“
Iggy: "I'll grab a zebra; Gaz, you fill all the bubbles with your trademark scent. so people are choking and gagging; and let's throw beef jerky in their eyes! Now, that's a plan!
”
”
James Patterson
“
Öne çıktım, “Göz yaşartıcı gaz sıkmanıza gerek yok” dedim. “Arkadaşlar zaten yeterince duygusal insanlar.
”
”
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
“
Uh-oh,' said Gazzy, but Angel was so nauseated she didn't have time to leap to a safe distance, or grab a gas mask
Bbbbbrrrrrrrttthhhhhhttttttt.
'Mother of God, no!' Total cried, doing a fast belly-crawl to the pool and throwing himself in. 'You said it wasn't your digestive system!'
'What was that?' Dylan asked. He winced and threw an arm oer his nose and mouth.
...
'Sorry,' Gazzy said miserably, but he couldn't help a tiny grin.
Nudge was clawing at a stack of towels to cover her face.
'Nice one, Gaz,' said Iggy.
...
'Wait-that was Gazzy? Is that why you call him...Oh, crap,' Dylan said weakly.
”
”
James Patterson (Fang (Maximum Ride, #6))
“
You have quite the clever tongue on you!”
“I’ve never actually had someone’s tongue on me,” Shallan said, turning a page and not looking up, “clever or not. I’d hazard to consider it an unpleasant experience.”
“It ain’t so bad,” Gaz said.
”
”
Brandon Sanderson (Words of Radiance (The Stormlight Archive, #2))
“
The world just changed, Gaz,” Kaladin said, leaning in close. “I died down at that chasm. Now you’ve got my vengeful spirit to deal with.
”
”
Brandon Sanderson (The Way of Kings (The Stormlight Archive, #1))
“
Each substance of grief hath twenty shadows, which shows like grief itself, but is not so; or sorrow's eye, glazed with blinding tears, divides one thing entire to many objects: like perspectives which, rightly gaz'd upon, show nothing but confusion:
”
”
William Shakespeare (Richard II)
“
One condition,” Cilla sniffled through a joyful smile. “We are not naming our child after any of your grandfather’s fonts.” “I wouldn’t dream of it,” Gaz said. “The only other one that crackpot invented was called the Serif of Nottingham.
”
”
Heather Cocks (The Royal We (Royal We, #1))
“
Philibert prenait toujours du chocolat au petit déjeuner et son plaisir, c'était d'éteindre le gaz juste avant que le lait déborde. Plus qu'un rite ou une manie, c'était sa petite vistoire quotidienne. Son exploit, son invisible triomphe. Le lait retombait et la journée pouvait commencer : il maîtrisait la situation.
”
”
Anna Gavalda (Hunting and Gathering)
“
Kaladin spun through the last motions of the kata, chasm forgotten, bridgemen forgotten, fatigue forgotten. For a moment, it was just him. Him and the wind. He fought with her, and she laughed.
He snapped the spear back into place, holding the haft at the one-quarter position, spearhead down, bottom of the haft tucked underneath his arm, end rising back behind his head. He breathed in deeply, shivering.
Oh, how I’ve missed that.
He opened his eyes. Sputtering torchlight revealed a group of stunned bridgemen standing in a damp corridor of stone, the walls wet and reflecting the light. Moash dropped a handful of spheres in stunned silence, staring at Kaladin with mouth agape. Those spheres plopped into the puddle at his feet, causing it to glow, but none of the bridgemen noticed. They just stared at Kaladin, who was still in a battle stance, half crouched, trails of sweat running down the sides of his face.
He blinked, realizing what he’d done. If word got back to Gaz that he was playing around with spears…Kaladin stood up straight and dropped the spear into the pile of weapons. “Sorry,” he whispered to it, though he didn’t know why. Then, louder, he said, “Back to work! I don’t want to be caught down here when night falls.
”
”
Brandon Sanderson (The Way of Kings (The Stormlight Archive, #1))
“
On suffoquait, les chevelures s'alourdissaient sur les têtes en sueur. Depuis trois heures qu'on était là, les haleines avaient chauffé l'air d'une odeur humaine. Dans le flamboiement du gaz, les poussières en suspension s'épaississaient, immobiles au-dessous du lustre. La salle entière vacillait, glissait à un vertige, lasse et excitée, prise de ces désirs ensommeillés de minuit qui balbutient au fond des alcôves. Et Nana, en face de ce public pâmé, de ces quinze cents personnes entassées, noyées dans l'affaissement et le détraquement nerveux d'une fin de spectacle, restait victorieuse avec sa chair de marbre, son sexe assez fort pour détruire tout ce monde et n'en être pas entamé.
”
”
Émile Zola (Nana)
“
Hang on, you can’t punish a man for being in love,” Gaz shouted. “Love means nothing in tennis,” I said. “Literally, in fact.
”
”
Heather Cocks (The Royal We (Royal We, #1))
“
So, that was the original Happy Mondays line-up before Bez joined. Shaun Ryder, Paul Ryder, Mark Day, Paul Davis and Gaz Whelan. X, Horse, Cowhead, Knobhead and No Arse.
”
”
Shaun Ryder (Twisting My Melon)
“
Modernlik diye bir şey yoktur. Biz kendi benliğimizden dolayı bizden evvelkileri geri zannediyoruz. Biz şimdi elektrikle aydınlanıyoruz diye gaz lambasıyla, mumla, yağ kandili ile aydınlananları geri zannediyoruz. Hz. Mevlana yağ kandiliyle aydınlanıyordu, sen elektirikle aydınlanıyorsun diye bir satır mesnevi mi yazabildin? Onun için bu modernlik denen şeyi ben kabul etmiyorum.
”
”
Ömer Tuğrul İnançer
“
Bir insanın acı çekmesi, boş bir odadaki gazın davranışına benzer. Boş bir odaya belli miktarda gaz verildiği zaman, oda ne kadar büyük olursa olsun, gaz odanın tamamına yayılır. Dolayısıyla insanın çektiği acının ‘büyüklüğü’ kesinlikle görecelidir.
”
”
Viktor E. Frankl
“
Vivre avec une personne déprimée n'est pas facile. La dépression occupe un espace physique, elle enfle et se glisse sous les portes closes. Elle flotte d'une pièce à l'autre, comme un gaz toxique, un brouillard qui finit par envahir toute la maison.
”
”
Shaun Hamill (A Cosmology of Monsters)
“
Kimi zaman öyle geliyor ki, hayatım boyunca katı hale geçemedim ben, durmadan masaların, koltukların, sehpaların altına ve yetişkinlerin ayaklarının dibine çöken, bereket versin havadan ağır bir gaz olarak yaşadım bunca yılı. Yirmi altı yılı. Ve bu yirmi altı yıl boyunca tek bir şeyi istedim, tek bir şeyin peşinden koştum, koş dedim ruhuma, koş alçak, koş pislik, o da koştu…Karşıma çıkan herkesin, kadın erkek, çoluk çocuk, herkesin bana aşık olmasını istedim. İşte benim basit gerçeğim! Ama artık, içkili ve kalabalık bir akşam yemeği hayal ediyorum. Açık havada, çıplak ampullerin altında. Güzel şeyler yiyip içmişiz. Nefis bir yaz gecesi. Masada kalan son kişi ben olmak istiyorum. Eşlerin birlikte kalkmasını seyrediyorum sessizce. Sonra erkeklerden yemeğe yalnız gelmiş kadınları evlerine bırakmalarını rica ediyorum. Masada tek başıma kalmak istiyorum. Rüzgarla sallanan çıplak ampüllerin altında. Ağustosböceklerini dinliyorum ve bir parça kuru ekmek atıyorum ağzıma.
”
”
Barış Bıçakçı (Herkes Herkesle Dostmuş Gibi...)
“
When forty winters shall besiege thy brow And dig deep trenches in thy beauty’s field, Thy youth’s proud livery, so gaz’d on now, Will be a tatter’d weed, of small worth held;
”
”
William Shakespeare (Shakespeare's Sonnets)
“
Suferința omului se aseamănă cu comportamentul gazului. Dacă se pompează o anumită cantitate de gaz într-o încăpere goală, gazul va umple camera complet și uniform, indiferent de cât de mare ar fi ea. Tot astfel, suferința umple întru totul sufletul uman și gândirea conștientă, indiferent dacă e vorba de o suferință mare sau de una mică. De aceea, mărimea suferinței umane este absolut relativă.
”
”
Viktor E. Frankl
“
Il faut vous dire que, la dernière fois que Jade a essaye de se tuer, elle a avale dix gélules d'ultra-levure. Tout juste de quoi avoir des gaz pendant deux heures. C'est ce qui s'appelle vouloir en finir ... Le pire c'est qu'elle a appelle SOS médecin.
”
”
Gilles Legardinier (Demain j'arrête!)
“
O sesimsi şey - ses diyeceğiz artık ona, çünkü başka dünyavi sözcük yok bunun için-başının ağrıyıp ağrımadığını soruyor, Zehra "Galiba" diye cevap veriyor; "sanırım ağrıyor." O ses gülüyor, "Anladım" diyor, "çünkü bu ağrıyı bilirim. "Nereden bilirsin" diye soruyor Zehra. Ses, "Çünkü benim de başım ağrımıştı" diye yanıtlıyor onu.
Zehra'nın kafasının içindeki konuşma devam ediyor.
"Ne zaman ağrımıştı?
"Darbe aldığım zaman"
"Ne darbesi?
"İsyan sırasında başıma aldığım darbe."
"Cop mu, gaz kapsülü mü, TOMA mı?
Sayfa: 15
”
”
Zülfü Livaneli (Konstantiniyye Oteli)
“
Dülger balığının ölüm hali uzun sürüyor. Sanki balık şu hava dediğimiz gaz suya alışmağa çalışmaktadır. Hani biraz dişini sıksa, alışması mümkündür gibime geldi.
Bu iki saat süren ölüm halini, dört saate, dört saati sekiz saate, sekiz saati yirmi dörde çıkardık mıydı; dülger balığını aramızda bir işle uğraşırken görüvereceğiz sanıyorum.
