“
Tefekkür, kalbde öyle bir nurdur ki, hayır ile şer, fayda ile zarar, güzel ile çirkin onunla görülür ve sezilir.. kâinat onun sayesinde okunan bir kitap hâline gelir ve Kur’ân’ın âyetleri onunla kendilerine has ayrı bir derinliğe ulaşır.
Tefekkür, hâdiselerden ibret alma ve çeşit çeşit netice çıkarmanın çerağı, tecrübelerin altın anahtarı, hakikat ağaçlarının fideliği, kalb nurunun da gözbebeğidir. Onun içindir ki, her güzel şeyde olduğu gibi tefekkürde de zirveleri tutan Ufuk İnsan: “Tefekküre denk ibadet yoktur; öyle ise gelin Cenâb-ı Hakk’ın nimet ve kudret eserlerini tefekkür edin! Ama zinhâr Zât-ı Bârî’yi tefekküre kalkışmayın; zira o, insan düşüncesini aşan bir mevzudur.”[1] mealindeki sözüyle, düşünebileceğimiz sahanın sınırlarını belirler ve bize, güç, imkân ve iktidarlarımızın hudutlarını ihtar eder.
Bu hususu hatırlatma sadedinde Minhâc sahibi ne hoş söyler:
دَر آلاء فِكر كَردن شَرطِ راهست.....وَلى دَر ذاتِ حَق مَحضِ گُناهست
بُوَد دَر ذَاتِ حَـق اَندِيشه بَاطِل.....مُحالِ مَحِض دان تَحصيلِ حَاصل
“Nimetleri tefekkür etmek bu yolun şartıdır. Ne var ki, Cenâb-ı Hakk’ın Zât’ında tefekkür apaçık bir günahtır. Evet, Allah hakkında düşünmek bir bâtıldır; O’nu hem bir muhâl hem de hâsılı tahsil bil..!”
Zaten Kur’ân-ı Kerim de: وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْأَرْضِ “Onlar göklerin ve yerin yaratılış ve şekillendiriliş keyfiyetinde tefekkür ederler.”[2] mealindeki âyetleriyle, kâinat kitabını, bu kitabın yazılış keyfiyetini, harf ve kelimelerinin hususiyetlerini, cümleleri arasındaki nizam ve âhengi, heyet-i umumiyesindeki rasânet ve sağlamlığı nazara vererek bize en yararlı düşünme yolunu salıklamıyor mu?
Evet, her düşünce, her tasavvur ve her davranışta Hakk’ın Kitabı’na yönelmek, onu anlamaya çalışmak, hayatı ondan anladığımız şeylere göre tanzim etmek ve yaşamak; kâinat kitabındaki ilâhî sırları keşfedip ortaya koymak ve insana her an ayrı bir imanî derinlik ve renkliliği duyurup tattıran bu yeni keşif ve tespitlerle, imandan mârifete, mârifetten muhabbete, muhabbetten ruhanî hazlara uzayan bir ışıktan yolda bütün hayatı zevk hâline getirmek, sonra da ahiret ve rıdvân-ı ilâhîye yürümek; işte insan-ı kâmil olmanın nurlu yolu..!
Tefekkür, araştırma sahası itibarıyla bütün ilimlere açıktır; ama, aklî ilimler, pozitif tespitler, bu büyük netice için sadece birer mukaddime, birer vasıta ve birer yoldur. Bunların hemen hepsi de, gerçek muhteva ve yüzleriyle ilm-i vâhid-i ilâhîye müteveccihtirler. Tabiî insan dimağı yanlış mualecelerle inhirafa uğratılmamışsa...
Evet, varlığı bir kitap gibi mütalâa ve tefekkür ancak, bütün eşya ve eşyaya ait hususiyetlerin Allah tarafından yaratılmış olduğunu kabul etmekle beklenen semereyi verir ve bereketli bir vâridât kaynağı hâline gelir ki, bu da her şeyin her hâliyle, Allah Teâlâ’ya istinadını yakînen idrak eden mârifetullah, muhabbetullah ve zikrullah ile itminana ulaşmış kalbî ve ruhî hayat kahramanlarının şiarıdır.
”
”
M. Fethullah Gülen (Kalbin Zümrüt Tepeleri 1-2)