Tevfik Fikret Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Tevfik Fikret. Here they are! All 50 of them:

Ve kendi hüsnümü başlardım önce sevmekten. Bu ruh için bir hak: Biraz da kendini sevmek değil midir yaşamak!...
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)
Hicrân biter mi, girye-i hicran diner mi hiç?...
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)
Öyle bir nehri muazzam gibi cûş etmişsin; fakat eyvâh, çorak yerde akıb gitmişsin!
Tevfik Fikret
Bir görüşe göre düzeltmelere önce üniversiteden başlamak gerekirdi. "Tubâ Ağacı" kuramı diye adlandırılan bu görüşü, ilerde Maarif Nazırlığı sırasında Fikret'le takışıp Galatasaray'dan ayrılmasına neden olacak Emrullah Efendi savunuyordu. Öbür görüş ise, Sâtı Bey'in savunduğu, düzeltmelere ilkokullardan başlamak gerekir görüşüydü. Fikret bu görüşten yanaydı. Ayrıca Sâtı Bey'le uyuştukları çok önemli bir yön daha vardı: Eğitimin amacı çocukların kafalarını bilgiyle doldurmak değil, onları yaşama hazırlamaktı. Ezberin yerini oyun, uygulama almalıydı, deney almalıydı. Eski insanlara yeni bilgiler vermek yerine, "Yeni İnsan"ı yaratmanın yolları aranmalıydı.
Memet Fuat (Tevfik Fikret)
1900 ile İkinci Meşrutiyet'in ilan edildiği 1908 yılları arasında Tevfik Fikret'in köşesine çekildiği, toplumdan kaçtığı söylenir. Oysa siyasal eylemlerin sürdüğü bu dönemde edebiyatçıların yasakları aşıp yayın alanında bir eyleme girmelerine olanak yoktu. Yazdığı ama yayımlayamadığı şiirlere bakılırsa, Fikret'in bu dönemde toplumdan kaçmadığı, tersine büyük bir coşkunlukla topluma yöneldiği açıkça görülür. Toplumsal ilişkilerden uzaklaşmak, bir köşeye çekilip yaşamak, onu toplum sorunlarından koparmamış, acımasız eleştirileriyle, en umutsuz, en karamsar günlerinde bile, dinmek bilmez bir kurtuluş özlemini dile getirmesine yol açmıştır.
Memet Fuat (Tevfik Fikret)
Pessimistic hearts can't make time to think about solution.
Tevfik Fikret
Gene bir sis kaplamış ufuklarını, inatçı bir sis, gitgide büyüyen bir ak karanlık. Ağırlığı altında ne varsa sanki yok olup gitmiş, kalmış ortada kala kala bir tozlu yığın, o tozlu, korkunç yığına bakan göz şaşırır titrer, ilerisine gidemez. Ama sen hak ettin bu karanlık, kalın örtüyü, bu örtü tıpatıp sana uydu, ey kanlı toprak, ey zulümler meydanı, ey yaldızlı ülke, döktüğü kanla, çektirdiği acıyla çalım satan! Ey gösterişin, şatafatın beşiği ve mezarı, oldum olası imrenilen kraliçesi Doğu'nun! Ey kanlı sevgileri, kılı kıpırdamadan zevk ve safaya susamış bağrında emziren! Ey Marmara'nın mavi kucağında ölüm uykusuna dalmış diri, ey köhne Bizans, büyücü kocakarı, ey bin kocadan artakalan el değmemiş dul, gene de güzel görür, taptaze görür seni, gene de üstüne titrer sana bakan. Ne kadar tatlı, cana yakınsın, ne kadar, süzgün, mavi gözlerinle sen uzaktan! Oysa ne farkın var kirli kadınlardan senin, hiçbir şey umurunda değil, belli, ne bunca acı türkü, ne bunca kan ağlayan! Sen kurulurken katmış olmasın bir hain el senin temeline zehirli suyunu kötülüğün. İşte her yanda ikiyüzlülüğün kiri, nereye baksan çekememezlik, nereye baksan çıkarcılık, nereye baksan hergelelik, yalan dolan. Demek yükselmek yalnız bunlarla oluyor. Koynunda barınan nice yaratık arasında kaç tanesinin alnı açık, yüzü ak? Örtün, ey İstanbul, kanlı toprak, örtün, kart orospu, örtün, hiç uyanma! (...) Adamı yukarlara çıkaran yol, el etek öpme yolu. Yakınması senin yüzünden bütün öksüzlerin, dulların, arkasızların, senin yüzünden bütün, ey silahlı korku! Nasıl dokunulmaz olacak, özgür olacak şöyle bir soluk almayla kişi, söyle, ey kanun denen efsane! Ey tutulmayan sözler, sonsuz yalan! Ey mahkemelerden her gün kovulan hak! Ey kuşkunun pençesinde kıskıvrak, duygusuz, ta yüreklere dek uzanan gizli kulak, senin korkundan ağızlar sımsıkı kilitli. Seni hor görüyorlar, halkım için dökülen alınteri! Ey kalem ve kılıç, siyasi iki mahkûm, ey doğruluk ve yiğitlik, unutulmuş yüzlersiniz artık! Ey kodamanlar ve kuyrukları onların, pısırıklar, çekingenler, korkaklar sizi, nasıl da alışmışsınız iki büklüm yaşamaya, adınızın sanınızın da maşallahı var hani! Ey yere eğilmiş kafalar, ak pak, ama tiksindirici! Ey genç kadın ve ardından koşan delikanlı! Ey kahırlı ana, ey dargın karı koca! Ya sizler be çocuklar, anasız babasız, başı boş yavrucaklar, ya sizler... Örtün, ey İstanbul, kanlı toprak, örtün, kart orospu, örtün, hiç uyanma!
