“
It is on a day like this one,
a little later a little earlier
that you descover without surprise
that something is wrong
that you don't know how to live
and you will never know
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Tu as tout à apprendre, tout ce qui ne s'apprend pas: la solitude, l'indifférence, la patience, le silence. Tu dois te déshabituer de tout: d'aller à la rencontre de ceux que si longtemps tu as côtoyés, de prendre tes repas, tes cafés à la place que chaque jour d'autres ont retenue pour toi, ont parfois défendue pour toi, de traîner dans la complicité fade des amitiés qui n'en finissent pas de se survivre, dans la rancoeur opportuniste et lâche des liaisons qui s'effilochent.
”
”
Georges Perec (Un Homme qui dort)
“
Kayıtsızlık dili geçersiz kılıyor,işaretleri anlaşılmaz hale getiriyor.Sabırlısın ama beklemiyorsun, özgürsün ama seçmiyorsun,müsaitsin ama hiçbir şey seni harekete geçirmiyor. Hiçbir şey istemiyor,hiçbir şey talep etmiyor, hiçbir şeyi dayatmıyorsun.Hiç dinlemeden duyuyor,hiç bakmadan görüyorsun.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Какво чудно творение е човекът! Може да духа в шепите си, за да си стопли ръцете, както и да духа в супата си, за да я охлади.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Tu n'as rien appris, sinon que la solitude n'apprend rien, que l'indifférence n'apprend rien: c'était un leurre, une illusion fascinante et piégée. Tu étais seul et voilà tout et tu voulais te protéger: qu'entre le monde et toi les ponts soient à jamais coupés. Mais tu es si peu de chose et le monde est un si grand mot: tu n'as jamais fait qu'errer dans une grande ville, que longer sur quelques kilomètres des façades, des devantures, des parcs et des quais.
L'indifférence est inutile. Tu peux vouloir ou ne pas vouloir, qu'importe! Faire ou ne pas faire une partie de billard électrique, quelqu'un, de toute façon, glissera une pièce de vingt centimes dans la fente de l'appareil. Tu peux croire qu'à manger chaque jour le même repas tu accomplis un geste décisif. Mais ton refus est inutile. Ta neutralité ne veut rien dire. Ton inertie est aussi vaine que ta colère.
”
”
Georges Perec (Un Homme qui dort)
“
Önceden düşünülmüş bir hareket değil bu, bir hareket de değil zaten, bir hareket yokluğu, yapmadığın bir hareket,yapmaktan kaçındığın hareketler.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Bir şeyler kırılıyordu, bir şeyler kırıldı. Kendini-nasıl demeli?-dayanıklı hissetmiyorsun artık: Sana bugüne kadar güç veren-öyle sanıyordun, öyle sanıyorsun-,yüreğini ısıtan şey, varoluş duygun,neredeyse önemli olduğun duygusu, dünyaya bağlanma,dünyada kalma duygusu eksikliğini hissettirmeye başlıyor.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Yine böyle bir günde, biraz daha önce, biraz daha sonra, bir şeylerin yolunda gitmediğini, açık konuşacak olursak, yaşamayı bilmediğini, hiç bilmeyeceğini şaşırmadan keşfediyorsun.
____________________
İnsanlardan nefret ettiğin anlamına gelmez bu, ne diye nefret edesin ki? Ne diye kendinden nefret edesin ki? Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi…
”
”
Georges Perec
“
It is on a day like this one, a little later, a little earlier, that you discover, without surprise, that something is wrong, that, without mincing words, you don’t know how to live, that you will never know.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Non. Tu n'es plus le maître anonyme du monde, celui sur qui l'histoire n'avait pas de prise, celui qui ne sentait pas la pluie tomber, qui ne voyait pas la nuit venir.Tu n'es plus l'inaccessible, le limpide, le transparent. Tu as peur, tu attends. Tu attends, place Clichy, que la pluie cesse de tomber.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Ölümün için her şey çoktan hazır: Seni öldürecek top güllesi çok uzun zaman önceden eritilip döküldü, tabutunun peşinden ağlayacak olan kadınlar çoktan tutuldu.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Ne kimseyi görme, ne konuşma, düşünme, dışarı çıkma, yerinden kımıldama isteği duyuyorsun.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Sen bir aylak, bir uyurgezersin, bir istiridyesin. Tanımlar saatlere, günlere göre değişiyor ama taşıdıkları anlam az çok belli: Yaşamanın, harekete geçmenin, bir şey yapmanın pek sana göre olmadığını hissediyorsun; sadece sürüp gitmek istiyorsun, sadece bekleyişi ve unutuşu istiyorsun.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Parfois, tu rêves que le sommeil est une morte lente qui te gagne, une anestésie douce et terrible à la fois, une nécrose heureuse : le froid monte le long de tes jambes, le long de tes bras, monte lentement, t'engourdit, t'annihile.
Ton orteil est une montagne lointaine, ta jambe un fleuve, ta joue est ton oreiller, tu loges tout entier dans ton pouce, tu fonds, tu coules comme du sable, comme du mercure.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Duyarsız değil, yansız.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Te t'es arrêté à parler et seul le silence t'a répondu. Mais ces mots, ces milliers, ces millions de mots qui se sont arrêtés dans ta gorge, les mots sans suite, les cris de joie, les mots d'amour, les rires idiots, quand donc les retrouveras-tu?
Maintenant tu vis dans le terreur du silence. Mais n'es-tu pas le plus silencieux de tous?
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Uzunca bir süre kendine sığınaklar kurup yıktın: düzen ya da eylemsizlik, başıboş sürüklenme ya da uyku, geceleyin devriye gezmeler, yansız anlar,gölgelerin ve ışıkların kaçışı.Daha uzun bir süre kendine yalan söylemeyi,kendini sersemleştirmeyi,kendi oyununa gelmeyi sürdürebilirsin belki.Ama oyun bitti,büyük şenlik,ertelenmiş yaşamın yalancı sarhoşluğu bitti.Dünya yerinden kıpırdamadı ve sen değişmedin. Kayıtsızlık seni farklı kılmadı.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Ils t'identifient, ils te reconnaissent. Ils ne savent pas que ces simples saluts, ces seuls sourire, ces signes de tête indifférents sont tous ce qui chaque jour te sauve.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Tu n'est pas mort et la mort même ne saurait te délivrer...
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Maintenant tu n'as plus de refuges. Tu as peur, tu attends que tout s'arrête, la pluie, les heures, le flot des voitures, la vie, les hommes, le monde, que tout s'écroule, les murailles, les tours, les planchers et les plafonds; que les hommes et les femmes, les vieillards et les enfants, les chiens, les chevaux, les oiseaux, un à un, tombent à terre, paralysés, pestiférés, épileptiques; que le marbre s'effrite, que le bois se pulvérise, que les maisons s'abattent en silence, que les pluies diluviennes dissolvent les peintures, disjoignent les chevilles des armoires centenaires, déchiquettent les tissus, fassent fondre l'encre des journaux; q'un feu sans flammes ronge les marches des escaliers; que les rues s'effondrent en leur exact milieu, découvrant le labyrinthe béant des égouts; que la rouille et la brume envahissent la ville.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Kayıtsızlık işe yatamaz. İsteyebilir ya da istemeyebilirsin, ne fark eder! Bir parti tilt oynamak ya da oynamamak; nasıl olsa biri aygıtın deliğine bir yirmibeşlik atacak. Her gün aynı yemeği yemekle kararlı bir hareket yaptığını sanabilirsin. Ne var ki reddedişin işe yaramaz. Yansızlığın hiçbir anlam taşımaz. Cansızlığın öfken kadar abes.
