Okumak Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Okumak. Here they are! All 100 of them:

İnsanın başkalarına söylemek istedikleri kendi duymak istedikleridir.Yazdıkları,okumak istedikleridir.Sevmesi sevilmeyi istediği biçimdedir.
Tezer Özlü (Kalanlar)
Benden okumak için kitap önermemi isteyenlerin kalbimi de istediklerini sanıyordum, hâlâ öyle!
Barış Bıçakçı (Bizim Büyük Çaresizliğimiz)
Ama o andan sonra, Hermione Granger arkadaşları oldu. Bazı olaylar vardır, dostluklara yol açar, dört metre boyunda bir ifritin canına okumak da öyle bir olaydı işte.
J.K. Rowling
Okuduklarin yasadiklarini degistirir, degistirmese bile farkli bir gozle gormeni saglar.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Gel peşimden, ey okur! Kim söyledi sana yeryüzünde gerçek, sadık, sonsuz aşk olmadığını? O yalancının iğrenç dilini kessinler! Gel peşimden, ey okurum ve sadece benim peşimden gel, ben sana böyle bir aşk göstereceğim!
Mikhail Bulgakov (The Master and Margarita)
Benim için kitap okurken hala önemli olan anlamaktan çok, okuduğum şeye uygun düşler kurmaktır.
Orhan Pamuk (Istanbul: Memories and the City)
... okumak mağlupların işi.
Murat Uyurkulak (Har)
Oldukça cahilimdir, ama epey okurum.
J.D. Salinger (The Catcher in the Rye)
İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Yazdıkları, okumak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir.” Tezer Özlü, ‘Kalanlar’, sayfa 61
Tezer Özlü (Kalanlar)
Okumak kimilerine yazmayı öğretir, banaysa yazmamayı öğretti. Edebiyat ve ibadet dahil, bir tür vecd hali yaratan bütün faaliyetlerin niahi amacı o faaliyeti yapmamayı öğretmek olmalı.
Barış Bıçakçı (Bizim Büyük Çaresizliğimiz)
Aslında kötü bir alışkanlıktır okumak, öteki bütün kötü alışkanlıkların yerini tutabilecek ya da onların yerine herkesi daha bir yoğun biçimde yaşamaya itebilecek bir alışkanlıktır, delicesine bir yaşam biçimidir, insanı yiyip bitiren bir tutkudur. Hayır, uyuşturucu kullanmıyorum, kitapları kullanıyorum...
Ingeborg Bachmann (Malina)
Hiçbir zaman inandıramadım seni kahramansız bir dünyaya neden inandığıma. Hiçbir zaman inandıramadım seni o kahramanları uyduran zavallı yazarların neden kahraman olmadıklarına. Hiçbir zaman inandıramadım seni o dergilerde resimleri çıkanların bizden başka bir soydan olduğuna. Hiçbir zaman inandıramadım seni sıradan bir hayata razı olman gerektiğine. Hiçbir zaman inandıramadım seni, o sıradan hayatta benim de bir yerim olması gerektiğine.
Orhan Pamuk (The Black Book)
Etrafın seni sıktığı zaman kitap oku...Ben şimdiye kadar herşeyden çok kitaplarımı severdim.Bundan sonra her şeyden çok seveceğim ve kitapları beraber seveceğiz.İnsan muhitin bayağı ,manasız,soğuk tesirleriden kurtulmak istediği zaman yalnız okumak fayda verir.Bana en felaketli günlerimde kitaplarım arkadaş olmuştu.Fakat bu yetmiyor .Şiirlerimde de gördün ki kitaplara rağmen çok ıstırap çektim.Çünkü candan bir insanım yoktu.Sen benim yarım kalan tarafımı ikmal edeceksin
Sabahattin Ali (Canım Aliye, Ruhum Filiz)
Çünkü bir başkasının belleğini ağır ağır edinmekten başka neydi ki okumak?
Orhan Pamuk (The Black Book)
Madem ki insanlar birbirine acı veriyordu, o zaman en güzel şey hayata meydan okumak ve mutlak bir yalnızlığı seçmekti.
Zülfü Livaneli (Leyla'nın Evi)
İki saatlik yaşam iki sayfalık bir yazıdan daha iyidir diye emin olmayın. Yazı yoksuldur ama daha temizdir.
Franz Kafka (Letters to Milena)
Özlü sözleri okumak, çoklu güneşe sahip bir gezegende yaşamaktır!
Mehmet Murat ildan
Doğrusu okumak gibi tatlı şey yok! Başka her şey insanı kitaptan daha çabuk yoruyor!.. Kendi evim olduğu zaman müthiş bir kütüphanem olmazsa mutsuz olurum.
Jane Austen (Pride and Prejudice)
Az bilmek için çok okumak gereklidir..
Montesquieu
İnsanların pek fazla okumayıp pek fazla düşünmedikleri bir ülkede güneş çoktan batmıştır!
Mehmet Murat ildan
Okumuyor ve düşünmüyorsan, okyanusa bakan pencerelerin kapalı demektir!
Mehmet Murat ildan
Geçmişin bilgeliğine acıkmış biri için, bir sahaftaki kitapların kokusu, dünyanın en güzel yemeklerinin kokusundan daha güzeldir!
Mehmet Murat ildan
...sevdiğiniz birinin ölümü, örneğin, yüzleşmenizi sağlayabilir kendinize söylediğiniz yalanlarla. ya da ananızdan yediğiniz okkalı bir dayak. üstelik siz, ananızın canınıza okumak için haklı duygusal gerekçeleri bulunduğuna inanmaya hazırken, içinizi parçalayan onun gözü dönmüşlüğü değil, beyninizi zedelememek için sopayı sadece kollarınıza ve bacaklarınıza indirecek kadar düşünceli davranması olabilir. nihayet onun elinden kurtulup kendinizi odanıza attığınızda pencereden giren akşam güneşinin ışığında neşeyle dans eden tozlar dört bir yana dağılır. onların huzurunu kaçırmak sizi öyle çok üzer ki, içiniz feci bir dışlanmış duygusuyla dolar. birden gözlerinize yaşlar hücum eder. bu küçük sevimli yaratıkların sizden korkmasını hazmedemezsiniz. iki saatlik dayak seansına gık demeden katlanan siz, yere kapanıp zırıl zırıl ağlamaya başlarsınız. sonra bir toz tanesi gelip parmağınızın üzerine konuverir. usulca oynatırsınız parmağınızı. hala oradadır. derken diğerleri ona katılırlar. yere yatarken üzerinize toz tanecikleri yağar. sırt çevirdiğiniz hayat o noktada sizi kucaklarken hıçkırıklarınız fraktal bir dans müziğine dönüşür. bir gün toz zerrecikleri sizi bağrına basarsa, bilin ki ya nirvanaya ulaştınız ya çıldırdınız. hangisi olduğuna kendiniz karar vereceksiniz.
Alper Canıgüz (Oğullar ve Rencide Ruhlar (Alper Kamu, #1))
Etrafın seni sıktığı zaman kitap oku...Ben şimdiye kadar herşeyden çok kitaplarımı severdim.Bundan sonra her şeyden çok seni seveceğim ve kitapları beraber seveceğiz.İnsan muhitin bayağı ,manasız,soğuk tesirleriden kurtulmak istediği zaman yalnız okumak fayda verir.Bana en felaketli günlerimde kitaplarım arkadaş olmuştu.Fakat bu yetmiyor .Şiirlerimde de gördün ki kitaplara rağmen çok ıstırap çektim.Çünkü candan bir insanım yoktu.Sen benim yarım kalan tarafımı ikmal edeceksin
Sabahattin Ali (Canım Aliye, Ruhum Filiz)
Okuduğun kitaptaki becerikli ve kederli kahraman bendim; mermer taşlar, iri sütunlar ve karanlık kayalar arasından rehberimle birlikte yeraltındaki kıpır kıpır hayatın mahkumlarına koşan ve yıldızlarla kaplı yedi kat göğün merdivenlerinden çıkan yolcu bendim; uçurumu aşan köprünün öteki ucundaki sevgilisine, "Ben senim!" diye seslenen ve yazarı onu kayırdığı için sigara küllüğündeki zehir izlerini çözen kül yutmaz dedektif bendim... Sen sabırsız, sessizce sayfayı çevirirdin. Aşk için cinayetler işledim, atımla Fırat Nehrini geçtim, piramitlere gömüldüm, kardinalleri öldürdüm: "Canım, ne anlatıyor o kitap öyle?" Sen evli barklı ev kadını, ben akşam o eve dönmüş kocaydım: "Hiç." En son otobüs, en boş otobüs bütün boşluğuyla evin önünden geçerken koltuklarımız karşılıklı titrerdi. Sen elinde kapağı kartondan kitap, ben elimde okuyamadığım gazete, sorardım: "Kahramanı ben olsam beni sever miydin?" "Saçmalama!" Gecenin acımasız sessizliği diye yazardı okuduğun kitaplar, sessizliğin acımasızlığı nedir bilirdim.
