Otoriter Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Otoriter. Here they are! All 25 of them:

O yıllarda hayatımda en büyük otorite kuşkusuz annemdi. İstiklal mahkemeleri yetkisine sahip; kafasına göre karar verebilen; kestiği parmağın acımadığını, acısa bile öptüğünde geçtiğine inandırmış; yasama, yürütme ve yargı organıydı.
Selçuk Aydemir
Açık konuşalım: Her rejim, hatta en otoriter olan bile değişken bir denge durumunda ayakta kalabilir, bu nedenle kendi baskı donanımının varlığını sürekli olarak haklı göstermesi gerekir ve baskı uygulayacak bir şeylere gereksinme duyar.
Italo Calvino (If on a Winter’s Night a Traveler)
Sonuç olarak hepimizin içinde şiddet potansiyelinin olduğunu ve bunu yönetmeye çalıştığımızı, otorite figürünün komutu altında gönülsüz de olsa şiddetin bir parçası olabileceğimizi, otorite figürü ortada olmadığında ise yetki verildiğinde zamanla şiddet üretebileceğimizi çıkarsayabiliriz.
Anonymous
İradesini gerçekleştiren tek insan, bunun için başkasının yardımına gereksinimi olmayan insandır: Buradan, tüm iyiliklerin en başta geleninin otorite değil, özgürlük olduğu sonucu çıkar. Gerçekten özgür olan insan yalnızca yapabileceğini ister ve hoşuna gideni yapar. İşte bu benim temel özdeyişim. Yeter ki bunu çocuklara uygulayalım, o zaman tüm eğitim kuralları bundan doğacaktır.
Jean-Jacques Rousseau (Emile: or Concerning Education)
Güneşin batmasını görmek isterim... Hatırım için... Emredin de güneş batsın. - Bir generale kelebek olup bir çiçekten bir çiçeğe uçmasını veya bir trajedi yazmasını veya deniz kuşu olmasını emretsem de general emrimi yerine getirmese, suç kimde olur, onda mı, ben de mi? - Sizde, dedi Küçük Prens, hiç çekinmeden. - Tamam, herkesten, yapabileceği şeyi istemeli. Otorite de her şeyden önce akla dayanır. Sen kalkıp halkına kendilerini denize atmalarını buyurursan, halk ayaklanır, devrim yapar. Akla yakın buyruklar verdiğim içindir ki, yerine getirilmelerini istemek hakkımdır.
Antoine de Saint-Exupéry (The Little Prince)
Bir adam yetiştirmeye kalkışma cesaretini göstermeden önce, insanın kendisinin adam olmuş olması gerektiğini anımsayın; insanın göstermek istediği örneği kendinde bulması gerekir. Çocuk henüz bir şey bilmezken, bakışlarını çevresindeki şeyler arasında görmesi uygun olan şeylere çevirmeye hazırlamak için zaman vardır. Kendinizi herkes tarafından sayılır, sevilir kılın; herkesin sizin hoşunuza gitmeye çalışması için, kendinizi sevdirmekle işe başlayın. Eğer çocuğun çevresindeki şeylere hiç egemen değilseniz, ona da hiç egemen olamazsınız ve bu otorite, erdeme değer vermeye dayalı değilse, hiçbir zaman yeterli olmayacaktır. Kesenin ağzını adamakıllı açıp parayı avuç avuç saçmak bir işe yaramaz; paranın kimseyi sevdirdiğini hiç görmedim.
Jean-Jacques Rousseau (Emile: or Concerning Education)
onu engelleyen fren otorite değil, güç olsun; yapmaması gereken şeyi ona yasaklamayın, bunu açıklamadan, düşünce yürütmeden yapmasını engelleyin: Yapmasına izin verdiğiniz şeyi, yalvarmalara, ricalara gerek kalmadan, özellikle de koşulsuz olarak verin. Zevkle verin, ancak tiksinmeyle geri çevirin; ancak tüm geri çevirmeleriniz geri alınamaz olsun, hiçbir usandırma sizi sarsmasın, ağzınızdan çıkmış hayır sözcüğü tunçtan birduvar olsun, çocuk da bu duvar karşısında beş altı kez gücünü tükettikten sonra artık onu devirmeye kalkışmayacaktır. Onu böylece, istemiş olduğunu elde etmemiş olsa da, sabırlı, dengeli, yazgıya boyun eğen biri yaparsınız, çünkü başkasının kötü niyetine değil, şeylerin zorunluluğuna sabırla katlanmak insanın doğasındadır. Kalmadı sözü bir çocuğun aldığı ve buna karşı hiçbir zaman başkaldırmayacağı bir yanıttır, yeter ki bunun bir yalan olduğunu sanmasın. Zaten burada ikisinin ortası da yoktur; ondan hiçbir şey istememek ya da önce onu tam bir boyun eğmeye alıştırmak gerekir. En kötü eğitim, onu kendi istekleri ve sizin istekleriniz arasında bocalamaya bırakmak ve onunla aranızda ikinizden hangisinin öğretmen olduğunu tartışmaktır; ben öğretmenin her zaman öğretmen kalmasını yüz kez yeğlerim.