”
”
Georges Perec
“
insanlardan nefret ettiğin anlamına gelmez bu, ne diye onlardan nefret edesin ki? ne diye kendinden nefret edesin ki? keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar aleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! karşı karşıya getirilebilen başparmaklara, iki ayak üstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bir bedel bu. yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan başlama makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Vakit öldürmenin binbir yolu vardır ve hiçbiri ötekine benzemez, ama hepsi de eşdeğerdedir; bir şey beklememenin bin şekli vardır, uydurabileceğin ve anında vazgeçebileceğin binlerce oyun vardır.
____________________
Artık sen dünyanın adsız efendisisin, tarihin üzerinde artık etki yapmadığı kişisin, yağmurun yağdığını artık hissetmeyen, gecenin gelişini artık görmeyen kişisin.
”
”
Georges Perec
“
Time, which sees to everything, has provided the solution,
despite yourself.
Time, that knows the answer, has continued to flow.
It is on a day like this one, a little later, a little earlier,
that everything starts again,
that everything starts,
that everything continues
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
This is your life. This is yours. You can establish an exact inventory of your meager fortune, the precise balance sheet of your first quarter-century. You are twenty-five years old, you have twenty-nine teeth, three shirts and eight socks, a few books you no longer read, a few records you no longer play. You do not want to remember anything else, be it your family or your studies, your friends and lovers, or your holidays and plans. You traveled and you brought nothing back from your travels. Here you sit, and you want only to wait, just to wait until there is nothing left to wait for: for night to fall and the passing hours to chime, for the days to slip away and the memories to fade.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Estás solo, y al estar solo, no has de mirar nunca la hora, no has de contar nunca los minutos. No has de abrir de nuevo tu correo febrilmente, no has de seguir decepcionado si sólo encuentras en él un prospecto invitándote a adquirir por la módica suma de setenta y siete francos los tesoros del arte occidental o una vajilla de postre con tus iniciales grabadas. Has de olvidarte de esperar, de emprender, de tener éxito, de perseverar. Te dejas llevar, y eso te resulta casi fácil.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Tu as tout à apprendre, tout ce qui ne s'apprendre pas : la solitude, l'indifférence, la patience, le silence.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
El tiempo que vela todo, ha dado la solución a tu pesar.
El tiempo, que conoce la respuesta, ha seguido transcurriendo.
En un día como éste, algo más tarde o más temprano, todo vuelve a empezar, todo empieza , todo continúa.
Deja de hablar como un hombre que sueña.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Ne plus rien vouloir. Attendre jusqu'à ce qu'il n'y ait plus rien à attendre. [...] Ce sera devant toi, au fil du temps, une vie immobile, sans crise, sans désordre : nulle aspérité, nul déséquilibre. Minute après minute, heure après heure, jour après jour, saison après saison [...]
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Çalar saatin çalıyor, kesinlikle kımıldamıyorsun, yatağında kalıyor, gözlerini yeniden yumuyorsun. Komşu odalarda başka çalar saatler çalmaya başlıyor. Su seslerini, kapanan kapıları, merdivenlerdeki hızlı ayak seslerini işitiyorsun. Saint Honoré sokağı araba gürültüleri, lastik gıcırtıları, vites değiştirmeler, kesik kesik korna sesleriyle dolmaya başlıyor. Pancurlar çarpıyor, satıcılar kepenklerini kaldırıyorlar.
Kımıldamıyorsun. Kımıldamayacaksın. Bir başkası, bir benzerin, senin hayaletimsi, işine düşkün bir eşin artık yapmadığın hareketleri senin yerine, bir bir yapıyor belki: Kalkıyor, yıkanıyor, traş oluyor, giyiniyor, çıkıyor. Onun merdivenlerde sekmesine, sokakta koşmasına, otobüse tam kalkarken yetişmesine, söylenen saatte nefes nefese, neşeyle salonun kapısına varmasına ses çıkarmıyorsun. Genel Sosyoloji Yüksek Öğrenim Sertifikası. Birinci yazılı sınav
”
”
Georges Perec
“
No, you are not the nameless master of the world, the one on whom history had lost its hold, the one who no longer felt the rain falling, who did not see the approach of night. You are no longer the inaccessible, the limpid, the transparent one. You are afraid, you are waiting. You are waiting, on Place Clichy, for the rain to stop falling.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Indifference is futile. It really does not matter whether you wish or you do not wish. You can play pinball or not play pinball, someone, in any case, will come along and slip a twenty centime coin into the slot. You can believe, if you want, that by eating the same meal every day you are making a decisive gesture. But your refusal is futile. Your neutrality is meaningless. Your inertia is just as vain as your anger.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort de Georges Perec (fiche de lecture et analyse complète de l'oeuvre))
“
Yirmi beş yaşındasın ve yirmi dokuz dişin, üç gömleğin, sekiz çorabın, artık okumadığın birkaç kitabın, artık dinlemediğin birkaç plağın var. Başka şeyleri hatırlamayı canın hiç çekmiyor: ne aileni, ne öğrenimini, ne aşklarını, ne dostlarını, ne tatillerini, ne de tasarılarını. Yolculuklara çıktın ve dönüşte yanında hiçbir şey getirmedin. Oturuyor ve beklemek istiyorsun sadece, bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek: Gece olsun, saatler vursun, günler geçip gitsin, anılar silikleşsin.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
You have learned nothing, except that solitude teaches you nothing, except that indifference teaches you nothing: It was a lure, it was a mesmerizing illusion that concealed a pitfall. You were alone and that is all there is to it and you wanted to protect yourself; you wanted to burn the bridges between you and the world once and for all. But you are such a negligible speck, and the world is such a big word: all you ever did was to drift around a city, to walk a few kilometers past façades, shopfronts, parks, and embankments.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort de Georges Perec (fiche de lecture et analyse complète de l'oeuvre))
“
Indifference dissolves language and scrambles the signs. You are patient and you are not waiting, you are free and you do not choose, you are available and nothing arouses your enthusiasm. You ask for nothing. You demand nothing, you make no impositions. You hear without ever listening, you see without ever looking: the cracks in the ceilings, in the floorboards, the patterns in the tiling, the lines around your eyes, the trees, the water, the stones, the cars passing in the street, the clouds that form... cloud shapes in the sky.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort de Georges Perec (fiche de lecture et analyse complète de l'oeuvre))
“
Voisine
Je peux rester des après-midi entiers à regarder cette fille, caché derrière mon rideau. Je me demande ce qu'elle peut écrire sur son ordinateur. A quoi elle pense quand elle regarde par la fenêtre. Je me demande ce qu'elle mange, ce qu'elle utilise comme dentifrice, ce qu'elle écoute comme musique. Un jour, je l'ai vue danser toute seule. Je me demande si elle a des frères et sœurs, si elle met la radio quand elle se lève le matin, si elle préfère l'Espagne ou l'Italie, si elle garde son mouchoir en boule dans sa main quand elle pleure et si elle aime Thomas Bernhard. Je me demande comment elle dort et comment elle jouit. Je me demande comment est son corps de près. Je me demande si elle s'épile ou si au contraire elle a une grosse toison. Je me demande si elle lit des livres en anglais. Je me demande ce qui la fait rire, ce qui la met hors d'elle, ce qui la touche et si elle a du goût. Qu'est-ce qu'elle peut bien en penser, cette fille, de la hausse du baril de pétrole et des Farc, et que dans trente ans il n'y aura sans doute plus de gorilles dans les montagnes du Rwanda ? Je me demande à quoi elle pense quand je la vois fumer sur son canapé, et ce qu'elle fume comme cigarettes. Est-ce que ça lui pèse d'être seule ? Est-ce qu'elle a un homme dans sa vie ? Et si c'est le cas, pourquoi c'est elle qui va toujours chez lui ? Pourquoi il n'y a jamais d'homme chez elle ? Je me demande comment elle se voit dans vingt ans. Je me demande quel sens elle donne à sa vie. Qu'est-ce qu'elle pense de sa vie quand elle est comme ça, toute seule, chez elle ? Si ça se trouve, elle n'a aucun intérêt, cette fille.
