Yabani Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Yabani. Here they are! All 21 of them:

O gidince hayatlarınızın yabani bitkiler gibi yıllarca birbirine doğru büyüyüp iç içe geçtiği yeri, bu müşterek alandaki şahsi hikayeni, yani onun yanında seni de kaybediyordun. Karşılıklı oturduğunuz masaları kaybediyordun mesela. Sadece ona anlatacağın şeyleri kaybediyordun. Onu bir sabah kahvaltıya çağırma ihtimalini.Ondan ödünç alacağın ve vermeyi unutup unutup sonunda el mecbur senin edilen giysileri.Günlerdir içini kemiren bir meseleyi gecenin bir vakti kapısını çalıp anlatma şansını ve onun verdiği akılla belli bir yönde alacağın kararları.Yüz yıldır tanıdığın birine iç rahatlığıyla şımarma, kızma, surat asma, bozuk çalma, onunla kavga etme hakkını.Birinin sen leb demeden leblebi diyecek olmasını kaybediyordun. O, seninkilere dolanmış köklerini söküp alırken, seni de yerinden ediyordu.Aynı bahçenin çiçekleri olmak böyle bir şeydi.
Melisa Kesmez (Nohut Oda)
Kürtler oldukça yabani bir millet...Sabahtan akşama kadar tüm günlerini nerdeyse uyuyarak geçiriyorlardı.Gürcüler ise ya türkü saylüyor ya da arkaya doğru kolayca savrulan geniş kollu elbiseleriyle hoplayarak zıplayarak dans ediyor elleriyle tempo tutarak kalabalığın içinde süzülüyor,birbirlerine kur yapıyorlardı.( Gençlik ve Yaşlılık öyküsünden)
Ivan Bunin
Kütüphanende her çeşit kitap olmalı! En güzel bahçeler, çok çeşitli çiçeklerin, her türden şifalı ve yabani otların olduğu bahçelerdir!
Mehmet Murat ildan
Şimdi ne görüyorum? Anadolu... Düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren köy ağalarının, her gelen gasıpla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır. Burada, bıyıklarını makasla kırptı diye nice fikir ve ümit dolu Türk gencinin kafası taş altında ezildi. Burada, yüzü düşmana dönük, nice vatan mücahitleri savundukları kimselerin eliyle arkadan vuruldu. Burada, milli timsalin, milli bağımsızlık sembolünün yolu kaç defa kesildi ve kaç defa oturduğu şehrin etrafı isyan silahlarıyla çevrildi. Burada, ben, vatan delisi millet divanesi; burada, ben harp malulü Ahmet Celal yapayalnızım. Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun. Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi biti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Yaban)
Belki sevmeyi bilen tüm kadınların aşkta iyileşme kabiliyeti vardı, tıpkı yabani otlar gibi.bereket dolu bir hayat: Çayırları süpüren yangınlar bile uzun otları yok edemez. onlar baharın hafif rüzgarlarıyla yeniden canlanırlar.
Tie Ning (The Bathing Women)
İşte bu gerçek, yani akıllı tasarımın kendisine ait bir kanıtının olmaması ve kendi kanıtı yerine bilimsel bilginin bıraktığı boşluklarda bir yabani ot gibi gelişmesi, bilim bir boşluk bulduğunda bunun araştırılması için çağrı yapma ihtiyacı açısından sıkıntı yaratan bir şeydir.
Richard Dawkins (The God Delusion)
Işık gelene kadar bütün odalar karanlıktı. Ve işte o da oradaydı, aynı anda hepsinde birden. Ve yalnız değildi. Kederi engin bir kederin parçası, korkusu sayısız korkudan biriydi. Ve bu keder yarımdı. Diğer yarısı da vardı; doğan şeylerde, yeni bir çocuk biçimindeki rahatlamada, ısınan bedendeki yiyecekte, gözler için renklerde, dikkatli kulaklar için seslerde ve koklayanlar için baharın yabani çiçeklerinde.
Ray Bradbury (The Golden Apples of the Sun)
Phobos korkunun kokusunu hem babası hem de kardeşinden daha yoğun alırdı; şayet sıradan insanların korkusu bir parfüm olsaydı en ucuzundan tek bir notası olurdu, o kesindi, fakat o tek ve eşsiz notaya doyamazdınız...Gülsuyu mu dese....hayır hayır daha basitti, hatta acınası; kendinden binlercesi olduğundan bihaber yabani çıçeklerden birinin hatırda kalmayan kokusu gibi; hüsnü kuruntulu. Doyamadığınız o hüsnü kuruntuydu.
