Hep C Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Hep C. Here they are! All 6 of them:

Hep kendinden söz eden, bıkıp usanmadan kendinden söz eden, kendilerini bir sahne sanatçısı gibi gören insanları bilirsin. Perdeleri hiç kapanmaz. Ellerini burnunun ucuna kadar uzatıp hiç tanımadığın insanların ağızlarının payını nasıl verdiklerini ya da memleket meseleleriyle ilgili suda eriyen C vitaminli fikirlerini anlatırlar. Başrollerinde kendilerinin olduğu filmler çekerler, yaylıları kendilerinin çaldığı senfoniler bestelerler. Bir türlü sevemedim ben böyle insanları. Benlikleri lop et gibi durur ortada, üzerinde sinekler ve sözcükler…
Barış Bıçakçı (Veciz Sözler)
I wonder if heart meds are withheld from people, cancer meds, an asthma pump? We know Hep C treatments are. And naloxone, which can reverse an OD, has been. We certainly know meds that would slow the onset of AIDS have been kept out of reach of certain groups of people. What kind of society uses medicine as a weapon, keeps it from people needing to heal, all the while continuing to develop the drugs America's prisons use to execute people?
Patrisse Khan-Cullors (When They Call You a Terrorist: A Black Lives Matter Memoir)
Hz. Yuşâ (A.S.) öğrenmek istedi: "Seninle ilk tanıştığımız zaman, burasına bir yerden bahsetmiştin. Orası neresidir?" Adam düşündü. Hz. Yuşâ (A.S.) sorduğuna pişman oldu. Teklif etti: "Eğer yaranı, sıla hasretini deşeceksem, sus." "Hayır. O yara kabuk bağladı artık. Sana nasıl anlatacağımı düşünüyordum." "İyi öyleyse." Adam şöyle başladı: "Önümüzdeki vadi içinde akan Erden Nehridir değil mi?" "Evet." "Güneydeki Lût Denizine dökülür." "Öyle." "Nehir kuzeyde Taberiye gölünden su alır." "Doğru." "O halde Erden nehri, bu iki deniz arasında akan bir boğazdır." "Belki." "Ey Yuşâ! Yurdunun sınırı Toroslara dayanıyor. Diyelim ki onu aştın. Hep kuzeybatıya doğru git. Birçok dağlar ve ovalar, dereler, nehirler geç. Nihayet bir gün şu vadinin daha derin ve genişine ulaşacaksın. Kuzey ile güneyinde de Taberiye gölü ile Lût denizinden büyüğü var. Bunun doğusunda, kuzey denizine yakın tepe benim bir zaman yurdumdu. Orasına Dev Dağı derdim. Şurada oturduğumuz gibi oturur, engin güzellikleri seyrederdim. Hile, fesat, kötülük yoktu. İnsanlardan uzaktım. Mavi ile yeşil dostlarımdı sadece. Huzurumu bulmuştum. Ama olan oldu nihayet. İçimdeki sese uydum. Kaya gibi koptum dağımdan. Şükür ki küçük bir örneğiyle avunuyorum." Adamın anlatttığı yer İstanbul Boğazı'ydı. Kuzeyde Karadeniz, güneyde Marmara vardı. Boğaz, Erden vadisi gibiydi. Karadeniz Lût denizi yerine geçerdi. Marmara da Taberiye gölü yerine. Adamın Dev Dağı dediği tepe, Boğazın Anadolu kıyısında Karadeniz yakınındaydı. . . . Hz. Yuşâ (A.S.) tekrar tenhaya çekildi. İlhamları gibi oldu. O yıl vefat etti. İsrailoğullarını onu nereye gömeceklerini pek düşündürmedi. Mademki Efrayim Dağlığı'nda Gaaş Dağı'nın Timatsarah Tepesi'ni pek seviyordu, oraya defnettiler. Bu olay üzerinden üç bin seneye yakın zaman geçti. İstanbul Boğazı'nın doğu kıyısında Karadeniz'e yakın bir tepe var. Adı Yuşâ Tepesi'dir. Karşısında da Telli Baba var. Nasıl ki bir zamanlar Anadolu Hisarı ile Rumeli Hisarı Boğaz'ın emniyetini madde bakımından sağlamış ve sağlıyorlarsa, bu iki tepede yatanların