”
”
David Thomas (La Patience des buffles sous la pluie)
“
Quelqu’un m’a raconté une vieille légende hindoue, dit-elle. Elle parle d’un temps où tous les hommes étaient des dieux. Mais les hommes abusèrent tellement de leur divinité que Brahmâ, le dieu créateur, décida de la leur retirer et de la cacher à un endroit où ils ne pourraient pas la retrouver. Les dieux secondaires suggérèrent de l’enterrer profondément, mais Brahmâ répondit que les hommes creuseraient et la trouveraient. Au fond de l’océan ? Non, ils finiraient par y plonger et la récupérer. Les dieux secondaires s’avouèrent à court d’idées : il n’existait pas d’endroit que l’être humain ne soit capable d’atteindre un jour. Brahmâ dit alors : « Nous cacherons la divinité de l’homme au plus profond de lui-même, car c’est le seul endroit où il n’ira jamais la chercher. » La légende conclut que depuis ce jour, l’homme a exploré la terre entière et le fond des océans, à la recherche de quelque chose qui se trouve en lui. Jérémie sourit sans rien dire.
”
”
Laurent Gounelle (Et tu trouveras le trésor qui dort en toi (Littérature) (French Edition))
“
C’est à cause de ça que l’arbre te fascine, ou t’étonne, ou te repose, à cause de cette évidence insoupçonnée, insoupçonnable, de l’écorce et des branches, des feuilles. C’est à cause de cela, peut-être, que tu ne te promènes jamais avec un chien, parce que le chien te regarde, te supplie, te parle. Ses yeux mouillés de reconnaissance, ses airs de chien battu, ses gambades de chien joyeux, t’obligent sans cesse à lui conférer l’ignoble statut de la bête domestique. Tu ne peux rester neutre en face d’un chien, pas plus qu’en face d’un homme. Mais tu ne dialogeras jamais avec un arbre. Tu ne peux pas vivre en face d’un chien parce que le chien, à chaque instant, te demandera de le faire vivre, de le nourrir, de le flatter, d’être homme pour lui, d’être son maître, d’être le dieu tonnant ce nom de chien qui le fera aussitôt s’aplatir. Mais l’arbre ne te demande rien. Tu peux être Dieu des chiens, Dieu des chats, Dieu des pauvres, il te suffit d’une laisse, d’un peu de mou, de quelque fortune, mais tu ne seras jamais maître de l’arbre. Tu ne pourras jamais que vouloir devenir arbre à ton tour.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
JEANNE ENDORMIE. -- I LA SIESTE Elle fait au milieu du jour son petit somme; Car l'enfant a besoin du rêve plus que l'homme, Cette terre est si laide alors qu'on vient du ciel ! L'enfant cherche à revoir Chérubin, Ariel, Ses camarades, Puck, Titania, les fées, Et ses mains quand il dort sont par Dieu réchauffées. Oh ! comme nous serions surpris si nous voyions, Au fond de ce sommeil sacré, plein de rayons, Ces paradis ouverts dans l'ombre, et ces passages D'étoiles qui font signe aux enfants d'être sages, Ces apparitions, ces éblouissements ! Donc, à l'heure où les feux du soleil sont calmants, Quand toute la nature écoute et se recueille, Vers midi, quand les nids se taisent, quand la feuille La plus tremblante oublie un instant de frémir, Jeanne a cette habitude aimable de dormir; Et la mère un moment respire et se repose, Car on se lasse, même à servir une rose. Ses beaux petits pieds nus dont le pas est peu sûr Dorment; et son berceau, qu'entoure un vague azur Ainsi qu'une auréole entoure une immortelle, Semble un nuage fait avec de la dentelle; On croit, en la voyant dans ce frais berceau-là, Voir une lueur rose au fond d'un falbala; On la contemple, on rit, on sent fuir la tristesse, Et c'est un astre, ayant de plus la petitesse; L'ombre, amoureuse d'elle, a l'air de l'adorer; Le vent retient son souffle et n'ose respirer. Soudain, dans l'humble et chaste alcôve maternelle, Versant tout le matin qu'elle a dans sa prunelle, Elle ouvre la paupière, étend un bras charmant, Agite un pied, puis l'autre, et, si divinement Que des fronts dans l'azur se penchent pour l'entendre, Elle gazouille...-Alors, de sa voix la plus tendre, Couvrant des yeux l'enfant que Dieu fait rayonner, Cherchant le plus doux nom qu'elle puisse donner À sa joie, à son ange en fleur, à sa chimère: -Te voilà réveillée, horreur ! lui dit sa mère.
”
”
Victor Hugo (L'Art d'être grand-père)
“
Bywa, że godzinami wpatrujesz się w drzewo, opisujesz je sobie, badasz każdy szczegół: korzenie, pień, konary, liście, każdy pojedynczy liść, każdą żyłkę, i znów każdą gałąź, i nieskończoną grę obojętnych kształtów, o które dopomina się lub przywołuje twój zachłanny wzrok (...). W miarę jak twoje postrzeganie się wyostrza, staje się cierpliwsze i swobodniejsze, drzewo wybucha i powraca do życia w tysiącu zielonych odcieni, w tysiącu liści jednakowych, a jednak odmiennych. Wydaje ci się, że mógłbyś spędzić całe życie pod tym drzewem, nie wyczerpując jego zasobów, nie rozumiejąc go, bo nie musisz tu niczego rozumieć, masz jedynie patrzeć: o tym drzewie możesz powiedzieć tylko to, że jest drzewem; drzewo zaś może ci powiedzieć tylko to, że jest drzewem, ma korzeń, pień, gałęzie i liście. (...) Drzewo nie ma dla ciebie żadnej nauki ani przesłania. Jego siła, jego dostojeństwo, jego życie (...) to tylko obrazy, widoczki, równie bezużyteczne jak spokój pól, jak zdradliwość uśpionej wody, nieustraszoność ścieżek, które nie pną się za wysoko, ale za to pną się samodzielnie, jak uśmiesz zboczy, na których dojrzewają w słońcu winne grona.