Onu atmosferimize, suyumuza alıştırdığımız gün, bayramlar edeceğiz. Elimize görünüşü dehşetli, korkunç, çirkin ama aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaratık geçirdiğimizden böbürlenerek onu üzmek için elimizden geleni yapacağız. Şaşıracak, önce katlanacak. Onu şair, küskün, anlaşılmayan biri yapacağız. Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükûnunu kötüleyecek, canından bezdireceğiz. İçinde ne kadar güzel şey varsa hepsini, birer birer söküp atacak. Acı acı sırıtarak İsa'nın tuttuğu belinin ortasındaki parmak izi yerlerini, mahmuzları, kerpeteni, eğesi, testeresi ve baltasıyla kazıyacak. İlk çağlardaki canavar halini bulacak.
Bir kere suyumuza alışmağa görsün. Onu canavar haline getirmek için hiç bir fırsatı kaçırmayacağız.
”
”
Sait Faik Abasıyanık (Alemdağ'da Var Bir Yılan)
“
Les prétendues chambres à gaz hitlériennes et le prétendu génocide des Juifs forment un seul et même mensonge historique qui a permis une gigantesque escroquerie politico-financière, dont les principaux bénéficiaires sont l’État d’Israël et le sionisme international, et dont les principales victimes sont le peuple allemand — mais non pas ses dirigeants et le peuple palestinien tout entier.
”
”
Robert Faurisson (Mémoire en défense: contre ceux qui m’accusent de falsifier l’histoire)
“
The latter part of our Journey from the entrance of Wiltshire into Salisbury was very rough and abounded with Jolts, the Holes we were obliged to go through being very many and some of them Deep; and so it was with much Relief that we left the Coach at Salisbury and hired two Horses for the road across the Avon to the Plain and Stone-henge. When we came to the edge of this sacred Place, we tethered our Horses to the Posts provided and then, with the Sunne direct above us, walked over the short grass which (continually cropt by the flocks of Sheep) seemed to spring us forward to the great Stones. I stood back a little as Sir Chris. walked on, and I considered the Edifice with steadinesse: there was nothing here to break the Angles of Sight and as I gaz'd I opened my Mouth to cry out but my Cry was silent; I was struck by an exstatic Reverie in which all the surface of this Place seemed to me Stone, and the Sky itself Stone, and I became Stone as I joined the Earth which flew on like a Stone through the Firmament. And thus I stood until the Kaw of a Crow rous'd me: and yet even the call of the black Bird was an Occasion for Terrour, since it was not of this Time. I know not how long a Period I had traversed in my Mind, but Sir Chris. was still within my Sight when my Eyes were cleard of Mist. He was walking steadily towards the massie Structure and I rushed violently to catch him, for I greatly wished to enter the Circle before him. I stopped him with a Cry and then ran on: when Crows kaw more than ordinary, said I when I came up to him all out of Breath, we may expect Rain. Pish, he replied. He stopped to tye his Shooe, so then I flew ahead of him and first reached the Circle which was the Place of Sacrifice. And I bowed down.
”
”
Peter Ackroyd (Hawksmoor)
“
Güneş Sistemi'mizin merkezinde yer alan yıldızımız içerisine yaklaşık 1.287.000 adet Dünya sığabilir. Dünya'nın çapı çapı 12.742 kilometreyken, Güneş'inki 1.392.000 kilometredir! Güneş, Dünya'dan kütlece 333.000 kat ağırdır! Bu kütlesiyle Güneş, sistem içerisindeki tüm kütlenin %98'ini barındırır. Güneş'in kendi çevresindeki dönüşü 27.4 günde tamamlanır. Güneş'in %92'si hidrojenden oluşur. Her saniye Güneş'te 7.000.000 ton gaz harcanır.
”
”
Anonymous
“
I won’t stand there and watch while men die behind me. We have to be better than that! We can’t look away like the lighteyes, pretending we don’t see. This man is one of us. Just like Dunny was.
“The lighteyes talk about honor. They spout empty claims about their nobility. Well, I’ve only known one man in my life who was a true man of honor. He was a surgeon who would help anyone, even those who hated him. Especially those who hated him. Well, we’re going to show Gaz, and Sadeas, Hashal, and any other sodden fool who cares to watch, what he taught me. Now go to work and stop complaining!
”
”
Brandon Sanderson (The Way of Kings (The Stormlight Archive, #1))
“
Încercarea de a dezvolta un simț al umorului și de a percepe lucrurile într-o lumină amuzantă e un truc pe care-l înveți pe măsură ce stăpânești arta de a trăi. Această artă poate fi practicată și într-un lagăr de concentrare, unde suferința e omniprezentă. Ca să fac o analogie: suferința unui om este similară comportamentului unui gaz. Când e pompat într-o cameră închisă, gazul va umple în cele din urmă spațiul, indiferent de cât de mare e camera. În același fel, suferința, indiferent de amploarea ei, umple cu totul sufletul uman și mintea conștientă. De aceea, „dimensiunea” suferinței umane este absolut relativă.
”
”
Viktor E. Frankl
“
Nothing in here except some empty wine bottles,” Red said, opening drawers and cabinets on the hutch. “Wait! I think I found Gaz’s sense of humor.” He held up something small between two fingers. “Nope. Just a withered old piece of fruit.” Gaz had found a small bedchamber at the rear of the room, through the door that Veil had noticed. “If you do find my sense of humor, kill it,” he called from inside. “That will be more merciful than forcing it to deal with your jokes, Red.” “Brightness Shallan thinks they’re funny. Right?” “Anything that annoys Gaz is funny, Red,” she said. “Well, I annoy myself!” Gaz called. (less)
”
”
Brandon Sanderson (Rhythm of War (The Stormlight Archive, #4))
“
Thou know'st how guiltless first I met thy flame,
When Love approach'd me under Friendship's name;
My fancy form'd thee of angelic kind,
Some emanation of th' all-beauteous Mind.
Those smiling eyes, attemp'ring ev'ry day,
Shone sweetly lambent with celestial day.
Guiltless I gaz'd; heav'n listen'd while you sung;
And truths divine came mended from that tongue.
From lips like those what precept fail'd to move?
Too soon they taught me 'twas no sin to love.
Back through the paths of pleasing sense I ran,
Nor wish'd an Angel whom I lov'd a Man.
Dim and remote the joys of saints I see;
Nor envy them, that heav'n I lose for thee.
”
”
Alexander Pope (Eloisa to Abelard)
“
Turnavitu nu a fost multă vreme decât un simplu ventilator pe la diferite cafenele murdare, grecești, de pe strada Covaci și Gabroveni. Nemaiputând suporta mirosul ce era silit să aspire acolo, Turnavitu făcu mai multă vreme politică și reuși astfel să fie numit ventilator de stat, anume la bucătăria postului de pompieri "Radu-Vodă" (...) Tot spre a place bunului său prieten și protector, Turnavitu ia o dată pe an formă de bidon, iar dacă este umplut cu gaz până sus, întreprinde o călătorie îndepărtată, de obicei la insulele Majorca și Minorca: mai toate aceste călătorii se compun din dus, din spânzurarea unei șopârle de clanța ușii Căpităniei portului și apoi reîntoarcerea în patrie...
”
”
Urmuz (Pagini bizare)
“
în fond, începu Ştefan cu un glas mai tulbure şi vorbind din ce în ce mai repede, în fiecare clipă fiecare dintre noi putem muri. Şi putem muri fără glorie, ca nişte furnici călcate în picioare, ca nişte şoareci prinşi în cursă, stropiţi cu gaz şi arşi de vii. Nu ne putem împotrivi acestui destin. Dar avem măcar datoria să protestăm împotriva lui. Şi, eu cel puţin, nu am alt mijloc de a protesta decât refuzând să fiu confiscat, macerat şi terorizat de acest destin. Dacă va fi să mor azi, mâine sau într-o lună — am să mor. Dar am să mor, cel puţin, mândru că n-am renunţat la demnitatea mea umană, la libertatea mea. Istoria mă va omorî, dar nu va omorî un sclav — ci un om liber, care a ştiut să-şi * smulgă măcar o frântură din viaţa lui terorii istoriei.
”
”
Mircea Eliade
“
... Bu şehirde yaşamak, yüzde yüz korumasız olmak ve her saniye ölümün nefesini ensende hissetmek demek. Çaresizlik duygusu, ölümlülüğümün kapladığı alanı bedenimin doldurmasından kaynaklanıyor ve dur durak bilmeyen bombardıman yüzünden içinde bulunduğu durum insanın aklından hiç çıkmıyor. Ruh sağlığını korumak ancak en iyi korunan sığınağı bulmakla mümkün. Tecrübeyle sabit ki, en etkin sığınak kitaplardan yapılandır. Yakındaki bir tüpgaz deposuna bomba isabet etti ve fıslayarak sızan gaz müthiş bir kokuyla bütün sokağı kapladı. Uzmanlara göre durum tehlike arz ediyordu, ertesi gün büyüklü küçüklü bütün delikleri kitaplarla tıkadık. Belediye kütüphanesinin deposunu sığınağa dönüştürürken kitapları boşalttığımız için malzemeden yana sıkıntımız yoktu. Bomba düştüğünde kitapların şarapnelleri perdeleyip tutma özelliği var. Marksist bir kütüphanede çalıştığı için karısı eve, durmadan Lenin, Engels ve Kardelj'in bedava kitaplarını taşımış olan bir tanıdığımın hayatı o sayede kurtuldu.
Tipik bir Kafkari benzetme -kitap kafanızı korur- bizim için gerçek oldu. Saraybosna'da bir şair kendine kitaplardan gerçek bir sığınak inşa etti. Antredeki pencereye, cephedeki ön saflardaki nöbetçi misali, üzerinde "Tito ile Zafere" yazılı vinylex kapaklı lüks ciltli kalın bir kitap koydu...