Alev İnan
O gidince hayatlarınızın yabani bitkiler gibi yıllarca birbirine doğru büyüyüp iç içe geçtiği yeri, bu müşterek alandaki şahsi hikayeni, yani onun yanındaki seni de kaybediyordun. Karşılıklı oturduğunuz masaları kaybediyordun mesela. Sadece ona anlatacağın şeyleri kaybediyordun. Onu bir sabah kahvaltıya çağırma ihtimalini. Ondan ödünç alacağın ve vermeyi unutup unutup sonunda el mecbur senin ilan edilen giysileri. Günlerdir içini kemiren bir mese­leyi gecenin bir vakti kapısını çalıp anlatma şansını ve onun verdiği akılla belli bir yönde alacağın kararları. Yüz yıldır tanıdığın birine iç rahatlığıyla şımarma, kız­ma, surat asma, bozuk çalma, onunla kavga etme hak­kını. Birinin sen leb demeden leblebi diyecek olmasını kaybediyordun. O, seninkilere dolanmış köklerini sö­küp alırken, seni de yerinden ediyordu. Aynı bahçenin çiçekleri olmak böyle bir şeydi.
Melisa Kesmez (Nohut Oda)
Yabani bir hayvanın içgüdüselliğini tetikleyen itkilerin tamamı, yarattıkları etki itibarıyla, her zaman için, hayvanın ve onun ait olduğu türün lehine sonuçlanma zorunluluğu taşır. Onun yaşam alanında doğal eğilimler ile zorunluluklar arasında bir çatışkı yoktur, içten gelen her dürtü 'iyi'dir. İnsanoğlu bu cennetsi uyumu kaybetti.
Konrad Lorenz (Man Meets Dog (Routledge Classics))
çocukluğumda yalıkavak'ta ve birçok ege köyünde çetimek yoğması için bir geniş, düz taş; üzerinde de silindire benzer ağır, bir kişinin yerinden kaldıramayacağı büyükçe bir taş bulunurdu. ancak her iki kişi kovasına, sepetine, heybesine çetimek (çitlenbik, yabani antep fıstığı, menengiç meyvesi) ve onun iki üç katı da kuru bardacık doldurur digerdi çetimek yoğması yapmaya. önce çitlenbik taşa yayılır, bir kişi onları demir yaslaç ile geri itip çeker mütemadiyen. çıtırtılar arasında ve çok güzel bir koku çıkartarak kırılır, ezilir yağlı taneler sert kabuklarına rağmen. sonra iyi ezildiklerinde kuru incirler de atılır ve başta zor da olsa birlikte ezilmeye devam edilir çukulatamız. en sonunda bir saatlik bir uğraşla simsiyah, yağı, şekeri, tadı ve cazibesiyle çetimek yoğması dediğimiz harika çukulata ortaya çıkar ikram edilmek, yenmek, saklanmak üzere. ilk çukulatayı tattığımda hiç beğenmemişim, çetimek yuğmasının kötü bir taklidi gibi gelmişti bana.
Victor Ananias (Yaşam Dönüşümdür)
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta Herşey naylondandı o kadar Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı Ama geyikli geceyi bulmadan önce Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk. Geyikli geceyi hep bilmelisiniz Yeşil ve yabani uzak ormanlarda Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan Hepimizi vakitten kurtaracak Bir yandan toprağı sürdük Bir yandan kaybolduk Gladyatörlerden ve dişlilerden Ve büyük şehirlerden Gizleyerek yahut dövüşerek Geyikli geceyi kurtardık Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz Bilir bilmez geyikli gece yüzünden ‘Geyikli gecenin arkası ağaç Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü Çatal boynuzlarında soğuk ay ışığı’ İster istemez aşkları hatırlatır Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş Şimdi de var biliyorum Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli… Hiçbir şey umurumda değil diyorum Aşktan ve umuttan başka Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor. Biliyorum gemiler götüremez Neonlar teoriler ışıtamaz yanını yöresini Örneğin manastırda oturur içerdik iki kişi Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı Koltuk altlarımız gitgide tatlı gelirdi Geyikli gecenin karanlığında.. Aldatıldığımız önemli değildi yoksa Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak Gümüş semaverleri ve eski şeyleri Salt yadsımak için sevmiyorduk Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz Ne iyiydik ne kötüydük Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa Başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı… Ama ne varsa geyikli gecede idi Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında Büyük otellerin önünde garipsiyorduk Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk Yahut bir adam bıçaklasak Yahut sokaklara tükürsek Ama en iyisi çeker giderdik Gider geyikli gecede uyurduk 'Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı Sultan hançerleri gibi ay ışığında Bir yanında üstüste üstüste kayalar Öbür yanında ben Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım Domino taşları ve soğuk ikindiler Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık Gölgemiz tortop ayak ucumuzda Sevinsek de sonunu biliyoruz Borçları kefilleri bonoları unutuyorum İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum İyice kurulamıyorum saçlarını Bir bardak şarabı kendim için içiyorum 'Halbuki geyikli gece ormanda Keskin mavi ve hışırtılı Geyikli geceye geçiyorum’ Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.