Właśnie dlatego drzewo tak cię fascynuje, zadziwia i daje odprężenie; dlatego że jego kora, gałęzie, liście są bezspodrne bezspornością nieoczekiwaną i wolną od wszelkich oczekiwań. Może właśnie dlatego nigdy nie zabierasz na spacer żadnego psa, bo pies na ciebie patrzy, o coś cię błaga, coś do ciebie mówi. Jego oczy pełne wilgotnej wdzięczności, jego miny zbitego psa, skoki radosnego psa, nieustannie zmuszają cię do nadawania mu podłego statusu domowego zwierzęcia. Wobec psa nie możesz być obojętny, nie bardziej niż wobec człowieka. Za to nigdy nie wdasz się w dialog z drzewem. Nie mógłbyś żyć obok psa, ponieważ pies w każdej chwili będzie się domagał, abyś dał mu żyć, abyś go karmił, głaskał, był dla niego człowiekiem, stał się jego panem, gromowładnym bogiem, którego jedno pieskie słowo psa ukorzy. A drzewo o nic nie prosi. Możesz być sobie bogiem psów, bogiem kotów, bogiem biedaków, wystarczy ci smycz, płucka, trochę grosza, ale nigdy nie będziesz panem drzewa. Sam zechcesz stać się drzewem.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Ptaki wydają krzyki, świergoty i trele, nawołują się ochryple. Wielkie drzewa drżą. Natura zaprasza cię, jest ci przychylna. Żujesz źdźbła trawy, które zaraz wypluwasz: krajobraz nie krzepi cię zbytnio, spokój pól cię nie wzrusza, wiejska cisza nie drażni cię ani nie koi. Czasami tylko zaciekawi cię jakiś owad, kamień, opadły liść lub drzewo: bywa, że godzinami wpatrujesz się w drzewo, opisujesz je sobie, badasz każdy szczegół: korzenie, pień, konary, liście, każdy pojedynczy liść, każdą żyłkę, i znów każdą gałąź, i nieskończoną grę obojętnych kształtów, o które dopomina się lub przywołuje twój zachłanny wzrok. W miarę jak twoje postrzeganie się wyostrza, staje się cierpliwsze i swobodniejsze, drzewo wybucha i powraca do życia w tysiącu zielonych odcieni, w tysiącu liści jednakowych, a jednak odmiennych. Wydaje ci się, że mógłbyś spędzić całe życie pod tym drzewem, nie wyczerpując jego zasobów, nie rozumiejąc go, bo nie musisz tu niczego rozumieć, masz jedynie patrzeć: o tym drzewie możesz powiedzieć tylko to, że jest drzewem; drzewo zaś może ci powiedzieć tylko to, że jest drzewem, ma korzeń, pień, gałęzie i liście. Nie możesz oczekiwać innej prawdy. Drzewo nie ma dla ciebie żadnej nauki ani przesłania.
Właśnie dlatego drzewo tak cię fascynuje, zadziwia i daje odprężenie; dlatego że jego kora, gałęzie, liście są bezsporne bezspornością nieoczekiwaną i wolną od wszelkich oczekiwań. Może właśnie dlatego nigdy nie zabierasz na spacer żadnego psa, bo pies na ciebie patrzy, o coś cię błaga, coś do ciebie mówi. (...) Wobec psa nie możesz być obojętny, nie bardziej niż wobec człowieka. Za to nigdy nie wdasz się w dialog z drzewem. Nie mógłbyś żyć obok psa, ponieważ pies w każdej chwili będzie się domagał, abyś dał mu żyć, abyś go karmił, głaskał, był dla niego człowiekiem, stał się jego panem, gromowładnym bogiem, którego jedno pieskie słowo psa ukorzy. A drzewo o nic nie prosi. Możesz być sobie bogiem psów, bogiem kotów, bogiem biedaków, wystarczy ci smycz, płucka, trochę grosza, ale nigdy nie będziesz panem drzewa. Sam zechcesz stać się drzewem.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
No eres más que un ojo. Un ojo inmenso y fijo que lo ve todo, tanto tu cuerpo arrellanado como a ti mismo, observador observado, como si hubiese girado completamente en su órbita y te contemplase sin decir nada, a ti, al interior de ti, al interior negro, vacío, glauco, aterrado, impotente de ti. Te mira y te deja paralizado. Nunca dejarás de verte. No puedes hacer nada, no puedes escaparte, no puedes escapar a tu mirada, nunca podrás: incluso si alcanzases a dormirte tan profundamente que ninguna sacudida, ninguna llamada, ninguna quemadura lograran despertarte, ahí seguiría ese ojo, tu ojo, que nunca se cerrará, que nunca se dormirá. Te ves, te ves verte, te miras mirarte. Incluso si te despertases tu visión permanecería idéntica, inmutable. Incluso si lograras añadirte miles, millones de párpados seguiría, detrás, ese ojo, para verte. No te duermes, pero ya no te volverá el sueño. No estás despierto y nunca te despertarás. No estás muerto y ni siquiera la muerte lograría liberarte...
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Ты можешь быть богом собак, богом кошек, богом нищих, для этого достаточно иметь лишь поводок, требуху, деньги, но ты никогда не будешь хозяином дерева. Тебе подвластно лишь постоянное желание стать, как оно, деревом.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Tú no te mueves. No te moverás. Otro, un socias, un doble fantasmagórico y meticuloso hace, quizás, en tu lugar uno a uno, los gestos que tú ya no haces.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
You no longer need excuses, regrets, nostalgia, You reject nothing, you refuse nothing. You have ceased going forward, but that is because you weren't going forward anyway, you're not setting off again, you have arrived, you can see no reason to go any further.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
It is as if you were living with the constant dread that the slightest weakening of your resolution might, all at once, take you too far.
It is as if you constantly needed to tell yourself: it is this way because I wanted it this way, I wanted it this way, otherwise I am dead.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort de Georges Perec (fiche de lecture et analyse complète de l'oeuvre))
“
There is no curse hanging over you. You may be a monster, but not a monster of the lower world. You do not need to writhe in agony or cry out in pain. There is no tribulation in store for you, no rock of Sisyphus, no one is going to offer you a chalice only to snatch it from your lips at the last moment, there is no crow with sinister designs on your eyeballs, no vulture has been assigned the indigestible chore of tucking into your liver morning, noon, and night. You do not have to grovel before your judges, begging for mercy, imploring their pity. No one is condemning you, and you have committed no offense. No one looks at you and then averts their gaze in horror.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort de Georges Perec (fiche de lecture et analyse complète de l'oeuvre))
“
Tu inercia es ta vana como tu cólera"
p.114
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Dünyanın karşısında, kayıtsız kişi ne cahildir ne de düşman. Niyetin okumazyazmazlığın sağlığa yararlı keyfini yeniden keşfetmek değil, okurken, okuduklarına hiçbir ayrıcalık tanımamaktır. Niyetin çırılçıplak gezmek değil, ille de özenli ya da bakımsız olmak anlamına gelmeyecek bir şekilde giyinmektir; niyetin kendini açlıktan öldürmek değil, sadece beslenmektir. Bu hareketleri alabildiğine masum bir tavırla harfi harfine yerine getirmek değil istediğin -çünkü masumluk çok kuvvetli bir terimdir- sadece, en basitinden, bu "en basitinden"in bir anlamı olabilirse eğer, istediğin şey bu hareketleri yansız, apaçık, her tür değerden, özellikle de işlevsellikten kurtulmuş -çünkü işlevsellik değerlerin en kötüsü, en sinsisi, en tehlikelisidir- aşikâr, gerçek, değiştirilemez bir yere bırakmaktır. Okuyorsun, giyiniksin, yiyiyorsun, uyuyorsun, yürüyorsun demek dışında söylenecek bir şey olmasın; bunlar birer davranış, birer hareket olsun; birer kanıt, birer değiş tokuş aracı değil. Giyimin, yiyip içtiklerin, okudukların senin adına konuşmayacaklar artık, onlar sayesinde karşındakinden daha açıkgöz davranamayacaksın artık. Seni temsil etmenin o yiyip bitiren, çekilmez, öldürücü görevini bunlara bırakmayacaksın.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Konuşmaktan vazgeçtin ve sana cevap veren tek şey sessizlik oldu. Ama bu sözcükler, boğazında takılıp kalan bu binlerce, milyonlarca sözcük, arkası gelmeyen sözcükler, sevinç çığlıkları, aşk sözcükleri, budalaca gülüşler, peki onları ne zaman bulacaksın yeniden?
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Sanki her an, gösterdiğin en ufak gevşekliğin seni hemen çok ötelere sürüklemesini bekliyormuş gibisin.