Orhan Pamuk (The Black Book)
Böylesi meraklı olduğunuzda beni gülümsetiyorsunuz Jane. Meraklı bir kuş gibi gözlerinizi kocaman açıyor ve istediğiniz çabuklukta cevap alamıyormuşçasına sabırsızca kıpırdanmaya başlıyor, sanki karşınızdakinin kalbini okumak istiyormuş gibi davranıyorsunuz.
Charlotte Brontë
Dünyada kitaplardan daha tuhaf satış metalarına rastlamak galiba imkânsızdır: Anlamayan kimseler tarafından basılır, anlamayan kimseler tarafından satılır, anlamayan kimseler tarafından okunulur, hatta tetkik ve tenkit edilir; ve şimdilerde artık onları anlamayan kimseler tarafından kaleme alınmaktadır.
Arthur Schopenhauer (Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine)
Her hareketin bir anlamı var. İnsan, benim gibi hareketten vazgeçerse, bu anlamları daha iyi hissediyor. Sigarayı yaktı; yanmış kibriti kutunun içine koydu. Her hareketini önceden hesaplarsan hata yapmazsın; aynı zamanda, düşüncelerini hareketlerinden ayırırsın. Ne yaptığını hatırlarsın; düşünceden harekete geçmek kolay olur böylece. Düşünmeğe başladığım sırada en son olarak sigara tablasını yere, kilimin üzerine koymuştum, dersin. Düşünceler seni bırakınca delirtici bir şaşkınlığa, gerçeğe alışmanın zorluğuna düşmezsin. Kaç sigara içtiğini, her birini nasıl söndürdüğünü, kibritleri nereye koyduğunu hatırlarsın. yoksa, birdenbire sigara tablasının içinde dört izmarit ve iki kibrit bulursan büyük bir korkuya kapılırsın: sigaramı nasıl yakmışım? Olağanüstü bir şey mi oldu bu arada? Aklımı mı kaybediyorum? Birden her şeyi unutacak mıyım? Oysa, içinden bir ses, kibrit kutusuna koydun, kibrit kutusuna koydun diye seni yatıştırırsa büyük bir ferahlık duyarsın; herkese ve her şeye meydan okumak için büyük bir cesaretle dolduğunu hissedersin. Benimle kimse başa çıkamaz hesabını veremeyeceğim tek dakikam yok diye gururlanırsın. Gerçekle rüyayı birbirinden ayırırsın. Bu iki kibriti ben rüyamda yakmadım. İşte kutuyu açıyorum: içinde iki tane yanmış kibrit. Kendi kendine gülümsersin: beni daha ele geçiremediniz. Korkuların bir an sürer geçer. Sayı ile hareketi renk ile düşünceyi sadece rüyanda karıştırdığın için endişe duymazsın. Hikmetler de birbirine karışmaz. Fakat bütün bu rüyaları neden gördüğünü biliyor musun? Her şeyi biliyorum. Eyvah! Mutfağın elektriğini söndürmeyi unutmuşum. Dur, telaşlanma; gider söndürürsün.
Oğuz Atay (Tehlikeli Oyunlar)
Okumak, sadece okumak. Okuyan insan, dünyanın aklına yaslar sırtını. O zenginlerin arkadaşları birkaç finansçı, üç beş holding yöneticisi. Üstelik içtenlikten her zaman şüphe duyulan ilişkiler içindeler. Oysa benim dostlarım dünyanın gelmiş geçmiş en akıllı ve en yaratıcı insanları: Aristoteles, Platon, İbn Rüşd, Faulkner, Homeros, Nietzsche, İbn Haldun... Bunları hangi maddiyatla bir tutabilirsin?
Zülfü Livaneli (Kardeşimin Hikâyesi)
Kitaplar hayat mücadelesine atılmış olanlara veya büyük ideal sahiplerinin geniş ufuklarına, yani ufuklar katmakta yardımcı olurlar. Demek ki okumak bir gaye değildir. Okumanın ve bilgi edindikten sonra mütalaada bulunmanın hedefi, dünya hakkında genel bir fikre ve görüşe sahip olmaktır. Sistemli biçimde okuyarak elde edilecek bilgiler, bir mozaik parçası gibi yerine yerleştirilmelidir. Böylece kitap okuyanın zihninde dünya hakkında genel bir fikir meydana getirilmelidir. Yoksa okuyucunun kafasında büyük bir değerden yoksun bir bilgi salatası meydana gelmemelidir. Bu bilgi salatası sahibine bir gurur vesilesi olsa da, herhangi bir işe yaramaz. Kafalarının içinde bilgi salatası taşıyan kimseler, kendilerinin çok şeyler bildiklerine hükmederler. Fakat bu gibi kimselerin hayatları ya bir hastanede ya da politika çukurunda son bulur.
Adolf Hitler (Mein Kampf)
Farklılıkların paradan kaynaklanabileceği hiç aklıma gelmezdi, insanların doğuştan temiz ya da pasaklı, zevk sahibi ya da sallapati olduğunu sanırdım. Ayyaşlık, konserve et, kenefin yanındaki çiviye asılmış gazete kağıtları, bunları kendilerinin seçtiğini ve böyle mutlu olduklarını sanırdım. Yığınla ders almak, kafa yormak, okumak gerekiyormuş böyle düşünmeyi bırakmak için, hele çocukken, insan her şeyin değişmez bir şekilde belirlenmiş olduğuna inanıyor.
Annie Ernaux (Les Armoires Vides (Korean Edition))
Yaratıcılık analitik düşünmekle çok ilgili. Bunun tek yolu bol bol kitap okumaktan geçiyor… “Bilgi” kitaplarını kastetmiyorum. Bahsettiğim Mark Twain, Tolstoy, Steinbeck, Balzac, Aziz Nesin kitapları. Çünkü ancak ve sadece roman-hikaye okuyarak geliştirilebilecek bir yetenektir “yaratıcılık”. Ancak okuyarak, olgular arasında ilişkiler kurup; benzer ve zıt kavramları süratle çarpıştırabilirsiniz. Sadece “okumuş” insanlar istenileni anlayabilir ve isteğini anlatabilir.
Ateş İlyas Başsoy (Modern Bir Rahibin İtirafları)
Hemen yakınındaki çevresi, zihne, okumanın yaptığı gibi, tek bir düşünceyi dayatmaz. Zihne sadece kendi doğasına ve içinde bulunduğu ruh haline uygun düşünceler düşünmesi için fırsat ve konu sunar. Sonuçta çok okumak beynin tüm elastikiyetini çalar, tıpkı bir ağırlığın baskısı altında yayın elastikiyetini kaybetmesi gibi... Dolayısıyla kendine ait herhangi bir düşünceye hiçbir zaman sahip olmamanın en kesin yolu, ne zaman boş zamanınız olsa gidip elinize bir kitap almak olacaktır.
Arthur Schopenhauer
İki haftamı ülkenizi dolaşarak geçirdim -ülkeniz, çılgın zamanlar mıntıkası ve televizyonda sürekli bir biçimde ereksiyon sorununu tedavi eden ilaçların reklamının yapıldığı o ülkeyse eğer- bu dergi için bilgi toplamakla görevlendirilmiş olarak: kırk yedi edebiyatsever, sinir bozucu derecede sakin olmakla beraber yüzü gülmeyen genç adam ve kadından oluşan, her ay bu köşedeki tüm iyi esprileri ayıklayan Hece Cümbüşü, artık Amerikan okuma alışkanlıklarından bihaber olduğuma karar verdi ve beni havaalanı kitapçılarına doğru (itiraf etmeliyim ki faydalı) bir geziye gönderdi. Bu sayede, biliyorum ki, en sevdiğiniz yazarınız Cormac McCarthy değil, hatta David Foster Wallace bile değil, Joel Osteen diye bir adam ki kendisi, hakkında bildiğim kadarıyla Cümbüş üyesi olabilir çünkü kusursuz dişlere ve kurtarıcımız İsa’nın rehberliğinde insanlığın mükemmelliğe ulaşabileceğine dair bir inanca sahip. Televizyonu her açışımda Osteen ekrandaydı -Allah şu yetişkinlere yönelik, seyrettiğin-kadar-öde kanallarından razı olsun!- ve kitabı Become a Better You (Daha İyi Bir Sen Ol) her yerdeydi. Sanırım, şimdi bu kitabı okumak zorunda kalacağım, sırf sizin ne düşündüğünüzü öğrenmek için. Gerçek bir hikaye: Texas Houston’da George Bush Havaalanı’nda, otuzlarında çekici bir kadın gördüm bu kitabı satın alırken ve ilginç olan şuydu ki kadın ağlıyordu bu işi yaparken. Aceleyle içeri girdi gözlerinden yaşlar akarak ve kendi kendine söylenerek, doğruca ciltli, çok satan, kurgusal olmayan kitapların sergilendiği bölüme yöneldi. Tahmininiz benimki kadar başarılı. Neredeyse tamamen eminim ki, suçlanması gereken kişi duyarsız bir herifin teki (kadının D15 ile D17 kapıları arasında bir yerde terk edildiğini tahmin ediyorum), ve aslına bakılırsa duyarsız Amerikalı erkekler, Hıristiyanlığın A.B.D.’de popüler olmasının sorumlusudur. İlginçtir ki, İngiltere’de erkekler zerre kadar duyarsız değildir ve sonuç olarak biz de neredeyse toptan allahsız bir milletiz ve Joel Osteen hiçbir zaman televizyonlarımıza çıkmıyor.