”
”
Semezdin Mehmedinović (Sarajevo Blues)
“
Que la langue du génocide ne doive, à aucun prix, se galvauder ; que veiller sur la probité des mots en général et de celui-ci en particulier soit une tâche intellectuelle et politique prioritaire ; qu'il se soit produit à Auschwitz, un événement sans précédent, incomparable à tout autre et que la lutte contre la banalisation, et de la chose, et du mot qui la désigne, soit un impératif, non seulement pour les Juifs, mais pour tous ceux que lèse ce crime (autrement dit, l'humain comme tel ; l'humain en chaque homme, chaque femme, d'aujourd'hui) ; que la Shoah soit le génocide absolu, l'étalon du genre, la mesure même du non-humain ; que cette singularité tienne tant à l'effroyable rationalité des méthodes (bureaucratie, industrie du cadavre, chambre à gaz) qu'à sa non moins terrible part d'irrationalité (l'histoire folle, souvent notée, des trains de déportés qui avaient, jusqu'au dernier jour, priorité sur les convois d'armes et de troupes), à sa systématicité (des armées de tueurs lâchés, dans toute l'Europe, à la poursuite de Juifs qui devaient être traqués, exterminés sans reste, jusqu'au dernier) ou à sa dimension, son intention métaphysique (par-delà les corps les âmes et, par-delà les âmes, la mémoire même des textes juifs et de la loi) - tout cela est évident ; c'est et ce sera de plus en plus difficile à faire entendre, mais c'est établi et évident...
(ch. 57
La Shoah au coeur et dans la tête)
”
”
Bernard-Henri Lévy (War, Evil, and the End of History)
“
Kushtim
Mëngjezi erdh, dhe hapi i tij i lehtë
Ma ngriti gjumin që më kish në gji,
Unë ika malit nga kasoll’ e qetë,
Duke u endur me një shpirt të ri;
Ma mbushe zemrën me dëfrim e jetë
Lulja e vesuar gjithë njomështi;
Një dritë hareje befas niste e ndrinte
Përtërinte botën që të më përtërinte.
Dhe si po ngjitesha nga lumi i dëlirë
Pluskonte larg një mjegull pa pushim.
Ajo më futi në një mugëtirë,
Ma vrenjti rretheqark vështrimin tim;
S’do ta shijoja pamjen aq me hirë,
Ngaqë u mblodh një muzg, një turbullim;
Pastaj prej resh u gjenda si i sulmuar,
I vetëm e mes territ i mbuluar.
Menj’herë dielli u duk të depërtojë,
Në mjegull u ndërpa një qartësi.
Këtej zu muzgu tatëpjetë të shkojë;
Andej të ngjitë pyll e lartësi.
Si desh ky syri im që ta vështrojë,
Pas territ diellin, më me bukuri!
Luftë e tejdukshme s’kishte përfunduar,
Erdh një shkëlqim, dhe mbeta i verbuar.
Nuk ta them emrin. Shumëkush mbi tokë
Ta thotë shpesh, të quan si të tij,
Sikush për shenjë ty të ka në kokë,
Po drita jote i sjell vështirësi.
Ah, kur gaboja, kisha shumë shokë,
Sot që të njoh, jetoj krejt në vetmi;
Se lumturinë e ndiej vetëm fare,
S’ia shfaq asnjërit dritën magjistare.
Ajo po qeshte, e tha: - Tani kupton
Pse ta zbulova aq pak këtë pëlhurë!
Sapo shikon që rëndë më s’gabon,
Sapo më s’je çunak ti, si moskurrë,
Dhe nuk përmbush detyrën posi burrë!
Sa shquhesh ti ngado për ndonjë vlerë?
Kupto, jeto në paqe me të tjerë!
Më fal, bërtita, s’kisha keqmendim;
T’i hap se koti sytë e mi përherë?
Vullnet gazmor jeton në gjakun tim,
E njoh dhuratën tënde plot me vlerë!
Të tjerët do t’i mbush me atë bekim;
Më s’do ta fsheh talentin asnjëherë!
Kërkova rrugën aq me dashuri,
Dhe mos t’ua them vëllezërve të mi?
Dhe siç po flisja, qenia e mrekulluar
Më pas me zemër dhe me mëshirim;
Në sytë e saj sakaq para lexuar
Çfarë kisha bërë drejt e çfarë gabim.
Më qeshi, e ndjeva veten të shëruar,
Për gaz të ri m’u ngrit mendimi im;
Tani, pra, mundja, me besim pa anë,
T’i qasesha, ta shihja më nga pranë.
Ajo e zgjati dorën që ta kapë
Të lehtë si dhe pahun avullor;
Dhe duk’e prekur fillmëndafshtën napë
Kjo shkriu, u zhduk rrethimi mjegullor.
E shtija syrin mbi luginë prapë,
Mund ta sodisja qiellin madhështor;
Asaj i derdhej cipa m’e kulluar
Rreth shtatit t’hijshëm duke valëzuar.
- Të njoh, ta di çdo dobësi të kotë,
T’i di të mirat që ti ke gjithnjë, -
Më tha kështu, përjetë e ndiej si thotë, -
Pra, merr ç’të taksa prej qëkuri: asgjë
Nuk i mungon të lumturit në botë,
Që merr këtë dhuratë që u përbë
Me muzg mëngjesi e diell qartësie:
Prej së vërtetës - cipë poezie.
Kur ti dhe miqtë ndieni zagushi
Në mes të ditës, hidheni në erë!
Sakaq ju mvesh me ledha një freski,
Një afsh e duf prej lulesh plot me erë,
Pushon t’ju shqetësojë dheu i zi,
Si shtrat i butë bëhet varri i mjerë,
Qetohet vala e jetës së tërbuar
Dhe dita e nara ndritin pa pushuar.
Pra, eni shokë, kur duke rënduar
Ngarkesë e jetës shumë ju mundon,
Kur udhën tuaj fati i mrekulluar
Me lule e pemë t’arta jua bekon,
Drejt ditës s’ardhme shkojmë të bashkaur!
Ajo në jetën vjen na lumturon
Dhe nipërve, kur t’ikim përgjithmonë,
Iu bëftë gaz kjo dashuria jonë!
E përktheu: L. Poradeci
(nga: J.V. Gëte, Vepra të zgjedhura 3 - Poezi, Botimet Rilindja, 1989)
”
”
Johann Wolfgang von Goethe
“
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar ağır kanlı adamlardır
Değişen bir dünyaya karşı
Kerpiç duvarlar gibi katı
Çakır dikenleri gibi susuz
Kayıtsızca direnerek yaşarlar.
Aptal, kaba ve kurnazdırlar.
İnanarak ve kolayca yalan söylerler.
Paraları olsa da
Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
Her şeyi hafife alır ve herkese söverler.
Yağmuru, rüzgarı ve güneşi
Bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
Düşünemezler...
Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
Topraklarını büyütmeye çalışırlar.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar karılarını döverler
Seslerinin tonu yumuşak değildir
Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler.
Gazete okumaz ve haksızlığa
Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar.
Adım başı pınar olsa da köylerinde
Temiz giyinmez ve her zaman
Bir karış sakalla gezerler.
Çocuklarını iyi yetiştiremezler
Evlerinde, kitap, müzik ve resim yoktur.
Bir gün olsun dişlerini fırçalamaz
Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler.
Birbirlerinin evlerine ancak
Ölümlerde ve düğünlerde giderler.
Şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
Gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
Ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
Binlerce yılın kalın kabuğu altında
Yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
Aldanmak korkusu içinde
Sürekli birbirlerini aldatırlar.
Bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
Karılarından en az on adım önde yürürler
Ve bir erkeklik işareti olarak
Onları herkesin ortasında döverler.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
Kendilerinden olanlarla alay edip
Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
Devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir.
Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
Yiğittirler askerde subay dövecek kadar
Ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
Ezim ezim ezilirler.
Enflasyon denilince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.
Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp
Onbir ay gökyüzünden bereket beklerler.
Dindardırlar ahret korkusu içinde
Ama bir kadının topuklarından
Memelerini görecek kadar bıçkındırlar
Harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
Şehre giderler!
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar
Ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
Herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
Kızlarının talihsizliğini ve hayırsız oğullarını anlatırlar.
Yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
Bunun, Tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
Ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
Gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
Zengin bir akrabalarından söz ederler.
Kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
Ama sokağa çıkar çıkmaz sümküre sümküre
Yollara tükürürler..
Ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
Şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar.
Yarı gecelerde yıldızlara bakarak
Başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
Gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
Ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler.
Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa-
Sonuçlarını görmeden inanmazlar.
Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur.
Mülk düşkünüdürler amansız derecede
Bir ülkenin geleceği
Küçücük topraklarını ipoteği altındadır.
Ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden
Zamanın derin ırmakları önünde...
KÖYLÜLERİ, SÖYLEYİN NASIL
NASIL KURTARALIM?
”
”
Şükrü Erbaş
“
Güneş’e yaklaştıkça sıcaklıkları artar ve yüzeylerindeki katılar süblimleşerek gaz haline geçmeye başlar. Böylece çekirdeklerinin etrafında bir atmosfer olu- şur. Bu atmosfer, kuyrukluyıldızları göktaşlarından ayıran en önemli özelliktir
”
”
Anonymous
“
A Schönbrunn, les fêtes se suivent et se ressemblent, indifférentes au temps qui passe, au monde qui change, aux moeurs qui évoluent. Elégantes, poudrées, chamarrées, brillant des mille éclats des diamants, des cristaux, de l’argenterie ; évoluant aux pays glissés des valses, menuets et quadrilles ; bruissant de robes de soie, cliquetant de médailles, bourdonnant d’intrigues de cour ; si charmantes, si convenables, si ennuyeuses … Pendant que l’on se pavane, selon un protocole immuable, dans les salons rococo et les jardins au cordeau, les premières locomotives à vapeur ahanent sur les premiers kilomètres de rails, d’énormes machines de fonte et d’acier remplacent des contingents d’ouvriers dans les usines, l’éclairage au gaz arrive dans les théâtres et bientôt dans les rues, on parvient à produire et stocker de l’électricité, Niepce et Daguerre impressionnent les premières plaques photographiques … Des idées nouvelles issues de la Révolution, sur la liberté, l’égalité, les droits de l’homme, s’échafaudent en systèmes et s’enracinent dans les coeurs, un esprit de révolte fermente au centre des villes, au fond des campagnes, au sein des armées, partout le poids écrasant de cette monarchie obsolète devient insupportable…
Franz sait tout cela qui, du haut de ses onze printemps, regarde pavoiser ce beau monde. Boulimique de savoir et d’informations, François lui raconte raconte toutes ses visions dès qu’ils ont l’occasion d’être seuls ; les sociétés qu’il lui décrit sont bien loin de l’atmosphère empesée de Schönbrunn, les gens dont il lui parle sont bien plus vivants que ces momies figées dans leurs convenances. Aussi le petit duc pose-t’il sur cette fête - sa fête, pourtant - le regard blasé, impatient et las de celui qui sait qu’il assiste à la lente agonie d’un système sclérosé, mais sans pouvoir y changer quoi que ce soit, ni avancer ni retarder l’échéance.