Sanki her an, kendine şöyle demek ihtiyacını duyuyormuş gibisin: Bu böyle, çünkü ben böyle istedim; ben böyle istedim yoksa ölürüm.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Bir insanın ya da bir kedinin karşısında gözlerini indirebilirsin, çünkü insan da kedi de sana bakarlar, çünkü bakışları bir silahtır (bakışın iyi niyetliliği ise belki de silahların en kötüsüdür; nefret bir şey yapamazken o, senin elinden silahını alan bir silah olur), buna karşılık, bir ağacın karşısında gözlerini indirmek kadar terbiyesizce bir hareket olamaz, aynı şekilde bir ineğin ya da aynada sana ait olan yansımanın karşısında.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Ölmedin; daha aklı başında biri de olmadın.
Gözlerini kavurucu güneşe çevirmedin.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Büyüklüğün, çektiğin acı nice örnek hikâyede yüceltiliyor. Nice Robinson'lar, Roquentin'ler, Meursault'lar, Leverkühnler. İyi şeyler, güzel görüntüler, yalanlar: Doğru değil bu. Hiçbir şey öğrenmedin, tanıklık edemezsin. Doğru değil bu, inanma onlara, kurbanlara, kahramanlara, serüvencilere inanma!
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Yalnızlığın bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin. Bu bir aldatmacaydı, göz alıcı ve tuzaklı bir yanılsamaydı. Yalnızdın, hepsi bu, ve kendini korumak istiyordun; dünyayla senin arandaki köprüler sonsuza dek atılsın istiyordun. Ama sen bir hiçsin, dünya ise öyle kocaman bir sözcük ki: Büyük bir şehirde başıboş dolaşmaktan, birkaç kilometre uzunluğundaki cepheler, vitrinler, parklar ve rıhtımlar boyunca yürümekten başka bir şey yapmadın hiç.
Kayıtsızlık işe yaramaz. İsteyebilir ya da istemeyebilirsin, ne fark eder! Bir parti tilt oynamak ya da oynamamak; nasıl olsa biri aygıtın deliğine bir yirmibeşlik atacak. Her gün aynı yemeği yemekle kararlı bir hareket yaptığını sanabilirsin. Ne var ki reddedişin işe yaramaz. Yansızlığın hiçbir anlam taşımaz. Cansızlığın öfken kadar abes.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Uzunca bir süre kendine sığınaklar kurup yıktın: düzen ya da eylemsizlik, başıboş sürüklenme ya da uyku, geceleyin devriye gezmeler, yansız anlar, gölgelerin ve ışıkların kaçışı. Daha uzun bir süre kendine yalan söylemeyi, kendini sersemleştirmeyi, kendi oyununa gelmeyi sürdürebilirsin belki. Ama oyun bitti, büyük şenlik, ertelenmiş yaşamın yalancı sarhoşluğu bitti. Dünya yerinden kıpırdamadı ve sen değişmedin. Kayıtsızlık seni farklı kılmadı.
Ölmedin. Delirmedin.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Il a suffi, il a presque suffi, un jour de mai où il faisait trop chaud, de l'inopportune conjonction d'un text dont tu avais perdu le fil, d'un bol de Nescafé au goût soudain trop amer [...]
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Quelque chose se cassait, quelque chose s'est cassé. Tu ne te sens plus - comment dire? - soutenu : quelque chose qui, qui, te semblait-il, te semble-t-il, t'as jusqu'alors réconforté, t'a tenu chaud au coeur, le sentiment de ton existence, de ton importance presque, l'impression d'adhérer, de baigner dans le monde, se met à te faire défaut.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Az ötende bir bankta, bir deri bir kemik kalmış bir ihtiyar, çenesini iki eliyle sıkı sıkı kavradığı bastonunun topuzuna dayamış, ayaklarını bitiştirmiş, kımıldamadan saatlerce karşısındaki boşluğa bakıyor. Hayranlıkla onu seyrediyorsun. Sırrını, zaafını bulmaya çalışıyorsun. Ama dokunulmazlığı varmış gibi görünüyor. Duvar gibi, yarı kör, hatta felçli olmalı. Ama salyası bile akmıyor, dudaklarını oynatmıyor, neredeyse gözünü bile kırpmıyor. Güneş onun çevresinde dönüyor: Belki de dikkat ve özen gösterdiği tek şey kendi gölgesini izlemektir; işaret noktalarını çok uzun zaman önceden belirlemiş olmalı; onun deliliği, deliyse eğer, belki de kendini bir güneş saati sanmasıdır. Bir heykeli andırıyor, ama heykellere nazaran bir üstünlüğü var: Eğer canı isterse, kalkıp yürüyebilir. Bir insana da benziyor, daha çok bir kuşunkini andıran kafasına, göğüs kafesine kadar çıkan pantolonuna, tam ilkokulluk papyon kravatına rağmen; ama öteki insanlardan şu ayrıcalığı var ki bir heykel gibi kımıldamadan saatlerce ve saatlerce durabilir, hem de görünür hiçbir çaba harcamadan. Sen de bunu başarabilmeyi isterdin, ne varki yaşlılık mesleğinde henüz pek toy olmandan kaynaklansa gerek, çok çabuk sinirleniyorsun...
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Saydamlığı, hareketsizliği, varolmayışı öğreniyorsun. Bir gölge olmayı ve insanlara sanki hepsi birer taşmış gibi bakmayı öğreniyorsun.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Vakit öldürmenin binbir yolu vardır ve hiçbiri ötekine benzemez, ama hepsi de eş değerdedir; bir şey beklememenin bin şekli vardır, uydurabileceğin ve anında vazgeçebileceğin binlerce oyun vardır.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Indifference to the world is neither ignorance nor hostility. You do not propose to rediscover the robust joys of illiteracy, but rather, in reading, not to grant a privileged status to any one thing you read. You do not propose to go naked, but to be clad, without this implying either elegance or neglect; you do not propose to let yourself starve to death, but simply to feed yourself. It is not exactly that you seek to accomplish these actions in total innocence, for innocence is such a loaded term: but merely, simply (if this 'simply' can still mean anything) to relegate these actions to some neutral, self-contained territory, a space cleansed of all value-judgements, but not, especially not, a functional space: the functional is the worst, the most insidious, the most compromising of all values. No, let this space be self-evident, factual, irreducible. Let there be nothing else to say except: you read, you are clothed, you eat, you sleep, you walk, let these be actions or gestures, but not proofs, not some kind of symbolic currency: your dress, your food, your reading matter will not speak in your stead, you have had enough of trying to outsmart them. Never again will you entrust to them the exhausting, impossible, mortal burden of representing you.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
You have learnt nothing, except that solitude teaches you nothing, except that indifference teaches you nothing: it was a lure, it was a mesmerising illusion which concealed a pitfall. You were alone and that is all there is to it and you wanted to protect yourself; you wanted to burn the bridges between you and the world once and for all. But you are such a neglible speck, and the world is such a big word: all you ever did was to drift around a city, to walk a few kilometres past façades, shopfronts, parks and embankments.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
You are not in the habit of making diagnoses, and you don't want to start now. What is worrying you, what is disturbing you, what is frightening you, but which now and then gives you a thrill, is not the suddenness of your metamorphosis, but precisely the opposite: the vague and heavy feeling that it isn't a metamorphosis at all, that nothing has changed, that you've always been like this, even though you only now realize it fully: that thing, in the cracked mirror, is not your new face, it is just that the masks have slipped, the heat in your room has melted them, your torpor has soaked them off. The masks of unswerving conviction, of the straight and narrow. Did you never have an inkling, not once in twenty-five years, of that which, today, has already become inexorable? Did you never see any cracks in what, for you, takes the place of a history? Times when nothing was happening, times when you were simply ticking over in neutral. The fleeting and poignant desire to hear no more, to see no more, to remain silent and motionless. Crazy dreams of solitude. An amnesiac wandering through the Land of the Blind: wide, empty streets, cold lights, faces without mouths that you would look at without seeing. They would never get to you.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Sometimes you spend hours contemplating a tree, describing it, dissecting it: the roots, the trunk, the branches, the leaves, every leaf, every rib of every leaf, every branch again, and the unending play of the indifferent shapes that your eager gaze solicits or conjures up: a face, a town, a maze or a path, coats of arms and cavalcades. As your perception gets sharper, more patient and more versatile, the tree shatters and then reforms, a thousand shades of green, a thousand leaves, identical and yet all different. You think that you could spend your whole life in front of a tree, never exhausting it and never understanding it, because there is nothing for you to understand, just something to look at: when all is said and done, all you can say about this tree is that it is a tree; all this tree can say to you is that it is a tree, a root, then a trunk, then branches, then leaves. You can't expect to extract any other truth from it. The tree has no moral to offer you, no message to impart.
