Gece Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Gece. Here they are! All 100 of them:

Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent?” “Hangisini?” “Otomatik yanan, sensörlü lamba.” “Hayır.” “Komşu görmüş, yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece.” Önüme baktım. “Neden kırdın?” Cevap yok. “Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle…” “Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?” “Lamba senden değerli mi evladım, lambanın amına koyayım, lamba kim? Yöneticiye de dedim. Lambanızı sikeyim, kaç paraysa veririz. Sen değerlisin benim için.” “Beni görünce yanmıyordu baba.” “Nasıl ya?” “Görmezden geliyordu, yanmıyordu. Kaç sefer yok saydı beni.” “E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.” “Hadi ya! Sahiden mi?” “Evet. Ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok.” Babama sarıldım yıllar sonra.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
İntiharın ağır darbeler almış bir hayatın sembolü olduğunu anladığım gece, kâbusların bana merhamet göstermediği bu geceydi.
Öznur Yıldırım (Şahmeran (Yabancı, #1))
Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci, Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten; Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci? Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten. İyi nişan alırdı kendini asan zenci, Bira içmez ağlardı, babası değirmenci, Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci... Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.
Ülkü Tamer (Güneş Topla Benim İçin (Toplu Şiirler))
Gece gündüz, uykuda olsun, uyanık olsun, vücuduna saplanmış bir oku taşımak demek. Çekilir şey değil bu.
Franz Kafka (Letters to Milena)
Terketmedi sevdan beni, Aç kaldım, susuz kaldım, Hayın, karanlıktı gece, Can garip, can suskun, Can paramparça... Ve ellerim, kelepçede, Tütünsüz uykusuz kaldım, Terketmedi sevdan beni...
Ahmed Arif (Hasretinden Prangalar Eskittim)
Dost Bir gece habersiz bize gel Merdivenler gıcırdamasın Öyle yorgunum ki hiç sorma Sen halimden anlarsın Sabahlara kadar oturup konuşalım Kimse duymasın Mavi bir gökyüzümüz olsun kanatlarımız Dokunarak uçalım. insanlardan buz gibi soğudum, işte yalnız sen varsın Öyle halsizim ki hiç sorma Anlarsın.
Cahit Külebi
Bir gece daha Söylenmek istenen söylenemeyen gırtlakta takılıp kalan boğuk bir hece daha.
Ferit Edgü (Hakkâri'de Bir Mevsim)
Nefesini yüzümde tutuyorum Gülüşünü aklımda Morarmış yüzlerini Isıttım kaç gece, ısıtıyorum İçimdesin, büyütüyorum seni Seni yepyeni bir dünya yapıyorum kendime Tam kralca yaşanacak Şimdi yoksun üstelik uzaktasın Ellerin yapayalnız biliyorum Gözlerin dalıyor yine Hep benim için olmalı
Cahit Zarifoğlu
evet kimsesizdik ama umudumuz vardı üç ev görsek bir şehir sanıyorduk üç güvercin görsek meksika geliyordu aklımıza caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları kadınların kocalarını aramasını seviyorduk sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz bilir bilmez geyikli gece yüzünden
Turgut Uyar (Büyük Saat - Bütün Şiirleri)
İzah mükemmeldi. Gülümsedim. Dün gece bu nüansı niçin kaçırmıştım? İçimdeki muhalefetin oyunudur bu. Kalbe karşı bu muhalefetin akıldan veya gururdan geldiği sanılır. Bence bu, kalbin kendi kendisine karşı müdafaasıdır. Sevgilide kaybolmamak için nefret sebepleri arar, bulamazsa yaratır. İşte böyle, kendi kendini aldattığını anlayınca da utanır ve ona daha çok bağlanır. Kendi yalanlarını kabul etmeyen kalbin kendine verdiği ceza.
Peyami Safa
Gelmek istemiyor gece.. Ne sen gelebiliyorsun o yüzden Ne de ben gidebiliyorum. Ama ben gideceğim. Akrepten bir güneş şakağımı yese de... Ama sen geleceksin. Dilin tuzlu yağmurlarca yakılmış olsa da...
Federico García Lorca
Sevdiğin kişiye asla iyi geceler dilememelisin. Uykunun aranıza gireceğini düşündürürsün.
Alper Canıgüz (Cehennem Çiçeği (Alper Kamu, #2))
O gece kocaman, boş bir meydandan geçtim, o geceden sonra kocaman, boş bir meydan kaldı içimde.
Kürşat Başar (Konuştuğumuz Gibi Uzaklara)
Her şeyin bir sonu olmaz mı? Gece sona erer, gündüz sona erer, ay öyle, yıl öyle… ... Her an ölümle yüz yüze kalabilirim. Ama yaşayabildiğim sürece ölümü karşılamaya gitmem gerekmez. Bir gün ister istemez ölümle karşılaşacağım; bu önemli değil. Önemli olan benim yaşamamın veya ölümümün başkalarının yaşamını nasıl etkileyeceği...
Samad Behrangi (Küçük Kara Balık)
Bir insan kendisini bulduktan sonra, onun bu dünyada kaybedebileceği hiçbir şey yoktur. Ve o kişi kendi içindeki insanlığı anladıktan sonra, bütün insanları anlayacaktır.
Stefan Zweig (Olağanüstü Bir Gece)
Unutacak kadar eskide ve galibada kaldı hepsi.
Latife Tekin (Gece Dersleri)
Ben ayrımında değilim: Ne zaman gündüz oluyor, ne zaman gece. Evren etrafımdan silindi ve sadece o kaldı.
Johann Wolfgang von Goethe
Gece üşüdüm, kalktım ve onun üzerine bir battaniye daha örtmeye gittim.
Émile Ajar
Hiçbirimiz ötekinden daha iyi değiliz. Aynı yolda, yalnızca bir adım ilerde, aynı yolda, aynı alışkanlıklarla, yalnızca bir adım ilerde. Biraz daha atak, biraz daha serseri olmak, o kadar. Gece ilerliyor. İçkiler tükendi. Meraklar, yorgunluklar. Şimdi giderler. Hiçbir şey değişmemiş olur. Yemekten sonra oturduğumuz koltuklardan, hiçbir şey yapmamış, hiçbir şeyi değiştirmemiş, geliştirmemiş olduğumuz halde yorgun, ölesiye yorgun kalkarız; kapımızı kapar, bakarız yüzyüze, yabancı.
Sevgi Soysal (Yürümek)
Dünyayı işler tutan şey, umut, yalnızca umuttu…
Stefan Zweig (Olağanüstü Bir Gece)
Aklınızda belli bir araba var mı Bayan Lane?'' O gece mavi yakayı istiyordum.''Viper.'' ''Onu almanıza niçin izin vereyim?'' ''Çünkü bana borçlusun.'' ''Size neden borçluyum?'' ''Çünkü sana tahammül ediyorum.
Karen Marie Moning (Faefever (Fever, #3))
sanem hanım. sanem. evlen benimle sanem. kadınım ol benim. yasadıgım tüm acıları, yaptıgım bütün kötülükleri, pismanlıklarımı, hatalarımı akla. basına çiçekten taçlar yapayım, sana siirler yazayım, seni her gece masallar anlatarak uyutayım. bazı aksamlar dvd’de film seyredelim seninle. birlikte hüzünlenelim, birlikte gülelim. sanat galerileri gezelim. sen benden daha çok anla modern sanatı. gördügümüz eserlerin ne anlama geldigini açıkla bana, ben basımı sallayayım. ah ben ne aptalmısım! nasıl olup da varlıgından kuskuya düsmüsüm? oysa hayat denen bu yaranın seni bulmak dısında ne anlamı olabilirdi ki? bak simdi her sey ne kadar açık görünüyor oysa. ilk görüste aska inanırsın, degil mi sanem? evet, çok dogru. ben de baska türlüsüne inanmam zaten. biliyor musun sanem, ben seni hep severim. her gün daha çok severim. bak mesela pencerenin önüne bir kus konar ben seni severim, bir tren yolculugunda pencereden dısarı bakarken derme çatma bir ev gözüme çarpar ben seni severim, burnuma eskilerden, hangi uzak hatıraya ait oldugunu bir türlü çıkaramadıgım bir koku çarpar ben seni severim, kafama kus sıçar ben yine seni severim… anlıyor musun beni? sonra ben bazen biraz fazla kıskanç olabilirim. diyelim yazlık bir yere gitmisizdir de, bir aksam sen çok hos bir tunik giymissindir, oradaki bütün erkekler bayılır sana, hemen asık olur. ben mesela tunik nedir onu bile bilmeden kıskançlıktan çatlayabilirim böyle bir durumda. ama belli etmem. ama sen yine de sezersin. öyle bir laf edersin ki ben, benden baska hiç kimseye bakmayacagını anlarım. o kadar da incesindir. bir de bir iyilik rica edecegim senden. gözlerine o elem ifadesini yükleyen alçagın adını söyle bana. söyle ki, ona hemen düello sahitlerimi göndereyim. silah seçimini o yapsın. evet. utanarak kabul ediyorum ki, bunu bir yerde okudum. ama ne fark eder? bütün siirler, romanlar senin için yazılmadı mı zaten? sarkılar senin için söylenmedi mi? masumların kanı senin için akmadı mı? ruhum hep seni aradı benim sanem. hep seni arar. milyonlarca yıl geçsin, sistemler çöksün, günesler patlasın benim ruhum seni arar. ve biliyor musun sanem, bulur da. simdi buldugu gibi bulur. seni seviyorum. seni seviyorum. seni seviyorum.