da Boğaz'ın emniyetini mânen sağladıkları, ebediyen Müslümanlara kalacağı anlatılır. Telli baba kimdir. Onun Fatih Sultan Mehmet ordusunda bir asker olduğu, erdiği ve tel çekerken şehit düştüğü rivayeti yaygındır. Ya Yuşâ Tepesi'ndeki, acaba Hz. Yuşâ (A.S.) mıdır? Yoksa başka bu adda bir veli midir? Çeşitli söylentiler anlatılır. Umumi fikir onun Hz. Yuşâ (A.S.) olduğu merkezindedir. Eskiden adı Dev Dağı olan o yerde savaşırken, gövdesi ikiye ayrıldığı halde, tepenin en üstüne çıkmış ve ruhunu teslim etmiştir. Ona onyedi metre boyunda, dört metre eninde bir mezar yapılmıştır. Baş ve ucunda iki küçük taş vardır. Elbet Hz. Yuşâ (A.S.) bu kadar büyük değildi. Mezarının geniş ve uzun tutulması, rütbesinin enginliğindendir. Yuşâ Tepesi'ni asırlık kavaklar süsler. Doğrusunu şüphesiz ancak Hazreti Allah (C.C.) bilir.
Ahmet Cemil Akıncı (Kâbe'ye Doğru Büyük Kısas-ı Enbiya/ Peygamberler Tarihi 18, Hz. Yûşâ)
Kârun. Hazreti Allah (C.C.) onu Kur'an'da uzun uzun buyurmuştur. Alabildiğine servet sahibi olanlara ne ibretli bir derstir. Hayatı yalnız zengin olma, şımarma emretme, çalım satma, gurur sahnesi sayanlar, akibetlerini bu adamda görebilirler. O en bilgindi. Madeni altın yapardı. Hazinelerinin anahtarlarını kırktan fazla katır taşıyamazdı. Lakin içten gelen kulluk olmadıktan, zekat vermekten çekindikten sonra neye yarardı bunlar. İlim, su yüzüne yazılmış kadar dağılıverirdi. Servet taşlaşırdı. Nitekim öyle oldu. Kârun, övündüğü herşeyiyle beraber yerin yedi kat dibine, cehennemine gömüldü. Bir de yine Kârun'a benzer, pek ibretlenecek ikinci bir adam var. Bel'am. Basur oğlu Bel'am. Bel'am bir avuç servet uğruna, onu kışkırtanlar tarafından Hz. Musa (A.S.)a beddua etmekten, iftirada bulunmaktan çekinmedi. Hz. Allah (C.C.) onun dilini ağzından dışarıya sarkıttı. Soluya soluya dolaşmaya mahkum etti. Bundan mütenebbih olmadı Bel'am, sapıklara kaçtı. Onların vaadettikleri servetlere imrendi. Hz. Yuşâ (A.S.)ın ordusuna beddua etmeye söz verdi. Lakin dili dolaştı, sapıklara yaptı bedduayı. Ve yine o dili göbeğine kadar uzadı. Soluya soluya sürünmesi arttı. İlk görünüşte Bel'am'ın başına gelenler basit sanılır. Hayır. O, lanete uğramış yahudilerin örneğinin ta kendisidir. Hz. Allah (C.C.) onlara az mı lütuflarda bulunmuştu! Bunları hep şerde kullandılar. Üç bin yıldan beri her biri birer Basur oğlu Bel'am'dılar. Yeryüzünde dilleri, yani fitne ve fesatları göbeklerine kadar sarka sarka, avare avare dolaşmakta ve solumaktadırlar. Basur oğlu Bel'am'ın iğrenç, insanlığın yüz karası bir itiyadı daha vardı. Kaçıp sığındığı sapıklar içinde pek cüce kaldığından evlenecek kadın bulamadı. Hayvanlaşarak, eşeğiyle düşüp kalktı. Bunu, Yahudi büyüklerinin emirleriyle karşılaştırınca, dehşet içinde kalırız ve tüylerimiz diken diken olur. Yahudilere şu emir verilmişti ve tatbik etmektedirler hala: "İnsanlar Yahudilerin binilecek eşekleridir, onlardan dilediğiniz gibi faydalanın." Yahudiler bu emre hep uydular. Yeryüzüne dağıldılar, süründüler ama madde dünyasını ellerinde tutarak, insanlara o hayvan muamelesini yaptılar. Öyle bir gözle baktılar. Hayvanlaşarak, Allah'a yapılacak kulluğun iffetini yırtmaya çalıştılar. Şimdiki Allahsızlar, putperestler, bozulan semavî dinler hep bunların namus hırsızlıklarının eseridir.
