasih dan cinta ILAHI.
Mohd. Asri Zainul Abidin (Penawar Duka Pengubat Sengsara)
bysakoni tamna ka nam hai.jub tamna tabe ilahi ho jay to sakoan shuroa ho jata hai.
Wasif Ali Wasif
Birine aşık olunca, ömrün boyunca onu aramışsın da sonunda bulmuşsun gibi, geçmişini tekrar kurgularsın. Basit tesadüfler aşkın ilahi gücünün işareti olur çıkar. Şimdi buraya yazınca bak ne kadar gülünç olacak: Lise sonda aşık olduğum kızın ismi Zuhal'di, yirmi yıl sonra, Nihal, demek ki, tabi ya, büyük bir aşk bu, aşkın ilahi adaleti sonunda bizi buluşturdu vesaire...
Barış Bıçakçı (Bizim Büyük Çaresizliğimiz)
Bazen de saygıdeğer abilerim ablalarım, dünyası yerle bir olur insanın. Hayat, fazla kafa yormadan idare etmeyi sağlayan bütün anlamlarını yitiriverir. En akıllıca saydığınız fikirlerinizin saçmalığını, en içten duygularınızın, yapmacıklığını kavrarsınız. Aslında hiçbir konuda bir fikriniz bulunmadığını, aslında hiç kimseye karşı bir şey hissetmediğinizi ve tüm evrenin de size karşı aynı gaddarca kayıtsızlık içinde olduğunu. Hep gözünüzün önünde durduğu halde o güne dek her nasılsa yok saymayı başardığınız bu gerçeği fark ettiğiniz anda ilahi işleyişi de çözmek üzeresiniz demektir.
Alper Canıgüz (Oğullar ve Rencide Ruhlar (Alper Kamu, #1))
Ilmu dalam konteks semangat iqra' selamanya berorientasi tauhidik, bertolak daripada motivasi imanik dan bergerak mencapai objektif mengenal, mengagumi dan mengabdi kepada Ilahi.
Zulkifli Mohamad Al-Bakri (Kuasa Iqra: Menguasai Dunia, Menikmati Akhirat)
Hikmah orang tua berada dalam semangat orang muda
Hilal Asyraf (Langit Ilahi: Tuhan Tidak Lupakan Kita)
Göz… Savaşı başlatan haberci. Bakış… Elde olmayan kader, ilahi kaza. Ve aşk... Kalp ile göz arasında kutlu bir hadise.  
İskender Pala (Kitâb-ı Aşk)
Sekepal wujudku tiba-tiba tumbuh menjadi sepohon mawar puncuknya memanjat cinta Ilahi akarnya mencengkam rindu diri.
Shamsudin Othman (Kumpulan Puisi Taman Maknawi)
Tanpa kesadaran atas batas kemanusiaan, manusia hanya akan memandang penderitaan dengan hati dan pikiran yang diliputi oleh amarah, pengingkaran dan penolakan atas kuasa Ilahi. Tetapi bukankah justru di saat saat seperti itu, Tuhan jadi terasa begitu dekat?
Titon Rahmawan
Hanya dengan kesadaran atas keterbatasan kemanusiaan, kita bisa sampai kepada Kesempurnaan Ilahi.
Titon Rahmawan
Jangan takut menghadapi cinta. Ketahuilah bahawa Allah yang menjadikan matahari dan memberinya cahaya. Allah yang menjadikan bunga dan memberinya wangi. Allah yang menjadikan tubuh dan memberinya nyawa. Allah yang menjadikan mata dan memberinya penglihatan. Maka Allah pulalah yang menjadikan hati dan memberinya cinta. Jika hatimu diberiNya nikmat pula dengan cinta sebagaimana hatiku, marilah kita pelihara nikmat itu sebaik-baiknya, kita jaga dan kita pupuk, kita pelihara supaya jangan dicabut Tuhan kembali. Cinta adalah iradat Tuhan, dikirimnya ke dunia supaya tumbuh. Kalau dia terletak di atas tanah yang lekang dan tandus, tumbuhnya akan menyeksa orang lain. Kalau dia datang kepada hati yang keruh dan kepada budi yang rendah, dia akan membawa kerosakan. Tetapi jika dia hinggap kepada hati yang suci, dia akan mewariskan kemuliaan, keikhlasan dan taat kepada Ilahi.
Hamka
Bersyukurlah dan jadilah dirimu sendiri, maka kau akan bahagia.
Restu Ilahi
Bünye küçüktü, ama mahiyeti meleklerinden oluşuyordu. İlahi bir sanatın ellerinden çıkmış, cihanı katlayıp minyatürleştirmiş ve onda var etmişti. Nihayeti gelmez bir güç yüklenmişti menekşe mavisine ki, âlem, insan denen basit varlık önünde secde etsin. İsmini dua bilsin.
Selvi Atıcı (Kimliksiz (Kayıp Şehir, #1))
Varlığımın bir anlamı var mıydı ki, yokluğumun olsun? Her şey rastlantısal mı, yoksa ilahi bir plana göre mi işliyor? Tasarladım mı, tasarlandım mı; bir düş mü görüyorum yoksa başka birinin düşü müyüm; daha doğrusu düşümde, başka birini düşleyen birinin gördüğü düşteki- sonsuza kadar uzatılabilecek sayıda bir ayna oyunu muyum? Sayfa:462
Zülfü Livaneli (Konstantiniyye Oteli)
Hem şunu bil ki, oğlum, hiç ve hiçbir meslek hiç ve hiçbir mezhep ve onun salikleri ilahi esasatın dışında yaklaşamaz bize, ve dost olamaz. Sema ve zemini idare eden kuvvet saadetini isteseydi insanların derhal bahtiyar kılardı onları.
Nâzım Hikmet (Human Landscapes from My Country: An Epic Novel in Verse)
Seorang murid; ia tidak mengetahui apapun. Selembar kertas kosong, halaman buku yang belum tercetak, pena tanpa tinta, biji yang belum bertunas, bayi yang baru lahir, yang belum mengenal dunia, yang tak mengetahui mana yang baik atau mana yang buruk, tak tahu panas atau dingin. Yang tak melihat pesona warna-warna, memisahkan yang terang dari yang gelap, yang halus dari yang kasar. Tak bisa memilih yang mudah dari yang sulit, memilah yang benar dari yang salah. Ini sungguh sesuatu yang ganjil, namun dari situasi yang serupa itu, kita bisa merasakan kehadiran cahaya pengetahuan Ilahi.
Titon Rahmawan
Aksamustu binbasi geldi. Cadirin onunde beylik ve kaput sererek oturduk. Sohbet ettik. Ben aksam yemegini de (Kabak,nohut, iskembe corbasi) yedikten sonra Hafiz'a gazel soylemesi icin haber gonderdim. Simdi artik her taraftan gazel, naat, ilahi nagmeleri isitiliyordu
İbrahim Naci (Allahaısmarladık: Çanakkale Savaşında Bir Şehidin Günlüğü)
Putların yıkılmasında herkes hemfikirdir; fakat kimse heykelinin dikilmesine itiraz etmez. Ne var ki, o mermer kaidelerin üstünde ancak Tanrı'nın ilahi ayrıcalığına mazhar olmuş kulları, rahat ve kaygısız oturabilirler... Bunlar da aptallar, şerefsizler ve kahramanlardır.
Ryūnosuke Akutagawa (Kappa)
Mektuplarında başkalarının tuzlu ekmeğinden söz eder. Bu, üzerine kitap yazdığı Dante'nin İlahi Komedya'sındaki Cennet 17. Kanto'dan alıntıdır: "Başkalarının ekmeğinin ne kadar tuzlu, başkalarının merdivenlerinden çıkmanın ne kadar zor olduğunu göreceksin.
Zülfü Livaneli (Serenad)
Hidup itu ga harus selalu bahagia, tapi bukan berarti lo harus selalu sedih..
Restu Ilahi
My mouth could say goodbye, but not with my heart
Restu Ilahi
Banyak orang tak suka gagasan bahwa waktu punya permulaan, barangkali karena terkesan melibatkan campur tangan Ilahi.
Stephen Hawking (A Brief History of Time)
öyle üzgündü ki onları dinleyen Beatrice, ondan üzgün olamazdı çarmıhın dibindeki Meryem bile.
Dante Alighieri (Ilahi Komedya (Turkish Edition))
Duhai Ukthi.. Cantik adalah kesucian hati, Mudah menerima cahaya ilahi. Tubuh ini hanya titipan. Untuk apa dipamer pamerkan ? Sejatinya tubuh ini hanya-lah Lautan dosa dimataNya.
Taufiqur Rahman
otak adalah hati sebab sedikit rosak pada otak boleh lumpuh separuh badan. bersihkan otak supaya qolbu dapat nur ilahi
Amiruddin Syah
Hayattan değer görmek mi istiyorsunuz? Önce siz kendinize değer verin. Bu bencillik değildir.Siz güçlü olmazsanız kimseye faydanız olmaz.
Bülent Gardiyanoğlu (Evrenin İlahi Dili)
Sufastaiyyah membunuh hujah sendiri Bila menolak mutlak ilmu milik insani Merosak akal, aqidah, agama, sekalian hikmat anugerah Ilahi Bila mereka berteriak-gila: "ilmu manusia semuanya nisbi" "Hanya Allah yang mutlaq dan Ilmu-Nya yang kekal abadi." Sungguh bebal sufastaiyyah ini: ilmu yaqini nur minal-Lahi Walaupun bertempat diakal insani, sumbernya tetap di Alam Suci.
Wan Mohd Nor Wan Daud (Mutiara Taman Adabi : Sebuah Puisi Mengenai Agama, Filsafat dan Masyarakat)
Banyak orang bilang, jika lo kehilangan orang yang lo cintai, maka tuhan udah nyiapin jodoh yang lebih baik lagi. Tapi gua ga percaya itu, Gua percaya bahwa lo itu adalah yang terbaik buat guaa....
Restu Ilahi
Editörlerin yüzde doksan dokuzunun başta gelen özelliği, başarısızlıkları. Yazar olmayı başaramamışlar. Sakın masabaşı işinin sıkıcılığını, satışların ve işletme müdürünün kölesi olmayı yazarlıktan daha çok istediklerini zannetme. Yazmaya çalışmış ve becerememişler. İşte lanetli paradoks da tam burada. Edebiyatta başarıya açılan her kapının önünde bekçi köpeği olarak onlar, yani edebiyatta başarıya ulaşamamışlar durur. Editörlerin, editör yardımcılarının ve dergilere, yayınevlerine dosya değerlendirmesi yapan danışmanların hepsi, yazar olmaya çalışmış ama bunu başaramamış kişilerden oluşuyor. Özgünlük ve deha konusunda yargı makamında oturup, matbaaya neyin gidip neyi gitmeyeceğine karar verenler, şu dünyada bu işi yapması gereken son kişiler, yani özgün bir yanlarının olmadığı kanıtlanmış, ilahi kıvılcımın yanlarına bile uğramadığı belli olmuş adamlar.
