Anlamli Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Anlamli. Here they are! All 100 of them:

Sevmek! Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?
Yusuf Atılgan (Aylak Adam)
Nasıl kolayca söyleyiveriyor bunu. Sevmek! Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?
Yusuf Atılgan (Aylak Adam)
Evrendeki en bol elementin, hidrojen ile helyumun, aynı zamanda en hafif iki element olması her şeyi açıklıyor zaten. Böyle hafif bir evrende anlam ne arasın? Anlam ağırdır… Dibe çöker. Falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakarlar.
Barış Bıçakçı (Sinek Isırıklarının Müellifi)
bir gün, bir an-bir günün bir anında seni sevecek kadar-sana seni anlatsam başımdaysam sonunda-sonundaysam başında yürüyor yenilenen, yorulmayan bir anlam. sözcüklerin içinde-sözcüklerin dışında, düşünlerinde eksik, yaşamlarında tamam. sen de anlamalısın gidiyorken yanında, başına vura-vura ben sana anlatamam. üşünen gecelerin sıcak karanlığında iki'den bir'i, bir'den iki'yi çıkaramam.
Özdemir Asaf
Sen bir aylak, bir uyurgezersin, bir istiridyesin. Tanımlar saatlere, günlere göre değişiyor ama taşıdıkları anlam az çok belli: Yaşamanın, harekete geçmenin, bir şey yapmanın pek sana göre olmadığını hissediyorsun; sadece sürüp gitmek istiyorsun, sadece bekleyişi ve unutuşu istiyorsun.
Georges Perec (Un homme qui dort)
Böyle hafif bir evrende anlam ne arasın? Anlam ağırdır... Dibe çöker. Falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakarlar.
Barış Bıçakçı (Sinek Isırıklarının Müellifi)
Hiç kimse bilmiyor bu parfümün aslında ne kadar iyi olduğunu, diye düşündü. Ne kadar iyi yapılmış olduğunu kimse bilmiyor. Ötekiler, sadece etkisine köle oluyor. Hatta kendilerini etkileyip büyüleyen şeyin parfüm olduğunu bilmiyorlar bile! Gerçek güzelliğini anlamış anlayacak tek kişi benim, çünkü ben yarattım onu. Aynı zamanda, büyüleyemeyeceği tek kişi de benim. Parfümün kendisi için anlam taşımadığı tek kişiyim ben.
Patrick Süskind (Perfume: The Story of a Murderer)
Unutulmaktan korkmak başka şey, hayatımın karşılığında hiçbir şey veremeyecek korkusu o. Eğer hayatını başkaları uğruna yaşayamazsan en azından başkaları uğruna ölmelisin, tamam mı? Ben de ne yaşarken ne ölürken anlam ifade edecek bir hayatım olmamasından korkuyorum.
John Green (The Fault in Our Stars)
Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?
Yusuf Atılgan (Aylak Adam)
Benlik geleneksel anlam sağlayıcılarından bir kez azat edildiğinde insanlar kendileri dışında ahlaki referans noktası bulamaz hale gelirler.
Kemal Sayar (Terapi)
Tutku, onu hisseden için bedenlerin arzusundan daha şiddetli bir anlam taşıyabilir. Beraberinde mutluluk umutlarını getirmesine rağmen tutkunun kargaşa ve rahatsızlığa neden olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Mutlu tutku bile o kadar şiddetli bir karışıklığa neden olur ki mutluluk haz duyulmasını sağlamadan önce çok büyük olduğu için karşıtına, yani acıya benzer. Tutkunun özü, iki varlığın süreksizliğini mükemmel sürekliliğe dönüştürmektir.
Georges Bataille (Erotism: Death and Sensuality)
Kayıtsızlık işe yatamaz. İsteyebilir ya da istemeyebilirsin, ne fark eder! Bir parti tilt oynamak ya da oynamamak; nasıl olsa biri aygıtın deliğine bir yirmibeşlik atacak. Her gün aynı yemeği yemekle kararlı bir hareket yaptığını sanabilirsin. Ne var ki reddedişin işe yaramaz. Yansızlığın hiçbir anlam taşımaz. Cansızlığın öfken kadar abes.
Georges Perec
Bütün bu şeyler, bazı şeylerin hiçbir anlam taşımamayı sürdürdükleri gibi hiçbir anlam taşımasalar yani sonuna dek anlamsızlıkta direnseler, asla söz edilemezdi bunlardan. Çünkü hiçten söz etmenin tek yolu ondan sanki bir şeymişçesine söz etmektir.
Samuel Beckett (Watt)
... sefil düşünceler ve küçüklükler arasında kaybolup, hayattaki büyük sırrı çözemedik, soru da cevapsız ve amaçsız kalakaldı; Nasıl yaşadın, neden öyle yaşadın, neyi yapabilecekken yapmadın, başka bir yol, başka bir anlam arıyordun, yanlış zilleri, yanlış kapıları çaldın, yanlış yollara saptın, yanlış insanları sevdin, yanlış yataklarda uyudun, yanlış evlerde yaşadın. Neden hayal etiklerini, düşündüklerini bu kadar küçümsüyorsun?..
Kostas Mourselas " Kızıla boyalı saçlar"
Ve ben artık mutsuz bir adamım. Günler, haftalar, aylar akıp giderken, ben yaşamıyor da daha ziyade vakit geçiriyorum. Ortalık karardıktan sonra pencereden yıldızları izliyorum. Umut etmiyorum, kızmıyorum, üzülmüyorum. Sadece hatırlıyorum. Kainat türlü biçimlerde kandırmaya çalışıyor beni. bulutlar ilerliyor, bir ayyaş nara atıyor, bir araba acı acı klakson çalışyor, daldan bir yaprak düşüyor… Orada öyle sabit dururken her şey beni kimsenin umrunda olmadığıma, unutmayışımın bir anlam taşımadığına inandırmak için yarışa giriyor. Sabırla bekliyorum ki, bütün kozlarını oynasınlar. Ne olursa olsun duruyor duruyor duruyorum… Gece bir kez daha aşkım karşısında mağlup dağılırken, kuytu bir köşeden fırlayıveren bir kedi gülümsetiyor beni. Nihayet gölgelerin arasında bir sigara yakıyorum. İşte o an biliyorum ki, roller değişmiş ve şimdi yıldızlar beni izlemeye başlamıştır. Gidip yatağıma giriyor, başucumda duran küçük prens biblosuna bakıyorum. Senden bana kalan her şey gibi kırık, ama asla atamayacağımı biliyorum.
Alper Canıgüz (Gizliajans)
Bundan o kadar memnunum ki anlatamam. Çünkü, inan buna ömrümde sokakta şöyle bir raslayıp da böylesine ilgilendiğim, sonra da zaman zaman aklıma gelen hiçbir kimse olmamış. Bu nasıl bir ilgiydi? Çarpılma gibi bir şey değil. Merak gibi, kişilik buluşması gibi, anlamı biraz silik de olsa mutluluk isteği gibi bir şey. Böyle olunca da bu ilk raslantı hayatın küçük bir cilvesi olmaktan çok öte bir anlam ve değer taşıyor. Bu anlamı, bu değeri alabildiğine büyütmek de bizim elimizde.
Cemal Süreya
Ben olsam onlara fazla bir şey anlatm azdım ,” dedi Holm es, “kadınlara asla tam anlam ıy la güvenem ezsin, en güvenilir olanlarına bile…
Anonymous
Aşk başta anlam olmak üzere pek çok şeyi karşısına alır. Huzuru örneğin, kararlılığı ve dengeyi. Kendine kendine sözler verirsin. Boşunadır.
Barış Bıçakçı (Sinek Isırıklarının Müellifi)
Aşk ancak, dışındakiler onu fark etmediğinde anlam kazanır. Aşk ancak, her yabancı, âşıkların birbirinden nefret ettiğine inandığı zaman mutludur.
Anonymous
Mümkün müdür tüm gerçeklikler onlar için bir anlam ifade etmesin; mümkün müdür hayatları boş odalardaki saatler gibi hiçbirşeye bağlanmadan geçsin?
Rainer Maria Rilke (The Notebooks of Malte Laurids Brigge)
Dünyanın kendisine verebileceği tüm ün ve paradan daha büyük bir şey vermişti ona Tanrı. -Anlam.
Karen Kingsbury (Angels Walking (Angels Walking, #1))
Yalnızlığımız çok fazla can yaktığında, acıyı kaptan kaba aktarıyor, aslında zerre kadar anlam içermeyen hayata ne derinlikler yüklüyoruz.
Aslı Erdoğan (Kırmızı Pelerinli Kent)
anlam ağırdır... dibe çöker. falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakarlar.
bıçakçı barış
Anlam da bir renktir ve o yüzden siyah beyaz fotoğraflarda çok fazla renk bulunur.
Mehmet Murat ildan
...Ondan bir kaç sonra anladım ki bir kadının susmasında gizli bir anlam vardır, bol bol konuşmada ise nice düşünceler saklıdır.
Honoré de Balzac (Le Lys dans la vallée)
Hayatın anlamı insandan insana, günden güne ve hatta saatler içinde değişebilir. O yüzden de önemli olan genel olarak hayatın anlamı değil, insanın hayatının verili bir andaki özel anlamıdır.
Viktor E. Frankl (İnsanın Anlam Arayışı)
Her şey çok anlamsız!Hayat,kendi kendilerini kopyalayan dev moleküllerden başka bir şey değil.Hayat dediğimiz sadece kimyadan ibaret.Periyodik tabloyu ezberlersek yeter.Evrendeki en bol iki elementin,hidrojen ile helyumun,aynı zamanda en hafif iki element olması her şeyi açıklıyor zaten.Böyle hafif bir evrende anlam ne arasın?Anlam ağırdır...Dibe çöker.Falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakarlar.
