Anlamli Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Anlamli. Here they are! All 100 of them:

Sevmek! Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?
Yusuf Atılgan (Aylak Adam)
Nasıl kolayca söyleyiveriyor bunu. Sevmek! Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?
Yusuf Atılgan (Aylak Adam)
Evrendeki en bol elementin, hidrojen ile helyumun, aynı zamanda en hafif iki element olması her şeyi açıklıyor zaten. Böyle hafif bir evrende anlam ne arasın? Anlam ağırdır… Dibe çöker. Falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakarlar.
Barış Bıçakçı (Sinek Isırıklarının Müellifi)
bir gün, bir an-bir günün bir anında seni sevecek kadar-sana seni anlatsam başımdaysam sonunda-sonundaysam başında yürüyor yenilenen, yorulmayan bir anlam. sözcüklerin içinde-sözcüklerin dışında, düşünlerinde eksik, yaşamlarında tamam. sen de anlamalısın gidiyorken yanında, başına vura-vura ben sana anlatamam. üşünen gecelerin sıcak karanlığında iki'den bir'i, bir'den iki'yi çıkaramam.
Özdemir Asaf
Sen bir aylak, bir uyurgezersin, bir istiridyesin. Tanımlar saatlere, günlere göre değişiyor ama taşıdıkları anlam az çok belli: Yaşamanın, harekete geçmenin, bir şey yapmanın pek sana göre olmadığını hissediyorsun; sadece sürüp gitmek istiyorsun, sadece bekleyişi ve unutuşu istiyorsun.
Georges Perec (Un homme qui dort)
Böyle hafif bir evrende anlam ne arasın? Anlam ağırdır... Dibe çöker. Falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakarlar.
Barış Bıçakçı (Sinek Isırıklarının Müellifi)
Hiç kimse bilmiyor bu parfümün aslında ne kadar iyi olduğunu, diye düşündü. Ne kadar iyi yapılmış olduğunu kimse bilmiyor. Ötekiler, sadece etkisine köle oluyor. Hatta kendilerini etkileyip büyüleyen şeyin parfüm olduğunu bilmiyorlar bile! Gerçek güzelliğini anlamış anlayacak tek kişi benim, çünkü ben yarattım onu. Aynı zamanda, büyüleyemeyeceği tek kişi de benim. Parfümün kendisi için anlam taşımadığı tek kişiyim ben.
Patrick Süskind (Perfume: The Story of a Murderer)
Unutulmaktan korkmak başka şey, hayatımın karşılığında hiçbir şey veremeyecek korkusu o. Eğer hayatını başkaları uğruna yaşayamazsan en azından başkaları uğruna ölmelisin, tamam mı? Ben de ne yaşarken ne ölürken anlam ifade edecek bir hayatım olmamasından korkuyorum.
John Green (The Fault in Our Stars)
Benlik geleneksel anlam sağlayıcılarından bir kez azat edildiğinde insanlar kendileri dışında ahlaki referans noktası bulamaz hale gelirler.
Kemal Sayar (Terapi)
Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?
Yusuf Atılgan (Aylak Adam)
Tutku, onu hisseden için bedenlerin arzusundan daha şiddetli bir anlam taşıyabilir. Beraberinde mutluluk umutlarını getirmesine rağmen tutkunun kargaşa ve rahatsızlığa neden olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Mutlu tutku bile o kadar şiddetli bir karışıklığa neden olur ki mutluluk haz duyulmasını sağlamadan önce çok büyük olduğu için karşıtına, yani acıya benzer. Tutkunun özü, iki varlığın süreksizliğini mükemmel sürekliliğe dönüştürmektir.
Georges Bataille (Erotism: Death and Sensuality)
Kayıtsızlık işe yatamaz. İsteyebilir ya da istemeyebilirsin, ne fark eder! Bir parti tilt oynamak ya da oynamamak; nasıl olsa biri aygıtın deliğine bir yirmibeşlik atacak. Her gün aynı yemeği yemekle kararlı bir hareket yaptığını sanabilirsin. Ne var ki reddedişin işe yaramaz. Yansızlığın hiçbir anlam taşımaz. Cansızlığın öfken kadar abes.
Georges Perec
Bütün bu şeyler, bazı şeylerin hiçbir anlam taşımamayı sürdürdükleri gibi hiçbir anlam taşımasalar yani sonuna dek anlamsızlıkta direnseler, asla söz edilemezdi bunlardan. Çünkü hiçten söz etmenin tek yolu ondan sanki bir şeymişçesine söz etmektir.
Samuel Beckett (Watt)
... sefil düşünceler ve küçüklükler arasında kaybolup, hayattaki büyük sırrı çözemedik, soru da cevapsız ve amaçsız kalakaldı; Nasıl yaşadın, neden öyle yaşadın, neyi yapabilecekken yapmadın, başka bir yol, başka bir anlam arıyordun, yanlış zilleri, yanlış kapıları çaldın, yanlış yollara saptın, yanlış insanları sevdin, yanlış yataklarda uyudun, yanlış evlerde yaşadın. Neden hayal etiklerini, düşündüklerini bu kadar küçümsüyorsun?..
Kostas Mourselas " Kızıla boyalı saçlar"
Ve ben artık mutsuz bir adamım. Günler, haftalar, aylar akıp giderken, ben yaşamıyor da daha ziyade vakit geçiriyorum. Ortalık karardıktan sonra pencereden yıldızları izliyorum. Umut etmiyorum, kızmıyorum, üzülmüyorum. Sadece hatırlıyorum. Kainat türlü biçimlerde kandırmaya çalışıyor beni. bulutlar ilerliyor, bir ayyaş nara atıyor, bir araba acı acı klakson çalışyor, daldan bir yaprak düşüyor… Orada öyle sabit dururken her şey beni kimsenin umrunda olmadığıma, unutmayışımın bir anlam taşımadığına inandırmak için yarışa giriyor. Sabırla bekliyorum ki, bütün kozlarını oynasınlar. Ne olursa olsun duruyor duruyor duruyorum… Gece bir kez daha aşkım karşısında mağlup dağılırken, kuytu bir köşeden fırlayıveren bir kedi gülümsetiyor beni. Nihayet gölgelerin arasında bir sigara yakıyorum. İşte o an biliyorum ki, roller değişmiş ve şimdi yıldızlar beni izlemeye başlamıştır. Gidip yatağıma giriyor, başucumda duran küçük prens biblosuna bakıyorum. Senden bana kalan her şey gibi kırık, ama asla atamayacağımı biliyorum.
Alper Canıgüz (Gizliajans)
Bundan o kadar memnunum ki anlatamam. Çünkü, inan buna ömrümde sokakta şöyle bir raslayıp da böylesine ilgilendiğim, sonra da zaman zaman aklıma gelen hiçbir kimse olmamış. Bu nasıl bir ilgiydi? Çarpılma gibi bir şey değil. Merak gibi, kişilik buluşması gibi, anlamı biraz silik de olsa mutluluk isteği gibi bir şey. Böyle olunca da bu ilk raslantı hayatın küçük bir cilvesi olmaktan çok öte bir anlam ve değer taşıyor. Bu anlamı, bu değeri alabildiğine büyütmek de bizim elimizde.
Cemal Süreya
Aşk başta anlam olmak üzere pek çok şeyi karşısına alır. Huzuru örneğin, kararlılığı ve dengeyi. Kendine kendine sözler verirsin. Boşunadır.
Barış Bıçakçı (Sinek Isırıklarının Müellifi)
Anlam da bir renktir ve o yüzden siyah beyaz fotoğraflarda çok fazla renk bulunur.
Mehmet Murat ildan
...Ondan bir kaç sonra anladım ki bir kadının susmasında gizli bir anlam vardır, bol bol konuşmada ise nice düşünceler saklıdır.
Honoré de Balzac (Le Lys dans la vallée)
anlam ağırdır... dibe çöker. falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakarlar.
bıçakçı barış
Mümkün müdür tüm gerçeklikler onlar için bir anlam ifade etmesin; mümkün müdür hayatları boş odalardaki saatler gibi hiçbirşeye bağlanmadan geçsin?
Rainer Maria Rilke (The Notebooks of Malte Laurids Brigge)
Ben olsam onlara fazla bir şey anlatm azdım ,” dedi Holm es, “kadınlara asla tam anlam ıy la güvenem ezsin, en güvenilir olanlarına bile…
Anonymous
Aşk ancak, dışındakiler onu fark etmediğinde anlam kazanır. Aşk ancak, her yabancı, âşıkların birbirinden nefret ettiğine inandığı zaman mutludur.
Anonymous
Yalnızlığımız çok fazla can yaktığında, acıyı kaptan kaba aktarıyor, aslında zerre kadar anlam içermeyen hayata ne derinlikler yüklüyoruz.
Aslı Erdoğan (Kırmızı Pelerinli Kent)
Dünyanın kendisine verebileceği tüm ün ve paradan daha büyük bir şey vermişti ona Tanrı. -Anlam.
Karen Kingsbury (Angels Walking (Angels Walking, #1))
Hayatın anlamı insandan insana, günden güne ve hatta saatler içinde değişebilir. O yüzden de önemli olan genel olarak hayatın anlamı değil, insanın hayatının verili bir andaki özel anlamıdır.
Viktor E. Frankl (İnsanın Anlam Arayışı)
Her şey çok anlamsız!Hayat,kendi kendilerini kopyalayan dev moleküllerden başka bir şey değil.Hayat dediğimiz sadece kimyadan ibaret.Periyodik tabloyu ezberlersek yeter.Evrendeki en bol iki elementin,hidrojen ile helyumun,aynı zamanda en hafif iki element olması her şeyi açıklıyor zaten.Böyle hafif bir evrende anlam ne arasın?Anlam ağırdır...Dibe çöker.Falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakarlar.
Barış Bıçakçı
İnsanlar anlam verdikleri bir şeyi, bir ilişkiyi, bir işi kaybettiklerinde "depresyona dülerler". Ama, umdukları şeyi elde edemekdiklerinde de. Dahası, şiddetle arzuladıkları bir şeye eriştikten sonra beklenmedik bir boşluğa düştüklerinde de: Bir ereğe ulaşan kişi, tüm o çabalarının ve fedakarlıklarının şimdi gözlerinden yaşlar getirmesine ve tüm o gayretinin uçup gitmesine hazır değildir. ... Friedrich Hollaender'in Marlene Dietrich'e söylediği bir şarkısında dile getirdiği gibi: Bir şey dileyebilecek olsam kendime Azıcık mutlu olmayı isterdim Çünkü, fazlaca mutlu olsaydım Üzüntünün hasretini çekerdim.