Nick Hornby (Shakespeare Wrote for Money)
Ancak tasavvuf yolundan seyr-î illallah yapılacağını tasavvur eden mutasavvıf hata içindedir. Daha önce de tasavvuf ilmini inkar edenlerle seyr-î illallahı yalnızca tarikat şeyhleri vasıtasıyla tasavvur eden müfrit sofulara cevap olarak bunu zikretmiştik. Zira böyle bir tasavvur tamamen yanlıştır. Zira Ashab-ı Kiram ve onlardan sonra gelenlerin tasavvuf ilminin kaideleri sistemleştirilinceye kadar en büyük gayretleri Kuran ve Sünneti okumak ve tatbik etmekti. Bunların yaptığı seyr değilse, o halde seyr nedir?
Said Havvâ (Ruh Terbiyemiz)
Karşı çıkmamın nedeni, orada yine tanıdık insanlarla bir arada olmak, yine nezaketen bazı şeyler yapmak ve sosyal davranmak zorunda kalmaktı. Oysa benim kendi başıma kalmaktan başka bir isteğim yoktu, iki hafta boyunca kitap okumak, yürüyüşe çıkmak, hayal kurmak, rahatsız edilmeden uzun uzun okumak, iki hafta boyunca telefonsuz ve radyosuz yaşamak, konuşmak zorunda olmamak, bir anlamda rahatsız edilmeden kendim olmak istiyordum. Bilincine varmasam da, yıllardır özlemini çektiğim tek şey tam bir sessizlik ve dinlenmeymiş aslında.
Stefan Zweig (The Governess and Other Stories)
Anlamını çıkarmak istediği bir yazıyı okuyan biri, işaretleri ve harfleri küçümsemez; yanılsama, rastlantı ve değersiz bir kabuk diye bakmayıp okur, inceler ve sever onları, her harf karşısında böyle davranır. Oysa dünya kitabını ve kendi varlığımın kitabını okumak isteyen ben ne yaptım, önceden varsaydığım bir anlam uğruna işaretleri ve harfleri hor gördüm, görüngeler dünyasına yanılsama, dedim; kendi gözümü ve kendi dilimi nasılsa var olmuş değersiz nesneler saydım. Olamaz böyle bir şey, geride kaldı bu, artık uyandım, gerçekten uyandım ve ancak bugün açtım dünyaya gözlerimi.
Hermann Hesse (Siddhartha)
İşte hep kendini sonunda, istesin istemesin, böyle denizin yavaş yavaş kemirdiği bir toprak parçası üzerinde bulur ve orada bırakılmış bir deniz kuşu gibi tek başına dururdu; bu onun yazgısı, ona özgü bir şeydi; işte onun asıl gücü, asıl üstünlüğü buradaydı; tüm fazlalıkları birden silkip atmak, özleşmek, küçülmek, bedence bile daha hafiflemek, daha yalın görünmek ve yine de kafa gücünden hiçbir şey yitirmemek; kendi küçük toprağı üzerinde durup, insanların içinde bulunduğu bilisizliğin, aymazlığın karanlığına meydan okumak, bizim bir şeyden haberimiz yok ama deniz, üzerinde durduğumuz kara parçasını alttan alta durmadan kemirmektedir, diye düşünmek - işte bu onun yazgısı, onun yeteneği idi.
Virginia Woolf (Deniz Feneri)
Anne Mangen Norveç'teki Stavanger Üniversitesi'nde okuryazarlık alanında profesör olarak görev yapıyor. Konu üzerine yirmi yılı kapsayan araştırmalarında hayali bir şeyi kanıtladığını söyledi bana. Dediğine göre kitap okumak bizi belli bir şekilde okumaya alıştırıyormuş - çizgisel bir şekilde, bir süreliğine tek bir şeye odak­lanarak okumaya. Ekrandan okumanın ise bizi farklı bir şekilde oku­maya alıştırdığını keşfetmiş Anne - bir şeyden diğerine atlayıp zıplayarak okumaya. Gerçekleştirdiği çalışmalarda, ekrandan okurken "göz gezdirmeye ve taramaya daha yatkın olduğumuzu" görmüş ihtiyacımız olanı almak için ekrandaki enformasyonun üstünde hızla göz gezdirdiğimizi. Ama yeterince uzun bir süre böyle okuduğu­ muzda, "bu tarama ve göz gezdirme bulaşıcı hale geliyor. Kağıt üstünde yazılı olanları okuma şeklimizi de etkilemeye, belirlemeye başlıyor . Varsayılan okuma şekli haline geliyor".
Johann Hari (誰偷走了你的專注力? 分心世代的12個課題,如何停止瞎忙,重拾心流、效率與創意)
Düşünmenin ve okumanın insan zihni üzerinde meydana getirdiği etkiler arasındaki fark varılamayacak kadar büyüktür. Zihinler arasında bir insanı düşünmeye diğerini okumaya götüren asli farklılık bu yüzdendir ki sürekli olarak büyür. Okumakla insanın o an içinde bulunabileceği ruh haline ve temayülüne yabancı olan düşünceler zihni zorla ele geçirir ve üzerine damgasını bastığı balmumuna mühür ne kadar yabancıysa bu düşünceler de zihne o kadar yabancıdır. Böylelikle zihin bütünüyle dışarıdan gelen zorlama altındadır; şunu veya bunu düşünmeye zorlanır, her ne kadar o an için böyle bir şeye zerrece eğilimi yahut isteği yok ise de... Fakat bir insan kendi kendisine düşününce o an için ya çevresi ya da zihnine düşen belli bir şey tarafından belirlenmiş olan kendi sevki tabisini takip eder. İnsanın görünür çevresi zihne okuma gibi tek bir belirli düşünceyi zorlamaz, ona sadece doğasına ve mevcut ruh haline uygun olan şey üzerine düşünmeye götürecek malzemeyi ve vesileyi sunar. Dolayısıyla çok okumanın zihni her türlü esneklikten yoksun kılmasının nedeni budur; bu tıpkı bir çelik yayı sürekli tazyik altında tutmak gibidir. Eğer bir insan düşünmek istemezse bunun en güvenli yolu yapacak başka bir şeyi olmadığı zaman eline bir kitap almaktan geçer. Eğitimin insanların çoğunu fıtraten olduklarından daha ahmak ve budala yapmasının ve yazdıklarını herhangi bir başarı kazanmaktan alıkoymasının sebebini açıklayan işte bu alışkanlıktır. Pope' un şu dizesinde söylediği gibi kalırlar:"For ever reading, never to be read" (Dunciad iii. 194.) Fakat kendi dehasının kılavuzluğunda ilerleyen, bir başka söyleyişle, kendi kendisine düşünen, dışarıdan hiçbir zorlama olmaksızın ve doğru bir şekilde düşünmesini öğrenmiş insan, kendisini doğru yoldan saptırmayacak şaşmaz bir pusulaya sahiptir. Bu yüzden bir insan ancak kendi düşüncelerinin kaynağı kuruduğu zaman okumalıdır ki ço ğu zaman en iyi kafaların durumu bu merkezdedir.
