Arzu Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Arzu. Here they are! All 100 of them:

Belki de sevdiğiniz insanları düşünmektesiniz. Ama daha derine inin, sonunda sevdiğinizin onlar olmadığını göreceksiniz: Siz bu sevginin içinizde yarattığı duyguları seviyorsunuz! Siz arzuyu seviyorsunuz, arzu edilen şeyi değil.
Irvin D. Yalom (When Nietzsche Wept)
Düşünme, Arzu et sade! Bak, böcekler de öyle yapıyor.
Orhan Veli Kanık (Bütün Şiirleri)
Ararsa yokum. Ben bir rüyayım artık. Arzu ile tekrar görülemem. Hafızasında yadigârım.
Peyami Safa (Yalnızız)
Dünyada herkesin ilk planda yer alması olanaksızdır ve buna gerek de yoktur. Bana sorarsan, herkes kendi çevreciğinde kendi işini yapmalı derim. İş her yerde vardır.. Çalışan insan, vakti geldiğinde son uykusuna rahat yatar ve rahat uyur. Ön plana çıkmak, toplumda ileri gelen biri olma konusunda duyduğumuz şiddetli arzu, bizim henüz olgunlaşmadığımızı gösteriyor kanımca, kısmen de kendimize saygısızlığımızı... Olgunlaşmamak ve kendine saygı duymamak, insanı dış koşullara bağımlı kılar." (Herzen, Suçlu Kim?, sf. 247)
Alexander Herzen
Sanki bu dünya bir tek ben vardım ve o sonsuz yıldız yağmuru.
Nazlı Eray (Arzu Sapağında İnecek Var)
Kişi nesneleri düşündüğünde, bunlara karşı bir bağımlılık ortaya çıkar; bağımlılıktan arzu doğar; arzudan öfke doğar. Öfkeden yanılgı gelir; yanılgıdan aklın yitimi; aklın yitiminden ayrım kabiliyetinin çöküşü gelir. Ayrım kabiliyetinin yok oluşuyla kişi mahvolur.
Bhagavad Gita
Başarı ve başarısızlık arzunun tatmin edilmesi ya da içinde kalması anlamına gelir. Arzu ya kişisel dürtülerimize bağlı olarak baskın bir biçimde içseldir, ya da esasen reklamlarla veya medyanın ve popüler kültürün sunduğu rol modelleriyle uyarılmış bir biçimde, dışsal. Tom benim başarı ve başarısızlık kavramlarımın toplumsal düzeyden çok kişisel düzeyde geçerli olduğu görüşünde. Toplumsal ödülü kabul etmediğim için başarı (ve başarısızlık) sadece anlık olabilirdi benim için, çünkü bu deneyim toplumsal destek gören bir servet, güç ve statü düşmanlığıyla, ya da başarısızlık söz konusu olduğunda utanç ve ayıplamayla sürdürülemezdi. Bu yüzden, Tom'a göre, bana sınavlarda başarılı olduğumu ya da iyi bir işim olduğunu ya da güzel bir piliçle çıktığımı söylemenin bir yararı yoktu; bu tür övgüler bir şey ifade etmiyordu benim için. Tabii ki, gerçekleştiklerinde bu şeylerin keyfini çıkarıyordum, fakat değerleri kalıcı olamazdı, çünkü onları değerlendiren toplumun kabulü söz konusu değildi bende.
Irvine Welsh (Trainspotting (Mark Renton, #2))
. İnsanın bütün eylemleri kendisine yöneliktir, bütün hizmetleri kendine hizmettir, bütün sevgisi kendini sevmesindendir. Bu yorum sizi şaşırttı mı? Belki de sevdiğiniz insanları düşünmektesininiz. Ama daha derinlere inin, sonunda sevdiğinizin onlar olmadığını göreceksiniz: Siz bu sevginin içininizde yarattığı duyguları seviyorsunuz! Siz arzuyu seviyorsunuz, arzu edilen şeyi değil. O halde bana neden hizmet etmek istediğinizi bir daha sorabilir miyim?
Irvin D. Yalom (When Nietzsche Wept)
Hiçbiri de demiyor ki: “Seni çok beğeniyorum, seninle flört etmek istiyorum. Bu işe başlamak ve bu konuyu konuşmak için, en iyi yer şık bir restoran, gelmek ister misin?” “Güzel bir gece geçirdik, bu gece seninle birlikte olmak istiyorum, eğer sen de istiyorsan eve gidelim, ya sana ya bana, hangisi uygunsa.” Böyle deseler sanki bir şeyler yıkılacak... Adamın kötü duyguları açığa çıkmış olacak. (Bu duygular neden kötü olsun?) Kadını kahve, plak gibi masum şeylerle çağırmazsa, kadın da bu sözlere kanmış da gitmiş gibi yapmazsa, kadının onuru kırılacak. (Bunun onurla ne ilgisi var, bu bir arzu meselesidir yalnızca.)
Duygu Asena (Kadının Adı Yok)
Şüphe rüyaları başarısızlıktan daha çok öldürür.
Suzy Kassem (Rise Up and Salute the Sun: The Writings of Suzy Kassem)
Şüphe başarısızlığın öldürebileceğinden daha fazla hayal öldürür.
Suzy Kassem (Rise Up and Salute the Sun: The Writings of Suzy Kassem)
Yaşamayı arzu etmeyen bir hayat, sona erme yoluna girmiş demektir.
Levent Cinemre (Martin Eden)
Sen beni her zaman reddedip, zayıf, şüpheli arzuların tehlikesinden kurtararak günden güne senin tarafından kabul edilmeye layık bir hale getiriyorsun.
Rabindranath Tagore
...hakikaten güzel bir ruhun şana şöhrete kavuşmayacağını, çünkü bunu arzu etmediğini kederlenerek düşünmüşümdür.
Marguerite Yourcenar (Alexis ou le Traité du vain combat / Le Coup de grâce)
Içimizde güzeldik küçükken biz. Şimdi içimizde bile, Dokunmaya utandığımız arzu ağrıları. Yalanlar, dolanlar, ikiyüzlü insanlar. Ve onların gri renkli dünyası.
Zoya Seksenyedi (Karanlıkta Kör Dokunuşlar)
Tırmanmak için dağlara, geçmek için nehirlere ihtiyacımız var; daha güçlü olmak için engellere ihtiyacımız var! Yolunun üzerinde engeller arzu etmekten çekinme! Engelleri iste!
Mehmet Murat ildan
Başkaları tarafından belirlenmiş amaçları gerçekleştirmek üzere tasarlanmış bir makineye dönmüştü. Her zaman mutlu olması ve sürekli olarak arzu edilmesi zorunlu bir makineye…
Hakan Bıçakcı (Doğa Tarihi)
Yaşamayı arzu etmeyen bir hayat, sona erme yoluna girmiş demektir.
Jack London (Martin Eden / The Sea Wolf)
Kendi arzu ve özlemlerinin sonuçlarını bir yana bırakarak çekip gidemezsin öyle.
J.D. Salinger (Franny and Zooey)
Bizler arzu edilenden çok arzu etmeye aşığızdır!
Irvin D. Yalom (When Nietzsche Wept)
Delilercesine sevmiştim! Neden severiz? Dünyada sadece tek bir varlığı görmek, aklımızda sadece tek bir düşünce olması, kalbinizde sadece tek bir arzu olması ve dudaklarınızda tek bir adın olması garip değil midir: Öyle bir ad ki sürekli dilimizin ucuna gelir, sürekli, tıpkı bir su kaynağı gibi, ruhun derinliklerinden dudaklara yükselir ve her yerde, tıpkı bir dua gibi söyleriz, tekrar ederiz, durmadan mırıldanırız.
Guy de Maupassant
Sağduyu dünyanın en iyi paylaştırılmış şeyidir, zira herkes onunla öylesine iyi donatılmış olduğunu düşünür ki başka her şeyde çok zor memnun olanlar bile sahip oldukları sağduyudan fazlasını hiç de arzu etmezler.
René Descartes (Yöntem Üzerine Konuşma)
Yaşam tuhaf, değil mi? Bir zamanlar müthiş bir şekilde parlayan, son derece arzu ettiğin bir şey, onu elde etmek için her şeyi göze alabilecekken, biraz zaman geçtikten sonra ya da ona biraz farklı açıdan bakınca, şaşırtıcı derecede önemini yitiriveriyor.
Haruki Murakami (Men Without Women)
O gün kapkaranlık sokaklarda dolaştım sokaklarda.İçimde, bu şölen sofrasına çıkarıp "bu da benden!" diye koyacak birşey yoktu.Renkli giysileri içinde güzel bacaklarını,muhallebi karınlarını,göğüslerini gösteren,saçlarından ışıltılar saçılan kızlar bende yalnızca ve yalnızca bir keşiş olma isteği uyandırıyordu.Bu istek de öfkelendiriyordu beni.İnsanın en temel meselelerinden birine, "Arzu etme acı çekersin!" kaypak bilgeliğiyle karşılık verenlere,insanları gömdükleri gibi meselelerini de gömebileceklerini düşünen kazma-kürek erbabına öfke duyuyordum.
Barış Bıçakçı (Bizim Büyük Çaresizliğimiz)
Eğer değer verdiğiniz bir şey yapmaya çalışıyorsanız, çalışmalarınızı kuşku duymadan destekleyen insanlarla çevrili olmanız çok önemlidir. Aynı zedelenmelere sahip olan ama bunları iyileştirmek için gerçek bir arzu duymayan sözde arkadaşlara sahip olmak, hem bir tuzak hem de bir zehirdir.