Jean-Jacques Rousseau (Emile: or Concerning Education)
Onlar on sekiz yaşında bizleri yetişkinler dünyasına; çalışma, vazife, kültür, ilerleme dünyasına; geleceğin dünyasına ileten yol göstericiler olmalıydılar. Biz zaman zaman, onları alaya aldık, onlara ufak tefek oyunlar oynadık, ama temelde inanıyorduk onlara. Daha geniş bir anlayış, daha insanca bir bilgi, düşüncelerimizde, temsilci oldukları otorite kavramıyla birleşiyordu. Şu var ki, gördüğümüz ilk ölü, bizdeki bu inancı paramparça etti. Yaşımızın onların yaşından daha saygıdeğer bir yaş olduğunu anladık; onlar bizden sadece laf ebeliğinde, becerikli oluşta üstündüler. İlk yaylım ateş, bize onların yanlışını gösterdi; onların bize öğrettiği dünya görüşü bu bombardıman karşısında yıkılıverdi. Onlar hala yazıp söylerlerken, biz hastaneleri, can çekişenleri görüyorduk; onlar devlete hizmeti en büyük fazilet diye vasıflandırırken biz artık ölüm korkusunun daha baskın olduğunu anlamış bulunuyorduk. Ama yine de isyan etmedik, askerden kaçmadık, korkak olmadık. - Bütün bu sözleri onlar öyle bol kullanıyorlardı ki! - Biz vatanımızı onlar kadar seviyor her hücumda ileri atılıyorduk. - Ama şimdi ayırdediyoruz; birdenbire görmeyi öğrendik, onların dünyalarından hiçbir şey kalmadığını gördük. Ansızın, korkunç bir şekilde, yapayalnız bulduk kendimizi ve bu işi bir başımıza halletmek zorunda kaldık.
Erich Maria Remarque (All Quiet on the Western Front)
İnsanoğlu başkalarının boyunduruğu altına girmek konusunda, içinde öylesine büyük bir eğilimi barındırıyor ki, hipnotizör pozuyla ortaya çıkan bir kişinin kurbanı olabiliyor; bunun da tek nedeni, insanların çoğunun körü körüne itaat etme, otorite karşısında boyun eğme, blöflere kapılma, istenen yöne çekilip götürülme, eleştirisiz teslimiyet gösterme gibi ruh durumlarını şimdiye kadar sık sık yaşamış olmalarıdır.
Anonymous
Endüstrileşmenin birleştirme ihtiyacı kendini gösterirken, ulusal devletin anlamı da daha iyi ortaya çıktı. Spengler'ın dediği gibi, uluslar "ruhsal birimler," "zihinsel topluluklar" veya "toplumsal ruhlar" değildir. Kenan'ın ifade ettiği gibi "zengin bir anı mirası" veya Ortega'nın dediği gibi "ortak bir gelecek hayali" de değildir. Adına modern ulus dediğimiz şey, bir İkinci Dalga fenomenidir: Birleşmiş tek bir ekonomi üzerine yerleştirilmiş tek bir birleşik politik otorite! Kendi kendilerine yetmeyi bilen ve başkalarıyla pek fazla iletişime girmeyen ekonomilerin kabataslak bir araya gelmesiyle bir ulus oluşmaz. Yerel ekonomilerin rasgele bir şekilde toplanmasına dayanılarak böyle bir oluşuma gidilirse, tamamen birleştirilmiş bir politik sistem de modern anlamda bir ulus olarak kabul edilemez. Modern ulusu oluşturan bu ikisi —birleşmiş bir politik sistem ve birleşmiş bir ekonomi— mükemmel bir şekilde birleşmek zorundadır. Birleşik Devletler, Fransa, Almanya ve Avrupa'nın geri kalanında endüstri devrimiyle tetiklenen milliyetçi yükseliş, politik birleşmeyi İkinci Dalga ile ortaya çıkan ekonomik birleşmenin seviyesine taşıma çabaları olarak tanımlanabilirdi. Dünyanın birbirinden uzak ulus birimlerine bölünmesine neden olan şey, şiir sanatı veya mistik etkiler değil, bu çabalardı.
