“
1856 yılına kadar, ne Rusya'nın ne de başka devletlerin Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermeni toplumu ile ilgilenmediği bilinmektedir.
Bu yıllara kadar da, Osmanlı Ermenileri yaşamlarından oldukça memnundur. Bu konuda New York'ta 1857'de yazılmış bir yazıda şöyle denilmektedir:
“Ermeniler, Türkiye'de günlük hayatın esasını teşkil ediyordu. Türkler sanayinin bütün dallarını onlara bırakmışlardı. Bankerler, tüccarlar, mekanikler hep Ermeni idi. Ayrıca, onlarla Müslümanlar arasında his benzerliği ve menfaat birliği vardı. Çünkü, menşe itibariyle aynı bölgeden oluşları dolayısıyla duyguları ve âdetleri aynıydı. Bu sebeple de, kendilerini Türklere rahatlıkla uydurmuş ve emniyetlerini kazanarak reayanın en nüfuzlusu haline gelmişti ve hâlâ da öyledir.
“Ermenilere bir şekilde borçlu olmayan bir tek paşa veya yüksek rütbeli memur bulunmazdı. En fakir köylü bile ektiği tohumun bedeli için onlara borçlanırdı.
“Türkiye'yi çökertmek isteyen Ruslar, bu toplumu kazanmaya çalışmıştır.*
Ermeniler, “Osmanlı Devletinin Sadık Kulları” (Tebe'a-i Sadıka/Millet-i Sadıka) olarak tanımlanmaktaydı.
Bu yıllarda, Ermeniler yoğun olarak İstanbul bölgesinde yaşamaktaydılar.
Doğu Anadolu'da dağlık platolarda Ermeniler, Kürtlerle beraber yaşıyordu.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, bu bölgede yaşayan Ermeniler ile Kürtler arasındaki ilişkiler bozulmaya başladı.
İstanbul'a ve bölgedeki Kürt ağalarına vergilerini ödemekte zorlanan Ermeniler, Kürt ağalarının saldırıları ile karşı karşıya kalmaya başladılar.
1876'da Meşrutiyet idaresine geçilmesi de, Ermenilerin durumlarının düzeltilmesine fazla katkı sağlayamadı.
Doğu Anadolu'da, Ermenilerin yaşamakta olduğu bölgelere Amerikan ve Alman misyonerlerinin gelişi ile Ermeniler arasında milliyetçi düşünceler filizlenmeye başladı.
Ermeni Kilisesi, Ermeni toplumu için her şeydi. Kilise, Osmanlı İmparatorluğu içinde muhtar (özerk) bir Ermenistan'ın kurulmasını istiyordu.
Bulgaristan'da çıkan isyan hareketi, her şeyi değiştirdi. Bunu takip eden süreçte, 1877 yılının Nisan ayında, Osmanlı İmparatorluğu Rusya'nın kendisine savaş ilanıyla karşı karşıya kaldı.
1856'da Islahat Fermanı'nın ilan edilmesi 1876'da ise Meşrutiyet idaresine geçiş, Osmanlı devleti tarafından arzu edilen neticelerin elde edilmesinde yararlı olamamıştı.
1876'da ilan edilen I. Meşrutiyet idaresi de, Abdülhamid'in 1877-78 Harbini bahane ederek 1878'de Meclisi kapatmasıyla sona ermişti.
1877-78 Harbi esnasında, Doğu Anadolu'yu işgal eden Rus ordusunun başında bir Ermeni vardı: Mikayel Loris-Melikov. Ayrıca, Rus ordusunda da çok sayıda Rus-Ermenisi bulunmaktaydı.
Bu durum, Osmanlı devletinin Ermenilere karşı duyduğu güveni büyük oranda zedeledi.
Savaş sonrası imzalanan Ayastefanos Antlaşması'nın 16. maddesi gereğince, Osmanlı devleti, Ermenilerin bulunduğu eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti etmişti.
Antlaşmanın bu hükmü, esas itibariyle bağımsızlık kazanmak isteyen Ermenileri tam anlamıyla tatmin etmemiş olsa bile, “Ermeni Sorunu”nun tarihte ilk kez bir uluslararası belgeye yansıması ve “Ermenistan” diye bir bölgenin varlığından söz edilmesi bakımından büyük bir önem taşımaktadır.
Daha sonra, 13 Temmuz 1878'de imzalanan Berlin Antlaşması ile 1877-1878 harbine son verildi.
Berlin Antlaşması'nın 61. maddesi, Ayastefanos Antlaşması'nın 16. maddesini daha da kuvvetlendirerek, Osmanlı devleti tarafından alınacak ıslahat ve güvenlik tedbirlerinin Osmanlı devletince ilgili devletlere bildirilmesi şartını da getirmiştir. Böylece, Türk-Ermeni ilişkilerine yabancı güçlerin müdahale edebilme hakkı tanınmıştır.
Aslında, böylece “Ermeni Sorunu” resmen, uluslararası bir konu haline getirilmişti.
* C. Oscanyan, The Sultan and His People, s. 353
”
”