Clarissa Pinkola Estés (Women Who Run With the Wolves)
İnsan kendi arzusuna ayak uydurmada giderek acizleşir. Hatta bu acizliği cinsel tetiklenmeyi kaybettirecek raddeye bile ulaşabilir. Bunu kaybetmese bile kişi arzu nesnesini nasıl bulacağını bilemez hale gelir, arayışında hüsran dışında hiçbir şey bulamaz ve kendini keşfetme şansını kademe kademe yok eden bir eziyet içinde yaşar.
Jacques Lacan (The Triumph of Religion)
Bütün aşk hikayeleri az çok böyle değil midir? Karşımızdaki kişide, kalbimizde ve zihnimizde yarattığımız o hayali varlığı bulmaz mıyız gerçekten de? Bulduğumuzu sanıp tapındığımız, o muhayyel, o mükemmel varlık değil midir aslında? Arzu edilen ve imkansız mükemmellikteki varlığı gerçekten karşımızda bulacak olsaydık asla bıkkınlık yaşamaz, aşkımıza acıları karıştırmazdık. İnsanlar, her şeyden çok tapındığını sandığı kişide bile kendi Cogo'sunu, yaratıp da bulamadığını sever daima. İşte bu sebepten, yavaş yavaş açılan bir perde misali, yanlışımızı fark etmeye başlamamızla birlikte bu yanılsama son bulur ve en güçlü, en sarsılmaz sandığımız sevgiden geriye sadece ufak tefek hatıralar kalır.
Krikor Zohrap (Hayat, Olduğu Gibi)
Geçmiş zamanları bilmek ve onları yeniden anmak arzusu bizim kendimize olan aşkımızdan doğar. Kendimize duyduğumuz bu sevgi, artık bizimle yaşamayan insanlar ve nesnelerle bizim aramızda bir bağ kurarak umutlanır ve deyim yerindeyse, onları benimseyerek yaşamımızı uzatmak ister. Bu arzu yüzyıllara yayılma ve bir başka dünyaya sahip olma düşünü sever.
Ugo Foscolo (Last Letters of Jacopo Ortis (Hesperus Classics))
Çok yanılmıyordu. Hedefine vasıl olan hiçbir temayül yaşamaz. Arzu ile gaye arasında ümid verici bir mesafe olmadıkça arzunun yaşaması imkansızdır.İhtiraslar da böyledir. Aşk da hedefinden az çok uzak bulunursa canlıdır. Firari ve sayyal bir hedef karşısında her ihtiras kudurur. Bunun için iki taraftan biri kaçar ve öteki tarafın ihtirasını tahrik eder. İhtiras kovalayan tarafta vardır. Kaçan lakayttır. Bunun için sevişmek yoktur. İki insan, muhtelif anlarda, birbirlerini sevebilirler; fakat bu an birleşir ve iki taraf, birbirlerini aynı zaman içinde sever ve sevdiklerini hissederlerse, ikisinde de ihtiras derhal mahvolur ve aşk hadisesi biter. Her sevdanın sonu böyledir. Garip netice: Sevişmek aşkın zıddıdır.
Peyami Safa (Şimşek)
Yalnızca kısa bir süre, bir an için bu acı dizlerimin bağını öyle çözdü ki, nefessiz, cansız ve sanki ölecekmiş gibi bir duyguyla o banka yığılıp kaldım. Ama dediğim gibi bütün acılar korkaktır, yaşama karşı duyulan aşırı arzu karşısında acı geriler; çünkü yaşama arzusu, düşüncelerimizde var olan ölüm arzusundan çok daha güçlü şekilde bedenimizin her zerresinde mevcuttur.
Stefan Zweig (Vierundzwanzig Stunden aus dem Leben einer Frau: Stefan Zweig erzählt die noch einmal aufflackernde Leidenschaft einer fast erkalteten Dame (German Edition))
oğunlukla dürüst bir insanımdır. Anladığım zaman anladım, anlamadığım zaman da net olarak anlamadım derim. İkircikli ifadeler kullanmam. Sorunların büyük kısmının ikircikli ifadeler yüzünden çıktığına inanırım. İnsanların çoğunun ikircikli ifadeler kullanmasını, onların aslında içten içe, bilinçsizce de olsa, sorun çıkmasını arzu etmelerine bağlarım. Başka türlü düşünebilmem mümkün değil.
Haruki Murakami (Hard-Boiled Wonderland and the End of the World)
Kadını kurtarmak, özgür kılmak, onu erkekle arasındaki ilintilerin daracık dünyasına kapatmamak demektir, yoksa bu ilintileri yadsımak değil; kadın, kendisi için var olmaya devam edecektir: iki cins de, hem birbirlerini özne olarak kabul edecek, hem de karşılarındaki varlık için başkası olarak kalacaktır; ilişkilerindeki karşılıklılık , insanoğullarının birbirinden ayrı iki kategoryaya bölünüşünün doğurduğu arzu, tutku, aşk, düş, serüven gibi mucizeleri yok etmeyecektir; ve hepimizi heyecanlandıran vermek, elde etmek, birleşmek gibi sözcükler yine aynı anlama gelecektir; insanlığın yarısının köleliği ve bunun getirdiği bütün o iki yüzlülük yok edildiği zaman ortaya çıkacaktır insanlık denen "varlık kesimi"nin gerçek anlamı ve yine ancak o zaman kadınla erkek arkadaşlığı gerçek yüzüne kavuşacaktır.
Simone de Beauvoir (Kadın)
Dinin sorması gereken, "insani bir arzu nasıl kutsanır, nasıl güzelleştirilip, yüceleştirilebilir, nasıl tanrılaştırılabilir" olmalıdır. Ama dinin tek yaptığı, haz verici duyguları yok etmek, aç gözlülüğü, intikam duygusunu, iktidar hırsını ve kibri ön plana çıkarmak olmuştur. Oysa tutkunun köklerine saldırmak, hayatın köklerine saldırmak demektir. Dinin doğal gelişimi, hayata düşmanca bir uygulamadı.
Friedrich Nietzsche (Twilight of the Idols)
çünkü yitmek üzereyiz giderayak benim diyeceğiz her hücreye çünkü düştük düşeceğiz derken mermerde kısılacağız diretmeksizin, çekince belirtmeksizin sunalım çünkü öldük demeye bile fırsat bulamayacağız...
Ömer Alkan (Kan)
Bu olayda açıkça gözlemlenen, bir kadının yaşamının bazı anlarında, arzu ve isteklerinin dışındaki esrarengiz güçlere teslim olabileceği gerçeğinin reddedilmesinin altında, insanın kendi içgüdülerinden ve yaradılışından gelen şeytani dürtülerden korkmasının yattığını ve bazı insanların kendilerini, "kolay baştan çıkarılabilen"lerden daha güçlü, daha ahlaklı ve daha temiz addetmekten zevk aldıklarını söyledim.
Stefan Zweig (Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat)
Hırslı adam, düşlerinde, kazanmış olduğu (ya da kazandığını hayal ettiği) ya da kazanmak istediği defne dalından taçlan görür; oysa âşık, düşlerinde, tatlı umutlannın nesnesiyle uğraşmaktadır... Yürekte uyuklayan tüm bedensel arzu ya da itilmişlikler, eğer bir şeyler onlan harekete geçirirse, kendilerine eşlik eden düşüncelerden doğan bir düşe neden olur ya da zaten var olan bir düşe bu düşüncelerin kanşmasına yol açarlar
Sigmund Freud
Benim Marco Polo'mun kalbinde yatan, insanları kentlerde yaşatan gizli nedenleri, krizlerin ötesinde değerleri olan nedenleri keşfetmek. Kentler birçok şeyin bir araya gelmesidir: Anıların, arzuların, bir dilin işaretlerinin. Kentler takas yerleridir, tıpkı bütün ekonomi tarihi kitaplarında anlatıldığı gibi, ama bu değiş-tokuşlar yalnızca ticari takaslar değil; kelime, arzu ve anı değiş-tokuşlarıdır. Kitabım, mutsuz kentlerin içine gizlenmiş, sürekli biçim alıp, yitip giden mutlu kentler imgesi üzerine açılıp kapanıyor.
Italo Calvino (Invisible Cities)
Dünyada ölülerin etkisini duymak bir eğretileme değildir, radyokarbon ölçerini, elli bin yıllık kayaların cılız soluğunu ölçen radyoaktivite ölçerini duymak da bir eğretileme değildir. (Dölyatağı duvarının arkasındaki cılız vuruş gibi.) Milyonlarca yıl sonra bile manyetik kutbu gösteren manyetize olmuş minerallerin şaşırtıcı bağlılığına tanık olmak bir eğretileme değildir, soğuması onlarda sonsuz bir arzu bırakan magmayı asla unutmamış mineraller. Bir yere özlem duyuyoruz; ama yerin kendisi de özlem duyuyor. İnsan belleği hava akımlarında ve nehir tortusunda şifreli. Kül yığınları boşaltılmayı bekliyor, yaşamlar yeniden kurulmayı.