Jack London (Martin Eden)
Tamamen bilimsel bir bakış açısıyla bilebildiğimiz kadarıyla, insan yaşamının hiçbir anlamı yoktur. İnsanlar belirli bir amacı olmayan ve körlemesine ilerleyen evrimsel süreçlerin sonucudur ve faaliyetlerimiz ilahi bir kozmik planın parçası değildir.
Yuval Noah Harari (Homo Deus: A History of Tomorrow)
Bir balıkçılı masum bir tavşanı yerken gördüğünde aklına ne geliyor? Tanrı ne harika bir düzen yaratmış mı diyorsun yoksa ne şeytani bir dehşet yaşanıyor burada mı diyorsun? İnançlarını sorgula! Eğer güçlü zayıfı yiyorsa burada asla ilahi bir şey yoktur; fakat sadece adaletsizlik ve kâbus var demektir!
Mehmet Murat ildan
Kala bertemu dengan Ilahi, tubuh ini hanya dibaluti kain kapan yang putih bersih. Bukan dipakai dengan pakaian berjenama dari serata dunia. Direnjis haruman mawar dan ditaburi kapur barus. Bukan lagi pancuran haruman Channel dan Estee Lauder. Dan, hadiah yang diminta hanya tiga perkara, amalan, doa anak yang soleh dan sedekah jariah. Bukan lagi kalungan mutiara indah, kereta berjenama mewah, intan berlian yang berkilauan atau panggilan yang membezakan darjat. Nah! Lihatlah perbezaannya. Ingatlah! Kita hanyalah hambaNya yang hina. Apakah kita berhak memandang kasta membezakan sesama kita? Pandanglah dengan mata hati
Shahzy Hana
Kişisel gelişim ideolojileri zaten benliğin ululanmasından ekmek yiyor. "Tanrı senin içinde", "Yüce kudretler senin ruhunda gizli" yollu, ,ilahi olanı insanın kendine hasreden, Tanrı'yı kişiselleştiren ve sadece insanın içine hapseden yeni bir tür maneviyatçılık, dünyada ve ülkemizde şehirli üst sınıflar arasında yayılıyor.
Kemal Sayar (Terapi)
Güzellik de dehanın bir biçimidir, hatta dehadan daha yücedir çünkü açıklama gerektirmez. Dünyanın en yüce olaylarından biridir güzellik, gün ışığı gibi, ilkyaz gibi, ay dediğimiz o gümüş kabuğun karanlık sulara yansıması gibi. Bunların nedeni sorgulanamaz. Egemenlik onun ilahi hakkıdır. Ona sahip olanlara prenslik bağışlar.
Oscar Wilde (The Picture of Dorian Gray)
Bin beş yüz yıllık krallık tarihi, Ortaçağ, vasallık, serflik ve derebeylik Tourgue'da yoğunlaşmıştı. Giyotinde ise yalnızca tek bir yıl, 93 vardı; ve bu on iki ay, bin beş yüz yılın karşısına dikilmişti. Tourgue monarşi, giyotin ise ihtilaldi. Trajik bir karşılaştırma. Bir tarafta borç, öteki tarafta vadesi gelmiş senet. Bir tarafta anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz gotik karmaşa; serf, senyör, köle, efendi, teba, soyluluk, kök salmış gelenekler, papaz-yargıç ittifakı, bin bir hesap, maliye, vergiler, salmalar, tuz vergileri, muafiyetler, hurafeler, önyargılar, bağnazlık, kraliyet ayrıcalıkları, taç, taht, debdebe, ilahi kudret; öteki tarafta ise o basit şey, bir satır. Bir tarafta düğüm, öteki tarafta kılıç.
Victor Hugo (Ninety-Three)
Kamu tau? Rindu itu ga selalu tentang satu dua detik lalu kita terpisah, tapi selama didepan mataku tidak ada senyum manismu itu, disitulah rindu akan tetap ada
Restu Ilahi
Kendimi affettim,seviyorum ve kendime değer veriyorum.Sevgiyi dışarıda aramak yerine kendi içimdeki sevgimi yüceltmeyi,paylaşmayı seçiyorum ve seviyorum.İyi ki varım,iyi ki bu dünyadayım...
Bülent Gardiyanoğlu (Evrenin İlahi Dili)
Onun tenini ten olarak görmedi ki. Bu onun için yeni bir şeydi, çünkü tanıdığı diğer kadınları yalnızca tenden ibaret olarak düşünürdü. Teni her nedense farklıydı kızın. Onun bedenini aslara hastalıklara, zayıflıklara maruz kalacak bir vücut olarak görmüyordu. Onun bedeni, ruhunun giysisinden öte bir şeydi. Ruhunun zuhur etmesi, içindeki ilahi özün saf ve zarif bir cisme bürünmesiydi.
Jack London (Martin Eden)
Canavar değilsin," dedim. Ama yalan söylüyordum. Aslında söylemek istediğim, canavar olmanın çok da kötü bir şey olmadığıydı. İngilizce monster kelimesi Latince monstrum kökünden geliyordu ve ilahi bir felaket habercisi demekti, sonra Eski Fransızcaya pek çok menşei olan bir hayvan anlamına gelecek şekilde uyarlanmıştı: sentor, griffin, satir gibi. Canavar olmak melez bir sinyal, bir deniz feneri olmak demek: Aynı anda hem sığınak hem de uyarı.
Ocean Vuong (On Earth We're Briefly Gorgeous)
Perlu diingatkan bahawa oleh kerana al-Quran datangnya daripada Allah dan ilmu dan hikmah-Nya yang disampaikan dalam al-Quran tidak terbatas kepada atau dihabiskan oleh sesuatu masyarakat dan sejarahnya, maka tujuan pendekatan sosiologi bukanlah untuk mengaitkan hikmah Ilahi dan menghadkannya kepada detik-detik sosiosejarah yang khusus. Tujuanya ialah untuk memperakui kebijaksanaan-Nya mengendalikan makhluk-Nya yang wujud dan bertindak tanpa peralatan yang terdapat dalam dunia perseptual dan konseptual.
Wan Mohd Nor Wan Daud (Konsep Ilmu dalam Islam)
Tuhan memilih konfigurasi awal dengan alasan yang tak bisa kita pahami. Kiranya itu termasuk dalam kekuasaan sosok mahakuasa, tapi jika Dia memulai alam semesta dengan cara yang tak bisa dipahami, mengapa kemudian Dia memilih membiarkan alam semesta berkembang menurut hukum-hukum yang dapat kita pahami? Keseluruhan sejarah sains berisi perkembangan kesadaran bahwa peristiwa-peristiwa tidak terjadi secara sembarangan, tapi mencerminkan keteraturan yang mendasari, yang bisa saja ditimbulkan sosok ilahi atau tidak.
Stephen Hawking (A Brief History of Time)
İyi de, ben anlamadım. şikâyet ne?" Ne yapılsın istiyorlar?" "Ne yapılsın mı? Tanrı iyiliğinizi versin, anlaşılmayacak ne var, efendim, sizin onun şarkı söylemesine bir son vermenizi istiyorlar." "Ne tuhaf! Çocuğun müziğinin güzel, ilahi filan olduğunu sen söyledin." "Tam da bu sebepten işte. Çok aşırı ilahi maalesef. Bir faninin dayanması mümkün değil. İnsanı fena heyecanlandırıyor; içini dışına çıkarıyor; tüm duygularını işkence sehpasına yatırıp lime lime ediyor; kendini kötü ve günahkâr hissettiriyor; cehennemden başka hiçbir yer için uygun bir müzik değil desem yeridir.
Mark Twain
Akıl, hayvanlar ve insanlar arasında keskin bir sınır çizer, insandaki ilahi yöne ışık tutar, hatta bir dereceye kadar gerçekte var olmayan ölümsüzlüğün yerini tutar. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki akıl, elimizde olan yegâne zevk kaynağıdır. Etrafımızda akla dair hiçbir şey görmüyor, duymuyoruz, bu da zevkten mahrum olduğumuz anlamına geliyor. Gerçi elimizin altında kitaplar var, ama canlı bir sohbetin, karşılıklı ilişkinin yerini tutmuyor. Çok da doğru olmayan bir kıyaslama yapmama müsaade edecek olursanız, bence kitaplar notaya, sohbet ise şarkı söylemeye benziyor.
Anton Chekhov (Anton Çehov Öyküler)
Yaşlandığımızda mutlu olabilmek için, yaşam boyunca zihnimize eşlik edenlere kendimizi alıştırmamız gerekir, böylelikle her şeyden sırası geldiğinde mutlu oluruz. Sadece zevk adamı olan biri ileri yaşlarda acınacak duruma düşer; köle gibi çalışan da biraz daha iyi olsa bile aynı durumdadır. Doğa felsefesi, matematik ve mekanik bilimleri insanı dingin bir keyfe götüren daimi kaynaklardır ve rahiplerin kasvetli dogmalarına, boş inançlara rağmen bu konularla uğraşmak, gerçek dinle uğraşmaktır; bunlar insana Yaratıcı'yı tanımayı ve ona hayranlık duymayı öğretir, zira yaratılıştaki bilim ilkeleri değişmez ve ilahi bir kökene sahiptir.
Thomas Paine (The Age of Reason)
Kaynak metne (metnin diline, ait olduğu kültüre) bağlı kalmak ile çeviri metnin dilinin ve ait olduğu kültürün gereklerine, okurun beklentilerine bağlı kalmak kutupları arasında denge bulmaktan söz eden adaylar aslında, bize göre, gerçek sadakatin koşullarını dile getiriyorlar çünkü sadakatin yalnızca kaynak metne bağlılığı kapsayan tek kutuplu bir kavran olmaması gerekir. Böylesi ancak biçimsel, mekanik bir benzerlik olabilir, metnin algılanmasını engelleyebilir. Çevirinin erek kültürde okunan, anlaşılan, anlamı ve işlevi olan, hele tat veren, sonuçta da kaynak metni temsil eden bir şiir haline gelebilmesi, ikinci kutbun gereklerine uymasına bağlı.
Ülker İnce (Kızılcık Karpuz Olur mu Hiç? İlahi Çevirmen!)
Aku sedang melalui lorong itu. Tenang dan mendamaikan. Tanpa ada persimpangan yang bisa menbuatkan akalku bersiur. Namun mengapa jiwa ini terasa kosong dan hati ini tidak lagi merasa bahagia? Lalu aku berhenti. Memandang pada hamparan anugerah Ilahi yang sedang memayungiku. Indah. Bagaikan lukisan abstrak yang tiada bandingnya. Dan hati ini berdetik. Lorong yg tiada persimpangan seumpama kehidupan tanpa ujian dan liku. Bisu dan kaku. Tanpa makna yang tersingkap. Tanpa rasa yang menggambarkan maksud hati. Lalu apakah ini yang aku inginkan kala akal mula mencerakin adakah ini makna kehidupan sebenar? Percayalah walaupun jiwa dan hati ini retak seribu, cantuman itu bisa menampakkan parut ianya lebih bermakna dan bahagia dari hidup tanpa rasa- shahzyH
Shahzy Hana
Beyoğlu bir inanılmaz hengameydi. Bu kadar kısa sürede neler olmuştu ve nasıl bir cihat hissiyle on binlerce insan caddeyi doldurmuştu. Hiçbirinin iyi bir yanı kalmamıştı. Ellerinde kalın sopalarla, önüne gelen bütün vitrinleri parçalıyorlardı. Hepsinin dilinde milli bir heyecan ile ilahi bir kelam birleşmişti. Hepsinin dudaklarında Allah rızası için yağmaya davet vardı. Eşyası Şam kervanına katılmak üzere talan edilen Mekkeli Müslümanlar gibi işaret bekliyorlardı. Medine sokaklarındaki büyük hurma ağaçlarının gölgesinde Hamza'nın savaş için beklediği heyecanı hisseder gibi kendilerinden geçmişlerdi. Genç kızlar, Ebu Süfyan evinde teflerle tutulmuş sert tempolarda kendilerini parçalarcasına raks eden kıvrak Arap kızlarının titreyişlerine benzer çırpınma içindeydiler.
