Izmir Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Izmir. Here they are! All 79 of them:

People tried and failed to combine the words Izzy and Ymir. The closest they came was Izmir, but that had been the name of a city in Turkey.
Neal Stephenson (Seveneves)
He trusts Malcolm, but Malcolm doesn’t want trust: he wants someone to show the silvery, stripey marble he’s found from a small quarry outside Izmir and argue about how much of it is too much; and to make smell the cypress from Gifu that he’s sourced for the bathroom tub; and to examine the objects—hammers; wrenches; pliers—he’s embedded like trilobites in the poured concrete floors.
Hanya Yanagihara (A Little Life)
(And did I mention how in summer the streets of Smyrna were lined with baskets of rose petals? And how everyone in the city could speak French, Italian, Greek, Turkish, English, and Dutch? And did I tell you about the famous figs, brought in by camel caravan and dumped onto the ground, huge piles of pulpy fruit lying in the dirt, with dirty women steeping them in salt water and children squatting to defecate behind the clusters? Did I mention how the reek of the fig women mixed with pleasanter smells of almond trees, mimosa, laurel, and peach, and how everybody wore masks on Mardi Gras and had elaborate dinners on the decks of frigates? I want to mention these things because they all happened in that city that was no place exactly, that was part of no country because it was all countries, and because now if you go there you'll see modern high-rises, amnesiac boulevards, teeming sweatshops, a NATO headquarters, and a sign that says Izmir...)
Jeffrey Eugenides (Middlesex)
Sevgili Meleğim; 24.8.1979 İZMİR Seni ne kadar özledim bilemezsin. Hasretin canıma yetti. Bilmem gelecek günlere sensiz nasıl katlanacağım. Nazım Hikmet' in deyişiyle; hayatım elini içinden çektiğin bir eldiven gibi boşaldı. Yaşama sevincim kayboldu. Aramıza derya-deniz koydular ve beni senin yüzüne hasret bıraktılar. Veballeri büyüktür. Sayfa :29
Metin Altıok (Metin Altıok'tan Zeynep'e Mektuplar)
Ich bin unglücklich in meiner Sprache. Wir sagen seit Jahren nur solche Sätze wie: Sie werden sie aufhängen. Wo waren die Köpfe? Man weiß nicht, wo ihr Grab ist. Die Polizei hat die Leiche nicht freigegeben! Die Wörter sind krank. Meine Wörter brauchen ein Sanatorium, wie kranke Muscheln. Es gibt eine Stelle am Ägäischen Meer, wo drei Ströme zusammenkommen. Man bringt Säcke mit Muscheln aus Istanbul, Izmir, Italien dorthin, die im schmutzigen Wasser krank geworden sind. Das saubere Wasser aus den drei Strömen heilt ein paar Monaten die erkrankten Muscheln. Dieses Stück Meer nenne die Fischer Muschelsanatorium. Wie lange braucht ein Wort, um wieder gesund zu werden? Man sagt, in fremden Ländern verliert man die Muttersprache. Kann man nicht auch in seinem eigenen Land die Muttersprache verlieren?
Emine Sevgi Özdamar (Seltsame Sterne starren zur Erde)
Fakat insan sevdiklerinin arasında olduktan sonra en kötü koşullara bile katlanabilirdi.
Richard Reinhardt (The Ashes of Smyrna)
İzmir’den kalktı Kore’ye gemi Gemi gurban olam getir Eyüb’ü Çok ağlattın anan ile Baliş’i Kore senin vatanın mı, yurdun mu? Gayıbıdın oğlum şehit oldun mu?
Zülfü Livaneli (Edebiyat Mutluluktur)
Abartmıyorum, dünyanın hiçbir yerinde İzmir'deki gibi güzel batmaz güneş... Alt tarafı 8-9 saat sonra geri gelecek olmasına rağmen, gitmek istemez adeta İzmir'den... Tren garlarındaki duygusal vedalaşmalar gibi ağırdan alır. Ve, o veda anı, rakının dibine vurma mekanıdır. O nedenle, "rakıyı alkol zannedip" Mustafa Kemal'e "sarhoş" diyenlere güleriz biz İzmirliler... "Allah'ın geri zekalıları, adam sarhoş kafayla kurmuş memleketi, siz ayık kafayla batırıyorsunuz!" deriz. Sayfa:261
Yılmaz Özdil
Tuhaf duygular içindeyim; İzmir’den geziye çıkan kadın sanki ben değilim. Hep düşlerin alacakaranlığında yaşıyorum şu sıralar. Sürekli aynı rüyayı görüyorum. Kireç beyazı bir aydınlığın içinde uyanıyorum deniz karası bir uykudan. Penceremin dışında şarkılar var adını bilmediğim, krizantem çiçekleri, mavi gökyüzünde sakin gezen birkaç silik bulut ve bir akşamüstü var; uzak, sessiz, yapayalnız kalmanın el değmemişliğini yüzüme vururcasına gerçek bir akşamüstü. Uyanıyorum; gecenin serinliği kalıyor geriye, ellerimde karanlığın kokusu.
Hakan Yaman (Güz Kokulu Günahlar)
15 Mayıs 1919'da İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan savaş gemilerinin koruması altında İzmir Kordonu çıkan Yunan ordusu, yerli Rumların sevinç gösterileriyle, karşılanmıştır. Karşılama heyetinin başında İzmir Metropoliti Chrysostomos vardır. Chrysostomos, elindeki haçı havaya kaldırarak işgalci Yunan ordusunu takdis etmiş ve onları Türkler aleyhine kışkırtan bir konuşma yapmıştır. Bu sırada öfkelenen gazeteci Hasan Tahsin (Osman Recep Nevres) ilk kurşunu sıkarak, Yunan Efzun alayının bayrak taşıyan iri yarı erini yere indirmiştir. Hasan Tahsin, Yunan askerleri tarafından orada parçalanmış; ama onun bu cesurca hareketi İzmirlileri direnişe geçirmiştir. Sayfa: 175
Sinan Meydan (Cumhuriyet Tarihi Yalanları (Yoksa Siz de mi Kandırıldınız?))
When “free trade” was imposed upon the Ottoman Empire in 1838 and British cloth “flooded the market in Izmir,” local cotton workers lost their ability to maintain their old production regime. In coastal southeastern Africa, cotton yarn and cloth imports also began to devastate the local cotton textile industry. In Mexico, European cotton imports had a serious impact on local manufacturing—before tariffs enabled Mexican industrialization, Guadalajara’s industry had been, as one historian found, “virtually eliminated.” In Oaxaca, 450 out of 500 looms ceased operating. In China, the 1842 Treaty of Nanking forced the opening of markets, and the subsequent influx of European and North American yarn and cloth had a “devastating” effect, especially on China’s hand spinners.22
Sven Beckert (Empire of Cotton: A Global History)
I wish I had the words to paint the strange enchantment of İzmir: the little crooked streets with their air of secrecy and squalor; the haphazard shops in the side ways; the open carriages and the noisy trams and the hooting of the boats, overriding all other sounds; the casinos fronting the harbor, with the never ending strains of music issuing from them; the hot sunlight and the blue sky and the golden sands, the tree-lined roads and the wistaria and bougainvillaea that hangs everywhere like a scented purple curtain.
Irfan Orga (Portrait Of A Turkish Family)
İstanbul bilhassa 19. Yüzyılda göçmen İtalyanlarla doluydu. Beyoğlu'nun birçok binası İtalyan ustaların ve onların yetiştirdiği Rumların eseridir. Şehirde bu maddi kalıntıları dışında birçok dil ve adet kalıntısı da vardır. Gemicilik terimleri dışında, İstanbul ve İzmir argosu da İtalyanca deyimlerle doludur. "Mantenuta" kelimesi, kapatma-metres karşılığı olarak "montinata" veya "manita" diyr geçer. "Alırım façanı aşağı" diyen adamların bu kelimenin "faccia"dan geldiğini bildiklerini sanmayız. "Bu işin raconu böyledir" diyenler, kelimenin İtalyanca "raggione" den geldiğini belki bilmezler. Zaten argoda kaynağı bilmek diye bir sorun yoktur.
İlber Ortaylı
İki hikâye işittim. Masal olmadığı için anlatayım: Cemal Paşa artık ordu kumandanı değildir. Mütareke yakındır. Artık, harbe niçin girdiğimiz tartışılabilir, büyük adamların küçük adamları adam yerine saymak ve onlarla görüşmek sırası gelmiştir. Arkadaşım Y. K. bahriye çatanası içinde Büyükada'ya giderken sordu: -Paşam, söyler misiniz, bu harbe niçin girdik? Ve üç dört yıl içinde bunalttığı bir nefesi boşalmış gibi ohlıyarak bekledi. İşte cevap: -Aylık vermek için! Ve ilâve etti: -Hazine tamtakırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli, ya öbür tarafla birleşmeli idik. Kırtasiye ve maaş imparatorluğun tarihi işte böyle biter. Bu fıkranın belki büyük bir değeri olmayacaktı, eğer sonraları şu hikâyeyi işitmeseydim: Sakarya'ya yaklaşıyoruz. Bir millet olarak kalmak için harbetmek ve muzaffer olmak lâzımdır. Tam o zaman da maliye durmuştur. İlim, ihtisas ve tecrübe, Mustafa Kemal'e hükmünü söylüyor: -Hazinede para kalmamıştır, bulmak ihtimali de yoktur. İlim, ihtisas, tecrübe... Büyük kelimeler, büyük ve korkunç! Verdiği karar da şu: Türk milleti istiklâlini ödeyemez! Aylık vermek için harbi bırakmak lâzımdı. Mustafa Kemal'in kararı bu değildi. Vatan ve istiklâli idi. Ve en iyi kanunu arayıp buldu: "Milletin nesi var, nesi yoksa yüzde kırkını vatan savunması için verecektir." Sakarya, Dumlupınar, İzmir ve Lozan... hepsini böyle ödedik. Mustafa Kemal, Büyük Harbe girmek aleyhinde idi: Kafa ve sanat adamı olduğu için! Mustafa Kemal, Kurtuluş Harbini bırakmak fikrinde asla bulunmadı: Vatan adamı olduğu için! İşte size bütün kitabın özü: İlim ve vatan adamı olunuz. Hiçbiri yalnız başına, ne sizi, ne de milletini kurtarabilir.
Falih Rıfkı Atay (Zeytindağı)
Biliyor musun niye Aydınlı dadılar niye en iyi dadılardır?" "Niye?" diye sorardı Fotini. "Çünkü onların üç tane memeleri var!
Mara Meimaridi (İzmir Büyücüleri)
Her ülkede çocuklar o ülkenin dilini öğrenebilirler. Ama, bu memlekette Araplara, Rumlara, ya da Ermenilere Türkçe öğretmeye kalkıştığınız anda azınlıklar derhal 'Azınlıklara baskı, zulüm yapılıyor' diye feryada başlıyorlar.
Richard Reinhardt (The Ashes of Smyrna)
Mantığımla kalbim birlikte yanıp söndüğünde küllerimi İzmir'in semalarında uçarken gördüğüme yemin edebilirdim.