A. Kadir (Bugünün Diliyle Tevfik Fikret)
Sönsün sonsuza kadar o cehennem; senin bu gün Cennet kadar güzel yurdun var; şu gördüğün Zümrüt bakışlı, inci gülüşlü kızcağız Kimdir, bilir misin? Yurdun... Şimdi saygısız Bir göz bu nazlı yüze -Allah esirgesin,- Kötü bir gözle baksa dayanabilir misin? İster misin, şu ak sakalın temiz ve görkemli Onurlu alnına, bir kirli el demem, Hattâ yabancı bir el uzansın? Şu mezarı Râzı olur musun, taşa tutsun şu serseri? Elbet hayır; o mezar, o onurlu alın, Kutsal birer yurt simgesidir... Yurt çalışkan İnsanların omuzları üstünde yükselir. Gençler, yurdun bütün umudu şimdi sizdedir. Her şey sizin, yurt da sizin, her onur sizin; Ancak, unutmayın ki zaman sert ve emin, Sessiz bir adımla izler bizi. Önden koşan, ama yine dikkatle her izi İncelemeye yol bulan bu yanılmaz izleyici Paylatıp utandırırsa (bizi), yazık!.. Demin “Yarın senin” dedim, beni alkışladın; hayır, Bir şey senin değil, sana yarın, emânettir; Her şey emânettir sana, ey genç, unutma ki Senden de bir hesap arar, yakınan gelecek. Geçmişe şimdi sen bakıyorsun uyanıklıkla, Gelecek de senden böyle şüphelenecek. Her organı ihtiyacın kasırgasıyla sarsılan Bir kuşağın oğlusun; bunu anımsa zaman zaman. Yüzyılın, unutma, feyizli şimşekler yüzyılıdır: Her yıldırımda bir gece, bir gölge devrilir, Bir yükseliş ufku açılır, yükselir yaşam; Yükselmeyen düşer: Ya gelişme, ya yıkılış! Yükselmeli, dokunmalı alnın göklere; Doymaz insan dedikleri kuş yükselmelere... Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır; Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!
Tevfik Fikret (Haluk'un Defteri)
Çiğnendi, yeter, varlığımız cehaletle, kahırla; Doğrandı mübarek vatanın bağrı sebepsiz. Birlikte bugün bulmalıyız derdine çare; Can kardeşi, kan kardeşi, şan kardeşiyiz biz. Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol; Ey hak, yaşa, ey sevgili millet, yaşa... var ol! Gel kardeşim, annen sana muhtaç: ona koşmak... Koşmak ona, kurtarmak o bahtsızı vazifen. Karşında göğüs bağır açık, ölgün, yatıyor bak; Onsuz yaşamaktansa daha iyi beraber ölmek! Her an o güzel sîneyi hançerliyor eller; Mahvolması önlenemez imdadına koşmazsak eğer. Zulmün topu var, güllesi var, kalesi varsa, Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır; Göz yumma güneşten, ne kadar nûru kararsa Sönmez ebedî, her gecenin gündüzü vardır. Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol; Ey hak, yaşa, ey sevgili millet, yaşa... var ol! Vaktiyle baban kimseye minnet mi ederdi? Yok, kalmadı, hâşâ, sana horlanma pederinden. Dünyada şereftir yaşatan milleti, ferdi; Silkin, şu düşkünlük tozu uçsun üzerinden. İnsanlığı çiğneyen alçaklığı yık, ez; Billah yaşamak yerde sürüklenmeye değmez. Haksızlığın her türünü gördük... Bu mu kanun? En gamlı sefaletlere düştük... Bu mu devlet? Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun; Artık yeter olsun alçakça zulüm ve cehalet... Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol; Ey hak, yaşa, ey sevgili millet, yaşa... var ol!
Orhan Karaveli (Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği)
Bugün o çehrede boş bir bakışla dinlendim, hayatımın gamıyla didişmeden geliyordum. Sonra dedim ki: “Şu bıktırıcı kederlerimle önünde ağlayıversem ve pişman olmasam!” O sanki fikrimi anlamış da kaçıyor gibiydi; gözleri yerlerde bana hiç bakmadan geçti. Güneş ufukta bu sefil toprağa bir ebedî veda eder gibi incelikle titriyordu. Gökyüzü bulutlanıyorken onun civarımdan böyle soğuk bir yabancı tavrıyla geçişi, kararımı değiştirmeye tümüyle yeterli göründü... Dedim ki: “İşte hakikat bu, gerisi hep yalan; arzulu bir aşk deliliğine alışkın değilim, öyleyken niçin o gözlerde bir aşk bakışı aradım?