”
”
Jean-Marc Ligny (La Dame Blanche)
“
Le ciel roulait un air de gaz pur, lavé par les pluies de la nuit, premiers essorages de l’automne. Les herbes claquaient, électrocutées de vent, le soleil tournait et les rafales, chargées de photons, épluchaient mes idées noires, emportaient les ombres.
”
”
Sylvain Tesson (Sur les chemins noirs)
“
But I can assure you, promise it, that I’ll be more valuable to you than these rancid buffoons. Please, at least let me try.” “Buffoons?” Gaz said. “Rancid?” Shob said. “Oh, that’s just moi boils, miss.
”
”
Brandon Sanderson (Oathbringer (The Stormlight Archive, #3))
“
Incalzire in pardoseala
Sistemele Margas pot fi instalate in multe tipuri de constructii (umede si uscate), noi sau renovate, in camere de zi sau in bai, mansarde, dormitoare, etc. Sisteme de incalzire in pardoseala REHAU Sistemele de incalzire in pardoseala REHAU ofera in prezent un excelent raport confort/rentabilitate și multa siguranta prin intermediul multor sisteme de incalzire in pardoseala montate peste tot in lume, in birouri, fabrici, locuinte, unitati de asitenta sociala si institurii publice. Adaptabilitatea la mai multe tipuri de pardoseli ofera sistemelor REHAU un prestigiu remarcabil. O temperatura ambientala plăcută este ușor de controlat daca vom folosi sistemele de încălzire prin pardoseală. Membrane de polietilena Membranele de polietilena pentru izolare folosite de Compania Margas indeplinesc normele stabilite pentru standardele DIN 0.
Datele tehnice pentru tevileTevile Rautherm folosite de noi sunt prezentate in urmatorul tabel: Proprietati Teste Valoare Unitati Densitate DIN0, g/cm Modul Young DINAprox. Clasele in care este disponibil acest tip de izolatie pentru pardoseala sunt urmatoarele: - EPS 0; - EPS 00. Tevile Universale Tevile Rautherm
sunt flexibile si au urmatoarele raze minime de îndoire : - ( x D) la> 0ºC - ( x D) la 0ºC. Apa calda necesara pentru functionarea sistemelor de incalzire REHAU poate fi furnizata de orice surs energetica, inclusiv regenerabila, solara, geotermala sau din surse conventionale – incalzirea electrica sau pe baza de gaz.
Sunt foarte recomandate persoanelor care sufera de boli alergice si familiilor cu copiii mici pentru ca scade pericolul de a se lovi de tevi sau calorifere.REHAU – sisteme de incalzire in pardoseala De ce ar trebui să aleg un sistem de incalzire in pardoseala ? Control. . Cu ajutorul unor dispozitive de controlat temperatura montate in fiecre camera in parte, puteți regla temperatura dorită în fiecare încăpere. Tevile Universale RAUTHERM sunt fabricate din polietilena reticulara. Din cauza suprafetei mari pe care sunt asezate tevile de propilena reticulara, nu este nevoie decat de o temperatura de - grade Celsius pentu apa care circula in sistem. Incepand cu conductele necesare pentru realizarea sistemului de incalzire, REHAU poate furniza tot ce este nevoie pentru o utilizare optimă a încălzirii prin pardoseală. Diminuarea curentilor de aer va determina o miscare mai redusa a a particulelor de aer si impuritati prezente in aer in mod constant.
Dar, piatra, parchetul montat prin metode clincker sau suprafețele ceramice sunt cele mai recomandate pentru astfel de situatii. Cost redus, confortabilitate mare, eficienta energetica maxima. incalzire in pardoseala pentru locuintele renovate!
Este o reputație castigata de-a lungul timpului cu eforturi sustinute pe care Compania Margas doreste să o mențină cat mai mult timp. Există mai multe beneficii pentru sistemele de incalzire in pardoseala de la REHAU: Spre deosebire de radiatoarele convenționale, încălzirea prin pardoseală asigură o distribuție uniformă a căldurii. Spatiile noi de locuint se potrivesc perfect sistemelor de încălzire prin pardoseală, deoarece acestea pot fi încorporate în planurile de constructie a locuintei chiar de la început.
Spre deosebire de sistemele clasice de calorifere, sistemele REHAU de încălzire prin pardoseala utilizează temperaturi semnificativ mai mici ale apei, pentru a încălzi o cameră in mod confortabil. Durata de viata a tevilor de plastic folosite la fabricarea sistemelor REHAU este de aproximativ 0 de ani. . Margas combină tehnologia moderna si ingineria germană, cu experiența de pestede ani în fabricarea sistemelor eficiente de încălzire prin pardoseală. Da, sistemele de încălzire prin pardoseală sunt deosebit de recomandate persoanelor care sufera de alergii. Sistemele moderne de control cu care sunt dotate instalatiile REHAU permit emiterea cantitatii dorite de caldura prin pardoseală, in momentul dorit si i
”
”
Ionuţ Popescu
“
When forty winters shall besiege thy brow
And dig deep trenches in thy beauty’s field,
Thy youth’s proud livery, so gaz’d on now,
Will be a tatter’d weed, of small worth held:
Then being ask’d, where all thy beauty lies,
Where all the treasure of thy lusty days,
To say, within thine own deep-sunken eyes,
Were an all-eating shame and thriftless praise.
How much more praise deserv’d thy beauty’s use,
If thou couldst answer ‘This fair child of mine
Shall sum my count, and make my old excuse,’
Proving his beauty by succession thine!
This were to be new made when thou art old,
And see thy blood warm when thou feel’st it cold.
”
”
William Shakespeare
“
Dincolo de un punct critic dintr-un spațiu finit, libertatea descrește proporțional cu creșterea numărului. Acest lucru este la fel de adevărat pentru ființele umane din spațiul finit al unui ecosistem planetar, ca și pentru moleculele unui gaz închis într-un recipient etanș. În ceea ce îi privește pe oameni, întrebarea este nu câți pot supraviețui în cadrul sistemului, ci ce fel de existență va fi posibilă pentru cei care vor supraviețui.
”
”
Frank Herbert (Dune (Dune, #1))
“
Midesinin hemen üstünde bir ağrı vardı, tekinsiz bir düşünceyi andıran bir endişe. Weltschmerz (Welshrats derdik eskiden), yani dünyanın kederiydi: Bir gaz gibi yükselerek ruha nüfuz eder, umutsuzluk yayar, öyle ki, neden kaynaklandığını arar, bulamaz insan.
”
”
John Steinbeck (East of Eden)
“
I mean, what the fook could Gaz, Bez or me be like without someone like Tony exploiting us? We wouldn’t ’ave jobs ’cos we can’t do fookin’ jobs. That’s just a fookin’ fact, right!
”
”
Nick Kent (The Dark Stuff: Selected Writings on Rock Music 1972-1993)
“
Tot spre a place bunului său prieten și protector, Turnavitu ia o dată pe an formă de bidon, iar dacă este umplut cu gaz până sus, întreprinde o călătorie îndepărtată, de obicei la insulele Majorca și Minorca
”
”
Urmuz (Pagini bizare)
“
göz yaşartıcı gaz sıkmanıza gerek yok," dedim. "arkadaşlar zaten yeterince duygusal çocuklar.
”
”
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
“
—No veo ningún problema —dijo Gaz con un gruñido—. Son rápidos. Eso es bueno. —Son insubordinados. —Siguen órdenes. —Las órdenes de él, tal vez. —Lamaril sacudió la cabeza—. Los hombres de los puentes existen por un solo propósito, Gaz. Para proteger las vidas de hombres más valiosos. —¿De verdad? Y yo que creía que su propósito era cargar puentes.
”
”
Brandon Sanderson (El camino de los reyes (El archivo de las tormentas, #1))
“
Gaz dudaba de que ninguno de los hombres de los puentes comprendiera realmente cuál era su lugar en los planes de Sadeas. Si supieran por qué trabajaban de manera tan implacable (y por qué tenían prohibido el uso de escudos o armaduras) probablemente se arrojarían ellos solos al abismo. Cebo. Eran cebo. Para atraer la atención de los parshendi, para dejar que los salvajes creyeran que lo estaban haciendo bien abatiendo a unos cuantos hombres de los puentes en cada asalto. Mientras tuvieran hombres de sobra, no importaba. Excepto a aquellos que morían. «Padre Tormenta —pensó Gaz—. Me odio a mí mismo por ser parte de esto.»
”
”
Brandon Sanderson (El camino de los reyes (El archivo de las tormentas, #1))
“
Journal de Kitty Winthrop
Samedi 30 mars 1940
Cette guerre dure depuis beaucoup trop longtemps – bien plus de six mois maintenant. La vie est devenue insupportable. Tout le monde s’active, il n’y a rien à manger, pas de nouveaux vêtements, pas de domestiques, pas de lumière après la tombée de a nuit et pas d'hommes. Il faut traîner partout son masque à gaz et filer aux abris antiaériens chaque fois qu’on entend les sirènes (bien qu’elles ne se soient pas déclenchées souvent jusqu’ici). Tous les soirs, on est obligés de tirer d’épais rideaux noirs pour occulter toutes les fenêtres afin qu’il ne filtre aucune lumière susceptible d’attirer l’œil des nazis sur l’endroit où nous habitons. On entend les nouvelles à la radio sur fond d’interminable friture, et tout le monde passe son temps à dire « chut » et à m’empêcher de jouer du piano.