Alper Canıgüz (Gizliajans)
Parçalanıyordum kimse bilmeden, Ateştim cevizin içinde, Ve bir gece içinde bilmeden öldüm. Ey gece, nereden yol bulacağız, ey yaralı göğsüme düşen yelken, Ya sen kürek, solmuş rüzgar gülüm, Ya sen ne diyeceksin, söyle!
Melih Cevdet Anday
Senin için kim olduğuma sen karar vereceksin Ela. Ancak şunu anla artık güzelim. Hiç kimse olmak, benim kabul edebileceğim bir şey değil. Dün gece sen kollarıma öyle sokulmuşken, az önce dudakların uzun zamandır beklediğim, özlemi canımı yakan karşılığı vermişken, vazgeçmemi isteme benden.
Burcu Büyükyıldız (Bir Günah Gibi (Aşkın Renkleri, #2))
Ey tâlih! Ölümden de beterdir bu karanlık; Ey aşk! O gönüller sana mâl oldular artık; Ey vuslat! O âşıkları efsûnuna râm et! Ey tatlı ve ûlvi gece! Yıllarca devâm et!
Yahya Kemal Beyatlı (Kendi Gök Kubbemiz)
Deli eder insanı bu dünya Bu gece, bu yıldızlar, bu koku Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç.
Orhan Veli Kanık
Biz burada kahvemizi gece kadar koyu, günah kadar tatlı içeriz.
Neil Gaiman (American Gods (American Gods, #1))
Yolunu beklerken daha dün gece Kaçıyorum bugün senden gizlice Kalbime baktım da işte iyice Anladım ki sen de herkes gibisin
Nâzım Hikmet
Ölüm düşünsesi izliyor beni. Gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur, yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeye iten bir kaygı.
Tezer Özlü (Çocukluğun Soğuk Geceleri)
Ay; gecikmiş ağı, yosun yeşili bir canavar. İlerlemiş gece; kanatsız yarasalar, ıslanmış silahlar. Devrilmiş bir tramvay caddede. Bunlar, kargınmış bir ilkyazın simgeleri. Büyük uçurtmamı çalmışlar deliliğimden, mor gözlü çocuk ölüsü bir pazar, onu bulamıyorum.
Ece Ayhan (Bütün Yort Savul'lar! 1954-1997 - Toplu Şiirler)
…küçükken kırmızı Vosvosları sayıp fal tutardı. Galiba gündüz doksan dokuz tane kırmızı Vosvos sayıp, gece de yatmadan on tane yıldız sayarsan dileğin gerçekleşiyormuş. Ne acayip bir fal, şimdi kimse tutamaz, kırmızıyı bırak, o kadar Vosvos kaldı mı yollarda?
Emrah Serbes (Her Temas İz Bırakır)
İstedigimiz ve bizi mutlu eden bir hayatı mı yaşıyoruz yoksa istenilen ve çevremizdekileri mutlu eden bir hayatı mı? İnsanların takdirini kazanmak matah bir şey mi? Hata sandıklarımız gerçek birer hata mı?
Stefan Zweig (Olağanüstü Bir Gece)
Uyuyamayan, uykusuzluk hastalığı çeken kişiler, karanlığın getirdiği sınırsız özgürlük ve gerçeklikle baş edemeyen kişilerdir aynı zamanda.Bu insanlar, gün boyunca, her şeyi izlemekle oyalanırlar.Oysa gece artık izlenecek bir şey yoktur.Sadece, yaşamın o belirgin sesi duyulur içten içe.Gündüzden soyutlanıp, kurtulmuş olan anlamsızlık , artık saklı değildir.Hayatta olma bilinci kendini daha güçlü bir şekilde hissettirir geceleri, ölümün varlığı da öyle."Yaşamın anlamı" gece duyumsanır ve sorgulanır.Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz.Yaşam, gecenin konusudur.
Gündüz Vassaf
Yani galiba seviyordum, sanırım sevmek böyle bir şeydi. Hiç yanımdan gitmesin istemekti. Yanımdan gitmesin, gündüz de gece de benimle dursun, başka odada uyumasındansa gelsin benimle balkonda başlı-kıçlı yatsın gerekirse, benimle simit satmaya, mahalle maçına, okula, denize de gelsin. Ekmeği, babamın sigarasını birlikte alalım, birlikte büyüyelim, okulumuzu bitirip evlenelim, el ele tutuşalım, annesi de iyileşsin, bayramlarda hem onun annesini hem benimkini ziyaret edelim. Ben askere gittiğimde bile o her hafta sonu beni görmeye gelsin. Onunla aile olalım, "Araba aldık çok borcumuz var," diyelim, "Çocuk ne zaman çocuk?" desinler, biz utanalım. Ama hiç ayrılmayalım.
Mahir Ünsal Eriş (Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...)
Tanrım! Bugün her şey ne tuhaf! Daha dün her şey kendi olağan halindeydi. Acaba ben gece mi değiştim? Bir düşüneyim: Bu sabah kalktığımda ben ben miydim? Sanki biraz farklı gibiydim, ama ben aynı ben değilsem, o zaman yahu ben kimim? İşte asıl bilmece bu!
Lewis Carroll (Alice’s Adventures in Wonderland / Through the Looking-Glass)
DESTİNA Dün gece sen uyurken İsmini fısıldadım Ve hayvanların korkunç Öykülerini anlattım Dün gece sen uyurken Çiçeklere su verdim Ve insanların korkunç Öykülerini anlattım onlara Dün gece sen uyurken Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana İşte bu yüzden sırf bu yüzden Yeni bir isim verdim sana DESTİNA Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede İşte bu yüzden sırf bu yüzden Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için Seni bu denli yıktıkları için DESTİNA Yaşamımın gizini vereceğim sana
Lâle Müldür
Gece açılıp gündüz kapanan bir parantezdim, Sözler vardı içimde işe yaramayan
Didem Madak (Ah'lar Ağacı)
Yatak iyi bir arkadaştır; kitap iyi bir arkadaştır; gece iyi bir arkadaştır. Üçünü de bir araya getirmeye çalış.
Mehmet Murat ildan
Gece, büyük ilhamların anavatanıdır.
Mehmet Murat ildan
İnşallah bu gece köpekler havlamaz. Hep benimkiymiş gibi geliyor bana.
Albert Camus (The Stranger)
Alaaddin geliyor. Gece Hoca, benim kardeş hasta, diyor. Nesi var? diyorum. Ateşi var çok, diyor. Ölecek. İlaç vereyim mi? diyorum. Hayır, portakal ver, diyor. Portakal yememiştir hiç.
Ferit Edgü (Hakkâri'de Bir Mevsim)
Yunus Emre'ye "Yurt yapar yüreğim ruh mahşerini, Efendim her gece erken gelince. Kaç hasretin gözü yakar beni, Asırlar öteden şeyhim gülünce. O şeyhim ki beni gönlümden vurdu; Adeta yeniden çözdü, yoğurdu. Ve bir gün dedi ki: "Dersimiz sevgi, Huzurumuz sevgi, derdimiz sevgi.
Muhsin İlyas Subaşı (Şiirden Şuura: Geçmişten Günümüze Şiir)
Ve ben, bu gece, yaşamın belirli bir saydamlığı karşısında hiçbir şeyin önemi kalmadığı için kişinin ölmek isteyebilmesini anlıyorum. Bir insan acı çeker, mutsuzluk üstüne mutsuzluğa uğrar. Katlanır bunlara, yazgısını benimser, iyice yerleşir içine. Saygı görür. Sonra, bir akşam, hiç: bir zamanlar çok sevdiği bir dostuna rastlar. Dostu biraz dalgın konuşur onunla. Eve dönünce, adam kendini öldürür. Sonra gizli dertlerden, bilinmeyen acılardan söz edilir. Hayır. İlle de bir neden gerekirse, dostu kendisiyle dalgın konuştuğu için öldürmüştür adam kendini.
Albert Camus (L'envers et l'endroit)
... o ilk günden beri güneş daha az sıcak, daha az aydınlık, gece daha karanlık oldu; hareket hızını yitirdi, düşüncelere bir ağırlık geldi. Bazı insanları toprağa gömeriz, ama öyle insanlar vardır ki onların kefenleri yüreğimiz olmuştur, anıları her gün kalbimizin çarpışıyla beraberdir, soluk alır gibi onları düşünürüz, aşka özgü bir ruh titreşiminin tatlı yasasıyla varlığımıza sinmişlerdir. Bir ruh var ruhumda. Ben bir iyilik mi ettim, güzel bir söz mü söyledim, içimde bulunan o ruh hareket ediyor, konuşuyor; havaya yayılan güzel kokunun bir zambaktan gelişi gibi.
Honoré de Balzac (Vadideki Zambak)
Gece ile gündüz birbirlerinin tam zıddı olduğu halde, birbirinden ne kadar tatlı, kavgasız ve nizâsız ayrılırlar. Sen de karanlıklara tân etmeden edep ve saygı ile aydınlığa doğru süzülüp git.
Sâmiha Ayverdi (Bağ Bozumu)
Hangi kahramanlar gecesi? Kahramanlar öldüler. Bu gece dalkavuklar gecesidir. Bu şölene konmak için sabaha kadar yaşasın diye bağırdık. Tabii siz de içerde şebek gibi takla attınız. Yaşasın kıral!..
Hüseyin Nihal Atsız (Dalkavuklar Gecesi - Z Vitamini)
...her defasında odada oturmuş camın dışındaki yağmuru seyreden biri gibi hissettim kendimi; doğrudan yakınımda olan şeylerle bile aramda camdan bir duvar vardı ve kendi irademle onu yıkacak gücü bulamıyordum.