Anne Michaels
Yangınlar, Kahpe fakları, Korku çığları Ve irin selleri, aç yırtıcılar, Suyu zehir bıçaklar ortasındasın. Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay! Pusatsız, duldasız, üryan Bir cana bir de başa Seher vakti leylim - leylim Cellat nişangahlar aynasındasın. Oy sevmişem ben seni... Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu! He canım... Çiçekdağı kıtlık, kıran, Gül açmaz, çağla dökmez. Vurur alnım şakına Vurur çakmaktaşı kayalarıyla Küfrünü, Medetsiz, Munzur. Şahmurat Suyu kan akar Ve ben şairim. Namus işçisiyim yani Yürek işçisi. Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş, Ne salkım bir bakış Resmin çekeyim, Ne kınsız bir rüzgar Mısra dökeyim. Oy sevmişem ben seni... Ve sen daha demincek, Yıllar da geçse demincek, Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm, Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim, Yaran derine gitmiş, Fitil tutmaz, bilirim. Ama hesap dağlarladır, Umut, dağlarla. Düşün, uzay çağında bir ayağımız, Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri Düşün, olasılık, atom fiziği Ve bizi biz eden amansız sevda, Atıp bir kıyıya iki zamanı Yarının çocukları, gülleri için, Koymuş postasını, Görmüş restini. He canım, Sen getir üstünü. Uy havar! Muhammed, İsa aşkına, Yattığın ranza aşkına, Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü! Benim de boş yanım hançer yalımı Ve zulamda kan - ter içinde asi, He desem, koparacak dizginlerini Yediveren gül kardeşi bir arzu Oy sevmişem ben seni...
Ahmed Arif
Gerçekten hazineyi bulduğumuzu sanmıştım ben de..." Kullandığı kelime Ralph'ı şaşırttı; gökkuşağının solgun ışıklarına gömülü hayal, altın küpü, altın post, define canlandı bir an gözünde ve arayışının ilkelliğini kavrayarak sarsıldı. Keskin bir sel dememiş, kendi çizdiği haritaların altın vaat ettiği her yeri kazmıştı. Kurumuş çam ağacının beş adım doğusu, kütüphane kapısından beş pano içeride, gıcırdayan basamağın altında, armut ağacının köklerinin arasında, asmalı çardağın altında altın ve gümüş külçelerle dolu küp gömülüydü. Laura daha önce yüzlerce kez yaptığı gibi taburenin üzerinde dönerek zayıf kollarını Ralph'a uzattı. Artık genç değildi, Ralph altınları bulmuş, onu kaygılardan, sürekli çalışmaktan kurtarmış olsa görünebileceğinden daha solgun, daha zayıf görünüyordu. Gülümsemesi, çıplak omuzları arzunun temel taşları olan anlaşılmaz şekillerle simgeleri harekete geçiriyordu; lambanın ışığı hem aydınlatıyor hem ısıtıyor hem de bahar güneşinin her tür yorgunlukla umutsuzluğa kazandırdığı sebepsiz memnuniyeti, iyi niyeti saçıyordu sanki etrafa. Laura'ya duyduğu arzu Ralph'ı hem mutlu ediyor hem kafasını karıştırıyordu. İşte buradaydı, hepsi buradaydı; altının parıltısı Laura'nın kollarını sarmalıyormuş gibi geldi ona.
John Cheever
Samimiyetinden etkilenerek ve takdirimi gösterecek doğru hareketi bulmaya çalışarak elimi tişörtünün altına soktum. Parmak boğumlarım tenine sürtündü ve duyduğum arzu, beni paramparça etti. Neden insanı alev alev yakıp kavuran hisler, mantığı unutmayı bu kadar kolaylaştırıyordu?
Becca Fitzpatrick (Silence (Hush, Hush, #3))
I used to hunt for shooting stars. To know they had traveled billions of miles, just to burn and be over in a matter of seconds… that was what mattered to me, really. Not the brightness or the wishes… Just, you know? To see the end of such well-travelled nomads. I didn't want them to die alone.
M.N. Arzu (The Librarian: A First Contact Story)
Kum saatinin içini kumla doldurup zamanı durdurmak isteyen bir adamla alay etme, çünkü o, çaresizce zamanı durdurma isteğine sahip! Ve bütün hayalleri yaratan şeyin ardında güçlü bir istek yatar!
Mehmet Murat ildan
tanrım, benim kanatlı benliğimi yaratan, içimdeki niyet senin niyetindir. içimdeki arzu senin arzundur. senin teşvikindir sana ait gecelerimi yine sana ait gündüze döndüren. senden hiçbir şey istemem. çünkü sen bilirsin gereksinimlerimi onlar daha içime doğmadan evvel. sen yaratırsın gereksinimlerimi ve kendinden daha çok vererek, tüm her şeyi bahşetmiş olursun bize.
Halil Cibran (Ermis)
tanrım, benim kanatlı benliğimi yaratan, içimdeki niyet senin niyetindir. içimdeki arzu senin arzundur. senin teşvikindir sana ait gecelerimi yine sana ait gündüze döndüren. senden hiçbir şey istemem. çünkü sen bilirsin gereksinimlerimi onlar daha içime doğmadan evvel. sen yaratırsın gereksinimlerimi ve kendinden daha çok vererek, tüm her şeyi bahşetmiş olursun bana
Halil Cibran (Ermis)
witnessed.
M.N. Arzu (Underneath: A Merfolk Tale (Under, #1))
Seni rahatsız eden, seni duygulandıran, seni korkutan, ama bazen de coşturan şey başkalaşmanın aniliği değil, aksine, bunun bir değişim olmadığı, hiçbir şeyin değişmediği, -bunu ancak bugün bilsen de- öteden beri böyle olduğun duygusu, o belirsiz ve ezici duygu; çatlak aynadaki bu yüz senin yeni yüzün değil, maskeler düştü sadece, odanın sıcaklığı onları eritti, uyuşukluk onları yerinden söktü. Doğru yolun, güzel kanaatlerin maskeleri. Bugün artık pençesine düşmüş olduğun şey hakkında yirmi beş yıldır hiç mi bir şey anlamadın? Kendi tarihinde hiç mi çatlaklık, zayıf nokta görmedin? Ölü zamanlar, boş geçitler. Geçici ve yürek paralayıcı o arzu, artık bir şey duymama, bir şey görmeme, sessiz ve hareketsiz kalma arzusu. Saçma sapan yalnızlık düşleri. Körler Ülkesi'nde başıboş dolaşan, bellek kaybına uğramış biri: geniş ve boş sokaklar, soğuk ışıklar, bakışın şöyle bir değip geçeceği dilsiz yüzler. Sana ulaşılamazdı asla.
Georges Perec (Un homme qui dort)
Sadece arzu etmek için arzu etmek, çünkü neyin güzel olduğunu, neyi sevmek gerektiğini aslında bilmemek. Renk ve biçim seçiminde, neyin gittiği konusunda babam kendini hep boyacının ya da marangozun tavsiyelerine teslim etti. İnsanın tek tek seçilen nesnelerle etrafını dayayıp döşeyebileceği fikrinden bihaber olmak.
Annie Ernaux (A Man's Place)
Hapishane penceresinden gördüğü, daha önce farkında bile olmadığı kuşlardan nasıl hayranlıkla, coşkuyla söz ediyor! Şimdi, hapishaneden çıktıktan sonra, onları yine farketmez olmuştur. Siz de tıpkı öyle, Moskova'da Moskova'nın farkında olmayacaksınızdır. Bizler için mutluluk diye bir şey yoktur, sadece arzu ederiz
Anton Çehov
Ben şu kanaatteyim ki 19. asrın büyük filozofu olan ve bir doktrin adamından çok evvel bir filozof olan Karl Marks'ın fikriyatı, o zamanın şartlarına göre şüphe yok ki ileriyi gösteren bir sistem idi. Ve elbette o devirde, 19. asrın ortalarında, 20. asırda gelecek gelişmeleri kestirmek son derece güçtü. O itibarla Marksizmi elbette 19. asrın içerisinde uzun bir varlık olarak kabul etmekle beraber, onu, bütün asırlara şâmil, son hakikat diye anlamak ve anlatmak son derece mahsurlu ve bizzat filozofun kendi aleyhine olan, kendisinin de asla arzu etmediği bir sistemdir. Yine öyle sanırım ki, bugün dünyaya gözlerini bir daha açabilse, 19. asır için söylediği şeyleri bugün kendisi iptal etmek namusunu gösterirdi... Mesela 19. asırda sanayileşme hızlı olarak büyük kitlelerin proleterleşmesine yol açıyor, büyük sefâletler vardı. Böyle bir ortam içerisinde proleterlerin müşterek bir savunmaya dâvet edilmesi belki tabiî idi. Bugün içinde bulunduğumuz dönem içerisinde dünya proletersizleşmektedir. Ve bazı memleketler bunu şimdiden gerçekleşmiş sayabiliyor. Amerika'yı alalım... Almanya'da benim tahminim yanlış değilse 5 milyon işçi ailesi, şimdiden fabrikalara ortaktır. Yani, artık bunlar proleter değildir. Yani, gittikçe proletersizleşme cereyanı var. Farz edelim ki proleterler var ve bunları kurtarmak istiyoruz. Fakat bu kurtuluş, beşeriyetin 10 bin sene geriye gitmesine mâl olmayan bir kurtuluş olmalıydı. İnsanlık 10 bin seneden beri hürriyetsizlikten, hürriyete geçmeye çabalıyor... Şimdi fırsat eşitliği temin edeceğiz derken 10 bin senede elde edilmiş olan beşerî bir tekâmülü, yani özgürlüğü iptal etmeye kimsenin hakkı yoktur. İşte Atatürk'ün sosyal olan, fakat aynı zamanda özgürlüğü muhafaza etmek isteyen sisteminin Marksistlere karşı söyleyebileceği, vereceği cevap budur...