Yılmaz Karakoyunlu (Güz Sancısı)
70 binyıl önce Homo sapiens, Afrika’nın bir köşesinde kendi işiyle meşgul olan önemsiz bir canlıydı. İlerleyen bin yıllarda kendisini tüm gezegenin efendisi ve ekosistemin baş belâsına çevirecek dönüşümü gerçekleştirdi. Şimdi ise ebedi gençlik gibi ilahi beceriler de ele geçirmeye çalışıyor. İnsan gücündeki ve yapabildiklerindeki olağanüstü artış birey olarak Sapiens’i daha mutlu bir canlı türü haline getirmedi. Hedeflerimiz konusunda emin değiliz. Daha kötüsü, her zamankinden daha sorumsuzca davranıyor, kendi kendini yaratmış cüce tanrıcıklar gibi kimseye hesap vermiyoruz. Gezegeni paylaştığımız diğer canlıları mahvediyor, ekosistemi sürekli tahrip ediyoruz. Bunu yaparken sadece kendi konforumuzu ve eğlencemizi düşünüyor, üstelik tatmin de olmuyoruz. Ne istediğini bilmeyen, tatminsiz, tahripkâr ve sorumsuz cüce tanrıcıklardan daha tehlikeli bir şey olabilir mi?
Yuval Noah Harari (Sapiens: A Brief History of Humankind)
Kesamaran yang jelas terdapat berkaitan perhubungan yaqin dan zann pada tahap ilmu manusia, walaupun jika ia berdasarkan sumber Ilahi, sepatutnya dilayani dan dihargai sebagai satu keresahan positif. Di sebelah pihak iaitu, pihak yang berkeyakinan, menekankan kemungkinan keputusan-keputusan yang dibuat oleh manusia dan mengelakkan keraguan yang tekal dan buruk padahnya amatlah penting. Pada pihak yang lain pula, aspek keraguan akan keresahan itu mesti sentiasa diingati demi mencegah kefanatikan dan kesombongan yang melampau sama ada berbentuk teologis, saintifik atau sejarah, yang telah mengakibatkan banyak penderitaan manusia, di samping menggalakkan penyelidikan lanjut dalam semangat ijtihad dan shura. Sikap ini akan menggalakkan kerjasama dan akan memajukan perkembangan sains, kemanusiaan dan tamadun bukan sahaja di kalangan orang Islam, tetapi seluruh kemanusiaan.
Wan Mohd Nor Wan Daud (Konsep Ilmu dalam Islam)
Kim bilir belki de… Şeytan, Tanrı’nın bilinçaltından başka bir şey değildir. ... Kutsal kitaplar sanattan ve sanatçılardan en az söz eden kitaplardır… ... Bütün hibeler, bağışlar, sadakalar ve teberrular hayırsever işadamlarının yoksulluk sayesinde yaptıkları varlıklarının yoksullara dağıttıkları yüzdeleridir. ... Bugün herkes tüketmeye çalıştığı nesnelerin üretiminde çalışarak tüketilen birer nesnedir. Hem üretici hem de tüketici olarak iki ucundan yakılmış bir mumdur. ... “Gerçekten çok şanslıyım, çünkü mutsuzluğumu bedavaya getiriyorum.” derdi bir berduş. “Kimileri her gün on iki saat çalışarak ve kucak dolusu para harcayarak bu hale geliyorlar. Evet ben de herkes kadar keyifsiz ve yalnızım. Ama bunun için ne sabah dokuz akşam beş çalışıyorum ne de üstüne para veriyorum.” ... Dünyanın kanseri işadamlarıdır. Çünkü ancak kanser hücreleri beslendikleri organizmayı harap ederek çoğalırlar. Büyümek için büyü. Çoğalmak için çoğal. İlerlemek için ilerle. Kalkınmak için kalkın. Kapitalizmin ve kanserin ideolojileri birbirlerinin tıpatıp aynısıdır. ... Çalışmaktan bir hak gibi bahsedilmesi ve bunun anayasalara girmesi ne garip! Çalışmak ne bir hak, ne de bir ödevdir. Kötü bir kaderdir sadece… Sakat veya göle doğmak gibi. ... Aylaklık; düşünmek, duymak ve yaşamak için bağdaş kurmaktır. Çalışmak ise bir gün bağdaş kurabilmek için boşu boşuna koşuşturmaktır. ... Bir işadamının onca emekle çalışarak, çalıştırarak ve koşuşturarak yarattığına bakın; bacası tüten bir fabrika. Bir de sanatçıların yarattıklarına bakın; Mayıs ayında Floransa. ... “Küçük, bedensel ve geçici hazları küçümseyrek ruhsal, büyük ve ilahi hazları arayan keşişlere, dervişlere, Hint’ten ve Rum’dan gelen ermişlere, sufilere, bilgelere sakın kanmayın.” diye fısıldadı Şeytan. “Hazzı hep göklerde arayanlar yeryüzünde bulamayan kabızlardır. Bu arif, aşık ve cümle evliya takımı işte böyledir; kendi kabızlık ve kasvetlerine gizemli mazeretler ararlar aslında.” ... Cennetten kovulduğumuzda Tanrılar bize hem hatıra hem de yolluk olsun diyerek sadece üç şey verdiler. Biri haz, diğeri neşe, öbürü de dans. Gerisini; ayrılığı ve hastalığı, acıyı ve keder, can sıkıntısını ve her biri birbirinden boş ümitleri hep burada bulduk. İşte bu yüzden en doğru felsefelerin temeli neşe, sevnç, coşku ve hevestir. Kahkahalar ise yapıtaşları. ... Düş kırıklıklarımızın yegane sebebi, çabanın hissesini daha yüksek sanmamızdır. ... Kendimi bilmek ruhumu sıkıyor. Kendini bilenler de canımı. ... Ne yapmak ve ne olmak istediklerini çok iyi bilen insanlara ise acıyorum. Hiç mi hayal güçleri yok? ... Yunanca’daki mutluluk (eudaimonia) sözünün içinde Şeytan (daimon) gizlidir. Bu bir tesadüf mü, yoksa bu olağanüstü adamların bilgeliklerinin yeni bir zirvesi mi? Eski Yunanlılar için Şeytan, bize doğru yolu gösteren iç sesimize verdiğimiz isimdir. Bu demektir ki, Yunanca mutlu olmak istiyorsanız Şeytan’ı işin içine karıştırmalısınız. ... İnsan doğar, yaşar ve ölür. Doğru da belki o sırayla değil. ... Kadın terk edildiği ve aldatıldığı zamanlarda, bir de boşanırken hiç tereddüt etmez; kararlı, şuurlu ve son derece akıllı bir biçimde bütün umumi strateji ve nokta hücumu taktikleriyle delirir. ... Feminizm; erkeklerin egemenliğindeki bir pazarda kadının kadınlığını değil işgücünü, aklını ve zamanını satmaya çalışmasıdır. Üretime, tüketime ve çalışmaya tapan bir toplumda kadının cinsiyetini bir mal olmaktan çıkartıp, bütün varoluşunu bir mal haline getirme gayretidir. Eğer bu özgürlük olsaydı, bütün erkekler ezelden beri özgürdüler. ... -Kadın 20. yüzyılda özgürlüğüne kavuştu. -Yok yahu! Peki sonra ne oldu? -Hiç. İş kölesi oldu. ... Aforizma edebiyatın salçasıdır. Sadece aforizma yersen kusarsın.
Emre Yılmaz (Şeytanın Fısıldadıkları)
Yaradılıştan gelen hikmeti yüreğinde taşıyan bir kimse rabbin kıymetli kulu olarak kalmak istiyorsa iyi ve kötünün arasında gerçekleşen bir rekabette bile tarafsızlığını korumalıydı. Çünkü taraf olmak beşere mahsus bir zayıflıktı. İnsanoğlu dersler çıkarsın diye yaşanmış kıssalar galiba eğitici öğretici olmanın dışında kalabalıkların cehaletini daha da cezbediyordu ki Allah’tan başkasına baş kesmeyen Azazel’in Âdem’e secde etmeyişini bir isyanmış gibi tasavvur eden insanlık, onun yaratıcıya duyduğu aşkı değil de bu aşkın gururundan yaptığı küstahlığı şeytanlaştırıp ilahi bir kötülük simgesi yaratmışlardı. Üstüne üstlük noksan zekaları kavrayabilsin diye hikaye edilmiş bu kavram harbini sanki kendi sefil dünyalarındaki sınırlı boyutlarla açıklayıp daha az günaha giriyorlarmış gibi hayal alemlerindeki Âdem’i dal taşak saldıkları Cennet bahçelerinde Havva ile seviştirdiği için Azazel’i suçladılar. Tıpkı Allah’ı, karşısına çıkılıp hesap verilecek bir kimseymişçesine tahayyül ettikleri gibi dünyanın ilk sevişmesine de yasak meyvayı yemek dediler. Aslında her şey ve aynı zamanda hiçbir şey olan Allah kavramı hakkında düşünmek, en azından tabiatın kırılganlığında yahut azametinde onu aramak yerine kurt masallarına inanmayı tercih eden ve hatta yenilerini geliştirmekten kaçınmayan insanlık için yeryüzünden silinmek en adil sondu galiba.