Barış Bıçakçı
İnsanlar anlam verdikleri bir şeyi, bir ilişkiyi, bir işi kaybettiklerinde "depresyona dülerler". Ama, umdukları şeyi elde edemekdiklerinde de. Dahası, şiddetle arzuladıkları bir şeye eriştikten sonra beklenmedik bir boşluğa düştüklerinde de: Bir ereğe ulaşan kişi, tüm o çabalarının ve fedakarlıklarının şimdi gözlerinden yaşlar getirmesine ve tüm o gayretinin uçup gitmesine hazır değildir. ... Friedrich Hollaender'in Marlene Dietrich'e söylediği bir şarkısında dile getirdiği gibi: Bir şey dileyebilecek olsam kendime Azıcık mutlu olmayı isterdim Çünkü, fazlaca mutlu olsaydım Üzüntünün hasretini çekerdim.
Wilhelm Schmid (Mutsuz Olmak)
...Düşsellik rezervine bir anlam kazandıran şeyle, gerçeklik katsayısı arasında belli bir orantı vardır. Düşselliğin ulaşıp, içinde dolanabileceği bâkir bir alan kalmadığı ve harita tüm coğrafi alanları belirlediğinde, gerçeklik ilkesi de ortadan kaybolmaktadır. Gerçekliğin sınırları sonsuzluğa çekilince, bu, sınırları belli bir evrende iç uyum anlamına gelen gerçeklik ilkesinin kanama yapmasına neden olur...
Jean Baudrillard (Simulacra and Simulation (The Body, In Theory: Histories Of Cultural Materialism))
Cem'in bir eli Berrin'inkini nazikçe kavramışken işaret parmağı kadının avuç içinde geziyordu. Kâhinlerin bin bir anlam aramak için baktıkları derin çizgilerde gizli bir sırrı arar gibiydi adam. Kendi izini arar gibi…
Burçin Çelik (Hüzün Yağmurları)
Belli bir yaşı geçince yaşam dediğin, sahip olduğun şeyleri sürekli kaybettiğin bir süreçten öteye geçmez. Yaşamın için önemli olan şeyler, bir tarağın dişlerinin birer birer kırılıp gitmesi gibi insanın elinden kayıp düşüverir. Bunların yerine eline geçense değersiz, tuhaf şeyler olur. Vücudun yetenekleri, arzular, hayaller, idealler, kendine güven, anlam, hatta aşık olduğun insanlar, peş peşe yok olup gider. Veda ederek ayrılanlar, hatta bir gün hiçbir şey söylemeden ortadan yok olanlar olur ve bir kez yitirince bunları bir daha asla tekrar elde edemezsin. Yerine koyacak bir şeyler de bulamazsın. Bazen vücudunu lime lime doğranıyormuş gibi hissedersin. Bu, çok acı veren bir şeydir.
Haruki Murakami (1Q84 (1Q84, #1-3))
Daha iyi bir insan olduğumu iddia edecek cesaretim yok elbette, ama daha mutlu bir insan olduğumu biliyorum, çünkü o buz gibi donuk hayatım için yeni bir anlam buldum, yaşamın kendisinden başka bir sözcükle açıklayamayacağım bir anlam.
Stefan Zweig (Olağanüstü Bir Gece)
Daha iyi bir insan olduğumu iddia edecek cesaretim yok elbette, ama daha mutlu bir insan olduğumu biliyorum, çünkü o buz gibi donuk hayatım için yeni bir anlam buldum, yaşamın kendisinden başka bir sözcükle açıklayamayacağım bir anlam.
İlknur İgan (Olağanüstü Bir Gece)
Sanki hayatım siyah beyaz ve o şarkı söylediği anda her şey kendine bir renk buluyor. Şişelerde bekleyen mürekkepler etrafa dağılıveriyor. Bir deniz gibi… İçimi kaplıyor. Onun sesi her şeye anlam katıyor. Demek istediğimi anlıyor musun?
Özge Ilık Saltık (Hırsız (Ay Işığı #1))
İddia ediyorum ki dünyada en kötü koşullarda bile hayatta kalabilmek için hayatın bir anlamı olduğu bilgisinden daha etkili olabilecek bir şey yoktur. Nietzchhe`nin şu sözleri çok şey söyler: "Yaşamak için bir nedeni olan her türlü nasıl`a katlanabilir.
Viktor E. Frankl (İnsanın Anlam Arayışı: Genç Okurlar Uyarlanan Baskı)
Ama ben zekanın tek başına hiçbir anlam taşımadığını öğrendim. Burada, sizin üniversitenizde zeka, eğitim ve bilgi büyük idoller haline gelmiş. Ama şimdi biliyorum ki, hepinizin atladığı bir şey var: Sevgi ve şefkat eli değmeyen zeka ve eğitim beş para etmez.
Daniel Keyes (Algernon'a Çiçekler)
Görünürde hiçbir değişiklik olmadığı, her şeyin tekdüze yaşandığı günlerde Buck, havanın yavaş yavaş soğuduğunu hissediyordu. Bir sabah geminin pervanesi durdu ve heyecanlı bir hareketlilik başladı. Buck ve diğer köpekler gemideki bu hareketliliğin farkına vardılar. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, François geldi, hepsinin boynuna birer ip bağladı, onları güverteye çıkardı. Buck adımını atınca, çamura basmış gibi oldu. Hırlayarak ayağını geri çekti. Yerdeki bu beyaz çamur gökyüzünden dökülüyordu. Buck, anlam vermeye çalışarak başını indirip kokladı, sonra yaladı, dilinde önce soğuk, ardından yakıcı bir etki bırakı ve hemen suya dönüştü. Ne olduğunu bir türlü anlayamadı. Birkaç kez aynı şeyi yaptı. Çevreden izleyenler bu haline çok güldüler; Buck neden güldüklerini anlamadı ve utandı. O gün hayatı boyunca ilk kez kar gördü.
Jack London (The Call of the Wild / White Fang)
Ne olursa olsun, her şeyin anlamsız olduğu, her şeyden umut kesmek gerektiği düşüncesiyle nasıl kalır insan? Her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluyoruz. Dünyanın hiçbir anlamı yoktur demek, her çeşit değer yargısını ortadan kaldırmak olur. Ama, yaşamak ve örneğin, yiyip içmek kendiliğinden bir değer yargısıdır. Ölmeye yanaşmadığı sürece, insan yaşamayı seçiyor demektir. O zaman da, görece de olsa, yaşamaya bir değer veriyoruz demektir. Umutsuz bir edebiyat ne demek olabilir? Umutsuzluk susar. Kaldı ki susmak bile, eğer gözler konuşuyorsa, bir anlam taşır. Gerçekten umutsuzluk can çekişme, mezar ya da uçurumdur. Umutsuzluk konuştu mu, hele yazdı mı, hemen bir kardeş el uzanır sana, ağaç anlam kazanır, sevgi doğar. Umutsuz edebiyat sözü birbirini tutmayan iki sözdür. Çünkü edebiyat olan her yerde umut vardır.
Albert Camus
İnsanın gerçekte ihtiyacı olan, gerilimin olmadığı bir durum değil kayda değer bir hedef, özgürce seçilmiş bir görev uğruna uğraş ve mücadeledir. İhtiyaç duyduğu şey, ne pahasına olursa olsun gerilimden kurtulmak değil, onun tarafından karşılanmayı bekleyen potansiyel bir anlamın çağrısıdır.
Viktor E. Frankl (İnsanın Anlam Arayışı: Genç Okurlar Uyarlanan Baskı)
Yaşamak acı çekmektir; yaşamı sürdürmek, çekilen bu acıda bir anlam bulmaktadır. Eğer yaşamda bir amaç varsa, acıda ve ölümde de bir amaç olmalıdır. Ama hiç kimse bir başkasına bu amacın ne olduğunu söyleyemez. Herkes bunu kendi başına bulmak ve bulduğu yanıtın öngördüğü sorumluluğu üstlenmek zorundadır.
Viktor E. Frankl (İnsanın Anlam Arayışı)
John Sherry pazarlamacıların birer davranış mimarı ve tasarımcı olduklarını, markalar aracılığıyla anlam yarattıklarını söyler. Jan Rijkenberg, Daniel Pink’in kavram çağı yaklaşımına çok paralel bir düşünceyle günümüzde “ürün-odaklı” pazarlamanın ömrünü doldurduğunu yerini ise “kavramsal markalaşmaya” (concepting) bıraktığını söylüyor.
Anonymous
Varlık da yokluk da birer 'biçim' olmaktan öte anlam taşımaz; varolmuş olanın mutlaka yokolacağı gerçeği ile başedememek trajik bir durumdur. Ancak varlıkla yokluk arasında kalmak, yokolmadan önce 'yok' olmak gereğinden fazla sefil bir tad bırakır insanda. Başlangıçta böyle değildi ama bir süre sonra o tadı almaya başlamıştım. Sevimsiz bir durumdu.
Neldan Osmancık
Gariptir; bazen, hedefi şaşıran bir darbe, hedefi bulandan daha çok yaralayıcı olabiliyor.
Viktor E. Frankl (Man’s Search for Meaning)
Gariptir; bazen, hedef şaşıran bir darbe, hedef bulandan daha çok yaralayıcı olabiliyor.
Viktor E. Frankl (İnsanın Anlam Arayışı: Genç Okurlar Uyarlanan Baskı)
Çünkü Darwin'in evrim teorisinin bir başka sonucu değil midir her bir küçük canlının bu büyük bağlamda bir anlam taşıdığı? Yaşayan bu gezegen biziz Sofi! Evrende yanan bir güneşin etrafında gezinen bu büyük gemi biziz.Her birimiz de aynı zamanda yaşamın içinde yüzen,genlerle yüklü bir gemiyiz.Yükümüzü bir sonraki limana bıraktığımızda boşa yaşamamışız demektir.
Jostein Gaarder (Sophie’s World)
Her ne olursa olsun, kurmaca yapıtlar okumaktan vazgeçmeyeceğiz, çünkü onlarda yaşamımıza bir anlam verecek formülü aramaktayız. Sonuçta, yaşamımız süresince, bize neden dünyaya geldiğimizi ve yaşadığımızı söyleyecek bir ilk öykünün arayışı içindeyiz. Kimi zaman kozmik bir öykü arıyoruz, evrenin öyküsünü, kimi zaman kendi bireysel öykümüzü. Kimi zaman da kendi bireysel öykümüzü evrenin öyküsüyle çakıştırmayı umuyoruz.