Abdi İpekçi (İnönü Atatürk'ü Anlatıyor)
Arkadaşlar, asırlardan beri miras alınagelen zihniyetleri, âdetleri ve ananeleri kökünden çıkarıp atabilmek için, itiraf etmelidir ki, kolay bir şey değildir: müşkül bir meseledir. Mesela, ben kendimden bahsedeyim. Benim merhum anam beni terbiye ederken bana derdi ki, padişahta ve halifede yedi evliya kuvveti var. Ben zaten evliyanın ne olduğunu, büyük ve üzeri yeşil örtülü birtakım mezarlara bakaraktan çıkarmak istiyordum. Her halde büyük bir şey, manevi, semavi bir şey gibi hatırıma gelirdi. Ve bunun yedi tanesinin kuvvetine sahip olan insan ne olacaktı? Müthiş bir şey! Ve böyle bir büyüklük korkusunun ve büyüklük timsalinin hakkında söz söylemek de günahtır. Annemin de bana vermiş olduğu terbiye bu idi. Ve hiç şüphe etmem ki, çoğumuzun aldığı terbiye budur. Annemin de kahabati yoktur. Çünkü ona da annesi aynı terbiyeyi vermiş. Onun da kabahati yoktur; ona da annesi aynı terbiyeyi vermiştir. Arzu ederseniz hanımefendiler, bu noktada sorduğunuz soruya cevap vereceğim. Arkadaşlar, Yaradan, insanları iki cins olarak yaratmıştır. Fakat bu cinsleri yekdiğerinin lazımı ve melzumu olmak üzere yaratmıştır. Bunlar ayrı ayrı hiçbir şey değildir. Fakat birlik halinde bir şeydir; çok büyük bir şeydir. Bütün insanlığın devam edebilmesinin kaynağıdır. Hazreti Âdem ile Hazreti Havva'nın nasıl yaratıldığına dair olan teoriler birbirine uymaz. Ben onlardan bahsetmek istemem. Yalnız, herhangi bir başlangıç kabul edildikten sonraki insanlık safhalarında her ne görürseniz kadının eseridir. Ben annemden aldığım terbiye ile belki hayatımın çok senelerini evham içinde geçirdim. O vehmedilen makama karşı, vehmedilen şahsa karşı çok ibadet ettim, çok dua ettim. Eğer annem bana böyle yanlış bir terbiye vermemiş olsaydı, belki çok zaman evvel başka türlü de düşünürdüm ve benim gibi herkes de başka türlü düşünürdü ve bu felaketlere uğramazdık. Arkadaşlar, bu birlik teşkil eden mevcudiyet hakikatte birtakım vasıfların ve şartların mevcudiyetini gerektirir ve karşılıklı olmasını gerektirir. Eğer bu mevcut olmazsa, belki birlik vardır ama bir taraflı vardır. İki şahıs arasında yapılacak olan bir mukayese, iki cinsten meydana gelen bir toplum için de aynen vakidir. Daha açık söyleyeyim; bir toplum, yalnız bu iki cinsten birinin insani icapları, asri icapları almasıyla yetinirse, bu toplum yandan daha aşağı bir zaaf içindedir. Tam yarıda da değil, yarıdan daha aşağı bir zaaf içindedir. Toplumun kuvvetli olabilmesi, zayıf olmaması bu iki unsurun çok kuvvetli kaynaşmasıyla mümkündür. Bu itibarla herhangi bir millet cidden ilerlemek, medenileşmek ve gelişmek isterse, bu arz ettiğim noktayı elif olarak kabul etmek mecburiyetindedir. Çok kati ifade ederim ki, şimdiye kadar bizim milletimizin giriştiği mesaide muvaffak olamaması, bu arz ettiğim noktadaki kusurdan kaynaklanmaktadır. (Alkışlar)
Mustafa Kemal Atatürk (Atatürk'ün Bütün Eserleri)
Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun maddelerini zihnen takip ediyorum. Türkiya Büyük Millet Meclisi iki sene vazife yapar. Her iki senede bir defa yeniden seçilir. Bu zaman meselesi münakaşa olunabilir bir meseledir. Denilebilir ki, çok ve devamlı bir iş yapabilmek için toplantı ve oturum müddeti fazla olmalıdır. Fakat bizim çok korktuğumuz ve daima korkmakla hayatımızı kurtaracağımız bir şey vardır ki, herhangi bir şahsın, herhangi bir heyetin dahi istibdadı altında kalmaktır. Çünkü efendiler, şahıslar gibi meclisler de müstebit olur. Ve meclislerin istibdadı, şahısların istibdadından daha tehlikelidir. Dolayısıyla uzun müddet iktidara sahip olmak üzere toplantı halinde kalacak olan mebuslar, yavaş yavaş kendilerini seçen milletin arzusundan, emellerinden, hislerinden ve fikirlerinden uzak kalır, arada bir ayrılık olur. Bir gün bakarsınız ki, millet başka türlü çalışıyor, milli emeller başkadır. Halbuki üç sene ve beş sene meclisin içinde kapanmış olan insanlar adeta devletle alakadar değilmiş, milletle alakasızmış gibi başka türlü düşünüyor. Ve bunları milletin nam ve hesabına kaydetmek isterler ve edebilirler. Onun için, bilhassa bizim gibi canı yanmış olan her milletin meclisi dahi her ihtimale karşı müddeti çok olmamalıdır. Bu bakımdan ne kadar az olursa bittabi bizim için o kadar arzu edilir. Eğer memleketimiz seri vasıtalara sahip olsaydı, şimendiferleriyle üç beş günde toplanabilmek ihtimali olsaydı. meclis her sene değişmeli idi. Hatta denilebilirdi ki, altı ayda değişmelidir. Ta ki millet anlasın ki, millet hakimiyetini vermemek için ve herhangi şekil ve surette vermemek için, kaptırmamak için bütün vasıflarını, bütün dikkat ve uyanıklığını temin edebilmiştir. Bu emniyeti temin edinceye kadar çok kıskanç davranacağız. Onun için müddet iki sene kabul edilmiştir. Bu, bu değerlendirmelerden dolayı uygun görülmelidir.
Mustafa Kemal Atatürk (Atatürk'ün Bütün Eserleri)
Arzumuza uzanan yolda ilerlerken güzellik bizi aniden durdurur, çünkü der Lacan, ardındaki hakikat hiç de hoş değildir. Cinsel arzumuzun peşinden özgürce ve doğru­dan gidebilsek, iğrenç hakikatle çok geçmeden karşılaşırdık. Dolayısıyla, her ne kadar yaygın görüş güzelliğin cinsel arzu­ yu artırdığını düşünme eğiliminde olsa da, yani (daha önce gördüğümüz gibi) nesne ne kadar güzelse arzumuzun o kadar kabardığına inanılsa da aslında durum tam tersidir: Güzellik arzuyu felç eder; güzellik bizi öyle büyüler ki cinsel arzunun peşinden gidemez hale geliriz.
Bruce Fink (Lacan on Love: An Exploration of Lacan's Seminar VIII, Transference)
Belki de sevdiğiniz insanları düşünmektesiniz; ama daha derinlere inin... Sonunda, sevdiğinizin onlar olmadığını göreceksiniz. Siz, bu sevginin içinizde yarattığı duyguları seviyorsunuz. Siz arzuyu seviyorsunuz, arzu edilen şeyi değil...
Irvin D. Yalom (When Nietzsche Wept)
...Melisa felt as if she could pass out with the indescribable happiness of letting Lara take control of her body. She had never thought that surrender could be so easy and pleasant. With the water running over her head, she was filled with the belief that she had been baptized by love. A new life was being bestowed... A new life... The opportunity made her look at everything with different eyes. A chance to be reborn with love and to be cleansed of all the sins of the past...'' Angel Diays1/Babylonian Spell-Mystey-Fiction Novel
Arzu Gokyolcu
Oil Painting, Painted By an Unknown Artist, Describing Sadness, Regret, and Defeat. ''..She felt like a character in a no-name oil painting, drawn by an unknown artist, describing sadness, regret and defeat. She pictured that painting in her mind, and this time lay down on her bed as if taking her place in that painting. It was not strange for her that a character that had been out of place for a long time was now re-entering there. On the contrary, by inhaling the scent of oil painting, Melisa plunged into resignation, as if she had found her place and even what she deserved...' A Quote from Angel Diarys -Babylonian Spell
Arzu Gokyolcu
..Life Is Not An Endless Line, But An Endless Spiral. The Beginning And The End Are Always Intertwined.
Arzu Gokyolcu
Beden kaç atom barındırıyorsa o kadar da anlam ve sembol taşır. Hücrelere çok önceden /her zaman/ zaten işlemiş, işlenmiş sözcük ve arzu.