Journal de Mrs. Tilling
Samedi 3 août 1940
Nous venons de vivre deux jours atroces. J’ai vraiment un mauvais pressentiment à propos de cette guerre, celui que nous allons être vaincus et perdre notre pays, notre culture, notre liberté. Que nous allons tout donner, toute notre énergie au combat, tous nos espoirs, nos rêves, tout donner de nous-mêmes. Et que les nazis arriveront et qu’il ne restera rien. Nous ne serons que des squelettes sans substance, nous les laisserons nous piétiner, diriger nos vies, notre quotidien, nos enfants – si tant est qu’il nous en reste.
”
”
Jennifer Ryan (The Chilbury Ladies' Choir)
Kerre & Brown, Gaz Woodham (Short Fat Chick in Paris)
“
Rozmnażające się błyskawicznie owady wyjadły oczy, zostawiając puste, wpatrzone w przestrzeń oczodoły. Skóra i włosy utrzymywały się na czaszce, lecz po kilku dniach wyraźnie zaczęły się zsuwać. Pod koniec pierwszego tygodnia zwłoki zaczęły nabrzmiewać. W miarę jak bakterie wyjadały żołądek i jelita, wytwarzane przez nie gazy zaczęły wypełniać i wydymać brzuch niczym balon. Tymczasem skóra przybierała intensywny, czerwonawy kolor. Tkanka tłuszczowa pod skórą zaczęła się rozkładać, nadając zwłokom szklisty połysk, zupełnie jakby zostały oblane polewą i upieczone w piekarniku. Gdy skóra przybrała barwę karmelu, zaczęła pokazywać się na niej sieć fioletowo-szkarłatnych linii przypominająca satelitarną mapę rzek. W rzeczywistości był to układ krążenia; krew w żyłach i tętnicach zaczęła gnić, rozdymając je i nadając im ciemniejszą barwę, przez co wyglądały tak, jakby ktoś wymalował je na ciele flamastrem.
”
”
Bill Bass, Jon Jefferson
“
Le gingembre est très intéressant pour apaiser les troubles digestifs, les spasmes, les coliques, les gaz intestinaux, les ballonnements, ainsi que pour compenser la perte d’appétit. Il possède des propriétés cholagogues (il augmente les sécrétions de la vésicule biliaire et facilite l’évacuation de la bile) et protectrices pour le foie. Il est très efficace pour réduire les nausées et les vomissements fréquents chez les femmes enceintes ou faisant suite à une intervention chirurgicale. On l’utilise aussi pour apaiser les symptômes liés au mal des transports et on le teste pour accompagner les personnes en chimiothérapie. Un antidouleur naturel Paradoxe de la nature, le gingembre à la saveur puissante, piquante, voire brûlante, développe en réalité des effets anti-inflammatoires, en inhibant les substances à l’origine des états d’inflammation. Il est donc conseillé pour soulager les douleurs avec une composante inflammatoire, en particulier menstruelles, musculaires (conséquence d’une lésion, d’un choc ou simplement d’une activité physique intense ou inhabituelle) ou encore arthritiques. En Asie, on fait infuser le gingembre pour réaliser un
”
”
Nathalie Cousin (Les Super Aliments - Pour être au top et booster sa santé (Santé / Bien-être (hors collection)) (French Edition))
“
C’est l’instant où le malade qui a été obligé de partir en voyage et a dû coucher dans un hôtel inconnu, réveillé par une crise, se réjouit en apercevant sous la porte une raie de jour. Quel bonheur ! c’est déjà le matin ! Dans un moment les domestiques seront levés, il pourra sonner, on viendra lui porter secours. L’espérance d’être soulagé lui donne du courage pour souffrir. Justement il a cru entendre des pas ; les pas se rapprochent, puis s’éloignent. Et la raie de jour qui était sous sa porte a disparu. C’est minuit ; on vient d’éteindre le gaz ; le dernier domestique est parti et il faudra rester toute la nuit à souffrir sans remède.
”
”
Marcel Proust (Du côté de chez Swann : Édition intégrale (À la recherche du temps perdu, #1&4-6))
“
Nim znaleziono ciała, bakterie w znacznym stopniu strawiły organy wewnętrzne, począwszy od żołądka i jelit. Podczas tego procesu mikroorganizmy uwalniały gazy, które wydymały brzuchy ofiar niczym balony. Pod ciałami i wokół nich rozlewały się kałuże ciemnej tłustej substancji, złożonej z lotnych kwasów tłuszczowych, które powstają podczas rozpadu tkanek. Włosy zaczynały się zsuwać z czaszek ofiar niczym zbyt luźne peruki. Zdjęcia małej Krystal należały do najbardziej przejmujących obrazów, jakie kiedykolwiek widziałem. Nagość dziewczynki ukazywała w sposób wyjątkowo wyrazisty, jak była młoda, mała i bezbronna. Okolice genitaliów dziecka znajdowały się w stanie daleko posuniętego rozkładu. Raport z sekcji zwłok podkreślał, że nie dało się określić, czy Krystal była molestowana seksualnie, gdyż nie pozwalał na to stan tkanki miękkiej. Tak czy inaczej, dziewczynka z pewnością padła ofiarą brutalnego ataku.
”
”
Bill Bass, Jon Jefferson
“
[...] Si vous prenez une carte, vous constatez que l’Algérie a une tout petite façade dans la méditerranée et a un énorme ventre dans le Sahara, ventre totalement artificiel puisque le Sahara n'a jamais été algérien puisque l’Algérie n'a jamais existé par le passé, et le Maroc, lui, est un pays qui, avec le sahara occidental, dispose d'une immense façade atlantique, de vives relations tournées vers l'ouest - le Maroc n'a pas de richesses minières, mais a une immense face à l'atlantique, l’Algérie a d'immense richesses en pétrole et en gaz, mais elle est coincée dans la méditerranée. le détroit de Gibraltar peut être fermé demain que l’Algérie sera totalement enclavée, alors que le Maroc a cette immensité d'ouverture vers l'Atlantique, et l’Algérie ne peut pas le supporter, dans le rapport géopolitique nord africain, il est bien évident que la riche Algérie n'est qu'un pays enclavé, par rapport au Maroc, bien moins doté au point de vue minier, mais qu'il a d’immenses façades d'ouvertures sur l'atlantique.
”
”
Bernard Lugan
“
Le premier point à prendre en compte est le fait que la production globale actuelle est quantitativement suffisante pour assurer l'alimentation de l'ensemble de la population mondiale. La disponibilité alimentaire mondiale est de 2 790 calories par jour et par personne (données de 2001-2003), ce qui pourrait être suffisant. La sous-alimentation qui affecte aujourd'hui un milliard d'individus pourrait être éradiquée par ure réorganisation de la production, notamment avec une réorientation vers la multiplicité des cultures vivrières et par un rééquilibrage du stock calorique, fort mal distribué (3 490 calories par jour et par personne dans les pays développés, contre 2 254 en Afrique subsaharienne). Quant à la malnutrition (carences en vitamines et minéraux) et à son envers, l'obésité et le surpoids (provoqués essentiellement par la diffusion des habitudes alimentaires promues par le secteur agroalimentaire et la grande distribution), qui affectent chacune un milliard d'individus, ils pourraient être résorbés, sans augmentation quantitative globale, par une réorientation vers une agriculture paysanne développant des pratiques agro-écologiques. Si l'agriculture industrielle actuelle fait valoir de manière tronquée sa supériorité, notamment en termes de productivité par hectare, une évaluation plus globale, incluant l'ensemble des coûts directs et indirects (notamment écologiques), invite à faire pencher la balance de l'efficacité du côté de l'agriculture paysanne. De fait, l'agriculture industrialisée est entraînée dans un cercle vicieux, marqué notamment par l'épuisement et la salinisation des sols, la multiplication des insectes résistant aux pesticides, la hausse des pathologies du bétail ; en outre, elle provoque une baisse du pouvoir nutritif des produits, notamment des fruits et légumes à croissance rapide. Enfin, il faut indiquer que les surfaces agricoles consacrées à des cultures non alimentaires (agrocarburants notamment) doivent être restituées à leur vocation initiale, ce qui offre une marge de manœuvre importante pour assurer à l'ensemble de l'humanité une alimentation quantitativement et qualitativement satisfaisante. On dispose également de deux leviers importants pour atteindre et maintenir cet impératif élémentaire : d'une part, une limitation de l'élevage, particulièrement glouton en énergie et en surfaces (40 % des grains actuellement produits sont destinés à l'alimentation animale) et écologiquement dangereux (importantes émissions de gaz à effet de serre) ; d'autre part, une élimination du gâchis alimentaire (évalué à 30 % au moins dans le système alimentaire industriel mondial, et à 100 milliards de dollars par an uniquement aux États-Unis). (p. 190-192)
”
”
Jérôme Baschet (Adiós al Capitalismo: Autonomía, sociedad del buen vivir y multiplicidad de mundos)
“
Tungjatjeta Shqipëri
Tungjatjeta Shqipëri, Nënë e fisit mirëpritës
për ata që të nderojnë.
Tungjatjeta Shqipëri, Nënë e fisit kryengritës
për ata që të lakmojnë!
Ti je Besa, bujaria, Nënë e fisit legjendar
për ata që të nderojnë.
Ti hakmarrja, burrëria, Nënë e fisit zemërzjarr
për ata që të shkelmojnë!
Ti o Nënë, tërë jetën sa kujtohet historia,
theve prangat që të hodhi shkelësi dhe barbaria!
Fryma jote, jeta jote, zemra jote është Liria!
Dhe kur bota ballkanike ra në zi, në robëri,
viset e tua kreshnike nuk i shkeli dot njeri.
Bijtë e tu sorkadhe mali, rritur erërash për trima,
suleshin mbi invazorët, si në malet vetëtima.
Ti me shekuj dhe kushtrimin për çlirimin e Ballkanit.
Ti me gjakun e arbëreshit skuqe jetën e tiranit,
shkele ligjet e sulltanit, ngrite zërin për Liri,
dhe me gaz djemtë të këndonin "Tungjatjeta Shqipëri!