Arthur Schopenhauer (Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine)
bence kitap demek bir defa okumak için yazılan şey değildir. bazı tanıdıklarım haftada üç dört tane okuyorlar. onlara hayret ediyorum. kitap. nasıl diyeyim... içinde yaşadığımız ev gibi olmalı, vatan gibi olmalı, ona alışmalıyız, bağlanmalıyız, köşesini bucağını gayet iyi tanımalıyız, her noktasına hatıralarımız karışmalı. değil mi? bir musiki parçası gibi... her vakit başka başka eserler okuyanlar, iki üç günde bir dostlarını, evlerini, vatanlarını değiştiren insanlara benzemezler mi?" syf. 23 "korkuyorum, sizden değil, sizden ve kendimden, yaşamaktan korkuyorum." syf. 52 "gece yarısı kaldırımların hürriyetine, kimsesizliğine vurgunum. ben de kimsesiz ve hürüm, ben de kaldırım çocuğuyum." " gece yarısından sonra kaldırımlarda uyumak için kuru bir parça yer arayan etsiz ve tüysüz, kuyrukları bile tüysüz, vücutları uzun ve karınları çukur, sıska ve sessiz, filozof ve mütevekkil, aç ve yorgun köpekleri bilir misiniz? onları ben pek iyi tanırım, onların hayatı benim hayatımdır ve bu en güzel hayattır, inanınız." syf. 88 "yaratma ameliyesi yekpare, spontane ve kendi tekniğini de haizdir. tashih etmek bozmaktan başka bir şey olmaz." syf. 92 "bir roman ya yazılır, ya yaşanır. ben sana hemen tutkun olduğumu hissettim, fakat yazmak için değil, yaşamak için! ben sana kollarımı uzatıyorum ve sen, bana ellerini, dudaklarını uzatacağın yerde, yazmak için mürekkepli kalemimi uzatıyorsun." syf 108 "sen hayatında her şey yapmış bir kadınsın. fakat hiç birine alışamamışsın, hiç birinde ihtisas kazanamamışsın: evlendin, fakat tam manasıyla zevce olamadın; sevdin, fakat yekpare bir aşkın olmadı, bir çok hadiseler en büyük ihtirasın billurunu kırdı; seyahat ettin, fakat sende bir seyyah melekesi teşekkül etmedi; birçok hafiflikler yaptın, barlarda, balolarda, tiyatroların kulis aralarında yaşadın, fakat bir kokot pişkinliği elde edemedin; tercemeler yaptın, fakat bir satır yazı neşretmedin; çocuklara bayılıyorsun, fakat ana olmadın; her emelin, her gayenin büyüklüğünü ve güzelliğini anlıyorsun, fakat hiç bir emelin ve gayen yok; bir çocuk saflığıyla en basit yalanlara inanabilirsin; fakat hiç bir şeye iman etmiyorsun." syf. 126 "dante'yi sever misin sen? şu dakika nerdesin? benim gibi hem roma'da hem istanbul'da mı? "düşün ki her an ben değişiyorum, her an sen değişiyorsun, buna rağmen birbirimizi nasıl tanıyabiliyoruz? bu kaçan benliklerimizi birbirimizde aramak tecessüsü olmasaydı bir saniye konuşabilir miydik?" syf.132 "bu kelimeyi sevmiyorum. alakalarımızın yüz bin şekline isim bulamıyoruz ve 'sevmek' deyip çıkıyoruz. o için ne kadar suistimale uğruyor bu kelime." syf. 153 "yıkılıyor, her şey yıkılıyor!" syf. 164 "ancak 'izm'siz düşünebildiği gün insan zekasının hürriyetinden ve genişliğinden bahsedilebilir. kafamızın zinciri bu 'izm'dir: sistemcilik ve nazariyeciliktir." syf. 190
Peyami Safa (Bir Tereddüdün Romanı)
...Erkek ve kadın, bir ekibin parçalarıdır. Sürekli o şekilde ilişki kurarlar. Tüm konuşmaları, etkileşimleri ikisini de işbirliği içinde ortak amaca hizmet eder durumda tutar. Bu aile ekip ve ilişkinin temelinde sevgi ve güven olduğundan, fikrini söylemek, evden dışarı çıkmak, yeni bir şey alıp giymek , yeni bir kitap alıp okumak için birbirlerinden haberdar olmaları yeter, izin almaya gerek olmaz. Çünkü paylaştıkları Değerlendirme Sistemi içinde kadın ve erkek, anne ve baba olarak ikisi de saygıdeğer, güvenilir ve sevilmeye layık insanlardır. Birlikteliklerinin amacı bu birlik içinde birbirlerini severek, birbirlerine güvenip hizmet ederek kendi varoluşlarını tüm potansiyelleriyle yaşamaktır. " Yani eşler, kendi seçimlerini yapabilen birer olgun şahsiyettir.
Doğan Cüceloğlu (Gerçek Özgürlük)
Hayal kırıklığı testini tersinden okumak Bir grup çocuğu güzel oyuncaklarla dolu bir odaya koydular. Oyuncak bebekler, konuşup ağlayabiliyordu ve psikologlar onların bu süper oyuncaklarına ve ortamlarına alışmasına izin verdiler. Sonra bu odadan bir perde ile ayrılmış başka bir odaya götürdüler. Bu oda ikinci sınıf oyuncaklarla doluydu. Deneyciler perdeyi kaldırıp, çocukların süper oyuncakların yanına gitmelerini bir camla önlediler. Çocuklar ikinci sınıf oyuncaklarla oynarken onların yaptıklarını not aldılar ve bu çocukların hayal kırıklığına uğradıklarında saldırgan davranışlarının birden bire arttığını gördüler. Böylece, hayal kırıklığı saldırganlığa yol açar sonucuna vardılar. (Yokluğu görmeden hayata başlayan çocukların düştüğü hayal kırıklığı bu deneyde not edilebilir.)
Anonymous
Okumak, yüksek yerlere tırmanmaktır!
Mehmet Murat ildan
Okumak için iyi bir kitap ve dinlemek için harika bir öğretmen mi arıyorsun? İşte iyi bir kitap ve harika bir öğretmen: Başka kültürler! Bu kitabı okuman ve bu öğretmeni dinlemen için yapman gereken tek şey seyahat etmek!
Mehmet Murat ildan
Kıymeti bilinmemiş bir edebiyatçı olduğu kanaatindeyim... "Sayın Davman, iyi edebiyatçıların değeri er geç bilinir, bunun böyle olacağını da her iyi edebiyatçı bilir..." "Bakın size kendi fikrimi söyleyeyim: Asıl vahim ve acı olanı, değeri bilinmemiş okuyucuların durumudur..." "Edebiyatçının eseri kalır, okuyucu ise ölür... Okudukça zevkleriniz incelir, daha tuhaf, daha rafine kitaplara, yazarlara el atmaya başlarsınız, bu meşgale sırasında muhtemelen hayat gailesi bakımından dibe doğru kaymaktasınızdır... Okuduklarınızı, müstesna olduğunu düşündüğünüz satırları birilerine anlatmak istersiniz, zira şahsa mahsusun hazzı kısa sürer, ömrü uzun olan paylaşmaktır... Fakat ortalığı her zamanki gibi kaba saba kelimeler, düşük cümleler işgal etmiştir, o gürültüde kimse sizi duymaz... Okumak hem bir hayat başarısızlığının, ki unutmayın okumak mağlupların işidir, hem de derin bir yalnızlık hissinin sebebi olup çıkmıştır... Okuduğunuz onca kitabı, hayatınızı yatırdığınız o zorlu ve hassas meşgaleyi mezara götüreceğinizden korkmaya başlarsınız... Ve sizde bilirsiniz ki yalnız ölmek zordur, arkanızda mutlaka birkaç müttefik, birkaç şahit bırakmak istersiniz...
Murat Uyurkulak (Bazuka)
Kitap Okumak Meğer Güzel Bir Şeymiş
Anonymous
Nazar değmesi hakdır. Ya’nî, göz değmesi doğrudur. Ba’zı kimseler, birşeye bakıp, beğendiği zemân, gözlerinden çıkan şuâ’ zararlı olup cânlı ve cânsız, herşeyin bozulmasına sebeb oluyor. Bunun misâlleri çokdur. Fen, belki birgün, bu şuâ’ları ve te’sîrlerini anlıyabilecekdir. Nazarı değen kimse, hattâ herkes, beğendiği birşeyi görünce (Mâşâallah) demeli, ondan sonra o şeyi söylemelidir. Önce Mâşâallah deyince, nazar değmez. Nazar değen veyâ korkan çocuk için, çöp yakıp etrâfında döndürerek tütsülemek veyâ ergimiş mumu başı üzerinde suya dökmek [ve kurşun dökmek] câiz olduğu, (Fetâvâ-yı Hindiyye)de yazılıdır. (Fâtiha, Âyet-el-kürsî ve E’ûzü bi-kelimâtillâhittâmmeti... okumak) hadîs-i şerîfde emr edildiği (Teshîl) 76.cı sahîfede yazılıdır. (Mevâhib)de ve (Medâric)de diyor ki, (İmâm-ı Mâlike göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, demirle, tuzla, iplik düğümlemekle ve mühr-i Süleymânla Rukye yapmak mekrûhdur).