Turgut Uyar (Dünyanın En Güzel Arabistanı)
Bazen geçmişte bazen gelecekte kaybolmak istiyorum. Hayatı, son bir beş dakika gibi, her dakikanın kıymetini bilerek yaşamak istediğimizde, saklamaya çalıştığımız, bastırdığımız bütün duygular ayaklanır. "Geniş zamanlarda" gizli yerlere kapatılmaya razı olsalar da, duygular bu kadar "dar ve kıymetli" bir zamanda yaşanmak, hissedilmek isterler. Hayatı o son beş dakika gibi yaşadığımızda, hayatın "son beş dakika" olduğuna karar verdiğimizde anlarız aslında kiminle olmak istediğimizi. Gerçek duygularımız, gerçek isteklerimiz, gerçek özlemlerimiz, gerçek ihtiraslarımız ortaya çıkar. O son beş dakikada kendinize ihanet edemezsiniz çünkü. Kendinize yalan söyleyemezsiniz orada. Ama hayatı son beş dakika gibi yaşayamazsınız. Bunu biliyorum. Ama ya öyle yaşasaydınız?
Ahmet Altan (Yabani Manolyalar)
Her şeyi anlatacağım en başından beri… Eğer okursan, sadece gözlerinle değil belki ruhunla… Başlangıçta kendini yabani bir ota açmış gibi hissedebilirsin. Sabredersen "Pıtrak" dediğinin de pamuğun yanında yaşayabileceğini anlarsın… Yaban görmezsin. Bir an için temizlemeye… pamuktan hızla ve parçalarcasına koparmaya çalışmazsın. Allah verdiyse pamuğun yanına pıtrağı belki sıkıca sarılsın diye vermiştir… Bu sana benzeyenden başka hiç kimsenin yaşamasına izin vermediğin dünyada bilirim sen yine de insansın. Ondan yazdım zaten…
Umut Kisa
Sermet Bey döndü, arkasındaki bekçiye: - İşte bir boş köşk daha! dedi. Küçük bir çam ormanının önünde duran beyaz, şık bir yapı, mermerden yapılmış gibi göz kamaştıracak derecede parlıyordu. Tarhlarını yabani otlar bürümüş. Bahçesinin demir kapısında büyük bir "Kiralık" levhası asılıydı. Bekçi başını salladı: - Geç efendim, geç!... Orası size gelmez. - Niçin canım?.. - Demin gösterdiğim evi tutunuz. Küçük ama, çok uğurludur. Kim oturursa yılına erkek çocuğu dünyaya gelir. - Biz on iki kişiyiz. Nasıl sığarız beş odaya? Buraya bakalım... Tam bize göre... Bekçi yeniden kesin bir işaretle: - Burada oturamazsınız efendim, dedi Sermet Bey gözünü köşkten alamıyordu. Her yanında geniş balkonları vardı. Kuluçkaya yatan beyaz bir Nemse tavuğu gibi yayvandı. Yirmi yıldır, çoluğa çocuğa karışalıdan beri hep böyle bir yuvası olsun istemişti. - Niçin oturamayız? diye sordu kızgınlıkla. - Efendim, bu köşkte peri vardır. - Ne perisi?.. - Bayağı peri!.. Gece çıkar. Evdekilere rahat vermez. Sermet Bey, gözüyle görmediğine, kulağıyla işitmediğine inananlardan değildi. Eliyle sıkı sıkıya tutup hissetmeyince bir şeyin varlığını kabul etmezdi. Gözle kulak onca birer yalan kovuğuydu. Yalanlar hep bize bu dört kapıdan girerdi. Ama el... ama dokunma, hiç dolma yutmazdı. Bütün boş inançlar, batıl inanışlar bilincimize saldırmak için gözle kulağa koşardı. Güldü: - Perinin bize zararı dokunmaz! dedi. Bekçi bir küfür duymuş gibi Sermet Bey'in yüzüne baktı.