Wilhelm Schmid (Mutsuz Olmak)
...Düşsellik rezervine bir anlam kazandıran şeyle, gerçeklik katsayısı arasında belli bir orantı vardır. Düşselliğin ulaşıp, içinde dolanabileceği bâkir bir alan kalmadığı ve harita tüm coğrafi alanları belirlediğinde, gerçeklik ilkesi de ortadan kaybolmaktadır. Gerçekliğin sınırları sonsuzluğa çekilince, bu, sınırları belli bir evrende iç uyum anlamına gelen gerçeklik ilkesinin kanama yapmasına neden olur...
Jean Baudrillard (Simulacra and Simulation)
Cem'in bir eli Berrin'inkini nazikçe kavramışken işaret parmağı kadının avuç içinde geziyordu. Kâhinlerin bin bir anlam aramak için baktıkları derin çizgilerde gizli bir sırrı arar gibiydi adam. Kendi izini arar gibi…
Burçin Çelik (Hüzün Yağmurları)
Belli bir yaşı geçince yaşam dediğin, sahip olduğun şeyleri sürekli kaybettiğin bir süreçten öteye geçmez. Yaşamın için önemli olan şeyler, bir tarağın dişlerinin birer birer kırılıp gitmesi gibi insanın elinden kayıp düşüverir. Bunların yerine eline geçense değersiz, tuhaf şeyler olur. Vücudun yetenekleri, arzular, hayaller, idealler, kendine güven, anlam, hatta aşık olduğun insanlar, peş peşe yok olup gider. Veda ederek ayrılanlar, hatta bir gün hiçbir şey söylemeden ortadan yok olanlar olur ve bir kez yitirince bunları bir daha asla tekrar elde edemezsin. Yerine koyacak bir şeyler de bulamazsın. Bazen vücudunu lime lime doğranıyormuş gibi hissedersin. Bu, çok acı veren bir şeydir.
Haruki Murakami (1Q84 (1Q84, #1-3))
Daha iyi bir insan olduğumu iddia edecek cesaretim yok elbette, ama daha mutlu bir insan olduğumu biliyorum, çünkü o buz gibi donuk hayatım için yeni bir anlam buldum, yaşamın kendisinden başka bir sözcükle açıklayamayacağım bir anlam.
İlknur İgan (Olağanüstü Bir Gece)
Daha iyi bir insan olduğumu iddia edecek cesaretim yok elbette, ama daha mutlu bir insan olduğumu biliyorum, çünkü o buz gibi donuk hayatım için yeni bir anlam buldum, yaşamın kendisinden başka bir sözcükle açıklayamayacağım bir anlam.
Stefan Zweig (Olağanüstü Bir Gece)
Sanki hayatım siyah beyaz ve o şarkı söylediği anda her şey kendine bir renk buluyor. Şişelerde bekleyen mürekkepler etrafa dağılıveriyor. Bir deniz gibi… İçimi kaplıyor. Onun sesi her şeye anlam katıyor. Demek istediğimi anlıyor musun?
Özge Ilık Saltık (Hırsız (Ay Işığı #1))
İddia ediyorum ki dünyada en kötü koşullarda bile hayatta kalabilmek için hayatın bir anlamı olduğu bilgisinden daha etkili olabilecek bir şey yoktur. Nietzchhe`nin şu sözleri çok şey söyler: "Yaşamak için bir nedeni olan her türlü nasıl`a katlanabilir.
Viktor E. Frankl (İnsanın Anlam Arayışı: Genç Okurlar Uyarlanan Baskı)
Ama ben zekanın tek başına hiçbir anlam taşımadığını öğrendim. Burada, sizin üniversitenizde zeka, eğitim ve bilgi büyük idoller haline gelmiş. Ama şimdi biliyorum ki, hepinizin atladığı bir şey var: Sevgi ve şefkat eli değmeyen zeka ve eğitim beş para etmez.
Daniel Keyes (Algernon'a Çiçekler)
Görünürde hiçbir değişiklik olmadığı, her şeyin tekdüze yaşandığı günlerde Buck, havanın yavaş yavaş soğuduğunu hissediyordu. Bir sabah geminin pervanesi durdu ve heyecanlı bir hareketlilik başladı. Buck ve diğer köpekler gemideki bu hareketliliğin farkına vardılar. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, François geldi, hepsinin boynuna birer ip bağladı, onları güverteye çıkardı. Buck adımını atınca, çamura basmış gibi oldu. Hırlayarak ayağını geri çekti. Yerdeki bu beyaz çamur gökyüzünden dökülüyordu. Buck, anlam vermeye çalışarak başını indirip kokladı, sonra yaladı, dilinde önce soğuk, ardından yakıcı bir etki bırakı ve hemen suya dönüştü. Ne olduğunu bir türlü anlayamadı. Birkaç kez aynı şeyi yaptı. Çevreden izleyenler bu haline çok güldüler; Buck neden güldüklerini anlamadı ve utandı. O gün hayatı boyunca ilk kez kar gördü.
Jack London (The Call of the Wild / White Fang)
Ne olursa olsun, her şeyin anlamsız olduğu, her şeyden umut kesmek gerektiği düşüncesiyle nasıl kalır insan? Her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluyoruz. Dünyanın hiçbir anlamı yoktur demek, her çeşit değer yargısını ortadan kaldırmak olur. Ama, yaşamak ve örneğin, yiyip içmek kendiliğinden bir değer yargısıdır. Ölmeye yanaşmadığı sürece, insan yaşamayı seçiyor demektir. O zaman da, görece de olsa, yaşamaya bir değer veriyoruz demektir. Umutsuz bir edebiyat ne demek olabilir? Umutsuzluk susar. Kaldı ki susmak bile, eğer gözler konuşuyorsa, bir anlam taşır. Gerçekten umutsuzluk can çekişme, mezar ya da uçurumdur. Umutsuzluk konuştu mu, hele yazdı mı, hemen bir kardeş el uzanır sana, ağaç anlam kazanır, sevgi doğar. Umutsuz edebiyat sözü birbirini tutmayan iki sözdür. Çünkü edebiyat olan her yerde umut vardır.
Albert Camus
İnsanın gerçekte ihtiyacı olan, gerilimin olmadığı bir durum değil kayda değer bir hedef, özgürce seçilmiş bir görev uğruna uğraş ve mücadeledir. İhtiyaç duyduğu şey, ne pahasına olursa olsun gerilimden kurtulmak değil, onun tarafından karşılanmayı bekleyen potansiyel bir anlamın çağrısıdır.
Viktor E. Frankl (İnsanın Anlam Arayışı: Genç Okurlar Uyarlanan Baskı)
Yaşamak acı çekmektir; yaşamı sürdürmek, çekilen bu acıda bir anlam bulmaktadır. Eğer yaşamda bir amaç varsa, acıda ve ölümde de bir amaç olmalıdır. Ama hiç kimse bir başkasına bu amacın ne olduğunu söyleyemez. Herkes bunu kendi başına bulmak ve bulduğu yanıtın öngördüğü sorumluluğu üstlenmek zorundadır.
Viktor E. Frankl (İnsanın Anlam Arayışı)
John Sherry pazarlamacıların birer davranış mimarı ve tasarımcı olduklarını, markalar aracılığıyla anlam yarattıklarını söyler. Jan Rijkenberg, Daniel Pink’in kavram çağı yaklaşımına çok paralel bir düşünceyle günümüzde “ürün-odaklı” pazarlamanın ömrünü doldurduğunu yerini ise “kavramsal markalaşmaya” (concepting) bıraktığını söylüyor.
Anonymous
Varlık da yokluk da birer 'biçim' olmaktan öte anlam taşımaz; varolmuş olanın mutlaka yokolacağı gerçeği ile başedememek trajik bir durumdur. Ancak varlıkla yokluk arasında kalmak, yokolmadan önce 'yok' olmak gereğinden fazla sefil bir tad bırakır insanda. Başlangıçta böyle değildi ama bir süre sonra o tadı almaya başlamıştım. Sevimsiz bir durumdu.
Neldan Osmancık
Gariptir; bazen, hedefi şaşıran bir darbe, hedefi bulandan daha çok yaralayıcı olabiliyor.
Viktor E. Frankl (Man’s Search for Meaning)
Gariptir; bazen, hedef şaşıran bir darbe, hedef bulandan daha çok yaralayıcı olabiliyor.
Viktor E. Frankl (İnsanın Anlam Arayışı: Genç Okurlar Uyarlanan Baskı)
Çünkü Darwin'in evrim teorisinin bir başka sonucu değil midir her bir küçük canlının bu büyük bağlamda bir anlam taşıdığı? Yaşayan bu gezegen biziz Sofi! Evrende yanan bir güneşin etrafında gezinen bu büyük gemi biziz.Her birimiz de aynı zamanda yaşamın içinde yüzen,genlerle yüklü bir gemiyiz.Yükümüzü bir sonraki limana bıraktığımızda boşa yaşamamışız demektir.
Jostein Gaarder (Sophie’s World)
Her ne olursa olsun, kurmaca yapıtlar okumaktan vazgeçmeyeceğiz, çünkü onlarda yaşamımıza bir anlam verecek formülü aramaktayız. Sonuçta, yaşamımız süresince, bize neden dünyaya geldiğimizi ve yaşadığımızı söyleyecek bir ilk öykünün arayışı içindeyiz. Kimi zaman kozmik bir öykü arıyoruz, evrenin öyküsünü, kimi zaman kendi bireysel öykümüzü. Kimi zaman da kendi bireysel öykümüzü evrenin öyküsüyle çakıştırmayı umuyoruz.
Umberto Eco (Six Walks in the Fictional Woods)
Bir tırmanma kazasında hayati bir tehlikeye girince, o anda tek bir duyguya kapılmıştım: Kazadan sağ mı kurtulacağım, yoksa kafatası parçalanmış vs. şekilde yaralanmış olarak mı çıkacağım konusunda yoğun bir merak.
Viktor E. Frankl (Anlam İstenci)
Yüzümün yansısı bu. Yapacak işim olmadığı günlerde onu seyreder dururum. Gördüğüm bu yüzden hiçbir şey anlamıyorum. Başkalarının yüzleri bir anlam taşıyor. Benimki öyle değil. Güzel mi yoksa çirkin mi, bunu bile söyleyemem. Çirkin galiba. Çünkü öyle olduğunu söylediler. Bana dokunan bu değil. Yüzüme böyle nitelikler verilebilmesine şaşıyorum aslında. Bir toprak parçasına ya da bir kayaya güzel ya da çirkin demek gibi bir şey bu.