Salimcan Satıcı (Nazenin)
Ekim 2007, İzmir... Alsancak'ın en meşhur dövmecisi Köprüaltı'na gençten biri girer, kolunu sıyırır, dirseğine doğru Mustafa Kemal'in imzası vardır, bankada çalıştığını, bu dövme yüzünden işten atılmakla tehdit edildiğini anlatır, tırsmıştır, ekmek parası filan diye ağlar, "silin" der. ..... Adeta bomba düşer dövmeci dükkanına... "Bu gördüğün eller Atatürk'ü yazar, Atatürk'ü silmez" deyip, kapı dışarı ederler.... Ve internet sitelerinden alenen duyururlar:" Ey ahali, madem öyle işte böyle, bugünden itibaren burada, Atatürk'ün imzası bedava!" Sayfa:45
Yılmaz Özdil (İsim Şehir Hayvan)
2007... Isparta'da bir öğretmen, öğrencilerine "Atatürk portreli" tişörtler giydirip, Cumhuriyet mitingine götürdüğü için suçlu bulundu maaşı kesildi. 2008... İzmir Atatürk Lisesi'ne yapılan baskında, 3 Atatürk büstü, 2 Gençliğe Hitabe, 8 Nutuk ele geçirildi. Öğrencilerin beynini yıkamaya çalışan 9 "Atatürkçü yobaz" öğretmen derhal açığa alındı. .... 2012... Gece saat 04.00 sularında ellerinde çiceklerle duvardan atlayarak Anıtkabir'e girmeye çalışan 3 öğretmen ve 14 öğrenci, belediye zabıtaları tarafından coplandı. Zabıtaları protesto için toplanan Gazi Üniversitesi öğrencileri, tazyikli su ve göz yaşartıcı bombayla dağıtıldı. ..... 2015... Florya sahilinde "Atatürk yuvası" ortaya çıkarıldı. İzinsiz kamp kuran ve çadırlarında "Atatürk ilkeleri" eğitimi vermeye çalışan 5 öğretmen ve 78 öğrenci, "kıyı kanununa muhalefet" ve "fuhuş"tan savcılığa çıkarıldı. Çadırlar yıkıldı. .... 2019... Birleşmiş Milletler, Atatürkçülerin "mülteci" kapsamına alınamayacağını açıkladı. Bu arada Türkiye, Almanya'da tutuklu bulunan eski başsavcı Vural Savaş'ın yargılanmak üzere iadesini istedi. 2020... Atatürkçüler, Toroslarda kıskaca alındı. Stratejik ortağımız ABD, Atatürkçülerin imhası için, insansız uçaklarla anında istihbarat vereceğini açıkladı. Sayfa:55
Yılmaz Özdil (İsim Şehir Hayvan)
1. Dünya Savaşını kazanan İngiltere, Fransa ve İtalya, Anadolu'nun paylaşılması konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bu sırada Wilson ilkelerini yayınlayan ABD de emperyalist paylaşım planlarına müdahale etmiş ve yeni bir emperyalist güç olarak tarih sahnesine çıkmak istemiştir. Ayrıca, İngiltere ve Fransa, "evet" 1. Dünya Savaşı'nı kazanmışlardır ama, çok sayıda insan ve büyük miktarda da para kaybetmişlerdir. Batı kamuoyu artık yeni bir savaş istememektedir. İşte bu süreçte emperyalizm, Anadolu'yu parçalayıp paylaşmak için elini yakmayacak bir "maşa" kullanmaya karar vermişlerdir. Silah, cephane ve diplomatik bakımlardan desteklenerek Anadolu'ya saldırtılacak olan emperyalizmin maşası durumundaki bu ülke Yunanistan'dır. 1919'daki Paris Barış Konferansı'nda İtalya'nın açık muhalefetine rağmen, İngiltere ve Fransa, Anadolu'nun işgali için Yunanistan'la anlaşmışlardır. Bu doğrultuda yapılan hazırlıklardan sonra 15 Mayıs 1919'da İngiliz, Fransız, İtalyan ve ABD filoları gözetimindeki Yunan orduları, İzmir'i çok kanlı bir şekilde işgal ederek Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başlamışlardır. Sayfa : 292
Sinan Meydan (Cumhuriyet Tarihi Yalanları (Yoksa Siz de mi Kandırıldınız?))
Fransa, Ermenistan ve Yunanistan ise tek kelimeyle "vahşi" bir işgal stratejisine sahiptirler. Anadolu'yu işgal eden Fransızların Urfa, Antep ve Maraş'taki "kıyım" ve "katliamları", Fransızlara yardım eden Ermenilerin Klikya'daki saldırganlıkları ve İzmir'i işgal eden Yunanlıların yaptığı soykırım, Türk halkında büyük bir tepki yaratmış ve bu halk tepkisi Kurtuluş Savaşı'nın başlamasında etkili olmuştur. Sayfa : 315
Sinan Meydan (Cumhuriyet Tarihi Yalanları (Yoksa Siz de mi Kandırıldınız?))
İzmir: "İmkansızın hayalini kurmak istemem." Ege: "Hayalini kurmadığın her şey imkansız olarak kalır.
Beyza Alkoç (3391 Kilometre)
Atatürk milliyetçidir. Bir Türk milliyetçisidir ama bunun yanında evrensel bir adamdır. Barışçıdır, dövüşmesini bildiği gibi barışmasını da bilir. “Mecbur kalmadıkça savaş bir cinayettir” demiştir. İzmir’in kurtuluşu sonrasında hükûmet konağına giderken merdivenlere serilen ve “Onlar işgal ettiklerinde Türk bayrağını yere sermişlerdi” denilerek çiğnemesi istenen Yunan bayrağını kaldırtıp, “Bayrak bir milletin namusudur, ayaklar altına alınamaz” diyecek kadar gerçek şövalyedir. Bir entelektüel olduğu hakikattir.
İlber Ortaylı (Gazi Mustafa Kemal Atatürk)
İşlemlerindeki yüksek başarı oranları ve güvenilirliğiyle uzun yıllardır ihtiyacı olanların ilk tercihi olan Medyum Ali Gürses Hoca'nın resmi sayfası olan medyumali.com 'dan çalışma alanları ve prensiplerini inceleyebilir, kendisiyle ilgili daha fazla bilgi sahibi olabilirsiniz.
Büyü Bozan Hoca İzmir
Medyum Ali Hoca başta Mısır olmak üzere birçok farklı ülkede uzun yıllar havas ve ilm-i ledün alanında eğitim alarak kendini geliştirmiş, Türkiye'de parapsikoloji, kuantum ve bioenerji üzerine ihtisas yapmıştır. Türkiye'nin en iyi medyumları arasında gösterilen Medyum Ali Gürses Hoca aşk, bağlama, kısmet açma, rızık açma vefkleri, büyü bozma, yıldızname gibi bir çok konuda hizmet veriyor. Çalışmalarını yurtdışına da gönderebilen Medyum Ali Hoca'ya medyumalibey @ g m a i l . c o m mail adresinden veya 0535 590 62 75 numaralı telefondan ulaşılabilmekte.
İzmir Bakım Yapan Hoca
İşlemlerindeki yüksek başarı oranları ve güvenilirliğiyle uzun yıllardır ihtiyacı olanların ilk tercihi olan Medyum Ali Gürses Hoca'nın resmi sayfası olan medyumali.com 'dan çalışma alanları ve prensiplerini inceleyebilir, kendisiyle ilgili daha fazla bilgi sahibi olabilirsiniz.
İzmir Bakım Yapan Hoca
İşlemlerindeki yüksek başarı oranları ve güvenilirliğiyle uzun yıllardır ihtiyacı olanların ilk tercihi olan Medyum Ali Gürses Hoca'nın resmi sayfası olan medyumali.com 'dan çalışma alanları ve prensiplerini inceleyebilir, kendisiyle ilgili daha fazla bilgi sahibi olabilirsiniz.
Yıldızname Bakan Hoca İzmir
Atatürk, halifeliği kaldırarak kendini "Allah'ın yeryüzündeki gölgesi" olarak gören sultanların/padişahların mutlak otoritesine dinsel meşruiyet kazandıran; "sultanları tanrılaştıran" yüzlerce yıllık bir şeytani düzene son vermiştir. Böylece Muaviye'nin İslam'ın özüne/Kur'an'a aykırı olarak yarattığı sultan/halife ŞİRK DÜZENİ'ni yıkmıştır. Prof. Öztürk'ün deyişiyle, "Anlaşılan o ki Cumhuriyet devrimi, halifeliği kaldırmakla, Kur'an'ın yolu üstünden büyük bir şirk kalıntısını temizlemiştir." Dolayısıyla halifeliğin kaldırılması İslam'a aykırı değil, tam tersine İslam'ın ruhuna uygundur. Nitekim 3 Mart 1924'te halifelik kaldırılırken de bu işin gerçek dine aykırı değil, dine uygun olduğunun ısrarla altı çizilmiştir. İzmir milletvekili ve Adalet Bakanı Seyit Bey'in halifeliğin kaldırılması dolayısıyla Meclis'te yaptığı konuşma bu bakımdan çok dikkat çekicidir: Seyit Bey'in, halifeliğin kaldırılmasının "İslam tarihinde yapılmış çok büyük bir devrim" olduğunu belirterek sürdürdüğü konuşmasının bazı bölümlerini birlikte okuyalım: "Halifelik sorunu bir din sorunu olmaktan çok, bir dünya sorunudur. İnançla ilgili sorunlardan değildir, millete ait genel hukukla ilgili işlerdendir." "Halifelik demek hükümet demektir. Kur'an memleket işleri için iki düstur gösterir. Birinci düstur meşverettir (danışma). Memleket işleri, halkın kendi aralarındaki danışmaları yolu ile yapılacaktır ki, bugün uygarlık dünyasında uygulanan usul de budur. İkinci düstur: Emir verme durumunda bulunanlara uymadır ki, bu da hükümetsizliği, anarşiyi ortadan kaldırmak içindir." "Gerçi Kur'an'da halife deyimi vardır ama bir din esası olarak değil, eski peygamberler için adalet dağıtımı anlamında kullanılmıştır. (...) Halifelik, dinin temel sorunlarından değildir, milletin kendi işidir, politik bir sorundur. Zamana, alışkanlıklara göre değişir. Bu nedenle peygamber ölürken yerine bir halife bırakmamıştır.
Sinan Meydan (Panzehir - Gerçeğe Çağrı)
Türkiye ve İtalya Gemicilik terimleri dışında, İstanbul ve İzmir argosu da İtalyanca deyimlerle doludur; “mantenuta” (kapatma-metres) karşılığı olarak “montinata” veya “manita” diye geçer. “Alırım façanı aşağı” diyen adamların bu kelimenin “faccia”den geldiğini bildiklerini sanmayız. “Bu işin raconu böyledir” diyenler, “racon” kelimesinin İtalyanca “raggione”den geldiğini belki bilmezler. Zaten argoda kaynağı bilmek diye bir sorun yoktur.
İlber Ortaylı (Türkiye'nin Yakın Tarihi)
Memleketimizde Erzurum’dan İzmir’e kadar kanlı bir yol vardır. Orada ölenlerin her biri isimsiz ve memleketlerini esirlikten kurtarıp hür ve müstakil bir yurt yaratmak için canlarını vermişlerdi. Onlardan biri olmak ve o yolda can vermek benim için daima kafi bir mükafattı.
Halide Edib Adıvar
Turkish.” Vocabulary was deleted, new words added. Place-names all over the country were Turkified (for example, “Smyrna” became “Izmir”), which only added confusion and another obfuscating layer to the buildup of historical sediment.
Eric Bogosian (Operation Nemesis: The Assassination Plot that Avenged the Armenian Genocide)
Dostumun el izleri Yolun kilometrelerini, saatin dakikasını hesaplayarak İzmir’e giderken yalnız başıma, renkler durdurdu beni. Bir yamaçtaki yeşil, sarı, turuncu, kırmızı ve daha adını bilmediğim yüzlerce rengin farkına vardım ve durdum. Arabayı yolun kenarına park ettim. Kapıyı açmadan, öylece durup düşündüm, iştahsız, aşksız ve renksiz hissediyorum kendimi, son on gündür şehirde kurduğum tüm ilişkiler, almalar-vermeler ne kadar aşksızdı… Ne kadar çok insanla ne kadar çok şey konuşup ne kadar çok şey yaptım, halbuki ruhum ve hücrelerim ne kadar aç kalmış. Kara bulutların altından sıyrılıp arabanın kapısını açtım ve dışarı çıktım. Şu anda yazımı yazarken çamurlu ayağını iki omzuma koymuş, kulağımı ısırarak beni oyunumuzun devamına çağıran küçük siyah köpek benim dostum. Karşılaştığımız ilk andan itibaren bana aşk verdi, bana ayna oldu, mutluluk verdi, çamur verdi neyi varsa onu verdi, neyse yalnızca o oldu. Gönlüm açıldı, sonra gözüm, kulaklarım. Sonra ağladım, ne kadar ihtiyacım varmış ağlamaya. Ne garip, on gündür İstanbul’da, bir sürü sevdiğim insanla istediğim, sadece kendimiz ve çevremiz için değil, evrensel olarak da iyi olduğuna inandığım işler için çabalıyoruz; yemeksiz, uykusuz kalıyorum. Tüm bu insanlar ve olaylar içerisinde oturup ağlayabileceğim bir an olmamış; çok ihtiyacım olduğu halde. Yaklaşık bir saattir burdayım. Kendimi çok iyi hissediyorum. Ufaklık hâlâ yanımda, çalılarla oynuyor arada bir bana sataşıyor. Yanımızdan iki adam geçti, selamlaştık, mantar aramaya gidiyorlarmış. Nereye ait olduğumu kestiremiyorum pek şu sıralar. Mutlu olmazsam, aşk yaşamazsam bir süre sonra şimdi ürettiklerimi bile üretemeyecek duruma gelebilirim. Şehirde birçok insanın beni içine koyup rahat etmek istediği tam vejetaryan, doğal bakkal, şeker çocuk, sakin adam rollerine bile uymayabilirim hatta bir süre sonra. Yalıkavaklı bir köy çocuğu olarak otobüs şoförü olmayı çok istemiştim bir zamanlar. Üniversiteye gitmeyi, her çeşit insanı tanımayı hayal ederdim o zaman; zengin, meşhur, köylü, politikacı, bankacı, belediye başkanı. Seyahat etmek isterdim bir sürü ülkeye; bunların çoğu gerçekleşti. Asıl besinim olan aşk ise hep derin bir nefes alıp “En doğrusunun, olması gerekenin olması”, “Bütün için en iyi şekilde kullanılmam” duasını ettiğimde sardı beni. Bu durumlarda “olma”nın en doğru şey olduğuna hep inandım, gördüm; şu an olduğu gibi. İçim buruk; şu an yaşadığım ayrılık tıpkı annemle olan gibi çok acı. Anneye, sevgiliye, toprağa duyulan özlem çok kutsal; ayrılık varsa bu özlemi yaşamam gerekiyor, diye düşünüyorum. İyi ki arabama biraz önce niyet ettiğim gibi rengârenk çınar yapraklı dalı koparıp getirmedim, ayrılık o dala yakışmayacaktı.