Its strength, its majesty, its life - if you still hope to draw some meaning, some courage, from these outworn metaphors - are only ever images, neat illustrations, as useless as the tranquillity of the fields, as the still waters which, reputedly, run deep, or the courage of the little paths that don't climb very high but do so all alone, or the smiling hillsides upon which
bunches of grapes ripen in the sun.
And that is why the tree fascinates you, or astounds you, or calms you: because of the unsuspected and unimpeachable obviousness of the bark, the branches and the leaves. That is why, perhaps, you never go walking with a dog, because the dog looks at you, pleads with you, speaks to you. Its eyes brimming with tears of gratitude, its servile expression, its canine frolicking, constantly force you to confer on it the ignoble status of pet. You cannot remain neutral in the company of a dog any more than in the company of a man. But you will never hold a conversation with a tree. You cannot live in the company of a dog, because the dog is constantly calling upon you to make it live, to feed it, to stroke it, to be a man for it, to be its master, to be the god roaring the name - dog - that will make it instantly grovel on the ground. But the tree asks nothing of you. You can be the God of the dogs, God of the cats, God of the poor, all you need is a leash, a little tenderness, a little money, but you will never be master of the tree. All you can ever wish for is to become a tree in your turn.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
You have hardly started living, and yet all is said, all is done. You are only twenty-five, but your path is already mapped out for you. The roles are prepared, and the labels: from the potty of your infancy to the bath-chair of your old age, all the seats are ready and waiting their turn. Your adventures have been so thoroughly described that the most violent revolt would not make anyone turn a hair. Step into the street and knock people's hats off, smear your head with filth, go bare-foot, publish manifestos, shoot at some passing usurper or other, but it won't make any difference: in the dormitory of the asylum your bed is already made up, your place is already laid at the table of the poètes maudits; Rimbaud's drunken boat, what a paltry wonder: Abyssinia is a fairground attraction, a package trip. Everything is arranged, everything is prepared in the minutest detail: the surges of emotion, the frosty irony, the heartbreak, the fullness, the exoticism, the great adventure, the despair. You won't sell your soul to the devil, you won't go clad in sandals to throw yourself into the crater of Mount Etna, you won't destroy the seventh wonder of the world. Everything is ready for your death: the bullet that will end your days was cast long ago, the weeping women who will follow your casket have already been appointed.
Why climb to the peak of the highest hills when you would only have to come back down again, and, when you are down, how would you avoid spending the rest of your life telling the story of how you got up there? Why should you keep up the pretence of living? Why should you carry on? Don't you already know everything that will happen to you? Haven't you already been all that you were meant to be: the worthy son of your mother and father, the brave little boy scout, the good pupil who could have done better, the childhood friend, the distant cousin, the handsome soldier, the impoverished young man? Just a little more effort, not even a little more effort, just a few more years, and you will be the middle manager, the esteemed colleague. Good husband, good father, good citizen. War veteran. One by one, you will climb, like a frog, the rungs on the ladder of success. You'll be able to choose, from an extensive and varied range, the personality that best befits your aspirations, it will be carefully tailored to measure: will you be decorated? cultured? an epicure? a physician of body and soul? an animal lover? will you devote your spare time to massacring, on an out-oftune piano, innocent sonatas that never did you any harm? Or will you smoke a pipe in your rocking chair, telling yourself that, all in all, life's been good to you?
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
You are a man of leisure, a sleepwalker, a mollusc. The definitions vary according to the hour of the day, or the day of the week, but the meaning remains clear enough: you do not really feel cut out for living, for doing, for making; you want only to go on, to go on waiting, and to forget.
Such an outlook on life is generally not much appreciated in modern times: all around you, all your life, you have seen the esteem in which action is held, and grand designs, and enthusiasm: man straining forward, man with his gaze fixed on the horizon, man looking straight ahead. A clear gaze, a purposeful chin, a confident swagger, stomach held in. Staying power, initiative, strokes of brilliance, success: all of these things map out the too transparent path of a too exemplary existence, constitute the sacrosanct images of the struggle for life. The white lies, the comforting illusions of all those who are running on the spot, sinking deeper into the mire, the lost illusions of the thousands left on society's scrap heap, those who arrived too late, those who put their suitcase down on the pavement and sat on it to wipe their brow. But you no longer need excuses, regrets, nostalgia. You reject nothing, you refuse nothing. You have ceased going forward, but that is because you weren't going forward anyway, you're not setting off again, you have arrived, you can see no reason to go any further.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
To want nothing. Just to wait, until there is nothing left to wait for. Just to wander, and to sleep. To let yourself be carried along by the crowds, and the streets. To follow the gutters, the fences, the water's edge. To walk the length of the embankments, to hug the walls. To waste your time. To have no projects, to feel no impatience. To be without desire, or resentment, or revolt.
In the course of time your life will be there in front of you: a life without motion, without crisis and without disorder, a life with no rough edges and no imbalance. Minute by minute, hour after hour, day after day, season after season, something is going to start that will be without end: your vegetal existence, your cancelled life.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Something was going to break, something has broken. You no longer feel — how to put it? — held up: it is as if some thing which, it seemed to you, it seems to you, fortified you until then, gave warmth to your heart, something like the feeling of your existence, of your importance almost, the impression of belonging to or of being in the world, is starting to slip away from you.
And yet you are not one of those people who spend their waking hours wondering if they exist, and why, where they came from, what they are, where they are going. You have never seriously agonised over the chicken and the egg. Metaphysical torments have not significantly ravaged your noble countenance. But nothing remains of that arrow-like trajectory, of that forward movement in which, for as long as you can remember, you have been led to recognise your life, that is to say its meaning, its truth, its tension: a past rich in fruitful experiences, lessons well learned, joyous childhood memories, sun-bathed country idylls, bracing sea breezes, a dense present, compact and taut, like a coiled spring, a productive, verdant, airy future. Your past, your present and your future merge into one.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
You are now nothing more than an eye. A huge staring eye which sees everything, which sees your limp body just as it sees you, looked at and looking, as if it had turned round completely in its socket and was contemplating you in silence, you, the inside of you, the dark, empty, slime-green, frightened, impotent interior of you. It looks at you and it nails you to the spot. You will never stop seeing yourself. You can do nothing, you cannot escape yourself, you cannot escape your own gaze, you never will be able to: even if you were to fall into a sleep so deep that no shock, no shout, no burning pain could rouse you, there would still be this eye, your eye, that will never close, that will never sleep.