Tevfik Fikret (Küçük Aile - Hikâyeler)
Kavuşma arzusuyla peşinde çırpınmaktan Bitap düştü toprağa fikrimin kırlangıcı.
Tevfik Fikret (Senin İçin - Toplu Hikâyeleri)
Hayatın elbet de Kolay ve neşeli bir yolculuk olmayacak; Ancak Bu sıkıntılar çölünde Kolay ve neşeli bir yolculuğun ancak Hayâli vardır; uzak bir serap için koşmak Sonunda yorulmak ve boş yorulmaktır; Hayatı gerçeğin deviyle çarpışan kazanır; Zafer bir az da yıkım İster; Koşan yüce savaşa şanlı, ama ağır, Korkunç adımlar atar, Önünde depremler, arkasında depremler!
Tevfik Fikret (Haluk'un Defteri)
Aklın, o büyük büyücünün mûcizeli etkisiyle Boş inanlar geçecek yerlere düşkırıklığıyla, inandım. Karanlıklar sönecek, parlayacak hakkın ışığı Birdenbire bir yanardağ parlayışıyla, inandım. Kollar ve boyunlar çözülüp bağlanacak hep Yumruklar o coşkun zincirle, inandım. Bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın, Her şey olacak bilimin gücüyle... inandım.
Tevfik Fikret (Haluk'un Defteri)
Yüreğinde her dakika şu yüce özlemin Ateşli gagasını duy, her zaman düşün: Onlar niçin göklerde, niçin ben çukurdayım? Gülsün neden cihân bana, ben yalnız ağlayayım? Yükselmek gökyüzüne ve gülmek ne tatlı şey! Bir gün şu hastalıklı yurt canlanırsa... Ey Işığın ve gelişmeyi özleyen milletin geleceğinin Bilinmeyen elektrikçisi, düşünce alanlarının, Yüklen, getir -ne varsa- bir az miskinliği yok eden Bir parça ruhu, benliği, kavrayışı besleyen Canlandıran meyvelerini; boş durmasın elin. Gör dâimâ önünde eski mitologyanın Gökten ateşin dehâsını çalan kahramanını... Varsın bulunmasın bilecek adını ve sanını. * Promete, Yunan mitologyasında, Titanların soyundan gelen ve ilk insan uygarlığının temelini atan kişi sayılan Prometheus'un Fransızca söylenişi. Milologyaya göre Promete, insanların ateşten yararlanmasını yasaklayan tanrılar tanrısı Zeus'un emrine karşın ateşi çalmış ve insanlara vermiştir. Zeus onu cezalandırmak için Kafkasya'da bir kayanın üzerine zincire vurmuş ve bir kartala durmadan yeniden büyüyen ciğerini kemirtmiştir. Sanatta pek çok yapıta esin kaynağı olan bu söylence, yararlıkları nedeniyle sürekli acı çeken kişilerin simgesi olarak kullanılmıştır.
Tevfik Fikret (Haluk'un Defteri)
Kimseden fayda ummam, dilenmem kol kanat Kendi boşluk ve gök kubbemde uçar giderim. Eğilmek, esaret zincirinden ağırdır boynuma; Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.
Orhan Karaveli (Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği)
Hürriyet yolunda Yürürdüm biraz güç, biraz huzursuz Dikenlik, çetin, taşlı bir sâhadan; Önüm bir yokuş, hep çakıl, hep diken; Yürürdüm fakat inat ve sabırla ben. Bu yol böyle yükselirdi bir minbere; Etraf heybetli bir makbere, Göklerinde mütebessim al bir güneş... Coşkulu adımlarla geçtim Demin mustarip geçtiğim sâhadan; Yolum hep aynı şey: hep çakıl, hep diken; Yürürdüm fakat ben müjdeci, vakur. Geçerdim basıp birtakım izlere; Eğildim, biraz dikkat ettim yere; O izler benim, hep benim izlerimdi.
Orhan Karaveli (Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği)
Elbet değil nasibi horlanmak kadınlığın Elbet değil melekliğin ümidi zulüm ve kötülük Elbet sefil olursa kadın, alçalır insan Lâkin bugün hep onlara ait yığın yığın Endişeler, kederler, eziyetler, iğneler!
Orhan Karaveli (Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği)
Evet, sabah olacaktır, sabah olur, geceler Kıyamete kadar sürmez; sonunda bu semâ, Bu mâvi gök size bir gün acır; üzülme. Hayata neşe güneştir, bıkkınlık içinde insan Çürür bizim gibi... Siz, ey yarınki evrenin Küçük güneşleri, artık birer birer uyanın! Ufukların ebedi özlemi var nûra. Aydınlanma... Asrımızın, işte, emellerinin rûhu; Silin bulutları, silkin korkunun gölgesini, Ziya içinde koşun bir mutlu kurtuluşa! Ümidimiz bu: ölürsek de biz, yaşar mutlak Vatan sizinle şu zindan karanlığından uzak.