Stefan Zweig (Olağanüstü Bir Gece)
Hakan oturduğu yerde bir iki kıvrandıktan sonra başını önüne eğdi. "Her şeyi öğrendik." Demek öğrendiler, diye düşündüm. Televizyonun üzerinde duran oyuncak bebeği haftada birkaç gece yatağıma götürüp düdüklediğim bir sır değil artık. Ama haber kaynakları gerçekten bu kadar güçlü olabilir miydi? "Neyi öğrendiniz?
Alper Canıgüz (Oğullar ve Rencide Ruhlar (Alper Kamu, #1))
Peki ya ben, hangi dilden Türkçe’ye çevrildim?
Kaan Koç (Gece Hapları)
… her bir ayrıntıyı sığ bellekten değil de, sadece yürekten gelebilecek bir berraklıkla görebiliyorum.
Stefan Zweig (Olağanüstü Bir Gece)
Niçin bu kadar bağlıyım geçmiş zamana? De ki: Hayatının boşluğa savrulan yüzünden öyle çok nefret ediyorsun ki, seni mutsuz eden bu yüze yıllarca bakmak, ellerinle kavramak ve anlamak istiyorsun.
Latife Tekin (Gece Dersleri)
Keyifli olduğu bir gece mürekkep hokkası yeni bitirdiği mektubun üzerine devrilmiş, mektubu yırtıp atmak yerine altına bir dipnot eklemişti: "Aşkımın kanıtı olarak sana gözyaşlarımı yolluyorum." Bazı zamanlar ağlamaktan usanç getirerek kendi çılgınlığını alaya alıyordu.
Gabriel García Márquez (Chronicle of a Death Foretold)
Sarıldı. Onu kendi yatağına götürdü. Yorganı üstlerine çekti; soğumaya başlayan vücudu ısıtmaya çalıştı. Vücudunu, hayatiyetini bu soğuk insana aşılamaya uğraştı. Sonra, âciz, onu köşe minderinin üzerine attı. Bütün arzusuna rağmen o gün ağlayamadı. Gözleri yandı, yandı, bir damla yaş çıkarmadı. Aynaya baktı. En büyük kederin karşısında, bir gece uykusuz kalmış insan çehresinden başka bir çehre almak kabil olmayacak mıydı?
Sait Faik Abasıyanık (Semaver)
Fakir fukaranın hayatını anlatan zengin yazarlarımıza gece kulüplerinde içtikleri viskileri zehir oluyor. Zengin takımının hayatını gözlerimizin önüne sermeye çalışan meteliksiz yazarlarımız da aslında şu fakir milleti düşündükleri için, küçük meyhanelerinde ağız tadıyla içemiyorlar.
Oğuz Atay (Oyunlarla Yaşayanlar)
İnsan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın. Ve o zaman anlarsın hayatının uzun zamandır neden başka birinin hikâyesiymiş gibi gözükmeye başladığını. Sokak lambalarının ölgün ışıkları karanlık odalara vurduğunda, duvar saatinin tik taklarından başka ses yokken yanında, sanki bir tek sana açıklanmayan bir sır varmış gibi beklerken anlarsın aslında boşa beklediğini. Tünelde sana yol gösterecek rehberin, karanlıktan başka bir şey olmadığını anlarsın. Anne diye ağlayan çocukların aradığının çoğu zaman şefkatli bir baba olduğunu anlarsın. Çekip gitmek isterken görünmez bir elin seni nasıl durdurduğunu anlarsın. Kırk yaşında ama altmış gösteren adamlara daha dikkatli bakarsın o zaman. Kahvelerin dışarıyı göstermeyen isli camlarına. Berduşlara ve kör kedilere bakarsın. Gözbebekleri kaymış esrarkeşlere. Suyun üstüne çıkmış ölü balıklara. Havada asılı gibi duran yırtıcı kuşlara daha dikkatli bakarsın. Çabalarının sonuç vermediğini gören umutsuz insanların bakışlarıyla ancak o zaman buluşur bakışların. Bir yağmur çaktırmadan dindiğinde. Bir gün çenesi ağzının içine kaçmış dişsiz ihtiyarlardan birinin de sen olabileceğini bilirsin artık. Bir gece ansızın, yapayalnız ölmekten korkarken, cesedimi komşular mı bulacak yoksa sayım memurlarımı diye düşünürken hissedersin göğüs kafesinde her gün biraz daha büyüyen, kimsenin kapatamayacağı o boşluğu. Bir kokuya sarılma isteğini. Bir ömür gibi geçmiş zor, uzun günlerden sonra anlarsın ruhunu zehirleyen karmakarışık düşünceleri. Büyük heyecanlardan sonra çöken bitkinlikleri. Kimsenin bulutlara bakmadığı bir şehirde bir lafı döndürüp dolaştırmadan anlatmanın imkansızlığını. Belki de insanın ne anlatacağını bilemediğinde şair olduğunu anlarsın. Gözyaşların kurumadan gülmeye başlarsın o zaman. Çünkü bilirsin ki seni artık kimse kandıramaz kolay kolay. Mutsuz insanları kandırmak zordur çünkü. Hayata her zaman kuşkulu gözlerle bakan, mutsuz insanları kandırmak, herkes bilir bunu, çok ayıptır çünkü.
Emrah Serbes
Ve ben artık mutsuz bir adamım. Günler, haftalar, aylar akıp giderken, ben yaşamıyor da daha ziyade vakit geçiriyorum. Ortalık karardıktan sonra pencereden yıldızları izliyorum. Umut etmiyorum, kızmıyorum, üzülmüyorum. Sadece hatırlıyorum. Kainat türlü biçimlerde kandırmaya çalışıyor beni. bulutlar ilerliyor, bir ayyaş nara atıyor, bir araba acı acı klakson çalışyor, daldan bir yaprak düşüyor… Orada öyle sabit dururken her şey beni kimsenin umrunda olmadığıma, unutmayışımın bir anlam taşımadığına inandırmak için yarışa giriyor. Sabırla bekliyorum ki, bütün kozlarını oynasınlar. Ne olursa olsun duruyor duruyor duruyorum… Gece bir kez daha aşkım karşısında mağlup dağılırken, kuytu bir köşeden fırlayıveren bir kedi gülümsetiyor beni. Nihayet gölgelerin arasında bir sigara yakıyorum. İşte o an biliyorum ki, roller değişmiş ve şimdi yıldızlar beni izlemeye başlamıştır. Gidip yatağıma giriyor, başucumda duran küçük prens biblosuna bakıyorum. Senden bana kalan her şey gibi kırık, ama asla atamayacağımı biliyorum.
Alper Canıgüz (Gizliajans)
RİNDLERİN AKŞAMI Dönülmez akşamın ufkundayız.Vakit çok geç; Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç! Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile, Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle. Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece. Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince, Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül! Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.
Yahya Kemal Beyatlı
...Alnına konsun bu öpüş! Ve, şimdi senden ayrılırken, İtiraf edeyim ki- Günlerimi bir düş Sayarken yanılmıyorsun; Ama, umut gitmişse uzaklara Bir gece ya da bir gün Bir görüntüde ya da bir şeyde olmaksızın Fark eder mi bu yüzden? Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz Yalnızca bir düş içinde bir düş.
Edgar Allan Poe
Oysa daha dün her zamanki gibiydi. Acaba dün gece değiştim mi ben? Dur bakayım düşüneyim: bu sabah kalktığım zaman gene önceden olduğum gibi miydim acaba? Biraz değişiklik duyumsamıştım kendimde gibi geliyor. Ama eğer ben ben değilsem yeni bir sorun çıkıyor: acaba kimim? İşte asıl bilinmez bilmece bu!
Lewis Carroll (Alice in Wonderland)
Hiçbiri de demiyor ki: “Seni çok beğeniyorum, seninle flört etmek istiyorum. Bu işe başlamak ve bu konuyu konuşmak için, en iyi yer şık bir restoran, gelmek ister misin?” “Güzel bir gece geçirdik, bu gece seninle birlikte olmak istiyorum, eğer sen de istiyorsan eve gidelim, ya sana ya bana, hangisi uygunsa.” Böyle deseler sanki bir şeyler yıkılacak... Adamın kötü duyguları açığa çıkmış olacak. (Bu duygular neden kötü olsun?) Kadını kahve, plak gibi masum şeylerle çağırmazsa, kadın da bu sözlere kanmış da gitmiş gibi yapmazsa, kadının onuru kırılacak. (Bunun onurla ne ilgisi var, bu bir arzu meselesidir yalnızca.)
Duygu Asena (Kadının Adı Yok)
Gazetelerden, televizyondan kan damlıyor bir yandan. Öteden yılbaşı kutlamaları. Salt gürültü, salt mutlu gibi yapan insan (Nasıl insan?) kalabalığı. "Çok çiğ çağ" demiş Necatigil usta: "çok çok çiğ" şimdi. Sevinç de eğlence de sahte, bir yüzü bu... Öte yüzü kavgazan, kıyıcı, savaşlardan savaş beğenen. Öldüren ve ölen, aptalca! Gece güzel bir dinginlik başlamalı. Gün kendini değiştiriyor. Ama insan kendini değiştiremiyor. Yılların getirip yüklediği ağırlıklar var; bedende, yürekte. Susmuyor, geri çekilmiyor, dinlemiyor bir an. Bitkin uyanıyor. Düşler bile aynı, hep aynı. Dar ve kısır yaşamdan olmalı; yaşlılık işte
Gülten Akın (Beni Sorarsan)
Ah, canlılığım her zaman vardı elbette, sadece yaşamaya cesaret edememiştim, kendimi boğazlamış ve kendimden gizlemiştim; fakat şimdi bütün o baskı altındaki güç patlamıştı, yaşam denen o zenginlik, o tarifsiz kuvvet bana galip gelmişti.