Jean-Paul Sartre (Nausea)
Yaşam ve zaman 'de jure' değil 'de facto' ilerliyor. Misal; sarsak bir trafikte yanlışlıkla ters yola girdiğinizde her iki yönde ilerleyen araçların da ilk tepkisi korkuyla karışık bir şaşkınlık oluyor. Duruma anlam veremeyen bir başka şöför de arkanızdan ters yola dalıyor; onu başkaları takip ediyor. Buna siz de dahilsiniz; bir süre sonra herkes bu 'de facto' durumu normal karşılıyor ve böylelikle kaos tekrardan düzene kavuşuyor.
Neldan Osmancık
İnsanoğlunun Tanrı adına yüklediği tek anlam, ilk neden, tüm şeylerin nedeni olmasıdır. İlk nedenin ne olduğunu anlamanın kavranamaz ölçüde güç olması ve ona inanmamanın on kat kadar daha zor olması nedeniyle insanoğlu inanma noktasına varır. Tanımının ötesinde uzayın sonsuz olduğunu algılamak zordur; ama bir sonu olduğunu düşünebilmek daha da zordur. Zaman dediğimiz sonsuzluğu kavramak insan gücünün ötesindedir; fakat zaman olmadığında bir zaman kavramını algılamak daha da zordur.
Thomas Paine (The Age of Reason)
Selam o ruha, bizi birleştirebilen! Gerçek hayatımız simgededir ancak. Yürür saatler küçük adımlar atarak asıl bizim olan güne eşlik ederken. Biz, nerde olduğumuzu bilmeyenler, gerçek bağlantılar kurarız kendimize. Antenleri aranır durur antenler, boş uzaklığın getirdiyse... saf gerginlik. Ey güçlerin musikisi! Bütün tedirginliklere karşı sizi sıradan işler değil mi koruyanlar ? Ne denli çalışıp didinse de köylü, erişemez tohumun yaza dönüştüğü derinliklere. Topraktandır armağanlar.
Rainer Maria Rilke (Seçilmiş Şiirler & Duino Ağıtları)
Gittikçe daha iyi anlaşılıyordu ki Anadolu’da yapılan iş, yalnız vatanı düşmandan kurtarmak boğuşması değildi. Bunun bir başka anlamı, bir başka amacı olmalıydı. Eğer harekete bu başka anlam verilmez, boğuşma bir başka amaca yöneltilmezse, savaşı kazanmanın bile hiç değeri kalmayacak, orada bugün ölenler yarın ölecekler, tıpkı bunlardan önce yıllar yılı, bazı yenmiş, bazı yenilmiş olarak can verenler gibi kaynayıp gideceklerdi. Pisi pisine... Bedavaya... Kirli bir hizmetin adi bahşişi gibi...
Kemal Tahir (Esir Şehrin İnsanları (Esir Şehir Üçlemesi, #1))
Kendini ortadan kaldırmak öyle açık ve öyle basit bir iş gibi görünür ki! Niçin o kadar nadir bir şeydir bu? Niçin herkes bundan kaçar? Çünkü, her ne kadar akıl yaşama iştahını yok saysa da, fiiliyatın sürmesine neden olan hiçlik bütün mutlaklardan üstün bir kuvvettedir; ölümlülerin ölüme karşı sessiz ortaklıklarını izah eder; yalnızca varoluşun simgesi değil, varoluşun ta kendisidir bu hiçlik; her şeydir. Ve bu hiçlik, bu bütün, hayata bir anlam veremez, ama hiç değilse hayatı, olduğu hal içinde sürdürür: Bir intihar etmeme hali.
Emil M. Cioran (A Short History of Decay)
Dünya karşısındaki kayıtsızlığını da işte tam bu anda kendi zihninde yakaladı ve babasının sözlerine bir anlam vermeyi başardı: Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazan o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir âlem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı.
Anonymous
Çünkü hakkı doğuran güç ise, etkiyle birlikte etken de değişir. Bir öncekini alt eden bir güç, onun hakkını da elde eder. Ceza görmeden baş kaldırabildiniz mi, bu başkaldırma bir hak olabilir. Madem güçlü her zaman haklıdır, öyleyse yapılacak şey, her zaman güçlü olmaya bakmaktır. Güçlünün yok olmasıyla ortadan kalkan bir hakka hak diyebilir miyiz? İnsan boyun eğecek olduktan sonra, ödev dolayısıyla niye boyun eğsin? İnsan boyun eğmeye zorlanıyorsa, boyun eğmek zorunda değil demektir. Görülüyor ki, hak sözü güç’e hiçbir şey eklemiyor; bu bakımdan hiçbir anlam da taşımıyor.
Jean-Jacques Rousseau (Toplumsal Sözleşme veya Siyasal Hukukun Prensipleri)
Anlamını çıkarmak istediği bir yazıyı okuyan biri, işaretleri ve harfleri küçümsemez; yanılsama, rastlantı ve değersiz bir kabuk diye bakmayıp okur, inceler ve sever onları, her harf karşısında böyle davranır. Oysa dünya kitabını ve kendi varlığımın kitabını okumak isteyen ben ne yaptım, önceden varsaydığım bir anlam uğruna işaretleri ve harfleri hor gördüm, görüngeler dünyasına yanılsama, dedim; kendi gözümü ve kendi dilimi nasılsa var olmuş değersiz nesneler saydım. Olamaz böyle bir şey, geride kaldı bu, artık uyandım, gerçekten uyandım ve ancak bugün açtım dünyaya gözlerimi.
Hermann Hesse (Siddhartha)
Bir şekilde her birimiz hayatımıza devam ediyoruz, diye düşündüm. Ne kadar büyük ve ciddi bir kayıp yaşasak da, ne denli önemli bir şey elimizden alınmış olsa da ya da sadece üzerimizdeki deri aynı kalıp kendimiz tamamıyla farklı bir insana dönüşmüş olsak da, sessizce yaşamımızı sürdürüyoruz. Bizim için belirlenmiş zamanın sonuna doğru gittikçe yaklaşıyor, ardımızda bıraktığımız zaman dilimi uzaklaşıp kaybolurken ona veda ediyoruz. Gündelik hayatın sonu gelmez işini gücünü tekrar tekrar -bazı durumlarda büyük bir beceriyle- yaparak. Böyle düşününce büyük bir boşluk duygusuna kapıldım.
Haruki Murakami (Sputnik Sweetheart)
Farklı hisseden, farklı hassasiyetlere sahip ve farkındalığı güçlenmiş başka bir insan haline geldiğimi biliyorum. Daha iyi bir insan olduğumu iddia edecek cesaretim yok elbette, ama daha mutlu bir insan olduğumu biliyorum, çünkü o buz gibi donuk hayatım için yeni bir anlam buldum, yaşamın kendisinden başka bir sözcükle açıklayamayacağım bir anlam. Ait olduğum kesimin normlarını ve kalıplarını boş bulduğum için artık ne kendimden ne de başkalarından utanıyorum. Onur, suç, günah gibi kavramlar bir anda soğuk, metalsi bir tını kazandı, bunları dehşete kapılmadan telaffuz edemiyorum artık.
Stefan Zweig (Olağanüstü Bir Gece)
Milan Kundera'nın söylediği gibi: Cervantes Don Kişot'u mitlerden, maskelerden, basmakalıplardan, önyargılardan ve önyorumlardan örülü perdeyi yırtmak için gönderdi, içinde bulunduğumuz ve anlamaya çabaladığımız dünyayı sıkı sıkı örten perdelerden... Ancak perde kalkmadıkça ya da yırtılmadıkça boşuna uğraşıyoruz. Don Kişot bir fatih değildi, 0 fethedilmişti. Ancak, yenilgisi ile, bize gösterdiği, “hayat denen kaçınılmaz yenilginin karşısında yapabileceğimiz tek şey durup onu anlamaya çalışmaktır” oldu. Bu Miguel de Cervantes'in büyük, çığır açan keşfiydi; bir kere bulundu mu bir daha unutulamazdı. Beşeri bilimlerle uğraşan bizler önümüzde serili duran bu keşfin izlerini takip ediyoruz. Cervantes sayesinde buralardayız. Perdeyi yırtmak, hayatı anlamak... Bunun anlamı ne? Biz, insanlar, iyinin ve kötünün, güzelin ve çirkinin, gerçeğin ve yalanın birbirlerinden kesin bir şekilde ayrıldığı ve asla bir diğerine karışmadığı, böylece şeylerin nasıl olduğundan, nereye gidebileceğimizden ve nasıl ilerleyebileceğimizden emin olduğumuz sıradan, temiz ve saydam bir dünyayı tercih ediyoruz; çaba gerektiren bir anlayış olmadan hükümlere ulaşmayı ve kararlar almayı hayal ediyoruz. İşte bizim bu hayalimizden ideolojiler doğdu. Görüşümüzü kapatan o kalın perdeler. . . Bizim bu etkisizleştirici eğilimimize Etienne de la Boétie "gönüllü kölelik” adını verdi. Cervantes bizim bu tür bir kölelikten çıkmamızı istiyordu; dünyanın tümüyle çıplak, rahatsız, ancak özgürleştirici gerçekliğini sunarak; anlam çokluğu gerçekliğini ve onarılamaz mutlak gerçekler açığını. Bu tür bir dünyada, kesin olan tek şeyin hiçbir şeyin kesin olmaması olduğu bir dünyada, tekrar tekrar ve sonuç almaksızın kendimizi ve birbirimizi anlamaya, iletişim kurmaya ve birbirimiz için yaşamaya çalışacağız.
Zygmunt Bauman (This Is Not a Diary)
Son yıllarda nörolojik çalışmalar hepimizin tüketim tercihlerimizi bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde kimliklerimizi oluşturmak için yaptığımızı “bilimsel olarak” kanıtlıyor. Neye ihtiyacımız olursa olsun kendi kimliğimize uygun markalar seçiyoruz. Çünkü artık çok daha net bir şekilde biliyoruz ki tüketim, sadece ürün ve fayda eksenli ekonomik bir alışveriş değil, aynı zamanda “anlam oluşturma” ve bu “anlamı paylaşmaya” yönelik psikolojik ve kültürel bir olgudur. Markalar aynı zamanda bunları kullanan tüketicilerin kendi kimliklerini inşa ettikleri anlam platformlardır. Baudrillard‘ın dediği gibi: “Biz tüketirken anlam üretiriz.
Anonymous
Bu noktaya kadar, yaşamın anlamının her zaman değiştiğini, ancak hiçbir zaman yok olmadığını göstermiş bulunuyoruz. Logoterapiye göre bu yaşam anlamını üç farklı yoldan keşfedebiliriz: 1. Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak; 2. Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek; 3. Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek. Bunlardan ilki, yani başarı yolu, oldukça açıktır. İkinci ve üçüncü ise, biraz daha ayrıntı gerektirmektedir. Yaşamda anlam bulmanın ikinici yolu, bir şey-iyilik, doğruluk, güzellik gibi- yaşamak, doğayı ve kültürü yaşamak, son ve bir o kadar önemlisi de olanca eşsizliğiyle bir insanı yaşamaktır. Yani onu sevmektir.