Orhan Karaveli (Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği)
Bilim ışıklariyle donanmış bir fikir ordusuyuz ; bayrağımızda hakikatın âyetleri okunur. Ümidsizliğin edebî düşmanıyız, mutlu ümidler, düşünme hareketlerimizde bize yol gösterir... Cahilliği, karanlığı yıkar geçer, ilme hizmet ederiz ; fikir ordusu, feyz ordusu, nur ordusuyuz biz. Seher dolu gözlerimiz durmuş bakıyor : Nurlar içinde yükseliş ufuklarını görüyor ; şefkatli vatan, ey feyzi gür ve taptaze kucak, birgün seni elbet «fikirler tanı» olarak görürüz... Fikir ordusu, çaba ordusu, azim ordusuyuz ; cahilliği, karanlığı yıkar geçer, ilme hizmet ederiz.
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)
Senin yerinde olaydım, hayır, severdim ben; ama, önce kendi güzelliğimi sevmeğe başlardım. Bu, ruh için bir hak: Yaşamak, biraz da kendini sevmek değil midir?...
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)
Hep ezgi ve ışıklı bir boşlukta dopdolu, günlerimiz sona kadar şeref ve renkliliğiyle geçsin... Sen cisimleşmiş bir şiir, ben duygulanmış bir şâir, sen güzellik ve büyü, ben sana günden güne büyülü!
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)
Nerde, o evvelki dipdiri neşem, nerde, o evvelki arzuların nağmesi? Şimdi ben, fikirlerimin ölüm uykusundayım... Söyle, ey pek istekli çocuk, gerçek sanıyor muydun sen, ölü bir telde yeni bir şarkı seslenecek?
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)
Pişmanlıkla kahırlıyım, bakışım yerlere dönük, yolumun çevresinde siyah kanadlı hayâletler; mânalı gülüşlere rastlar ve kederlenirim, mânalı sorularla her adımda bir durarak; hayat boyutlarını böyle hep âvare dolaşırım. Yıllarca kurtuluşun kilitli kapısını aramak, yıllarca sıkıntılarla, güçlüklerle döğüşmek, bu dikenlikte sefâletin en ağır yüküyle gezmek, ağılı, acı bir zehirle ağılı olarak... Nihâyet bir gül koparıp koklamadan toprağa düşmek! Ben böyle mi sandım seni, ey keder dolu ömür? Gönlüm nefret acılığı içinde, şu nasipsizliğine pişman olarak kahırlarının yüzünden ölmeyi canına minnet buluyor?
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)
Sonra uğraşırım bir anlam çıkarmaya gözyaşıyla silinmiş hasret nakışlarından, sonra bu dalgın halimden utanırım gene kendim, “Bunlar tüm boş kuruntular be!” derim, “Çıkar mı,” derim, “şaşkınlık yankılarından gerçeğin rengi?
A. Kadir (Bugünün Diliyle Tevfik Fikret)
Güçlü ve sağlam bir başka el içinde benim elim; insan yalvarması yakarması bu, besbelli. Hasta ve kırgın hayatımla anlıyorum ki, ben apayrı iki kişiyim. Biri takmış gayret kanadını, amacının doruğuna ha vardı ha varacak, biri umutsuz, durgun, eli kolu bağlı, batmak ister, ama batamayacak. Biri gecenin en kuytu, gizli yerinde kendini koyuvermek isterken deliksiz bir uykuya, biri, hep böyle didinsem, durmasam, der. İşte bu ikilik bende varken, akmaya görsün bir yana yüreğim, kalmaz hiçbir şeyin tadı tuzu, her şey hayatımı zehir eder.
A. Kadir (Bugünün Diliyle Tevfik Fikret)
Şimdi nasıl bu şiire emek veriyorsam, şu satırlarda, sanatın şu ince dokusunda nasıl apaçık, ortadaysa çabam, ömrümün payı yıkım ve mutluluk da öyle gelir, kendi isteğim, emeğimle. Arada kafam bozulunca gülerim içimden: Bütün acı, tatlı günlerimi yapan benim, şu güzel duruşu, şu berbat şekli değersiz mermere keyfimce veren ben. Demek bir oyuncağım kendi elimde ben kendim.
A. Kadir (Bugünün Diliyle Tevfik Fikret)
İnsanlığın hayalinin erdiği noktaya kudreti de ulaşsaydı bugün dünyada zor, hatta kaçınılacak bir şey kalmazdı. Yazık ki hayal gücümüz ne kadar parlak ise gerçekte o kadar karanlık içinde kalıyoruz.
Tevfik Fikret (Küçük Aile - Hikâyeler)
içimin sıkıntısına, havanın ağırlığını sebep tutuyordum. Fakat diğer yolcuların ferahlık ve neşe saçar hallerine bakılınca öyle pek hoşnut olunmayacak bir havada seyahat etmediğimiz zannolunurdu. Hatta yolculardan birinin geniş geniş içine çekerek, “Bir güzel yaz sabahı!” dediğini yanından geçerken işittim. Demek ki beni boğan şey hava değil; kalbimi, beynimi, bütün keyfimi, bütün vücudumu saran keder buhranıydı!