Cihan Gülbudak (Habis Kıssa)
Diotima, “Sadece bir insan olan bir kişinin, sırf Tanrı olduğu zannedildiği için iğrenç şeyler yapmasına göz yumulan yerde çirkinlik vardır.” dedi. Thomas bu sözleri duyunca titreyerek geriledi. “Sadece bir insan mı?” diye sordu. “Kutsal Zahatapolk'u kast etmiyorsun herhalde!” “Kast ediyorum,” dedi Diotima. “Ilahi biri değil. Onu o makama getiren efsane korkuyla yaratılmış. Ölüm korkusu, kaderin indireceği darbelerin korkusu, doğa güçlerinin korkusu, insanın tiranlığının korkusu. Bazen tepemizdeki şu zirvelerden aşağıdaki vadilere ölüm yuvarlanıyor. Zirvelerde hüküm süren güçlerin zalim olduğu düşünülüyor ve onların korkunç acımasızlığını ancak anlayışlı bir zalimliğin yatıştırabileceği sanılıyor. Ancak bütün korkular rezilce, yarattıkları efsaneler rezilce, bu efsanelerin yücelttiği insanlar da rezil. Zahatopolk Tanrı falan değil, iğrenç, çoğu yönden hayvanlardan aşağı bir insan. Freia'nın kurban edildiği ayinin ilahi bir kökeni yok. Hiçbir şeyin ilahi kökeni yok. Tanrılar, korkularımızın gecenin bulanıklığı üzerindeki gölgeleri. İnsanın, onu mahvedebilecek güçler karşısındaki zilletini simgeliyorlar. Zamansal düzende sıradan bir ânı ilahi bir ân olarak değerlendiremeyecek zamana köleliği simgeliyorlar. Bu mağlubiyete teslim olmayacağım. Yaşadığım sürece dağlar gibi dik duracağım. Yoluma felaket çıkarsa, ki hiç kuşkusuz çıkacaktır, ancak dışarıdan gelen bir felaket olur. Olabilecek olanlara duyduğum inancın kalesi yıkılmayacak.
Bertrand Russell (Nightmares of Eminent Persons and Other Stories)
Biyoloji bilimine göre insanlar “yaratılmamış“, evrimleşmiştir. Ve evrim kesinlikle eşitlikçi değildir. Eşitlik fikri yaradılış inancıyla iç içe geçmiştir. Amerikalılar eşitlik fikrini Hıristiyanlıktan almışlardır, buna göre de her insanın ilahi şekilde yaratılmış bir ruhu vardır ve tüm ruhlar Tanrı önünde eşittir. Ancak eğer Hıristiyanların tanrı, yaradılış ve ruhlar hakkındaki mitlerine inanmıyorsak, tüm insanların “eşit” olması ne anlama gelmektedir? Evrim eşitlik değil farklılık üzerine kuruludur. Her insan diğerlerinden az da olsa farklı bir genetik kod taşır ve doğumundan itibaren farklı çevresel etkilere maruz kalır. Bu durum, insanların hayatta kalmaya farklı şekilde etki eden farklı özellikler geliştirmelerini sağlar. “Eşit yaratılmıştır” ifadesi bu yüzden aslında “farklı yönde evrilmiştir” olarak tercüme edilmelidir. İnsanlar yaratılmamış olduğu gibi, biyoloji bilimine göre ortada bu insanlara bir şeyler “bahşeden” bir “Yaratıcı” falan da yoktur. Ortada sadece hiçbir amacı olmayan son derece “körü körüne” ilerleyen bir evrimsel süreç var ve bu da insanların “doğmasını” sağlıyor. “Yaratıcı tarafından bahşedilmiş“, aslında “doğmuş” olarak tercüme edilmelidir. Benzer şekilde, biyolojide hak diye bir şey de yoktur. Sadece organlar, beceriler ve özellikler vardır. Kuşlar uçmaya hakkı olduğu için değil kanatları olduğu için uçar. Ayrıca bu organların, becerilerin ve özelliklerin kimsenin “elinden alınamaz” olması söz konusu değildir. Pek çoğu sürekli mutasyon halindedir ve zamanla yok olmaları da gayet mümkündür. Örneğin deve kuşu uçma becerisini kaybetmiş bir kuştur. Bu yüzden “kimsenin elinden alınamaz” haklar, “mutasyona uğrayabilen özellikler” olarak tercüme edilmelidir. İnsanların evrimleşmiş özellikleri nedir? Elbette öncelikle “hayat“tır. Peki ya “özgürlük“? Biyolojide özgürlük yoktur. Tıpkı eşitlik, haklar ve sınırlı sorumlu şirketler gibi özgürlük de insanların icat ettiği ve ancak hayal güçlerinde yaşattığı bir kavramdır. Biyolojik bakış açısıyla bakıldığında, insanların demokrasilerde özgür, diktatörlüklerde özgürlüklerinden mahrum yaşadıklarını söylemenin hiçbir anlamı yoktur. şitlik ve insan hakları savunucuları bu mantık yürütme karşısında çok tepkili olabilirler. Buna cevapları muhtemelen, “İnsanların biyolojik olarak eşit olmadığını biliyoruz! Fakat eğer özünde hepimizin eşit olduğuna inanırsak istikrarlı ve müreffeh bir toplum yaratabiliriz,” olacaktır. Benim buna bir itirazım yok. Benim de “hayali düzen“le kastettiğim tam olarak bu. Belirli bir düzene nesnel bir doğru olduğu için değil, buna inanmak etkili bir işbirliği yapmamızı ve daha iyi bir toplum kurmamızı sağlayacağı için inanıyoruz. Hayali düzenler kötü niyetli komplolar veya amaçsız seraplar değildir, aksine çok sayıda insanın etkin işbirliği yapabilmesinin tek yoludur. Bu arada unutmamak gerekir ki, Hammurabi de hiyerarşi ilkesini aynı mantıkla savunabilirdi: “Biliyorum ki, üstün insanlar, sıradan insanlar ve köleler özünde farklı insanlar değillerdir. Ama eğer onların farklı olduğuna inanırsak istikrarlı ve müreffeh bir toplum kurabiliriz.
Yuval Noah Harari (Sapiens: A Brief History of Humankind)
Biz şimdi fetih tarihini garplılardan okuyor, Fatih'in hayatındaki aksaklıkları tenkit ediyor; ilim, sosyoloji falan yapıyoruz. Eskiler işi büsbütün başka türlü görüyorlar, İstanbul'u fetheden milli hamleye ilahi bir mahiyet veriyorlar, bu işte hiçbir izafiliğe yanaşmıyorlardı. Hemen her yerde, çoğu surların etrafında olmak üzere, fetih şehitlerinin mezarları vardır. Bunlar Türk İstanbul'un tapu senetleridir. İstanbul'da bizim hayatımız bu şehit türbelerinin etrafındaki hürmetle başladı. Bizans'ın asırlarca işlenmiş, bin türlü külfet, merasim ve adapla dolu, altına ve sırmaya garkolunmuş derin ilahi ruhaniliği dedelerimiz bu şehit türbelerinin başında yaktıkları ilk mumla yendiler.
Ahmet Hamdi Tanpınar (Beş Şehir)
Halkımız buraya getirildiğinde mevcut olan durumla karşılaşınca, kalmak istememişti. Birçoğu, kendilerini buraya getiren gemiyi gözlemeye başlamıştı. Kölelerin sık sık söylediği eski bir ilahi vardı: "İsa'ya doğru koşalım, yurdumuza doğru koşalım." Bu ilahide iki bin yıl kadar önce çarmıha gerilerek öldürülmüş bir kişiden söz edildiğini düşünmüşsünüzdür; halbuki burada bir gemiden söz edilmektedir.
Malcolm X (Köklerimiz / Afro-Amerikalılar'ın Tarihi)
Işığın savaşçısı, şükran duyacağı pek çok şey bulunduğunu bilir. Mücadelesinde melekler yardımcı olmuştur ona; ilahi güçler her şeyi yerli yerine oturtmuş, onun elinden gelenin en iyisini yapmasını sağlamışlardır. Yoldaşları onun için, "Ne kadar şanslı!" derler. Ve savaşçı zaman zaman gücünün çok üstünde şeyler başarır. İşte bu yüzden, güneş batarken diz çöker ve kendisini sarıp sarmalayan Koruyucu Pelerin için şükranlarını sunar. Ancak onun minneti, yalnızca manevi dünyaya yönelik değildir; dostlarını asla unutmaz çünkü onların kanları, savaş alanında kendisininkiyle de karışmıştır. Bir savaşçıya, kendisine yapılan yardım hatırlatmak gerekmez; bunu ilk hatırlayan odur, elde ettiği bütün ödülleri de dostlarıyla paylaşır.
Paulo Coelho
Seindah apapun masa lalumu, apalah artinya jika masa depanmu tidak bersamanya.
Restu Ilahi
Baba ve Oğul... İki kader, iki yazgı, iki kurban, İbrahim ve İsmail... Ne hikmettir ki baba ve oğulun kaderlerinin dönüm noktası aynı yaşa denk geliyordu:On iki. İlahi bir cilve ile İbrahim ve İsmail hidayete aynı yaşta, on iki yaşında ermişti. Baba İbrahim on iki yaşında putlardan kaçarken mağarada imana doğru yol aldı. Oğul İsmail on iki yaşında kurban mucizesi ile imanda hediyesini buldu. (Sayfa 253)
Sinan Yağmur (Aşkın Meali 2 : İbrahim ve Hacer)
Bir aslanı bir zebrayı parçalarına ayırırken gördüğünde orada ne gibi bir ilahi düzen görüyorsun? Orada gördüğümüz vahşet, haksızlık ve kaostan başka bir şey değildir, kısacası ilkel bir düzensizlik, evrimsel bir zalimlik ve herhangi bir ahlaktan yoksun ilkel bir kargaşa görüyoruz!
Mehmet Murat ildan
Evrene bak! Ne görüyorsun? Bir düzen mi? Sakinlik mi? İlahi bir huzur mu? Seni aptal! Seni cahil! Orada galaksiler çarpışıyorlar, güneşler patlıyor, kara delikler yıldızları yutuyorlar! Evrene tekrar bak! Ne görüyorsun? Bir düzensizlik mi? Bir kaos mu? Vahşi olan bir şeyler mi? Bir cehennem mi? İşte şimdi gerçeği görüyorsun!
Mehmet Murat ildan
Ilahi lastu lilfirdausi ahla, Walaa aqwa ‘ala naaril jahiimi Fahabli taubatan waghfir dzunubi, Fainaka ghafirudz- dzanbil azhimi... Dzunubi mitslu a’daadir- rimali, Fahabli taubatan ya Dzal Jalaali, Wa ‘umri naqishu fi kulli yaumi, Wa dzanbi zaaidun kaifa -htamali Ilahi ‘abdukal ‘aashi ataak, Muqiraan bi dzunubi wa qad da’aaka Fain taghfir fa anta lidzaka ahlun, Wain tadrud faman narju siwaaka O, my Lord, I never deserve to be in the paradise of Yours, But I could never bear the torments i the hell of Yours, Hence, please hear my repentance, forgive my sins, Truly, you are the Great, Merciful forgiver of sins My sins are as uncountable as grains of sand So please, O my Great Lord, bless me with Your mercy Everyday I’m getting older Everyday my sins grow in number How can I be responsible for them? Oh God, Your sinful slave Comes to bow before You To confess all of his sins To pray and to beg only of You If you give me your mercy It’s all besouse of You, who is the only one capable, But if you regret it, of whom should I ask for mercy but of you? -135
Ahmad Fuadi (Negeri 5 Menara)
Pemahaman wartawan Amerika tentang kebebasan pers tumbuh dari model Pencerahan ini ketika pers dipandang sebagai pembela masyarakat melawan kekuasaan sewenang-wenang negara (Bailyn, 1967). Sebaliknya, dalam pemikiran politik Islam, nilai-nilai hukum ataupun nilai-nilai moral ditentukan oleh wahyu Ilahi. Cendekiawan Islam Afganistan, Mohammad Hashim Kamali (1998), menjelaskan bahwa tak seperti hukum konstitusional modern, syariat diilhami oleh kemanunggalan Tuhan dan manusia. "Hukum Islam tidak berangkat dari posisi konflik antara hak dan kepentingan individu melawan negara... Dengan demikian, dualitas kepentingan yang sering digambarkan dalam konstitusi modern tidak mewakili gambaran yang sama seperti teori pemerintahan dalam Islam.