Victor Ananias (Yaşam Dönüşümdür)
Kalbim ile İzmir aynı şey mi?
Didem Madak (Grapon Kağıtları)
Nüfusa kıyasla bonzai kullanımındaki ilk 10 il şöyle sıralanıyor: Kocaeli, Tekirdağ, Edirne, İzmir, Kırıkkale, Balıkesir, İstanbul, Bursa, Sakarya, Samsun…
Anonymous
Kendi haris emelleri için bize şerefsizce leke sürmekten kaçınmayan Başbakan İnönü'nün konuşmasında, aldatılmış oldukları ileri sürülen, bu toprakların evlatları olan harbiyeliler, mecburi sömestr tatilinde bulunuyorlardı. Buna rağmen Harp Okulu öğrencileri İstanbul, Ankara ve İzmir'de Atatürk anıtlarına birer çelenk koyarak İnönü'ye cevap verdiler. Evlatlarımın çelenkleri üzerinde şu kelimeler vardı: HARBİYELİ ALDANMAZ
Talât Aydemir (Hatıratım)
SORU: Çok zor durumda olan arkadaşım var. Eşi 20 Ocak’ta öldürüldü ve birçok alacaklı kapıya dayandı. Öldürülen kocasının vergi ve SGK’ya da yüklü bir borcu varmış. Kendisi ev kadını, bir çözüm yolu var mı? Bir de bu arkadaşıma “dul aylığı” bağlanır mı? M. DÜNDAR- İzmir YANIT: Arkadaşınız, kocasının öldürülme tarihinden itibaren 3 ay içinde “mirası red” davası açacak. Mirası reddedince, vergi dairesi ve SGK dahil, hiç bir alacaklı kendisinden bir kuruş talep edemez. Mirasın reddi, ölen kocasından “dul aylığı” bağlanmasına engel değil.
Anonymous
Rıhtıma gelince, her şeyi unuttum. Yepyeni ve dayanılmaz bir tatlılık kapladı içimi. Nereye bakacağımı, ilkin hangi hazzı duyacağımı şaşırmış gitmiştim... Denize mi? Hiç batmadan suyu yarıp giden ufacak Hamidiye vapurlarına mı? Kafesli balkonları esrar dolu kocaman mermer binalara mı? Kaldırım döşeli caddede, ahenkli bir gürültüyle uzaklaşan arabalara mı? Atlı tramvaylara mı yoksa? Yoksa hiç çalışmıyormuşçasına bir bayram havası içinde kulüplere ve kahvelere girip çıkan şu neşeli, gürültücü, kaygısız insanlara mı?” (1910ların İzmir’i)
Dido Sotiriou (Ματωμένα χώματα)
The Izmir trials had liquidated all criminal conspirators and silenced the Progressive opposition to Kemal -for the generals and their friends would henceforward be effectively excluded from political life. The Ankara trials, which followed a fortnight later, were intended to dispose, once and for all, of his remaining enemies, the members of the former Union and Progress Party. Some fifty were accused, of whom the most prominent were Javid and Dr. Nazim. Here the indictment concerned not a criminal attempt on Kemal’s life, but a political attempt to overthrow his régime. It was the final culmination of that feud between Unionists and Nationalists, between the followers of Enver and those of Kemal, which had divided the Turkish revolutionary movement. Kemal judged the remnants of the Union and Progress group partly in personal terms, through his own obsessive memories of past rivalries, slights and intrigues, but partly also in political terms, as the survivors of a régime bounded by individual interests with no radical national programme. What remained of the party, armed as it still was with funds and animated by leaders well versed in underground political intrigue, must thus inevitably be the enemy of his own. Until the Unionists were finally eliminated Kemal could enjoy no sense of security.
Lord Kinross (Ataturk The Rebirth of A Nation)
The Izmir trials had liquidated all criminal conspirators and silenced the Progressive opposition to Kemal -for the generals and their friends would henceforward be effectively excluded from political life. The Ankara trials, which followed a fortnight later, were intended to dispose, once and for all, of his remaining enemies, the members of the former Union and Progress Party. Some fifty were accused, of whom the most prominent were Javid and Dr. Nazim. Here the indictment concerned not a criminal attempt on Kemal’s life, but a political attempt to overthrow his régime. It was the final culmination of that feud between Unionists and Nationalists, between the followers of Enver and those of Kemal, which had divided the Turkish revolutionary movement. Kemal judged the remnants of the Union and Progress group partly in personal terms, through his own obsessive memories of past rivalries, slights and intrigues, but partly also in political terms, as the survivors of a régime bounded by individual interests with no radical national programme. What remained of the party, armed as it still was with funds and animated by leaders well versed in underground political intrigue, must thus inevitably be the enemy of his own. Until the Unionists were finally eliminated Kemal could enjoy no sense of security.
John Patrick Douglas Balfour (Atatürk: The Rebirth Of A Nation)
İzmir'de her gün Amerikalılara un için kaç para veriyorsunuz, biliyor musunuz? Vali Abdülhalik Bey: Üç bin lira. Başkumandan: Bu, günde üç bin lira. Bunu ayda ve senede olarak hesap ederseniz, göreceksiniz ki, 1.5 milyon lira yalnız İzmir'imiz Amerika'ya veriyor. Ne için? Ekmek yapmak için!
Mustafa Kemal Atatürk (Atatürk'ün Bütün Eserleri)
Numara 10 İzmir: 6.1.931 Başvekil İsmet Paşa Hazretleri'ne 1) Aydın'da Serbest Fırka'ya mensup iken Fırka'mıza giren unsurlardan teşkil edilmiş olan yeni İdare Heyeti'ni liyakatli ve mefkûreci gençlerden meydana gelmiş buldum. Yalnız bunların içerisinde öteden beri Aydın muhalefetlerinde yer almış olan Şahinzade Fuat Bey isminde birisi vardır. Bu zatın da olumlu çalışacağını temin ettiler. Fakat kendisine karşı daima dikkatli bulunulması tavsiyeye değerli sayıldı. Eski İdare Heyetimizin başında bulunan Ahmet Emin Bey fedakâr bir fırkacıdır. Vazifelerini yapmamış olan eski İdare Heyeti arkadaşları ile birlikte yeni heyete sevgi göstermeleri ve onlarla kaynaşmaları tavsiye edildi. Yeni heyete de eski arkadaşlarıyla kaynaşıp sevişmeleri lüzumu anlatıldı. 2) Aydın Türk Ocağı değersiz insanlar elinde hareketsizdir. Ocak başındakiler istifa ettiler. Değerli insanlardan meydana gelen bir idare heyeti lüzumludur. Aydın'da Vilayet İdare Heyeti bir tek yer odasında oturdukları halde Ocak'ın çok geniş ve güzel bir salonu ve teferruatı vardır. 3) Aydın Vilayeti Maarif Müdürü Niyazi Bey isminde bir zencidir. Maarife hizmeti olduğu söylenen bu zatın göze görünmeyecek bir büro hizmetine alınarak, yerine fikri olumlu, hareketlerde yardıma muhtaç olan Aydın için faydalı olacak münasip bir zatın tayinini rica ederim. 4) Denizli iyi bir halde görüldü. 5) Hakkı Tarık Bey geldi. Manisa'da Kâmil ve Selahattin Beylerden gayrı en çok oy alanlardan teşekkül eden İdare Heyeti'nin serbest seçeceği bir zatın reis olması münasip görüldü. Tarık Bey'e tebliğ olundu, efendim. Reisicumhur
Mustafa Kemal Atatürk (Atatürk'ün Bütün Eserleri)
Hikâyeyi birçok kimseler bilir. Atatürk İzmir’e bir gidişinde Kordon boyundaki evinin salonuna büyük bir sofra kurulur. Davetliler tamam olup oturulacağı vakit, sokakta biriken halkın içerisini seyrettiğini istemiyen vali, perdelerin indirilmesini emreder. Atatürk der ki: - Vali bey, dışarıdaki halk acaba bizim ne yaptığımızı sanıyor? İçki içtiğimizden şüphesi yok. Fakat şimdi masa üstünde kadın da oynattığımızı ve kim bilir daha neler yaptığımızı zannedecekler. İçki içmekten başka bir şey yapmadığımızı görmeleri için perdelerinizi açtırınız.
Falih Rıfkı Atay (Çankaya)
Zafer ve öncesi tamamiyle unutulmuştu. Bir yaz gününün küçük bir hatırasnı nakledeyim. Köprüden vapura binmiş, Büyükada’ya gidiyorduk. Kâzım Şinasi, galiba Necmettin Sadak, rahmetli Cavit Bey ve ben güvertede beraber oturmuştuk. Moda iskelesinde vapura İttihat ve Terakki Merkez-i Umumî azasından rahmetli Dr. Nâzım bindi. Cavit alaycı ve tenkitçi idi. Anadolu’yu da, Ankara’yı da, Mustafa Kemal’i de pek hafife alıyordu. Milletvekilliği taslamamak için tartışma aramıyordum. Fakat Doktor Nâzım tam bir intikamcı ve kinci dili kullanıyordu. Hristiyan azınlıklarla Türkler arasında fark yapıldığından şikâyet edecek kadar kendini unutmuştu. Politika tartışmalarını hiç sevmiyen Kâzım Şinasi bile, eski Merkez-i Umumî günlerini hatırlıyarak, bir aralık: - Aman doktorcuğum, hiç olmazsa sen bunları söyleme... dedi. Doktor Nâzım: - Bizim zamanımız başka idi, şimdiki zaman başka... diye cevap verdi, sonra da: - Trabzon İttihat ve Terakki şubesinin evrakı neşrolunsun. Kuvay-ı Milliye’yi kim yapmıştır, öğrenirsiniz, diyordu. Cavit: - Evet Mustafa Kemal bir devlet adamı olamaz, siyaset bilmez, hükûmet işleri bilmez, fakat askerliğine de bir şey diyemezsiniz ya! diyecek olmuştu. Doktor Nâzım: - Askerlik mi? Ali İhsan Paşa ordunun başına geçsin. Plânları hazırlasın. Tam kumanda vereceği zaman sen gel, onu at, koşulu arabaya bin ve İzmir’e git... dedi. Hatta kendi aralarında birbirine zıt birçok cereyanlar, Mustafa Kemal’i yıkmakta birleşmişlerdi. Hiç kimsenin de bir programı yoktu. Mustafa Kemal yıkılıp da ne olacaktı?
Falih Rıfkı Atay (Çankaya)
Kendisini İzmir’de yakından tanıdığım zaman: - Paşam, bilir misiniz sizi ilk defa nerede görmüştüm? diye sormuştum. - Evet, dedi, Edirne Valisi Hacı Adil Bey’le beraber Dimetoka’ya gelmiştiniz. Biz de Fethi Bey’le gelenleri karşılamaya çıkmıştık. Hacı Adil arabada yanına Fethi Bey’i almalı idi. Enver’le Fethi Bey’in arası açık olduğu için, ne olur ne olmaz diye, yine sizi aldı. Donakalmıştım. “Tanin” muhabiri olarak Edirne’ye gidişim 1913’te idi. İsmi yeni yeni duyulan bir gazeteci idim. Mustafa Kemal Bey’i görmüş, fakat kendisi ile fırsat bulup görüşememiştim. 1922’de, bunca hâdiselerden sonra bana, kendimin bile unutmuş olduğumu hatırlatmakta idi. Hafızası, hâyühûy içinde geçen karmakarışık ve kalabalık bir gecenin en küçük vakalarını ve konuşmalarını ertesi akşam teferruatı ile anlatabilecek kadar kuvvetli idi.