Tevfik Fikret (Küçük Aile - Hikâyeler)
O çehreyi görmekle niçin titredim birden, o gözlerde niçin gizli bir bakış aradım? Arzulu bir aşk deliliğine alışkın değilim, öyleyken niçin o gözlere dikkatle baktım? Niçin? Niçin? Bu “niçin”lerle şimdi dilimde en sitemli inlemeler heyecanla titriyor. Kabahatim, dudaklarında gizli bir gülüş sönerken kırgın ve çekingen bir şekilde ona bakmaktı.
Tevfik Fikret (Küçük Aile - Hikâyeler)
Aldanma, ben ağlamam desem de: Ruhumu okşıyan hayâlin karşısında, gözyaşlarım kirpiklerimin ucunda! Lâkin ayrılık gecesi uzayıp soğudukça bu tâze kaynak artık donar kalbimde; artık yalnızca ve ebedi gömülmüşümdür sanki, bir türbeyi andıran köşemde duruşum, asık yüzlü, gücenik bir adama, yokluğa arkadaş olan bir mûtekife benzer... Ancak dönüp geldizin vakit, bütün sevgimle senden seni sorduğum, ve sevimli bakışınla sanki içimde taştan bir yığın hâlinde duran hayâta bir his, bir neşe yarattığın o dakika, yalnız o zaman bu keder tabutundan can atarcasına sıyrılıp çıkarken hissettiğim kalp çarpıntısını hisseyliyemez kimse o şiddetiyle. Hattâ çok şeyler yalvaran bir mûtekife Allah'ı, cennetiyle beraber gökleri bağışlasa bile!
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)
Güzelliğin bütün duygularını değiştirir gibi: Saçtığın nurla, kederin çehresi güler, önünde bir seher gibi aydınlanır durur gecelerin karanlığı. Bu göksel yüzüne öyle bir saygıdır ki, çevrende depremler hep sükûnet bulur; eğer dargın bir bakışın göke çarpsa, tepe-aşağı düşer! Mâna taşıyan vaziyetin şiirlerden güzeldir; şâir değil ama ne kadar şâirânesin! Aşkın sâflığına çiçeklerden daha güzel bir misâlsin.
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)
Atatürk, sonraki yıllarda ondan söz ederken, “Ben Fikret'e yetişemedim. Onun sohbetinden istifade edemedim. Bunun için kendimi bedbaht sayarım. Ama, bütün eserlerini okudum. Birçoğu da ezberimdedir. O, hem büyük şair, hem de büyük insandı...” demiştir.
Orhan Karaveli (Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği)
Fikret'in “Ferdâ”sıyla geleceğe ilk adımlar atılmaya başlanmıştır. Fikret'in, bir kez bile yüzünü görmediği halde ilk gençliğinden başlayarak saplantılardan ve dogmatizmden uzak, yenilikçi, çağdaş ve devrimci fikirlerle donattığı, bu, -Tanrı'nın herhalde, yok olup gitmelerini istemediği Türklere armağanı olan- güzel ve sarışın çocuk, bütün kurtuluş, kuruluş ve Cumhuriyet yıllarından 1938'de Elazığ'a yaptığı son yurt gezisine kadar Fikret'in izinden ve fikirlerinden hiç sapmamış; ulusuna, üstüne basa basa, her fırsatta onu anlatmaya ve tanıtmaya çalışmıştır. Bazı öğütleri, “bire bir”, onun şiirindeki sözlerdir. Daha, Cumhuriyet'in ilk yılı bile dolmadan, 25 ağustos 1924'te Ankara'da toplanan “Muallimler Birliği Kongresi”nde heyecanla kendisini dinleyen öğretmenlere şöyle seslenir: “Cumhuriyet sizden 'fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür' nesiller İster...
Orhan Karaveli (Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği)
Siz, ey bilmediğim, görmediğim okurlarım! Size bunları ben, armağan olsun, diye sunuyorum. Size armağan olsun, diye; çünkü neden saklıyayım, o sizin görmediğim, bilmediğim gözleriniz, şiirlerimin sayfalarına cân ü gönülden bakarken belki bir noktada birden durarak sessiz ve gösterişsiz iki-üç damlacık akıtır... İşte ben hayâtımı bu ümit ile uğurlamaktayım. İki-üç şefkat damlası... Bana bu avunma yetişir; şu sıkıntılı çekişme dünyasında bütün haraplıklarla, bütün ıztırap ve fâcialarla geçen günlerimin ancak o iki-üç damladır yasını silecek.