Umberto Eco (Six Walks in the Fictional Woods)
Bir tırmanma kazasında hayati bir tehlikeye girince, o anda tek bir duyguya kapılmıştım: Kazadan sağ mı kurtulacağım, yoksa kafatası parçalanmış vs. şekilde yaralanmış olarak mı çıkacağım konusunda yoğun bir merak.
Viktor E. Frankl (Anlam İstenci)
Yüzümün yansısı bu. Yapacak işim olmadığı günlerde onu seyreder dururum. Gördüğüm bu yüzden hiçbir şey anlamıyorum. Başkalarının yüzleri bir anlam taşıyor. Benimki öyle değil. Güzel mi yoksa çirkin mi, bunu bile söyleyemem. Çirkin galiba. Çünkü öyle olduğunu söylediler. Bana dokunan bu değil. Yüzüme böyle nitelikler verilebilmesine şaşıyorum aslında. Bir toprak parçasına ya da bir kayaya güzel ya da çirkin demek gibi bir şey bu.
Jean-Paul Sartre (Nausea)
Yaşam ve zaman 'de jure' değil 'de facto' ilerliyor. Misal; sarsak bir trafikte yanlışlıkla ters yola girdiğinizde her iki yönde ilerleyen araçların da ilk tepkisi korkuyla karışık bir şaşkınlık oluyor. Duruma anlam veremeyen bir başka şöför de arkanızdan ters yola dalıyor; onu başkaları takip ediyor. Buna siz de dahilsiniz; bir süre sonra herkes bu 'de facto' durumu normal karşılıyor ve böylelikle kaos tekrardan düzene kavuşuyor.
Neldan Osmancık
Selam o ruha, bizi birleştirebilen! Gerçek hayatımız simgededir ancak. Yürür saatler küçük adımlar atarak asıl bizim olan güne eşlik ederken. Biz, nerde olduğumuzu bilmeyenler, gerçek bağlantılar kurarız kendimize. Antenleri aranır durur antenler, boş uzaklığın getirdiyse... saf gerginlik. Ey güçlerin musikisi! Bütün tedirginliklere karşı sizi sıradan işler değil mi koruyanlar ? Ne denli çalışıp didinse de köylü, erişemez tohumun yaza dönüştüğü derinliklere. Topraktandır armağanlar.
Rainer Maria Rilke (Seçilmiş Şiirler & Duino Ağıtları)
Gittikçe daha iyi anlaşılıyordu ki Anadolu’da yapılan iş, yalnız vatanı düşmandan kurtarmak boğuşması değildi. Bunun bir başka anlamı, bir başka amacı olmalıydı. Eğer harekete bu başka anlam verilmez, boğuşma bir başka amaca yöneltilmezse, savaşı kazanmanın bile hiç değeri kalmayacak, orada bugün ölenler yarın ölecekler, tıpkı bunlardan önce yıllar yılı, bazı yenmiş, bazı yenilmiş olarak can verenler gibi kaynayıp gideceklerdi. Pisi pisine... Bedavaya... Kirli bir hizmetin adi bahşişi gibi...
Kemal Tahir (Esir Şehrin İnsanları (Esir Şehir Üçlemesi, #1))
Kendini ortadan kaldırmak öyle açık ve öyle basit bir iş gibi görünür ki! Niçin o kadar nadir bir şeydir bu? Niçin herkes bundan kaçar? Çünkü, her ne kadar akıl yaşama iştahını yok saysa da, fiiliyatın sürmesine neden olan hiçlik bütün mutlaklardan üstün bir kuvvettedir; ölümlülerin ölüme karşı sessiz ortaklıklarını izah eder; yalnızca varoluşun simgesi değil, varoluşun ta kendisidir bu hiçlik; her şeydir. Ve bu hiçlik, bu bütün, hayata bir anlam veremez, ama hiç değilse hayatı, olduğu hal içinde sürdürür: Bir intihar etmeme hali.
Emil M. Cioran (A Short History of Decay)
Dünya karşısındaki kayıtsızlığını da işte tam bu anda kendi zihninde yakaladı ve babasının sözlerine bir anlam vermeyi başardı: Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazan o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir âlem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı.
Anonymous
Çünkü hakkı doğuran güç ise, etkiyle birlikte etken de değişir. Bir öncekini alt eden bir güç, onun hakkını da elde eder. Ceza görmeden baş kaldırabildiniz mi, bu başkaldırma bir hak olabilir. Madem güçlü her zaman haklıdır, öyleyse yapılacak şey, her zaman güçlü olmaya bakmaktır. Güçlünün yok olmasıyla ortadan kalkan bir hakka hak diyebilir miyiz? İnsan boyun eğecek olduktan sonra, ödev dolayısıyla niye boyun eğsin? İnsan boyun eğmeye zorlanıyorsa, boyun eğmek zorunda değil demektir. Görülüyor ki, hak sözü güç’e hiçbir şey eklemiyor; bu bakımdan hiçbir anlam da taşımıyor.
Jean-Jacques Rousseau (Toplumsal Sözleşme veya Siyasal Hukukun Prensipleri)
Anlamını çıkarmak istediği bir yazıyı okuyan biri, işaretleri ve harfleri küçümsemez; yanılsama, rastlantı ve değersiz bir kabuk diye bakmayıp okur, inceler ve sever onları, her harf karşısında böyle davranır. Oysa dünya kitabını ve kendi varlığımın kitabını okumak isteyen ben ne yaptım, önceden varsaydığım bir anlam uğruna işaretleri ve harfleri hor gördüm, görüngeler dünyasına yanılsama, dedim; kendi gözümü ve kendi dilimi nasılsa var olmuş değersiz nesneler saydım. Olamaz böyle bir şey, geride kaldı bu, artık uyandım, gerçekten uyandım ve ancak bugün açtım dünyaya gözlerimi.
Hermann Hesse (Siddhartha)
Bir şekilde her birimiz hayatımıza devam ediyoruz, diye düşündüm. Ne kadar büyük ve ciddi bir kayıp yaşasak da, ne denli önemli bir şey elimizden alınmış olsa da ya da sadece üzerimizdeki deri aynı kalıp kendimiz tamamıyla farklı bir insana dönüşmüş olsak da, sessizce yaşamımızı sürdürüyoruz. Bizim için belirlenmiş zamanın sonuna doğru gittikçe yaklaşıyor, ardımızda bıraktığımız zaman dilimi uzaklaşıp kaybolurken ona veda ediyoruz. Gündelik hayatın sonu gelmez işini gücünü tekrar tekrar -bazı durumlarda büyük bir beceriyle- yaparak. Böyle düşününce büyük bir boşluk duygusuna kapıldım.
Haruki Murakami (Sputnik Sweetheart)
Farklı hisseden, farklı hassasiyetlere sahip ve farkındalığı güçlenmiş başka bir insan haline geldiğimi biliyorum. Daha iyi bir insan olduğumu iddia edecek cesaretim yok elbette, ama daha mutlu bir insan olduğumu biliyorum, çünkü o buz gibi donuk hayatım için yeni bir anlam buldum, yaşamın kendisinden başka bir sözcükle açıklayamayacağım bir anlam. Ait olduğum kesimin normlarını ve kalıplarını boş bulduğum için artık ne kendimden ne de başkalarından utanıyorum. Onur, suç, günah gibi kavramlar bir anda soğuk, metalsi bir tını kazandı, bunları dehşete kapılmadan telaffuz edemiyorum artık.
Stefan Zweig (Olağanüstü Bir Gece)
Milan Kundera'nın söylediği gibi: Cervantes Don Kişot'u mitlerden, maskelerden, basmakalıplardan, önyargılardan ve önyorumlardan örülü perdeyi yırtmak için gönderdi, içinde bulunduğumuz ve anlamaya çabaladığımız dünyayı sıkı sıkı örten perdelerden... Ancak perde kalkmadıkça ya da yırtılmadıkça boşuna uğraşıyoruz. Don Kişot bir fatih değildi, 0 fethedilmişti. Ancak, yenilgisi ile, bize gösterdiği, “hayat denen kaçınılmaz yenilginin karşısında yapabileceğimiz tek şey durup onu anlamaya çalışmaktır” oldu. Bu Miguel de Cervantes'in büyük, çığır açan keşfiydi; bir kere bulundu mu bir daha unutulamazdı. Beşeri bilimlerle uğraşan bizler önümüzde serili duran bu keşfin izlerini takip ediyoruz. Cervantes sayesinde buralardayız. Perdeyi yırtmak, hayatı anlamak... Bunun anlamı ne? Biz, insanlar, iyinin ve kötünün, güzelin ve çirkinin, gerçeğin ve yalanın birbirlerinden kesin bir şekilde ayrıldığı ve asla bir diğerine karışmadığı, böylece şeylerin nasıl olduğundan, nereye gidebileceğimizden ve nasıl ilerleyebileceğimizden emin olduğumuz sıradan, temiz ve saydam bir dünyayı tercih ediyoruz; çaba gerektiren bir anlayış olmadan hükümlere ulaşmayı ve kararlar almayı hayal ediyoruz. İşte bizim bu hayalimizden ideolojiler doğdu. Görüşümüzü kapatan o kalın perdeler. . . Bizim bu etkisizleştirici eğilimimize Etienne de la Boétie "gönüllü kölelik” adını verdi. Cervantes bizim bu tür bir kölelikten çıkmamızı istiyordu; dünyanın tümüyle çıplak, rahatsız, ancak özgürleştirici gerçekliğini sunarak; anlam çokluğu gerçekliğini ve onarılamaz mutlak gerçekler açığını. Bu tür bir dünyada, kesin olan tek şeyin hiçbir şeyin kesin olmaması olduğu bir dünyada, tekrar tekrar ve sonuç almaksızın kendimizi ve birbirimizi anlamaya, iletişim kurmaya ve birbirimiz için yaşamaya çalışacağız.