Anonymous
Televizyon okuma kültürünü yok etmiştir. Halbuki zihinsel gelişim için okuma eyleminin yerini hiçbir eylem tutamaz. Seyirci olmak için hiçbir beceri gerekmez. "Televizyon okuma-yazma kültürünü genişletmez ve pekiştirmez. Tersine, okuma-yazma kültürüne saldırır. Televizyon, herhangi bir şeyin devamıysa eğer, on beşinci yüzyıldaki matbaanın değil, 19. Yüzyılın ortasında telgraf ile fotoğrafın başlattığı geleneğin devamıdır.
Neil Postman (Amusing Ourselves to Death: Public Discourse in the Age of Show Business)
Bu hakir de bu kutlu savaşta bulunup ezanımuhammediyi okumak müyesser oldu Allah’a şükür. Azak kalesi fethinde de Hanya, Yanova, Varat, Ribnişçe, Yenikale, Egirvar, Egirsek, Kemenvar, Uyvar, Litre, Leve ve bu Novigrad kalelerinin ilk ezanlarını okumak bu hakire müyesser oldu. Daha nice kalelerin fethinde ezanımuhammediler okumak müyesser oldu. Bu niyete Allah rızası için el-Fatiha.
Şükrü Halûk Akalın (Seyyâh-ı Âlem Evliya Çelebi)
Hafızlığını ve müezzinliğini bildiğimiz Evliya Çelebi’nin askeri bir görevi daha vardır, zaferle biten savaşlarda zafer ezanını okumak… Evliya Çelebi, bununla gurur duymaktadır.
Şükrü Halûk Akalın (Seyyâh-ı Âlem Evliya Çelebi)
Bunun için yapmanız gereken şey, kendinize ait bir okuma masası veya köşesi oluşturun. Yemek için masa/sofra, yatmak için yatak nasıl lazım ise beyni ve gönlü besleyen okumak için de hayatınızda bir yer açın. Açın ki kitaplar masanıza, yanınıza gelebilsin, okumak fiili canlı kalabilsin.
Anonymous
İktidar ahlaksızlığının aşırı uç hali, patronun zorba, haliyle daha tehlikeli ama aynı zamanda sıradan güç meraklısından daha zayıf olmasıdır. Klasik zorba zihniyeti "üstü yalamak, astın canına okumak"tır ve dalkavukluğun ödlek sırnaşıklığı aşırı zayıflıkları ortaya serecektir. Astın canına okumadaysa zorbalar sadece incinirlikleri en belirgin kişilere saldırdıklarından, korkusuzluk genellikle yeterli korumayı sağlar. En uygun tavır itaatsizlik ve saygısızlıktır ama bu eylemlerde temkinli davranmak gerekir çünkü zorbalar kincidir. ========== Saçmalıklar Çağı (Michael Foley)
Anonymous
Seyahat ederken yola odaklan! Uyuma! Kitap okuma! Kendi dünyanda dolaşmaktansa yolu gözlemleyerek seyahati dolu dolu yaşa!
Mehmet Murat ildan
her hareketin bir anlamı var. insan, benim gibi hareketten vazgeçerse, bu anlamları daha iyi hissediyor. sigarayı yaktı; yanmış kibriti kutunun içine koydu. her hareketini önceden hesaplarsan hata yapmazsın; aynı zamanda, düşüncelerini hareketlerinden ayırırsın. ne yaptığını hatırlarsın; düşünceden harekete geçmek kolay olur böylece. düşünmeğe başladığım sırada en son olarak sigara tablasını yere, kilimin üzerine koymuştum, dersin. düşünceler seni bırakınca delirtici bir şaşkınlığa, gerçeğe alışmanın zorluğuna düşmezsin. kaç sigara içtiğini, her birini nasıl söndürdüğünü, kibritleri nereye koyduğunu hatırlarsın. yoksa, birdenbire sigara tablasının içinde dört izmarit ve iki kibrit bulursan büyük bir korkuya kapılırsın: sigaramı nasıl yakmışım? olağanüstü bir şey mi oldu bu arada? aklımı mı kaybediyorum? birden her şeyi unutacak mıyım? oysa, içinden bir ses, kibrit kutusuna koydun, kibrit kutusuna koydun diye seni yatıştırırsa büyük bir ferahlık duyarsın; herkese ve her şeye meydan okumak için büyük bir cesaretle dolduğunu hissedersin.
tehlikeli oyun
Toplum özgürce okusun, toplum özgürce düşünsün ve işte sonuç: Parlak bir ülke! Toplum özgürce okumasın, toplum özgürce düşünmesin ve işte sonuç: Zavallı bir ülke!
Mehmet Murat ildan
Belleksiz dünya, şimdinin dünyası. Geçmiş sadece kitaplarda, belgelerde. Her insan kendini tanıyabilmek için yanında yaşam öyküsünü içeren kendi hayat defterini taşıyor. Her gün okumak suretiyle ailesini, üst tabakadan mı yoksa alt tabakadan mı geldiğini, okulda başarılı olup olmadığını, hayatında herhangi bir şey başarıp başarmadığını yeniden öğreniyor. Hayat defterinden yoksun insan bir fotoğraf karesi, iki boyutlu bir imge, bir hayalet. Zamanla her hayat defteri, baştan sona tek seferde okunamayacak denli kalınlaşıyor. O zaman seçimler devreye giriyor. Mesela yaşlılar gençliklerini veya son dönemlerini okumayı seçebiliyor. Kimileriyse okumayı hepten bırakıyor. Geçmişi terk ediyorlar. Dün zengin olup olmadıklarının, eğitimli olup olmadıklarının, mağrur olup olmadıklarının saçlarını okşayan meltemden daha önemli olmadığına karar veriyorlar. Bu tür insanlar doğrudan karşısındakinin gözüne bakıyor ve elini hararetle sıkıyor. Böyleleri gençliklerindeki tempoyla yürüyor. Belleksiz bir dünyada yaşamayı öğrenenler bunlar işte.
Alan Lightman
Kitap okuyan biriyle kitap okumayan arasındaki fark, sonsuz bir ufka doğru oturan bir adamla duvara doğru oturan bir adam arasındaki fark gibidir!
Mehmet Murat ildan
Evet, okuyan bir ülke istiyoruz, okuyan bir dünya istiyoruz, ancak okuduğun şeyin içeriği ve kalitesi okumanın kendisi kadar önemlidir!
Mehmet Murat ildan
Gece bir kitap okumak ister. Samsun'daki Gazi kitaplığından seçilen kitap, Mehmet Enis’in, 1924-1925 senelerinde yazmış olduğu "Tarihte Güzel Kadınlar" eseridir. Eseri okur. Eserde Fransız İhtilâlinin kadın kurbanları da yer almıştır. Şimdi gene aynı kütüphanede aynı yerinde bulunan bu kitapta bazı cümlelerin altları Gazi tarafından mavi, kırmızı kalemlerle çizilmiştir. Bu satırlardan buraya bazı nakiller yapalım: "Hürriyet, kayıtsız şartsız serbest olmak değildir. Onun kayıtları, şartları vardır. Kayıtsız şartsız serbest olmak, ormanlardaki hayvanlara mahsustur. İnsanlar ise, içtimaî muhitlerde, birtakım âdetler, teamüllerle ülfet etmiş, içtimaî bir terbiye altında yaşamak mecburiyetinde kalmış olduklarından 'hürriyet'leri de bu muhitlerin içtimaî kaideleri ile sınırlıdır." "İlmî esaslara göre ferdin hürriyeti, gayrin hürriyetinin hududu ile sınırlıdır. Başkasının hürriyet hakkını tanımayan, kendi hürriyet hakkını da tanıtamaz. Siyasî anlayış sahibi olan hakikî ve zeki inkılâpçılar, bu lekeden masundurlar." "Onlar ne vakit şiddet, ne vakit yumuşaklık göstereceklerini bilirler. Milletlerini hürriyet ve adalete doğru yürütürler." Bu işaretler, yumuşak bir ruhtan, dengeli bir içyapıdan nişan verirler.
Şevket Süreyya Aydemir (Tek Adam Mustafa Kemal : 1922-1938 (Tek Adam, #3))
Karşıdaki apartmanın ikinci katına denk gelen sokak lambasının beyaz ışığında kitabımı okumak istiyorum. Ama ışık bana ulaşmıyor. Hiç uykum yok. Ben de ışıksızlıktan okuyamadığım kitabın devamında neler olabileceğini hayal ediyorum. Ertesi gün hayal ettiklerim olmuş mu diye okuyorum. Hiçbiri olmuyor. Doğru hayal etmeyi beceremiyorum.
