“
1985 veya 86'ydı. O zaman Kahire'de gazeteciydim ben, eh, bizim gazetenin muhabiriyle bir şehirde. Bir gün havaalanından, İstanbul'dan gidiyorum, havaalanında Aziz Nesin'i gördüm. O yıllarda, eh, pasaportları alırlardı ellerinden Türklerin, işte uyuşturucu işine karışıyor Türkler falan filan diye bir saat falan bekletirler fakat bizim tabii Mısır basın kartı var, hemen gösterip pasaportla geçiyoruz. Baktım, Aziz Bey, Türk uçağından inmiş, eh, yerde oturuyor:
- Aziz Bey, hayırdır? dedim. Tanışıyoruz tabii şeyden filan.
- Oğlum, dedi, pasaportumu aldı bu adamlar da bekliyoruz, dedi, şeyden.
Neyse, böyle alıkoydum arayı, aldım pasaportu. Bir yazarlar birliğinin toplantısı varmış, toplantı iptal edilmiş, adamcağız gelmiş fakat iptal edildiğini söylememişler, kimse de karşılamıyor. Eh, tabii ki eve götürdüm:
- Bende kalın, dedim, temas ederiz adamlarla falan.
Gittik işte, Aziz Bey dinç gözüküyordu ama yaşı ileriydi hayli. Eh, 1-2 saat dinlendi:
- Gel, dedi, bir yürüyelim, dedi.
Bende tabii şeyden tanıyorum onu, gençlik yıllarımızda Bayramoğlu'nda Basınköy vardı, oralarda, eh, her yaz beraberdik falan. Çıkıyoruz, hiç unutmadım bunu, asıl anlatacağım şey budur: Elleri şöyle arkadaydı Aziz Bey'in, böyle yürüyordu arkaya şey yapıp:
- İyi ki, dedi, buraları kaybetmişiz, dedi, harpte, dedi.
- Niye? dedin.
- Şunlara bak, bunların hepsi bizim vatandaşımız olacaktı, dedi.
”
”