”
”
Petro Marko
“
The origin of the Jews is revealed by the origin of their tribal
name. The word "Jew" was unknown in ancient history. The
Jews were then known as Hebrews, and the word Hebrew tells us
all about this people that we need to know. The Encyclopaedia
Britannica defines Hebrew as originating in the Aramaic word,
Ibhray, but strangely enough, offers no indication as to what the
word means. Most references, such as Webster's International
Dictionary, 1952, give the accepted definition of Hebrew. Webster
says Hebrew derives from the Aramaic Ebri, which in turn
19
derives from the Hebrew word, Ibhri, lit. "one who is from across
the river. 1. A Member of one of a group of tribes in the northern
branch of the Semites, including Israelites."
That is plain enough. Hebrew means "one who is from across
the river." Rivers were often the boundaries of ancient nations,
and one from across the river meant, simply, an alien. In every
country of the ancient world, the Hebrews were known as aliens.
The word also, in popular usage, meant "one who should not be
trusted until he has identified himself." Hebrew in all ancient
literature was written as "Habiru". This word appears frequently
in the Bible and in Egyptian literature. In the Bible, Habiru is
used interchangeably with "sa-gaz", meaning "cutthroat". In all
of Egyptian literature, wherever the word Habiru appears, it is
written with the word "sa-gaz" written beside it. Thus the Egyptians
always wrote of the Jews as "the cutthroat bandits from
across the river". For five thousand years, the Egyptian scribes
identified the Jews in this manner. Significantly, they are not
referred to except by these two characters. The great Egyptian
scholar, C. J. Gadd, noted in his book, The Fall of Nineveh,
London, 1923,
"Habiru is written with an ideogram. . . sa-gaz. . . signifying
'cut-throats'."
In the Bible, wherever the word Habiru, meaning the Hebrews,
appears, it is used to mean bandit or cutthroat. Thus, in Isaiah
1:23, "Thy princes are rebellious, and companions of thieves,"
the word for thieves here is Habiru. Proverbs XXVIII:24 ,
"Whoso robbeth his father or his mother, and saith, 'It is no
transgression; the same is the companion of a destroyer," sa-gaz
is used here for destroyer, but the word destroyer also appears
sometimes in the Bible as Habiru. Hosea VI:9 , "And as troops of
robbers wait for a man, so the company of priests murder in the
way by consent; for they commit lewdness." The word for robbers
in this verse is Habiru.
”
”
Eustace Clarence Mullins
“
bu kız bende hayatımın sonuna kadar bitirmeye imkân olmayan muazzam bir kitap tesiri yaptı. Ve ben o hale geldim ki, bütün kitaplarımı bu anlaşılmaz ve sihirli kitaptan bir satır okumak için feda edebilirdim. Bu kız kuyrukluyıldızlar gibiydi. Onlar gibi, görünen, parlayan bir kısmı vardı. Fakat kuyrukluyıldızların etrafını saran görünmez gaz tabakası gibi bu kızın etrafında da görünmeden civarını kasıp kavuran bir hava vardı. O, on adım uzaktan geçerken insan kendisine teemmürî bir şeyin, adeta sihirli bir rüzgârın şiddetle çarptığım duyuyordu.
”
”
Anonymous
“
İnanmış insanların yüzünde yalnızca kavganın izlerini görürsünüz. Şakağını sıyıran gaz fişeğinin bıraktığı yanığı, tozu, kiri, pasağı görürsünüz. Fakat kararlılık öyle sıcağı sıcağına görülecek şeylerden değildir. Gözlerinde onun, gözlerinin derininde parıldayan bir gelecek düşünün izini, umudun, güzel günlere duyulan mutlak inancın prıltısını ararsınız. Bulamazsınız. Çünkü bunlar barikat başında sabahlanan gecelerde kimsenin gözünün içine öyle durup dururken işlenmez. Dik duruyorlardı orada, dimdik duruyorlardı. Fakat benim gördüğüm kadarıyla, uykuya ihtiyaçları vardı fazlasıyla. Gaz gözlerini, genizlerini yakıp kavurmuştu. Ben kararlılık görmek istediğimde insanların gözlerine değil, bacaklarına ve omuzlarına bakarım. Barikatın ateşini kollayan bu elemanların bacakları her türden ağırlığı taşıyacak cinstendi, omuzlarıysa öne düşmemişti. Sanırım daha iyi bir dünya istiyorlardı. Bana kalırsa daha iyi bir dünya safiyane bir beklentiydi, olması gereken söndürülemez bir yangındı sadece. Yok edecek, kül edecek, bitirecek bir yangın.
”
”
Suat Duman (Dünyanın Leşleri)
“
Na Cidade (como notou Jacintho) nunca se olham, nem lembram os astros—por causa dos candieiros de gaz ou dos globos de electricidade que os offuscam. Por isso (como eu notei) nunca se entra n'essa communhão com o Universo que é a unica gloria e unica consolação da Vida.
”
”
Anonymous
“
....Canlı mıydım?
O uğursuz kıyıda
Öldüğüm gün de bilemedim.
Hep o sallantı, o devinim, o avcıl
Bayrak, bir aş tenceresi, biraz küfür,
Karı kız öyküleri, sonra
Dipteki ölülerin fısıl fısıl
Konuşmalarını dinledim.
Doğdum mu? Nasıl? Belki bir tezlik
Yeli kımıldadı, kan gibi.
Ağaç ve kızak, demir, yağ, halat, katran,
Boya kutuları, sünger, tel ve gaz...
Derken gün kokulu yüreğimdi ilk
Yapının boş gömütünde dikili
Sabırsız kaburgama çarpan.
Ruh, şarabı gördü üzümden önce
Süt, kan olmak için devinir
Tohum bildi herkesten önce ekmeği
Gün, denizi salıvermeden batmaz.
Ruh, şarabı gördü üzümden önce
Ağaç ne diye kalktı çiçeklendi,
Denize inmesi nedendir?...
”
”
Melih Cevdet Anday
“
Il la tenait toujours, et elle donnait de petites secousses avec ses poignets pour se dégager. Ils avaient des yeux qu'ils ne se connaissaient pas, un long sourire contraint et un peu honteux. Elle tomba sur les genoux, au bout du divan. Ils continuaient à lutter, bien qu'elle ne fît plus un mouvement du côté de la glace et qu'elle s'abandonnât déjà. Et comme le jeune homme la prenait à bras-le-corps, elle dit de son rire embarrassé et mourant: —Voyons, laisse-moi.... Tu me fais mal. Ce fut le seul murmure de ses lèvres. Dans le grand silence du cabinet, où le gaz semblait flamber plus haut, elle sentit le sol trembler et entendit le fracas de l'omnibus des Batignolles, qui devait tourner le coin du boulevard. Et tout fut dit. Quand ils se retrouvèrent côte à côte, assis sur le divan, il balbutia, au milieu de leur malaise mutuel: —Bah! ça devait arriver un jour ou l'autre.
”
”
Émile Zola (La curée (French Edition))
“
—Ah, joven del puente. —El bajo boticario se ajustó las gafas. Se inclinó hacia delante, pasando los dedos por su barba fina y blanca—. ¿Vienes por una guarda contra el peligro, tal vez? ¿O tal vez una joven limpiadora del campamento ha llamado tu atención? Tengo una poción que, deslizada en la bebida, la hará mirarte con buenos ojos. Kaladin alzó una ceja. Syl, sin embargo, abrió la boca con expresión sorprendida. —Deberías dársela a Gaz, Kaladin. No estaría mal que te apreciara más. «Dudo que su función sea esa», pensó Kaladin con una sonrisa.
”
”
Brandon Sanderson (El camino de los reyes (El archivo de las tormentas, #1))
“
Le monde réclamait du pétrole. L'économie mondiale, trouée de crises locales, avalait l'énergie, creusait les profondeurs du sol pour nourrir son développement. L'argent coulait de partout. Des crédits immenses. Les crises asiatiques, d'Amérique du Sud, de Russie, les famines et les massacres africains n'arrêtaient pas l'énorme vitalité de la planète, sa surchauffe d'argent, de consommation, de désirs inextinguibles. Le grand corps avait besoin de pétrole, d'électricité, de gaz, et les guerres mêmes et les massacres se nourrissaient d'énergie, la mort puisant aux meilleures sources de l'avidité. Brûlée de la fièvre de l'argent, innervée de ses multiples flux, l'économie du monde traversait une de ses plus grandes périodes de prospérité. Toutes ces chaudières bourrées jusqu'à la gueule finiraient par exploser...
”
”
Fabrice Humbert (La Fortune de Sila)
“
Korku
Yakup Kadri ile beraber Hamamönü semtinde üç katlı eski bir hımış ev tutmuştuk. İptidaî bir taşra evi idi. Önce tahta kurusundan temizlenmek için zamanın bütün ilâçlarını kullanmıştık. Misafirsiz yaşıyamıyacağımızı da düşündüğümüzden iki üç misafir odası döşemiştik. Döşeme söz: Kuru karyoladan ibaret.
Sanatkâr dostlarımızdan Çallı, rahmetli Namık İsmail, udî Nevres evimizde kalmışlardı. Daha bir hayli gelen gidenimiz de vardı. Ankara’da otel olmıyan ve han bozması kerpiçlerin bizim evden daha rahatsız olduğu günlerden bahsediyorum.
Akşamları ya çıkar, ya toplanırdık. Bizim gençlik, Ankara’nın cesaret ve iman devri idi. Abdullah isminde bir uşağımız vardı ki kardeşi rahmetli İsmail Canbolat’ın hizmetçisi idi. Bir gün bir facia duymuştuk: Canbolat’ın hanımı Çankaya’daki evlerinin penceresinden tutuşmuş bir kedinin kırlara doğru kaçtığını görmüş ve bayılmış. Meğer bizim Abdullah ve kardeşi et çalan bir kediyi cezalandırmak istemişler. Tutmuşlar, başkalarına ibret olması için komşu kedileri de evin altına toplamışlar. Onların gözü önünde hırsız kedinin üstüne gaz dökmüşler ve ateş vermişler. Abdullah’ı çağırıp sormuştuk. Hiç tınmadan:
- Ders olsun diye yaptık, demişti.