Ayfer Tunç (Yeşil Peri Gecesi (Kapak Kızı, #2))
Düşünceler zorla birbirinden ayrı tutulmalı. Saçlar gibi, çok kolay birbirlerine dolanırlar. *** Eski Keltlerde savaşçılarla ölüler arasındaki yığın ilişkisi için somut bir söylem vardı. Savaşa gittiklerinde, her erkek eline bir taş alır ve ötekilerle birlikte onu bir yığına atardı. Savaştan geri dönüldüğünde, her erkek yeniden bir taş alırdı: Bunu yapamayan şehitlerin taşları ise olduğu yerde kalırdı. Böylece ölüler için kendiliğinden taştan bir anıt oluşurdu. Geri dönenlerin böylece savaşa gitmiş olanların sayısından çıkarılması, ölüler yığınına ilişkin ilginç bir duyguyu dile getirmektedir: Savaş alanında veya düşman saflarında kalmış olanların yerini taşlardan oluşma bir anıt almıştır. *** O, gazetede neler yazacağını hep önceden bilir ve bu yüzden de gazeteyi satırı satırına okumak zorundadır. *** Gökyüzü, derinliklerinin görülmesini ister ve bunu şimşeklerle anımsatır. *** Bazen insan herhangi birine en iyi ve en önemli şeylerini anlatır. Bu yüzden utanmaya gerek yoktur, çünkü insan her zaman kulaklara konuşmaz. Sözcükler var olabilmek için söylenebilmek isterler. *** İnsanın daha iyi olmak istediği söylenir, oysa istenen sadece bunu daha kolay yapabilmektir.
Elias Canetti (The Human Province)
Ormana dair bin tane kitap okumak, ormanda bir saat yürümenin yerini tutmaz!
Mehmet Murat ildan
Memlekette fikir ve vicdan hürriyetine karşı alınmış hükümet tedbirlerinin de, bir nevi yetkilisi ve sorumlusu durumuna düşmüş olan Maarif Nezareti, okul ve eğitim işlerinden çok, kitap sansür etmek, devrin ideolojisine aykırı bulduğu kitapları yurda sokmamak, toplatıp yaktırmak ve genç nesillerin manen uyanmasına, milli ve medeni bir ruhla yetişmesine engel olacak tedbirleri almakla meşguldü. Meşihat da maarif hayatı ve müesseseleri üzerinde müdahalesini gittikçe genişletiyordu. Son yıllarda vazifelendirdiği medrese ulemasından müfettişler, dini inançlara aykırı tedris ve telkinlerin yapılıp yapılmadığını anlamak üzere, Mülkiye'nin sınıflarına, idadilerin fizik, kimya ve tabiat derslerine bile girip çıkmaya başlamışlardı. Tarih dersi ilkokullardan kaldırılmış, öteki okullarda da adeta dondurulmuştu.” İşte Şemsi Efendi, bu şartlar altında ve bu şartlara karşı olarak açtı okulunu. Öteden beri kullanılan ezberci sistemi bırakarak “Usul-i Cedide” denilen yeni sistemle okuma yazma öğretmeye başladı. Eski sistemle hiç arapça bilmeyen öğrenciye, anlamını bilmeden hece hece kelime ezberletilirdi. Öğretimde esas olan, zekaya değil, hafızaya yönelmekti. İsmail Eren, bir makalesinde, eski ve yeni sistemi şöyle karşılaştırmış: “Bir zamanlar ders okumak, anlamadan yüzlerce sahifeleri papağan gibi ezberlemek demekti. Eski zamanlarda pek faydalı olan medreseler gittikçe bozulmuştu. Medreselerde okunan matematik, ilahiyat ve fizik dersleri yavaş yavaş ortadan kalkmıştı. Bütün bunların yerine de, kuru ve usulsüz surette okunan iki ders kalmıştı. Din ilimleri ve Arapça. Üstelik Arapça öğretimi de oldukça ağırdı, bir kelime bilmeyen talebeye ders başlar başlamaz 'nasara, yansuru' diye bir kelime öğretmeye kalkışılırdı. Daha kelimelerin manasını bilmeyen zavallı talebe de bunları duyduğu gibi beller, sanki bununla bir şey öğrenmiş olurdu ve artık bundan sonra bütün arapça diliyle yazılmış kitaplardan okuyup, anlamaksızın, ezberlemekle değerli gençlik harap edilirdi. Hele kendi dilimize kimsenin önem verdiği yoktu. Okutmaya tenezzül etmezlerdi. Türkçe, medreselerde bilinmez, hükümet kalemlerinde öğrenilirdi. Bu yüzden herkes milli dilden yüz çevirmiş, arapçaya bağlanmıştı. Gittikçe okumuşlarla halkın arası açılıyor, bu iki sınıf halk birbirini anlayamaz bir hale geliyordu. Bu acı ve müessif hal, nihayet bir önemli inkilap ile değişti ki, o inkilap da “Yeni Öğretim Usulü'nün vaz-ı olayıdır.' Yeni usul, eski anlamaksızın ezberlemek kaidesinin tamamiyle zıddıdır. Şimdi hemen her mektepte cereyana başlayan bu usulün ruhu, talebeye her şeyin sebebini teferruatiyle anlatmak, hafızaya değil zekaya hitap etmektir. Hiç bir vakit anlaşılmamış bir nokta bırakmamak istenilir. Talebe okuduğunu anlamalı ve ona ruhen kani olmalıdır. Böyle olursa alınan malumat zihinde bir kanaat kuvvetiyle yerleşir ve artık bir daha çıkmaz. Halbuki ezberlenen, fakat anlaşılmayan bir şey zaman geçtikçe unutulur. İşte eski usule nispetle bu kadar üstünlüğe sahip olan yeni usulün Selanik'te ilk kurucusu olan zat, muhterem üstad Şemsi Efendi Hazretleri'dir. Bu muhterem zat, Selanik eğitim hayatının mücessem bir tarihidir. Rüşdiyeyi bitirdiği günden bugüne kadar bütün mesaisini eğitim hizmetine hasretmiştir.
Azmi Koçak (Atatürk'ün İlk Öğretmeni Şemsi Efendi)
Kitap okumak için bolca zamanın ve harika bir yerin varsa, zihninde ileri doğru bir sıçrayış yapmak için de büyük bir şansın var demektir!
Mehmet Murat ildan
Bu arada seferin başlangıcından beri mektuplaşmakta olduğu Corinne'e şunları yazıyordu: “Burada hayat o kadar sakin değil. Gece gündüz durmaksızın başımızın üzerinde şarapneller ve türlü mermiler patlıyor. Kurşunlar ıslık çalarak geçiyor ve bombalarla topların gümbürtüsü birbirine karışıyor. Gerçekten, cehennemde gibiyiz. Neyse ki, askerlerim düşmandan çok daha cesur ve dayanıklı. Öte yandan, içlerindeki inanç, çoğu zaman canlarını feda etmelerini gerektiren emirlerimin yerine getirilmesini çok kolaylaştırıyor. Çünkü, onlara bakılırsa, bu işin yalnız iki yüksek sonucu vardır; ya gazi, muzaffer olmak ya da şehit. Bu sonuncusu ne demektir, biliyor musunuz? Doğrudan doğruya cennete gitmek. Orada Tanrı'nın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacaklar ve ebediyen emirlerine amade olacaklar. Ne büyük mutluluk!” Mustafa Kemal, “olayların sertleştirdiği karakterini biraz yumuşatmak ve hayatın güzel, tatlı taraflarından zevk duyabilmesine yardım etmek için” biraz roman okumak istediğini mektubuna eklemişti. Corinne'den bir roman listesi çıkarıp İstanbul'da ikisinin de tanıdığı bir arkadaşına vermesini rica ediyordu. O, kendisine gönderirdi. Bunlar, Corinne'in o herkesi büyüleyen tatlı ve zeki konuşmalarının boş bıraktığı yeri belki birazcık doldurabilirdi.