Nilgün Marmara (Kırmızı Kahverengi Defter)
Ebeveynlere öğretilen “ebeveynleşme” teknikleri; çocukların sistemin temel değerlerini kabul etmesini ve sistemin arzu ettiği şekilde davranmasını sağlamayı amaçlar. “Akıl sağlığı” programları, “müdahale” teknikleri, psikoterapi vs. görünüşte bireylerin çıkarı için düzenlenmiştir, ama gerçekte bireylerin sistemin ihtiyaç duyduğu gibi düşünmesi ve hareket etmesini sağlayan metotlardır.
Anonymous
tutkunun en yoğun hali, iki bireyin her iki bireyin birbirlerine karşı olan uygunluğundan ileri gelir. Dolayısıyla, irade yani babanın karakteri ile annenin zekâsının meydana getirdiği bütün genel olarak yaşama isteminin ki, bu bütün türlerde kendini ortaya koyar, arzu duyduğu bireyin bütün eksikliklerini giderir. Bu arzu, iradenin büyüklüğü ile aynı orandadır ve bu yüzden de ölümlü bir kalbe sığmayacak kadar büyüktür, dürtüleri de benzer şekilde, kişinin aklının sınırlarının ötesine geçer. Gerçek ve büyük bir tutkunun ruhu da buradadır işte. Bu yüzden de, iki bireyin, daha sonra bahsedilecek olan pek çok bakımdan birbirleriyle karşılıklı uygunluğu ne kadar kusursuz ise birbirlerine karşı duydukları tutkunun da o oranda güçlü olduğu kanıtlanmış olacaktır. Birbiriyle tamamen aynı iki birey mevcut olmadığından, belirli bir kadının tek bir belirli erkeğe en kusursuz biçimde karşılık gelmesi gerekir -Bu denklikte, doğacak çocuk, her zaman ön planda tutulur. Gerçekten tutkulu bir aşk da bu iki kişinin kazara bir araya gelmesi kadar nadir görülen bir şeydir. Böyle olmakla birlikte, hepimiz, gerçek bir tutkulu aşkın mümkün olduğuna inandığımız için, şairlerin bunu eserlerinde neden dile getirdikleri konusu bizim için son derece anlaşılır bir şeydir. Sadece âşık insanın tutkusu gerçekte doğacak çocuğa ve onun niteliklerinin kestirilmesine yöneldiğinde ve bu tutkunun bütün özü de burada yattığından eğer ortada yaradılışları, kişilikleri ve zihinsel eğilimleri açısından bir uyum varsa, farklı cinsiyetlerden iki genç ve güzel insan arasında, içine cinsel aşkın hiçbir biçimde karışmadığı bir dostluk kurulabilir aslında duruma cinsel aşk açısından bakıldığında, aralarında belirgin bir isteksizliğin var olması bile mümkündür. Bu durumun nedeni de onlardan meydana gelecek olan çocuğun zihinsel veya bedensel nitelikler açısından uyumsuz olması olasılığıdır kısacası. Çocuğun varlığı ve doğası bütün türlere kendini gösterdiği şekliyle yaşama isteminin amaçlarıyla uyum içinde olmayacaktır. Aksi halde, yaradılış, kişilik ve zihinsel eğilim arasındaki farklılıkların olduğu ve arada bu durumdan ileri gelen bir hoşnutsuzluk hatta düşmanlığın bulunduğu hallerde bile yine de bir cinsel aşkın doğup varlığını sürdürmesi bile mümkündür. Ama bütün bunlara gözümüzü kapatıp bir evlilik gerçekleştirirsek bu, son derece mutsuz bir evlilik olacaktır.
Anonymous
İşte bundan dolayıdır ki, bütün insanlar, öncelikle ve kesinlikle en güzel olanları bir başka deyişle türün karakterinin en saf ve güçlü biçimde ortaya çıktığı kişileri tercih edecektir. Fakat ikincil olarak da özellikle kendisinin eksikliğini duyduğu mükemmeliyetleri arzu edecek hatta kendisininkilerin zıddı olan kusurları güzel bulacaktır. Bu sebepten dolayıdır ki, örneğin, kısa boylu erkekler, uzun boylu kadınların peşinde koşacak, sarışın insanlar esmerlerden hoşlanacaktır. Güzelliği, kendisine uygun bir kadın gördüğünde, erkeği etkisi altına alan ve ona bu kadınla birleşmenin yaşanabilecek mutlulukların en büyüğü olduğunu düşündüren bu aldatıcı coşkunluk, türün duyuşundan başka bir şey değildir. Bu duyuş, aynı olanın belirgin biçimde dışa aksetmiş özelliğini görüp onu bu bireyle sürdürmeyi arzu eder. Türlerin karakteristiğinin korunması işi de, güzel olana karşı bu kararlı yönelişe dayanır ve bu yüzden de böylesine büyük bir güce sahiptir. Bunun içinde barındırdığı düşünceleri,
Anonymous
Bir yazar yüceliğe ulaşmak için dört şeye ihtiyaç duyar Pasquale: Arzu, hüsran ve deniz.” “Üç etti ama.” Alvis şarabını bitirdi. “Hüsranı iki kere sayacaksın.
Jess Walter (Beautiful Ruins)
O, kimi zaman öylesine tinseldi ki kadınlığımı yok olmuş hissederdim, diğer zamanlarda ise öyle vahşi ve ihtiraslı, öyle arzu doluydu ki karşısında nerdeyse titrerdim. Kimi zaman bir yabancı gibi görürdü beni, diğer zamanlarda ise kendini tümüyle bana verirdi; o zaman kollarını atıldığımda kimi kez her şey birden değişir ve sanki bir buluta sarılırdım. Bu ifadeyi onu tanımadan önce de bilirdim, ama ne anlama geldiğim o öğretti bana; bunu ne zaman kullansam hep onu düşünürüm, kafamdan geçen tüm düşüncelerin onunla ilgili olması gibi. Ben müziği oldum olası sevdim ve o da eşsiz bir enstrümandı; her zaman canlı, hiçbir enstrümanda olmayan bir genişliği vardı, tüm duyguların ve ruhsal durumların bir özetiydi o, hiçbir düşünce onun için fazla yüce ya da fazla umutsuz değildi, bir sonbahar fırtınası gibi gürleyebilir, duyulmaz bir sesle fısıldayabilirdi. Benim hiçbir sözüm etkisiz değildi ama yine de sözlerimin mutlaka etkili olduğunu da söyleyemem, çünkü hangi etkiyi yapacaklarım bilmem olanaksızdı. Tanımlanamaz ama gizli, kutsal, adlandırılamaz bir heyecanla dinlerdim o ortaya çıkmasına kendi sebep olduğum hem de olmadığım, o müziği; hep bir armoni vardı, o beni büyülerdi.
Anonymous
Ey güzeli açığa çıkarıp çirkini örten.. ey günahlarından dolayı kullarını hemen muâheze etmeyen ve perdeyi yırtmayan.. ey affı güzel.. ey mağfireti bol.. ey rahmetini her yana saçan.. ey kullarının gizli yakarışlarını duyan.. ey bendelerinin arz-ı hâllerini ilettikleri yegâne merci.. ey afv u safhı geniş olan.. çokça ihsanda bulunan.. ey kullarının istihkakından önce nimetleri daha baştan bahşeden… ey Rabbimiz, ey Seyyidimiz, ey arzu ve dileklerimizin en son ufku, ey Allahım! Senden, vücudumu ateşte yakmamanı diliyorum.
Anonymous
Baudrillard’ın belirttiği gibi, tüketim, toplumun kendisiyle konuşma tarzıdır. Yani, birey satın aldığı ürünler, gezdiği yerler, kullanmış olduğu her türlü nesne üzerinden bilinçli ya da bilinçdışı bir ruh hali içerisinde etrafa mesajlar verir. Arzu ve isteklerinin sonuca ulaşmasıyla tatmin olmaya çalışan tüketici, bunu yaparken belirli bir imaj ekseni üzerinden imge ve sembolleri kullanır. Sürecin imge ve semboller üzerinden yürümesi markaların tüketiciyle daha yakından ilişkili olmasına, yani bir bakıma ‘anlamı’ ifade etme aracı olarak görmesine sebep olur.
Anonymous
Sinan'ın Nilgün'e duyduğu isteği Gül'e aktardığını kim olsa anlardı.
Pınar Kür (Bitmeyen Aşk)
Biz genc ve atesliysek de, ne arkadasimiz ne ziyaretcimiz vardir; her ne kadar kesintisiz bir kucaklasma icinde olsak da huzurlu degiliz. Arzu doyurulmadiginda, tutku amacsiz kaldiginda hangi huzurdan soz edilebilir ki?
Kahlil Gibran
... Bununla birlikte serotonin düzeyleri kesin olarak patolojik bir durumun varlığını belirlemez ve Prozac'ın varlığı, Kramer'in ünlü kozmetik farmakoloji tanımıyla işaret ettiği şeye, yani bir ilacın sağlatım değeri nedeniyle dğeil, yalnızca kişinin kendisini "iyiden daha iyi" hissetmesini sağladığı için alınması anlamına gelen durumu hazırlar. Eğer özsaygı duygusu insanın mutluluğu açısından bu denli önemliyse, kim daha fazlasını arzu etmez ki? İŞte böylece, bazı yönleriyle Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya'sındaki soma'ya rahatsız edici biçimde benzeyen bir ilacın önü açılmış oldu.
Francis Fukuyama
Pencereye yakın olma arzun, hayata yakın olma arzundur!