Viktor E. Frankl (Man’s Search for Meaning)
Başka türlü olamazmıydı?" Soru eki mi bitişik olmalı. Ayrı yazarsam gözüne batar. Scotland Yard'da filan mesleki görgü bilgi artırma kurslarına katılmış, kendisine lazım olan ingilizceyi iyi kötü kıvırmıştır Uluçmüdürüm. ama Türkçesi zayıftır. Hem köküne kadar milliyetçidir bunlar, hem kendi dillerini bilmezler. Ayrı yazarsam cümlede bir tuhaflık olduğu hissine kapılır. Anlam yerini bulmayabilir. Eğer dilbilgisi sağlamsa (değildir ya) hoşlanmaz. Bu türden iktidarlı ilişkilerde kadınca marifetlerin dışında, kadının erkekten daha iyi bildiği hiçbir şey olmamalıdır. Olsa bile kadın asla belli etmemelidir. İktidar her yerdedir, her andadır. Sözcüğün içinde, anlamın kenarında, doğasında, dilbilgisinin ayrıntısındadır. (Tanrım, deliriyorum!)
Ayfer Tunç (Yeşil Peri Gecesi (Kapak Kızı, #2))
Şirketler, güçlerini koruyabilmek ve rekabet avantajı yaratabilmek için en yetenekli insanları kendilerine çekmeyi başarmak zorundalar. Bugün yetenekli insanları, hedefi sadece kâr etmek olan şirketlerde değil, kâr etmenin yanı sıra insanlarla gerçek fayda üreten şirketlerde çalışmak istiyorlar. Böyle şirketlerde çalıştıkları zaman kendilerini daha mutlu hissediyorlar. Çünkü yetenekli insanlar için yaptıkları işte anlam bulmak, kazandıkları maaş ve sahip oldukları unvan kadar önemli. Gelecek, bugünden çok daha hızlı olacak. Bu hızlı dünyada çevik organizasyonların başarı şansı daha yüksek. Şirketler daha küçük birimlere bölünerek esnek, hızlı hareket eden ve akıllı ağlar oluşturacak; her birim kendi uzmanlığının gücünü ortaya koyacak ve dahil olduğu ağın gücünden yararlanıp dünya ekonomisiyle bütünleşen roller üstlenecek.
Anonymous
Bunu biliyorduk. hiçbir şey yapmadık. Katliam birimine cidden itiraz eden veya u birime karşı bir şey yapmaya çalışanlar, yirmi dört saat içinde tutuklanır ve ortadan kaybolulurdu. Çağımızdaki totaliter hükümetlerin en çok geliştirdikleri özelliklerden biri, muarızlarının kanaatlerinden dolayı bir şehit gibi, onurlu ve etkileyici bir biçimde ölmesine izin vermemeleridir. Böyle bir ölümü çoğumuz seve seve kabul edebilirdik. Totaliter devlet, muarızlarının adsız sansız, sessiz sedasız ortadan kaybolmasını sağlar. İşlenen suç karşısında sessiz kalmaktansa ölüme katlanmaya cesaret eden biri, şüphesiz kendisini yok yere feda etmiş olur. Ancak bu böyle bir fedakarlığın ahlaki açıdan manidar olmadığı anlamına gelmez. Sadece, pratikte bir fayda sağlamayacağı açıktır. Daha yüce bir ahlaki anlam uğruna pratikte fayda sağlamayacak bir fedakarlıkta bulunma düşüncesine yürekten katılmıyordu. [....] İnsana özgü hiçbir şey bu kadar kusursuz değil, nisayanı mümkün hale getirebilecek çok insan var bu dünyada. Ama her zaman geriye hikayeyi anlatacak biri kalacaktır.
Hannah Arendt (Eichmann in Jerusalem: A Report on the Banality of Evil)
İsyan bayrağını çeken ateş ahalisi, "bat dünya, bat" tezahüratları ve düsturuyla ekinleri yakmış, hayvanları telef etmiş, hatta mezkur ve mükedder melodiyi işitemediklerinden ortalığı kırıp geçiren keder dalgasına anlam veremeyen sağırların kulaklarından içeri kızgın yağ akıtmışlardı. İşte bu yıkım ve talandan nasibini alan biri vardı ki onun payına düşen cefa Boncuk'un büyük melekler karşısında aldığı bir başka galibiyet olarak anılacaktı. Evet, Azrail'i yakalayan nehir perileri, ölüm meleğinin kesesini yırtmış ve son üç aydır topladığı tüm canların ruhunu serbest bırakmıştı. Işık küreleri haline dışarı fırlayan ruhlar derhal bedenlerine akmış ve yarım da olsa can bulmuşlardı. Zira kiminin bedeni toprak altında çürümekten ağzı burnu kaymış bulunduğundan, kiminin de tahnit edilip korunmuş olmasına rağmen kansızlık derdi yüzünden eskisi gibi cana gelememişti. Zombilik ve vampirlik müesseselerinin doğuşuna sebep olan bu hadise Satanay'ın da ruhunun serbest kalmasını ve henüz çok taze olan bedenine akmasını sağlamıştı. Bu bir mucizeydi! Satanay, gözlerini açmış ve öylece tavana bakıyordu.
Cihan Gülbudak (Habis Kıssa)
Yarım saat süren sorgu bitti. "Kusura bakmazsanız,bir şey sorabilir miyim?" dedim. Biraz hayret etti ama "buyurun!" dedi. "evim basıldı,kitaplarım didiklendi ve neyle suçlandğım bile belirtilmeden bir aydır sıkıyönetim koğuşunda yatıyorum" dedim. "ne ailemi görebiliyorum ne de haber alabiliyorum onlardan.bu kadar hakaret ve eziyet sonunda,suçumun ne oldugunu ogrenebılecegım umuduyla sızın karsınıza cıkıyorum.sız bana,yıllar öncesınde kalmıs bazı aıle zıyaretlerını soruyorsunuz.yemek davetlerı,piknıkler ve caylı pastalı zıyaretler.ben buna bir anlam vermekte gucluk cekıyorum" bassavcı sıkıntıyla kıpırdandı koltugunda.ne dıyecegını bılemez gıbıydı.bır sessızlık oldu.ben bu durumdan cesaret alarak,biraz daha konustum. "boyle raporlar gecınce hersey sucmus gıbı duruyor" dedım. " özür dılerım ama sızın dun aksam dostlarınızla yaptıgınız bır gorusme bıle,muhurlu kagıda gecınce gızlı bır bulusma havası tasıyabılır" bunun uzerıne ılhan bey hıc beklemedıgım bır sey yaptı ve elını klasore hızla vurarak,"allah belasını versın bu adamların" dedi. "olur olmaz dosyaları onumuze getırıyorlarçhepsı yalan dolan bunların" bassavcı acıkca mıt'ı sucluyordu
Zülfü Livaneli (Sevdalım Hayat)
Kafirler ve kutsal topraklar ne demek? Bu kelimeler İngiltere'de pek çok kişi için bugün hiçbir anlam ifade etmiyor. Muhtemelen papaz bile kafirlerle savaşmaya niyetlenen gencin psikotik bir nöbet geçirdiğini düşünecektir. Öte yandna Uluslararası Af Örgütü'ne katılıp göçmenlerin haklarını korumak adına Suriye'ye gitmeye karar veren genç bir İngiliz, ortaçağda deli muamelesi görecekken bugün kahraman gibi değerlendirilecektir. 12. yüzyılda İngiltere'de kimse insan haklarının ne olduğunu bilmiyordu. Ortadoğu'ya canımız pahasına gidip Müslümanları öldürmek yerine, bir Müslüman topluluğunu diğerinden korumak istediğinizden mi bahseidyorsunuz? Aklınız kaçırmış olmalısınız. İşte tarih böyle gözler önüne seriliyor. İnsanlar bir anlam örgüsü oluşturup tüm kalpleriyle buna inanıyor; ancak er ya da geç örgü çözüldüğünde nasıl da tüm bu hikayeyi ciddiye aldıklarına anlam veremiyorlar. Soğuk Savaş çılgınlık gibi görünmeye başladı bile. Otuz yıl önce nasıl oldu da insanlar komünist bir cennete inandıkları için nükleer bir katliamı göze alabildiler? Önümüzdeki yüzyılda demokrasi ve insan haklarına duyduğumuz inanç da gelecek nesillere aynı şekilde anlamsız görünebilir.
Yuval Noah Harari (Homo Deus: A History of Tomorrow)
Endistriyel kümes ve ağıllar, modern bilim salgın, mikrop ve antibiyotiklerin sırlarını keşfettiğinde elverişli olmaya başladı. Aşılar, ilaçlar, hormonlar, merkezi havalandırma ve otomatik beslenme sistemleri sayesinde, on binlerce inek ve tavuğu hareket bile edemedikleri kafeslere tıkarak benzeri görülmemiş miktarlarda verimli et, süt ve yumurta üretimi sağlamak mümkün oldu. İnsan-hayvan ilişkileri geçtiğimiz yıllarda yeniden değerlendirildikçe bu tip uygulamalar yavaş yavaş eleştirilerin hedefi haline geldi. Ansızın sözde alt yaşam türlerinin kaderine akıl almaz bir ilgi göstermeye başladık, belki biz de onlardan birine dönüştüğümüz içindir. Eğer bilgisayar programları süperinsan zekasına ve benzersiz bir kudrete erişirse, bu programlara insalardan daha mı fazla değer vreceğiz? Örneğin bir yapay zekanın insanları sömürmesi, hatta kendi istek ve ihtiyaçları doğrultusunda onları öldürmesi kabul edilebilir mi olacak? Eğer yüksek zekasına ve kudretine rağmen buna asla izin verilmeyecekse insanların inekleri sömürmesi ve öldürmesi hala nasıl kabul görebiliyor? İnsanı inekler, tavuklar, şempanzeler ve bilgisayar programlarının tümünden ayıran yüksek zekası ve kudreti dışında bir alametifarikası mı var? Öyleyse bu ayırt edici özellğin kaynağı nedir ve yapay bir zekanın buna asla sahip olamayacağından nasıl emin olabiliriz? Böyle bir özelliğimiz yoksa, bilgisayarlar insanları zeka ve kudretiyle geride bıraktıktan sonra bile, insan hayatına özel bir anlam yüklemeye devam etmek için bir nedenimiz kalacak mı? Evet, bizi bu kadar zeki ve kudretli yapan şey tam olarak nedir ve insan olmayan varlıkların bize rakip olabilme olasılığı, bizi geride bırakma ihtimalı nedir?