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)
Yorgun “Benz”, Sultan Aziz tarafından 1800'lerde yaptırıldığı için onun adıyla anılan Aziziye Karakolu'nu geçip dar ve bozuk yoldan sarsıla sarsıla Bebek'e ulaşır. Birkaç dakika sonra da Aşiyan'a sapan dik yokuşun başına. İki arkadaş: — Buradan sonrasını yürüyeceğiz... diyerek arabadan inerler. Otomobilin çıkamayacağı bakımsız ve daracık yokuşu tırmanırken Paşa'nın yaveri de biraz geriden onları izlemektedir. Mustafa Kemal, koluna girdiği, Harbiye'den manej hocasına yüreğinin derinliklerinden gelen bir sesle Fikret'e olan sevgisini anlatır: — Ben inkılâp ruhunu ondan aldım. Ziyaret edeceğim yerlerin başında elbette Aşiyan gelir! Bir de sır verir hocasına bu yokuşta: — Yakında Anadolu'ya gidiyorum! Sen ne dersin? Hocası cevap verir: — Daha ne duruyorsun?.. Kim bilir? Mustafa Kemal memleketi kurtarma kararını ilk kez belki de Fikret'in katına tırmanırken açıklamaktadır. Aşiyan'a çıkılır, saygı duruşunda bulunulur ve bu tarihî ziyaret, anı defterindeki, şair yazar ve gazeteci Süleyman Nazif (1869-1927) tarafından anlamlı ve edebî bir üslûpla kaleme alınıp şair ve yazar kardeşi Faik Ali'nin (Ozansoy, 1876-1950) yanı sıra Mustafa Kemal Paşa tarafından da imzalanan şu kısa fakat düşündürücü tümceyle ölümsüzleştirilir. “ 'Tavâf-ı tahatturunda bulunmakla mübâhi perestişkâran-ı Fikret.' Mustafa Kemal-Süleyman Nazif-Faik Ali, 19 ağustos 1918”* Bugünün Türkçesiyle “Anısı çevresinde bulunmakla övünen, Fikret'i taparcasına sevenler.” *Mustafa Baydar, Varlık dergisi, 15 aralık 1967.
Orhan Karaveli (Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği)
Atatürk Cumhuriyet döneminde her fırsatta Fikret'i övmüş; toplantılarda şiirlerini okumuş ve okutmuş; yurtseverliğinin ve uygarlık tutkusunun gençlere örnek olmasını istemiştir. Bir söyleşi sırasında orada bulunanlara şöyle bir soru yöneltir: “Bu yurdun ve ulusun uygar dünya ulusları arasında ün ve onurla yaşayabilmesi için gereken her şeyi düşünen, yazan ve bu uğurda yaşamını feda eden şair kimdir? Gençlerden, “Namık Kemal”, “Hâmid”, “Ziya Gökalp” gibi farklı yanıtlar gelir. Atatürk, o tatlı Rumeli ağzıyla, beklediği yanıtı kendisi verir: “Fikret be çocuklar!.. Fikret be çocuklar!.. Fikret be çocuklar!.. O, bizden çok daha ilerisini görebilen bir insandı. Yazık ki biz ona hâlâ yetişemedik!..” Atatürk'ün şu sözlerini anımsatmakta da yarar görüyorum: "Biz onu mektep sıralarında okurduk. Ondaki heybet, vakur âhenk hiçbir şairimizde yoktur... Ancak onu iyi tanıyanlar ve tanıyacak olanlar, benim bugün yapmak istediklerimi kavrayabilirler!..”* Gene Atatürk'ten, bir başka toplantıda söylenmiş sözler: “O, karanlıklarda bir nur gören ve yurttaşlarını o nûra götürmeye çalışan yegâne şair ve yegâne insandı..."** (...) Bir vapur gezisi sırasında etrafını çeviren gençlerle Fikret'i ve şiirlerini konuşurken gençlerden biri “Ferdâ'yı okumamı ister misiniz Atam?” diyerek ileri atılır. Bu sözler üzerine Atatürk'ün çehresinde tatlı çizgiler belirir ve der ki: “Ferdâ'yı mı?.. O benim en sevdiğim şiiridir Fikret'in. Sana söyletmeyip kendim okuyacağımı!..”*** *Aziz Naci Doğan, Cumhuriyet, 19 ağustos 2004. ** Abdullah Tekin, Cumhuriyet Kitap, 25 kasım 2004. *** Mustafa Baydar, Varlık dergisi, 15 aralık 1967.
Orhan Karaveli (Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği)
Ne kadar acılı bir yalnızlık üzüntüsü içinde yaşadığını arkadaşlarından birine yazdığı şubat 1898 tarihli mektupta görüyoruz. “Koca bir âlem içinde yalnızım... En yakın arkadaşlarımın arasında sokağa çıplak çıkmış bir adam hissiyle titriyorum... Herkes hiç olmazsa üniformalarla ne mal olduğunu gizliyor; herkes zamanın gösterişli alçaklığına bürünebiliyor; herkes namuslu geçinerek yaşamanın kolayını buluyor; herkes bu rezil ortamda nefes alabilme olanağına sahip... Üzüntümün derecesini düşünemezsin kardeşim! Kendimi taşlara çarpacağım geliyor; fakat hani benim samimi kanımla kirlenecek bir temiz taş?... diyen Fikret arkadaşlarını kendine lâyık bulamadı ve -öyle görünüyor ki- bunda da çok haklıydı...