Stefan Zweig (Olağanüstü Bir Gece)
Yaşayanların dünyasına döndüğümde tanrımın sadece yarısının hüküm sürdüğünü keşfettim. Büyük ya da küçük olsun her şeyi, yaşam isteyen bir muhalifle paylaşması gerekiyordu. İtme ve çekim kuvvetleri, dünyanın iki kutbu ve akımları, mevsimlerin değişimi, gündüz ve gece, siyah ve beyaz - bunların hepsi birer savaştır. Gerçek cehennem, bu karşıtlığın kendi içimizde de olmasıdır. Aşk bile 'dışkı ile idrar arasına' odaklanmıştır. Yüce olan, gülünç olana alaya ve ironiye yenik düşebilir.
Alfred Kubin (Other Side)
Seninle tekrar görüşebilir miyiz?" diye sordu. Sesinde sevimli bir gerginlik vardı. Gülümsedim. "Tabiî." "Yarın olur mu?" "Sabırlı ol, çekirge," diye nasihat verdim. "Aşırı istekli görünmek istemezsin." "Evet, zaten o yüzden yarın dedim," dedi. "Seni bu akşam yine görmek istiyorum ama tüm gece ve yarının büyük kısmını beklemeye razıyım." Gözlerimi devirdim. "Ciddiyim," dedi. "Beni tanımıyorsun bile," dedim. Konsolda duran kitabı aldım. "Bunu bitirdiğimde seni arasam olmaz mı?" "Ama cep telefonu numaram sende yok," dedi. "Kitabın içine yazdığından şüpheleniyorum." O şapşal gülümseme yüzüne yayılıverdi. "Bir de birbirimizi tanımıyoruz diyorsun.
John Green (The Fault in Our Stars)
(Beni kendime ördüğüm kozanın dışına çıkarmaya çalışıyordun, farkındaydım. Ben de sana en sevdiğin yazarların -Tezer Özlü ve Sevim Burak'ın- dünyalarına kapanmamanı, diyelim Memduh Şevket'i de okumanı öneriyordum, farkındaydın. Senin çabanın işe yaradığı kuşkusuz da benimkinden o kadar emin değilim. Belki bazı kişilikler, kozadan çıkmak istemiyorlardır; o, ölüm kozası bile olsa.) İşte o gece, Kurt Adam Londra'da filmini izlerken gözlerimin dolması bu yüzdendi. Kimin hakkı vardı kişiyi kozasından çıkartmaya?
Tomris Uyar (Aramızdaki Şey)
Sısyphe Seni öylesine düşündüm ki, Öylesine, yaşama'dan önce. Senden başka bir şey yok sanki. Ama nasıl da varsın derim sana, Düşüncelerimce. Seni öylesine buldum ki, Öylesine, kendimden fazla. Yalnız sensin gölgesiz, Ayrılmamacasına, yanımda.. Akların arasında karan, Karaların ortasında akınla. Öylesine istedim ki seni, Senden önce.. Öylesine, her şeyin içinde, Öylesine dışında, Gün, gece. Seni öylesine yaşadım ki, İnan.. Artık nereye baktığım belli değil, Ne yaptığım belli değil, Vardığım sonrasızlıktan.
Özdemir Asaf
RÜZGÂR BİZİ GÖTÜRECEK küçücük gecemde benim, ne yazık rüzgârın yapraklarla buluşması var küçücük gecemde benim yıkım korkusu var dinle karanlığın esintisini duyuyor musun? bakıyorum elgince ben bu mutluluğa bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun dinle karanlığın esintisini duyuyor musun? şimdi bir şeyler geçiyor geceden ay kızıldır ve allak bullak ve her an yıkılma korkusundaki bu damda bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali yağış anını bekliyorlar bir an ve sonrasında hiç. bu pencerenin arkasında gece titremede ve yeryüzü giderek durmada bu pencerenin arkasında bir bilinmez seni ve beni merak ediyor ey baştan aşağı yeşil! yakıcı anılar gibi ellerini, bırak benim aşık ellerime ve dudaklarını varlığın sıcak duygusunu benim sevdalı dudaklarımın okşayışına bırak rüzgâr bizi götürecek rüzgâr bizi götürecek.” Furuğ Ferruhzad, ‘Ses, Ses, Yalnız Ses’, sayfa 51-52
Forugh Farrokhzad (Ses, Ses, Yalnız Ses)
Sen de içer misin?” diye sordu Kaptan şişeyi gösterip kıza. “Ben içmem” dedi kız, “İçersem aklımı kaçırırım.” Belden aşağısını kaplayan pulların parlaklığında bir ışık yansıdı suratımıza. Ayın şavkı bir denize, bir kıza. “Dans ederim isterseniz ama o zaman da siz aklınızı kaçırırsınız.” dedi. "Et ulan " diye cevap verdi Kaptan kıza, “Et, akılımızı senin yüzünden kaçıralım!” O gece ben ve Kaptan Rönesans ve deniz kızı sabah kadar dans ettik güvertede. Hiç konuşmadan. Aklımızı kaçırana kadar. Aklımızı kaçtığında sızmıştık.
Mine Söğüt (Gergedan: Büyük Küfür Kitabı)
Her şey gülün yanlış parmağı kesmesiyle başladı.
Kaan Koç (Gece Hapları)
Belki de dikenin çirkinliğidir gül.
Kaan Koç (Gece Hapları)
Çevreme bakmamam gerek. Beni iteni görmemeliyim. Tren geldi, bindim. Kimse itmedi beni. Direniyorum. Olmuyor.
Bilge Karasu (Night)
Yanlız kalmaya ve kendi ateşimle kavrulmaya daha fazla dayanamayacaktım. Fakat bütün bakışlar beni yalayıp geçiyordu, kimse varlığımı hissetmek istemiyordu.
Stefan Zweig (Olağanüstü Bir Gece)
Sarılabilecekleri herhangi bir şeyin olduğu hissetmek yalnızlar için, kendi içine hapsolmuş insanlar için ne mucizevi bir şeydi.
Stefan Zweig (Olağanüstü Bir Gece)
Ben yaşamı daha önce hiç bu denli arzuyla yaşamamıştım ve şimdi biliyorum ki, kendiyle ilgili durumlarda kayıtsızlaşan herkes bir suç işleyecektir.
Stefan Zweig (Olağanüstü Bir Gece)
Umutsuz bir aşk çökmüşse gönlüne sabahın üçünde, özellikle onun orada, yerinde olmadığı kuşkusuna kapıldığında telefon etmeyi gururuna yediremiyorsan, ister istemez içe dönüp kendinle baş başa kalırsın; o anda akrep gibi sokarsın kendini ya da hiçbir zaman postalamayacağın mektuplar yazarsın ona, ya da odanda ileri geri volta atarsın, hem küfür hem dua edersin, sarhoş olursun ya da kendini öldürecekmiş gibi davranırsın. Bu gidişat bir süre sonra tatsızlaşır, bıktırır insanı. Yaratıcı biriysen -ama unutma , o anda boktan bir durumdasın- acılı anılardan ortaya elle tutulur bir şeyler çıkarabilir miyim diye sorarsın kendi kendine. Ve işte bir gece saat üç sularında başıma gelen tam buydu. Birden karar vermiştim , çektiğim acıyı tuvale dökecektim..
Henry Miller
Toplum içinde olduğum zamanlarda da hayranlığımı ifade ederken yapay bir heyecan sergileyip etkileyici şeyleri abartarak içimin ne kadar hissiz ve kayıtsız olduğunu gizlemek için bir anlamda gösteri yapıyordum.
Stefan Zweig (Olağanüstü Bir Gece)
Kendimde bir tuhaflık algılar gibi oldum ama üzerinde durmadım. Dursam, Allah korusun bir dursam, dünyada duracak başka ne bir yol ne bir durak ne bir şey bulurdum. O yüzden kendi üzerimde pek durmadım. Kendi üzerinde duran, bu ağırlıkla kendi üzerine yıkılandan başkası olamaz. Kendine yıkılan da böylelikle başkasına yıkılamaz. Biraz marazi, biraz zararsız, şairin dediği gibi “Ayakkabı çivisi gibi kendine batan,” olur ki, dünya kendine değil başkasına batanı, kendine değil başkasına yıkılanı, kendini değil başkasını suçlayanı sevdiği, istediği ve kabul ettiğinden onu hemen defoluların arasına ayırıverir. Ama sorsanız kitaplarında, gerek gökten inenlerinde, gerek yerden bitenlerin iyicelerinde böyle değilmiş gibi yapar söyler, bunu yaymak için peygamberler ve peygamber mizaçlılar ortaya çıkarır. Sonunda onları da ya çarmıha gerer, ya perişan eder. Dünya kendi hakikatleri hakkında tamamen yalancı ve ikiyüzlüdür. Dünya bir ahlaksıza namuslu ve saffet sahibi muamelesi yapan adamın perişanlığını ve zilletini, ona yüksek ve kutsal muamelesi yapanı perişan ederek yaşatır. Bir gece vakti karşı karşıya kitaplarıyla, hikmeti ile gözünüzde yaş, kalbinizde sıkıştıran İlhami bir duygu ile otururken her şeye inandıran dünya, sabah olunca göz kırparak rezili ve zelili sizi aşağılamakta kullanır.
