“
Bir de, 1938'de Sivas Halkevinde bir konferans veren Kültür Direktörü Cemal Gültekin, 2. Türk Tarih Kongresinde "Tahsin Ömer" Bey adlı birinin bir tebliğ okuduğundan bahseder. Bu herhalde Mayatepek'tir. Ancak konferansçının Tahsin Beye atfen naklettiği Maya kelimelerinin çoğunun uydurma olabileceği şüphesi uyanıyor insanda.
1 Eylül 1937 tarihinde Bükreş'te toplanan 17. Milletlerarası Antropoloji ve Prehistuar Kongresinde, Türk Tarih Kurumu Başkanı H. R. Tankut "Maya alfabesi ve Mayaların Türk Menşei" adlı bir tebliğ okumuş, ilim çevrelerinin ciddiye almadıkları albay Churchward'ın hipnotizmacılar yoluyla öğrendiğini iddia ettiği Pasifikte batmış Mu kıtasının hayali alfabesini Mayaca ve Türkçe'nin mukayesesi için kullanması bir talihsizlik olmuştur. Atatürk'ün beklediği herhalde bu çeşit tebliğler değildi.
Aynı abartma, Türk Dil Kurumunun başına geçen Agop Dilaçar adlı Ermeni kökenli vatandaşın yönetimiyle Türkçe'de yapılıyor, dilimiz de kargaşaya geliyordu. Bir ara, Babil kulesinin yükselişini durdurmak isteyen Babilonyalıların tanrısının işçilerin dillerini birbirine anlaşılmaz hale sokması gibi, Türklerin de bir nesli diğerini anlayamaz hale gelmişti.
Bu saçmalıklara tepki sert, hatta aşırı derecede oldu. 1950'lerin ve '60'ların Türk tarihçileri, gerçek payı olan bazı göç kollarını da silip atmış, mesela Sümer'lerin, Etrüsk'lerin ve Çu'ların Türklerle bağlantısını şüpheyle karşılayıp derslerinde ve eserlerinde onlardan hiç söz etmez olmuşlardı.
Kökenimizin soy/ırk bağlantısı da bundan nasibini aldı. Zaten Batılı antropologlar meseleyi çıkmaza sokmuşlardı. Büyük çoğunluğu bizi "Sarı ırk/Mongoloyid" grubuna sokarken, daha yeni antropologlar (Topinard, Pittard, Legendre, Montandon, Dixon gibi) bizi "Beyaz/Alpin" ırktan sayıyorlardı. Türkiye'de o günlerde antropolog pek olmadığından bu konuya el atanlar da az oluyordu. Meydan tarihçilere ve gazetecilere kalıyordu. Bir de Atatürk'e: o, Türklerin yuvarlak kafataslı, sarışınca ve Beyaz ırktan olduklarına inanmıştı (isviçreli Pittard'ın araştırmalarını yakından takip ediyordu). Elinde antropometrik pergel, Çankaya'ya gelenlerin kafatasını mutlaka ölçüyorduk. Okul tarih kitapları da hep buna göre yazılmıştı (ben de o devirde okudum). Atatürk'ün evlatlığı (1960'ların Prof. Dr. Afet inanı), isviçre'de doktora yaparken, müracaatı üzerine Sağlık Bakanlığı Anadolu'da 64.000 kadın, sonra da erkekler üzerinde tam ölçümler almış, özellikler aydınlığa kavuşmuştur.
Dincilere gelince, onlar da bir "Yafes" teorisi tutturmuşlardı. Hz. Nuh'un oğlu Yafes'in hangi ırktan olduğunu pek söylemiyorlardı ama, Ham siyahi, Sam (Arap) siyahımsı olduğuna göre Yafes'in de Beyaz olması gerekiyordu (etraflarına baksalar bunun zaten aşikar olduğunu görürlerdi). Peki, Çinlilerin atası kimdi diye ayrıca merak edip durmuşumdur. Ya Kızılderililerin?
Derken ünlü bir tarihçimiz çıktı. Merhum yazar, Türklerin "Aryen" (Ari) ırktan ve Hint-Avrupa dili konuşan Cermenlerle aynı sarışın-mavi gözlü soydan geldiklerini ispata çalışan iki ciltlik bir eser yayınladı. O yıllarda Hitler'in "Aryen'lerinin "üstün ırk" iddiaları yaygındı; üstelik Atatürk de sarışın-mavi gözlüydü.
Böylece, kendi alanında ciddi ve değerli bir tarihçi olan bu zat gibi, pek çok kişi, şu veya bu sebepten, ihtisasları olmayan alanlara karışmış ve konuyu arap saçına çevirmişlerdir, işte bu karışık durum yüzünden, gerçekler biraz olsun aydınlatılmaz ve parçalar yerli yerine oturtulmazsa, ne oldukları anlaşılamayan Türklerin Kızılderililerle ilişkisi nasıl anlaşılabilir?
”
”