Zygmunt Bauman (This Is Not a Diary)
Son yıllarda nörolojik çalışmalar hepimizin tüketim tercihlerimizi bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde kimliklerimizi oluşturmak için yaptığımızı “bilimsel olarak” kanıtlıyor. Neye ihtiyacımız olursa olsun kendi kimliğimize uygun markalar seçiyoruz. Çünkü artık çok daha net bir şekilde biliyoruz ki tüketim, sadece ürün ve fayda eksenli ekonomik bir alışveriş değil, aynı zamanda “anlam oluşturma” ve bu “anlamı paylaşmaya” yönelik psikolojik ve kültürel bir olgudur. Markalar aynı zamanda bunları kullanan tüketicilerin kendi kimliklerini inşa ettikleri anlam platformlardır. Baudrillard‘ın dediği gibi: “Biz tüketirken anlam üretiriz.
Anonymous
Bu noktaya kadar, yaşamın anlamının her zaman değiştiğini, ancak hiçbir zaman yok olmadığını göstermiş bulunuyoruz. Logoterapiye göre bu yaşam anlamını üç farklı yoldan keşfedebiliriz: 1. Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak; 2. Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek; 3. Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek. Bunlardan ilki, yani başarı yolu, oldukça açıktır. İkinci ve üçüncü ise, biraz daha ayrıntı gerektirmektedir. Yaşamda anlam bulmanın ikinici yolu, bir şey-iyilik, doğruluk, güzellik gibi- yaşamak, doğayı ve kültürü yaşamak, son ve bir o kadar önemlisi de olanca eşsizliğiyle bir insanı yaşamaktır. Yani onu sevmektir.
Viktor E. Frankl (Man’s Search for Meaning)
Başka türlü olamazmıydı?" Soru eki mi bitişik olmalı. Ayrı yazarsam gözüne batar. Scotland Yard'da filan mesleki görgü bilgi artırma kurslarına katılmış, kendisine lazım olan ingilizceyi iyi kötü kıvırmıştır Uluçmüdürüm. ama Türkçesi zayıftır. Hem köküne kadar milliyetçidir bunlar, hem kendi dillerini bilmezler. Ayrı yazarsam cümlede bir tuhaflık olduğu hissine kapılır. Anlam yerini bulmayabilir. Eğer dilbilgisi sağlamsa (değildir ya) hoşlanmaz. Bu türden iktidarlı ilişkilerde kadınca marifetlerin dışında, kadının erkekten daha iyi bildiği hiçbir şey olmamalıdır. Olsa bile kadın asla belli etmemelidir. İktidar her yerdedir, her andadır. Sözcüğün içinde, anlamın kenarında, doğasında, dilbilgisinin ayrıntısındadır. (Tanrım, deliriyorum!)
Ayfer Tunç (Yeşil Peri Gecesi (Kapak Kızı, #2))
Şirketler, güçlerini koruyabilmek ve rekabet avantajı yaratabilmek için en yetenekli insanları kendilerine çekmeyi başarmak zorundalar. Bugün yetenekli insanları, hedefi sadece kâr etmek olan şirketlerde değil, kâr etmenin yanı sıra insanlarla gerçek fayda üreten şirketlerde çalışmak istiyorlar. Böyle şirketlerde çalıştıkları zaman kendilerini daha mutlu hissediyorlar. Çünkü yetenekli insanlar için yaptıkları işte anlam bulmak, kazandıkları maaş ve sahip oldukları unvan kadar önemli. Gelecek, bugünden çok daha hızlı olacak. Bu hızlı dünyada çevik organizasyonların başarı şansı daha yüksek. Şirketler daha küçük birimlere bölünerek esnek, hızlı hareket eden ve akıllı ağlar oluşturacak; her birim kendi uzmanlığının gücünü ortaya koyacak ve dahil olduğu ağın gücünden yararlanıp dünya ekonomisiyle bütünleşen roller üstlenecek.
Anonymous
Bunu biliyorduk. hiçbir şey yapmadık. Katliam birimine cidden itiraz eden veya u birime karşı bir şey yapmaya çalışanlar, yirmi dört saat içinde tutuklanır ve ortadan kaybolulurdu. Çağımızdaki totaliter hükümetlerin en çok geliştirdikleri özelliklerden biri, muarızlarının kanaatlerinden dolayı bir şehit gibi, onurlu ve etkileyici bir biçimde ölmesine izin vermemeleridir. Böyle bir ölümü çoğumuz seve seve kabul edebilirdik. Totaliter devlet, muarızlarının adsız sansız, sessiz sedasız ortadan kaybolmasını sağlar. İşlenen suç karşısında sessiz kalmaktansa ölüme katlanmaya cesaret eden biri, şüphesiz kendisini yok yere feda etmiş olur. Ancak bu böyle bir fedakarlığın ahlaki açıdan manidar olmadığı anlamına gelmez. Sadece, pratikte bir fayda sağlamayacağı açıktır. Daha yüce bir ahlaki anlam uğruna pratikte fayda sağlamayacak bir fedakarlıkta bulunma düşüncesine yürekten katılmıyordu. [....] İnsana özgü hiçbir şey bu kadar kusursuz değil, nisayanı mümkün hale getirebilecek çok insan var bu dünyada. Ama her zaman geriye hikayeyi anlatacak biri kalacaktır.
Hannah Arendt (Eichmann in Jerusalem: A Report on the Banality of Evil)
İsyan bayrağını çeken ateş ahalisi, "bat dünya, bat" tezahüratları ve düsturuyla ekinleri yakmış, hayvanları telef etmiş, hatta mezkur ve mükedder melodiyi işitemediklerinden ortalığı kırıp geçiren keder dalgasına anlam veremeyen sağırların kulaklarından içeri kızgın yağ akıtmışlardı. İşte bu yıkım ve talandan nasibini alan biri vardı ki onun payına düşen cefa Boncuk'un büyük melekler karşısında aldığı bir başka galibiyet olarak anılacaktı. Evet, Azrail'i yakalayan nehir perileri, ölüm meleğinin kesesini yırtmış ve son üç aydır topladığı tüm canların ruhunu serbest bırakmıştı. Işık küreleri haline dışarı fırlayan ruhlar derhal bedenlerine akmış ve yarım da olsa can bulmuşlardı. Zira kiminin bedeni toprak altında çürümekten ağzı burnu kaymış bulunduğundan, kiminin de tahnit edilip korunmuş olmasına rağmen kansızlık derdi yüzünden eskisi gibi cana gelememişti. Zombilik ve vampirlik müesseselerinin doğuşuna sebep olan bu hadise Satanay'ın da ruhunun serbest kalmasını ve henüz çok taze olan bedenine akmasını sağlamıştı. Bu bir mucizeydi! Satanay, gözlerini açmış ve öylece tavana bakıyordu.
Cihan Gülbudak (Habis Kıssa)
Yarım saat süren sorgu bitti. "Kusura bakmazsanız,bir şey sorabilir miyim?" dedim. Biraz hayret etti ama "buyurun!" dedi. "evim basıldı,kitaplarım didiklendi ve neyle suçlandğım bile belirtilmeden bir aydır sıkıyönetim koğuşunda yatıyorum" dedim. "ne ailemi görebiliyorum ne de haber alabiliyorum onlardan.bu kadar hakaret ve eziyet sonunda,suçumun ne oldugunu ogrenebılecegım umuduyla sızın karsınıza cıkıyorum.sız bana,yıllar öncesınde kalmıs bazı aıle zıyaretlerını soruyorsunuz.yemek davetlerı,piknıkler ve caylı pastalı zıyaretler.ben buna bir anlam vermekte gucluk cekıyorum" bassavcı sıkıntıyla kıpırdandı koltugunda.ne dıyecegını bılemez gıbıydı.bır sessızlık oldu.ben bu durumdan cesaret alarak,biraz daha konustum. "boyle raporlar gecınce hersey sucmus gıbı duruyor" dedım. " özür dılerım ama sızın dun aksam dostlarınızla yaptıgınız bır gorusme bıle,muhurlu kagıda gecınce gızlı bır bulusma havası tasıyabılır" bunun uzerıne ılhan bey hıc beklemedıgım bır sey yaptı ve elını klasore hızla vurarak,"allah belasını versın bu adamların" dedi. "olur olmaz dosyaları onumuze getırıyorlarçhepsı yalan dolan bunların" bassavcı acıkca mıt'ı sucluyordu
Zülfü Livaneli (Sevdalım Hayat)
Kafirler ve kutsal topraklar ne demek? Bu kelimeler İngiltere'de pek çok kişi için bugün hiçbir anlam ifade etmiyor. Muhtemelen papaz bile kafirlerle savaşmaya niyetlenen gencin psikotik bir nöbet geçirdiğini düşünecektir. Öte yandna Uluslararası Af Örgütü'ne katılıp göçmenlerin haklarını korumak adına Suriye'ye gitmeye karar veren genç bir İngiliz, ortaçağda deli muamelesi görecekken bugün kahraman gibi değerlendirilecektir. 12. yüzyılda İngiltere'de kimse insan haklarının ne olduğunu bilmiyordu. Ortadoğu'ya canımız pahasına gidip Müslümanları öldürmek yerine, bir Müslüman topluluğunu diğerinden korumak istediğinizden mi bahseidyorsunuz? Aklınız kaçırmış olmalısınız. İşte tarih böyle gözler önüne seriliyor. İnsanlar bir anlam örgüsü oluşturup tüm kalpleriyle buna inanıyor; ancak er ya da geç örgü çözüldüğünde nasıl da tüm bu hikayeyi ciddiye aldıklarına anlam veremiyorlar. Soğuk Savaş çılgınlık gibi görünmeye başladı bile. Otuz yıl önce nasıl oldu da insanlar komünist bir cennete inandıkları için nükleer bir katliamı göze alabildiler? Önümüzdeki yüzyılda demokrasi ve insan haklarına duyduğumuz inanç da gelecek nesillere aynı şekilde anlamsız görünebilir.