Ömer Seyfettin (SELECTED BILINGUAL STORIES BY CLASSICAL AND TURKISH WRITERS: Stories Compiled in English & Turkish)
- Belki öyledir. Ama ne dersen de, şu anda ikimizin, karnımızın doymasını geciktirmek için istiridye yememiz de tuhafıma gidiyor. Oysa köyde biz, işimizi yapacak gücü kazanmak için bir an önce karnımızı doyurmaya çalışırız... Stepan Arkadyeviç sözünü kesti: - Elbette öyle, karnımızın doymasını geciktirmek istiyoruz. Ama kültürün amacı da her şeyden zevk almanın yollarını araştırmak değil midir? - Kültürün amacı bu ise bir yabani olmayı yeğlerim.
Leo Tolstoy (Anna Karenina)
Örneğin yabani canlıları evcilleştirme denemesi daha başlamadan bitti. Önceki gibi davranmaktan hiç vazgeçmediler ve cömert davranışlarla karşılaştıklarında bunları hemen fırsata çevirdiler.
George Orwell (Animal Farm)
Kurak yollar, çatlamış topraklar, kurumuş dikenler, otlar, makiler, çiçeksiz, meyvesiz, yabani ağaçlar, düşsüz uykular, el değmemiş kadınlar, bilenmiş bıçaklar, dağdaki ateşler, kaçan bir tilki, vurulmuş bir dağ tavşanı, eline değen bir el, bir ağıt, ölen çocuklar, iki ağıt, radyodaki haberler, aldığın mektuplar, öğrendiğin üç-beş sözcük, öğrettiğin üç-beş sözcük, bir tepside gelen sıcak yufka ekmek, yanında otlu peynir, gözleri gözlerinde bir genç kız, kişneyen bir at, uluyan bir köpek, sonra ikincisi, sonra üçüncüsü, sonra köpeklerin tümü, sonra köyü saran kurt sürüsü, tümü, tüm renkleriyle, varlık ve yokluklarıyla ve genzimi yakan o insan kokusuyla burda, otobüste yanı başımda, benimle birlikte geliyordu.
Ferit Edgü (Doğu Öyküleri)
O gidince hayatlarınızın yabani bitkiler gibi yıllarca birbirine doğru büyüyüp iç içe geçtiği yeri, bu müşterek alandaki şahsi hikayeni, yani onun yanında seni de kaybediyordun. Karşılıklı oturduğunuz masaları kaybediyordun mesela. Sadece ona anlatacağın şeyleri kaybediyordun. Onu bir sabah kahvaltıya çağırma ihtimalini. Ondan ödünç alacağın ve vermeyi unutup unutup sonunda el mecbur senin edilen giysileri.Günlerdir içini kemiren bir meseleyi gecenin bir vakti kapısını çalıp anlatma şansını ve onun verdiği akılla belli bir yönde alacağın kararları.Yüz yıldır tanıdığın birine iç rahatlığıyla şımarma, kızma, surat asma, bozuk çalma, onunla kavga etme hakkını. Birinin sen leb demeden leblebi diyecek olmasını kaybediyordun. O, seninkilere dolanmış köklerini söküp alırken, seni de yerinden ediyordu. Aynı bahçenin çiçekleri olmak böyle bir şeydi.
Melisa Kesmez (Nohut Oda)
Sorguya çektikleri zaman en çok yadırgadığım şey şu olmuştu: Komiser insanların sigara içmek ihtiyacında olduklarını biliyordu demek. Öyleyse insanların özgürlüğü, gün ışığını ne denli sevdiklerini de bilmesi gerekirdi. Annelerin çocuklarını, çocukların da annelerini ne kadar sevdiklerinden haberi olması gerekirdi. Öyleyse ne diye beni sevdiğim her şeyden ayırmışlardı da, yabani bir hayvan gibi getirip atmışlardı buraya?
Leo Tolstoy (Resurrection)
Azıcık gece alayım yanıma yalnız serçelerin uykusuna yetecek kadar gece böcekler için rutubet örümcekler için kuytu biraz da sabah sisi yabani güvercin kanatları renginde biz artık bunlar olarak gidiyoruz eylesin neyleyecekse şehrin insanı
İsmet Özel