Yuval Noah Harari (Homo Deus: A History of Tomorrow)
Doğduğumuz ev kaderimizdir.” “Her birimiz kendi yaşam biçimimizin sorumlusu ve yaratıcısı olmak zorundayız.” “Bir gün ölüp gideceğini ve her şeyin geçici olduğunu bilerek yaşayan ve hayatında sürekli bir anlam arayan biz insanlar bu anlamı, anlamlı şeyler yaparak bulabiliriz.” “Şu kadınlar ne garip mahluklar. Duygusal durumları ne kadar çabuk değişebiliyor. Küçücük şeylerden nasıl da hemen etkileniveriyorlar. Bir anda dünyanın en mutsuz, en kederli, en suçlu insanı iken, nasıl da kolayca gökyüzünün en üst katına çıkabiliyorlar. Sevgileri, tutkuları uğruna neleri göze alabiliyorlar. Onlar için yaşamın temel şartı Sevilmek, Aşkla, tutkuyla sonsuza kadar sevilmek ve asla vazgeçilmemek. Her şeyi affedebilir ama sevilmemeyi asla. Sevgisiz bir dünyada kadınlara yer yok. Kadınlar var olmaya devam ettikçe, dünyamızda sevgi hiç eksik olmayacak.” “Depremden Irak savaşına, nükleer savaş riskinden İkiz Kulelerin bombalanmasına, içinde yaşadığımız ekonomik krize kadar bütün dünyada yaşanan vahşet ve yıkım, insanların güven duygusunu yaraladı. Doğaya hakim olma çabasında ki insanlar, bütün bunlar karşısında biyolojik olarak tam bir çaresizlik, sosyal anlamda ise ağır bir yalnızlık hissettiler.” “Panik atak genellikle aklı başında, güçlü, cesur, becerikli, sosyal okumuş yazmış insanlarda daha çok görülür. Bütün araştırmalar uygar, gelişmiş ülkelerde bu hastalığa daha sık rastlandığını göstermiştir. Kırsal kesimin insanları sınırları belli, rolü belli, içinde iyi ya da kötü, acı ya da tatlı sürprizleri pek az barındıran düz ve sade bir hayat yaşıyorlar. En yoksulunun bile bugünü de belli, yarını da. İnsanlar tevekkül içinde kaderlerine teslim olur, yaşayıp giderler. Bütün taşlar yerli yerindedir. Başı sonu belli, dümdüz bir yaşam. İnsana düşen sorumluluk çok az, işte böyle olunca da stres çok azalır.” “Saygı ve hürmet gören insan kendini saymayı, kendine önem vermeyi öğrenir.” “Korkacak bir şey yok, Hesap tamam, Sıram geldi artık, Biliyorum… Kendimi hazırladım, Ağlamıyorum, Hatta gülüyorum…” “Tanrıyı göklerde aramak neden? Tanrı her insanın yüreğinde zaten.” “Sınırlarını tanımlayamadığımız bu koskoca evrende var olan bunca güzellikler ve mucizeleri görebilen, merak eden, fark eden ve anlayan tek canlı insandır. İnsan olmasaydı her şey ne kadar anlamsız olurdu. İnsan olarak dünyaya gelmenin ve yaşamanın değerini fark edemeyenlere şaşarım.
Gülseren Budayıcıoğlu (Madalyonun İçi - Bir Psikiyatristin Not Defterinden)
Şimdiye ait her şey bizi sözcükleri götürmüyorsa, sözcükler de tekrar onlara dönmüyorsa, işe yaramaz ve değersiz oluveriyor. Sadece sözcükler somut ve soyut olanın varlığının kanıtıdır, anlık olana anlam verenler onlardır, elle tutulmayanı tutulur yapan, beni de ben yapanlardır. Anlıyorsun ya Şaşenka, hayattan kopuk halde yaşadım ben hep. Benimle dünya arasındaki çiti sözcükler ördü. Başımdan geçenleri sadece sözcüklerle değerlendirdim; seni de bir sayfaya koyup götürebilir miyim, götüremez miyim diye düşündüğüm zamanlardaki gibi. Kemikleri bile çürümüş şu bilgilere ne söyleyeceğimi biliyorum artık: anlık olan, onu uçarken yakaladığın an bir şeyler ifade etmeye başlar. Neredesiniz ey bilgeler? Şu sizin gördüğünüz dünya nerede? Anlık dediğiniz şeyler? Bilmiyor musunuz? Ben biliyorum. Sanki hakikat açıldı önümde birden kendimi güçlü hissetmeye başladım, her şeyden daha güçlü. Öyle Şaşka, biliyorum, gülüyorsun şimdi bana; her şeyin efendisi gibi hissediyordum kendimi. Bilmeyenlerin gözlerini kapayan şey bana görünmüştü. En azından bana öyle geliyordu o zamanlar. Hemen ardımdan zincirin önemli bir halkası kapandı, daha ki de en önemlisi, gerçek bir insandan gelen, hani şu ter içinde, ağzı leş kokan, solak, solak olmayan, mide yanması ile kıvranan, gerisi mühim değil ama tam da böyle bir insandan gelen, tıpkı sen veya ben gibi gerçek bir insandan, hani şu bir zamanlar başlangıçta sadece söz vardı diye yazan gibi. Sözleri yerinde kaldı, söyleyen de onları giyindi, sözler bedeni oldu. Bu tek ve gerçek ölümsüzlüktü. Başka türlüsü yok. Geriye kalan her şey mezarlığın bok çukurunda... ... Belki de saçma olan sözcükleri bu kadar sevmek. Çılgınlık derecesinde seviyordum onları. Onlarsa arkamdan kaş göz işareti yapıyorlardı. Benimle dalga geçiyorlardı! Sırtımı sözcüklere dayadığım oranda, sözcüklerle bir şeyleri anlatmada ne kadar güçsüz kaldığımı daha açık görüyorum. Daha doğrusu, sözcükler kendime ait bir şeyler yaratmamı sağlayabilirler ama kendini de sözcüklerle öremezsin ki. Sözcükler yalancı. Yüzmek için izin istiyorlar senden, sonra da gizlice yelkenleri şişirip çekip gidiyorlar, kıyıda tek başına kala kalıyorsun. En önemlisi de, gerçeğin hiç bir sözcüğün içinde rahat edememesi. Gerçek, insana dilini yutturur. Şu hayatta yaşanan dişe dokunur şeylerin hiçbiri bir sözcüğün içine sığmaz. Bugüne kadar başından geçenlerin sözcüklerle anlatılabileceği fikrine kapılırsan, bil ki başından hiçbir şey geçmemiş demektir. Şasenka, sanırım her şeyi birbirine karıştırdım ama ne yapayım öyle ya da böyle konuşasım var. Hem ne kadar karıştırırsam karıştırayım beni anlayacağını biliyorum. Kelimelerin kifayetsizliğinden bahsediyordum. Eğer kelimelerin kifayetsizliğinin farkına varamıyorsan kelimelerin ne ifade ettiklerini bilmiyorsun demektir. 
Mihail Šiškin
Ben deliyim… Yorgun ve yalnızım kaldırımlara misafirim… Gecenin gözleri üzerimde. Denizin ortasında küçük bir adayım, yüzme bilmem… Emrederim adım gibi, Emir benim! Yüreğimi bir yere bırakmışım, bıraktığım yerden çok uzaklardayım. Kapıları kapatmışım üstüme, sürgüleri beynime çekmişim. Hey… Hey sana diyorum! Sabreden derviş! Bir koç'um ben, Bana da sabretmeyi öğretsene? Ben deliyim, ama çok şey bilirim. Renkler ve zevkler hiçbir şey ifade etmez bana… Sonların başladığı yerden, Başlangıçların son bulduğu yere gidiyorum. Kara bir tren gibiyim yani, bir istasyondan bir istasyona, hep aynı raylar üzerindeyim… Ben deliyim… Yağmurun yağması benim için romantik değildir, ben kurşun yağmurlarını bilirim. Benim güneşim batmaz, dünyam dönmez, Ay'ım hep mehtap halindedir, Rüzgârlarım doğudan eser… Kadehime doldurduğum hüzünle sarhoş olurum, Mezem ise bir dilim umut… Ezbere bilirim yaşamayı, Yaşarken savaşmayı… Ben deliyim… Benim mevsimim değişmez sadece bahardır, Kuşlardan sadece güvercini bilirim, Yüreğim kanatlarıyla beraber çarpar. İnsanlardan yalnız çocukları severim, Onları da büyüyünceye kadar.. Ben deliyim… Benim tanrım yoktur.. Bir çift göze, bir güler yüze taparım… Bazen en içten gülüşe aşık olurum, En güzel kahkahayı “İlah!” ilan ederim, Dokunuşunda bir kızıl elmanın, Bazen kendim bile çözemem kendimi, Bulmacaya benzerim.. Kimi zaman soldan sağa bir nota, Kimi zaman yukardan aşağıya eski Mısır'da bir tanrıyım… Bağıra bağıra şarkılar söylerim, Sessiz sessiz şiirler yazarım. Bilmediğim yerlerin, Tanımadığım kişilerin resimlerini çizerim… Aşık olduğum yüzlere sarkılar bestelerim, Ozan olurum, aska aşığımdır, Sevdiğimi göklerde yürütürüm de, Kendimi cehennemin yedinci katında ağrılarım Ben deliyim… Kendimle sohbet eder, Kendi kendime gülerim. Telefon kulübeleriyle kavga ederim. Asfaltın siyahında kaybolup, Düşüncelere dalarım. Çıkmaz sokaklarda kendimi ararım, Bir de güzel hayaller kurarım… Hayal kurmayı çok severim, Biriyle hayal kurmayı daha bir severim ama, Siyah bir deri koltukta öperim kadınımı, Bir beyaz gömlekli psikoloğumu mesela, Bazen vucudunda kaybederim kendimi, Sonra hayallerimle beraber suya düşerim. Bir düş'tü… Suya düştü der, hayıflanırım.. Ben deliyim… Çayım sekiz şekerlidir, Sigara üstüne sigara yakarım. Sonra hatırıma gelir, Sigara içmem ki ben? Nargileyi pek severim ama, Tophane'de, elmalı olsun! Çekin oradan hemen! Haydi oglum! Biraz hizli, Yetismem gereken bir vapurum var, 8:15 vapuru, Parayı sevmem ama para için çalışırım. Çalışırken annemi düşünürüm ağlarım.. Alnımın teri gözyaşlarıma karışır… Babamın otobüsüyle geçmişe yolculuk yaparım… Babamı özlerim… Ananemin masallarıyla , Annemin radyodan ezberlediği Türk sanat müziği şarkılarını hiç bıkmadan defalarca dinlerim.. Dört yaşında aşık olduğumu, Ablamla vardiyalı kullandığımız çadır bezinden çantayla okula başladığımı görürüm.. Sonra babamın Başımı hiç dayamadığım omuzlarında uykuya dalarım.. Rüyalar görürüm uyandığımda hiçbirini hatırlayamadığım… Ben deliyim… Güzel bir yaşam benim için anlam taşımaz, Ben köyleri ve yürekleri yakılmış insanlar görürüm. Kimsenin düşmanı değilim kimseye dost olmadım.. Ben yabancıyım bana.. Söyleyemediğim düşüncelerim vardır.. her akşam ayrı bir meydanda Atatürk heykelinin karşısında, Olmayan aklımı darağacına asar, ipini çekerim…. Deniz gibi… Bir özgürlük türküsüne kurban ederim kendimi, Her gece bitmeden! Deniz'im ben! Devrimin bekçisiyim! Ben deliyim.. Ben buralara ait değilim. Dağları sırt sırta vermiş bir ülkem, Surlarla çevrili bir şehrim, On ikiden sonra volta attığım caddelerim Kızıl sakallı bir dayım bir de kara saçlı yarim var benim.. Koyu kahve gözleri var bir de, Neyse ki konumuz bu değil…
Ercan İntaş
Sevdiğim kadın beni terk ediyor, belki bir daha hiç görüşemeyeceğiz. Çok önemli bir insanı daha kaybediyorum. Belki hayatımdaki en güzel ilişki sona eriyor. Belki de hayatıma anlam veren tek şeyi kaybediyorum. Üzülüyorum, hem de çok üzülüyorum. Ama bu üzüntü aklımın cinayetlere kaymasına engel olamıyor. Evgenia beni terk etmekte haklı galiba. Benden adam olmaz. Yaşamdan çok, ölüm çekiyor beni. Ölüm daha cazip geliyor bana. Ölüm değil de cinayet. Kendi kendime gülümsüyorum. Evgenia yaşama benden daha yakın. Yaşama değil de aşka. Sanırım, benim için cinayet çözmek neyse, Evgenia için de aşk o.