Ahmet Cemil Akıncı (Kâbe'ye Doğru Büyük Kısas-ı Enbiya/ Peygamberler Tarihi 18, Hz. Yûşâ)
ŞİİR ALFABESİ TÜMÜ - 1/3 Aşk Şiir alfabesinin ilk harfi olan AŞK yani A, her zaman büyük harfle yazılır. Küçük harfle yazılan aşk, anlamını yitirerek anlık şehvete kapılmak anlamına dönüşür. Ben Alfabenin ikinci harfi olan B kendinden önce gelen her harfle birleşir ama sonra gelenle hep ayrı yazılır. A harfiyle bir araya gelirse çoğul anlam kazanıp, İ harfiyle anlamdaş olur. Cefa C, A harfinin U harfiyle birlikte kullanıldığı durumlarda anlamı pekiştirmek için kullanılır. İ harfiyle bir arada kullanılırsa sonuna mutlaka Ü harfi eklenir. Çare Kelimede Ö harfi varsa, Ç harfi mutlaka bulunur. Dert En çok kullanılan harftir. Kendinden sonra Ç harfi gelirse yumuşar ve anlamını yitirir. Emek Aşk harfinin kullanıldığı her koşulda gereklidir. Önüne geldiği her harfin anlamını güçlendirir. Fikir A harfi ile başlayan kelimelerde, F harfi okunmaz, ses düşmesi olur. A harfi içeren kelimeler hariç her kelimede mutlaka bulunur. Gül Kelimede kullanıldığı yere göre diğer harflere değişik anlamlar kazandırır. N harfinden sonra gelirse, N harfini yumuşatır ve S harfinin vurgusunu arttırır. Ğina Çalgı aleti ile birlikte olan insan sesine denir. Sadece Ş harfiyle anlam kazanır. Yakın zamana kadar kullanılması yasaktı.