Anonymous
Otoriteden nefret ediyoruz çünkü insan olmak istiyoruz başkasının iradesiyle yönetilen makineler değil ve bu otorite din mi olmuş başka bir isim mi almış umurumuzda değil. - La Voz de la Mujer
Süreyyya Evren (Anarşizmler: Anarşizmin Geçmişi ve Tarihleri)
Çokkültürlü eğitim’, ‘anadilinde eğitim’ ve ‘barış eğitimi’ gibi kavramların kamuoyunda sıklıkla anıldığı bir dönemdeyiz. Topluma yön verme gücüne sahip olan bu tür kavramlar, reel siyasetin sıcağı ve hızı içinde yeterince ve ayrıntısıyla konuşulamıyor. Türkiye, gündemin çok hızlı değiştiği bir ülke; gündem değişse de bu kavramlar baki kalıyor. Peki, ne kadar biliyoruz çokkültürlü eğitimi ya da barış eğitimini? Nasıl olabilir bunlar örneğin, nelerdir gerçekleşme koşulları? Bu konulardaki akademik çalışmalar, konuların gündem maddeleri olarak işgal ettiği yerle orantısız olarak çok az sayıda. Eğitim, her şeyi değiştirecek bir altın formül ya da sihirli bir değnek değil; ancak savaşın kurumları barışın kurumlarına, tekçi kurumlar çoğulcu kurumlara dönüşecekse, eğitimde mutlak bir dönüşüm şart. Eğitim şart değil, fakat eğitimde dönüşüm şart ve toplumsal kurumlarda en başta. Müfredatı ve gizli müfredatıyla, eğitim dili ve yasaklı dilleriyle, otoriter yapısı üzerinden zayi ettiği nice öğrenciyle eğitimde dönüşüm şart. Yayınevimiz Doç. Dr. Ulaş Başar Gezgin’in bu değerli kitabının büyük bir boşluğu doldurmaya çalıştığını düşünerek, bu öncü çalışmayı okurlarımızın ilgi ve dikkatine sunuyor. Eleştirellikle ufkunu çerçevelemek yerine alternatif eğitim için de düşünce üreten böylesi bir çalışmanın alternatif okul girişimlerine katkısını da anmalı. Eğitimin ideolojisiyle başlayan kitap Gezi Direnişi’yle son buluyor. Son yazıda ele alınan “Gezi’den ne öğrendik?” sorusunun Gezi Direnişi’ne destek olan kesimlerce ilgiyle okunacağını tahmin ediyoruz. Çoğulcu ve demokratik bir okul ve bir toplum talebi ve dileğiyle...
Ulaş Başar Gezgin (İnsan Hakları, Demokratik Okul ve Anadilinde Öğretim İçin Çokkültürlü Eğitim)
Gezi Parkı'nda neler yaşandığını hatırlıyordum, korkunçtu. Hükümet acımasızca sürmüştü bizim çocukları göstericilerin üstüne. Hepimiz için utanç vericiydi. Bir kez daha anlamıştık ki bir ülkede otoriter bir yönetim varsa, ilk kaybeden polis teşkilatı olurdu.
Ahmet Ümit (Beyoğlu'nun En Güzel Abisi)
Kanaatime göre Müslüman dünyasındaki ahlâkî çöküntünün ve dinî hayattaki bozulmaların en önemli nedenlerinden biri otoriter siyaset anlayışının egemenliğidir. Bu anlayış, yandaş bir ulema sınıfı, bugün itibariyle bir din adamı sınıfı oluşturarak İslam'ı özünden saptırdığı gibi toplumu da ilim, iman, ahlâk, adalet ve İslam'dan saptırmıştır. Bu gerçeği kabul etmeden ve sorgulamadan çöküşten, kaos ve ahlaksızlıktan çıkış yolu bulacağımızı düşünmüyorum.