Mehmet Murat ildan
Peki ama neden ozellikle Yahudileri hedef aliyorsunuz?" "Cunku Rusya Yahudi dolu. Turkiye'de olsaydim, Ermenileri hedef alirdim." "Yani siz yahudilerin yok edilmelerini istiyorsunuz aynen-belki tanirsiniz-Osman Bey gibi." "Osman Bey fanatiktir, ustelik kendi de Yahudidir. Ondan uzak durmak iyi olur. Ben yahudileri yok etmek istemiyorum, curetimi mazur gorun ama Yahudilerin en iyi muttefiklerim oldugnu soyleyebilirim. Ben Rus halkinin moralinin guclu olmasini arzu ediyorum ve halkin mutsuzlugunu Car'a yoneltmesini istemiyorum -ya da yaranmaya calistigim kisiler istemiyorlar. Bu nedenle bir dusman gerekiyor. Bir zamnalarin hukumdarlarinin yaptigi gibi gidip dusmani Mogollarbya da Tatarlar arasinda aramanin geregi yok. Dusmanin taninir ve korkulur olmasi icin onun evde ya da evin esiginde olmasi gerekir. Iste yabudi dememin nedeni budur. Kader onlari karsimiza cikardiguna gore kullanmaliyiz, her zaman korkacak ve nefret edecek birkac Yahudi'nin olmasi ici dua etmeliyiz. Halka umur vermek icin bir dusman gereklidir. Biri yurtseverligin alcaklarin son siginagi oldugunu soylemisti: Ahlaksal ilkeleri olmayanlar genellikle bir bayraga sarinirlar, soysuzlar da daima irklarinin safligiyla ovunurler. Ulusal kimlik, mirastan yoksun kalanlarin son pinaridir. Simdi kimligin anlami, nefret uzerinde temelleniyor, ayni olmayana duyulan nefret uzerine. Nefreti uygar bir tutku olarak beslemek gerekir. Dusmani, halklarin dostudur. Insanin kendi sefilligine mazaret bulabilmedi icin nefret edecek birine gereksinmesi vardir.
Umberto Eco (The Prague Cemetery)
Arzu ettiğin her arzu gerçekleşmez ve bu senin için bir kutsamadır çünkü arzuladığın her arzu etik değildir, sadece bazıları etiktir!
Mehmet Murat ildan
Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutkular. Aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan bir arzu).
Anonymous
Sana yalvarıyorum yavrum... Ve açıkça, terbiyesizce söylüyorum... Ben senden vücutlarımızın değil kafalarımızın birleşmesini istiyorum... Ötekini arzu etmek münasebetsizdir. Çünkü ne sen bana sadık kalırsın, ne ben sana... Hayat... ki yegâne zevki değişikliktedir, bir kişiye bağlanmak ancak aptalların işidir ve ben, beni aldatmayacak kadar alelade bir kadına tahammül edemem. Aldatmasına da cemiyetin henüz kıramadığımız kayıtları ile hayvani insiyaklarımız müsaade etmez... Şu halde aşk, zamanımızda biraz kafasını işletmiş olanların yapamayacakları şeydir... Ben bunları ancak şimdi söyleyebiliyorum. Senden başkasına da söyleyemem, bilirim ki başkaları orijinalite göstermek için garabet ve ahlaksızlık yapıyor diyeceklerdir... Sen böyle düşünmezsin değil mi? Yine: tekrar ediyorum: Kafalarımızı birleştirelim, bu şekilde kâinatla daha güzel alay edeceğiz... Çünkü dünya... alay etmekten başka bir şeye yaramaz...
Anonymous
Eğer dünya anlamsızlaşıyorsa -bu her ne anlama geliyor ve hangi süreçlerden geçiyor olursa olsun-, bu onun yıkımına yönelik bir arzu, dünyanın varlığına ve varlıklarına duyulan müphem bir öfke uyandırıyor. İnsan hayatı bu dünya üzerinde gerçekleştiğine göre, anlam, dünyayla birlikte insandan da esirgeniyor demektir. Apokaliptik tehdit bir umuda dönüşüyor: Anlamsızlığından şüphelenilen şey, -bir kez yıkılması halinde- ardında anlamını kanıtlamış olandan başka bir şey bırakmayacak ya da bizzat anlamın oluşmasını sağlayacaktır.
Hans Blumenberg (Endişe Nehri Geçiyor)
İnsanların arzu ve isteklerini gıcıklamaya ve onların, ayranını kabartmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Onun içindir ki, İslâmî çerçevede, mala revaç vermek üzere iştihaları kabartacak şekilde vitrin kullanma dahi mezmumdur, yani zemmedilmiştir. Çünkü, teşhir edilen o şeyleri alamayanlar da görecek ve içinde burukluk hissedecektir.
Anonymous
O şu anda, burada, farkında olabilirsek o patlama gerçekleşir. Zaten çok yakınımızda. O bizim en yakın komşumuz ama biz hep uzaktakini arzu ediyoruz. Yanı başımızda duruyor ve biz haclara gidiyoruz. Bir gölge gibi bizi izliyor ama gözlerimiz uzaklarda olduğundan onu göremiyoruz. Yaşam varoluşun içinde olmak zorundadır. Lao Tzu'nun bir sözü vardır: "Ararsan yitirirsin. Arama, bulursun.
Anonymous
İnsan kalbinin tesellicisi teslimiyettir. Kadere teslim olan bir insan, Rabbimden gelen her şeye ama her şeye razıyım der. Her şey O'ndan gelip yine O'na dönüyordur. Hayatın, kendi arzu ve hevesleri, istekleri, beklentileri doğrultusunda gitmeyeceğine inanır. Kalbini O'nun verdiklerine tümüyle açar. Evet, o da hüzünlenir ama kasvetli, insanın içini karartan bir hüzün değildir yaşadığı.
Mustafa Ulusoy (Giderken Bana Bir Şeyler Söyle)
Futbol oynamak için topa ihtiyacın yok; ihtiyacın olan tek şey güçlü bir istek! Sonrasında top yerine bir taşı bile kullanabilirsin! Yapmak istediğin bütün öteki şeyler için ihtiyacın olan tek şey güçlü bir istek!
Mehmet Murat ildan
Sanat bizim ölümlü şeyleri ölümsüz şeylere çevirmek için sonsuz arzumuzdur!
Mehmet Murat ildan
Bir sabah ne kadar güzel olursa olsun, onun sonsuza dek devam etmesini arzu etmemeliyiz, çünkü bu, gecenin bütün güzelliklerini sonsuza dek kaçırmak demektir!
Mehmet Murat ildan
-"Toplumlar tarihleriyle yüzleşmeli" diyorlar. Bizim kendi tarihimizde yüzleşmemiz gereken karanlık noktalar var mı? Evet bunlar çok moda. biz tarihimizle yüzleştik. Kastettiğiniz Ermeni meselesiyse şükürler olsun bir Ermenistan Cumhuriyeti kuruldu. Çünkü diasporadaki herhangi bir toplumun, yani kültürlü ve üretim yapan bir toplumun devletsiz olması hiç hoş bir şey değildir. Yahudilik bunu asırlar boyunca yaşadı. Ermeniler yaşadı, şimdi onların da devleti var ve başkaları da var, onlar için de istiyoruz. Bİz Ermenistan'la otururuz tarihi yeniden gözden geçiririz. Bu arada bazılarının dediği gibi bunun resmi tarih olması beni hiç rahatsız etmiyor. bizim resmi tarhçilerle onların resmi tarihçileri oturur, belki de çok uzun süren bir süreç içinde bu işi tartışırız, bilmediğimiz birtakım şeyler daha ortaya dökülür. Ve biz sonunda okul çocuklarımız için ortak bir çalışma hazırlarız. Bu artık halledilmek zorundadır, o safhaya gelmiştir. Bu yüzden de çok önemlidir. Diasporadaki sorumsuz ve birbirinin dilinden anlamayan gruplarla ve Türk muhalif gruplarıyla bu iş halledilmez. Bu çok ciddi bir sorundur. Çünkü bunun maalesef başka yönlere çekildiği açıktır. Yeryüzü tarihinin en korkunç jenositini yapan bir kavim bu gün kendisiyle paralel işler yapan bir başka "criminal brother" arıyor. O kimlik ve işleve de Türkleri uygun görüyor. Kastettiğim Almanlardır. Milli bir kompleksten kurtulmak için böyle bir çaba içindeler. Dertleri Ermeni sorunu değil. Vichy Fransa'sında yapılan bir alçaklık Türkiye'de olmadı. Onu da söyleyeyim. Bunun da bilinmesinde fayda var. Özetle bu çok önemli bir olaydır. Araştırılması gerekir ve biz Ermeni tarihçilerle birlikte oturup araştıracağız hatta kurumlar kuracağız. Çünkü biz geçinmek, birlikte yaşamak zorunda olan iki memleketiz. Ve Ermeniker kabiliyetli, üretken bir halk. Çalışacaklar, çalıştıklarının karşılığını bulacaklar. Bugünkü gibi yaşamayı hak etmiyorlar. Çok daha iyi bir yaşam içinde ve bizimle beraber olmak zorundalar. Diasporanın bu ülkeyi yönlendirmesi de çok arzu edilir bir şey değil.