Tarık Alptekin (Âlem Olan Kelimeler (Turkish Edition))
1856 yılına kadar, ne Rusya'nın ne de başka devletlerin Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermeni toplumu ile ilgilenmediği bilinmektedir. Bu yıllara kadar da, Osmanlı Ermenileri yaşamlarından oldukça memnundur. Bu konuda New York'ta 1857'de yazılmış bir yazıda şöyle denilmektedir: “Ermeniler, Türkiye'de günlük hayatın esasını teşkil ediyordu. Türkler sanayinin bütün dallarını onlara bırakmışlardı. Bankerler, tüccarlar, mekanikler hep Ermeni idi. Ayrıca, onlarla Müslümanlar arasında his benzerliği ve menfaat birliği vardı. Çünkü, menşe itibariyle aynı bölgeden oluşları dolayısıyla duyguları ve âdetleri aynıydı. Bu sebeple de, kendilerini Türklere rahatlıkla uydurmuş ve emniyetlerini kazanarak reayanın en nüfuzlusu haline gelmişti ve hâlâ da öyledir. “Ermenilere bir şekilde borçlu olmayan bir tek paşa veya yüksek rütbeli memur bulunmazdı. En fakir köylü bile ektiği tohumun bedeli için onlara borçlanırdı. “Türkiye'yi çökertmek isteyen Ruslar, bu toplumu kazanmaya çalışmıştır.* Ermeniler, “Osmanlı Devletinin Sadık Kulları” (Tebe'a-i Sadıka/Millet-i Sadıka) olarak tanımlanmaktaydı. Bu yıllarda, Ermeniler yoğun olarak İstanbul bölgesinde yaşamaktaydılar. Doğu Anadolu'da dağlık platolarda Ermeniler, Kürtlerle beraber yaşıyordu. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, bu bölgede yaşayan Ermeniler ile Kürtler arasındaki ilişkiler bozulmaya başladı. İstanbul'a ve bölgedeki Kürt ağalarına vergilerini ödemekte zorlanan Ermeniler, Kürt ağalarının saldırıları ile karşı karşıya kalmaya başladılar. 1876'da Meşrutiyet idaresine geçilmesi de, Ermenilerin durumlarının düzeltilmesine fazla katkı sağlayamadı. Doğu Anadolu'da, Ermenilerin yaşamakta olduğu bölgelere Amerikan ve Alman misyonerlerinin gelişi ile Ermeniler arasında milliyetçi düşünceler filizlenmeye başladı. Ermeni Kilisesi, Ermeni toplumu için her şeydi. Kilise, Osmanlı İmparatorluğu içinde muhtar (özerk) bir Ermenistan'ın kurulmasını istiyordu. Bulgaristan'da çıkan isyan hareketi, her şeyi değiştirdi. Bunu takip eden süreçte, 1877 yılının Nisan ayında, Osmanlı İmparatorluğu Rusya'nın kendisine savaş ilanıyla karşı karşıya kaldı. 1856'da Islahat Fermanı'nın ilan edilmesi 1876'da ise Meşrutiyet idaresine geçiş, Osmanlı devleti tarafından arzu edilen neticelerin elde edilmesinde yararlı olamamıştı. 1876'da ilan edilen I. Meşrutiyet idaresi de, Abdülhamid'in 1877-78 Harbini bahane ederek 1878'de Meclisi kapatmasıyla sona ermişti. 1877-78 Harbi esnasında, Doğu Anadolu'yu işgal eden Rus ordusunun başında bir Ermeni vardı: Mikayel Loris-Melikov. Ayrıca, Rus ordusunda da çok sayıda Rus-Ermenisi bulunmaktaydı. Bu durum, Osmanlı devletinin Ermenilere karşı duyduğu güveni büyük oranda zedeledi. Savaş sonrası imzalanan Ayastefanos Antlaşması'nın 16. maddesi gereğince, Osmanlı devleti, Ermenilerin bulunduğu eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti etmişti. Antlaşmanın bu hükmü, esas itibariyle bağımsızlık kazanmak isteyen Ermenileri tam anlamıyla tatmin etmemiş olsa bile, “Ermeni Sorunu”nun tarihte ilk kez bir uluslararası belgeye yansıması ve “Ermenistan” diye bir bölgenin varlığından söz edilmesi bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Daha sonra, 13 Temmuz 1878'de imzalanan Berlin Antlaşması ile 1877-1878 harbine son verildi. Berlin Antlaşması'nın 61. maddesi, Ayastefanos Antlaşması'nın 16. maddesini daha da kuvvetlendirerek, Osmanlı devleti tarafından alınacak ıslahat ve güvenlik tedbirlerinin Osmanlı devletince ilgili devletlere bildirilmesi şartını da getirmiştir. Böylece, Türk-Ermeni ilişkilerine yabancı güçlerin müdahale edebilme hakkı tanınmıştır. Aslında, böylece “Ermeni Sorunu” resmen, uluslararası bir konu haline getirilmişti. * C. Oscanyan, The Sultan and His People, s. 353
İlker Başbuğ (Ermeni Suçlamaları ve Gerçekler)