Falih Rıfkı Atay (Çankaya)
İzmir ve hinterlandını Yunanlılara bırakmamak! Bu İtalyan Arnavut asıllı bazı İttihatçılarla da görüşüyormuş. Onlara şöyle bir sır da emanet etmiş. İzmir ve hinterlandını Yunanlılara işgal ettireceklerdir. Türkiye şüphesiz bunu istemez. İtalya da aynı kaygıdadır. Onun için İzmir ve çevresinde Yunan işgaline karşı silâhlı teşkilât yapmalıdır. Eğer karşı konulamazsa hiç olmazsa dost İtalya tercih edilmelidir. Bu iş için İtalya istenildiği kadar silâh ve cephane verecekmiş. Bu teklifi dinliyenler arasında akla yakın bulanlar, hatta İtalyan gemileri ile İzmir’e giderek taraf toplamıya çalışanlar bile olmuş. Gene onlar böyle bir teşkilâtın başına geçerek adamı da seçmişler: Mustafa Kemal! İtalyan şahsiyetine de adını haber vermişler ve Mustafa Kemal’in bu işi yapacağını da kendisine söylemişler. Asıl görüştükleri Comte Sforça idi. Mustafa Kemal’e meseleyi ”İtalyanların Türklere doğrudan doğruya yardım edecekleri” yolunda anlatmışlardı. Mustafa Kemal, İtalya’nın böyle bir şey yapacağına inananları pek saf bulmakla beraber, mademki buluşma gününü bile kararlaştırmışlardı, gidip konuşmakta bir sakınca görmedi. Bu bir acı hatırası idi. Bana şöyle anlatmıştı: “Buluşma saatinde Comte Sforça’nın çalışma odasında bulunuyordum. Çok terbiyeli ve nazikti. Evimi basan İtalya askerlerinin geri çağrılması için temsilciliğin nasıl yardım ettiğini hatırlattım. - Ekselans, dedi, herhangi bir tehlike karşısında elçiliğin emrinize hazır olduğunu ben de söyleyebilirim, dedi. Yıldırımla vurulmuşa döndüm. Üzüntümü saklamak için kendimi güç tuttum. İtalyan tebaası (uyruk) mı olmuştum? Dedim ki: - Beni buraya önemli bir meseleden bahsetmek için siz davet etmişsiniz. Bu önemli şeyi dinlemek istiyorum. Bir an durdu: ‘Ha’, dedi, ‘buluşmamızı sizin de tanıdığınız arkadaşlarınız istediler. Öyle pek önemli bir mesele bahis mevzuu (konusu) değildi.’ - Öyle ise fazla rahatsız etmeyeyim, dedim ve kalktım. Bir millet esirliğe düşünce milletten olan herkes nasıl bir hiç olur. Ben bu yabancının evinden çıkarken, bütün uşakların arkamdan güldüklerini duyar gibi oluyordum. Caddenin kalabalığı arasında kendimi kaybetmeye çalıştım ve beni buraya sürüklemiş olanlara küstüm. Bununla beraber bu zat, ilk sözünün benim üstümdeki tesirini görünce, bana bütün o tasarılarından bahsetmemek inceliğini göstermişti. ”O sırada İstanbul’da birçok kimseleri, İngilizlerin emri ile hapse atmışlardı. Fethi Bey de bunlar arasında idi. Mustafa Kemal arkadaşını ve tanıdıklarını görmek üzere polis müdürlüğüne gitti: “Dam katına çıktık. Etrafıma baktım. Bir dar koridor üzerinde karşılıklı ufak odalar! Görünüş heybetli idi. Sadrazamlar, nazırlar, bütün Osmanlı rical-i mühimmesi’ ve bazı tanınmış gazeteciler. Ne kadar derin düşüncelere daldım. Canımın yandığı şu idi: Bu kimseler arasında hesap sorulması lâzım gelenler vardı. Fakat hesap soran millet değildi. Bilakis milleti daha ağır felâkete sürükliyen insanlardı. Ben de o günlerde bazı takiplere uğrar gibi olduğumu hissettim. Ne azledilmiş, ne tekaüt olmuş, ne de açığa çıkarılmıştım. Resmî vaziyetim üzerimde idi. Harbiye Nazırlığı yaverimi, otomobilimi almış ve tahsisatımı kesmişti. İktidarda bulunanlardan böyle bir hareket beklemiyordum." Bu nereden geldiği henüz belli olmıyan bir baskı idi.
Falih Rıfkı Atay (Çankaya)
Henüz bir halk temsilcileri toplantısı olmamıştı. Mustafa Kemal askerlikten çekilince, bizim şartlarımıza göre, hiçbir otoritesi kalmıyacaktı. Onun için kendine eşraf ve halk yığınları üzerinde nüfuz sağlıyan padişah yaveri kordonlu üniformasını mümkün olduğu kadar uzun müddet üstünde tutmak faydalı olacaktı. Halk devlete itibar edegelmiştir. Fakat askerlikten de kovulmak üzere idi. İster istemez istifa etti. Kovulma haberi de ondan sonra geldi. Burada pek dramatik bir sahneyi anlatmak isterim: Mustafa Kemal, Rauf Orbay’la otururken müfettişlik Kurmay Başkanı Kâzım Bey’i (Dirik) bütün haberleşmelerde kâtip etmekte idi ve ölünceye kadar Mustafa Kemal’le birlikte kalacağına yemin edenlerdendi, yanlarına geldi, askerce bir selâm verdi. - Artık görevime devam etmekliğim imkânı yok, izin verirseniz Kâzım Karabekir Paşa’dan vazife istiyeceğim. Dosyaları kime teslim etmemi emredersiniz? dedi. Mustafa Kemal ve Rauf Orbay vurulmuşa döndüler. Mustafa Kemal hüzün dolu gözleri ile Kâzım Bey’e bakarak: - Ya öyle mi efendim? Peki dosyaları Hüsrev Bey’e verirsiniz. Kâzım Bey çalımlı çalımlı çıktı, gitti. Kâzım Bey, Mustafa Kemal’in ta Rumeli’den tanıdığı idi. Sonra onu affetmiş ve Cumhuriyet devrinde kendisine İzmir Valiliği ve Trakya Umum Müfettişliği gibi görevler vermişti. Mustafa Kemal Rauf Orbay’a döndü: - Gördün mü, dedi, rütbe ve üniformanın ehemmiyetiyok mu imiş. Biraz sonra Karabekir Paşa’nın geldiğini haber verdiler. Mustafa Kemal’in içinden üzüntülü bir şüphe geçti. Kâzım Karabekir: - Kumandamda bulunan subay ve erlerin saygılarını sunmıya geldim. Siz bundan sonra da kumandanımızsınız dedi. Mustafa Kemal, Karabekir’i kucakladı. Kâzım (Dirik) Kuvay-ı Milliye günlerinde de güç duruma düştüğü vakit Mustafa Kemal tarafından tutulduğuna göre, yukardaki ayrılış ikisi arasında, Rauf Bey’den de habersiz, hazırlanmışa benzer. Çünkü Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir’e karşı ihtiyatlı davranmalı idi.
Falih Rıfkı Atay (Çankaya)
Halide Hanım, Yakup Kadri, Ruşen Eşref, Asım Us ve ben Batı Anadolu üzerinden Bursa’ya giderek Yunan zulümleri üzerine belgeler toplayıp yazmayı kararlaştırdık. Yakup Kadri ile bana birer asker kaputu verdiler. Bu yazılar "İzmir’den Bursa’ya" adlı bir kitapta toplanmıştır. Henüz çürümiyen cesetler ve neredeyse henüz tüten yangınlar içinden geçiyorduk. Yakup, külleri savrulan Manisa’ya, cetlerinin şehrine iki eli böğründe baka kaldı. Yunanlılar, çekilişlerinde, yok edici bir tahrip yapmışlardı. Yanmayanlar, vakit bulup da yakamadıkları, yaşayanlar, fırsat bulup da öldüremedikleri idi. İki millet arasında yalnız birinin arta kalacağı bir boğazlaşma geçmiş olduğunu görüyorduk. Batı Anadolu’yu Türkler için oturulmaz bir çöle çevirmek istiyen Yunanlılar, gerçekte kendi ırklarının, mitoloji masallarından son tarih günlerine kadar, bu topraklardaki yaşayışlarına son vermişlerdi. Rum halk köklerine kadar sökülüp atılmakta idi. Onlarla beraber İzmir’in, bütün Batı Anadolu’nun her türlü ekonomisini de köklerinden söküp atıyorduk. Bir merkezde kasabalılar bize gelmişler: - Arabamızı tamir ettiremiyoruz, giden Hristiyanlardan sanat sahibi olanları geri göndertseniz... demişlerdi. Yanmamış yerlerde çarşılar kapalı idi. Ticaret ve iyi tarım onların elinde olduğundan, Türkler alışmadıkları bir hayat tarzını yeni baştan kurmaya mahkûm idiler. Bu yeni hayat, yangın yerlerinde külden ve sıfırdan, ateş görmiyen yerlerde kapalı ve boş dükkânın açılmasından başlıyacaktı. Yuvaları yanan, veya baba analarını, ya kardeş veya çocuklarını kaybeden halk, öfkeden ve kinden o kadar çıldırmıştı ki ellerinde balta ile esir kafilelerinin peşine düşüp: - Hiç olmazsa birini verin, öldüreyim! diye yalvaran kadınlar görülüyordu. Hâlbuki Anadolu halk kadınları ne de yumuşak yürekli ve merhametlidirler!
Falih Rıfkı Atay (Çankaya)
Bir gün eski yaveri mebus Salih Bozok’a: - Tarih size lânet okuyacak, demişler. - Neden? diye sormuş. - Mustafa Kemal’e içki içiriyorsunuz. Kadın eğlenceleri tertip ediyorsunuz. Ömrünü kısaltıyorsunuz. - Ya... Öyleyse tarih bizim hepimize birer heykel dikecek. O bize yalnız içkide ve eğlencede esir olmaz ya, demek İzmir’i de ona biz aldırdık, cevabını vermiş. Mustafa Kemal’de tek olmayan şey, “alet olmak” zaafı idi. Uzun yalnızlık ve halktan uzaklaşmanın ve netameli hastalığın tesiri altında kalıncaya kadar, kendine has kontrol metotları ile her türlü telkinleri de karşılamayı bilmiştir.
Falih Rıfkı Atay (Çankaya)
Önce Kramer Palas oteline gidip güçlükle üst katta bir oda bulduk ve eşyalarımızı bıraktık. Otel yabancı ve yerli Hristiyanlarla dolu idi. Sonradan bize anlattıklarına göre Mustafa Kemal de şehre girince bu otele uğramış. Ne sırması, ne de önünde arkasında koşuşan generalleri ve subayları var. Dolu salona girmek isteyince, garson yer olmadığını söylemiş. Fakat müşterilerden biri tanıyıp da: - Mustafa Kemal... Mustafa Kemal... diye bağırınca, kalabalık birbirine girer. İhtimal hepsi dağılacaklar. Mustafa Kemal kimsenin rahatsız olmamasını rica eder ve yanındakilerle bir masaya oturur. Garson mudur, otel müdürü müdür, artık kim önce koşup gelmişse birer kadeh içki istediklerini söyler ve sorar: - Kral Kostantin hiç bu otele gelip de bir kadeh rakı içti mi? - Hayır paşa efendimiz! - Öyle ise neden İzmir’i almak istemiş? der ve İzmir’e girişinin ilk zevkli saatlerinden birini o masada geçirir.
Falih Rıfkı Atay (Çankaya)
Tuhaf kader cilveleri vardır. Eğer Lenin çarlığı yıkmasaydı ve Rusya zafer gününe erişse idi, İstanbul Rus olacaktı. İnsanın acaba bir İstanbul köşesine Lenin’in büstünü koysak mı, diyeceği gelir. Eğer Yunan ordusu 16 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkmasaydı, bizim büyük devletler cephesine karşı bir savaşa girişmemiz pek güç, belki imkânsız olacağına şüphe yoktu. Dağdan haydutlar inerek vatanı kurtarma savaşına katılacaklar, Anadolu’nun bütün dağınık dayatış kuvvetleri artık ortaklaşa bir savaş amacı bulacaklardı. 16 Martta İngilizler İstanbul’u işgal edince de, Anadolu İstanbul’dan büsbütün koparak tam beş hafta sonra, 23 Nisanda Ankara’da yeni Türk devletinin temelleri atılacaktı.