Yuval Noah Harari (Homo Deus: A History of Tomorrow)
Endistriyel kümes ve ağıllar, modern bilim salgın, mikrop ve antibiyotiklerin sırlarını keşfettiğinde elverişli olmaya başladı. Aşılar, ilaçlar, hormonlar, merkezi havalandırma ve otomatik beslenme sistemleri sayesinde, on binlerce inek ve tavuğu hareket bile edemedikleri kafeslere tıkarak benzeri görülmemiş miktarlarda verimli et, süt ve yumurta üretimi sağlamak mümkün oldu. İnsan-hayvan ilişkileri geçtiğimiz yıllarda yeniden değerlendirildikçe bu tip uygulamalar yavaş yavaş eleştirilerin hedefi haline geldi. Ansızın sözde alt yaşam türlerinin kaderine akıl almaz bir ilgi göstermeye başladık, belki biz de onlardan birine dönüştüğümüz içindir. Eğer bilgisayar programları süperinsan zekasına ve benzersiz bir kudrete erişirse, bu programlara insalardan daha mı fazla değer vreceğiz? Örneğin bir yapay zekanın insanları sömürmesi, hatta kendi istek ve ihtiyaçları doğrultusunda onları öldürmesi kabul edilebilir mi olacak? Eğer yüksek zekasına ve kudretine rağmen buna asla izin verilmeyecekse insanların inekleri sömürmesi ve öldürmesi hala nasıl kabul görebiliyor? İnsanı inekler, tavuklar, şempanzeler ve bilgisayar programlarının tümünden ayıran yüksek zekası ve kudreti dışında bir alametifarikası mı var? Öyleyse bu ayırt edici özellğin kaynağı nedir ve yapay bir zekanın buna asla sahip olamayacağından nasıl emin olabiliriz? Böyle bir özelliğimiz yoksa, bilgisayarlar insanları zeka ve kudretiyle geride bıraktıktan sonra bile, insan hayatına özel bir anlam yüklemeye devam etmek için bir nedenimiz kalacak mı? Evet, bizi bu kadar zeki ve kudretli yapan şey tam olarak nedir ve insan olmayan varlıkların bize rakip olabilme olasılığı, bizi geride bırakma ihtimalı nedir?
Yuval Noah Harari (Homo Deus: A History of Tomorrow)
Doğduğumuz ev kaderimizdir.” “Her birimiz kendi yaşam biçimimizin sorumlusu ve yaratıcısı olmak zorundayız.” “Bir gün ölüp gideceğini ve her şeyin geçici olduğunu bilerek yaşayan ve hayatında sürekli bir anlam arayan biz insanlar bu anlamı, anlamlı şeyler yaparak bulabiliriz.” “Şu kadınlar ne garip mahluklar. Duygusal durumları ne kadar çabuk değişebiliyor. Küçücük şeylerden nasıl da hemen etkileniveriyorlar. Bir anda dünyanın en mutsuz, en kederli, en suçlu insanı iken, nasıl da kolayca gökyüzünün en üst katına çıkabiliyorlar. Sevgileri, tutkuları uğruna neleri göze alabiliyorlar. Onlar için yaşamın temel şartı Sevilmek, Aşkla, tutkuyla sonsuza kadar sevilmek ve asla vazgeçilmemek. Her şeyi affedebilir ama sevilmemeyi asla. Sevgisiz bir dünyada kadınlara yer yok. Kadınlar var olmaya devam ettikçe, dünyamızda sevgi hiç eksik olmayacak.” “Depremden Irak savaşına, nükleer savaş riskinden İkiz Kulelerin bombalanmasına, içinde yaşadığımız ekonomik krize kadar bütün dünyada yaşanan vahşet ve yıkım, insanların güven duygusunu yaraladı. Doğaya hakim olma çabasında ki insanlar, bütün bunlar karşısında biyolojik olarak tam bir çaresizlik, sosyal anlamda ise ağır bir yalnızlık hissettiler.” “Panik atak genellikle aklı başında, güçlü, cesur, becerikli, sosyal okumuş yazmış insanlarda daha çok görülür. Bütün araştırmalar uygar, gelişmiş ülkelerde bu hastalığa daha sık rastlandığını göstermiştir. Kırsal kesimin insanları sınırları belli, rolü belli, içinde iyi ya da kötü, acı ya da tatlı sürprizleri pek az barındıran düz ve sade bir hayat yaşıyorlar. En yoksulunun bile bugünü de belli, yarını da. İnsanlar tevekkül içinde kaderlerine teslim olur, yaşayıp giderler. Bütün taşlar yerli yerindedir. Başı sonu belli, dümdüz bir yaşam. İnsana düşen sorumluluk çok az, işte böyle olunca da stres çok azalır.” “Saygı ve hürmet gören insan kendini saymayı, kendine önem vermeyi öğrenir.” “Korkacak bir şey yok, Hesap tamam, Sıram geldi artık, Biliyorum… Kendimi hazırladım, Ağlamıyorum, Hatta gülüyorum…” “Tanrıyı göklerde aramak neden? Tanrı her insanın yüreğinde zaten.” “Sınırlarını tanımlayamadığımız bu koskoca evrende var olan bunca güzellikler ve mucizeleri görebilen, merak eden, fark eden ve anlayan tek canlı insandır. İnsan olmasaydı her şey ne kadar anlamsız olurdu. İnsan olarak dünyaya gelmenin ve yaşamanın değerini fark edemeyenlere şaşarım.
Gülseren Budayıcıoğlu (Madalyonun İçi - Bir Psikiyatristin Not Defterinden)
Şimdiye ait her şey bizi sözcükleri götürmüyorsa, sözcükler de tekrar onlara dönmüyorsa, işe yaramaz ve değersiz oluveriyor. Sadece sözcükler somut ve soyut olanın varlığının kanıtıdır, anlık olana anlam verenler onlardır, elle tutulmayanı tutulur yapan, beni de ben yapanlardır. Anlıyorsun ya Şaşenka, hayattan kopuk halde yaşadım ben hep. Benimle dünya arasındaki çiti sözcükler ördü. Başımdan geçenleri sadece sözcüklerle değerlendirdim; seni de bir sayfaya koyup götürebilir miyim, götüremez miyim diye düşündüğüm zamanlardaki gibi. Kemikleri bile çürümüş şu bilgilere ne söyleyeceğimi biliyorum artık: anlık olan, onu uçarken yakaladığın an bir şeyler ifade etmeye başlar. Neredesiniz ey bilgeler? Şu sizin gördüğünüz dünya nerede? Anlık dediğiniz şeyler? Bilmiyor musunuz? Ben biliyorum. Sanki hakikat açıldı önümde birden kendimi güçlü hissetmeye başladım, her şeyden daha güçlü. Öyle Şaşka, biliyorum, gülüyorsun şimdi bana; her şeyin efendisi gibi hissediyordum kendimi. Bilmeyenlerin gözlerini kapayan şey bana görünmüştü. En azından bana öyle geliyordu o zamanlar. Hemen ardımdan zincirin önemli bir halkası kapandı, daha ki de en önemlisi, gerçek bir insandan gelen, hani şu ter içinde, ağzı leş kokan, solak, solak olmayan, mide yanması ile kıvranan, gerisi mühim değil ama tam da böyle bir insandan gelen, tıpkı sen veya ben gibi gerçek bir insandan, hani şu bir zamanlar başlangıçta sadece söz vardı diye yazan gibi. Sözleri yerinde kaldı, söyleyen de onları giyindi, sözler bedeni oldu. Bu tek ve gerçek ölümsüzlüktü. Başka türlüsü yok. Geriye kalan her şey mezarlığın bok çukurunda... ... Belki de saçma olan sözcükleri bu kadar sevmek. Çılgınlık derecesinde seviyordum onları. Onlarsa arkamdan kaş göz işareti yapıyorlardı. Benimle dalga geçiyorlardı! Sırtımı sözcüklere dayadığım oranda, sözcüklerle bir şeyleri anlatmada ne kadar güçsüz kaldığımı daha açık görüyorum. Daha doğrusu, sözcükler kendime ait bir şeyler yaratmamı sağlayabilirler ama kendini de sözcüklerle öremezsin ki. Sözcükler yalancı. Yüzmek için izin istiyorlar senden, sonra da gizlice yelkenleri şişirip çekip gidiyorlar, kıyıda tek başına kala kalıyorsun. En önemlisi de, gerçeğin hiç bir sözcüğün içinde rahat edememesi. Gerçek, insana dilini yutturur. Şu hayatta yaşanan dişe dokunur şeylerin hiçbiri bir sözcüğün içine sığmaz. Bugüne kadar başından geçenlerin sözcüklerle anlatılabileceği fikrine kapılırsan, bil ki başından hiçbir şey geçmemiş demektir. Şasenka, sanırım her şeyi birbirine karıştırdım ama ne yapayım öyle ya da böyle konuşasım var. Hem ne kadar karıştırırsam karıştırayım beni anlayacağını biliyorum. Kelimelerin kifayetsizliğinden bahsediyordum. Eğer kelimelerin kifayetsizliğinin farkına varamıyorsan kelimelerin ne ifade ettiklerini bilmiyorsun demektir. 