Janet Steele
ne zannediyorsun mübarek kız? tabii ki seninle evlenmek istiyorum. seninle evlenemezsem bütün ömrümün ne azab içinde geçeceğini tahayyül edebilir misin sen? dedim. bana biraz muzipçe baktı ve taşı geldiği yerine koydu: "ilahi Yüksel'im sen söylemiyor muydun *çivi çiviyi söker* diye. mutlaka uygun bir çivi bulunur" dedi. ben gitgide artan bir sinirlilik içinde: "haklısın bir tanem; ama büyük çivi küçük çiviyi söker. ben dünya'da senin gibi bir temel çivisini sökecek başka bir çivi bulamam. her kız senin yanında ancak raptiye gibi kalır" dedim.
Ahmed Yüksel Özemre (Ruhan)
Iyi insan, ilahi insan.
Abhijit Naskar (Her Insan Ailem: Everyone is Family, Everywhere is Home)
Cinta adalah iradat Tuhan, dikirimnya ke dunia supaya tumbuh. Kalau dia terletak di atas tanah yang lekang dan tandus, tumbuhnya akan menyiksa orang lain. Kalau dia datang kepada hati yang keruh dan kepada budi yang rendah, dia akan membawa kerusakan. Tetapi jika dia hinggap kepada hati yang suci, dia akan mewariskan kemuliaan, keikhlasan dan tha'at kepada Ilahi." -Tenggelamnya Kapal van der Wjick-
Buya Hamka
Cinta adalah iradat Tuhan, dikirimnya ke dunia supaya tumbuh. Kalau dia terletak di atas tanah yang lekang dan tandus, tumbuhnya akan menyiksa orang lain. Kalau dia datang kepada hati yang keruh dan kepada budi yang rendah, dia akan membawa kerusakan. Tetapi jika dia hinggap kepada hati yang suci, dia akan mewariskan kemuliaan, keikhlasan dan tha'at kepada Ilahi.
Hamka, Tenggelamnya Kapal van der Wijck
Second, Jinnah died an exhausted man, unable to even get a functioning ambulance to take him from the airport in Karachi to his residence. According to M.J. Akbar, Jinnah’s personal physician in his last days, Col Ilahi Baksh, has recorded that once Jinnah, on his deathbed, lost his cool while speaking to Liaquat Ali, who had come to see him. Jinnah described Pakistan as ‘the biggest blunder of my life’. The story was printed in Peshawar’s Frontier Post in November 1987 and quotes Jinnah as saying, ‘If now I get an opportunity I will go to Delhi and tell Jawaharlal to forget about the follies of the past and become friends again.’56 According to Sarila if Col Elahi Baksh, the doctor who attended on Jinnah during the last phase of his illness in August–September 1948 at Ziarat near Quetta, is to be believed, he heard his patient say: ‘I have made it [Pakistan] but I am convinced that I have committed the greatest blunder of my life.’ And, around the same period, Liaquat Ali Khan, upon emerging one day from the sick man’s room after receiving a tongue-lashing, was heard to murmur: ‘The old man has now discovered his mistake.’57 To conclude, the
Tilak Devasher (Pakistan: Courting the Abyss)
Arkadaşlar! Hakikati aydınlatmak için hep beraber Türk tarihi ve İslam tarihi üzerinde kısa ve seri bir göz geçirmeyi uygun bulur musunuz? Efendiler! Bu insanlık dünyasında asgari yüz milyonu aşan nüfustan meydana ge­len büyük bir Türk milleti vardır. Ve bu milletin yeryüzü sahasındaki genişliği nispe­tinde tarih sahasında da bir derinliği vardır. Efendiler! Bu derinliği isterseniz iki mikyasla ölçelim; birinci ölçü birimi, tarihöncesi devirlere ait mikyastır. Bu mikyasa göre Türk milletinin atası olan Türk namın­daki insan, ikinci Ebülbeşer Nuh Aleyhüsselâmın Oğlu Yafes'in oğlu olan zattır. Tarih devrinin belge tedarikinde pek hoşgörülü olan ilk safhalarını biz de hoş gö­relim. Fakat en açık ve en maddi ve en kati tarihi delillere dayanarak beyan edebili­riz ki, Türkler on beş asır evvel Asya'nın göbeğinde muazzam devletler teşkil etmiş ve insanlığın her türlü kabiliyetlerine tecelligâh olmuş bir unsurdur. Sefirlerini Çin'e gönderen ve Bizans'ın sefirlerini kabul eden bu Türk devleti, ecdadımız olan Türk milletinin teşkil eylediği bir devletti. Efendiler, yine malumdur ki, dünya yüzünde yüz milyonluk bir Arap kütlesi vardır ve bunların Asyaî kısmı Arabistan Yarımadası'nda yoğun olarak mevcudiyet arz eder. Peygamberliğe ve resullüğe mazhar olan Fahriâlem Efendimiz, bu Arap kütlesi içinde, Mekke'de dünyaya gelmiş mübarek bir vücut idi. Ey Arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür. İlahi âdetlerin tecellilerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devirde değerlendirilebilir. İlk devir, insanlığın çocuk­luk ve gençlik devridir. İkinci devir, insanlığın erginlik ve olgunluk devridir. İnsanlık, birinci devirde tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddi vasıtalarla kendisiyle meşgul olunmayı gerektirir. Allah, kullarının lazım olan ol­gunluk noktasına varmasına kadar içlerinden vasıtalarla dahi kullarıyla meşgul olma­yı Tanrılığın bir gereği saymıştır. Onlara Hazreti Âdem Aleyhisselam'dan itibaren kaydedilmiş ve edilmemiş ve sayısız denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve re­suller göndermiştir. Fakat Peygamberimiz vasıtasıyla en son dini ve medeni hakikat­leri verdikten sonra artık insanlıkla dolaylı olarak temasta bulunmaya lüzum görme­miştir. İnsanlığın idrak, aydınlanma ve olgunlaşma derecesi her kulun doğrudan doğ­ruya ilahi ilhamlar ile temas kabiliyetine vasıl olduğunu kabul buyurmuştur ve bu sebepledir ki; Cenabı Peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabı, en mükemmel kitaptır. Son Peygamber olan Muhammed Mustafa Sallallâhüaleyhive­sellem 1394 sene evvel Rumi Nisan içinde ve Rebiyülevvel ayının 12. Pazartesi ge­cesi sabaha doğru tanyeri ağarırken doğdu, gün doğmadan... Refik B. (Konya): Ne güzel bir tesadüf. Mustafa Kemal Paşa Hazretleri (Devamla): Bugün o gündür. Hakikaten Arabî ta­rihiyle bu akşam yevmi velâdetin yıldönümüne tesadüf ediyor. İnşallah bu hayırlı tesadüftür. (İnşallah sesleri.)...
Mustafa Kemal Atatürk (Atatürk'ün Bütün Eserleri)
Hz. Dâvud (a.s.)a İhsan Buyurulan Vasıflardan Bazıları Şunlardır: -Tevrat'tan sonra nazil olan ikinci kitap Zebur'u tebliğe memur edilmiştir. -Kendisine peygamber evlat ihsan edilmişti. -İbadette dağlar ve kuşlar ona râm idiler. -İlahi vahyle zırh yapma sanatını ve demiri yumuşatmayı öğrenmiştir. -Mizmar (Zebur'daki ilahileri okurken kullandığı musiki aleti) çalardı. -Mescid-i Aksa (en uzak mescid)'nın inşasını başlatandı. -Çocukken çobanlık etti, sonra demircilikle geçindi, hükümdarlığı karşılığı maaş almadı. -O zamana kadar yaratılanların sesi en güzel olanıydı. -Bir gün yer, bir gün oruç tutardı. -Gecenin üçte ikisini ibadete ayırırdı.
Ahmet Cemil Akıncı (Kâbe'ye Doğru Büyük Kısas-ı Enbiya/ Peygamberler Tarihi 19, Hz. Dâvud)
Terkadang dibalik kepintaran seseorang juga terdapat kebodohan yang tersembunyi
Restu Ilahi
Bir zamanlar Babür'e acımayıp, elem üzerine elem tattıran yakınlarının takdiri ilahi tarafından bu şeklide cezalandırılması onu karabasan gibi sıkıp halsizleştirdi. Onlara ne kadar kırılmış olursa olsun, yine de bu denli ceza görmelerini istemezdi.
Pirimkul Kadyrov (Son Timurlu: Babür ve Oğullarının Romanı)
Doyum talep etmeyen ama Tanrıların başına verdiği her derdi avantaja çevirmeyi ve her eylemi kendi ödülü kılmayı bilen Sisifos'un klasik cesaret ve tevazuunu bir daha bulmak gerekir. Sisifos dur durak bilmeden bir kayayı tepe yukarı itmenin saçmalığı ve önemsizliğinden mutludur. Elbette arada homurdanır. Kaya daha pürüzsüz, tepe daha az dik olabilirdi diye söylenir. Ama öte yandan hem kaya hem tepenin çok daha belalı olabileceğini bilir. Ayrıca daha şükredilecek çok şey vardır. Verilen cezasında belli bir yolu izleme hükmü yoktur ve cezanın ebediliğiyle eşleşecek ölçüde sonsuz yol mevcuttur. Kusursuz yolun arayışına girdiğinde bile, içten içe o yolu bulmamayı dilemektedir. Ayrıca kayanın neredeyse kendini yuvarlayacağı yana doğru hareketler de yasaklanmamıştır. Üstelik iyice gına geldiğinde tökezlemiş veya eli kaymış gibi yapıp kayayı gerisingeri yuvarlanmaya da bırakabilir. Ki o zaman gökler kararacak ve ilahi hoşnutsuzlukla gürleyecek, Sisifos'sa omuz silkip boş avuçlarını gösterecektir. ========== Olasılıksız (Adam Fawer)
Anonymous
Karanlık, ışığın ilahi yüzünü keşfetmek için harika bir fırsattır!
Mehmet Murat ildan
Son tahlilde görünen o ki, tanrıların yasalarını, toplumları idare eden kişiler dikte ederler; İlahi Takdir düşüncesi, insanlardan çıkar.
Anonymous
Huzurlu bir bahçede bir kitap okumakta ilahi olan, sanatsal olan ve yüce olan bir şey vardır!
Mehmet Murat ildan
Göklerden ilahi bir mesaj mı bekliyorsun? Zamanını boşa harcıyorsun! Mesaj, evren oluştuğunda ilk ve son olarak verilmiştir! Mesaj, bu evrenin kurallarıdır! Kuralları anlamaya ve kurallara göre oynamaya çalış! İkinci aşamada, sevmediğin kuralları değiştirmeye başlayabilirsin! Her şey mümkündür!