Falih Rıfkı Atay (Çankaya)
Harp Divanının başında pek açık Arnavut şivesiyle bir sakallı paşa. Savcı bir Rum. Azadan biri Ermeni. Eski Yozgat Mutasarrıfı Kemal, Boğazlıyan Kaymakamı iken tehcir facialarına sebep olduğu için yargılanmakta. Tanıkları toplıyan, hazırlıyan, getirip götüren de patrikhane. Ermeniler Büyük Ermenistan’ın, birtakım dünkü Türkler bu Ermenistan yanında Kürdistan’ın, Rumlar İzmir’in, Trakya’nın ve Karadeniz kıyılarında Pontus Krallığının peşinde. Anadolu eşrafı, Hristiyanların ve Hürriyet - ve -İtilâfın curnalları ile koğalanma altında. Tabiî kimse de şerefini, canını gelen gidene kahve gibi ikram etmez. Yakalanmıyanlar ya gizlenmişlerdir, yahut silâhlanarak dağa çıkmışlar, çiftliklerine çekilmişlerdir. Kuvay-ı Milliye’nin ilk kaynağı. İstanbul’da tutmak, hapse atmak, sürmek, hatta asmak kolaydır ama Anadolu’da “Ferman padişahın, dağlar kim silâhını kapmış, çalı dibi seçmişse onundur.” Hristiyan çetelere karşı Türk çeteleri çıkmış, baskın, pusu, vuruşma ve kaçışma, hele Karadeniz kıyılarının bazı bölgelerinde bir boğazlaşmadır gider. Acaba Hristiyan azlıklar, nerede biraz Hristiyan topluluğu varsa orada Türk devleti varlığının tehlikede olduğuna Türkleri büsbütün inandırmakla iyi mi etmekte idiler? Ermeni tehciri faciasının sebebi de bu değil miydi? 1914’te çar Rusyasının ısrarı ile doğru Anadolu’ya gelen bir yabancı umum müfettiş Türklere, Doğu Anadolu’nun da, Rumeli gibi vatandan kopmak üzere olduğu korkusunu vermemiş miydi? Osmanlı saltanatından yeryüzünde hiçbir kuvvetin hesap soramıyacağı çağlarda, dinleri, dilleri ve kiliseleriyle çepçevre Müslümanlık ortasında yaşayabilen, Ortaçağdan yirminci asra kadar gelebilen Hristiyanlık, bu korku yüzünden değil midir ki nihayet Anadolu’da son yuvasına kadar dağılmıştır?
Falih Rıfkı Atay (Çankaya)
Fevzi Çakmak devletin ve görevinin adamı idi. Muhafazakârdı: Devrimlerden hiçbirinin taraflısı olmadığını bilirdik. Genelkurmay Başkanlığından ayrılıncaya kadar eski yazıyı kullanmıştır. Atatürk belli başlı devrim kararlarını verdikten sonra, bir defa pek sevdiği Diyanet İşleri Reisi Hoca Rıfat Efendiyi çağırıp onu tatlı dille kandırır, sonra: - Şimdi mareşale gidelim, derdi. Biri camilerin ve hocaların, biri ordunun başında idi. Yüzümüze karşı bir şey demez, fakat biz ileri hareket takımına kem gözle baktığını hissederdik. Fevzi Çakmak’ın geri düşünüşlüğü, yasak bölgeler sisteminde kendini gösterir. Bir defa Antalya Valisi Hâşim İşcan’la beraber Finike’ye doğru gidiyorduk. Bir yeni yol yapılıyordu. Vali: - Bu yolu kaçırıyorum, demişti. Sonra açıkladı: - Fevzi Paşa kıyıdan içeriye doğru yol yapmayı yasak etti. İtalyan taarruzuna yardımı olur diye... İzmir bir yasak bölgeler hapsi içinde idi. Pek verimli birçok ziraat toprakları nüfussuz kalmıştı. Hatta bir gün oradaki komutana: - Canım paşam, uğraşsanız da İzmir’e biraz nefes aldırsanız... diyecek oldum. Tıpkı Fevzi Paşa gibi düşünen komutan: - Benim fikrimce asıl yapılacak şey, İzmir’i bu körfez dışına çıkarmaktır, cevabını vermişti. - Ama unutuyorsunuz ki millet Erzurum’dan buraya kadar işte bu İzmir’e kavuşmak için kanını akıta akıta koştu, geldi. Mimar Yansen İzmit tersanesinin kaldırılmasını ve şehrin denize açılmasını teklif etmişti. Bir defasında Başbakan Celâl Bayar’la birlikte İzmit’e gittiğimizde bunu kendisine hatırlattım. Yanımızda bulunanlar: - Ne diyorsunuz beyefendi, Fevzi Paşa Hazretleri diyorlar ki kâğıt fabrikasına bir başka vilâyette yer bulunuz. Onu da yasak bölge içine alacağım. Bütün İzmit Körfezi boğuluyordu. Mustafa Kemal’in emri ve baskısı üzerine Yalova serbest bırakılarak İstanbul’a bağlanıp imar edilmeye başlanması üzerine: - Yapınız, yapınız, ben Yalova’nın on kilometresine bir top koyunca masraflarınızın ne kadar boşa gittiğini anlarsınız, demişti. Medenîce manası ile yaşamaktan, imardan ve dünya zevklerinden bir şey anlamazdı. Bir lokma bir hırka ruhlu idi. Demir ve çelik endüstrisini Karabük’e sürdüren, zekâsı yontulmuş mühendis ve ihtisas adamlarının maddî manevî ihtiyaçları nasıl bir çevre arayacağını düşünmeden Kırıkkale’deki bozkır gurbetlerinde fabrikalar kurduran odur. Hatta İktisat Bakanlığı, Karabük’te kurulmaktansa demir ve çelik endüstrisine başlamamak daha doğrudur, diye söylemesi üzerine Fevzi Paşa, Atatürk’e: - Demir ve çelik yapmak için benim ölümümü bekliyorlar, diye haber yollamıştı. Atatürk önce Bakan Celâl Bayar’a: - Rica ederim, telefona gidiniz ve kendisine demir ve çelik endüstrisinin Karabük’te kurulacağını haber veriniz, demişti. Ordu ile pek ilgilenen ve Terakkiperverler muhalefetinden önceki komutanlar vak’asından beri dikkat kesilen Atatürk, harpte kendisi başkomutan olacağını düşündüğüne göre, barışta askerî kuvvetlerin başında tamamiyle güvenilir bir şahsiyet bulundurmak istemişti. Zaafı bundandır. Rejim Fevzi Çakmak’ı gerektiğinden çok fazla ordunun başında tuttu. Aydın general ve subaylar, eski anlayışlara bağlılık yüzünden, ordunun pek geri kaldığından daima şikâyetçi idiler. İspanya iç savaşı sırasında kendisinin: - Harpte tankın ve uçağın büyük değeri olmadığı sabit olmuştur, dediğini yakınlarından duyarak içimiz yanıyordu: - İnşallah Çakmak devrinde bir harbe tutuşmayız, diye dua ediyorduk. Nihayet emekli yaşı geldi, çattı. Uzatma imkânları da tükenince İnönü kendisini emekliye ayırtmak zorunda kaldı. Fevzi Çakmak küstü. Ordu onun malı gibi bir şeydi sanki. Kolundan yakalanıp ana baba yuvasından atılmışa döndü. Kendisini ziyarete gelen devlet reisine gitmedi.
Falih Rıfkı Atay (Çankaya)
Karşıyaka’daki evimize gittik ama, üstümüze giymiş olduklarımızdan başla hiçbir eşyamız yoktu. Kramer Palas gerçi çok sonra yandı, fakat oraya kadar sokakları sökebilmek ihtimali yoktu. Yangın, sonuna kadar yaktı ve doyarak dindi. Göztepe’de Mustafa Kemal Paşa’yı görmeye gidiyorduk. Arka caddeler atılan şapkalarla âdeta kaldırımlanmış gibi idi. Esirler geçiyordu. Durup dururken ikide bir: - Yaşa Mustafa Kemal yaşa... diye bağırıyorlardı. Bunlar İzmir’e girdiklerinin birinci günü Şehit Fethi’yi: - Zito Venizelos... diye bağırtmak için süngülemişlerdi. Gâvur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti. Yangından sorumlu olanlar, o zaman bize söylendiğine göre, sadece Ermeni kundakçıları mı idi? Bu işte ordu Komutanı Nureddin Paşa’nın hayli marifeti olduğunu da söyliyenler çoktu. Atatürk’ün Nureddin Paşa’yı eskiden beri sevmediği “Nutuk”unda görünür. Zafer sırasında birinci ordunun başında bulunması da tesadüf eseri idi. Ali İhsan Sabis’in atılışından sonra, Atatürk Ali Fuad ve Refet paşalara komutanlığı teklif etmiş, ikisi de “kıdemsiz” İsmet Paşa’nın emrine girmek hoşlarına gitmiyerek, reddetmesi üzerine Nureddin Paşa hatıra gelmişti. Kibirli, dar kafalı, zulüm ve ceberut düşkünü bir kimse idi. Bu yüzden bir zamanlar Millet Meclisi kendini Harp Divanı’na verip mahkûm bile ettirmek istemişti. Bu kararın önüne geçmek için Mustafa Kemal’in ne kadar uğraşmış olduğunu “Nutuk”tan öğreniyoruz. Nureddin Paşa’nın biri İzmir’de biri İzmit’te tertip ettiği iki linçin hikâyesi gene o vakitler, bizi ikrah (tiksinme) içinde bırakmıştır. Bunlardan biri İzmir metropolidi Meletyos öteki de “Peyam-ı Sabah” yazarı Ali Kemal’dir. Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için o zamanki notlarımdan bir sayfayı buraya aktarmak istiyorum: ”Yağmacılar da ateşin büyümesine yardım ettiler. En çok esef ettiğim (üzüldüğüm) şeylerden biri, bir fotoğrafçı dükkânını yağmaya giden subay, bütün taarruz harpleri boyunca çekmiş olduğu filmleri otelde bıraktığı için, bu tarihî vesikaların yanıp gitmesi olmuştur. İzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamıyacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbinde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gene bu korku ile yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelme bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe, sanki Hristiyan veya yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi. Bir harp daha olsa da yenilmiş olsak, İzmir’i arsalar halinde bırakmış olmak, şehrin Türklüğünü korumaya kâfi gelecek miydi? Koyu bir mutaassıp, öfkelendirici bir demagog olarak tanımış olduğum Nureddin Paşa olmasaydı, bu facianın sonuna kadar devam etmiyeceğini sanıyorum. Nureddin Paşa, ta Afyon’dan beri Yunanlıların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazını ve ağlayıp çırpınan halkını görerek gelen subayların ve neferlerin affetmez hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi.” Nitekim İzmir zaferinin hemen arkasından bir Nureddin Paşa meselesi çıkacaktır. Zaferin bu en küçük hisseli adamı İzmir’e girer girmez şöyle bir vizita kartı bastırmıştı: Küt-ül-Amare muhasırı, Afyon ve Dumlupınar muharebeleri galibi, İzmir fatihi Nureddin Paşa.” İzmir’de ilk buluştuğu adam da müftü idi. Nureddin Paşa kendisine bir vasiyetname bırakıyordu: Ölünce Kordon boyuna bir camii, bir de türbesi yapılacaktı. Fatih bu türbeye gömülecekti. Müftü, bir risalesi ile, biraz sonra irticaın bu sakallı ve azametli liderini bütün Türkiye yobazlarına takdim ettirmek üzere idi. İzmir’den İzmit’e gittiği zaman da, Çay’da komutanlara danışıldığı zaman: - Yeni geldim, diye taarruz hakkında oy vermiyen bu adam: - Ben Mesta-Karasu üstüne yürümek için hazırlanmıştım, beni burada tuttular, diyecekti.
Falih Rıfkı Atay (Çankaya)
Atatürk ve arkadaşları İzmir'in işgal edileceğini yabancı kaynaklardan kesin şekilde öğrenmişlerdi. Anlaşıldığına göre, bu konuda hükümet de bilgi sahibiydi. Sadrazam Damat Ferit Paşa, İtalyan temsilcisi Kont Sforza ile Trabya'daki elçilikte bir görüşme yaparak İzmir'in işgalini İtalya'ya önermişti. Buna gerekçe olarak da, Türk milletinin buna karşı çıkmayacağını, dolayısıyla kan dökülmeyeceğini ileri sürmüştü. Fakat bu ziyaretin ardından Mustafa Kemal Paşa da İtalyan temsilcisine bir adamı vasıtasıyla şu mesajı göndermişti: "Duyduk ki, size bir öneride bulunmuşlar. Fakat hiç kuşku duymayın ki, Yunanlılarla nasıl dövüşeceksek, sizinle de öyle dövüşürüz." Kont Sforza, İzmir'i kendisine vermeyi öneren adama değil de, sizinle dövüşürüz diyen adama saygı duymuştu.