Orhan Karaveli (Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği)
Ben ki, hepsinden şüphe ederim; Kime sorsam, diyor ki “Yok haberim.” Kim bilir, belki hepsi boş inanç; Belki aldanmak hayatta, ihtiyaç? Kim bilir, belki hepsi doğru da, ben Habersizim yanıldığım hissimden, Var'ı “yok” bilmek istedim, yok'u “var”. Şüphe... İşte “sözde” suçum, ne zarar? Şüphe, bir nûra doğru koşmaktır; Hakkı aydınlatmak akıl için haktır. Kim bilir belki bir yokluk mevcut; Belki âhiret de var... Fakat bu vücut, Eseri olmakla yaratıcı ebedin Neye olsun esiri bin derdin? Ne için yoktan eyleyip icat Vermek ancak yok olmaya istidat? Kim bilir, belki aslımız toprak, Onu bir mustarip çamur yapmak - Ki, gözenekleri kanla, yaşla dolu-; Hangi hain tesadüfün işi bu?
Orhan Karaveli (Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği)
Ey taş, sen ey paslı kitâbesi âlemin, Andıran başını kırılmış bir sfenks heykelinin! Duruşunla hilkati seyredersin şüphe dolu, Anladın mı bâri o büyük sırrı sen? Sen bâri anladın mı, sen ey huzura ermiş kalp, Neden âlemde hep taş yüreklerin keyfi yerinde?
Orhan Karaveli (Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği)
Güzel mi değilsin?.. Evet, ben de o fikirdeyim, güzel değilsin, Sana tapınışım güzelliğin için... gözleri kamaştıran, yürekleri oynatan o şimşekten çehrende bir parıltı, bir kıvılcım parladığı için olsaydı karşında bir dakika gözlerim kamaşır, bir dakika yüreğim oynardı, bir dakika sana tapmış olurdum; sonra ihtimal ki o bir dakikalık zaafım için fikren mahcup olur, pişman olur geçerdim. Şimdiye kadar, emin ol sevgilim, şimdiye kadar hiçbir güzellik beni karşısında bir dakikadan fazla tutamamış, hiçbir ışıltı bakışlarımı bir dakikadan fazla cezbetmeyi başaramamış, hiçbir cazibe yüreğimi bu kadar uzun bir mutluluk bağıyla bağlayamamıştır. Eşyada bir güzellik biliyorum ki var olması onların kendilerinden ziyade benim hissime, benim bakışıma, benim zevkime, bana, sırf bana ait; ben olmasam, ben öyle anlamasam, ben öyle görmesem, ben öyle hissetmesem onlar güzel olmayacak, onlardaki o güzellik bir hayal olacak, yok olacak; fakat ben varım ve benim hissim, bakışım, zevkim var ki onlarda o güzelliğin var olmasını sağlıyor... Onları bana güzel, gösterişli, cazip gösteriyor. Halbuki sen öyle değilsin; güzel olmamakla beraber sende güzelliklerin üstünde bir tecelli, cazibelerden tesirli bir ruh, şimşeklerden göz kamaştırıcı bir parıltı var; sende öyle bir şey var ki başkasında olsaydı şüphesiz beni lakayt bırakırdı; öyle bir şey ki işte sende benden başkasına benim gibi tesir etmiyor, ondan ancak ben bu kadar etkileniyor, ancak ben onunla seni bu kadar seviyorum, sana tapınıyorum. Acaba nedir bu şey ki hiç kimsede, şimdiye kadar hiç kimsede varlığına tesadüf etmedim? Yalnız sende gördüğüm, sende görüp de bayıldığım, sevdiğim, tapındığım bu şey, bu hiçbir şeye benzemeyen şey sanıyorum ki ben, evet biçare kadın, benim... Ve sen yalnız bana beni gösterdiğin için, bana beni sevdirdiğin için seviliyor; bu ezici vazifeyi yerine getireceğim diye kendi kendini harap ettiğin için bu mükâfata, bu alçak ücrete, bu kalp sadakasına layık görülüyorsun... Yalnız onun için!