You see yourself, you see yourself seeing yourself, you watch yourself watching yourself. Even if you were to wake up, your vision would remain the same, immutable. Even if you managed to grow thousands, billions of extra eyelids, there would still be this eye, behind, which would see you. You are not asleep but sleep will never come again. You are not awake and you will never wake up. You are not dead and even death could never set you free.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Çok mutlu bir parantez içinde, hiçbir şey beklemediğin, vaatlerle dolu bir boşlukta yaşıyorsun. Görünmez, duru ve saydamsın. Yoksun artık: Saatlerin ardından, günlerin ardından, mevsimler geçerken, zaman akarken, neşelenmeden, hüzünlenmeden, geleceksiz ve geçmişsiz, öylece, düpedüz, apaçık yaşayaduruyorsun, tıpkı sahanlıktaki musluktan damlayan bir su damlası gibi, pembe plastik bir leğende suya bastırılmış altı adet çorap gibi, bir sinek ya da istiridye gibi, inek gibi, salyangoz gibi, bir çocuk ya da bir ihtiyar gibi, bir fare gibi.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Tüm yaşamını bir ağacın karşısında geçirebilirmişsin gibine geliyor, onu tüketmeden, anlamadan, çünkü anlayacağın bir şey yok; sadece ona bakarak. Bu ağaç hakkında eninde sonunda söyleyebileceğin tek şey bir ağaç olduğudur; bu ağacın sana söyleyebileceği tek şey de bir ağaç olduğudur: kök, sonra gövde, sonra dallar, sonra da yapraklar. Ağaçtan daha başka bir hakikat bekleyemezsin.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Bir gözden başka bir şey değilsin. Kocaman ve sabit bir göz, her şeyi gören, yığılan vücudunu olduğu kadar seni de, bakan, bakılan seni de gören, sanki yuvasında tamamen ters dönmüş de hiçbir şey demeden seni seyrediyormuş gibi, seni, senin içini, karanlık, boş, su yeşili, korkmuş, güçsüz içini. Sana bakıyor ve seni olduğun yere çiviliyor. Kendini görmeyi hep sürdüreceksin. Hiçbir şey yapamazsın, kendinden kaçamazsın, kendi bakışından kaçamazsın, hiçbir zaman bunu yapamayacaksın: Hiçbir sarsıntının, hiçbir seslenmenin, hiçbir yanığın seni uyandıramayacağı kadar derin uyumayı başarsan bile, bu göz hep olacak, senin gözün, hiç kapanmayacak, hiç uyumayacak olan gözün. Kendini görüyorsun, kendini gören kendini görüyorsun, sana bakan sana bakıyorsun. Uyansan bile, görüntün aynı, değişmez kalacak. Kendine binlerce, milyarlarca gözkapağı eklemeyi başarsan bile, hâlâ, arkada, seni görmek için bu göz olacak. Uyumuyorsun, ama uyku artık gelmeyecek. Uyanık değilsin ve hiç uyanmayacaksın. Ölü değilsin ve ölüm bile seni kurtaramayacak...
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Bir köpekle karşı karşıya yaşayamazsın, çünkü köpek, her an, senden onu yaşatmanı, beslemeni, okşamanı, ona uygun bir insan olmanı, efendisi olmanı, onu anında yere yatıracak o köpek ismini gürleyen Tanrı olmanı isteyecektir. Oysa ağaç senden bir şey istemez. KöpekIerin Tanrısı, kedilerin Tanrısı, yoksulların Tanrısı olabilirsin, elinde bir tasma, biraz ciğer, biraz servet olması bunun için yeterlidir, ama asla bir ağacın efendisi olmayacaksın. Kendin de bir ağaç olmayı istemekten başka bir şey yapamayacaksın.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Pero tú, pobre Dédalo, no tenías laberinto. Falso prisionero, tu puerta estaba abierta.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Kesilen kağıt elden çıkarılmadıkça, kavalye kupadan üstün değildir.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Ce n'est pas que tu détestes les hommes, pourquoi les détesterais-tu ? Pourquoi te détesterais-tu ? Si seulement cette appartenance à l'espèce humaine ne s'accompagnait pas de cet insupportable vacarme, si seulement ces quelques pas dérisoires franchis dans le règne animal ne devaient pas se payer de cette perpétuelle indigestion de mots, de projets, de grands départs ! Mais c'est trop cher pour des pouces opposables, pour une station debout, pour l'imparfaite rotation de la tête sur les épaules : cette chaudière, cette fournaise, ce gril qu'est la vie, ces milliards de sommations, d'incitations, de mises en garde, d'exaltations, de désespoirs, ce bain de contraintes qui n'en finit jamais, cette éternelle machine à produire, à broyer, à engloutir, à triompher des embûches, à recommencer encore et sans cesse, cette douce terreur qui veut régir chaque jour, chaque heure de ta mince existence !
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Tu n'as guère vécu, et pourtant, tout est déjà dit, déjà fini. Tu n'as que vingt-cinq ans, mais ta route est toute tracée. Les rôles sont prêts, les étiquettes : du pot de ta première enfance au fauteuil roulant de tes vieux jours, tous les sièges sont là et attendent leur tour. Tes aventures sont si bien décrites que la révolte la plus violente ne ferait sourciller personne. Tu auras beau descendre dans la rue et envoyer dinguer les chapeaux des gens, couvrir ta tête d'immondices, aller nu pieds, publier des manifestes, tirer des coups de revolver au passage d'un quelconque usurpateur, rien n'y fera : ton lit est déjà fait dans le dortoir de l'asile, ton couvert est mis à la table des poètes maudits. Bateau ivre, misérable miracle : le Harrar est une attraction foraine, un voyage organisé. Tout est prévu, tout est préparé dans les moindres détails : les grands élans du cœur, la froide ironie, le déchirement, la plénitude, l'exotisme, la grande aventure, le désespoir. Tu ne vendras pas ton âme au diable, tu n'iras pas, sandales aux pieds, te jeter dans l'Etna, tu ne détruiras pas la septième merveille du monde. Tout est déjà prêt pour ta mort : le boulet qui t'emportera est depuis longtemps fondu, les pleureuses sont déjà désignées pour suivre ton cercueil.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Ceci est ta vie. Ceci est à toi. Tu peux faire l'exact inventaire de ta maigre fortune, le bilan précis de ton premier quart de siècle. Tu as vingt cinq ans et vingt-neuf dents, trois chemises et huit chaussettes, quelques livres que tu ne lis plus, quelques disques que tu n'écoutes plus. Tu n'as pas envie de te souvenir d'autre chose, ni de ta famille, ni de tes études, ni de tes amours, ni de tes amis, ni de tes vacances, ni de tes projets. Tu as voyagé et tu n'as rien rapporté de tes voyages. Tu es assis et tu ne veux qu'attendre, attendre seulement jusqu'à ce qu'il n'y ait plus rien à attendre : que vienne la nuit, que sonnent les heures, que les jours s'en aillent, que les souvenirs s'estompent.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Bütün bunlar çok zamanını alacak gibi görünüyorsa da işlemin temel kuralı çok basittir: Yatağı, vücudu tek bir nokta, bir bilya oluncaya kadar toparlamak, veya, ki bu da aynı kapıya çıkar, vücudun tüm pörsüklüğünü yoğunlaştırmak, bu pörsüklüğü tek bir yere toplamak gerekir; örneğin, bir bel omurunun içine toplamak gibi. Ne var ki şu anda, vücudun o az önceki güzel birlikteliğinden eser yoktur, her yöne yayılmaktadır. Ayak parmaklarından birini, baş parmağını, ya da uyluklarını merkeze doğru döndürmeye çalışırsın, ama her seferinde unuttuğun bir kural vardır, ki bu da tahtanın sertliğini hiç gözardı etmemek gerektiğidir; kurnazca davranman, vücudun bir şeyden kuşkulanmadan, hatta sen bile bunu kesin olarak bilmeden, onu toparlaman gerekiyordu, ama artık çok geç, nicedir çok geç, ve sonuçta tuhaf bir şey oluyor: Kaşlarının çizgisi kırılıp ikiye ayrılıyor ve merkezde, iki gözün ortasında, sanki birleşme noktası bütün vücudu ayakta tutuyormuşcasına ve birleşme noktasının tüm gücü bu yerde toplanmışcasına, birden belirgin bir ağrı ortaya çıkıyor, kesinlikle bilinçli bir ağrı ve sen bunun en adisinden bir baş ağrısı olduğunu hemen anlıyorsun.