Sabahattin Özel (Mustafa Kemal Atatürk – Yeni Gerçekler Yeni Düşünceler)
Büyük Taarruz'da Atatürk ve Fevzi Paşa İzmir'e doğru ilerleyen Türk ordusunu izlemiş, bazen buğday, bazen üzüm çuvalları üzerinde ikişer saat uykuyla yetinmek zorunda kalmışlardı. Bu anlardan birinde Atatürk üzerine uzandığı çuvalın deliğinden aldığı bir avuç üzümü ağzına atmadan Fevzi Paşa'ya gülerek "Paşam, şu hayatın cilvesine bak. Aslanlık edelim derken çuval deliğinden üzüm çalan farelere döndük" sözlerini söylemişti.
Sabahattin Özel (Mustafa Kemal Atatürk – Yeni Gerçekler Yeni Düşünceler)
Vaziyetin ihmale asla müsaadesi olmadığı için alınacak kararların en az saat meselesi addedilerek tedbir hususunda ona göre istical gösterilmesi gerekirken, yaptıkları teklifin sükûtla karşılandığını gören paşa, düşüncelerini tekrarlamış olmalarına rağmen yine de ehemmiyet verilmemişti. Nihayet, Mustafa Kemal'in bu uyarmalarından çok kısa bir süre geçtikten ve ancak, üzerinde önem ısrarla durdukları vaziyetin meydana gelmiş olmasından sonra ordu harekete geçmiş bulunuyor. Bu vaziyet üzerine telâşa düşen ordu kumandanı Liman von Sanders, Mustafa Kemal'i derhal telefon başına davet ederek ordu erkânıharbiye reisi (eski İzmir valisi merhum General Kâzım Dirik) aracılığıyla yaptıkları muhaverede; durum hakkında kendilerinden izahat istenilmiş olmakla birlikte düşmanın vaki teşebbüsüne mukabil ne gibi bir tedbir düşünüldüğünün sorulmuş olduğunu ve buna karşı Mustafa Kemal'in: - Vaziyetin çok ciddi olup zaten er geç bu şekli alacağını daha evvelden kestirerek keyfiyeti orduya bildirmiş bulunduğunu, cevabını verdiğini ve telefonda tedbir bahsine tekrar temas edilmesi üzerine yine Mustafa Kemal'in: - Meydana gelen müessif durum karşısında kumanda mevkiinin ne düşündüğünü ve ne gibi bir karara varacağını bilmemekle beraber kendilerince yapılması icap eden işin, daha önceleri tespit ve teklif edilmiş olduğundan bahisle son tedbirin artık orduca ittihazı, gerektiğini söylemiş olduğu ve ordu kumandanının, vaziyete behemahâl bir çare bulunması hakkındaki ısrarına karşı verdiği cevapta: - Çok nazik bir safhaya girmiş olan durumun ıslahı için tek çare kaldığını, bildirmesi üzerine, bu çarenin -büyük bir ümitle- ne olabileceğine dair yapılan soruya da: - Temsil ettikleri emir ve kumanda görevini, bütün yetkileriyle birlikte kendisine devir ve teslim etmekten başka yapılacak bir iş tasavvur edemediğini, açıkça beyan eylemesi muvacehesinde telefondan: - Çok gelmez mi? hitabıyla karşılaştığı ve bu konuda karşılıklı cereyan eden görüşmelerin devamın müddetince soğukkanlılığını daima muhafaza etmiş olan Mustafa Kemal'in son söz olarak: - Az gelir! dediğini ve bu kesin cevabı verdikten sonra artık telefondan işittikleri tek sesin, herhâlde biraz sertçe yerine konmuş olan reseptörün husule getirdiği madenî sadadan ibaret bulunduğunu çok açık ve kendilerine has tatlı bir ifadeyle anlatmışlardı. Davetlilerin tam bir sükûn içinde ve merakla dinledikleri bu hatıra, paşanın tok ve heyecanlı sözleriyle sona erdiği zaman, aynı heyecanı kat kat fazlasıyla duran vali merhum Memduh Bey'in daha ziyade sabır ve tahammül gösteremeyip Mustafa Kemal'in son sözü üzerine hemen kadehini eline alarak çok samimî bir ifade ve pek heyecanlı hâliyle: - Paşam, paşam! Sizin bindiğiniz atın zahmesi olayım! demesi ve arkasından da kendi şivesiyle: - Anafartalar kahramanının sıhhatine! sözünü ilave etmesi üzerine bütün kadehler Mustafa Kemal şerefine kaldırılmıştı.
Şükrü Tezer (Atatürk'ün Hatıra Defteri)
Sene 1891, İzmir Buca'nın Kızılçullu bölgesinde bir okul kuruluyor. Amerikan Koleji. Misyonerlik faaliyetleri ile bilinen bu okuldan ilerleyen yıllarda da bir mezun verilecek. Kim midir? Adnan Menderes! Fakat Cumhuriyet ilan ediliyor. Atatürk bu... Durmuyor. Kolej binası satın alınıyor, kapatılıyor. Ve sanki emperyalizme nispet yaparmışçasına bu bina köy enstitüsü oluyor. İşte karşınızda Kızılçullu Köy Enstitüsü... Atatürk devrimlerinin etkisini Ege bölgesine bir ışık gibi yayıyor. Ta ki Menderes gelene kadar... Daha sonra köy enstitülerini kapatacak olan Menderes, zaman kaybetmeden vefalı (!) bir mezun olduğunu kanıtlıyor. Binayı NATO'ya yani Amerikalılara geri veriyor. Öğrenciler dört bir tarafa dağıtılıyor. Bu da yetmiyor... Kızılçullu isminin komünizmi çağrıştırdığı gerekçesiyle ve Amerikalı abileri rahatsız olmasın diye bölgenin adını Şirinyer olarak değiştiriyor. O gün bugündür Şirinyer'deki NATO Karargâhının önünden ne zaman geçsem Amerikan Koleji mezunu Menderes'in sadakatini hatırlarım.
Ahmet Özgür Türen (Köy Enstitüleri Dosyası/ Türk Rönesansı)
Masa başında geçen bu akşamların şimdiki yeniliği, Latife Hanım'ın varlığıydı. Gölgede kalacak bir kadın olmayan Latife Hanım, kişiliğini herkese duyuruyordu. Evliliklerinin başından beri Mustafa Kemal, onun arkadaşlığında, başka hiçbir kadının henüz kendisine vermediği bir uyarıcılık bulmuştu. Üstelik kendisine hâlâ biraz “sekreterlik” ettiği için, çalışmasına da yardımcı oluyor, öğüt veriyordu. Akıllıydı, iyi eğitim görmüştü; kendine güveni, kendine özgü düşünceleri vardı; karşılıklı ciddi şekilde tartışabiliyorlardı. Aralarında, Batı'da olduğu gibi, eşit koşullarda bir karıkocalık bağı vardı ki, bunu Gazi de görüyordu. Özellikle, kadınların özgürlüğe kavuşmaları konusundaki tasarılarını, Latife Hanım'la tartışıyordu. Latife Hanım'ın, bunun canlı bir örneği gibi, yemeklerde bulunması, Gazi'nin lehine bir nottu. Yalnız ara sıra ölçüyü kaçırıyor, değil Çankaya'yı kendi evi gibi yönetmek, Mustafa Kemal'i de çekip çevirmek gibi tehlikeli işlere kalkışıyordu. Herhangi bir subay karısı gibi davranıyor, evlendiği eski bekârı evcil hale getirmeyi, eğitmeyi, kabalıklarını düzeltmeyi üstüne vazife sanıyor; geçici kışla hayatının etkisinde kalmış gibi gördüğü eve, birtakım incelikler, düzenler sokmayı deniyordu. Daha doğrusu bu evi, babasının İzmir'deki evine benzetmeye çalışıyordu. Çünkü ona bakılırsa, kendi evlerinin sosyal düzeni daha “uygun”du. Latife Hanım, anlaşılan daha “uygar” demek istiyordu. Mustafa Kemal'in yemek çağrılarını düzenlemeye kalktı. Kaç kişinin geleceğini önceden bilmek istiyor, hoşlanmadıklarına itiraz ediyor; Batı'da olduğu gibi davetlilerin, eşlerini de birlikte getirmeleri gerektiğini söylüyordu. Bir ara, yemeklere gece kıyafetiyle gelinmesini de ortaya atarak, çok kişinin özür dilemesine bile yol açmıştı. Bu “doğal” başkentte böyle şeyler pek bulunmuyordu. Bir akşam, smokinle gelen konuklar, holde bir orkestranın çaldığını görünce şaşaladılar. Gazi'nin kendilerini karşılamak için, sırtında onlarınki gibi smokin, yüzünde işkenceye uğramış gibi şakacı bir gülümseme, omuzlarını silkerek merdivenlerden indiğini görmek de hoşlarına gitti. Gazi, böyle salon özentilerini hiç sevmez ve resmi toplantılar dışında dostlarını, bu şekilde ağırlamaktan hoşlanmazdı. Rahat bir ev sahibiydi; herkese karşı nazik davranır, meşgul olur, ama bunları kendi alıştığı gibi, sıkıntıya girmeden yapmak isterdi. Latife Hanım, hiçbir yerde eksik olmaz, Gazi'nin arkadaşlarıyla bir arada oturup demleneceği akşamlar bile, kısacık boyuyla masanın başına kurulurdu. Konuşmaları yönetmeye merakı vardı. Babasının biricik şımarık kızı olduğu için o da söylediklerinin dinlenmesini isterdi. Oysa Gazi, bu dinleyici rolünden hiç hoşlanmazdı. Latife Hanım, yabancı ziyaretçileri kabul edip, Gazi'nin adına demeç vermeye de kalkışırdı. Daily Mail muhabiri Ward Price'a, gayet güzel İngilizcesiyle, “Benim size her söylediğimi Gazi'nin ağzından çıkmış kabul edebilirsiniz,” demişti. Gazi'ye verdiği bilgiler de her zaman doğru olmuyor ve bazen ortalığı karıştırıyordu. Fakat Latife Hanım'ın düştüğü en büyük psikolojik yanlışlık, Gazi'nin içkiciliğini uluorta önlemeye çalışmasıydı. Sofradaki içkiyi sınırlamaya kalkıyordu. Arkadaşlarının önünde odaya girer, ona, “Nedir bu Kemal, yine mi içiyorsun?” diye bağırırdı. Toplantıların çok geçe kalmadan bitmesini isterdi. Dahası, yatma zamanının geldiğini anlatmak için, üst kattan duvarlara vurduğu bile olurdu. Bu iki güçlü iradenin, iki sinirli mizacın birbirleriyle çatışacağı belli bir şeydi.
Lord Kinross (Atatürk: The Rebirth Of A Nation)
Biz necm ü hilâli Belde-i Tayyibe gibi yine onlardan fethetmiştik. Temdîd ü i'mârı vazife vü şi'âr edinerek girdiği yerlerde ahşâb kulübeler, silâhsız adamlar, biçilmiş, biçilmemiş ekinler imhâ eden bayrakların mâcerâlarına bizim necm ü hilâl hiçbir vakit, hiçbir yerde iştirâk etmemiştir. 'Afvı zekât-ı zafer 'add eden -i'tirâf ederim ki bu yüzden biraz da sâde-dil olmakla ma'rûf- bir kavimiz. Yapmak için girdiğimiz yerleri aslâ yıkmadık. Eğer memleketimizde harâbe varsa... Eğer tarîk-i temeddünde geri kalmışsak sebeplerini bizde değil, hâriçte arasınlar. Atalarımızın bastığı yerlerde yalnız otlar değil, kasabalar, şehirler de bitiyordu. Zemînî vü süflî ihtirâslara semâvî kutsiyetler vermek isteyen ehl-i salîbin sekiz yüz seneden beri mütevâlî tecâvüzlerine ma'rûz iken, yine büsbütün harâb u yebâb olmadık. Muzaffer vakt-i fırsatta 'adûdan intikam almaz Mürüvvet-mend olan nâ-kâmî düşmanla kâm almaz diyor yılanı kendi koynumuzda besleyip büyütüyorduk. Kumkapı'da sakin Yunanlı Petro, fırında yaktığı o bayrağın biraz da cezâ-yı gafletini vermiş oldu. Fâtih Sultan Mehmed İstanbul'a dâhil olduğu gün te'lîf-i 'anâsır mesleğini iltizâm etmişti. Hâkimiyet Yıldız Sarayı'ndan Ayasofya Meydânı'na intikâl ettiği zamân, intihâb ettikleri sandûklarını hâmil 'arabalarda papazlarla imâmlar, yan yana öpüşüyorlardı. Meletyus, Zaven gibi vekâlet-i mesîhiyeyi âlet-i şerr ü tezvîr eden kefere-i ni'met dâhilde, hâriçte, îkâ'-yı şûru fesâd ederken bunları tatyîb için, biz Nemrût Mustafa gibi cellâdlara bî-günâhlar astırdık. İşte necm ü hilâlin ekseriyetle şâhid olduğu vakâyi'-i dâhiliye!.. Bunlar istisnâ olunursa, bayrağımıza isnâd olunabilecek hiçbir kusûr, sürülebilecek hiçbir leke yoktur. O, düştüğü yerlerde bile, pek mehîb ü 'ulvî kaldı. Şimdi Plevne'deki gibi bayrağın rengi ne olursa olsun, orada ilelebet temevvüc edecek sancak bizim -mağlûbiyeti bile zaferleri mecbûr-ı ihtirâm eden- râyetimizdir. Bizans'ın necm ü hilâli bizim elimizde livâü'l-hamd-i İslâm'a temessül etti; Şühûd-i hâdiseden birinden işittim: İlk (İnönü) muhârebesinin mütereddid bir safhasında, kumândânımız 'İsmet Pâşâ, - Yârabbi!.. Biz de mağlûb olursak senin dînini kimler muhâfaza, ismini kimler tekrâr edecek?.. demiş. Necm ü hilâlin bu pek sevgili oğlu ve 'askeri şu hitâbıyla kendi kavminin İslâmiyet ve insâniyetteki mevki'ini pek güzel ta'yîn etti. Allah'ın kıyâmete kadar takdîs edileceğine îmân ettiğimiz İsm-i Celâl'i önünde dâ'imâ bizim bayrak yürüyecektir. Mâlikânesi Ümit Burnu'ndan Edirne'ye ve Septe Boğazı'ndan Çin Surları'na kadar imtidâd eden bir bayrağı bütün Yunanistan, dağları, adaları ve denizleriyle birlikte bir fırın olsa -nasıl ki oldu!..- yine yakamaz. Derler ki: Çinliler du'âlannı kâğıtlara yazarak ve yakarak göklere gönderirlermiş. Kumkapı'da sâkin Yunanlı Petro eğer fi'l-hakîka bizim bayrağı yakmış ise, dumanı Kara Hisâr-ı Sâhib'den İzmir rıhtımına kadar yanan hânelerden yükselen dûdu âteşle birleşsin ve Yunanîlerin yeryüzündeki vahşetlerini semâvîlere ve Allah'a kadar söylesin!..