Şule Gürbüz (Coşkuyla Ölmek)
Korku insana evet de demez, hayır da. O, yani korku, her şeyi alır, her aklınızdan geçeni, her ağzınızdan çıkanı. Böyle durumlarda karanlıkta gözlerini fal taşı gibi açmak bile fayda etmez. Gerçi, zaten görüp göreceğiniz de dehşetten ibarettir ya, daha ötesi yok. Gece her şeyi ele geçirmiştir, hatta bakışları bile. İçinizi boşaltmıştır o. Yine de el ele tutuşmak gerek, yoksa düşersiniz. Gündüzün insanları artık sizi anlayamazlar. O korku tümüyle sizi onlardan ayırmıştır ve bunun yükü altında ezilirsiniz, ta ki her şey şu ya da bu biçimde bitinceye dek, işte ancak ondan sonra o genel geçer adilerin yanına geri dönme hakkınız doğar, yaşamda ya da ölümde..
Louis-Ferdinand Céline (Journey to the End of the Night)
...Uzun zamanım kalmadı. Önümde kalan zaman benim zamanım, benim can sıkıntım, benim hiç'im, ama benim olacak. Kırk yıldır düşündüğüm halde, düşünmeye zamanım olmadığı duygusundayım. Varoluşumuzun en ilginç yanı bu düşünsel oyun. Acı,sevgi,kurtuluş,yalnızlık, mutluluk, kin, ölüm, ağaç,dağ, deniz, çocuk, adam, gece, sabah, evlerin duvarları, dünya, dünyayı saran boşluk, sonsuzluk, hepsi düşüncede oluşuyor. Hayır "cogito ergo sum" demeyeceğim. Peki ne diyeceğim? "Varım, öyleyse düşünüyorum.
Tezer Özlü (Kalanlar)
Ona dokunmasınlar bütün olana bitene razıydım. Artık gece çok geç ya da sabah tam gün doğarken gidiyordum görmeye. En sakin saatlerde. Bazen dalıp gidiyordum gözlerine, yüreğim kabarıyordu. Ben anlatıyordum içimden, o dinlermiş gibi durup esniyordu. Bir sabah bütün cesaretimi topladım. Ben, dedim, seni, ama bak ne olur... Tabii, taştan yapıldığını bilmez olur muyum? Ben de farkındayım olanaksızlığımızın. Yazgımızın bir adım yaklaşamadan durduğumuz yerde durmak olduğunun bilincindeyim elbet. Sen kaidende, ben kaidemde... Sen sakin, sessiz, soğuk, dingin, huzurlu; ben alabildiğine tutkulu, öfkeli, huzursuz, tedirgin. Sen kendinde mutlusun, bense kendimin ötesine, ta ötesine uzanmak istiyorum. Sen doyumun resmisin, ben doyumsuzluğun.
Feryal Tilmaç (Esneyen Adam)
İkimiz de güldük. "Sally" dedim, "senin sevdiğim yanın ne biliyor musun? Bu kadar kolayca kandırılabilmen. Hiç kandırılamayan insanlar öylesine can sıkıcı ve ruhsuz oluyorlar ki!" "Beni hâlâ seviyor musun, Chris, sevgilim?" "Evet, Sally. Seni hâlâ seviyorum." Onu bir daha görmedim. Yaklaşık iki hafta sonra, tam onu aramam gerektiğini düşündüğüm bir sırada, Paris'ten bir kart aldım: "Buraya dün gece geldim. Yarın doğru dürüst yazarım. Kucak dolusu sevgiler." Arkadan mektup gelmedi. Bundan bir ay sonra Roma'dan bir kart daha aldım. Adres yoktu: "Bir iki güne kadar yazarım." diyordu. Bu altı yıl önceydi. Şimdi ben ona yazıyorum. Sally, bunu okuduğun zaman -eğer bir gün okuyacak olursan- lütfen bunu bir takdirname- sana verebileceğim en yürekten takdirname olarak kabul et...
Christopher Isherwood (Goodbye to Berlin)
OTOBİYOGRAFİ 1902'de doğdum doğduğum şehre dönmedim bir daha geriye dönmeyi sevmem üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu ve on dördümden beri şairlik ederim kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir ben ayrılıkların kimi insan ezbere sayar yıldızların adını ben hasretlerin hapislerde de yattım büyük otellerde de açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir otuzumda asılmamı istediler kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini verdiler de otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de 961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır partimden koparmağa yeltendiler beni sökmedi yıkılan putların altında da ezilmedim 951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün 52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile aldattım kadınlarımı konuşmadım arkasından dostlarımın içtim ama akşamcı olmadım hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana başkasının hesabına utandım yalan söyledim yalan söyledim başkasını üzmemek için ama durup dururken de yalan söyledim bindim tirene uçağa otomobile çoğunluk binemiyor operaya gittim çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye ama kahve falıma baktırdığım oldu yazılarım otuz kırk dilde basılır Türkiye'mde Türkçemle yasak kansere yakalanmadım daha yakalanmam da şart değil başbakan filân olacağım yok meraklısı da değilim bu işin bir de harbe girmedim sığınaklara da inmedim gece yarıları yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında ama sevdalandım altmışıma yakın sözün kısası yoldaşlar bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da insanca yaşadım diyebilirim ve daha ne kadar yaşarım başımdan neler geçer daha kim bilir.
Nâzım Hikmet
Amerikalıların saplantı durumuna gelmiş korkusu, ışıkların sönmesi. Evlerde Işıklar bütün gece yanıyor. Çok yüksek binalarda boş bürolar her zaman ışıl ışıl. Otoyollarda arabalar güpegündüz bütün farlarını yakıp öyle gidiyorlar. (...) Yirmi dört saat üzerinden yirmi dört saate programlanmış, genellikle evlerin boş odalarında ya da tutulmamış otel odalarında şaşırtıcı bir biçimde çalışan televizyon da cabası (...) Boş bir odada çalışan televizyon kadar gizemli hiçbir şey yoktur. Sanki başka bir gezegenden size sesleniliyor...
Jean Baudrillard (America)
*Kendisinin gözünde canlandırdığı gelecekte, hayvanların açlık ve kırbaçtan kurtulduklarını, herkesin eşit olduğu,herkesin kendi gücüne göre çalıştığı ve Koca Reis’in konuştuğu gece yolunu şaşırmış ördek yavrularına kucak açtığı gibi güçlülerin zayıfları koruduğu bir toplum vardı.Oysa, nedendir bilinmez, kimsenin düşüncesini açıklamaya cesaret edemediği, her yerde azgın, yabanıl köpeklerin hırlayarak kol gezdiği, yoldaşlarının korkunç suçları itiraf ettirildikten sonra paramparça edilişini seyretmek zorunda kaldıkları bir toplum çıkmıştı ortaya.
George Orwell (Animal Farm)
O kadar güzelsin ki.” Ellerini onun uzun, ince bacaklarında dolaştırıp ayak bileklerine indi. İncecik topuklu ayakkabılarıyla harika görünen bilekler, dudaklarına bir nefeslik mesafedeydi. Tabanı kıpkırmızı olan ayakkabının sivri topuğunu tutarak çıkardı. “Ama bu gece… Seni, vücudunu saran elbiseni daha da seksi gösteren bu ayakkabılardan nefret ettim,” dedi onları bir köşeye fırlatıp atarken. “Nazik olsana! Özel yapım Louboutin onlar!” diye mırıldandı Mira yalancı ve saçma bir itirazla. “Louboutin mi? Onların adının ‘Seviş Benimle Ayakkabıları’ olduğuna adım gibi eminim.” Yağız dudaklarını onun incecik bileklerine bastırdı. Ardından topuklarına inerek aynı şeyi tekrarladı. Mira’nın yanaklarının pembeye boyandığını gördüğünde, içi erkeksi bir gururla dolup taştı. “Ayakkabılarım asla öyle bir şey ima etmiyor.” Yağız onun, saçlarını arkaya doğru savuruşunu izledi. Bakışlarındaki tutkulu parlaklık, sanki mümkünmüş gibi erkekliğini daha da sertleştirdi. “Gözlerin ediyor ama,” dedi onu ellerinden tutup hızla ayağa kaldırırken. Sertçe arkasına çevirip başını öne eğdi, dudaklarını tanga külotun ipine değdirdi. “Gözlerin seni kendime ait kılmamı söylüyor.