Ahmet Ümit (Kavim)
Aslında bugün bizim belki de önde gelen "dinî görevimiz" dinî hükümlerin bize kazandırdığı zihniyeti, telakki tarzını hayata hakim kılmaktır. Yani bugün cari bulunan "bilimsel zihniyeti" esas kabul edip bu zihniyetle dine bakmak yerine bilime, fenne, ahlâka her şeye dinin bize kazandırdığı zihniyetle bakmak ve bu bakışı hakim kılmak başlıca görevimiz sayılmalı. Ayrıca, dini, hayatın herhangi bir şubesi olarak değil, fakat bütün hayatı kapsayıcı bir fenomen diye görmek de dinî görevimiz sayılmalı. Bu durumda bir Müslüman için dinin dışında sayılabilecek herhangi bir görevin bulunmayacağı daha iyi anlaşılabilir. Böylece bilim, ahlâk, hukuk vb. her şey dine göre bir anlam kazanır; yoksa din onlara göre değil....
Rasim Özdenören (Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler)
Yaratmak için tepki verebilmek gerekir. Yaratıcılık, çevremizde olup biten her şeye duyarlı olma, içimizde doğan yüzlerce düşünce, duygu, eylem ve yanıt olasılığı arasından seçim yapma ve bunları önem, tutku ve anlam taşıyan tek bir yanıt, ifade ya da iletide bir araya getirme yeteneğidir.
Clarissa Pinkola Estés (Women Who Run With the Wolves)
Bakan göz aslında görülene görüldüğünü, bu dünyada bir yeri olduğunu, dolayısıyla var olduğunu hissettirmektedir. Görülmek, fark edilmek insanın özgüvenini perçinler, varlığını çoğaltır. Yaptıklarımızın başarısı ancak başkaları tarafından görüldüğünde bir anlam kazanır. İktidar aslında seyircinin gözündedir.
Leyla Navaro (Haset ve Rekabet)
Tekrar söylüyorum: Işığın savaşçısını bakışlarından tanırsın. Işığn savaşçılarının yeri dünyadır, dünyanın bir parçasıdır onlar. Dünyaya gelirken sırtlarında heybe, ayaklarında sandalet bulunmaz. Çoğu kez korkaklık gösterirler. Her zaman dürüst davranmazlar. En saçma sapan şeyler yaralar ışığın savaşçılarını, en önemsiz şeyler kaygılandırır, büyüyemeyeceklerine inanırlar. Işığın savaşçıları bazen kutsanmayı ya da mucizeleri hak etmediklerine inanırlar. Işığın savaşçıları, kendilerine sık sık bu dünyada ne aradıklarını sorarlar. Çoğu kez hayatlarını anlamsız bulurlar. İşte bu yüzden ışığın savaşçısıdır onlar. Başarısızlığa uğradıkları için. Soru sordukları için. Durmadna anlam aradıkları için. Ama sonunda o anlamı bulacaklardır.
Paulo Coelho
Işığın savaşçısı şu sözcüğün tuzağına asla düşmez: "Özgürlük". Halkı baskı altındayken özgürlük tartışmasız bir kavramdır. Bu gibi zamanlarda kılıcını ve kalkanını kullanarak soluk alabildiği ve yaşadığı sürece mücadele eder. Baskıyla karşılatırıldığında çzgürlüğü anlamak çok kolaydır: Tutsaklığın tam tersidir. Ama kimi zaman yaşlı insanların şöyle dediğini duyar savaşçı: "Çalışmayı bırakırsma özgür olurum." Bir yıl sonra, aynı insnalar şöyle yakınır: "Hayat ne kadar da tekdüze." Bu durumda özgürlüğü anlamak zordur: Özgürlük, anlam olmaması demektir. Işığın savaşçısı her zaman bir şeye bağlıdır. Hayallerinin tutsağıdır ama istediğini yapabilir.
Paulo Coelho
Daha birkaç gün önce, kuvvetli kuzey rüzgârında burada durmuş, soğuktan titreyerek yakamı kaldırmış, kayının haşin rüzgârda istifini hiç bozmamasını ve bir yaprakçığını bile vermemesini hayranlıkla izlemiştim; inatla, cesaretle, sertçe direnmiş, sararmış eski yapraklarına sahip çıkmıştı ağaç. Ve şimdi, bugün, ılık, durgun ateşimin başında durup odun kırarken gördüm:Çok hafif, yumuşak bir esinti çıktı, nefes gibiydi ve onca zaman tutunan o yaprakların yüzlercesi, binlercesi dayanmaktan yorularak,inatlaşmaktan, yiğitlenmekten yorularak sessizce, hafifçe, istekle uçup gitti.Beş altı ay sımsıkı tutunup direnen yapraklar sıradan bir esintiye, hafif bir nefese birkaç dakika içinde yenik düştü, çünkü zamanı gelmişti, çünkü o zorlu direnişe artık gerek kalmamıştı. (...) Hayır, her rüyet gibi (bu da), yüce ve ebedî olanın ifşası, örtüşen tezatların gerçeğin potasında eriyip birleşmesiydi sadece, bir anlam taşımıyordu ama her şey anlamına geliyordu, varlığın sırrıydı ve güzeldi, görebilen için mutluluktu, anlamdı, armağandı ve keşifti (...)
Hermann Hesse
Bir iç çekiş yalnızca iç çekiş değildir. Dünyayı içimize çekeriz, soluğumuzla birlikte dış dünyaya anlam da veririz. Yapabildiğimiz sürece. Yapabildiğimiz kadarıyla.
Salman Rushdie (The Moor's Last Sigh)
Kelimelerin gücünü sakın hafife alma. Sözcüklerin kendi hafızaları vardır. Her biri senin onlara yüklediğin anlamları sen ölünceye dek taşır. O kelimeyi her kullandığında taşıdığı anlam katlanır. Aranızda bir bağ oluşur. Tek bir kelime, eğer ona yüklediğin anlam tutunabileceğin kadar kuvvetliyse seni ölümün kıyısından yaşamın merkezine taşıyabilir. Bırakmak istediğin anda sana yeniden başlama cesaretini verebilir ve her düştüğünde seni en derin kuyulardan bile çıkarabilir. Tek bir kelime, seni intihara sürükleyebilir. Asla yapamayacağına inandığın şeyleri sana düşünmeden yaptırabilir. Aynada gördüğün kişiyi sana birkaç saniye içinde unutturabilir…
Özge Ilık Saltık
insanların, dünya karşısındaki kayıtsızlığını da işte tam bu anda kendi zihninde yakaladı ve babasının sözlerine bir anlam vermeye başladı: bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. dünyaya olan kayıtsızlıkları bazen o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir alem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. oysa uzun ihsan efendi, dünya'nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. kuran'ın kendisi peygamberin dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun ardında giden herkes, dünyayı onun gibi okuyup şahadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına aktarmalıydı. dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir şey değildi. yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük nimetti. çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu dünya'nın şahidi olmaktı.
İhsan Oktay Anar (Puslu Kıtalar Atlası)
Eğer bir anlam yaratamazsan, gördüğün şeyler sana her zaman anlamsız görünecektir!
Mehmet Murat ildan
Ama Maymun Adam beni sıkıntıdan öldürüyordu, beş parmaklı olmasına güvenerek kendini benim eşitim sayıyor ve bana sürekli hızlı hızlı bir şeyler anlatıyordu... olabilecek en beter saçmalıklar. Ama onda bir tek şey beni eğlendiriyordu: Yeni kelimeler oluşturma konusunda fantastik bir yeteneği vardı. Sanırım hiçbir anlam ifade etmeyen isimler hakkında gevezelik edip durmanın konuşmanın temel amacı olduğu gibi bir fikri vardı. Bunlara, “Küçük Düşünceler” dediği günlük hayattaki makul konulardan ayırmak için “Büyük Düşünceler” diyordu. Ona anlamadığı bir şey söylemişsem buna çok memnun olur, bir daha söylememi ister, ezberler ve Hayvan Halkı’nın daha yumuşak başlılarının hepsine, arada bir kelimelerden birini de yanlış söyleyerek, sürekli tekrarlamaya başlardı. Açık ve anlaşılabilir olan hiçbir şeyle ilgilenmezdi. Onun özel kullanımı için birkaç tane çok tuhaf “Büyük Düşünce” üretmiştim. Şimdi onun karşılaştığım en aptal yaratık olduğunu düşünüyorum, insanın ayırt edici özelliğini gösteren aptallığını, hiçbir şey kaybetmeden bir maymunun doğal ahmaklığıyla, olabilecek en muhteşem şekilde birleştirmeyi başarmıştı.