Tevfik Fikret (Senin İçin - Toplu Hikâyeleri)
Bir cevap Buyurulmuş ki: Şimdi Allah'a söver, sonra, biraz bol para ver, Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder, Molla Sırat'a Ben ki, üç beş pulu tercihinden Protestanlara zangoçluk eden Şairim... Kesin bilgi kürsüsünün ziyneti, İslam dininin yorumcu şairi Molla Sırat hazretlerine edebî Saygılarımı sunarak Tereddütsüz diyorum ki: Zangoçluk Sıfatına lâyık bulunduk; Lâkin aldanma sakın üstadım, Ben de bir parça inanırım Tanrı'nın birliğine Bana anlatma o güzel dini, Bilirim ben de senin bildiğini; Okudum ben de ilâhi kitabı, Dinledim ben de ilâhi hitâbı; Ben de sizin gibi cami cami Dolaşıp namaz kıldım; - Cennet isteğiyle meşgul hayâlim, Cehennem korkusuyla üzgün yüreğim- Ben de tırmandım ulu Tûba'ya Ben de çıktım Melâ-i Âlâ'ya; Ben de âşıktım ezan nağmesine Bir koşardım ki o Allah sesine! Ben de tespih, dua, savm ü salât, Hepsini, hepsini yaptım, heyhât! Çünkü telkinlere aldanmıştım, Kandığın şeylere hep kanmıştım; Bilmeden, görmeden iman ettim, Nefsimi dinime kurban ettim; Sevdim Allah'ı da Peygamber'i de; O alay kaldı bugün hep geride. Anladım çünkü hakikat başka, Başka yoldan varılırmış Hakk'a. Saydığın hârikalar, mucizeler Birer zekâ büyüsüdür ki insan Sürekli açıyor sırlarını; Mucize gösterenler unutmuş yarını. Aldatan ve aldanan o İsa, Musa; Köhne bir tılsımlı yalandır asâ, İnsanın böyle sapmaları var; Putunu kendi yapar, kendi tapar. Ara git kilisesini, gez Kâbe'sini, Dinle tekbiri, işit çan sesini, Göreceksin ki, bütün boşluktur, Umduğun, beklediğin şey yoktur; “Yapma”, Allah'ı gibi Şeytan'ı, Buda'sı, Ehrimen'i, Yezdân'ı; Topunun yaradanı bir korkak kuruntu Gölgeler, gölgeler... Onlarda derin Bir karanlık sezerek çevrildim, Acı bir darbe yiyip devrildim. Şimdi cennete cehenneme aldırmadan Süzerim evreni hayran hayran! Ben ne tapınılan ne taptıran bilirim Kendimi yaratılışa tapan bilirim. Gökte binlerce mescit görürüm, Orada vicdânımı secdede görürüm. Bu secdedir işte benim tapınmam, Bu ibadetle geçer zamanım, Bu ibadetle övünür, sevinirim. Beni ben bir kayadan fark edemem: Bir minik kuşla biriz tapmakta: Ben de “Lâilâhe-ill-Allah” derim ishakkuşu da. Doğruluk, sevgi ve vefa, tevazu, Merhamet, iyilik ve yurtseverlik, hakkaniyet Sonra bir şaire “zangoç” dememek... İşte vicdanımın yörüngesi bunlar! Düşünüp işlemek âyinimdir, Yaşamak dini benim dinimdir. Müminim: Varlığa imanım var, Her kanat bir meleği açıklar Peygamberlere göstermem ilgi, Bir örümcek götürür Hakk'a beni!.. Kitabım tabiatın kitabı, Bendedir iyinin de kötünün de sebebi. Varırım böylece mezarıma dek, Diriliş ve öbür dünyaya gerek görmem pek. Taşırım coşkun yüreğimde İnsanın aşkını da elemini de... Din-i Hakk bence bugün din-i hayat... Sen ne dersin buna, ey Molla Sırat?..
Orhan Karaveli (Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği)
Ey hayatımızla bizim oynayan efendiler! İsterseniz, şu anda kapansın kitaplarla akıllar; günler kararsın, teselli ufukları gülmesin; isterseniz şu gözler, ağızlar... Biraz bakan, bir parça fark eden, düşünen... “Hak, şeref, vatan, kanun!” diyen ne varsa silinsin, görülmesin; hattâ semâ yüzüstü kapansın, ve ağlasın... Yalnız, aman, o uğursuz pencere açılmasın; yalnız o gülmesin!
Orhan Karaveli (Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği)
Yükselmeli, dokunmalı alnın semâlara; Doymaz beşer dedikleri kuş, îtilâlara!
Tevfik Fikret
Yükselmeli, dokunmalı alnın semâlara; doymaz beşer dedikleri kuş, i'tilâlara... Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır; durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır! (FERDÂ)
Tevfik Fikret
Hayatı bence teessürdür eyleyen isbat,
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)
emellerimde soluk bir hazan tezehhür eder.
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)
Firâk... Belki o, lâkin düşünme encâmı, Çıkar şu vehm-i sa'adet-güzârı fikrinden; Yeter, yeter bize aşkın hayâl-i hod-gâmı!
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)
Nev-emel bir çocuk inâdiyle Şu atılmış, kırık rübâbımdan Bir sürûd istedin... Peki, dinle: Dinle târ-ı şikeste-i rûhu, Dinle şekvâ-yrrûh-ı mecrûhu; Fakat incinme iktirâbımdan.
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)
Kayık çocuk gibidir: Oynuyor mu kayd etme, Dokunma keyfine; yalnız tetik bulun, zîrâ Deniz kadın gibidir: Hiç inanmak olmaz ha!
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)
Zavallı soytarı, uğraş hayâta kanmak için... Bu böyle işte, için ağlıyor, fakat güleceksin; Ya sen hayâtını satmış değil misin?.. Öleceksin!
Tevfik Fikret (Rübab-ı Şikeste)