Lord Kinross (Atatürk: The Rebirth Of A Nation)
Atatürk neşeli ve sağlıklı idi. Bana Selanik'i ve doğduğu evi uzun uzun anlattırdı. Duygulandı. O sıralarda Onuncu Yıl Nutku'nu yazmış okuyordu. "Kısa olmasını istedim" dedi. "Ne mutlu Türk'üm diyene" ibaresi üzerinde özellikle duruyordu. Böyle nutuklarını yüksek sesle tekrarlamak ve günde birkaç kere okumak âdeti idi. Kütüphanesinde gezerek okudu ve ben de dinliyordum. Birden durdu, "On yıl önce bu gün... Biliyor musun, ne mücadele içinde idik" dedi. "Meclis zabıtlarını okudum. Nutuk'taki açıklamaları biliyorum, sizden de dinlemiştim" dedim. Güldü: "Tarih, okuduklarındır, doğru. Fakat ben sana bilmediğin bir şeyi anlatayım. Tarihi hadiselerin cereyanı sırasında, bazen fizyolojik arızalar mühim rol oynarlar. Tabiat ya mani olur veyahut yardım eder" diye söze başladı. "On yıl önce bugün Cumhuriyet'i ilan etmek lazımdı. Hadiselerin seyri [olayların gidişi] bunu icap ettiriyordu. Fırka'da (Parti'de) ve Meclis'te münakaşalar cereyan ederken bildiğin gibi beni davet ettiler. O heyecanlı celselerde söz söylemek benim aradığım işti. Uzun söz söyleyemedim, cumhurbaşkanı seçildiğim zaman söylediğim nutuk en kısa beyanatlarımdan biridir. Neden? Çünkü dişlerimi yeni çektirmiştim, yeni yapılan dişlerim tecrübe devresinde idi. Söz söylemeğe başladığım vakit ıslık gibi bir ses çıkıyor veyahut da ağzımdan düşüyordu. Bu sırada yapılacak hiç bir çare yoktu. Bu tabii hadise, siyasi hayatımın en mühim safhasına, böylece bir mani teşkil etti. Kim bilir, uzun söylemediğim belki de isabetli olmuştur" diye de ilave etti.
Afet İnan (Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler)
Bir mum olmak ne demektir? Öleceğini bildiğin halde karanlığa meydan okumak demektir!
Mehmet Murat ildan
Ben gençlik yıllarımdan beri sabahları çalışmaya gayret ettim. Okuyacaksam sabahları okudum; yazacaksam sabahları yazdım. İnsan sabah okuduğu metinleri asla unutmaz. Bunun da basit bir sebebi var: Zihin boşken, vücut diriyken, kafa dinçken okumak; çalışmanın verimini kat kat arttırır.
İlber Ortaylı (Bir Ömür Nasıl Yaşanır?)
Karahindiba: Kitap okumak ne demek? Rüzgar: Bir hayalde kavuşmak demek...
Metin Hara (Rüzgar ile Karahindiba)
Sadece edebiyat kitabı okuyorsan, sadece roman, sadece şiir sadece tiyatro okuyorsan kitap okuyor sayılmazsın! Gerçek manada okumak, tarih, bilim, sanat, felsefe, politika gibi çok geniş bir yelpazede - ama elbette kitapları çok dikkatli bir şekilde seçerek, gereksizleri eleyerek - okumak demektir!
Mehmet Murat ildan
Karahindiba: Kitap okumak ne demek? Rüzgar: Bir hayalde kavuşmak demek...
Metin Hara (Rüzgar ile Karahindiba)
Karahindiba: Kitap okumak ne demek? Rüzgar: Bir hayalde kavuşmak demek...
Metin Hara (Rüzgar ile Karahindiba)
Eğer güzel bir kitabın dünyasına girdiysen, dünyanın neresinde olursan ol artık orada değil kitabın dünyasındasındır!
Mehmet Murat ildan
Bir kitap okurken dışarıdan gelen sesleri duymuyorsan, o zaman gerçekten o kitabın dünyasına girmişsin demektir!
Mehmet Murat ildan
Mum ışığında kitap okurken titreyen mum alevi kitabın cümleleri üzerinde dans eder ve kitabın hikâyesi sanki canlanıp bizim bulunduğumuz boyuta gelir!
Mehmet Murat ildan
Metal gruplara karşı; 13 Eylül 1999 tarihinde Şehriban Coşkun Fırat adlı 19 yaşındaki genç kızın satanist ayine kurban gitmesi ile başlayan nefretten yola çıkarak kaleme alınmış bir eser. Kitabı elinize alıp bir solukta okuyuveriyorsunuz. İnceleme-araştırma dilinde yazılmış olan bu eser diğer eserlerdeki gibi k durağanlık barındırmıyor ve sizi yoracak bir dil yok, oldukça sürükleyici. Metal Müziğin ülkemizdeki gelişimi nede değinen yazar, eserinden Aydınlanma Kiliselerinden başlayarak, Ortaçağ dönemini , Satanist grupların ortaya çıkma nedenlerini ve gelişimlerini oldukça yalın bir dille kaleme dökmüş. Bütün bu olaylar içerisinde toplumları yönlendirmeye yönelik verilen gizli mesajların bireyleri nasıl sarıp sarmaladığını detaylandırdığı eserin de ben “La “notasının esintilerini de görmek isterdim. Dünya da tüm müzik aletleri La notası ile akor edilirken bir anda ikinci dünya savaşı sırasında değiştirildi. Ve bunun bireyler üzerinde oldukça ağır etkileri olduğunun tartışıldığı bu dönemde bu konunun da bu eserde yer almasını beklerdim. Kitabı okurken aklıma takılan ve eserde cevap bulamadığım konu bu oldu. Müzisyenlerin süre gelen bu gizli oluşumlardan nasıl ve neden etkilendiğinin gözler önüne serilmiştir. Metal müziğin doğuşunu merek edenler ve özellikle farklı bir konu arıyorum okumak için diyen tüm arkadaşlara öneririm.
Eray Emin Aydemir (Şeytanın Notaları)
Gözünü kapa, raftan rasgele bir kitap seç ve onu oku! Bu doğru bir yöntem mi? Hayır, yanlış bir yöntem! Seçimlerini bilinçle yap, düşünerek yap, hesaplayarak yap, tesadüfen yapma!
Mehmet Murat ildan
Ama Cemil bir edebiyat okuruydu. Edebiyat okurları aslında okudukları her kitapta insanı muayene ve ameliyat eder. Bu yolla edindilleri bilgi, görgü yaşayarak elde edilemeyecek kadar büyüktür ve insana dair her şeyi anlarlar, sahiden anlarlar. Cemil Nazlı'yı anlamıştı ve okduğu kitaplardan birindeki bir Nazlı için bir Cemil için üzülmüştü, üzülmüştü.
Barış Bıçakçı (Sinek Isırıklarının Müellifi)
Okunmuş bir kitap artık çok mutludur çünkü içindeki fikirler artık pek çok canlı organizmaya transfer olmaya başlar ve kitap fiziksel olarak rafta dursa bile ruhen dünyanın her yerinde dolaşmaya başlar!
Mehmet Murat ildan
Okumak için Norfolk’a yalnız birkaç temel araştırma kitabı götürecek, bu defa yanıma roman almayacağım. Hatta günler ihtimallerin olumlularını getirirse, orada, kitap yüzü açılmamış tatillerin havasını atan o asîlik timsali öğrenci arkadaşlarıma da birkaç günlüğüne memnuniyetle ben de katılıp, gevşeklik müziğinin kusursuz ahenginin, yaşamları sürekli hepsi doğru notalara da basmayan farklı tellerden çalmaya zorlamasıyla ünlü edebiyat müziği tarafından dahi bozulmasına izin vermeyeceğim.
Burak Çapraz (Figore)
İnsan doğası gereği üretkendir. Üretmeyen insan hem ruhen hem de bedenen hastalanır. Üretim tabii ki her alanda olabilir. Mesela iyi kitaplar okumak da bir tür üretimdir. Zihin yolculuğudur... İyi kitaplar sayesinde düşünceleriniz gelişir ve her şeye karşı daha sağlıklı bir bakış açısı edinirsiniz.
Mesud Topal (Hallac-ı Mansur: Cehennem Acı Çektiğimiz Yer Değil Acı Çektiğimizi Kimsenin Bilmediği Yerdir)
(Elizabeth Carter) ...Carter 'tıpkı küçük bir öğrenci gibi derslerinin başına oturur, kahvaltıya kadar birçok şey öğrenmek için çalışır durur'...yemekten önce asasını alıp sabahın altısında yürüyüşe çıkar. ... Carter kahvaltıdan sonra dairesine çekilip çeşitli faaliyetlerle zaman geçirir: 'İlk işim karanfilleri ve gülleri sulamak. Bunlar odamın yaklaşık yirmi farklı yerinde bulunuyorlar. Bu işi bitirdikten sonra spinnetin...başına oturur, nasıl çalacağımı biliyormuşum gibi çalışmaya başlarım. Yarım saat boyunca kulak tırmalayıcı sesler çıkarıp kendimi sağır ettikten sonra başka bir eğlenceye geçerim. O da yaklaşık olarak aynı süreyi alır, çünkü hiçbir şeye yarım saatten fazla zaman ayırmam; dolayısıyla okumak, çalışmak, yazmak, top çevirmek, yüz kere merdivenlerden inip çıkarak herkesin nerede ve nasıl olduğuna bakmak gibi şeylerle vakit geçiririm, arada kısa süreli sohbetlere girişirim ve nadiren başka bir işe ya da eğlenceye ihtiyaç duyarım.' (s.230)
Mason Currey (Daily Rituals: Women at Work)
Kitap okumak çok önemlidir, ama ondan çok daha önemli olan bir şey var: Ne okuduğun! Ve şimdi tahmin et, ne okuduğundan da daha önemli bir şey var: Ne anladığın, neyi içselleştirdiğin! Çünkü dünyanın en mükemmel kitabını okusan bile anlamazsan, içselleştirmezsen o kitap okunmamış demektir!