Bilmem kaç ay kalmıştık. Nihayet biz de sık sık gidip gelmekten usanarak Çankaya’da bir ev tuttuk. Taşınmağa hazırlandık. İyi hatırlıyorsam Yakup Kadri’nin akrabalarından Suad Karaosman da son gece misafirimizdi. Sabahleyin henüz sofada çayımızı içerken aşağı kattan bir silâh sesi ve bir feryat duyduk. Biraz ihtiyatlıca merdivenden indik. Bizim hizmetçi kız göğsünden kanlar akarak yerde yatıyor, başucunda da işte o Abdullah duruyordu. Katilin kızı vurup kaçtığını düşündüm:
- Abdullah çabuk bir polis getir, dedim.
- Başüstüne... dedi ve gitti.
Hikâye şu imiş. Meğer Abdullah kızla evlenmek istemiş. Kız reddedince şakadan mı, sahiden mi, her ne ise, benim yatak odamdan aldığı tabancayı ona doğrultmuş. Tetiği de çekmiş. Kurşun kızın göğsünden girip sırtından çıkmış. Ben yalnız yatak odamda tabanca bulundururum. Ceplerinde taşıyanlardan değildim. Fakat düşününüz: Katil âleti benimdi. Katile de evden gitmek fırsatını ben vermiştim.
Gazetelerin alabildiğine muhalefet yaptıkları, kulaklarına geleni, kalemlerine düşeni pervasızca yazdıkları zamanlardı. İstanbul gazeteleri pek az olan milletvekili gazetecilerin fisebilûllah aleyhinde idiler. Düştüğüm güç durumu düşününüz. Bereket Abdullah yanında polisle geldi.
Bir müddet sonra kızı hastahaneye, Abdullah’ı da hapse götürdüler. Gazeteci tedhişinden bahsederler. Gerçekten şahsî şereflerin iyice korunmadığı rejimlerde bu tedhiş vardır ve basın hürriyetinin amansız düşmanı da işte bu tedhiştir. Çünkü bu tedhiş tehlikesi altında bulunan herkes, basının elinden haklı hürriyetler de alındığı zaman sevinç duymasa bile hiç olmazsa mücadele etmez.
- Yarın biri gider, Abdullah’a akıl öğreterek, efendim ben efendimin tabancası ile kızı vurdum! dedirtirse?
Yatarım aklımda bu, kalkarım hatırımda bu. Tanrının sabahı bir paket yiyecek, bir kutu şeker, veya buna benzer hediyeler alıp, erkenden hapishaneye gider, Abdullah’ı görür:
- Korkma sana iyi bir avukat tuttum, kurtulacaksın, der, teminat veririm.
Arkadan hastahaneye uğrardım. Kız iyileşti, Abdullah’ın mahkûm olduğunu biliyorum ama müddetini unuttum.
Yıllar sonra bir gün Meclis’e giderken üniformalı biri karşımda selâm durdu, elime sarıldı. Baktım, bizim Abdullah! Demir yollarında imiş.
Bütün ürküntülerim üstüme geldi, elimi verdim vermedim, uzaklaştım.
Asıl hoş tarafı, bizim kulağımız o kadar delik basın dedikoducularının böyle bir vak’ayı 33 yıl sonra ancak bu yazımdan haber almış olmalarıdır. Kendilerini ummadıkları kadar iyi “atlatmış” sayılmaz mıyım?
”
”
Falih Rıfkı Atay (Çankaya)
“
—Se equivoca. Syl se plantó delante de su cara, flotando mientras él avanzaba. Lo miró ladeando la cabeza. —La autoridad no viene del rango —dijo Kaladin, acariciando las esferas que tenía en el bolsillo. —¿De dónde viene? —De los hombres que te la dan. Es la única forma de conseguirla —volvió la mirada atrás. Gaz no había dejado todavía el callejón.
”
”
Brandon Sanderson (El camino de los reyes (El archivo de las tormentas, #1))
“
éclairage /eklɛʀaʒ/ nm (manière d'éclairer) lighting; (lumière) light • ~ direct/indirect | direct/indirect lighting • ~ électrique | electric light • ~ au gaz | gaslight • faible ~ | dim light • sous cet ~ | (fig) in that light
”
”
Synapse Développement (Oxford Hachette French - English Dictionary (French Edition))
“
filet /filɛ/ nm 1. net • monter au ~ | to go up to the net • envoyer le ballon au fond des ~s | to put the ball in the back of the net • attirer or prendre qn dans ses ~s | (fig) to get sb in one's clutches • coup de ~ (par la police) raid • réussir un beau coup de ~ | to carry out a very successful raid • travailler sans ~ | (lit) to perform without a safety net; (fig) to throw away the safety net, to take risks 2. (matériau) (textile) netting [u]; (métallique) mesh [u] • ~ de coton | cotton netting 3. (de viande, poisson) fillet • ~s d'anchois | anchovy fillets • rôti de porc dans le ~ | fillet of pork for roasting 4. (flux) (d'eau) trickle; (de gaz) (léger) breath; (de fumée) wisp • un ~ de fumée s'élevait à l'horizon | a wisp of smoke rose up on the horizon • ~ de citron/cognac | (Culin) dash of lemon juice/brandy • un ~ de voix | a faint voice 5. (trait fin) rule; (Édition) (sur une couverture, reliure) fillet; (Art) thin line • assiette décorée d'un ~ doré | plate decorated with a thin gold line 6. (article) snippet 7. (d'étamine) filament 8. (de vis, d'écrou) thread 9. <Équit> (harnais) bridle
”
”
Synapse Développement (Oxford Hachette French - English Dictionary (French Edition))
“
Notre société déborde de trop-plein, obscène et obèse, sous le regard de ceux qui crèvent de faim. Elle est en train de s'effondrer sous son propre poids. Pesante, matérielle, démesurée. Elle croule sous les tonnes de plaisirs manufacturés, les conteneurs chargés à ras bord, la lourde indifférence de foules télévisées et le béton des monuments aux morts. Et les derricks continuent à pomper, les banques à investir dans le pétrole, le gaz, le charbon. Le capital continue à chercher davantage de rentabilité. Le système productiviste à exploiter main d’œuvre humaine et écosystèmes dans le même mouvement ravageur. Comment diable nous est venue l'idée d'aller puiser le pétrole sous terre pour le rejeter sous forme plastique dans des océans qui en sont désormais confits ? D'assécher les sols qui pouvaient nous nourrir, pour alimenter nos voitures en carburant ? De couper les forêts qui nous faisaient respirer pour y planter de quoi remplir des pots de pâte à tartiner ?
”
”
Corinne Morel-Darleux (Plutôt couler en beauté que flotter sans grâce : Réflexions sur l'effondrement)
“
«Tien.» —Muy bien —dijo Kaladin, señalando—. Me llevaré al herdaziano del fondo. —¿Qué? —dijo Gaz. El hombrecito corrió hacia Kaladin. —¡Gracias, gancho! Te alegrarás de haberme escogido
”
”
Brandon Sanderson (El camino de los reyes (El archivo de las tormentas, #1))
“
Un geste - et l'objet devient gaz, les raisons s'évaporent, le coupable disparaît, l'offense cesse d'être une offense, elle devient un fatum, quelque chose comme une rage de dents dont personne n'est coupable, et, de nouveau, il ne vous reste donc qu'une seule issue - cogner le mur, pour que ça lui fasse très mal.
”
”
Fyodor Dostoevsky
“
Ah oui, c’est vrai. Sur la terrasse du Narval, aucun des habitués ne prêta attention à leur passage. Il faisait encore très bon en cette fin de journée et les consommateurs profitaient de ces instants de calme, de la circulation presque nulle et du ciel irréprochable en buvant un verre ou en grattant un Morpion. Pourtant, il y avait au fond de cette quiétude comme une contrariété, un sentiment de compte à rebours qui nuisait même aux heures les plus douces. C’était une impression nouvelle dont on n’aurait pas su dater l’origine, ni expliquer vraiment la cause. Chaque plaisir semblait maintenant contenir en lui cette humeur de fin de permission, chaque moment privilégié prenait l’aspect d’un dernier jour des vacances. Comme si le retour des saisons n’était plus garanti. En attendant, autour de cette place banale, avec son PMU, sa boulangerie, son agence immobilière, et non loin de l’église toujours vide, un monde jouissait pleinement de son sursis. Et en ce beau dimanche de mai qui tirait vers le soir, le temps était si bon, la vie si patiente qu’il était presqu’impossible de deviner l’immense accumulation de gaz qui ronflait dans les caves de cet univers inquiet de sa fin.
”
”
Nicolas Mathieu (Connemara)
“
—La autoridad no viene del rango —dijo Kaladin, acariciando las esferas que
tenía en el bolsillo.
—¿De dónde viene?
—De los hombres que te la dan. Es la única forma de conseguirla —volvió la
mirada atrás. Gaz no había dejado todavía el callejón.
”
”
Brandon Sanderson (The Way of Kings (The Stormlight Archive, #1))
“
... autour de cette place banale, avec son PMU, sa boulangerie, son agence immobilière, et non loin de l'église toujours vide, un monde jouissait pleinement de son sursis. Et en ce beau dimanche de mai qui tirait vers le soir, le temps était si bon, la vie si patiente qu'il était presque impossible de deviner l'immense accumulation de gaz qui ronflait dans les caves de cet univers inquiet de sa fin.
”
”
Nicolas Mathieu (Connemara)
“
Bir ülkenin gerçek değerini, petrol ve doğalgaz gibi zengin yer altı kaynakları ile inşa ettiği şeyler değil, böyle yer altı kaynaklarına sahip olmadan çok çalışarak ve zekâyla inşa ettiği şeyler belirler!
”
”
Mehmet Murat ildan
“
Și în sinea lui își spunea că nu poți fi total tu însuți, decât în clipa în care te afli total printre alții, căci, la urma urmei, ce era el, și cine era el atunci când se afla singur în vidul lui? Era oare viață această viață lipsită de substanță? Și Jaromil își spuse în gând că, atunci când era singur, viața lui aducea cu un gaz rarefiat; acum însă, când se afla printre ceilalți, ea avea densitatea lemnului sau a fierului. Iar el voia să fie dens și își spunea că, în sfârșit, descoperise mijlocul de a atinge acest țel.