Mihail Šiškin
Ben deliyim… Yorgun ve yalnızım kaldırımlara misafirim… Gecenin gözleri üzerimde. Denizin ortasında küçük bir adayım, yüzme bilmem… Emrederim adım gibi, Emir benim! Yüreğimi bir yere bırakmışım, bıraktığım yerden çok uzaklardayım. Kapıları kapatmışım üstüme, sürgüleri beynime çekmişim. Hey… Hey sana diyorum! Sabreden derviş! Bir koç'um ben, Bana da sabretmeyi öğretsene? Ben deliyim, ama çok şey bilirim. Renkler ve zevkler hiçbir şey ifade etmez bana… Sonların başladığı yerden, Başlangıçların son bulduğu yere gidiyorum. Kara bir tren gibiyim yani, bir istasyondan bir istasyona, hep aynı raylar üzerindeyim… Ben deliyim… Yağmurun yağması benim için romantik değildir, ben kurşun yağmurlarını bilirim. Benim güneşim batmaz, dünyam dönmez, Ay'ım hep mehtap halindedir, Rüzgârlarım doğudan eser… Kadehime doldurduğum hüzünle sarhoş olurum, Mezem ise bir dilim umut… Ezbere bilirim yaşamayı, Yaşarken savaşmayı… Ben deliyim… Benim mevsimim değişmez sadece bahardır, Kuşlardan sadece güvercini bilirim, Yüreğim kanatlarıyla beraber çarpar. İnsanlardan yalnız çocukları severim, Onları da büyüyünceye kadar.. Ben deliyim… Benim tanrım yoktur.. Bir çift göze, bir güler yüze taparım… Bazen en içten gülüşe aşık olurum, En güzel kahkahayı “İlah!” ilan ederim, Dokunuşunda bir kızıl elmanın, Bazen kendim bile çözemem kendimi, Bulmacaya benzerim.. Kimi zaman soldan sağa bir nota, Kimi zaman yukardan aşağıya eski Mısır'da bir tanrıyım… Bağıra bağıra şarkılar söylerim, Sessiz sessiz şiirler yazarım. Bilmediğim yerlerin, Tanımadığım kişilerin resimlerini çizerim… Aşık olduğum yüzlere sarkılar bestelerim, Ozan olurum, aska aşığımdır, Sevdiğimi göklerde yürütürüm de, Kendimi cehennemin yedinci katında ağrılarım Ben deliyim… Kendimle sohbet eder, Kendi kendime gülerim. Telefon kulübeleriyle kavga ederim. Asfaltın siyahında kaybolup, Düşüncelere dalarım. Çıkmaz sokaklarda kendimi ararım, Bir de güzel hayaller kurarım… Hayal kurmayı çok severim, Biriyle hayal kurmayı daha bir severim ama, Siyah bir deri koltukta öperim kadınımı, Bir beyaz gömlekli psikoloğumu mesela, Bazen vucudunda kaybederim kendimi, Sonra hayallerimle beraber suya düşerim. Bir düş'tü… Suya düştü der, hayıflanırım.. Ben deliyim… Çayım sekiz şekerlidir, Sigara üstüne sigara yakarım. Sonra hatırıma gelir, Sigara içmem ki ben? Nargileyi pek severim ama, Tophane'de, elmalı olsun! Çekin oradan hemen! Haydi oglum! Biraz hizli, Yetismem gereken bir vapurum var, 8:15 vapuru, Parayı sevmem ama para için çalışırım. Çalışırken annemi düşünürüm ağlarım.. Alnımın teri gözyaşlarıma karışır… Babamın otobüsüyle geçmişe yolculuk yaparım… Babamı özlerim… Ananemin masallarıyla , Annemin radyodan ezberlediği Türk sanat müziği şarkılarını hiç bıkmadan defalarca dinlerim.. Dört yaşında aşık olduğumu, Ablamla vardiyalı kullandığımız çadır bezinden çantayla okula başladığımı görürüm.. Sonra babamın Başımı hiç dayamadığım omuzlarında uykuya dalarım.. Rüyalar görürüm uyandığımda hiçbirini hatırlayamadığım… Ben deliyim… Güzel bir yaşam benim için anlam taşımaz, Ben köyleri ve yürekleri yakılmış insanlar görürüm. Kimsenin düşmanı değilim kimseye dost olmadım.. Ben yabancıyım bana.. Söyleyemediğim düşüncelerim vardır.. her akşam ayrı bir meydanda Atatürk heykelinin karşısında, Olmayan aklımı darağacına asar, ipini çekerim…. Deniz gibi… Bir özgürlük türküsüne kurban ederim kendimi, Her gece bitmeden! Deniz'im ben! Devrimin bekçisiyim! Ben deliyim.. Ben buralara ait değilim. Dağları sırt sırta vermiş bir ülkem, Surlarla çevrili bir şehrim, On ikiden sonra volta attığım caddelerim Kızıl sakallı bir dayım bir de kara saçlı yarim var benim.. Koyu kahve gözleri var bir de, Neyse ki konumuz bu değil…
Ercan İntaş
Pek çok şey kazanmış olacaksınız ama onları çabasız elde etmiş olacağınız için sizin için bir anlam ifade etmeyecekler. Önemini göremeyeceksiniz. Bilinçli çaba şarttır. Başarı, yolunda gösterilen çaba kadar önemli değildir. Onu anlamlı ve önemli kılan o çabalardır.
Anonymous
Beden kaç atom barındırıyorsa o kadar da anlam ve sembol taşır. Hücrelere çok önceden /her zaman/ zaten işlemiş, işlenmiş sözcük ve arzu.
Nilgün Marmara (Kırmızı Kahverengi Defter)
Latince kökenli bütün dillerde merhamet, şefkat anlamına gelen compassion, 'ile' anlamına gelen ön ekle (com-) 'acı çekmek' anlamına gelen kökün (geç dönem Latincesinde passio) birleşmesinden türetilir. Başka dillerde ise -Çekçe, Lehçe, Almanca ve İsveççe; örneğin- aynı sözcük yukarıdakinin eşdeğerlisi bir ön ekle onun ardına getirilmiş, 'duygu' anlamına gelen bir sözcüğün birleşmesiyle oluşturulur. (Çekçede soucit; Lehçede wspol-czucie; Almancada mit-gefühl; İsveççede medkansla.) Latince kökenli dillerde compassion şu anlama gelir: Başkaları acı çekerken insan hiçbir şey olmuyormuş gibi durup seyredemez, ya da yüreklerimiz acı çekenlerin yanındadır. Aşağı yukarı aynı sözcük anlamını taşıyan pity (acıma) Fransızcada pitie; İtalyancada pieta; vb.-, acı çekenin acısına adeta lütfedermişçesine eğildiğimizi ima eder. "Bir kadına acımak" bizim ondan daha iyi bir durumda olduğumuz, onun düzeyine indiğimiz, gönül indirdiğimiz anlamına gelir. "Compassion" sözcüğünün genellikle kuşku uyandırması da bu yüzdendir işte; aşkla uzaktan yakından ilgisi olmayan, ikinci sınıf, değersiz kabul edilen bir duyguyu anlatmaya yarar bu sözcük. Birisine merhamet duyarak sevmek gerçekten sevmek değildir. "Compassion" sözcüğünü 'acı çekmek' kökünden değil de 'duygu' kökünden türeten dillerde sözcük aşağı yukarı aynı anlama gelir ama, kötü ya da değersiz bir duyguyu anlattığı kolay kolay söylenemez. Sözcüğün etimolojisinin gizli gücü bu sözcüğü başka türlü bir ışığa boğar ve ona daha geniş bir anlam kazandırır; merhamet (bu dillerde ortaklaşa-duygu) duymak sadece başkasının başına gelen talihsizliklere katlanabilmek değil, her türlü duygu yoğunluğunu -sevinç, kaygı, mutluluk, acı- onunla paylaşabilmek anlamına gelir. Bu çeşit merhamet (soucit, wspolczucie, mitgefühl, medkansla anlamında) duygusal düşgücünün ulaşabileceği en uç noktaya, duygu ve heyecanlar arasındaki telepati sanatına işaret eder böylelikle. Duygular hiyerarşisinde benzersiz bir tektir demek ki.
Anonymous
Eğer dünya anlamsızlaşıyorsa -bu her ne anlama geliyor ve hangi süreçlerden geçiyor olursa olsun-, bu onun yıkımına yönelik bir arzu, dünyanın varlığına ve varlıklarına duyulan müphem bir öfke uyandırıyor. İnsan hayatı bu dünya üzerinde gerçekleştiğine göre, anlam, dünyayla birlikte insandan da esirgeniyor demektir. Apokaliptik tehdit bir umuda dönüşüyor: Anlamsızlığından şüphelenilen şey, -bir kez yıkılması halinde- ardında anlamını kanıtlamış olandan başka bir şey bırakmayacak ya da bizzat anlamın oluşmasını sağlayacaktır.
Hans Blumenberg (Endişe Nehri Geçiyor)
Caddelerde ve ekranlarda; gazetelerde ve kitaplarda; kürsülerde ve minberlerde -özellikle de minberlerde- tüm gayretleriyle beni kurtarmaya hazır ve sanki şimdiden harekete geçmiş görüyorum bu insanları. Benim kurtarılmaya ihtiyaç duyup duymadığımın, onlar için zerre kadar önem taşımadığını görüyorum. Bu, tarihte bir yenilik: Daha önce hiç bu kadar çok insan, başkaları uğruna, onlar istemeden harekete geçmemişti.
Hans Blumenberg
Çehov şunu demek istemiş. Gereklilik bağımsız bir kavramdır. Mantık, ahlak ve anlamdan ayrı olarak söz konusu olur. Görev ve işlev birbirini tamamlar. Görev itibariyle gereksiz olan bir şeyin, bulunmasının da anlamı yoktur. Görev itibariyle gerekli olan bir şey de, mutlaka bulunmalıdır. Buna dramaturji denir. Mantık, ahlak ve anlam kendi başlarına bir bünye olarak değil, ilişkisellik içinde var olurlar. Çehov dramaturjinin ne olduğunu çok iyi anlıyordu.
Anonymous
İyi bir şiir anlamla yola çıkmaya her zaman engeldir. Her şeyden önce bir şiirden düzyazıdan anladığımız anlamda bir anlam beklemek, ona öyle yaklaşmak şiirin doğasına aykırıdır.” İlhan Berk, ‘Poetika’, sayfa 55
İlhan Berk (Poetika)
Aslında anlam doğası gereği söyleyeceğini söyleyip hemen kapanmak ister. Belirsizlikten korkar. Yitip gideceğini sanır. Belirsizlik, anlam yoksunluğu değildir. Tam tersine ‘çokanlamlılıktır’, sınırsızlıktır. Şiir orda boy göstermek ister. Orda kendine gelir.” İlhan Berk, ‘Poetika’, sayfa 61
İlhan Berk (Poetika)
Çift katlı otobüslerden biri önümde yavaşladı. Pencereleri tozlu. Durdu galiba. O mu, kaldırım mı? Hep aynı hizadayız. Düz mantık gereği ne o, ne kaldırım öyleyse. Arka sıralardan bir pencerenin camı açık. Bu ‘ben’ miyim? Biri kürek kemiklerimin arasına sokulu anahtarı çevirmeye başladı, sol kolum –belki de sağ– kırık kırık kalkıyor. ‘Ben’ de beni görmüş olmalı, başını çıkardı pencereden– dev balyozlar pamuk yığınlarına dalıp çıkıyor, çıt yok, dudaklarının kıpırdanışını izliyorum ‘ben’in, ‘buluşalım’ demeye mi getiriyor? Sanırım. Ama nasıl, nerede, kaç yüzyıl sonra? İçimdeki gramofon –His Master’s Voice– habire baştan çalıyor cızırtılı plağı: Saçmalama. Benimle mi ilgili bu uyarı? Sinirlenmemeliyim, oysa unutmuş olmalıyım öfkeyi. ‘Ben’ konuşmayı sürdürüyor gibi. Sözcüklerin tek tek karşılıklarını bilmenin anlamsızlığını, birleştirildiklerinde bile anlam kazanmayabileceklerini anlamaktan uzağım. Zorla belleğini, anımsa kendini! Sabredin, buluşabilirsiniz. Hiç de inandırıcı değil artık, umut yok. Belki bir an duraklarsa itici güç, o andan yararlanabilirsek, yineleyebiliriz kesintiye uğrayan zamanı. Zaman kesintiye uğramaz, yinelenmez.” (sayfa 7-8)
Vüs'at O. Bener (Siyah - Beyaz)
Çok çalışmak, ancak hiçbir anlam taşımadığında bir hapis cezasıdır.