Mehmet Murat ildan
Kata-kata di muka kertas beratnya hakiki Tersimpan khazanah Ilahi dan mutiara insani Jika digali-gilap disimpul makna dalam dada Jika diserap pada ribuan jiwa remaja dan dewasa Jika dipimpin helang ilmi menerbang di langit luas Mengawal padang dari belalang dan haiwan buas.
Wan Mohd Nor Wan Daud (Mutiara Taman Adabi : Sebuah Puisi Mengenai Agama, Filsafat dan Masyarakat)
Sonsöz Tanrıya Dönüşen İnsan 70 bin yıl önce, homo sapiens hala Afrika'nın bir köşesinde kendi işiyle meşgul olan önemsiz bir hayvandı. İlerleyen bin yıllarda kendisini tüm gezegenin efendisi ve ekosistemin baş belasına çevirecek dönüşümü gerçekleştirdi. Bugün ise bir tanrı haline gelmenin, sadece ebedi gençliğin değil, yaratmak ve yok etmek gibi ilahi becerileri de ele geçirmenin arifesinde. Maalesef dünyadaki Sapiens rejimi şu ana kadar gurur duyabileceğimiz çok fazla şey üretmedi. Etrafımızı şenlendirdik, gıda üretimini arttırdık, şehirler yaptık, imparatorluklar kurduk, çok uzak ve geniş ticaret apları oluşturduk, ama dünyadaki acıyı azalttık mı? Tekrar vurgulamakta fayda var, insan gücündeki büyük artış birey olarak Sapiens'in durumunu daha iyi hale getirmedi ve genellikle diğer hayvanlara çok büyük acılar çektirdi. Geçtiğimiz on yıllarda nihayet insanların durumuyla ilgili bazı somut gelişmeler sağlayabildik ve kıtlığı, salgınları ve savaşı azaltabildik. Öte yandan, diğer hayvanların durumu her zamankinden de hızlı kötüleşiyor ve isanların durumundaki düzelme de hem çok yeni, hem de kesinlikle emin olmak için henüz çok erken. Dahası, insanların yapabildikleri olağanüstü şeylere rağmen hedeflerimiz konusunda emin değiliz ve her zamanki kadar memnuniyetsiziz. Kano ve kadırgalardan buharlı gemilere ve uzay mekiklerine vardık ama kimse nereye gittiğimizi bilmiyor. Her zamankinden daha güçlüyüz ama bunca güçle ne yapacağımızı bilmiyoruz. Daha da kötüsü, insanlar her zamankinden daha da sorumsuz gibiler. Uymamız gereken yegane yasalar fizik yasaları ve kendi kendini yaratmış küük tanrılar olarak kimseye hesap vermiyoruz. Diğer hayvanları ve etrafımızdaki ekosistemi sürekli mahvediyoruz ve bunun karşılığında sadece kendi konforumuzu ve eğlencemizi düşünüyoruz, üstelik tatmin de olmuyoruz. Ne istediğini bilmeyen, tatminsiz ve sorumsuz tanrılardan daha tehlikeli bir şey olabilir mi?
Yuval Noah Harari
uANKARA (12 Temmuz 1921'de İkdam gazetesinde çıkmıştır-Y.K.K.) "Allah'a bin şükür nihayet Ankara'dayız. Yedi günlük ve altı gecelik yorucu bir yolculuktan sonra meşhur Çubuk Ovası'ndan geçilerek yalçın tepelerden müteşekkil dönüm dönüm bir dehlizden bu esrarlı şehre giriliyor. Benim yerimde bir Avrupalı gazete muhabiri kim bilir buraya erişebilmek için ne büyük fedakarlıklara katlanırdı. Dünyanın hangi şehri burası kadar merak ve tecessüs çekebilir? Bugünkü siyasi cihanın üç büyük ve mühim merkezinden birisi de bence Ankara'dır. Hatta son zamanlarda burası Moskova'dan ve Londra'dan daha ziyade ehemmiyet kesbetti. Avrupa ve Amerika gazetelerinden herhangi birini açınız görürsünüz ki, en çok ismi geçen diyar Anadolu ve onun merkezi olan Ankara'dır. Fakat zannetmeyiniz ki, Ankara'nın manzarası şehir itibariyle şu şöhret ve ehemmiyetle mütenasip bir heybet ve ihtişam arz ediyor. Türk öilliyetçilerinin Hükümet Merkezi bir yangın harabesinden başka bir şey değildir. Bütün dünyaya kafa tutan ve Garp aleminin mütecaviz ve müstevli dalgalarına karşı Şark'ın eşiğinde yegane geçilmez seddi teşkil eden Büyük Millet Meclisi bu harabenin bir kenarında tek katlı, mütevazi, küçük bir binaydı. On yıllık mütemaddi bir mücadeleden sonra hala sayısız düşmanlarla döğüşen Türk Milleti'nde azim, irade, kuvvet vekahramanlık, fazilet ve ümit namına ne varsa hep bu yalıtkan binanın içinde bulunuyor. Zarf ile mazruf arasında ne büyük tezat! Fakat, Türk'ün ruhundaki hayati ve ahlaki fazilete o emsalsiz ulviyet ve mahabeti veren asıl bu tezat değil midir? Eğer Ankara, Londra gibi muazzam ve tantanalı bir şehir ve Büyük Millet Meclisi, West Minister şehrinde bir saray olsaydı Anadolu'daki milliyet ve istiklal hareketinin manası bu kadar büyük görünür müydü? Türk askerine yirminci asır medeniyetinin icabı demir ve çelikten bin türlü cehennem aletlerine karşı koyabilmek kudretini veren şey onun büründüğü paçavralardır. Her hadiseyi zahiri sebepleriyle görmeye alışmışlar bu tecellinin sırrını anlıyamazlar. O gibi kimselere tavsiye ederim ki, Ankara'ya gelmesinler. Zira, buraya ne tarafından baksalar ayrı bir hayat inkisarına uğrarlar. Hatta, bunlar ne derece iyi niyet sahibi olurlarsa olsunlar kalblerndeki kuvvetin mutlaka sarsıldığını hissederler. ... Bir Frenk muharririne göre, dünyada bazı yerler vardır ki, orada bir ilahi nefha eser, Vahdaniler için, Kudüs, Mekke; Cihangirler için Roma, Kartaca; Sosyalistler için Leningrat, Moskova bu neviden yerler olsa gerekir. Mazlum ve mağdur millet için de ilahi nefhanın estiği yer Anadolu'nın en harap bir kasabası olan Ankara'dır. Bundan anlamak lazımgelir ki, herhangi bir şehre azamet ve mahabet veren şey o şehrin binaları, yolları, kubbe ve sütunları dğeildir; ancak orada vukubulan hadise, orada doğan fikir, orada esen nefhadır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Vatan Yolunda)
Din-i Ilahi,
Kenizé Mourad (In the City of Gold and Silver)
Wahyu Ilahi tidak bertentangan dengan akal budi, keduanya saling melengkapi
Abu Hamid al-Ghazali
İşitmişsinizdir ki, hem meclis reisi ve hem heyeti vekile reisi nasıl olur. Yani bir şahsiyet iki makamın nasıl reisi olur? Dolayısıyla heyeti vekile reisini başlı başına serbest bırakalım. Meclis reisinin bunlarla hiçbir alaka ve münasebeti olmasın. Bu takdirde karşımızda bir heyet kabul ederiz ve onu istediğimiz gibi hırpalar, eleştirir, mesul ederiz. Efendiler, bu da olamaz. Çünkü, bu zihniyet eski şekillere alışmış olan zihniyetlerden başka bir şey değildir. O zaman bir meclis olursa, başında bir reis; bir heyeti vekile olursa, başında bir reis; yekdiğerinden ayrı iki parça halinde kalır. Mutlaka bu iki parçayı bir noktada birleştirmek lazımdır. Pekâlâ, o halde başka bir reis seçelim. Bu iki reisten başka bir reis seçelim. Seçelim... Fakat bu kimin reisidir? İcra kuvvetinin reisi midir? Evet dersek, o vakit bir hükümdar yaratmış oluruz ve bu hükümdarla heyeti vekile alakadar olur ve bunun karşısında da milletle alakadar meclistir. Hayır öyle olmasın... Meclisin reisi mi? Evet veyahut hayır... Şimdi incelenirse mademki heyeti vekile vekiller heyetinden başka bir mahiyettedir, mademki meclis hem kanun yapma ve hem icra salahiyetine sahip bir meclistir, o halde her ikisinin reisi olmak üzere bir makam lazımdır. Zira, bu makamları, kanun yapma ve icra makamlarını ayırdığımız zaman meclisin mahiyetini de değiştinniş ve bozmuş oluruz. Onun için her ikisinin üzerinde bir reis lazımdır. Fakat arz ettiğim gibi, ne reisicumhurdur, ne hükümdardır; esasen hiçbir salahiyeti yoktur. Bir bakımdan meclisin muamelesinin son bulduğunu işaret eden bir adamdır. Diğer taraftan meclisin görüşüne göre hareket edip etmediğini kontrol eder. Heyeti vekilenin kontrolörüdür. Bununla beraber, bu şeklin yapmış olduğu birlik, bir baş tasavvur ettirir ki, o baş şu adamın bu adamın başı değildir. Belki o baş, o meclisin manevi şahsiyetinin başıdır. Belki o baş, bütün milletin manevi mevcudiyetinin başıdır. İşte bizim muhtaç olduğumuz baş, arkadaşlar, böyle bir baştır ve biz öyle bir başa sahibiz ve biz o başa daima hürmet edeceğiz. (Alkışlar.) Yalnız hiçbir kötü yorumlamaya mahal kalmaması için şunu da ilave edeyim ki, sakın manevi olduğunu iddia eden, ilahi ve semavi olduğunu iddia eden şahısların başıyla bir münasebet ve bir benzerlik bulmayasınız. Bu, hakiki riyasettir; öteki sahte bir baştır (Alkışlar.)
Mustafa Kemal Atatürk (Atatürk'ün Bütün Eserleri)
Bugünün din bilgileri artık dini başka türlü açıklıyor ve Tanrı'nın bazı kimselerin yani peygamberlerin gönlüne vahiy yoluyla ilhamlarda bulunduğunu kabul ediyorlar. Din kitaplarındaki tarihi ve ilmi yanlışları da ilhamı alanın insan olmasıyla tevil ediyorlar. Zaten böyle olmasaydı din kitapları insanlığın sonuna kadar değişmeyecek hakikatlerle dolu olur, insanlığın geleceğini ve geleceğindeki tehlikeleri açıklar ve mesela zararı nispeten az olan alkol haram edilirken ondan on kat tehlikeli olan tütün ve hele eroin hakkında sükût edilmezdi. Tanrı günün birinde insanların tütünü ve eroini bulup kullanacaklarını, bunun büyük bir felaket olduğunu bilmiyor muydu? Milyarlarca yıl sonraki kıyamet haber verildi de neden birkaç yüzyıl sonraki zehirlerden söz edilmedi? Çünkü din, ilahi ilhamla olsa bile sosyal bir müessesedir ve her peygamber de nihayet kendi bilgisi ve görgüsü kadar düzen ve yasak koymuştur. Kumar, içki ve her türlü fuhşiyatla yozlaşmış, karılarını değiştiren ve kız çocuklarını gömecek kadar vahşet gösteren bir toplumda Muhammed'in başka türlü davranmasına imkân yoktu. Onlara korkunç cehennem azapları gösterecek ve dünyada doğrulukla yaşayanlara da öte âlemde köşkler, Kevserler yiyecekler, güzel huri kızları vaad edecekti.