”
”
Milan Kundera (Life is Elsewhere)
“
You planning on doing anything useful today?'
He turns his head, managing to make even that look lazy. 'I got you a coffee, didn't I?'
'Well, shit, Gaz, you'd better knock off early then. Don't want you to strain yourself.
”
”
Paula Weston (Shadows (The Rephaim, #1))
“
Halk patates toplamak için balık ağlarını alıp, derelerin kenarına gitti, muhafızlar onları derelerin kenarına bile yaklaştırmadı. Hurda otomobilleriyle yerlere atılmış portakalları toplamaya geldiler; ama üzerlerine gaz dökülmüştü. Ve öylece durup, patateslerin derenin akıntısıyle birlikte nasıl sürüklendiğine baktılar. Hendeklerde öldürülen ve sönmemiş kireçle üzerleri örtülen domuzların böğürtülerini dinlediler. Portakal yığınlarının ilâçlı çamur içinde gittikçe çöküşünü seyrettiler; insanların bakışlarında bir şaşkınlık vardı ve açların gözlerinde de artan bir kızgınlık, bir gazap... Halkın ruhunda büyüyen gazap üzümleri olgunlaşıp ağırlaşıyor ve bağbozumunu hazırlıyordu.
”
”
Gülen Fındıklı (The Grapes of Wrath)
“
Kentin temeli bu: geçit ve destek gibi kullanılan bir ağ. Geri kalan her şey yukarıya yükseleceği yerde aşağıya sarkıyor: ip merdivenler, hamaklar, çuval evler, vestiyerler, küçük teknelere benzeyen teraslar, su mataraları, gaz lambaları, kebap şişleri, sicimlere bağlı sepetler, yük asansörleri, duşlar, trapezler, oyun çemberleri, teleferikler, avizeler, sarkan yapraklarıyla çiçek saksıları.
Ottavia sakinlerinin boşluğa asılı yaşamları diğer kentlerdekine oranla çok daha güvenli. Herkes biliyor ki ağ daha fazlasını taşımayacak.
”
”
Italo Calvino (Invisible Cities)
“
Modern ilerlemenin vebası: kolonileştirme, ticaret, beleş Kutsal Kitap'lar, savaş, hastalıklar, takma kol ve bacaklar, fabrikalar, köleler, delilik, nevrozlar, psikozlar, kanser, frengi, verem,
kansızlık, grevler, lokavtlar, kıtlık, hiçlik, boşluk, tedirginlik, kavga, umutsuzluk, sıkıntı, intihar, hileli iflas, damar sertliği, megalomani, şizofreni, fıtık, kokain, asit prusik, boğucu gaz bombaları, gözyaşartıcı gazlar, kuduz köpekler, kendi kendine telkin, kendi kendini zehirleme, psikoterapi, hidroterapi, elektrik masajları, elektrik süpürgeleri, konserve et, besleyici haplar, hemoroidler, kangren... Artık ıssız ada yok. Cennet yok. Göreceli mutluluk da yok. Kendilerinden delicesine kaçmaya çabalayan insanlar; kurtuluşu arayarak buzulların altında ya da tropikal bataklıklarda, ya da tırmanarak Himalaya'lara ya da boğularak stratosferde... XVIII. Yüzyıl insanları, böyle bir son özlüyorlardı. Sonunda bıktılar bundan. Başladıkları yere dönmek istediker, dölyatağına yeniden gelmek.
”
”
Henry Miller (Black Spring)
“
Ich wusste nicht gaz genau, wie ich seine Worte auffassen sollte. Ich wusste, dass Mum und Dad den Eltern anderer Kinder schon damals Rede und Antwort stehen mussten und ihnen erklärt hatten, dass es auch kleine Jungen gab, die lieber Bilder malten,Bücher lasen und drau?en im Garten Blumen pflückten. Wäre es nach ihnen gegangen, dann hätte ich mit Autos spielen und mich mit den anderen Jungs auf dem Ascheplatz wälzen sollen. Solche Dinge hatten mich allerdings nie im Geringsten interessiert.
”
”
Liam Erpenbach (In Love with Adam)
“
J’aurais voulu pouvoir me justifier sur-le-champ aux yeux du monde entier : j’aurais sauté en bas du pont de Brooklyn si j’avais pu convaincre les gens, ce faisant, que je n’étais pas un salopard ni un sans-cœur. Du cœur, j’en avais, et gros comme une baleine ; je ne devais pas tarder à le prouver, mais personne ne se donnait la peine de regarder jusque dans mon cœur. Tous, je les laissais choir l’un après l’autre – non seulement les boîtes qui vendaient à tempérament, mais le propriétaire, le boucher, le boulanger, les salopards de l’eau, du gaz et de l’électricité, tous. Si seulement j’avais pu arriver à croire à cette histoire de travail ! Impossible d’y voir aucune chance de salut. Tout ce que je voyais, c’était que les gens se cassaient les couilles, faute d’intelligence.
”
”
Henry Miller (Tropique du Capricorne / Tropique du Cancer)
“
Millet tangırdayan arabalarla portakal toplamaya geliyor, portakalları üzerine gaz sıkılmış halde buluyor. Kazık gibi dikilip patateslerin önünden akıp geçişini seyrediyorlar, kesilmekte olan domuzların ciyaklamasını dinliyorlar. Hayvanlar hendeğin içinde kesiliyor, üzerleri hemen sönmemiş kireçle örtülüveriyor. Portakal dağlarının vıcık vıcık, çürük bir sıvı halinde akışını seyrediyorlar. Aç insanların gözlerinde giderek büyüyen bir gazap oluşuyor. Ruhlarında yumru yumru gazap üzümleri oluşuyor, büyüyor, ağırlaşıyor, bağbozumuna hazırlanıyor.
”
”
John Steinbeck (Gazap Üzümleri)
“
météorites,
Le galvanisme,
La circulation du sang, La vaccine,
L’ondulation de la lumière,
Le paratonnerre,
Le daguerréotype,
La vapeur,
L’hélice,
Les paquebots,
Les chemins de fer,
L’éclairage au gaz,
Le magnétisme,
Et le reste,
À ceux, vivants et à naître, qui font de même Dans le présent,
Et feront de même dans l’avenir.
”
”
Camille Flammarion (L’Inconnu et les problèmes psychiques (French Edition))
“
Ici, deux manières d'être au monde s'opposent. Radicalement. Il y a ceux qui peuvent s'émouvoir des renoncules, se laisser toucher par ce qui vit, être attentif à des fleurs qui ressemblent à des boutons d'or, quitte à mettre leur corps en danger face aux gaz et aux matraques, et les autres qui parlent la langue de l'économie, ne sentent rien, perdus dans les limbes infinis de la gestion. Ils ne pensent plus que "marchés", "opportunités", "profit" ou "réélection". (...) Les aménageurs ne peuvent pas comprendre ce monde. Il y a comme un schisme culturel. Une rupture. "Nous ne partageons pas les mêmes mots, les mêmes récits, témoignait un opposant lors d'une balade en accrobranche. Nos histoires se content lors de veillée près du feu où grillent des châtaignes, le long des sentiers, pas dans des bureaux aseptisés. Les bétonneurs pour redevenir vivants devront quitter leur joystick et leur PowerPoint.
”
”
Gaspard d'Allens (Main basse sur nos forêts)
“
Les militants de la grève n'ont pas surgi de nulle part. Depuis la vague altermondialiste du début des années 2000, on assiste au Québec à une consolidation de l'opposition aux politiques économiques et sociales de droite. Le printemps 2012 doit être compris comme une étape de ce processus: du Sommet des Amériques (2001) à la fondation de Québec solidaire (2006), de la fondation de l'Institut de recherche et d'information socio-économique (2001) à la grève étudiante de 2005, en passant par la mobilisation contre les gaz de schiste (2010), un autre Québec est en marche depuis un certain temps déjà. La route que nous suivons est longue, et il se peut même qu'à l'instar des chemins forestiers, elle ne mène nulle part. Une chose est certaine toutefois: si on reste sur le bord du chemin, on n'ira pas loin.
”
”
Gabriel Nadeau-Dubois (Tenir tête)
“
Port z Rotterdamem wspólną ma tylko nazwę. Od centrum miasta dzieli go niemal 40 km. Po drodze trzeba minąć dziesiątki kilometrów rur, z których wyrastają co jakiś czas rafinerie, gazownie, elektrownie, serie gigantycznych zbiorników i urządzenia, których przeznaczenia trudno się domyślić. Przez te setki kilometrów rur płynie ropa, gaz, benzyna, sok pomarańczowy. Dla soku pomarańczowego stworzono nawet odrębny terminal i rurociąg dla tankowców, które go dostarczają.
”
”
Anonymous
“
La certitude qu’en dernier ressort on est maître de sa vie représente la dernière liberté » (40). Evguénia Guinzbourg, contemplant à Kolyma le corps d’une amie suicidée, trouve aussi un réconfort à penser que cette liberté-là est toujours accessible : « Si je veux, je mettrai moi-même un terme à ma vie » (II, 123). Les gardiens des camps le savent bien : choisir le moment et le moyen de sa propre mort, c’est affirmer sa liberté ; or c’est précisément la négation de cette liberté, et donc de cette dignité, qui est le but du camp. C’est pourquoi, alors même qu’ils donnent la mort avec autant de facilité, ces gardiens empêchent par tous les moyens les suicides. Filip Müller s’est introduit volontairement dans la chambre à gaz pour y trouver la mort ; mais les gardiens le découvrent et l’en retirent brutalement : « Espèce de cul, satané scélérat, apprends que c’est nous, et non toi, qui décidons si tu dois vivre ou mourir ! » (155). Plus importante que la mort est l’aliénation de la volonté : c’est elle qui permet de jouir pleinement du pouvoir sur autrui. Bettelheim explique ainsi l’irritation des surveillants devant les suicides, qui, pourtant, leur épargnent une « sale besogne » : tout acte d’autodétermination doit être sévèrement puni.
”
”
Tzvetan Todorov (Face à l'extrême (COULEUR IDEES) (French Edition))