Anonymous
Atalarımız yeryüzünde yaşam mekanizmasının düzenine, organizma yapılarının işlevlerini yerine getirişine bakarak, bunda bir Büyük Mucit gördü* 1er. En basit yapılı tek hücreli organizma bile en mükemmel cep saatinden daha karmaşık bir makinedir. Saatlerin parçaları kendiliğinden biraraya gelmedikleri gibi, dedelerimizin saatleri küçük aşamalarla kendiliklerinden bugünkü saatlere dönüşmezler. Saatin bir yapımcısı vardır. Atomlarla moleküllerin böylesine hayret verici karmaşıklıkta ve düzgün işleyişte organizmalar yaratmak üzere her nasılsa kendilerinden biraraya gelmelerine ihtimal verilmiyordu. Her canlının özel olarak o haliyle yaratıldığı, bir türün başka bir türe dönüşemeyeceği kavramları, atalarımızın hayat hakkındaki kısıtlı tarihi bilgilerine yatkın geliyordu. Her organizmanın bir Büyük Yaratıcı tarafından titizlikle yapıldığı düşüncesi, doğaya bir anlam ve düzen sağladıktan başka, insanlara da üzerinde hâlâ duyarlılık göstererek bulduğumuz bir önem kazandırmaktaydı. Mucit ya da Yaratıcı bir çekiciliği olan, doğal ve biyolojik dünyanın insancıl tanımını sağlayan bir düşüncedir. Fakat Darwin’le Wallace’in gösterdiği gibi, yine çekici, yine insancıl ve çok daha ikna edici bir düşünce yolu daha vardır: O da uzun zaman dilimlerinin geçmesiyle yaşam müziğini daha güzel kılan doğal ayıklamadır.
Anonymous
Homo paciens, ıstırap insanı, ‘acıyı bal eyleyen’ insandır. Istırapta bir anlam bulabilen insanlar ona daha kolay tahammül ederler.
Anonymous
Son yıllarda özellikle bazı büyük markaların kullandığı “kavramsal marka” yöntemi özellikle dikkate almaya değer bir yöntem. Daniel Pink 2000’li yılların “kavram” çağı olduğunu söylüyor. Pink’e göre artık yaratıcılığın, hayal gücünün ve buna bağlı olarak öykülerin yükseldiği sağ beyin odaklı yeni bir çağ yaşıyoruz. Pink’e göre, tarihte şirketleri başarıya götürenler “sol beyni” güçlü yetenekler olmuşken; tasarım, yaratıcılık, öykü gibi unsurların ön plana çıkmasıyla bu çağda şirketlerin daha “sağ beyin” odaklı yerler haline geleceğini söylüyor. Bu yeni çağ, sanatçıları, yaratıcı insanları ön plana taşıyan, bütün ürün kategorilerinde işlevselliğin yanı sıra tasarımın ve öykü anlatmanın ön plana çıkacağı bir çağ olacak. Kavram çağının insanları eskiye oranla daha fazla anlam odaklı insanlar olacak.
Anonymous
İçinizdeki güç canlandığı zaman, derdi, çevrenizdeki hayat da yeni bir anlam kazanacak, şimdi görmediğiniz şeyleri görecek, işitmediğiniz şeyleri işiteceksiniz: Sinirleriniz birer tel gibi ses verecek, dünyaların müziğini duyacaksınız, otların büyüdüğünü işiteceksiniz. Bekleyin, acele etmeyin, bir gün kendiliğinden olacak bu.
Anonymous
Daniel Pink’e göre insanlar, sadece para kazanmak ve çalıştıkları kuruma para kazandırmak için çalışmazlar. İnsanların verdikleri emeğin karşılığını almaları elbette şarttır ama çalışma hayatı, bir işyerinin bir çalışana para karşılığı iş yaptırmasından daha fazla bir şeydir. İnsanlar yaptıkları katkının parasal karşılığını almanın ötesinde, çalıştıkları yerde, hem kendilerinin hem de başkalarının hayatlarına anlam katmak isterler. Böyle bir ortam buldukları takdirde, içlerindeki girişimcilik ruhunu ortaya çıkarıp işlerini sahiplenirler.
Anonymous
Borgenicht o çocuğun önlüğünü ilk kez gördükten sonra eve geldiğinde sevincinden dans etmişti. Henüz hiçbir şey satmış değildi. Hâlâ tek kuruşu bile yoktu, umutsuzdu ve fikrinden bir şey çıkarmanın yıllar sürecek ve belini bükecek bir emek gerektirdiğini biliyordu. Ancak coşkuluydu, çünkü yıllarca sürecek bu zorlu emek, içerdiği umutlar nedeniyle, ona bir yük gibi gelmiyordu. Bill Gates de Lakeside’da ilk kez bir klavyenin başına oturduğunda aynı şeyleri hissetmişti. Haftada yedi gece, gecede sekiz saat müzik yapacakları söylendiğinde Beatles dehşetle irkilmemişti. Karşılarına çıkan fırsatın üzerine atlamışlardı. Çok çalışmak, ancak hiçbir anlam taşımadığında bir hapis cezasıdır. Anlamı olduğunda, eşinizi belinden yakalayıp durmaksızın döndürmenize neden olacak türde bir şeye dönüşür. ========== Outliers (Malcolm Gladwell)
Anonymous
Aklın ihtiyacının esini, gerçeğin arayışı değil, anlam arayışıdır. Gerçek ve anlam aynı şey değildir."[189] ========== Saçmalıklar Çağı (Michael Foley)
Anonymous
Anlam arayışı ve zorluklarla mücadele etmek. Özdeğerlendirme yaparken baktığım pencerelerden biri Dr. Viktor Frankl’in penceresidir. İnsanın Anlam Arayışı isimli kitabında der ki “İnsan stresten kaçmaz, insanın asıl kaçtığı şey anlamsızlıktır. Anlam bulduğumuz işlerde, çalıştığımızı bile fark etmeden çalışır, bu yolda verdiğimiz (hatta başka şartlarda stres diyebileceğimiz) mücadeleyle de övünürüz.” Bu tespit, karşılığında hiçbir şey beklemeden yaptığımız gönüllü faaliyetlerimizdeki sorgusuz emeğimizin motivasyonunu da açıklayabilir.
Anonymous
Evlat, madde manaya hizmet ederse manalaşır, anlam kazanır. Sen ulaşmak istediğin bu hedefini Allah rızasına ulaşmaya vesile olsun diye niyetlen, o zaman gerçekten kazanırsın?
Anonymous
Andreas -Bir keresinde, bir bayram sabahı kentin sokaklarından akan kanları görmüştüm, yağmur suları gibi yolun kıyısından usulca akıyorlardı ne var ki yağmur suyu değildi. Şehrin dört bir yanında insanlar tanrılarına kurbanlar kesiyorlardı. İşte o zaman anladım ki her yıl dört gün boyunca kutlanan bu bayram ilkel toplumlarda tanrılara kurban verilen ritüellerden başka bir şey değildi. İlyada’da ve Odysseus’da Homeros’un anlattığı türden yani... Hatta aztekler bu işi insan kurban verdirmeye kadar götürmüşler, düpedüz insan, bildiğimiz insan...rivayet odur ki bizde bu durumu engellemek için koçlar ihsan eylenmiş. Birbirimizi kesmeyelim diye yani, en azından bu sebeple. Bunu birisine anlatmak istedim, yıllardır bayram diye kutladığınız bu şey çok ilkel bir ritüel esasen, neyin bayramı bu diye, ilk insanlarda bu işleri böyle yapardı falan filan. Anlattım da, yüzünde bir türlü anlam veremediğim bir yarım tebessümle beni dinleyen bir tezgahtara, gülümsemesi beni anladığını ve onun için üzerinde düşünmeye değer bir şey söylediğimi mi gösteriyordu yoksa alışverişimi bitirip gidene kadar hoş tutması gereken sabırla dinlemesi gereken biri miydim onun için anlayamadım. O gün keşfettim dünyayı anlamak onu değiştirmeye yetmiyordu. Evet bu bir keşif, ben icat etmedim.
Georg Büchner (Woyzeck)
En uzun yol, üzerinde seyahat ederken hiçbir anlam bulamadığın yoldur!