İlber Ortaylı (Tarihin İzinde)
Yine bir gün Aliye: 'Bu dünya piçlerle dolu' diyordu. 'Örneğin ben piçin âlâsıyım. Benim babam pis, adi, sarhoş herifin biri. Annem de eh, sıradan bir kadın. Birbirini düşünmeden, arzu etmeden, rastgele birleşmiş iki insan. Nikah ne demek? Ne idüğü belirsiz bir herif, yani imam; üç beş kişiden amin amin ve peydahlanan ben. Ama düşünün, birbirini arayıp bulan, isteyen iki ruh, iki vücut birleşirse... O zaman kağıtlar imzalar bir yana, doğan çocuk piç değildir. Kesinlikle! Sahici insan odur işte...
Nezihe Meriç (Toplu Öyküleri I)
Marksizmin ilmini sevmez, fakat ruhunu severdi. Asla gerçekleşmiyeceğini bildiği büyük emellerinden biri de bu ruhu o ilmihalden kurtarmaktı: Bir satırını yazmadığı ne eserler tasarlamıştı. Tıptan felsefeye atlayışının sebeplerinden biri bu arzu idi, felsefede kalamayışının sebeplerinden biri de bu iradesizlik.
Peyami Safa (Matmazel Noraliya'nın Koltuğu)
Her tohum toprakta ölmek ister! Her şemsiye sürekli yağmurlu bir dünyada yaşamak ister! Her ayna kendi yüzünü başka bir aynada görmek ister! Bu evrendeki her şeyin gerçekleştirmeyi arzu ettikleri hayalleri vardır!
Mehmet Murat ildan
Tüm bu işlevlerine rağmen, evlerin son zamanlarda gitgide balkonsuzlaştırılması, yani evlerin kastre edilen mekânlarının balkonlar olması oldukça düşündürücü, duygusal olarak da ürpertici. Kastre edilmiş balkon biçimi ise, "fransız balkonu" diye tabir edilen, sanırım dış dünyaya "fransız" kalmamızı arzu eden 40 santimetrelik bir çıkıntı. "Balkonmuş" gibi yani. "-Mış gibi" yaşamlarımıza oldukça uygun bir biçim olsa gerek.
Tuğçe Isıyel (Ya Hiç Karşılaşmasaydık)
Bazen saatlerce ya da günlerce aradığın bir şey aniden önünde beliriverir, adeta evren aradığın şeyi elinden tutup sana bizzat getirmiştir ve bunun sebebi aradığın şeyi bulmayı çok fazla istemiş olmandır!
Mehmet Murat ildan
... Şimdi söz konusu olan dengenin düzeltilmesi değil, bozulması. Bunu yapabilecek sadece tek bir yaratık var.” “Biz insanlar.” “Nasıl?” “Yaşam için ölçüsüz bir arzuyla.” “Yaşam için mi? Ama yaşamayı istemek yanlış bir şey mi?” “Hayır. Fakat ne zaman yaşamın kendi üzerinde bir güç elde etmeyi şiddetle arzu edersek -sonsuz bir zenginlik, mutlak bir güvenlik, ölümsüzlük- o zaman arzu bir hırsa dönüşür. Ve eğer bilgi o hırsla iş birliği ederse, o zaman bela gelir. O zaman dünyanın dengesi sallanır ve tartıda yıkım ağır basar.
Ursula K. Le Guin (The Farthest Shore (Earthsea Cycle, #3))
Üzgün olmanın güzel bir yanı var mı? Evet, elbette var! Üzgün insan, mutluluğa ulaşmak için yayından fırlamaya hazır bir ok gibi müthiş bir enerji biriktirmiştir! Üzülmek, müthiş bir mutlu olma arzusu yaratır ve nihayetinde bu arzu mutlu olma yolunda güçlü bir eylem başlatır!
Mehmet Murat ildan
(Tanzimat) romancılarının muhafazakar bir tavır takınmasının temel gerekçesi, teknik sahada ideal olarak benimsenen Batı'nın kültürel bağlamda çekinilen bir tarafının bulunmasıdır. Buna göre Batılı tekniğin altyapısını teşkil eden tecrübeden habersiz olan Tanzimat aydını, teknik ve kültür arasındaki neden-sonuç ilişkisini çözemediği için birbirinden ayrı addettiği bu iki sahayı birbirine karıştırmamak üzere muhafazakar bir yaklaşımla Batı'nın olumsuz niteliklerinden korunmaya çalışır. Ayrıca Taner Timur'un da vurguladığı üzere Tanzimat aydınının 1870'lerde romanla tanıştığı dönemde Batı'da natüralist yazarlar ön plandadır. Osmanlı aydını Batı'yı tarih ve sosyoloji incelemelerinden önce, gerçekleri olduğundan çok daha karanlık ve çirkin gösteren natüralist romanlarla tanıdığı için, askeri ve teknolojik nedenlerle taklidine çaba harcadığı Batı'nın ahlaken yozlaşmış, aile kurumu çökmüş ve tüm bağlılık duygularını yitirmiş tarafıyla da karşılaşır. (...) Teknik olarak örnek alınması gereken uygarlık, aynı zamanda toplumun mevcut değerlerine yönelik bir tehdit oluşturduğu (sanıldığından R.A.)ndan temkinli yaklaşılması gereken bir alanı ifade etmektedir.
Erdem Dönmez (Arzu ve Tereddüt: 19. Yüzyıl Türk Romanında Muhafazakarlık)
...Кimsə bu dünyada arzu qoymadı. Кimi yеr altından хəbər gətirdi, Кimi uçdu göyə, yеnə doymadı...
Mikayıl Müşfiq
Yine hem nefretin hem arzunun nesnesiydim. Arzu bana can veriyor, nefret canımı alıyordu.
Ayfer Tunç (Yeşil Peri Gecesi (Kapak Kızı, #2))
Dil birliği oluşturulmasına fırsat tanınan bir grup için genellikle hissedilen şey, küçük yapay siyasî engellerin alaşağı edilmesine yönelik bir sempati duygusudur. (...) Fakat bu engeller aşıldığında ve gerçeklik ile hiçbir şekilde örtüşmeyen farazî ırklar ya da sözde millî birimler inşa edildiğinde, büyük çaba gösterdiğimiz özgür aklın gelişimi, tutkuyla arzulanan iktidarın elde edilmesi için bir mazerete dönüşür. Örneğin Pan-Latin Birliği'ni kurma hayali, Germen dillerini konuşan tüm grupları bir araya getirmeyi arzulayan Pan-Germenizm akımı, Pan-Slavizm ajitasyonu, Pan-Amerikan düşüncesi -bunların tümü iktidar arzusunu beslemektedir. Filolojik araştırmalara göre, farazî bir ortak kültür ve ırksal kökenin dil temelli bir ilişkiye dayandığı varsayılır ama bunun çağdaş kültürle bir alâkası yoktur. Bu tür durumların tamamında milliyetçi düşünce hedefinden sapmış, emperyalist arzu baskın gelmiştir.
Franz Boas (Anthropology and Modern Life)
Atalarımızın ideallerine körü körüne bağlılık göstermeyi reddettiğimiz takdirde, geçmişin bir kenara atılabileceğine ve salt yeni bir entelektüel temel yaratılabileceğine ya da bunun bizim için arzu edilir bir şey olacağına inanmıyorum. (...) Bizim neslimiz ne yaparsa yapsın, belirli bir zaman içerisinde eski düşüncelere dönecektir; bu düşünceler haleflerimizin zihnindeki zincirlere eklenecektir; gelecek yeni neslin bizim yaptığımız kösteklerden kurtulması için ayrı bir çaba göstermesi gerekecektir. Bu süreci kabul etmemiz hâlinde vazifemizin yalnızca geleneksel önyargılarımızdan kurtulmak değil, aynı zamanda geçmişteki doğru ve kullanışlı görülen şeyleri araştırmak olduğunu anlarız.
Franz Boas (Anthropology and Modern Life)
On paper, the UN could offer the sun and the stars, but in reality, they were little more than a polite man asking to please behave nicely at a dinner party.
M.N. Arzu (Underground: A Merfolk Secret (Under, #3))
ağlıyor ve ölüyor. Zaman yüzünü eskitemez çünkü yüzü yok! Yok yüzlü palyaçonun giysisi olması gerektiği gibi oysa, kabarık yakalar ve renk renk kareli tulumu. Yüzüyorlar, saydam ve ılık suyun içinde, şiddetle. Yukarıdan görülüyor bedenleri yarım, belden aşağıları yok. Hızla kayıyorlar sıvının içinden, aşağıya vardıklarında kollarıyla tırmanıyorlar kesik bedenlerini yukarı çekerek adamlar... Benle benim aramdaki farkı görebiliyor musun? Ölüm, yaşayabilmek için sonsuzca kaçındığımız, ama sözcükleri yaşatabilmek için kucak açtığımız... Deniz tepiniyor. Akıl hastanesinde gidişat üzerine sorgulamada, hastalardan biri: ’’ Hepiniz bir gün buraya geleceksiniz, gelecek, geleceksiniz, gelecekler ’’ demiş. Kafka insan vücudundaki karanlığı görmüştü yalnızca, ışığı, aydınlığı gözden kaçırmıştı. Çöl rengi elbise giydim. Beden kaç atom barındırıyorsa o kadar da anlam ve sembol taşır. Hücrelere çok önceden /her zaman/ zaten işlemiş, işlenmiş sözcük ve arzu. Kırmızı Kahverengi Defter
Nilgün Marmara
Ama kitleleri aydınlatma fikirlerimi ileri gelenlerle paylaşınca başlarını iki yana sallayarak böyle bir şeye kalkışmamam hususunda beni ikaz ettiler. Her hareketim baltalandı. Kısa sürede ileri gelenlerin gerçeği kitlelerden bilinçli olarak sakladıkları kanaatine eriştim. Bencilce sebepler uğruna halkın cahil kalmasını arzu ediyorlardı. Bunun üzerine seyahlarimde insanlarla bizzat görüşmeye başladım. Pazar yerlerinde, kervansaraylarda, hac yolundakilerin bulunduğu yerlerde herkese inandıkları her şeyin uydurulmuş hikâyeler olduğunu, bu şekilde devam ederlerse hakikate hiçbir zaman ulaşamadan öleceklerini anlatıyordum. Ancak sözlerim hakaretlerle karşılanıyor, taş yağmuruna tutuluyordum. Bunun üzerine kalabalıklara hitap etmek yerine nispeten daha zeki olanlarla konuşma yolunu seçtim. Çoğu gerçekten de beni dikkatle dinlemişti. Ama söyleyeceklerim bitince kendilerinin de benzeri şüpheleri olduğunu ama sağlam bir dala tutunmanın çok daha faydalı olacağı kanaatindeydiler.