Burcu Büyükyıldız (Çilek Mevsimi (Aşkın Renkleri #1))
Sahi be sen hiç Kürt oldun mu? Geçti mi çocukluğun mermilerin ışığında Yayıldı mı köyüne kan kokuları Babanı dövdüler mi köy meydanında Annenin havar çığlıkları altında İsmini soranlara ez tirkî nizanim dedin mi hiç Bir gece yarısı evin basıldı mı senin Annen müzik kasetlerini toprağa gömdü mü Abinin hiç gidip bir daha gelmediği oldu mu Bir sabah ezanında köy meydanına toplatıldın mı Size akşama kadar müsade siktirin gidin diyen oldu mu? Yakıldı mı köyün en sevdiğin kuzuda kaldımı yangınlarda Sende terkettin mi toprağını taşını suyunu kuzularını Seninde baban megrî giro mi megrî em ê vegerin rojkê dedimi Kan döktü mü gözlerin sonra şehirlerde kıro diyen oldu mu Annenle sokak sokak ev ararken kürde vermiyoruz kiraya diyen oldu mu sende yaşadın mı yoksulluğu iliklerine kadar cam sildin mi sakız sattın mı ayakkabı boyadın mı Sahibe sende aşık oldun mu çocukken bir Türk kızına Konuşmak istediginde dilinle alay edildi mi Okulda andımızı okurken senide sardı mı çılgın duygular Ama ben Kürdüm diye bağırmak istedin mi Seni çeviren polisler alın bunu kaşları yapışık Kürt olduğu her halinden belli dediler mi dövüldün mü ölürcesine karakollarda Üniversitede omzuna puşu taktın diye 11 Yıl 5 Ay ceza aldın mı? Ah ah soracak çok şey varda son olsun Be
Anonymous
Tarih kasim 2000.Yani 11 eylülden 11 ay once. "Bir gece beni aradı ve 'bir şeyler olacak' dedi.Afganistan'a gireceğiz,Hazar'dan boru hattı geçireceğiz,Irak'a gireceğiz,petrole kavuşacağız,oraya konuşlanacağız. Vebezuella'ya gireceğimz...diye devam etti. Söylediklerinden ilk ikisi gerçeklesti... Bana gülerek 'Oralara hiç bulamayacağımız birilerini aramaya gideceğiz. .' diyordu.Terörle savas lafını tekrarliyordu.Malum diyordu Terörle savaşı kimse kazanamaz!Ama bu bahane sana çok şey için imkan verir. Nasıl herkesi bu kadar saçma bir bahaneyle ikna ede bilirsin ki? diye sordum. Medyayla! dedi.Unutma bir şeyi çok tekrarlarsan herkes inanir! diye ekledi.
Banu Avar (Hangi Dünya Düzeni)
Değişmek, kendine yabancılaşmak demekti. Dişimdeki küçük bir oyuğun içine giren bir yemek artığına, dilim ne kadar şiddetle saldırıyor, o küçük oyuğa giremeyeceğini bildiği halde, bütün yumuşaklığıyla kendini katı duvarlara vuruyor. Barınamazsın o kovukta, yabancı diyor. Tükürük bezler, o küçük parçayı eritmek, boğmak için seller akıtıyor; dil, bir yılan gibi tekrar saldırıyor, küçük bir gedik bulup dalmaya çalışıyor. Boğazım yutkunuyor: büyük anaforlar yaratıp yutmak istiyor bu bilinçsiz küçük parçayı. Hepsi el birliğiyle uğraşıyorlar, kendilerini harap ediyorlar. Dilin ucu parçalanıyor, boğaz kuruyor. Amaç, canlının bütünlüğünü korumak, değişmesini önlemek. Yeni olan her şeye isyan ediyor vücut: dünyanın en rahat yatağında ilk yattığı gece uyuyamıyor. Beyin, vücudun o korkunç diktatörü de tutucu bir derebeyi aslında. Gene de vücut kadar geleneklerine bağlı değil. Bazen vücudu, yeni maceralara, bilinmeyen yaşantılara, sürüklemek istiyor ve cahil hücrelerin kör başkaldırmasıyla karşılaşıyor. Emirlerini dinlemiyorlar yöneticinin; ayaklanıyorlar.
Oğuz Atay (Tutunamayanlar)
Ne adamlar var! Bana soruyorlar. 'Sen ne marka makineyle fotoğraf çekersin?' diye. Fotoğraf makineyle mi çekilir! Şimdi en iyi, en gelişmiş daktilo bende olsa en büyük yazar ben mi olurum! Roman daktiloyla mı yazılır! Arkadaş, fotoğraf burayla, burayla çekilir. Ben Singer dikiş makinesiyle bile fotoğraf çekerim. Şunlara bak. Alıyorlar Leica'yı, Canon'u, Nikon'u ellerine, yola düşüyorlar. Bir köylü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Koyun sürüsü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Çadır mı gördüler. Dur! İki şipşak, tamam... Ben bir çobanın fotoğrafını çekeceksem, onunla oturmalıyım, birlikte yemek yemeliyim, gece çadırında kalmalıyım... Onu tanımalıyım. Fotoğrafını ancak ondan sonra çekebilirim.
Ara Güler
İnsanın amaçları, idealleri, uğrunda mücadele edeceği nedenleri varsa, o zaman o insan, kafasının üzerinde sıçan kılma asılı sallanan kılıca tüm dikkatini veremez. Her birimize bir yolculuk bileti verilmiştir. Eğer yolculuk ilginçse (sıkıcıysa zaten tek suçlusu kendimiz oluruz), o zaman çevremize bakıp zevkini çıkarırız (ne de çabuk geçiyordur manzara yanımızdan!), çevredeki diğer yolcularla çene çalarız, sık sık kalkıp tuvalete ziyaretler yaparız, günah çıkarırız... Ama bileti kaldırıp da bakmaz, üzerinde yazılı son istasyonun adını okumayız. Oysa açık seçik yazılıdır orada: Dipsiz Kuyu. Ama yolun sarsıntıları arasında ne kadar görmezden gelirsek gelelim, bizi bekleyen ölüm hep oradadır. Perdelerin hemen ardındadır. Daha doğrusu, çorabımızın içindedir. Bir türlü temizleyemediğimiz bir kire benzer. Eğer insan dindarsa, dipsiz yuvarlanışını bir mantığa oturtur. Eğer insanın mizah anlayışı varsa (bu konuda iyi bir mizah anlayışı, şimdiye kadar bulunmuş dinlerin hepsinden daha yararlıdır), insan espriyle, alaycılıkla onu en aza indirebilir. Ama hayalet yine de orada durur. Gece gündüz, her gün, her yaptığımızı elindeki tebeşirle gri bir renge boyar. Yaptığımız şeylerin pek çoğunu, bilinçaltımızda, dolaylı olarak, ölüm düşüncesinden kurtulmak için yaparız. Belki de kendimizi, yaptıklarımızla çok değerli, çok vazgeçilmez kılmayı, ölümün bizi almakta tereddüt etmesini sağlamayı amaçlarız. O kılıç kafamıza düşse bile, şanslı olup hâlâ hayatta kalanların anılarında yaşayabilmeyi garanti etmek isteriz.
Tom Robbins (Jitterbug Perfume)
Henüz vakit varken, gülüm, Paris yanıp yıkılmadan, henüz vakit varken, gülüm, yüreğim dalındayken henüz, ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri Volter Rıhtımı'nda dayayıp seni duvara öpmeliyim ağzından sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a çiçeğini seyretmeliyiz onun, birden bana sarılmalısın, gülüm, korkudan, hayretten, sevinçten ve de sessiz sessiz ağlamalısın, yıldızlar da çiselemeli incecikten bir yağmurla karışarak. Henüz vakit varken, gülüm, Paris yanıp yıkılmadan, henüz vakit varken, gülüm, yüreğim dalındayken henüz, şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz söğütlerin altından, gülüm, ıslak salkımsöğütlerin. Paris'in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana, en güzel, en yalansız, sonra da ıslıkla bir şeyler çalarak gebermeliyim bahtiyarlıktan ve insanlara inanmalıyız.
Nâzım Hikmet (Henüz Vakit Varken Gülüm)
O dönemde bazı yarı farkındalık anlarında bilincine tam varmadan içimde özlemini çektiğim şey arzulardan ziyade, arzulama arzusuydu; daha güçlü, daha bağımsız, daha tutkulu, daha doyumsuz istek duyma, daha yoğun yaşama, belki de acı çekme ihtiyacıydı. Fazlasıyla aklı başında bir yöntemle varoluşumdan bütün çelişkileri uzaklaştırmıştım ve bu çelişki yokluğu canlılığımı söndürüyordu. İsteklerimin giderek daha da azaldığını ve zayıfladığını, duygularıma bir tür donukluğun yerleştiğini görüyordum; belki de en iyisi şöyle ifade edecek olursam, bir tür ruhsal iktidarsızlık ve yaşamda tutkuyla yer alabilme yetersizliği hissettiğimi söyleyebilirim.