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Seni rahatsız eden, seni duygulandıran, seni korkutan, ama bazen de coşturan şey başkalaşmanın aniliği değil, aksine, bunun bir değişim olmadığı, hiçbir şeyin değişmediği, -bunu ancak bugün bilsen de- öteden beri böyle olduğun duygusu, o belirsiz ve ezici duygu; çatlak aynadaki bu yüz senin yeni yüzün değil, maskeler düştü sadece, odanın sıcaklığı onları eritti, uyuşukluk onları yerinden söktü. Doğru yolun, güzel kanaatlerin maskeleri. Bugün artık pençesine düşmüş olduğun şey hakkında yirmi beş yıldır hiç mi bir şey anlamadın? Kendi tarihinde hiç mi çatlaklık, zayıf nokta görmedin? Ölü zamanlar, boş geçitler. Geçici ve yürek paralayıcı o arzu, artık bir şey duymama, bir şey görmeme, sessiz ve hareketsiz kalma arzusu. Saçma sapan yalnızlık düşleri. Körler Ülkesi'nde başıboş dolaşan, bellek kaybına uğramış biri: geniş ve boş sokaklar, soğuk ışıklar, bakışın şöyle bir değip geçeceği dilsiz yüzler. Sana ulaşılamazdı asla.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Bu senin yaşamın. Bu sana ait. Önemsiz servetinin tam bir dökümünü yapabilir, ilk çeyrek yüzyılının kesin bilançosunu çıkarabilirsin. Yirmi beş yaşındasın ve yirmi dokuz dişin, üç gömleğin, sekiz çorabın, artık okumadığın birkaç kitabın, artık dinlemediğin birkaç plağın var. Başka şeyleri hatırlamayı canın hiç çekmiyor: ne aileni, ne öğrenimini, ne aşklarını, ne dostlarını, ne tatillerini, ne de tasarılarını. Yolculuklara çıktın ve dönüşte yanında hiçbir şey getirmedin. Oturuyor ve beklemek istiyorsun sadece, bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek: Gece olsun, saatler vursun, günler geçip gitsin, anılar silikleşsin.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Sen bulanık bir gölgeden, sert bir kayıtsızlık çekirdeğinden, bakışlardan kaçan nötr bir bakıştan başka bir şey değilsin. Sessiz dudakların, sönük gözlerinle sen, bundan böyle su birikintilerinde, vitrinlerde, otomobillerin ışıldayan kaportalarında, yavaşlatılmış yaşamının geçici yansımalarını bulabileceksin.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Rahatsız edici bir durum. Sahici bile olmayan bu ayrıntılara önem vermekle hata ettin; bunların birer tuzak olduğu apaçık ortada, ve şimdi sen, ısının ve karanlığın iyice arttığı ve içinden nasıl çıkacağını kaygılanarak düşündüğün yastığa bal gibi hapsoldun.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Serüvenlerin öyle iyi betimlenmiş ki, en şiddetli isyan bile kimsenin kılını kıpırdatmayacaktır. Sen istediğin kadar sokağa çıkıp insanların şapkalarını başlarından uçur, başına iğrenç şeyler tak, çıplak ayakla yürü, bildiriler yayınla, önüne çıkan bir kapkaççıyı geçerken kurşunla, boşuna, bir işe yaramayacak: Düşkünler yurdunun yatakhanesinde yatağın çoktan yapılmış, lânetli şairler sofrasında yerin ayrılmış.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
En yüksek tepelerin doruğuna ne diye tırmanasın ki, sonradan inmek zorunda kalacak olduktan sonra; inince de, yaşamını oraya nasıl çıktığını anlatarak geçirmemen mümkün mü? Ne diye yaşar gibi görünesin ki? Neden sürdüresin? Başına gelecekleri şimdiden bilmiyor musun sanki? Olman gereken her şeyi daha önce olmadın mı: anasına babasına lâyık bir oğul, küçük cesur izci, daha iyisini yapabilecek iyi bir öğrenci, çocukluk arkadaşı, uzak kuzen, yakışıklı asker, yoksul genç adam?
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Yararlı öğütleri dinlemeyeceksin artık. Çare nedir diye sormayacaksın. Kendi yolunda yürüyüp gidecek, ağaçlara, taşlara, suya, göğe, çehrene, bulutlara, tavanlara, boşluğa bakacaksın.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
You stopped speaking and only silence replied. But those words, those thousands, those millions of words that dried up in your throat, the inconsequential chit-chat, the cries of joy, the words of love, the silly laughter, just when will you find them again?
Now you live in dread of silence. But are you not the most silent of all?
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
You do not move, you will not move. Someone else, your twin, a ghostly, conscientious double is perhaps performing in your stead, one by one, the actions you have eschewed: he gets up, washes, shaves, dresses, goes out.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
You will never stop seeing yourself. You can do nothing, you cannot escape yourself, you cannot escape your own gaze, you never will be able to: even if you were to fall into a sleep so deep that no shock, no shout, no burning pain could rouse you, there would still be this eye, your eye, that will never close, that will never sleep.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Apenas has vivido y sin embargo ya está todo dicho, terminado. Sólo tienes veinticinco años pero tu senda está toda trazada. Los roles asignados, las etiquetas: del orinal de tu primera infancia a la silla de ruedas de tu vejez, todos los asientos están ahí y esperan tu turno. Tus aventuras están tan bien descritas que la revolución más violenta no haría pestañar a nadie. Da igual que bajes la calle lanzando por ahí los sombreros de la gente, cubriéndote la cabeza de basura, descalzo, publicando manifiestos, disparando con un revólver al paso de cualquier usurpador: tu cama ya está hecha en el dormitorio del asilo, tus cubiertos dispuestos en la mesa de los poetas malditos. Barco ebrio, milagro miserable: Harare es una atracción de feria, un viaje organizado. Todo está previsto, todo está preparado hasta el menor detalle: los grandes impulsos del corazón, la fría ironía, la aflicción, la plenitud, el exotismo, la gran aventura, la desesperación. No le venderás tu alma al diablo, no irás, en sandalias, a arrojarte al Etna, no destruirás la séptima maravilla del mundo. Todo está ya preparado para tu muerte: la bala que acabará contigo se fundió hace mucho, las plañideras ya han sido designadas para seguir tu ataúd.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)
“
Nu ai chef sa-ti amintesti dealtceva, nici de familie, nici de studii, nici de iubirile tale, nici de prietenii tai, nici de vacantele tale sau proiectele tale. Ai calatorit, dar nu ai adus nimic din calatoriile tale. Stai jos si nu vrei decat sa astepti, doar sa astepti, pana cand nu va mai fi nimic de asteptat : sa vina noaptea, ceasul de la biserica sa bata orele, zilele sa se duca una dupa alta si amintirile sa se estompeze.
Nu te mai intalnesti cu prietenii. Nu mai deschizi usa. Nu mai cobori sa-ti iei scrisorile. Nu inapoiezi cartile pe care le-ai imprumutat. Nu le mai scrii parintilor.
Nu iesi decat dupa lasarea intunericului, ca sobolanii, pisicile si monstrii. Umbli la nimereala p e strazi, te strecori in cinematografele mici si jegoase de pe Grands Boulevards. Uneori, umbli toata noaptea ; uneori, dormi toata ziua.
”
”
Georges Perec (Un homme qui dort)