Vladimir Bartol (Alamut)
Uyudun ve çok arzu ettiğin bir durağı kaçırdın ve durak artık çok gerilerde! Bu duruma hayıflanmak yerine 'hayat bana daha iyi bir şey sunacak' diyerek umut dolu olabilirsin!
Mehmet Murat ildan
Birdenbire çok kaliteli bir grup işsiz kalıyor Almanya'da. Bunun için Philip Schwartz önderliğinde İsviçre'de bir teşkilat kuruluyor ve işsiz kalan bu hocalar için dünyanın çeşitli yerlerinde iş aramaya başlanıyor. Ardından Türkiye'nin böyle bir arayışta olduğu öğreniliyor ve Atatürk'e müracaat ediyorlar. Atatürk, "Alanında en iyi olanları istiyorum," diyor ve Prof. Schwartz bir süre sonra bir liste ile Mustafa Kemal'in yanına geliyor. Bu arada diş hekimliği ile ilgili enterasan bir olay yaşanır. Atatürk'e takdim edilen listede büyük diş hekimi Alfred Kantorowicz'in üstü çizilmiş. Atatürk sebebini soruyor. Schwartz, "Efendim, bu arkadaşımız diş hekimliği alanının en iyisidir, fakat ne yazık ki kendisi bir sosyal demokrattır. Şu anda da Lichtenburg Konsantrasyon Kampı'ndadır, bunu getirtemeyiz. Reich Hükümeti bu arkadaşı bize teslim etmez. Bu sebeple listenin ikinci sırasında olan arkadaşı size öneriyorum," diyor. Bunun üzerine Atatürk, "Sen onu bana bırak,"anlamında bir şey söylüyor ve hemen Almaya'ya bir mektup yazılıyor. Profesör Kantorowicz isteniyor. Bu mektuba iki ay cevap gelmiyor. Schwartz zavallı, elindeki listeyle tekrar geliyor. "Ekselans," diyor, "zatıâlinize arz ettim, vermezler bu adamı. Arzu ederseniz listenin ikinci sırasındaki arkadaşla irtibata geçelim." "Hayır," diyor Atatürk, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ı çağırıyor. "Hemen Reich Hükümetine bir nota çek," diyor. "İki ay mektubumuza cevap verilmemesi Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne kasıtlı bir hakaret midir?" 48 saat sonra Prefesör Kantorowicz serbest bırakılıyor ve İstanbul'a geliyor.
A.M. Celâl Şengör (Dahi Diktatör)
TALAT PAŞA, İttihat ve Terakki'nin son kongresinin yapıldığı 1 Kasım 1918 günü yaptığı konuşmada tehcir konusuna da değinmiştir. Talat Paşa, şunları söylemişti: Ermenilerin tehcir meselesi, içeride ve bilhassa dışarıda harp kabinelerine en çok söz getirmiş meselelerden birisidir. En evvel söylemek lazım gelir ki, bu tehcir ve katliam rivayetleri son derece mübalağa (abartma) edilmiştir. Ermeni ve Rum neşriyatı biri on yaparak dünyayı gürültüye boğmuştur. Bununla olayları inkâr etmek istemiyorum. Yalnız hakikati söylemek, fazla mübalağaları ortadan kaldırmak arzusundayım. Şu mübalağalardan sarfınazar olunursa, herhalde böyle bir hayli tehcir olayları olmuştur. Fakat, Babıâli bunların hiçbirinde evvelden verilmiş bir karar üzerine hareket etmiş değildir. Meydana gelen olayların sorumluluğu, her şeyden evvel onlara sebep olan, telafi edilmez dayanılmaz hareketleri yapan unsurlara aittir. Şüphesiz bundan bütün Ermeniler sorumlu değildir. Fakat, devletin hayat ve ölüm kararını verecek, büyük bir harp esnasında, ordularının hareket serbestisini engelleyen, arkada isyanlar çıkararak, memleketin geleceğini ordunun emniyetini tehlikeye düşüren hareketlere hoşgörü ile bakılmazdı. Erzurum havalisinde ordularımızın harekâtını işgal eden Ermeni çeteleri bütün Ermeni köylerinde yardım ve koruma buluyorlardı. Başları sıkıştığı zaman gönderdikleri bir haber üzerine, köylüler kiliselerde sakladıkları silahları çıkararak imdatlarına koşuyorlardı. Ordunun arkasında böyle devamlı geri çekilme yollarımızı keserek ve cephe gerisi hizmetlerini engelleyecek tehlikelerin varoluşuna göz yumamazdık. Ordulardan bilgi, vilayetlerden devamlı olarak gelen uyarılar ve bildirimler, bu mesele hakkında kesin tedbirler alınmasını zorunlu kıldı. İşte tehcir meseleleri; her şeyden önce böyle bir savaş zorunluluğu neticesinde alınmış olan çarelerden, tedbirlerden oluşmuştur. Demek istiyorum ki, her yerde tehcir muntazam bir şekilde ve yalnız zorunlu olunduğu derecede yapılmıştır. Birçok yerlerde çoktan beri birikmiş olan düşmanlıklar, bu neden ile patlayarak katiyen arzu etmediğimiz suiistimallere sebep olmuştur. Birçok memurlar, haddinden fazla zulüm ve şiddet gösterdiler. Birçok yerlerde, haksız yere birtakım masumlar da kurban oldular. Bunu itiraf edelim.* (...) 1918 yılı Kasım ayında Talat Paşa böyle konuşmuştur. Ondan yaklaşık üç yıl sonra; 24 Şubat 1921'de, Mustafa Kemal Paşa da aynı konuda şunları söylemiştir: Düşmanca ithamda bulunanların sürdürdükleri büyük mübalağalar (abartılar) dışında, Ermenilerin tehcir meselesi aslında şuna dayanmaktadır: Rus ordusu 1915'te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada, o zaman çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında, çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarmız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu. Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah, cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından beri kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan bilistifade ve bu maksadı matuf olarak, büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı. İngiltere'nin sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda'ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkârı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi, şayet İtilaf devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi, evlerine dönmüş olurlardı.** * Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, s. 288 ** Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, s. 393
İlker Başbuğ (Ermeni Suçlamaları ve Gerçekler)
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşında Doğu Anadolu'yu istila eden Rus ordusunda Ermeni asıllı subay ve generaller mevcuttu. Lors Melikof gibi. Bunlar Osmanlı Ermenileri ile temas ve onlara yardım teklifinde bulundular. Böylece Ruslar, Doğu Anadolu'daki emellerini gerçekleştirmek için, Osmanlı Ermenilerini devlet aleyhinde kullanmak yoluna girdiler. Ermeni Patriği Nerses Ayastefanos'a gidip Babıâli' ye kabul ettirilecek anlaşmaya Ermeniler lehine hükümler konulmasını istedi. Esasen Rus generalleri, Ayastefanos'ta (Yeşilköy) Ermenilerin evlerinde kalmakta idiler. Onlar da Ermenileri böyle bir müracaat için tahrik ettiler. Bu Ermenilerin, İstanbul Ermenilerini harekete geçirmeleriyle, Ayastefanos Andlaşması'na Ermenilerle ilgili 16. madde konuldu. Bu maddeye göre, Osmanlı Devleti, Ermenilerin yerleşmiş olduğu eyaletlerde, mahalli şartların gerektirdiği ıslahat ve tensikatı vakit kaybetmeksizin icra edeceğini ve Ermenilerin güvenliklerini Kürtler ve Çerkezlere karşı koruyacağını taahhüt etmekteydi. Bu madde ile Rusya, Doğu Anadolu işlerine karışmak imkânını kazanıyordu. Fakat Doğu Anadolu'da Ermeni çoğunluğu yoktu. Azınlığın arzu ve iradesi çoğunluğa tercih mi edilecekti? Netice itibariyle bu madde ile Ermeni meselesi iç mesele olmaktan çıkıp Şark meselesinin bir parçası haline gelerek milletlerarası bir nitelik kazanmıştır.
Abdurrahman Çaycı (Türk - Ermeni İlişkilerinde Gerçekler)