Süleyman Nazif (Çal Çoban Çal)
19 Teşrinisani 1332 Cumartesi [2 Aralık 1916] Evden çıkmadım. Ordu Kumandanına Van Hareket Müfrezesinin hareket-i âtiyesi hakkında bir rapor yazdım, Van aleyhinde teşebbüsün milis kuvvetiyle olamayacağını ve kuvay-i nizamiye ile takviye lâzım, bu ise iaşece müşkül. Bence yapılacak şey kalmamıştır. Silvan Jandarma Kumandam ziyarete geldi. «Allahı İnkâr Mümkün müdür?» eserini okumaya devam. İhsan ve Ömer'e «Yaşamak Kavgası» namındaki türkçe şiirin bir kısmını ezberlettim. Nuri Bey'den bir mektup aldım. Muş'a taarruzun aleyhinde. Kuvvetleri geriye çekmeyi teklif ediyor. 20 Teşrinisani 1332 Pazar [3 Aralık 1916] «Allahı İnkâr Mümkün mü» eserini bitirdim. Bütün feylesofların, edyan-ı muhtelifeye mensup tabiiyyun, zihniyyun, maddiyyun, hukema, mütefekkirîn, mutasavvıfînin kâffesi ruh'un mevcut ve adem-i mevcudiyetini, ruh'un ve cism'in bir veya ayrı olup olmadığını, ruh'un beka ve adem-i bekasını tetkik ediyor. Bu tetkikatta, ilim ve fenne istinat edenler makbul. İmam Gazalî, İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi eimme-i müslimînin beyanatı dahi telâkkiyat-ı âmiyaneden büsbütün başkadır; yalnız ifadelerinde çok rumuz var. Dindar mütefekkirîn, kavait ve ulûm ve fünun ve felsefeyi, beyanat-ı şeriati tefsir için evirip çevirmeğe gayret etmişler. Arıburnu raporlarını yazmağa başladım. NOT: Mustafa Kemal'in yukarıda yazılı hatırası da, daha evvelce ve 5 Teşrinisani 1332 (18 Kasım 1916) tarihine ait hatıraları altındaki notta izah edilmiş olduğu gibi, eskiden İzmir'de çıkan «Sadayi Hak» gazetesinin aynı tarih ve numaralı nüshasında ve aynı makale sonunda yayınlamıştım.
Şükrü Tezer (Atatürk'ün Hatıra Defteri)
İzmir'de büyü yapan, büyü bozan ve bakım yapan medyum hoca arayışı dikkat çekiyor. İzmir'e de hizmet veren ve bu alanda en tanınan isimlerin başında Medyum Ali Gürses Hoca geliyor. Medyum Ali Hoca'ya medyumalibey@ g m a i l. c o m mail adresinden veya 0535 590 62 75 numaralı telefondan ulaşılabilmekte.
İzmir Medyum Hocalar
İşlemlerindeki yüksek başarı oranları ve güvenilirliğiyle uzun yıllardır İzmir'de büyü yaptırmak ve büyü bozdurmak isteyenlerin ilk tercihi olan Medyum Ali Gürses Hoca'nın resmi sayfası olan medyumali.com 'dan çalışma alanları ve prensiplerini inceleyebilir, kendisiyle ilgili daha fazla bilgi sahibi olabilirsiniz. 
İzmir Medyum Hocalar
Medyum Ali Hoca başta Mısır olmak üzere birçok farklı ülkede uzun yıllar havas ve ilm-i ledün alanında eğitim alarak kendini geliştirmiş, Türkiye'de parapsikoloji, kuantum ve bioenerji üzerine ihtisas yapmıştır. Türkiye'nin en iyi medyumları arasında gösterilen Medyum Ali Gürses Hoca aşk, bağlama, kısmet açma, rızık açma vefkleri, büyü bozma, yıldızname gibi birçok konuda uzun yıllardır İzmir başta olmak üzere tüm Türkiye'ye hizmet vermektedir.
İzmir Medyum Hocalar
İzmir'de büyü yapan, büyü bozan ve bakım yapan medyum hoca arayışı dikkat çekiyor. İzmir'e de hizmet veren ve bu alanda en tanınan isimlerin başında Medyum Ali Gürses Hoca geliyor. Medyum Ali Hoca'ya medyumalibey@ g m a i l. c o m mail adresinden veya 0535 590 62 75 numaralı telefondan ulaşılabilmekte.
İzmir Büyü Bozan Hocalar
İşlemlerindeki yüksek başarı oranları ve güvenilirliğiyle uzun yıllardır İzmir'de büyü yaptırmak ve büyü bozdurmak isteyenlerin ilk tercihi olan Medyum Ali Gürses Hoca'nın resmi sayfası olan medyumali.com 'dan çalışma alanları ve prensiplerini inceleyebilir, kendisiyle ilgili daha fazla bilgi sahibi olabilirsiniz. 
İzmir Büyü Bozan Hocalar
Medyum Ali Hoca başta Mısır olmak üzere birçok farklı ülkede uzun yıllar havas ve ilm-i ledün alanında eğitim alarak kendini geliştirmiş, Türkiye'de parapsikoloji, kuantum ve bioenerji üzerine ihtisas yapmıştır. Türkiye'nin en iyi medyumları arasında gösterilen Medyum Ali Gürses Hoca aşk, bağlama, kısmet açma, rızık açma vefkleri, büyü bozma, yıldızname gibi birçok konuda uzun yıllardır İzmir başta olmak üzere tüm Türkiye'ye hizmet vermektedir.
İzmir Büyü Bozan Hocalar
KARŞIYAKALILARA NUTUK (12 EKİM 1925) İzmir. 12 (AA) - Sabah saat 1; muazzam tezahürat devam ediyor. Reisicumhur Hazretleri özel vapurlarla gelen Karşıyaka ve Göztepelilere hitaben aşağıdaki nutku irat buyurmuşlardır: İzmir'in Karşıyakalıları! Sizi derin muhabbetle selamlarım. (Teşekkür ederiz, var ol sesleri.) Karşıyakalılar! Ben karşı yaka beri yaka bilmem. Ben İzmir'in tamamını tanırım. İzmir'in tamamını severim. (Alkışlar.) Güzel İzmir'in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim. (Vallahi Paşam, kurbanız Paşam sesleri.) Yalnız bir tesadüf beni Karşıyaka'ya daha ziyade bağlamıştır. Karşıyakalılar! Anam sizin sinenizde, sizin topraklarınızda yatıyor. (Sen sağ ol Paşam sesleri.) Karşıyakalılar! İzmir'i gördüğüm gün evvela Karşıyaka'yı ve orada sizin sinenizde, sizin topraklarınızda yatan anamın mezarını gördüm. Hatırlar mısınız ne dedim? Aynen değilse bile mealen anamın kabrine, anamın Karşıyaka'daki topraklarına dedim ki, "Seni ben öldürmedim. Hatta Allah da öldürmedi. Seni öldüren, mazideki istibdat, sultanlar. halifelerdir." (Sen yaşa! Çok yaşa nidaları.) Çok muhterem arkadaşlar! O zaman söz verdim ki, ifade ettim ki, anamı öldüren sultanlardan, halifelerden, istibdattan bu millet intikam alacaktır. Aldık mı arkadaşlar? (Sayende Paşam sesleri.) Arkadaşlar! Aldığınız intikamın derecesi kafi değildir. Çok intikamcı olmanız lazımdır. Çok intikamcı olunuz. Düşmanlarınız çoktur. Sevgili Karşıyakalılar! Hatta birbirinize çok dikkatli bakınız. Dost ve düşmanı ayırma alışkanlığını kazanmalısınız. Bütün bu sözlerden sonra tekrar birinci noktaya dönmek istiyorum, çocukluğumda bir şarkı işitmiştim. Derler ki, Karşıyaka İzmir'in gülüdür. Ben görüyorum, karşımda güller kokuyor. Arkadaşlar bu gülün temiz ve çok semavi rayihasını gönlümde bırakınız. Rahatsız olmayınız, gidiniz. Paşa Hazretleri'nin nutukları sürekli bir surette alkışlandı. Bu esnada hazır bulunanlardan biri "Paşa Paşa lütfet, devam et" diye bağırdı. Muhterem Gazi'miz tekrar dönerek: Arkadaşlar hep insanız, eksik mahlukuz. Noksanımızın en mühim tarafı lisanımızdadır. Kafamız, ruhi hassasiyetimiz lisanımızdan çok yüksektir. Onun için birbirimize karşı bakıyor, bakışıyor ve anlıyoruz ki, hissiyatımızı lisanımızla ifade edemiyoruz. İşte bunun lügat kitaplarındaki manası samimiyettir. Arkadaşlar, kardeşler! Samimiyetin lisanı yoktur. Görüyorum, samimi bir kitle karşısındayım. Ben de bu kitleye karşı çok samimiyim. Bu nutuk halkın gözyaşları ve sürekli alkışlarıyla karşılanmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk (Atatürk'ün Bütün Eserleri)
İzmir fuarındaki sırtlanı düşünüyorum. Kafesinin beton tabanı çepeçevre aşınmış gezinmekten. Aşınan yer kafesinin en uzun yolu.
Yusuf Atılgan (Bütün Öyküleri)
Sonuç Trakya Yunanistan’ın olacaktı; İstanbul uluslararası olacaktı; Batı Anadolu Yunan sömürgesi olacaktı; Adana Fransız sömürgesi olacaktı; Antalya, İtalyan sömürgesi olacaktı; ordumuz olmayacaktı; donanmamız olmayacaktı; saray, büyük küçük bütün devletlerin denetiminde ve Orta Anadolu’da bir iki vilayet bu sarayın çiftliği hükmünde kalacaktı. Maliyemiz, adliyemiz, bayındırlık işleri, harbiyemiz, denizciliğimiz, kara sınırlarımı, boğazlarımız doğrudan doğruya, eğitimimiz ve bütün diğer kurumlarımız sarayın esir hükümetleri vasıtasıyla yabancı kontrolü altında bulunacaktı. Türk milleti köle; yabancı ve Hıristiyanlar, Türk milletinin efendisi olacaktı. Nüfuz bölgeleri coğrafi birliği, milli eğitimin kontrolü milli birliği imkansız bırakacak, yabancılara bağışlanan ayrıcalıklar ekonomi ve ticarette kazanç hakkını kaldırarak büyük şehirlerde ve sahillerde yaşayan Türkler dağıtılacak; öyle istiyorlardı ki ölmez Türk milleti ölecek, bu milletin ezeli devleti sona erecek, Akdeniz ve Marmara sularında bir daha Türk bayrağı görünmeyecekti. İstedikleri bu idi, Sevres Antlaşması’nın anlamı budur. O zaman bir tek askerimiz, bir tek silahımız yoktu. Tek ümit ve kuvvetimiz şuydu: Türk milleti, bu yazgıya layık değildir. Türk milleti için bu yazgı imkansızdır. Neler olduğunu hepimiz biliyoruz. Kutsal ihtilal, İzmir dağlarında Yunanlılara, Antep kapılaında Adana işgal kuvvetine, doğu sınırında Ermenistan kuvvetlerine karşı koydu. Ermenistan’ı, Adana işgalini, Yunanistan’ı yendik. Antalya işgali çekip gitti. Gidenlere ne mutlu, çünkü canlarını kurtardılar. Kalanlar ise, Anadolu topraklarının altında yatıyorlar. Bugün Batı Anadolu, Doğu Anadolu, Adana, Trakya, Antalya, Hatay, Boğazlar ve İstanbul bizimdir; ordumuz vardır, donanmamız vardır, saray yoktur, maliyemiz, adliyemiz, bayındırlık işlerimiz, harbiyemix, denizciliğimiz serbesttir. Efendiyiz. Coğrafi birlik, milli birlik gerçekleşmiştir. Türkiye’de en ayrıcalıklı insan yine Türk’tür. Büyük küçük bizimle savaşan bütün devletler, Türk milletinin iradesini onaylamışlardır. İstiklal savaşının gayesi bu idi, Lozan antlaşmasının anlamı budur.