H.G. Wells (The Island of Dr. Moreau)
Hucreler nedir peki? Aylarca, kendilerini dine adamis hahamlar gibi, Kitap'in harflerinin cesitli katisimlarini dile getirdik. GCC, CGC, GCG, CGG. dudaklarimizin soyledigini hucrelerimiz ogrendi. Benim hucrelerim ne yaptilar? Baska bir Plan icat ettiler; simdi baslarina buyruk gidiyorlar. Hucrelerin bir tarih olusturuyor, baskalarininkine benzemeyeb ozel bir tarih. Kitap', dunyanin tum kitaplarinin evirmecelerini yaparak kufredilebilecegini ogrendiler. Boylece, simdi benim bedekimde uyguluyorlar bunu. Ters-yuz oluyorlar, sira degistiriyorlar, evrilip cevriliyorlar, gorulmedik, hicbir anlami olmayan ya da anlamlari dogru anlama ters dusen yeni hucreler yaratiyorlar. Dogru anlamla yanlis anlam diye bir sey olmali; yoksa insan yasayamaz, olur. Ama benim hucrelerim sakalasiyorlar, inancsizca, koru korune. Jacobo, hala okuyabildigim su son aylarda bircok sozluk okudum. Bedenimde.ne olup birtigini anlayabilmek icin sozcuklerin zarihini inceledim. Tipki bir haham gibi. Dilbilimsel metathesis teriminin, onkolojik metastasis terimine benzedigini dusundun mu hic? Metathesis nedir? Ornegin salak yerine sakal ya da orman yerine roman dersin. Bu Temurah'tir. Sozluge gore, metathesis, yerini degistirme, sirasini degistirme anlamina gelir. Metastatis ise degistirme, yerini degistirme demektir. Su sozcukler ne aptal. Iki sozcuk de ayni kokten geliyor. Metatithemi ya da methistemi fiilinden. Ama metathitemi, arasina koyuyorum, yerini degistiriyorum, aktariyorum, bir seyin yerine koyuyorum, bir yasayi kaldiriyorum, anlamini degistiriyorum demektir. Peki ya methistemi? O da ayni sey, yerini degistiriyorum, sirasini degistiriyorum, aktariyorum, yaygin dusunceyi degistiriyorum, usun disina cikiyorum. Biz de harflerin otesinde gizli anlamlar ararken usun disina ciktik. Benim hucrelerim de oyle yaptilar; uslu uslu boyun egdiler. Ben bunun icin oluyorum Jacopo, sen de biliyorsun.
Umberto Eco
...konuşmaya giriştiğimde anlatma gücüm duyduklarımı sınırlar oldu. o zaman duygularımdaki kolaylık kilitlenip anlatmada beni zora sokmuyordu. o gece sarsılanların içimdeki kargaşası, söz bulma gücümü zorladı benim. hayvansı bir çırpınma, arama karabasan içindeydim sanki. üstümden kabuk kabuk katlar beni eski kendimle çırılçıplak baş başa bırakmıştı. buna hazır değildim ki. can evimden bir şeyler sökülüyordu. kendimi öldürmeye kalktığımda artık bitecek diyordum. acılara karşı, acemiliklerle direnemezdim anla beni. oysa her şeyin değiştiğini bir anda görüp anlam veremeyişimden korkup yorulmuştum. kendimi yok etmek, yorgunluktan kaçmak, gülünç bulduğum şeylerle dolu her günkü gibi bir sabahın başlamasına son vermek için ilaçları avuçlayıp aldım. yatıp uyudum. uyanmamak, kör olayım ki sandığın kadar korkunç değil. emine ölüm buysa eğer... ne var ki yaşamak çok daha zor. yine de sana kendimi istediğimce anlatamadım. acı duymak değildi kaçma nedenim. hiç duymayışın ürküntüsüydü elimi kolumu bağlayan.
Füruzan (47'liler)
NEDEN İNGİLİZCE ÖĞRENEMİYORUZ... Yıllarca İngilizce öğrenmek için harcanan zaman ve paraya bakıldığında dünya sıralamasında en alt düzeyde olduğumuz ve bu sorunu gidermek için ne kadar çaba sarf edilirse edilsin gerçekçi bir başarıya aç olduğumuz artık herkesin bildiği bir durum. Peki ama neden İngilizce öğrenmek bu kadar zor... Bu sorunun cevabı aslında çok basit. İngilizce öğrenmek için iki ana metot vardır. Bunlardan ilki çocuk yaşlarda o dili bir bebek gibi öğrenmektir. Diğeri ise çocukluk yaşlarından sonra yabancı dile vakıf olmaya çalışmak ve üzerine kafa yormaktır. Buda öğrenmek istediğiniz yabancı dilin kendi dilinize ne kadar yakın olduğuyla bire bir alakalıdır. Şimdi sizinle ana dilimiz olan Türkçe üzerine biraz kafa yoralım. Türkçe Dilinde kelime yapısı cümle devrik olmadığı sürece İngilizcenin aksine sondan başa doğru dizilen ve her türlü açıklamanın önce yapılıp yüklemin sona atıldığı aslen çok geniş gibi görünen ama temelde oldukça sığ ve birbirimizi cümleden çok olayı bilmekle anladığımız ve çoğu zaman yorumlarımızla sonuca ulaştığımız duyumsallıktan uzak yorumsal bir dildir. Örneğin, "beni sevdiğini biliyorum" dediğimizde kimin kimi sevdiği belli değildir. ( o ya da sen ) "Gideceğini " dediğimizde kişinin gidip gitmediği konusunda en ufak bir bilgi bile söz konusu değildir. Gideceğini söyledi, Gideceğini söylüyor. Ancak açıklamalar yapıldığında sonuca varılır. "Geldiğinde" dediğimizde kişinin gelip gelmediği konusunda yukarıdaki mantık çerçevesinde sonuca varmak mümkün değildir. Geldiğinde ağladı. Geldiğinde ağlıyor. Bütüne ulaşıldığında kapsamlı anlam çıkartılır. Oysa İngilizcede böyle bir durum söz konusu değildir. İstisnalar dışında bir cümle söylediğinizde kainat tek şey anlar. Bu da bize zaten Türkçesini anlamadığımız bir olayın İngilizcesini söylemenin neredeyse imkansıza yakın olduğu sonucunu çıkarır. Yetişkin yaşlarda yaşayarak yabancı dili öğrenmeye çalışmak sadece günlük rutin cümleleri söylemekten öteye geçemez. Yani "Colin Powell'ın stratejisi El Kaideyi hedef alan bir kampanya yerine terörizme karşı daha geniş ölçekli bir savaşta Mısır ve Suudi Arabistan gibi anahtar müttefiklerin birlikte hareket etmeyeceğini anlayan Dick Cheney'in büyük desteğini aldı." tarzı Newsweek cümlelerini yapabilmek hayal sınırlarını zorlayacaktır. Peki ama nedir bu işin sırrı... İşin sırrı, kendi dilinize hakim olmak ve söylemeye çalıştığınız şeyin kendi dilinizdeki gramer karşılığını bilmektir. Böylelikle ne yaptığınızı her adımda kontrol edebilme yetisine sahip olursunuz. Eğer siz bir edilgenin, ettirgenin, etkenin veya hikayenin ne olduğunu kendi öz dilinizde bilmiyorsanız, hiç kimse size onların İngilizce karşılıklarını öğretemez. Sadece ezberler ve kısa bir süre sonra da unutursunuz. Öğrenmenin kalıcı olabilmesi için diller arası kıyas ve yerine koyma modellemelerine tam ve mutlak hakim olmanız gerekmektedir. Unutmayın, kendi diline dilbilgisi olarak vakıf olmayan bir başkasının diline asla vakıf olmaz. Önce öğrenmeli sonra da konuşma çalışmalarıyla bunu geliştirmeli ve sonuca ulaşmalısınız. Öyle bilmediğiniz bir yabancı dili konuşarak öğrenme hayalinden bir an önce vazgeçmeli, öncelikle mantığını oturtmalı, kendi dilinizde yerine koymalı ve sonrasında pratik aşamasına geçmelisiniz. Ayrıntılı bilgiye Matematiksel İngilizce adresinden ulaşabilirsiniz. Erhan Sarıoğlu
ingilizce ve en iyi ingilizce kursu
Anlam aramaktan ya da bir anlam olduğunu zannetmekten daha kötü bir şey yoktur. Vardır aslında, daha da beteri vardır: bir şeyin, önemsiz bur ayrıntının bile olsa anlamının bize, eylemlerimize, amacımıza ya da işlevimize bağlı olduğuna inanmak; iradenin ve kaderin, hatta her ikisinin girift bir bileşiminin var olduğuna inanmak.
Javier Marías (Fever and Spear (Your Face Tomorrow, #1))
Anlam aramaktan ya da bir anlam olduğunu zannetmekten daha kötü bir şey yoktur. Vardır aslında, daha da beteri vardır: bir şeyin, önemsiz bir ayrıntının bile olsa anlamının bize, eylemlerimize, amacımıza ya da işlevimize bağlı olduğuna inanmak; iradenin ve kaderin, hatta her ikisinin girift bir bileşiminin var olduğuna inanmak.
Javier Marías (Fever and Spear (Your Face Tomorrow, #1))
Sonlu bir varlık için sonsuz bir yolun anlamı yoktur!