Abdulbaki Erdogmus (Islamsiz Müslümanlik)
Nitekim, Gennadiyus ile Patrikliğini onayladığı günün akşamı yaptığı uzun sohbette, siyasal otorite ile dini otoritenin ayrılığı konusunu ele almış ve uzun uzun siyasal iktidar ile dinsel iktidarın ayrı ellerde toplanmasının erdemlerini açıklamıştı. Sultan Mehmed'in bu açıklamalarından sonra, Gennadiyus da, bütün kalbiyle bu görüşe katıldığını belirtmişti. Sayfa: 25
Emre Kongar (Hocaefendi'nin Sandukası)
Otorite saygıyı kazanır, iktidarsa talep eder; otoritenin tuzağa ihtiyacı yokken iktidar, ürkütücü, ağırlık sunan giysiler gereksinir; otorite açık yürek, iktidarsa sıkılı yumruktur.
Michael Foley (The Age of Absurdity: Why Modern Life makes it Hard to be Happy)
Bunun içerdiği şey şudur: Sevgide (şiddetle değil) temellenen aile hayatı (PR §158); içinde kendi mülkiyetine sahip olma ve onu mübadele etme hakkının ve de kişinin kendi seçimiyle meşgul olmasını sürdürme özgürlüğünün garanti altına alındığı sivil toplum (PR §§182, 206); adaletin kamuda ve yayımlanmış yasalar temelinde idame edildiği hukuk mahkemeleri (PR §§215, 219); toplumun üyelerini koruyan ve onların haklarını savunan kamusal bir otorite ve korporasyonlar (PR §§230, 252); içinde monarşiye dayalı, yürütmeyle ilgili ve yasa koyucu güçlerin ayrıştığı ve de yasamadan sorumlu birliklerin (ya da “zümreler”in) kurulduğu bir devlet (PR §§273, 300). Böyle bir etik topluluk, “insanî bir varlık [sadece] kendi insanlığı sayesinde bir insanî varlık olarak sayılır, Yahudi, Katolik, Protestan, Alman, İtalyan vb. olduğu için değil” (PR §209 R) ilkesi üzerinde temellenir;
Anonymous
Demokrasilerde yönetici kararını ‘açıklar’ ve müzakerelerle ikna etmeye çalışır. Otoriter rejimlerde lider ‘buyurur’. Otoriter, sadece emrindekilere değil kamuoyuna da sürekli olarak yasalarını, icraatlarını, taleplerini ‘ben böyle istiyorum’ , ‘ben istemiyorum’ , ‘derhal yerine getirilsin’ üslubuyla dayatır. Fark etmekte gecikmemişsinizdir. Aslında bu dil çocuk dilidir. Çocuklar taleplerini böyle dile getirir. Olgunlaşmak, evrenin merkezinde yer almadığını fark etme, başka insanların da talepleri, bakış açıları, yaşam tarzları, inançları olabileceğini fark etme sürecidir. İşte bu nedenle Borges, sürekli emir kipinde konuşmalarını, diktatörlerin aslında ‘’çocukluktan çıkamamış insanlar’’ olduklarının delili olarak gösterir.