Nergishan Tekin (Nihal Atsiz)
Yanında olmak önemli olmaktan daha önemli.
Abhijit Naskar (The Divine Refugee)
Bugünün din bilgileri artık dini başka türlü açıklıyor ve Tanrı'nın bazı kimselerin yani peygamberlerin gönlüne vahiy yoluyla ilhamlarda bulunduğunu kabul ediyorlar. Din kitaplarındaki tarihi ve ilmi yanlışları da ilhamı alanın insan olmasıyla tevil ediyorlar. Zaten böyle olmasaydı din kitapları insanlığın sonuna kadar değişmeyecek hakikatlerle dolu olur, insanlığın geleceğini ve geleceğindeki tehlikeleri açıklar ve mesela zararı nispeten az olan alkol haram edilirken ondan on kat tehlikeli olan tütün ve hele eroin hakkında sükût edilmezdi. Tanrı günün birinde insanların tütünü ve eroini bulup kullanacaklarını, bunun büyük bir felaket olduğunu bilmiyor muydu? Milyarlarca yıl sonraki kıyamet haber verildi de neden birkaç yüzyıl sonraki zehirlerden söz edilmedi? Çünkü din, ilahi ilhamla olsa bile sosyal bir müessesedir ve her peygamber de nihayet kendi bilgisi ve görgüsü kadar düzen ve yasak koymuştur. Kumar, içki ve her türlü fuhşiyatla yozlaşmış, karılarını değiştiren ve kız çocuklarını gömecek kadar vahşet gösteren bir toplumda Muhammed'in başka türlü davranmasına imkân yoktu. Onlara korkunç cehennem azapları gösterecek ve dünyada doğrulukla yaşayanlara da öte âlemde köşkler, Kevserler yiyecekler, güzel huri kızları vaad edecekti.
Hüseyin Nihal Atsız (Makaleler III)
Aşk Mantık İnsanlık (Sarhoş Şiir) Mantıksal aşk aşk değildir, Sarhoş aşıktan başka asker yok. İnsan aşk için çılgın olmazsa, Cennet gibi hayat bile hayat yok. Bir kez, tüm aklını feda et dostum, Bir kez, tüm mantığı unut. Gözlerini kapat, kalbinle bak, Ya biz seviyoruz, ya da ölüyoruz. Aşkın gözyaşlarında ilahi bir derya var, Gözyaşlarınla egonu iyice yıka. Bir aşıkin kalp atışı insanlığın müziğidir, Sevgiliyiz biz, bizim ailemiz bütün dünya. Doğru dünya doğru niyetin sonucudur. Işık istiyorsan, güneş gibi yan - hadi beyler!
Abhijit Naskar (Honor He Wrote: 100 Sonnets For Humans Not Vegetables)
Müslümanım, Terörist Değil (Dinim Şiiri) Evet, ben müslümanım, ama terörist değil, Niye, her Amerikalı neonazi midir? Nefret hayvanların niyetidir, ama, Bir insanın niyeti aşk ve barıştır. Benim için kimse kafir değil, Çünkü, benim için merhamet inançtır. Tanrı'ya inan, ya da inanma, farketmez, Çünkü, sadece insanlıksız insan kafirdir. Biz diyoruz su, onlar diyorlar water, Ama su, susamış kişinin dinine bakmaz. Benim için her iman gerçek ve eşittir, Çünkü her şeyden önce biz insanız. Hala nefret ediyorsan, senin nefretin sana mübarek. Zor durumda olanlara yardım etmek, bir insanın ibadet.
Abhijit Naskar (Ingan Impossible: Handbook of Hatebusting)
Doğrudur, size yalan söylemeyeceğim; ışığı fırlatıp atmak ve uykuya geri dönmek kolaydır. Doğrudur, kimi zaman kafatası ışığını önümüzde tutmak zordur. Çünkü onun sayesinde, kendimizin ve başkalarının hem çirkin hem de ilahi tüm yanları olduğu kadar ikisi arasındaki bütün durumları da açıkça görürüz.
Clarissa Pinkola Estés (Women Who Run With the Wolves)
-''Evet, Nürnberg'de... Stadyumun siparişini bizzat Hitler vermiş. Albert Speer de Pergamon Sunağı'nı model alarak Zeppelin Tribünü'nü yapmış.'' (...) +'Demek ki Naziler de etkilenmişler Zeus Altarından' diye mırıldandı dudaklarını yaladıktan sonra. 'Ama herhalde orada hiç kimseyi öldürmediler, değil mi?' Anlamıyorsun dercesine başını salladı Yaman. -''Hiç kimseyi mi? Ne diyorsun kızım, adamlar Yahudi halkını ortadan kaldırma kararını Nürnberg'de aldılar. Ve Hitler 150 projektörle aydınlatılan o stadyumda, tıpkı Antik Yunan'ın Baştanrısı Zeus gibi ilahi edayla ortaya çıktı. Yüzbinlerce sadık hayranına ırkçılık nefretini aşıladı. HOLOSKOST'tan bahsediyorum Yıldız. HOLOKOST, Yunanca bir kelime. Anlamı 'ateşte yakılmış kurbanlar' demek. Yani Zeus'a, Posedion'a, Athena'ya, Apollon'a sunulan kurbanlar... Yakılmış hayvanlar, belki de insanlar... Evet, Zeppelin Tribinü bir stadyum değildi, gerçek bir sunaktı. İnsan kurban edilen vahşi ve kanlı bir sunak. Ve Hitler o sunakta yaptığı konuşmalarda, yaşlı genç, kadın erkek, çoluk çocuk demeden altı milyon Yahudi'yi kurban edecek süreci başlatmış oldu.
Ahmet Ümit (Kayıp Tanrılar Ülkesi)
Bütün din sözcüleri, genellikle, Tanrı tarafından gönderildiklerini, mucizelerle kanıtlamışlardır. Ancak, bir mucize, bir keramet nedir? Doğanın yasalarına taban tabana zıt bir işlemdir. Ancak sizce bu yasaları kim yapmıştır? Tanrı yapmıştır. Bu durumda, size göre, her şeyi önceden görmüş olan Tanrı, en yüksek hikmetini doğaya kabul ettirmiş olduğu yasalara karşı çıkıyor, yaptığı yasaların hükmünü bozuyor demektir. Bundan dolayı, bu yasalar hatalıydı, ya da herhalde bu aynı Tanrı'nın niyetine bazı durumlarda uygun olmuyordu demektir. Çünkü bu yasaları durdurmak ya da yasaklamak gereğine inanmış olduğunu bize söylüyorsunuz. Çok yüksek ve yüce zatın sevgilisi olan bazı insanların, ondan, mucizeler gerçekleştirme gücü almış olduklarına bizi inandırmak istiyorsunuz. Ancak bir mucize yapmak için, bilinen etkenlerin oluşturabileceği eserlerin zıttı eserler oluşturacak yeni etkenler yaratmak yeteneğine sahip olmak gerekir. Tanrı'nın bazı insanlara, yeni etkenler yaratmak, ya da yoktan etkenler çıkarma gücü aklın alamadığı böyle bir gücü verebilmesine akıl erdirilebilir mi? Hiçbir zaman değişmeyen bir Tanrı'nın, planını değiştirme ya da düzeltme gücünü, değişmez bir varlığın kendisinin de sahip olamayacağı böyle bir gücü, kişisel özelliklerine bakarak bazı insanlara vermesi, inanılır bir şey midir? Mucizeler, Tanrı'nın şerefini yükseltmek, dinin kökeninin Tanrısal olduğunu kanıtlamak şöyle dursun; Tanrı hakkında, değişmez, başkasına aktarılamayan sıfatları ve hatta her şeye yeten gücü hakkında bize verilen fikri, açık biçimde yok eder. Planının tümüne hâkim olması gereken ve ancak içinde hiçbir şeyin değişmeyeceği, pek eksiksiz, mükemmel yasalar yapmış olan bir Tanrı'nın, projelerini başarıya ulaştırmak için mucizeler kullanmak zorunda kalmasından, ya da, ilahi iradelerini uygulamak için yaratıklarına keramet gösterme gücü vermesinden, bir ilahiyatçı bize nasıl dem vurabilir? Bir Tanrı'nın insanların yardımına muhtaç olması inanılır bir şey midir? İradeleri, arzuları daima yerine getirilen, gönüllerin ve ruhların mutlak hâkimi olan, bütün her şeye gücü yeten bir zatın, her arzu ettiği şeye yaratıklarının inanmaları için, inanmalarını istemekten başka bir şey yapmaya ihtiyacı olmaz.
Jean Meslier (Akl-ı Selim)
Tarih bana, ilk din kurucuları olan peygamberlerin ya da din yenileyicilerinin büyük mucizeler yaptığını öğretiyorsa, aynı tarih, bu din yenileyici imamların ve onlara bağlı olanların genellikle huzur ve güveni bozucular sayılarak herkesin önünde rezil edildiklerini, büyük acılara uğratıldıklarını ve öldürüldüklerini de öğretiyor. Bundan dolayı, onlara atfedilen mucizeleri gerçekleştirmemiş olduklarına inanmaya eğilimliyim. Eğer gerçekten bu mucizeler, bunları görenler arasında çok taraftar toplamış olsaydı, bu taraftarların, mucize yapıcılarına kötü muamele yapılmasını engellemeleri gerekirdi. Bana, mucize gösterenlerin acımasızca üzüntüye sokuldukları ya da işkence altına alındıkları söylenirse, kolay inanmamak durumum katmerleşir. Bir Tanrı'nın koruması altında büyüklüğe ve ilahi kudrete erişmiş ve mucizeler, kerametler gösterme Tanrı vergisine ulaşmış peygamberlerin, kendilerini baskı ve sıkıntı verenlerin zulümlerinden korumak gibi sade bir mucizeyi yapmadıklarına nasıl inanılabilir? Bu sıkıntı ve baskılardan bile, bunlara uğrayanların dinleri lehinde bir kanıt çıkarmak ustalığına sahip bulunuluyor. Ancak birçok şehitin kanı pahasına mal olmuş ve yayılması için kurucularının işitilmemiş sıkıntı ve işkence çekmiş bulunduğunu bize öğreten bir din, yüce, adil, her şeye gücü yeten bir Tanrı'nın dini olamaz. Yüce bir Tanrı, iradelerini bildirmekle görevlendirdiği insanların kötü muameleye uğramalarına izin vermez. Bir din kurmak isterken her şeye gücü yeten bir Tanrı, daha kolay ve kullarının en sadıkları için daha az korkulu yollar kullanır. "Tanrı, dinin kanla damgalanmasını istedi" demek, "Bu Tanrı zayıftır, adaletsizdir, iyilikbilmezdir, kan dökücüdür ve peygamberlerini hırslı arzularına alçakça feda eder" demektir.