Mehmet Murat ildan
Ya palto rüzgardan havalanır ya beyaz gömlekler sedyeyi aniden oynatır ya da gövde gerçekten kımıldanır. Bunların hepsi mümkün, hatta belki bunların dışında, hiç akla gelmeyecek bir ihtimal vuku bulmuş ve gövdeyi itelemiş bile olabilir. Ama o esnada Mesut için ihtimal yoktur, hakikat tektir, yorum da onun yardakçısı… Ayrıca o yalnız gördüğüne inanır, daha fazla uzatmanın alemi yok, beyaz minibüse konmadan birkaç saniye önce konusu yerinden hafifçe, usulca ve yavaşça oynamıştır. Üstelik yüzü açık, üstelik yüzünde bir sapı kırılmış gözlük… Artık yaşamayan birinin yüzü açıkta bırakılmaz, mutlaka örtülür. Ayrıca artık yaşamayan birine kim gözlük takmayı düşünür? Ambulansı takip etmekten başka seçeneğinin olmadığını anlar Mesut, çünkü onda süreklilik esastır. O sırada kalabalık yine tek bir kişiymiş gibi davranmaya başlar; tek bir kişiymiş gibi kafasını çevirir, kaşınır, tek bir kişi gibi anlam çıkarır, soyutlar, çekiştirir, gıpta eder. Her durumda tek kişi olmayı başaran kalabalık nasıl olur da kavgaya tutuşur? İşte buna bir tür iç çatışma denebilir. Kalabalık didişmekten, çatışmaktan gövdenin hareketini göremez, tek bir kişinin görmesi gereken bir şeyi kaçırması gibi kaçırır. Tabii böylesi daha cazip bir resim olur Mesut’a, sadece kendisine görünen bir zuhur, onu iyice yoldan çıkarır. Bir anda gözü döner, güvenlik şeridine dayanır. Şeridi kaldırıp altından geçmek ya da bastırıp üstünden geçmek varken, o zor olanı seçer; kuvvetli adımlarla kahramanca yürür, önünde bir mani yokmuş gibi ileri atılarak, bedeniyle şeridi yerinden söker. İçinde korkudan eser yok. İçinde Mesuttan eser yok. Bu anı bir daha yaşasa böyle davranmayacağını bilir. Ama zaten insan türünde böylesi özel ve belirli anlar, yalnız bir defa yaşanır, sonra yıllarca anlatılır. Basit bir karakteraneyken sonra gelişkin bir karaktere evrilen Mesut, şimdi neredeyse büyüleyici bir kahramana, bir öndere dönüşür. Bu durumda elbette polislerin bir müdahalede bulunması beklenir. Kendini bilmezin biri tarafından yasaklanmış bölge düpedüz ihlal edilir. Ama nasıl aydınlatma sensoru onu tanımaz, pastanenin horoz sesli çıngırağı o kapıyı açtığında ötmezse, işte şeridi yok sayıp yasak bölgeye geçtiğinde de, toplum kuralını göz göre göre çiğnediği halde, devletin külyutmaz polisi de benzer şekilde onu sallamaz. İnsan kendinden işte böyle böyle şüphe duymaya başlar, insan varlığını işte böyle böyle sorgular. Ama dönüp geriye bakar, koparıp attığı şerit orada, asfaltın üzerinde parçalanmış halde yatar. Yok olamam, der, ben varım, işte şerit işte asfalt! Yoksa şeridin öte tarafında varım da inkar edilen bir genosit gibi, sadece bu tarafında mı yok sayılıyorum?
Ersan Üldes (Hindi'nin Ruhu)
ağlıyor ve ölüyor. Zaman yüzünü eskitemez çünkü yüzü yok! Yok yüzlü palyaçonun giysisi olması gerektiği gibi oysa, kabarık yakalar ve renk renk kareli tulumu. Yüzüyorlar, saydam ve ılık suyun içinde, şiddetle. Yukarıdan görülüyor bedenleri yarım, belden aşağıları yok. Hızla kayıyorlar sıvının içinden, aşağıya vardıklarında kollarıyla tırmanıyorlar kesik bedenlerini yukarı çekerek adamlar... Benle benim aramdaki farkı görebiliyor musun? Ölüm, yaşayabilmek için sonsuzca kaçındığımız, ama sözcükleri yaşatabilmek için kucak açtığımız... Deniz tepiniyor. Akıl hastanesinde gidişat üzerine sorgulamada, hastalardan biri: ’’ Hepiniz bir gün buraya geleceksiniz, gelecek, geleceksiniz, gelecekler ’’ demiş. Kafka insan vücudundaki karanlığı görmüştü yalnızca, ışığı, aydınlığı gözden kaçırmıştı. Çöl rengi elbise giydim. Beden kaç atom barındırıyorsa o kadar da anlam ve sembol taşır. Hücrelere çok önceden /her zaman/ zaten işlemiş, işlenmiş sözcük ve arzu. Kırmızı Kahverengi Defter
Nilgün Marmara
Vasalisa'nın, işin başında dümdüz edilmiş diyebileceğimiz dünyevi bir kişiliği vardı. Bu ''hipernormallik'' hali, rutin bir hayata, aslında bir anlam vermeden yaşadığımız cansız bir hayata sahip olana kadar yavaş yavaş içimizde süzülür. Bu durum, sezginin ihmal edilmesini teşvik eder ve bu da psişede ışıksızlığa neden olur. O zaman bir şeyler yapmamız, ormana doğru yola koyulmamız, korkunç kadını bulmaya gitmemiz gerekir. Bunu yapmazsak bir gün sokakta miskin miskin yürürken bir mazgal çat diye açılıp bizi hoop içine çeker ve daha sonra bizi bir paçavra gibi fırlatıp atacak olan bilinçdışı bir şey -neşeyle ya da başka bir şekilde, çoğunlukla başka bir şekilde, ama hayırlı bir akıbet için- üstümüze kapanır.
Clarissa Pinkola Estés (Women Who Run With the Wolves)
Canlılar arasındaki yapısal benzerlikleri, embriyo sürecinin ilk döneminde de gözlemlememiz mümkündür. Ayrı türden olan canlıların yetişkin hali çok farklı görünebilse de, embriyo aşamasında gösterdikleri benzerlikler çok şaşırtıcı olabilir. O kadar ki, örneğin balıklar ile memeliler gibi birbirine oldukça uzak gruplara ait olan canlıları erken embriyo evresinde ayırt etmenin, uzmanlar için bile çok zor olduğu sıkça ifade edilmiştir. Ünlü Alman embriyoloji uzmanı Karl Ernst von Baer, Darwin'e yazdığı bir mektupta şöyle der: “Elimde, isimlerini etiketlemeyi unuttuğum alkol içinde yatan iki tane küçük embriyo var ve hangi sınıfa ait olduklarını söyleyebilmekten tamamen acizim. Kertenkele ya da küçük kuş ya da çok genç memeli olabilirler; bu hayvanların kafa ve gövde yapısının oluşumları o kadar benzer ki." Darwin de Türlerin Kökeni'nde bu hususa dikkat çeker, ”... aynı sınıfa ait çok farklı türlerin embriyolarının birbirine çok benzediği, ancak tam geliştikten sonra hiç de benzeşmedikleri gösterilmiştir,” der. Bu gözlem de bizlerde, tüm canlıların ortak bir kökene sahip olduğu fikrini biraz daha güçlendirebilir. Embriyonun gelişmesinde de sadece evrimsel bakış açısıyla anlam kazanan olaylar vardır. Örneğin insan böbreğinin oluşması üç farklı evreden geçer. İlk evrede ortaya çıkan böbrek, çenesiz balıklar grubunun o evrede sahip oldukları böbrektir, ikinci evredeki böbrek ise sürüngen böbreğine benzer. İnsan böbreği ancak üçüncü evrede ortaya çıkar. Bu üç evrenin art arda gerçekleşmesi, çenesiz balıkların, sürüngenlerin ve insanın yaşam sahnesine girme sırasını izlediği için, burada da ortak atalardan türeyip evrimleşmeye tanıklık eden bir olay görebiliriz. Yani basitçe ifade edecek olursak, daha sonradan türeyen canlılar, ata soyların gelişimsel evrelerini de miras olarak alabilir.
Sedat Ölçer (Evrim Serüveni: Bir Kuramın Doğuşu, Gelişimi ve Günlük Yaşantımızdaki Yeri)
İnsanın kafasını karıştıran bir sürü bilinmeyenin ortasında oturup durmak bir işe yaramaz. Sonunda bunu takıntı haline getirirsin. Yolunu yordamını öğren, dikkatle izle, anlam çıkarmak için çok acele tahminlerde bulunmaktan kaçın. Eninde sonunda tümünün ipuçlarını bulacaksın.
H.G. Wells (The Time Machine)
İnsanlar için her söz inanılacak bir anlam taşıyordu...
İskender Pala (Akşam Yıldızı)
Bu ibaretçi yaklaşımın şu an aramızda olan bitenlere de sıçrasa nasıl olurdu diye düşündüm. Sanırım şu an buradaki iletişimimizin de ticari bir durumdan ibaret olduğunu, seni dinlemem ve sana yanıt vermem için bana para ödediğini söyleyebilirsin. Veya senin daha iyi hissetmeni sağlayarak kendimi daha güçlü ve etkin hissettiğim düşünülebilir. Hatta senin bir şeyleri anlamlandırmanı sağlayarak kendi hayatıma anlam kattığım... Ve evet, tüm bunlar doğru da olabilir. Ne var ki terapinin bunlardan herhangi birinden ibaret olduğunu söylemek pek de gerçekçi olmaz. Bence sen ve ben birbirimizle karşılaştık ve şu an aramızda gerçek bir şeyler oluyor. Sen büyük bir parçanı bana açıyorsun, anlattıkların beni etkiliyor. Bizim bir şeylere indirgenmemizi istemiyorum. Billy'nin de bir şeylere indirgenmesini istemiyorum.
Irvin D. Yalom
Şimdi biz neyiz biliyor musun? Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz. Birbirine uzanamayan Boşlukta iki yalnız yıldız gibi Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız Ne kalacak bizden? bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden Bizden diyorum, ikimizden Ne kalacak? Şimdi biz neyiz biliyor musun? Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi. Artık hiçbir duygusunu anlayamayan çocuklar gibi Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz
Murathan Mungan (Timsah Sokak Şiirleri)
O ömrüm boyunca hiç sevmediğim "beklemek" artık tek yapabileceğim şeydi. Hırsımın ve aceleciliğimin hiçbir anlamı kalmamış, teslimiyetin damarında akan bir zerre olmuştum.
Kalemzade Cengiz Yardim (Tanrı'nın Oku)
Yalnızlığın bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin. Bu bir aldatmacaydı, göz alıcı ve tuzaklı bir yanılsamaydı. Yalnızdın, hepsi bu, ve kendini korumak istiyordun; dünyayla senin arandaki köprüler sonsuza dek atılsın istiyordun. Ama sen bir hiçsin, dünya ise öyle kocaman bir sözcük ki: Büyük bir şehirde başıboş dolaşmaktan, birkaç kilometre uzunluğundaki cepheler, vitrinler, parklar ve rıhtımlar boyunca yürümekten başka bir şey yapmadın hiç. Kayıtsızlık işe yaramaz. İsteyebilir ya da istemeyebilirsin, ne fark eder! Bir parti tilt oynamak ya da oynamamak; nasıl olsa biri aygıtın deliğine bir yirmibeşlik atacak. Her gün aynı yemeği yemekle kararlı bir hareket yaptığını sanabilirsin. Ne var ki reddedişin işe yaramaz. Yansızlığın hiçbir anlam taşımaz. Cansızlığın öfken kadar abes.
Georges Perec (Un homme qui dort)
Düşüncelerimizi ifade etme hakkı, ancak ve ancak, kendimize ait düşüncelere sahip olabilmemiz halinde bir anlam taşır.
Erich Fromm (Escape from Freedom)