Stefan Zweig (Olağanüstü Bir Gece)
… Birden ürperdi, şalına sarıldı. İnsan, annesinin öldüğü gece de üşüyordu. Artık birlikte üşüyemeyeceklerdi. Annesinin oturduğu koltukta sanki kocaman bir delik vardı artık. Sanki bir duvar yıkılmıştı: Gerisinde bu büyük ve karanlık ve ürkütücü boşluğun bulunduğu bir duvar. Bu duvar korumuştu onu yıllarca karanlıktan. Artık bir şey görmek mümkün değildi. Artık onu hiç kimse anlamayacaktı. Artık onunla rahatça alay edeceklerdi. Artık ona daha kolayca saldırabileceklerdi. Artık onu ezip geçebileceklerdi. Artık onun başına gelen haksızlıklara sessizce karşı çıkan tek varlık yok olup gittiği için (bunu düşünmek ne kadar günah da olsa evet yok olup gittiği için) onu dinleyemeyeceklerdi. Kelimeleri bulmakta zorluk çektiği zaman, içlerinden istihzayla gülümseyeceklerdi. Hem küçümseyeceklerdi, hem acıyacaklardı artık. Zavallı kız, diyeceklerdi; bir yandan da onun yanından kaçmak, onunla birlikte olmamak için can atacaklardı. Hayır, önce acıyacaklardı ve bu acımaları yüzünden onun daha küçülmesini, daha zavallılaşmasını bekleyeceklerdi. Çünkü, şiddeti artırmayan bir zavallılıktan çabuk usanılırdı; böyle bir insanın sağladığı heyecan, kısa bir süre sonra sönerdi. İnsan, kendisine acındıkça alçalmalıydı. Üstelik Sevgi’nin, bir de başını dik tutmaya çalıştığını görünce, omuzlarını silkerek uzaklaşacaklardı. Öksüz kalmak, işte bu demekti…
Oğuz Atay (Tehlikeli Oyunlar)
ey susam!.. ey karanlık!.. ey borçlarını ödemeyenler!.. sen o ses misin en aşağılardan gelen!.. karıştırın bütün otları o aşağlarda yıkın benim güvenimi, soğuk bir at olsun seslendigim ses, yıkın!.. ben koşarım aşağlara, koşarım yıkanacak boğulacak su bulsam... ey her şey!.. ey beni gülünç eden bitki sapları!.. sessiz katlanmalarıyla... içimde ölmüş çocukları sallayan vazgeçilmez uğursuz şarkının salıncağı!.. ben durmadan en utandırıcı şeyleri hatırlasam. nasıl camsı gürültülerle olacak her şey, ve sularla, ve nasıl artık arınamaz kirlenmiş olurum o zaman, yıkın!.. ben koşarım aşağlara, koşarım yıkanacak boğulacak su bulsam ey bütün kadınlar uzak!.. güneşi övmüyorum. ve kanım ne güzel akıyor... ıslak taşlıklarda. sanki her şey, sanki her şey!.. katıyürekli kârcıların, yani büyük tecimenlerin uzaklardan getirip sunduğu kanlı pahalı bir tabak... ey yanan bir şey, yanan ve içilen bir şey, karanlıktı kanım bir şey, güneşe başkaldırmıştı kanım (.....) sanarak. ben artık büyük kıyıları boylasam. ben koşarım aşağlara, koşarım yıkanacak boğulacak su bulsam... ey kimse yok!..ey bir mavinin unutulmasından arta kalan!.. ey sen var mısın? ey olma!.. ah, yağmur başlayacak ah, yağmur başlayacak ah, yağmur başlayacak ah, yağmur başlayacak ah, yağmur başlayacak ah, yağmur başlayacak ah, yağmur başlayacak gece olsa da sussam... ben koşarım aşağlara koşarım yıkanacak boğulacak su bulsam... ey sür atlarını bacaklarımdan bağlayıp karışık ölümsıkıntııslakgülünçlüğü renkli camların!.. bir göl bulacağız sonunda, develerin suyunu içip tuzunu bıraktığı, kirli ayakparmak aralarını yıkadığı cünüp adamların, burunları kıllı... benim kanım gülünç ve kahraman lekeler bırakacak öbürkülerin yanında, camlar nasıl olsa kırılacak sonra yatacağı geceye gidecek herkes ben ne yapsam ne yapsam ne yapsam... senden haber ver, ey yaralı kahraman atlar!.. ey büyütüp yaralarını yalayan atlar!.. otoburlukla kana karışmayan atlar!.. arabanızı çekiyordunuz, aygırlarınızı iştahla uyandıran kalçalarınızda büyük yaralar... kuyulara eğiliyoruz, ve büyük övgüsünü yapıyoruz küçük yıkıntısının soğuk ışıklı kulüplerin, ve kara küplerin ve etekleri kısa, koltukları tüylü kadınların ve kötü dükkanlar karanlığının... eğilmiş, çiçek toplayan bir çocuk bulsam... ben koşarım aşağlara, koşarım yıkanacak boğulacak su bulsam...
Turgut Uyar
Tekerlekler üzerinde kayan zindanımın karanlığında, yorgunluğun ta derinliklerinden gelişmişçesine, sevdiğim bir kenti, kendimi mutlu hissettiğim belli bir saatin bütün bu alışılmış gürültülerini eskisi gibi, bir bir bulur gibi oldum. Gerginliğini yitiren havada, gazete satıcılarının sesi, küçük parktaki son kuşların ötüşü, sandviç satıcılarının bağrışması, kentin yüksek dönemeçlerinde tramvayların çıkardığı iniltili gıcırtılar ve göğün daha gece limanın üzerine çökmeden önceki uğultusu, bütün bunlar, benim için, cezaevine düşmeden önce bildiğim gözü kapalı bir gezintiyi düzenliyordu. Evet, bu saat, bundan çok zaman önceleri, kendimi mutlu hissettiğim bir saatti. Beni o zamanlar bekleyen, hep hafif ve deliksiz bir uykuydu. Ama yine de bir şeyler değişmişti. Yarını gözlerken, kendimi yeniden hücremde buluverdim. Yaz göklerinde uzanıp giden o bildik yollar insanı günahsız uykulara da zindanlara da götürebiliyormuş demek.
Albert Camus (The Stranger)
Tekerlekler üzerinde kayan zindanımın karanlığında, yorgunluğumun ta derinliklerinden gelişmişçesine, sevdiğim bir kentin, kendimi mutlu hissettiğim belli bir saatin bütün bu alışılmış gürültülerini eskisi gibi, bir bir bulur gibi oldum. Gerginliğini yitiren havada, gazete satıcılarının sesi, küçük parktaki son kuşların ötüşü, sandviç satıcılarının bağrışması, kentin yüksek dönemeçlerinde tramvayların çıkardığı iniltili gıcırtılar ve göğün daha gece limanın üzerine çökmeden önceki uğultusu, bütün bunlar benim için cezaevine düşmeden önce bildiğim gözü kapalı bir gezintiyi düzenliyordu. Evet, bu saat, bundan çok zaman önceleri, kendimi mutlu hissettiğim bir saatti. Beni o zamanlar bekleyen hep hafif ve deliksiz bir uykuydu. Ama yine de bir şeyler değişmişti. Yarını gözlerken kendimi yeniden hücremde buluverdim. Yaz göklerinde uzanıp giden o bildik yollar insanı günahsız uykulara da zindanlara da götürebiliyormuş demek.
Albert Camus
Mümkün müdür, henüz hiçbir Gerçek ve Önemli, görülmemiş, bilinmemiş, söylenmemiş olsun? Mümkün müdür, görmek, düşünmek ve yazmakla binlerce yıl geçmiş bulunsun ve binlerce yıl, tereyağlı bir dilim ekmekle bir elma yenen bir okul teneffüsü gibi kaybedilmiş olsun? Evet, mümkündür. Mümkün müdür, icatlara, ilerlemelere rağmen, kültüre, dine, felsefeye rağmen hayatın yüzeyinde kalınsın? Mümkün müdür, bilinmesi yine de bir kazanç olan bu yüzey bile; yaz tatillerinde salon mobilyaları gibi, aklın alamayacağı kadar yavan bir kılıfla kaplansın? Evet, mümkündür. Mümkün müdür, bütün dünya tarihi yanlış anlaşılmış olsun? Mümkün müdür, ölen ölen yabancıdan bahsedecek yerde, etrafına üşüşen kalabalığı anlatır gibi, daima yığınların lafı edildiği için, geçmiş yanlış olsun? Evet, mümkündür. Mümkün müdür, insanlar doğmadan önce geçen şeyleri tekrar yaşamak zorunda olduklarını sansınlar? Mümkün müdür, her birine, kendinden önceki insanlardan geldiğini hatırlatmak gereksin ve herkes bunu bilsin de başka türlü söyleyenlerin dediklerine kanmasın? Evet, mümkündür. Mümkün müdür, bütün bu insanlar, asla var olmamış bir geçmişi tamamen bilsinler? Mümkün müdür, bütün hakikatler, onlar için bir şey olmasın? Mümkün müdür, hayatları, boş odalardaki saat gibi her şeyden kesilmiş, geçsin? Evet, mümkündür. Mümkün müdür, yaşayan kızlar bilinmesin? Mümkün müdür, “kadınlar” densin, “çocuklar” densin ve bu kelimelerin çoktandır çoğulları yoktur, sayısız tekilleri vardır, farkına varılmasın (tekmil okumuşluğa rağmen farkına varılmasın)? Evet, mümkündür. Mümkün müdür, “Tanrı” diyen ve Tanrı’nın ortak bir şey olduğunu sanan insanlar bulunsun? Okul çağında iki çocuk düşünelim: Biri bir çakı satın alsın, arkadaşı da aynı günde, bu çakıya tıpatıp benzeyen bir başka çakı satın alsın. Aradan bir hafta geçsin, iki öğrenci, çakılarını birbirlerine göstersinler; şimdi ancak pek uzak bir benzerlik vardır arasında — başka başka ellerde çakılar ne kadar değişmiştir. (Çocuklardan birinin annesi şöyle der hatta: Sizin elinizde zaten ne sağlam kalır ki…) Evet, evet: İnsanın bir Tanrı’sı olsun da kullanmasın, mümkün müdür? Evet, mümkündür. Bütün bunlar, mümkün olduğu, hiç değilse bir imkân zerresi taşıdıkları takdirde, ne pahasına olursa olsun, bir şey yapmalı. Herhangi birisi, yani insanı tedirgin eden bu şeyleri ilk düşünen birisi, ihmal edilmiş işleri telâfiye başlamalıdır; hatta rasgele birisi olsun, bu işin tam ehli olmasın: bu işi yapacak başka kimse yok ki. Bu genç, âciz yabancı, Brigge, beşinci katta oturup yazacaktır; gece gündüz: Evet, yazmalıdır; bunun sonu bu olacak.