Jean Meslier (Akl-ı Selim)
Yeryüzünün gerçek vatanları olmadığı, bu hayatın bir geçitten ibaret olduğu, bu dünyada mutlu olmak için yaratılmış olmadıkları, hükümdarların kudret ve nüfuzlarını Tanrı'dan aldığı ve bu nüfuz ve kudreti kötüye kullanmalarının hesabını ancak Tanrı'ya vermek zorunda oldukları, bunlara direnmenin asla doğru olmadığı vb. insanlara söylene söylene, hükümdarların kötü durumlarının ve kavimlerin felaketlerinin pekişmesi sonucuna ulaşıldı. Dini yargılar ve ilkeler ne kadar çok incelemeye alınırsa, insan o oranda inanır ki, bu yargıların, bu ilkelerin tek hedefi, toplumlara asla saygı göstermeyen zorbaların ve rahiplerin çıkarıdır. Sağır ilahlarının güçsüzlüğünü maskelemek için, din, insanları şuna inandırmayı başarmıştır: "Gökyüzünün (Tanrı'nın) gazabını alevlendiren, hep isyanlar, itaatsizlikler ve günahlardır." Bu yüzden, kavimler her an uğradıkları felaketlerden, sıkıntılardan dolayı, özellikle kendi kendilerini azarlar, sorumlu tutarlar. "Tanrı bizi bu felakete çarptı, çünkü namaz kılmıyoruz, oruç tutmuyoruz, kadınlar açık seçik geziyor vb." derler. Düzeni bozulmuş doğa, bazen darbelerini uluslara hissettirirse, çoğu kez doğrudan doğruya kötü yönetimler, kötü hükümetler nedeniyledir. Katlanmak zorunda oldukları dertlerin ve felaketlerin kaynağı, bu kötü yönetimler, hükümetlerdir. Yeryüzünü berbat ve perişan eden kıtlıklar, dilencilik, sefalet, savaşlar, bulaşıcı hastalıklar, kötü ahlak ve pek çok sayısız felaket ve zarar ziyan, çoğu kez hep hükümdarların, büyüklerin ihmalleri yüzünden ve kötü ahlakları, zulüm ve baskıları eseri değil midir? İnsanların bakışlarını sürekli olarak göklere çevirerek, bütün felaketlerinin ilahi gazap eseri olduğuna onları inandırarak, sıkıntı ve üzüntülerini sona erdirmek için onlara etkisiz ve beyhude araçlardan başka bir şey sağlamayarak, denilebilir ki, rahipler, milletlerin sefaletlerinin kaynağını düşünmesini yasaklamaktan başka bir şey amaçlamamış ve bu yoksulluk ve sefaletleri sonsuz kılmak istemişlerdir. Din imamları, o yoksul analar gibi hareket ederler ki, aç çocuklarını ninnilerle uyuturlar ya da çocukları bunaltan açlığı unutturmak için onlara oyuncaklar verirler. Ta çocukluklarından beri batıl düşüncelerle gözleri kör edilmiş, görülemeyen fikir bağlarıyla bağlanmış, asılsız korkular altında ezilmiş, cehaletin kucağında uyuşmuş kavimler, üzüntü ve sıkıntılarının gerçek nedenlerini nasıl öğrenebilir? Bu dertlere, Tanrı'dan yardım isteyerek çözüm bulacaklarına inanırlar. Ne yazık! Görmüyorlar mı ki, altında inledikleri eziyetlerin gerçek nedenleri olan ve kendileri için Tanrı'dan yardım istedikleri zorbalarının yalın kılıcına boğazlarını sunmaları, bu ilahlar adına emrediliyor.
Jean Meslier (Akl-ı Selim)
Din açık olsaydı, cahiller için daha az çekici olurdu. Onlar için, karanlık ve esrarlı şeyler, korkular, masallar, kerametler ve sürekli olarak beyinlerini işletecek, yoracak, akla sığmaz şeyler gereklidir. Romanlar, inanılmaz cin ve cadı hikâyeleri, sıradan insan ruhu için, gerçek tarihlerden daha çekicidir. Din konusunda insanlar büyük çocuklardır. Bir din ne kadar saçmalık ve mucizelerle dolu olursa, halkın ruhu üzerinde o oranda tahakküm hakkı kazanır. Sofu, bönlüğüne hiçbir sınır koymamak zorunda olduğuna inanır. Bir şey ya da şeyler ne kadar çok anlaşılmaz olursa, halka o oranda ilahi görünür. Bu şeyler ne kadar az inanılabilir olursa, bunlara inanan sıradan insanlar, o oranda erdem ve üstünlükler olduğunu sanır.
Jean Meslier (Akl-ı Selim)
Önce ahiret hayatı: Bu ahiret hayatı fikri, bunu varsaymakla şimdi eriştikleri mutluluktan daha sürekli, daha saf bir mutluluğa sahip olmak için, insanların öldükten sonra tekrar yaşamak arzularının ifadesi olan hayalgücünden başka bir dayanağa sahip değildir. İkinci olarak: Her şeyi bilen, yaratıklarının düşünce ve gidişatına tümüyle vakıf bulunması gereken bir Tanrı'nın, işlemlerinden ve niyetlerinden emin olmak için bu kadar sınavlara ihtiyacı olduğunu havsala nasıl alabilir? Üçüncü olarak: Bilimadamlarının hesaplarına göre, üzerinde bulunduğumuz yeryüzü altı ya da yedi milyon yıldan beri mevcuttur. Bu zamandan beri milletler türlü biçimler altında, sürekli zarar ve felaketlere uğradı. Sürekli olarak zorbaların, fatihlerin, kahramanların, savaşların, su baskınlarının, kuraklıkların, istilacı kuvvetlerin vb. sıkıntısı altında insan türünün tedirgin ve perişan edildiğini tarih bize gösteriyor. Bu kadar uzun sıkıntılar ve zalimce felaketler, zorluklar; Tanrısallığın gizli niyetleri hakkında bizi temin edecek içerikte midir? Bu kadar sürekli bunca kötülük, bunca felaket, Tanrısal lütfun bize hazırladığı gelecek hakkında yüksek bir fikir verir mi? Dördüncü olarak: Eğer bize temin edilmek istendiği gibi, Tanrı; kerim, iyilik ve hayırsever ise, insanlara sürekli mutluluk olmasa bile, hiç olmazsa ölümlü yaratıkları bu dünyada erişebilecekleri ölçüde bir mutluluğa kavuşturamaz mıydı? Mutlu olmak için sonsuz ya da ilahi bir mutluluğa muhtaç mıyız? Beşinci olarak: Eğer Tanrı, bu dünyada insanları, mutlu oldukları dereceden fazla mutlu etmediyse, sofuların anlatılmaz ve bitmez bir haz ve nimete erişileceğini iddia ettiği "cennet" umudu ne olur? Eğer Tanrı aklımızın erebileceği tek yer olan yeryüzünü kötülüklerden koruyamamış ya da korumak istememişse, hakkında hiçbir fikrimiz olmayan öteki dünyayı (yani ahiret dünyasını) kötülük ve felaketlerden koruyabileceğine ya da korumak isteyeceğine ne sebep düşünebiliriz?
Jean Meslier (Akl-ı Selim)
Tüm dünya camidir, Masumlar bizim tanrımız. Onlara hizmet ilahi hizmettir, Onların mutluluğu bizim cennetimiz.
Abhijit Naskar (Yüz Şiirlerin Yüzüğü)
Yeni Zaman, Yeni Paşa (Kalpkomutan Şiir) Bana soruyor ki - kadere güveniyor musun? Neden güvenmeyeyim - tabii ki güveniyorum. Her an, her dakika, kaderin sonucudur, Ve dünyanın kaderini ben yazıyorum. Zafer yok, zeka yok, yine de umurumda değil; Hiç kötü kader amacımı bozamaz benim. Korku ve köktencilik kavgalarının ötesinde, İnatçı bir aşk umudu, desteğimdir benim. Ben kimim - neyim - biliyor musun? Acılar denizinde ilacın ışığıyım ben. Nefretin ortasında niyetin kıvılcımıyım, Hayvanlığın ortasında insanlığın cevabı ben. Kalbim benim dünyanın ilahi bir köprüsüdür; Her hayat, her hikmet, kalbimde yaşıyor. Hayatım benim dünyaya verilen bir hediyedir; Her dil, din ve kültür, kalbimde birleşiyor.
Abhijit Naskar (Bulletproof Backbone: Injustice Not Allowed on My Watch)
Kalbim benim dünyanın ilahi bir köprüsüdür; Her hayat, her hikmet, kalbimde yaşıyor. Hayatım benim dünyaya verilen bir hediyedir; Her dil, din ve kültür, kalbimde birleşiyor.
Abhijit Naskar (Bulletproof Backbone: Injustice Not Allowed on My Watch)
Tüm dünya camidir, Masumlar bizim tanrımız. Onlara hizmet ilahi hizmettir, Onların mutluluğu bizim cennetimiz. Her şeyin üstünde merhamet gerçek, Merhametten başka maneviyat yok. Her şeyin üstünde insan gerçek, İnsanın üstünde hiçbir şey yok.
Abhijit Naskar (Yüz Şiirlerin Yüzüğü)
Ramazan Söz (Şiir) Ramazan yani sabır, Ramazan yani sevmek. Ramazan yani saadet, Ramazan yani rahmet. Ramazan bize umut verir, Ramazan yapar cesur. Hadi gelin, bayram edelim, Affedelim her geçmiş kusur. Ramazan yani bir ilahi söz, Rahmetten vazgeçmem, söz verdim. Bu ramazan ve her ramazan, İnsanın evine insana hoş geldin.
Abhijit Naskar (Vande Vasudhaivam: 100 Sonnets for Our Planetary Pueblo)
Kaf u nûn hitabı izhâr olmadan Biz bu kâinatın ibtidasıyız Kimseler vasıl-ı didar olmadan Ol “kabe kavseyn”in “ev edna”sıyız Yoğ iken Adem’le Havva alemde Hak ile Hak idik sırr-ı mübhemde Bir gececik mihman kaldık Meryem’de Hayret-i İsa’nın öz babasıyız Bize peder dedi tıfl-ı Mesiha “Rabbi erini” diye çağırdı Musa “Len terani” deyen biz idik ana Biz Tûr-ı Sina’nın tecellasıyız. “Künt-ü kenz” remzinin olduk ağahı Hakka’l-yakin gördük cemalullahı Ey hoca bizdedir sırr-ı ilahi Biz Hacı Bektaş’ın fukarasıyız. Zahida şanımız “İnna fetahna” HARABİ kemteri serseri sanma Bir kılkırk yarar kamiliz amma Pir Balım Sultan’ın budalasıyız.
Harâbî (Harâbî Dîvânı: Ahmed Edib - Yaşamı ve Tüm Şiirleri)