Anonymous
Yalnız kalınca Cranio'nun sözlerini yeniden düşündü. Haklıydı. O uzaktaki savaşın çalkantısının yarattığı dalgalar bu sakin suları da bulandırmaktaydı. Karşıt çıkarlar arasındaki bu çekişme bir zincirleme tepkime halinde masum halkları da kendi içine çekiyordu. Fakat şimdi kendini düşünmeliydi ve yaşamının geri kalan kısmında ne yapacağına karar vermeliydi. Keşiş onu komuta etmeyi bilmemekle suçlamıştı ve haklıydı da, ama işin aslı şu ki, o buna hiç aldırmıyordu. Onu bireyci olmakla da suçlamıştı ve bu da doğruydu. Peki ama niye akmakta olan bir akıntıdan faydalanmakla sınırlandırmalıydı kendini? Neden kendini, bir kural, bir ordu, bir saflaşma içine hapsetmeliydi? Hayatın kokusu onu her zaman deneyimlerin, ülkelerin ve insanların en umutsuzlarına doğru çekmişti. Yaşam oyunu çok hassasi nazik bir oyundu ve çok fazla dikkat ve saygıyla oynanmalıydı. Kendisinin olduğu kadar başkalarının da özgürlüğüne saygı, karar verme özgürlüğüne ve hepsinden de önemlisi davranış özgürlüğüne saygı duymak gerekliydi. Martılar portakal - turkuaz rengi gökyüzünde uçuşmakta ve okyanus davetkar bir halde sozsuz ufka doğru açılmaktaydı. Hayal gücü onu buralardan, bu kulübeden uzaklara sürüklüyordu ama biraz daha beklemesi gerekecekti. Çok fazla hassas dengeler, farklı ilgi alanları ve karşıt çıkarlar, çok fazla otorite ve sineye çekilecek çok fazla boyun eğme, uzlaşma vardı. Bir sigara yaktı ve bacak bacak üstüne atarak ayaklarını verandanın parmaklıklarına dayadı, sonra uzun bir duman üfledi ve büyük bir zevkle romundan bir yudum aldı. Önemli olan, her zaman, günün en iyi anlarının tadını çıkarmayı bilmekti ve şimdi günün en sevdiği anıydı. Kendini dumanın onu sarıp sarmalamasına bıraktı ve içkisini bitirdi. Daha sonra bugün olup bitenler hakkında düşünecekti ama sonuçta, bütün bu hikayeden sıkılmıştı ve ilk fırsatta başka bir adaya çekip gidecekti. Bu okyanusun ufkunda fırtınalardan korunmak veya dinlenmek ve aşık olmak için her zaman başka bir ada olacaktı. O açık ufuk yola çıkmak için bir davetiye gibi her zaman orada onu bekliyordu.
Hugo Pratt (Corto maltese. Una ballata del mare salato)
...Bu yıkıcı teslimiyetçilik ve karşı gelmeme pedagojisinin, en az elli yerinde mücadele ve direniş prensiplerinin zikredildiği Kur'an adına öğütlenmesi ayrı bir paradokstur.Rahatlıkla söylenebilir ki Kur'an teslimiyetçiliği yasaklamıştır.Çok sayıda sahte büyüklük ve otorite yerine Kur'an,sadece tek ve biricik teslimiyeti tesis etmiştir:Allah'a olan teslimiyet.Ancak Allah'a olan bu teslimiyette Kur'an insan için özgürlük inşa ederek,onu bütün korkulardan ve diğer bütün teslimiyetlerden kurtarmıştır...
Alija Izetbegović (İslami Yeniden Doğuşun Sorunları)
Demokrasi yalnızca insanların cesur oldukları ülkelerde var olabilir! Korkak milletler her zaman otoriter rejimler altında yaşarlar!
Mehmet Murat ildan
Her milletin tarihinde vahşi atlar gibi davranma, özgürlüğünü yok etmeye çalışan her türlü otoriteyi reddetme zamanı gelir!
Mehmet Murat ildan
Bazı akıllı ve onurlu milletler rejimlerini otoriterden demokratik olana değiştirirler ve bazı zayıf karakterli diktatör sevici sefil milletler de tam tersini yaparlar! Özgürlüğünden vazgeçmiş bir insanda karakter aramaya çalışma, çünkü hiç yoktur!
Mehmet Murat ildan
Eğer herkes bir otoriteye boyun eğmek için ayağa kalkıyorsa, sen otur! Eğer herkes bir otoriteye boyun eğmek için oturuyorsa, sen ayağa kalk!
Mehmet Murat ildan
Anlatılmayacak bir niteliği tarif etme çabası. “Şibumi, sıradan, olağan görünümlerin altında yatan gizli üstünlükleri anlatır. Şöyle düşün: O kadar doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok. O kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok. Şibumi demek, bilgiden çok anlayış demek. İfade dolu bir sessizlik demek. Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçakgönüllülük demek. Sanatta şibumi zarif bir basitliği ifade eder. Buna sabi denir. Felsefedeyse kendini wabi olarak gösterir. Büyük bir ruhsal rahatlıktır ama pasiflik değildir. Bir insanın kişiliğindeyse... nasıl söylemeli... Hakimiyet peşinde olmayan otorite mi? Onun gibi bir şey.
Şibumi, Trevanian