Rainer Maria Rilke (The Notebooks of Malte Laurids Brigge)
Kötü huylu çocuğunuz dokunduğu her şeyi bozuyor mu? Hiç kızmayın, bozabileceği şeyi erişebileceği uzaklık dışında tutun. Kullandığı mobilyaları mı kırıyor? Ona başkalarını vermekte hiç acele etmeyin; bırakın yoksun kalmanın acısını hissetsin. Odasındaki pencerelerin camlarını mı kırıyor? Nezleye yakalanmasına aldırış etmeden, bırakın rüzgâr gece gündüz üstüne essin; çünkü deli olmaktansa nezle olması daha iyidir. Size verdiği tedirginliklerden hiç yakınmayın, ama bunları ilkönce onun hissetmesini sağlayın. Sonunda pencere camlarını hiçbir şey söylemeden yeniden taktırın: Onları yine kıracaktır. O zaman yöntem değiştirin; ona soğuk bir biçimde, ama kızmadan deyin ki: Pencereler benim, onlar benim çabamla oraya konuldu, onları korumak isterim. Sonra onu karanlıkta penceresiz bir yere kapatın; bu yeni yöntem karşısında bağırmaya, kıyameti koparmaya başlar; kimse onu dinlemez. Az sonra uslanır ve tutum değiştirir. Yakınır, inler; bir hizmetçi gelir, asi çocuk ondan kendisini kurtarmasını ister. Hizmetçi, bir şey yapmamak için bahane aramadan, ona, Benim de korumam gereken camlarım var, diyerek çekip gider. Sonunda çocuk orada saatlerce sıkılacak ve durumu anlayacak kadar uzun süre kaldıktan sonra biri ona size bir anlaşma önermesini salık verecektir, öyle ki bu anlaşmaya göre onu serbest bırakacaksınız, o da artık cam kırmayacaktır; canına minnettir. Gelip kendisini görmenizi rica edecektir; geleceksiniz, size önerisini yapacak, siz de hemen bu öneriyi kabul edip şöyle diyeceksiniz: Çok güzel bir düşünce, ikimiz de bundan kazançlı çıkacağız. Bu güzel düşünce neden daha önce aklımıza gelmedi ki! Sonra da, verdiği söze ne karşı çıkmasını ne de doğrulamasını ondan istemeden, orada ant içilmiş gibi, bu anlaşmaya kutsal ve bozulamaz bir anlaşma gözüyle bakarak, onu sevinçle kucaklayacak ve hemen odasına götüreceksiniz.
Jean-Jacques Rousseau (Emile: or Concerning Education)
Nihayet insanlık öldü. Haber aldığımıza göre uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre, "yahu insanlık öldü mü?" diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. Bu nedenle gazetelerinde,"insanlık öldü mü?" ya da "insanlık ölür mü?" biçiminde büyük başlıklar yayımlamakla yetinmişlerdir. Fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar, telgraflar yağmıştır; herkes, insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir. Bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsada, yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. Evet, insanlık artık aramızda yok. İnsanlıktan uzun süredir ümidini kesenler ya da hayatlarında insanlığın hiç farkında olmayanlar bu haberi yadırgamamışlardır. Fakat insanlık aleminin bu büyük kaybı, birçok yürekte derin yaralar açmış ve onları ürkütücü bir karanlığa sürüklemiştir; o kadar ki, bazıları artık insanlık olmadığına göre bir alemden de söz edilemeyeceğini ileri sürmeğe başlamışlardır. Bize göre, böyle geniş yorumlarda bulunmak için vakit henüz erkendir. İnsanlık artık aramızda dolaşmasa bile hatırası gönüllerde her zaman yaşayacak ve çocuklarımız bizden, bir zamanlar insanlığın olduğunu bizim gibi nefes alıp ıztırap çektiğini öğreneceklerdir. İnsanlığın güzel ve çekingen yüzünü ben de görür gibi oluyorum. Zavallı insanlık kendini belli etmeden sokaklarda dolaşır ve insanlık için bir şeyler yapmaya çalışanları sevgiyle izlerdi. Bugün için insanlık ölmüşse de onun ilkeleri akıllara durgunluk verecek bir canlılıkla aramızda yaşamaya devam edecektir. İnsanlıktan paylarını alamayanlar için zaten bir ölüydü; onun bu kadar uzun yaşamasına şaşılıyordu. Yıllarca önce küçük bir kasabada dünyaya gelen insanlık, dünya savaşlarından birinde çok rutubetli bir siperde göğsünü üşütmüş ve aylarca hasta yatmıştı. Bu olaydan sonra hastalığın izlerini bütün ömrünce ciğerlerinde taşıyan insanlık önce ki gece sabah karşı nefes alamaz olmuş ve gösterilen bütün çabalara rağmen gün ağarırken doktorlar insanlıktan ümitlerini kesmek zorunda kalmışlardır. Doğru dürüst bir tahsil göremeyen ve kendi kendini yetiştiren insanlık hiç evlenmemişti. Küçük yaşta öksüz kalan insanlığa doğru dürüst bir mirasta kalmamıştı. Bu yüzden sıkıntılarla geçen hayatı boyunca insanlık, başkalarının yardımıyla geçinmeğe çalışmıştı. İnsanlığın ölümüyle ülkemiz boşluğu doldurulması mümkün olmayan bir değerini kaybetmiştir. Gazetemiz, insanlığın yakınlarına baş sağlığı ve sonsuz sabırlar diler. Not: merhumun cenazesi önce uzun yıllar yaşamış olduğu hürriyet caddesinden geçirilecek ve ölümüne kadar içinde barındığı ümit apartmanı bodrum katında yapılacak kısa ve sade törenden sonra toprağa verilecektir.
Oğuz Atay
Belli ki birisi piramitleri akılda bulundurmamızı istemiş çünkü piramit sembolü düzenli olarak ellediğimiz ya da gözlemlediğimiz şeylerde dikkat çekici bir biçimde yer alıyor. Herhangi bir gün içinde piyasada iki milyardan fazla bir dolarlık banknot dolaşır. Yüzyılın büyük bir bölümünde Amerika Birleşik Devletleri'nde içilen sigaraların yarısı Camel idi, yani yılda aşağı yukarı otuz milyar. Piramitlerin modern çağın en popüler iki nesnesini süslemesinin rastlantısal bir seçim olma ihtimali zayıf. Birisi dolaların ve sigaraların geniş çapta dolaşımda olacağını biliyordu ve piramitlerin de onlarla birlikte gezmesini sağlamıştı. Orijinal yapılardan mesafe ve zaman nedeniyle ayrı düşen bir kültüre piramitlerin, eğer almasını öğrenirsen bize verecek değerli bir şeye sahip oldukları hatırlatılacaktı. .... Gerçek hükümetler gece geç saatlerde, İran halılarının en zengin örnekleriyle döşeli penceresiz odalarda yıllanmış konyaklar ve Havana puroları içerek toplantı yapıyorlardı. .... Yirminci yüzyılın son çeyreğinin anonim barbarları gibi- .... Hakikat tınısı seslerin en güzelidir; gerçi kimi kadınlar yatakta kesinlikle onunla boy ölçüşecek gürültüler çıkarır. .... Berberiler şuna inanırdı: Mezarda bellek bulunmadığına göre defin yığınından alınan toprak insanın üzüntülerini, bilhassa mutsuz aşkın yol açtığı kalp kırıklığını unutmasına yardımcı olabilirdi. .... Esasen kitle güdülerini düzenlemek, yönlendirmek ve tatmin etmek üzere tasarlanmış bu toplumda insanın birey olarak sahip olduğu sessiz bölgelere sunulacak ne var? Din? Sanat? Doğa? Hayır, kilise, dini standart bir halk gösterisine dönüştürmüştür, müze de aynısını sanat için yapmıştır. Grand Canyon ile Niagara Şelaleleri'ne o kadar çok bakılmıştır ki, bu yerler bitkin düşmüş çok fazla sayıda aptal göz tarafından emilerek içleri boşaltılmıştır. İnsanın birey olarak sahp olduğu sessiz bölgelere sunulacak ne var? Geceyarısı kağır tabaka soğuk tavuk kemiğine ne dersiniz, emriniz doğrultusunda uzayan ya da kısalan alev rengi ruja ne dersiniz, hiç tanımadığınız bir "kuş" tarafından terk edilmiş suni köpükten bir kuş yuvasına ne dersiniz, sağanak yağmurda arabayla evinize giderken birbirini boş yere izleyen bir çift sileceğe ne dersiniz, sinemada koltuğun altından ayakkabınıza değen bir şeye ne dersiniz, körelmiş kurşunkalemlere, şirin çatallara, tombul küçük radyolara, kutular dolusu kravata ve küvet başında duran banyo köpüklerine ne dersiniz? Evet otistik görüş ile deneysel dünya arasındaki bağı kuran, bu şeylerdir, bu uçurtma ipleridir, zeytinyağı şişeleridir ve meyveli şeker ezmeleriyle dolu Sevgililer Günü kalpleridir. Bu şeyleri hakiki gizemli ışıklarında göstermektir Ay'ın amacı. .... İnsan vücudundan büyük nesneler aleni olma niteliği taşır. Ay, bir şey ne kadar aleni olabilirse o kadar alenidir. Fakat Ay, mahremiyet duygusu uyandırmakta nadiren başarısızlığa uğrar. .... Aramak, akılsız, nevrotik, deliye dönmüş bir halde ya da korkakça yapıldığında bir saklanma biçimi olabilir. .... -Sen de benim düşündüğümü mü düşünüyorsun? -Sanmam. Domates kelimesinin kökenini düşünüyordum. .... Haliyle çok yağmur yağıyordu. Meşhur Seattle yağmuru. Aşk, kalıcı olacaksa ayaklarının ıslanmasına hazırlıklı olmalıydı. .... Mutlu bir çocukluğa sahip olmak için asla geç değil.
Tom Robbins (Still Life with Woodpecker)