Mehmet Murat ildan
Kelimelerin gücünü sakın hafife alma. Sözcüklerin kendi hafızaları vardır. Her biri senin onlara yüklediğin anlamları sen ölünceye dek taşır. O kelimeyi her kullandığında taşıdığı anlam katlanır. Aranızda bir bağ oluşur. Tek bir kelime, eğer ona yüklediğin anlam tutunabileceğin kadar kuvvetliyse seni ölümün kıyısından yaşamın merkezine taşıyabilir. Bırakmak istediğin anda sana yeniden başlama cesaretini verebilir ve her düştüğünde seni en derin kuyulardan bile çıkarabilir. Tek bir kelime, seni intihara sürükleyebilir. Asla yapamayacağına inandığın şeyleri sana düşünmeden yaptırabilir. Aynada gördüğün kişiyi sana birkaç saniye içinde unutturabilir…
Özge Ilık Saltık
Merhabalar. Olasılıksız ve Empati yazarı Adam FAWER e en derin saygılarımı sunuyorum. Bu yazarı TÜRK okurları ile buluşturan yayıncılara ve emegi gecenlere teşekkür ediyorum. Bir hayal kırıklıgımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunu yergi kötüleme olarak görmeyin lütfen . Bunu bir trend yakalamış olan ADAM FAWER gibi degerli insanın yolundan saptıgının gözlemi olarak düşünün. OLASILIKSIZ ve EMPATİ yi bir solukta okumudum. Tadı damagımda kaldı. Uzun süre aklımdan cıkmadı. Bütün arakadaşlarıma tavsiye ettim. Bu kitapları bir hediye olarak verdim. Hala hediye olarak veriyorum.Oglum DENİZ Adam FAWER in OZ kitabını aldıgını görünce aksam alıp bir solukta okumak istedim. İlk 38 sayfayı soluksuz geçtim sonra ilerledikce baymaya basladı. Anlam bütünlügünü yakalamak icin kendimi souna kadar kitabı okumaya zorladım…. Fikir güzel başlamısken icersine masal kahramanları ve bildik hikayelere benzetmeler bana kitabın ZORLAMA ile yazıldıgı hissini verdi.. Bence bir yazar sırf yazmak için yazmamalı. Farklı oldugu icin yazmalı.Farklı dünyalara süükleyebildigi icin yazmalı. Okurunu alıp götürebildigi icin yazmalı. Adam FAWER de Olasılıksız ve Empatide bunları gördüm.. Bu tadı aldım.iKitabın kapagı bence gercekten berbat.Kitabın kendisine odaklanmayıp eski kitaplara gönderme yaparak onların hatırına alın der gibi.. Adam FAWER in ve diger iki kitabının reklamını yaparak, ön plana cıkartarak onların hatırına bu kitabı alın der GİBİ….. Kusura bakmayın bunları söyledigi icin.. Aksam gece 3 de OZ ü bitirdim. Sabah düsüncelerimi sizlerle paylaşma istegi oluştu. Sizden ricam bu düsüncelerimi samimi bir dostun, Kitap okurunun HİSLERİ olarak algılayın.. Lütfen kitaplarınızı kendiniz okuyun acele ile yayına sokmayın.. Önsözde buna vurgu yapılmıs, TÜRK halkına direk hitap edilmiş, onurlandırmak güzel ama benide acaleye getirdiniz der gibi duruyor KİTAP. Adam FAWER i adam yapan SİTİLİ stili bozmak, zorlama kitap yazmak olan masal kahramanlarına benzetmek onların dünyasını carpıtmak bence hic hos degil…. Empati ve OLASILIGI acılen yeniden okuyun, okuyun, tekrar OKUYUN farkı anlayın… Bunlar sabah kalktıgımda OZ kitabının bende bıraktıgı duygulardı… Sizleri kırdıysam özür dilerim… Güzel günler SİZLERİN OLSUN.
Adam Fawer (OZ)
İnsanların Dünya karşısındaki kayıtsızlığını da işte tam bu anda kendi zihninde yakaladı ve babasının sözlerine bir anlam vermeyi başardı: Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazan o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir âlem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. Oysa Uzun İhsan Efendi, Dünya'nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. Kuran'ın kendisi peygamberin dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun ardında giden herkes, dünyayı onun gibi okuyup şahadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına aktarmalıydı, dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir şey değildi. Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya'nın şahidi olmaktı.
Anonymous
İnsanoğlunun Tanrı adına yüklediği tek anlam, ilk neden, tüm şeylerin nedeni olmasıdır. İlk nedenin ne olduğunu anlamanın kavranamaz ölçüde güç olması ve ona inanmamanın on kat kadar daha zor olması nedeniyle insanoğlu inanma noktasına varır. Tanımının ötesinde uzayın sonsuz olduğunu algılamak zordur; ama bir sonu olduğunu düşünebilmek daha da zordur. Zaman dediğimiz sonsuzluğu kavramak insan gücünün ötesindedir; fakat zaman olmadığında bir zaman kavramını algılamak daha da zordur.
Thomas Paine (The Age of Reason)
Ama anlama duyulan bu ilgisizlik içinde bu anlam arayışı da ne oluyordu?
Samuel Beckett (Watt)
İşte şehirlerin katları birbirine karışıyor, işte arkeolog-karıncalar! Her şeyi yerli yerine yerleştiriyorlar, işte onların sayesinde her şey Birdenbire anlam kazanıyor: Dört taş bir şehir, yirmi iki kupon bedava bir apartman katı oluyor, işte yer levhaları, işte Yunanca, Latince ve bizim dilce.
Oğuz Atay (Korkuyu Beklerken)
İnsan bir varlıkta ancak kendi değiştirdiği şeylere sahip olabilir... "Niye çalıştığını bilmeden günde on iki saat çalışan bir insan için, ne saygınlık, ne de gerçek bir yaşam mümkün değildir." Bu çalışma bir anlam kazanmalı, bir vatana dönüşmeliydi. (...) Marksizm bir öğreti değil, bir iradedir; proletarya ve yandaşları - yani sizler - için, kendini tanıma, kendini olduğu gibi hissetme, olduğu gibi yenme iradesidir; haklı çıkmak için değil, kendinize ihanet etmeden yenmek için marksist olmalısınız. (...) Ama marksizmde hem bir kaçınılmaz kader duygusu, hem de bir irade yüceltimi var. Kader ne zaman iradenin önüne geçse, ben kuşkulanmaya başlarım. (...) Gebereceksek, hiç değilse insan olmak için geberelim. (...) - Hangi siyasi inanç dünyanın acısını anlatabilir ki? - Ben acıyı anlatmaktan çox azaltmayı yeğlerim. Sesiniz insanlık dolu. Acıyı huşu içinde seyretmekten ibaret insanlıktan hoşlanmam. - Başka bir insanlık olduğundan emin misiniz Çen? - Açıklaması zor... Başka, en azından sadece seyretmekten ibaret olmayan bir insanlık var... (...) Ben Çin falan kurmak istemiyorum, dedi Suan, ben Çin olsun ya da olmasın, kendi safımdakileri kurtarmak istiyorum. Yoksulları. Ben onlar için ölmeyi, öldermeyi kabulleniyorum. Sadece onlar için... (...) Bizimkiler için yapabileceğin en iyi şey, ölmeye karar vermektir. Hiçbir insan, bu kararı veren kadar etkili olamaz. (...) Bir kadını anlayıp açıklamakla uğraşan düşüncede erotik bir şeyler vardır... Bir kadını tanımayı istemek, hep ona sahip olmanın ya da ondan intikam almanın bir biçimidir. (...) Bir insanın içinde bulunduğu, nasıl desem, insanlık durumuna katlanması çok az rastlanan bir olaydır. (...) Zaten insanlar belki de iktidarı umursamıyor. Bu düşüncede onları asıl büyüleyen, gerçek erk değil, o mevkinin sağlayacağı tatlı keyifler düşüdür. Kralın erki yönetmektir, değil mi? Ama insan yönetmek istemez: Sizin de dediğiniz gibi, baskı yaomak ister. İnsanlar dünyasında insandan fazla bir şey olmak ister. İnsanlık durumundan kurtulmak diyordum. Güçsüzlük değildir bu: Tam tersine gücünün her şeye yetmesi isteğidir. Güç isteğinin entelektüel bir gerekçelendirmeden başka bir şey olmadığı hastalıklı bir kuruntu, tanrılık isteğidir: Her insan tanrı olmayı düşler. (...) Bir tanrının ideali, gücüne yeniden kavuşacağını bilerek insan olmak; insanın düşü ise kişiliğini yitirmeden tanrı olmaktır... (...) Modern kapitalizm, güç isteğinden çok, örgütlenme isteğidir. (...) İnsanın kendinden kurtulması ve başkalarının gözünde başka bir hayata kavuşması için bir giysi yetiyorsa, o zaman insanların gerçekten var olduğu söylenemezdi. (...) Çağının en güçlü anlamı ve en büyük umuduyla yüklü olan şey için savaşmıştı; birlikte yaşamak istediği insanların arasında ölecekti; yere uzanmış bu insanların her biri gibi hayatına bir anlam kazandırdığı için ölecekti. Uğruna ölmeyi kabullenmeyeceği bir hayatın ne değeri olurdu ki? İnsan tek başına ölmüyorsa, ölmek kolaydır. Ağzına kadar bu kardeşçe iniltiyle dolmuş ölüm, yığınların şehitleri olarak kabul edeceği bu mağluplar meclisi, altın yaldızlı efsanelerin dokunduğu kumaştan yapılmış kanlı bir efsane! Ölümün bakışları üzerine dikilmişken, insanların erkek yüreklerinin ölüler için en az ruh kadar değerli bir sığınak olduğunu haykıran bu kendini kurban ediş mırıltısını duymamak mümkün müydü? (...) Kaşiflerin keşiflerine değil çektiklerine özeniyorum, beni çeken buydu... (...) Her ihtiyar bir itiraftır ve bu adar çok sayıda yaşlılığın bomboş gemesinin nedeni, o kadar çok insanın bir zamanlar gerçekten de boş olması ve bunu saklamasıdır. (...) Bir insan yaratmak için dokuz ay yetmez, altmış yıl gerekir, fedakarlıkla, iradeyle, daha birçok şeyle dolu altmış yıl! Ve bu insan yaratıldıktan sonra, onun içinde çocukluktan, ergenlikten bir şey kalmadığında, gerçekten bir adam olduğunda, ölmekten başka bir işe yaramaz artık o.
André Malraux (Man's Fate)
Özyıkım arzusu dediğim şey intihar değildi. Yavaş yavaş mahvolmaktı. Kendini ağır ağır, her cezadan acılı bir zevk alarak bitirmekti. Benim hayatıma anlam veren tek şey buydu.
Ayfer Tunç (Yeşil Peri Gecesi (Kapak Kızı, #2))
Sevgili kardeşim şu anda bir hiçsin. Fakat genç iken insan zaten bir hiç olmalı çünkü hiç bir şey erkenden anlam kazanmak kadar yıkıcı olamaz.
Robert Walser (Jakob von Gunten)