Mehmet Murat ildan
Şiir okumak aptalca. Okumak için değil yazmak için var şiir.
Stefan Themerson (The Mystery of the Sardine)
Belki de kitap okumak ve kitap yazmak insanın onurunu korumak için geriye kalan son savunmasıdır. Çünkü sonunda, bize bir zamanlar Tanrının, bu amansız utanç çağında buhar olup uçmadan önce hatırlattığı şeyleri hatırlatırlar- sadece insandan ibaret olmadığımızı, ruhlarımızın da olduğunu. Ve dahası, çok daha fazlasını. Richard Flanagan
Rabih Alameddin
- Evet, kitap okumak bir sanattır; belki de yazmak kadar güç bir sanat. Onun için muharrirler, yalnız muharrirlerin okuması için yazmalıdırlar. Kari ile muharrir arasındaki seviye aynı derecede olmazsa anlaşmanın imkânı kalır mı?
Peyami Safa (Bir Tereddüdün Romanı)
küçük öyküler emiyor omuriliğinin sütünü işten değil çölde buluvermek kendini. bendeniz, sımsıkı kucakladığı sinsi şeytan bilebilmez doğru olur mu okumak ve güzellerse beğenmek yazdıklarını...
Barış Pirhasan (Büyük Atlas Küçük Canlılar)
Ateşli bir gence, yaşlılıktaki hali gösterilebilse, korkuyla yerinden sıçrar. Tatlı gençlik yıllarından, olgunluk yaşlarının asık yüzlü, sert yıllarına girdiğiniz zaman, bütün insansal duyguları da beraberinizde alın, onları yolda bırakmayın, çünkü sonra bir daha yerlerinden kaldıramazsınız. Sizi bekleyen yaşlılık korkunçtur. Aldığını geri vermez. Mezar ondan daha merhametlidir. Çünkü, onun üstünde, "Burada bir insan gömülü," diye yazar; fakat insanlıktan çıkmış yaşlılığın o soğuk, o duygusuz çizgilerinde hiçbir şey okumak mümkün değildir.
Nikolay Gogol (Dead Souls)
Okumayı sever misin?" "Evet. Okumak gözlerimi açıyor. Her zaman köyümün dışındaki dünyayı görmek istedim, ama ailemin beni gezmeye gönderecek parası yok. Ben de dış dünya hakkında kitaplar okuyorum.
Annie Wang (Lili)
Severek okuduğun güzel bir kitap zihninde, ruhunda hiçbir iyi değişiklik yapmadıysa, muhtemelen senin gelişmişlik düzeyin ve derinliğin kitabın gelişmişlik düzeyinin ve derinliğinin üzerinde demektir!
Mehmet Murat ildan
Müslüman Mahallesinde Neden Salyangoz Satılmaz? Ne Yediğini/Giydiğini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim Her grup, üyelerini çeşitli âdet ve ritüellerle kendine bağlar ve başka grupların üyelerinden ayrı konumlandırırdı. Bir Müslüman'ı Hıristiyan'dan farklı kılan en önemli farkın sünnet olması gibi ki İspanya topraklarına sızmaya çalışan Osmanlı casuslarını birçok kez ele veren cinsel organlarıydı. Gene en dışlayıcı dinî gruplardan biri olan Yahudiliğin en sert yeme-içme tabularına sahip olması da boşuna değil. Bundan üç küsur yüzyıl önce Evliya Çelebi'nin bunlara güvenmemesinin nedeni işte tam da buydu: "Bunlar kimseden yeyüp içmezler ve ihtilât itmezler, eğer ülfet ederlerse ca'lî aşinalık iderler", yani "Kimseyle sofraya oturup karışmazlar, eğer dostluk ederlerse de yapmacıklıktan yaparlar" diyor seyyahımız, hem de hızını alamayıp ekleyerek: "Her şeyleri ümmet-i Muhammed' e husûsan Muhammed isimli bir Müslîmi katl etme ihânetleri mukarrerdir", yani tek amaçları Müslümanları öldürmektir, özellikle de adı Muhammed olanları. Bugün domuz yemenin bazı ateistler için bile tabu olması ya da içki içmenin mütedeyyinler için faiz gibi benzer günahlardan çok daha kötü algılanması da geçmişten gelen bir önyargının devamı aslında. Kimin ne yediği görünür bir şey olduğundan, grup içinden olanı grup dışındakinden ayırmayı kolaylaştırıyor çünkü. Kıyafette de benzer bir durum var ve bu yüzden eskiden giyiminden bir kişinin hangi dinî ya da etnik gruba ait olduğunu anlamak mümkündü. Bu ayrımın flulaşmasından hoşnut olmayan hükümetler de kişinin ait olmadığı bir cemaatin kıyafetini giymesini men eden yasalar yapmaktan geri durmazlardı. Dış görünüşteki değişiklik kimlikteki bir değişiklikti aynı zamanda; Hak Din'i reddedip Müslüman olan Hıristiyanların "sarığa büründüğü"nden (Fr. prendre le turban) şikâyet edilmesi boşuna değildi. Gene Mançurya kökenli Qing (ok. Çing) Hanedanı bir anda kendisini Çin'i yönetirken bulunca tüm halkın saçlarını kendileri gibi kesmelerini emredecekti. Bu korku salan yabancı kavme meydan okumak pahasına Çinlilerin uzun süre direnmesinden, bu talebin öyle yenilir yutulur bir şey olmadığını söylemek mümkün. Türban meselesi ya da saç, sakal ve bıyıkla (badem bıyık, ülkücü bıyığı, çember sakal, uzun saç, favori) ifade edilen politik görüşler göz önüne alındığında bugün bile kılık kıyafetin bir yere kadar kimliği ifşa ettiğini söylemek mümkün. Modern devlet ne kadar çabalarsa çabalasın geçmişten gelen bazı âdetler sinsice sokuluyor günümüze. Bazen türban örneğinde olduğu gibi bizzat aynı modern devlet eliyle olsa bile. İnsanın suratından politik görüşünü tahmin eden algoritmalar üzerinde çalışıldığını da ekleyelim. Ve bizi özgürleştirmesini umduğumuz teknolojinin bazen tersi yönde sonuçlar verebileceğini bir kez daha anımsatalım.
Emrah Safa Gürkan (Ezbere Yaşayanlar: Vazgeçemediğimiz Alışkanlıklarımızın Kökenleri)
Düşünmeden okumak, hazmetmeden yemeye benzer.
Edmund Burke
Az bilmek için çok okumak gereklidir.
Charles de Montesquieu
Ben okumak istiyorum, evlenmek istemiyorum
Duygu Asena (Kadının Adı Yok)
Bir kitabı okumak tamamen mekanik bir şeydir; fakat o kitabı okuyup içselleştirmek duygusal ve ruhsal bir şeydir!
Mehmet Murat ildan
Eğer biri okuduğun bütün kitapları biliyorsa ve sende o kitaplardan hiçbir iz görmüyorsa bütün o okumaların boşa gitmiş demektir!
Mehmet Murat ildan
okumak sana mutluluk getirsin, benim sevgili yıldızım...
Cengiz Aytmatov (Cemile / Öğretmen Duyşen)
Sihrin en faydalı ilaçlarından biri de ilah çarelerdir. Kalp Allah sevgisiyle dolu, onun zikriyle meşgul oldugu zaman kalbin bu meşguliyeti sihrin insana isabetine engel olan ve isabetinden sonra da tedavi eden en etkili ilaçlardandır. Okunması tavsiye edilen dualardan bazılar; Fatiha, Ayetel Kürsi, Bakara suresinin son iki ayeti, Amener rasulü, Haşr suresinin son ayetleri, Kalem suresinin 51 ve 52 ayeti, İhlas, Felak ve Nas surelerini okumak.
Hamdi Kalyoncu (Büyü Ve Psikiyatrik Hastalıklar- Exorsizm)
Hayatla kitap arasındaki fark şudur: Hayat, yazılmamış bir kitaptır ve kendi hayatını yazarken yazılmış bir kitabı okursan, kendi hayat-kitabını daha iyi yazabilirsin!
Mehmet Murat ildan