Ali Naci Karacan (Lozan)
OM_husband vashikaran +91 9636763351 Top Black Magic Specialist Astrologer in Chennai +91 9636763351 love back VAshikARAn SpEciAlisT in Hyderabad 9636763351 Vashikaran Specialist In Bangalore 9636763351 9636763351 9636763351 POWERFUL BEST INDIAN ASTROLOGER TANTRIK JI.. +91-9636763351 GET ALL SOLUTIONS IN YOUR LIFE WITHIN 72 HOURS AND WITH TANTRIK JI FULL 100% GUARANTEED.a@@@@@@@@@@@@@@@ VASHIKARAN, BLACK MAGIC, TO GET YOUR LOVE BACK AGAIN IN LIFE ETC. VASHIKARAN IS A POWER BY WHICH ONE MAN/WOMAN CAN ATTRACT ANYONE IN LIFE,,AND THAT BODY WILL DO AS YOU SAY. BY HELP OF VASHIKARAN ASTROLOGY YOU CAN GET ALL THINGS IN LIFE LIKE: YOU CAN DO WILL FULL MARRIAGE WITH YOUR LOVER ( BOYFRIEND /GIRLFRIEND) CAN GET YOUR LOST LOVE BACK IN LIFE BY VASHIKARAN?€? THERE ARE MANY TYPES OF VASHIKARAN LIKE MOHINI VASHIKARAN, STRI VASHIKARAN, KAMDEV VASHIKARAN ETC, IF YOU WANT TO GET HELP OF WORLD FAMOUS VASHIKARAN SPECIALIST TANTRIK JI SO DONT WASTE YOUR TIME AND IMMEDIATELY CALL ASTROLOGER TANTRIK JI AT +91- +91- 91-9636763351. Canada Toronto@@@@@@ Ontario Quebec City Quebec@@@@ Vancouver@@@@ British Columbia Calgary Alberta Ottawa Ontario St. John’s Newfoundland Charlottetown Prince Edward Island Saskatoon Saskatchewan Whitehorse Yukon Halifax Nova Scotia United States of america USA US New York Florida California Indiana new jersey Washington DC Las Vegas los angeles Australia Melbourne Victoria Sydney New South Wales Brisbane Queensland Perth South Australia Adelaide Canberra Hobart Darwin New Zealand Auckland Christchurch Wellington Hamilton Napier United Kingdom England UK London Liverpool Manchester Birmingham Cambridge Nottingham Oxford Southampton Wells Japan Tokyo Italy Rome Milan Naples Netherlands Amsterdam Rotterdam The Hague Germany Berlin Hamburg Munich (München) Portugal Lisbon (Lisboa) Porto Vila Nova de Gaia Braga Amadora France Paris Nice Lyon Bordeaux Marseille Lille Spain Madrid Barcelona Seville Palma de Mallorca Granada Turkey Ankara Istanbul Antalya Izmir Göreme Greece Athens Thessaloniki Chania Rhodes Town Rethymnon Norway Oslo Bergen Stavanger / Sandnes Trondheim Fredrikstad Switzerland Bern Geneva Lucerne Zurich Basel Austria Vienna Salzburg Graz Innsbruck Klagenfurt Sweden Stockholm Göteborg Malmö Uppsala Västerås Denmark Copenhagen Aarhus Odense Aalborg Russia Moscow Saint Petersburg Novosibirsk Poland Warsaw Krakow Gdansk Saudi Arabia Riyadh Makkah Madinah Jeddah Dhahran Malaysia Kuala Lumpur Seberang Perai George Town Johor Bahru United Arab Emirates UAE Dubai Abu Dhabi Sharjah Kuwait Kuwait City Oman Muscat Singapore Woodlands Marine Parade Bahrain Manama Qatar Doha Pakistan Egypt Cairo Fiji Suva Finland Helsinki Jordan Amman Mexico Mexico City Netherlands Amsterdam HE WILL GIVE YOU A PERFECT SOLUTION OF YOUR EVERY KIND OF PROBLEM LIKE: LOVE MARRIAGE PROBLEM, VASHIKARAN SPECIALIST, BLACK MAGIC SOLUTION, GRAHA KLESH, KAROBAR,INTERCAST LOVE MARRIAGE PROBLEM SOLUTION, VASHIKARAN MANTRA FOR LOVE MARRIAGE, VASHIKARAN MANTRA FOR LOVE, CAREER PROBLEM SOLUTION, VASHIKARAN ASTROLOGY, VASHIKARAN MANTRA, BUSINESS PROBLEM SOLUTION, SANTAN SAMASYA (CHILDLESS PROBLEM SOLUTION), LAL KITAB UPAY, INDIAN VASHIKARAN, BLACK MAGIC SPECIALIST, SPELL OF BLACK MAGIC, ETC. TANTRIK JI IS THE MOST FAMOUS INDIAN ASTROLOGER LOVE MARRIAGE VASHIKARAN SPECIALIST BABA. IF YOU HAVE ANY PROBLEM WITH MARRIAGE LIFE SO DONT WORRY TANTRIK JI GIVE YOU SOLUTION OF YOUR RELATIONSHIP PROBLEM?€? HE PROVIDES HIGHLY EFFECTIVE ASTROLOGICAL AND RELATED SOLUTIONS FOR ALL PROBLEMS OF ONE?€?S LIFE LIKE LOVE AFFAIRS, LOVE MARRIAGES, VASHIKARAN FOR LOVE,HEALTH PROBLEMS, BUSINESS PROBLEMS, BLACK MAGIC (JADU-TONA ) PROBLEMS AND OTHER RELATED PROBLEMS IN RELATIONSHIPS. WE SOLVES ALL YOUR PROBLEMS BY ASTROLOGY, HOROSCOPE, HYPNOTISM, BLACK MAGIC,
anmol joll
Cemal Paşa Boyacıköyü'ndeki yalısındaki son günlerinden birinde: -Bir şey yapmak istiyorum, kanun karşıma çıkıyor. Kanun nedir? Ben yaptım, ben bozarım. Bu Enver'in bir sözünü hatırlatır: - Yok kanun, yap kanun! Der ve anlamıyanlara izah ederdi: - Yaparım olur, bozarım olmaz! Beyrut'un büyük bulvarının açılmasına kanun yolu ile imkanlar yok değildi, fakat pahalı olacaktı. Azmi Bey bir silindir gibi mahallelerin ve arsaların üstünden geçti ve yo­lu açtı. İzmir Valisi Rahmi Bey, Konya Valisi Muammer Bey de öyle yaptılar. Hepsi geniş, düzgün ve güzel yollar: Fakat, mülkiyet hakkı nerede? Bir taraftan mülkiyet hakkı­nı kitapta sıkı sıkı tutarak öbür taraftan kola kazmaya kuv­vet mahalleler yıkmaktansa, en sert sosyalist kanunları çı­karıp mülkiyet hakkını tâdil etmek ve boş arsalar meselesi­ni halletmek daha doğru değil midir? Büyük Harbde şahıs ve mal güvenliği sıfıra düşürül­müştür. 1916'da bir müddet için gelmiş olduğum İstanbul'daki şahıs güvensizliği, Mütareke'deki güvensizlikten farklı de­ğildi. Suriye'de bu güvensizliğin en canlı misalleri sürgünlerde olmuştur. Ermeni tehciri için yapılan kanundan Dör­düncü Ordu da istifade ederek "zararlı gördüğü kimseleri ve aileleri harb sonuna kadar sürgün etmek" usulünü tutmuştu. Her gün vilâyetlerden, mutasarrıflıklardan teklifler alırdık: "Şu aile muzırdır, münasip bir yere sürülmesine müsaade buyurulması rica olunur." Cevap formülü son derece basit idi: "...e sürülmesine, münasiptir." Yalnız kasaba ismini açık bırakıyorum. Erzin­can'dan Bursa'ya kadar beğendiği yerin ismini koymak kumandanın elinde idi. Bunun önemi olmadığını sanmayınız: Konya ve Bur­sa'ya gidenler, harb sonunu görmeye muvaffak olmuşlar­dır. Büyük Harbde karadan kışın Erzurum'a gidip harp sonuna kadar bekleyebilmek biraz güç idi. Kurmaybaşkanı Ali Fuat Bey'in (Erden) en kızdığı şey, işte bu sürgünler idi. Bir gün, ben yine bir cevap for­mülü yazmıştım. Ali Fuat Bey müsveddenin altına "F" işa­retini koyduktan sonra, kumandana götürecektim. Kağıdı okudu ve bana dönerek: - Niçin ille böyle yazıyorsunuz? dedi. Şüphesiz ben ancak âdet olanı yapabilirdim. - Bakınız, dedi, bu cevap şöyle de yazılarak kuman­dana götürülebilir. Ve bu tedhiş artık yeter, mânasına bir müsvedde yaptı ve bana: - El yazınızla yazıp kumandana veriniz! dedi. Dediğini yaptım. Cemal Paşa, kıpkırmızı, hiddet kesildi: - Nasıl böyle cevap yazabilirsin? Kurmay Başkanının emri olduğunu anlattım. Müsved­denin altına: "Benim mes'uliyetim altında cereyan eden si­yasî işlere karışmaktan herkesi menederim..." gibi bir ihtar yazdı ve: " - Siz bunu kendisine veriniz!" dedi. Onu da yaptım. O gün, "El Şark" gazetesi açılış törenine gidecektik. Ali Fuat Bey odasında kapalı idi. Cemal Paşa biraz bekle­di, ısrar etmedi ve gittik. Dönüşte Ali Fuat Bey'in beni çağırdığını söylediler. Benimle Cemal Paşa'ya bir istida yolladı. Aklımda kaldığı­na göre, istidanın hülâsası şu idi: "Size hizmet edecek mad­dî manevî hasletlerden mahrum olduğum için tekaüd edil­memi rica ederim." Kurmay Başkanının o günlerde geçirdiği ıstırabı bilirim. Sonraları siyasî kağıtları artık hiç görmedi. Doğrudan doğru­ya kumandanlarla temas ederdim. Bunun Cemal Paşa üstün­de bir tesiri kaldığını zannediyorum.
Falih Rıfkı Atay (Zeytindağı)
İzmir medyumları içerisinde büyü yapan tek medyum olan Medyum Yavuz Aydın, güvenilir medyum isimleri içerisinde en çok tercih edilen en iyi medyum hocadır. Güvenilir medyum olarak bilinen Yavuz Aydın, başta bağlama büyüsü, kısmet açma büyüsü, aşk büyüsü, canbar büyüsü, papaz büyüsü, muhabbet büyüsü, geri getirme büyüsü, yumurta büyüsü, biber büyüsü, mum büyüsü gibi konularda kesin sonuç veren medyum olarak bilinmektedir. Her türlü konuda yardım alabileceğiniz uzman medyuma ulaşmak için resmi web sitesini ziyaret edebilir ve randevu alabilirsiniz. İstanbul'da ki ofisinde müşterilerini ağırlayan Yavuz Aydın, İstanbul dışından kendisine başvuran kişiler için online olarakta hizmet vermektedir. Hayatınızda ki her türlü problem için kendisine ulaşabilirsiniz.
İzmir Medyumları
Karşıyaka medyum hocaları içerisinde büyü yapan tek medyum olan Medyum Yavuz Aydın, güvenilir medyum isimlerinde en çok tercih edilen en iyi medyum hocadır. Güvenilir medyum olarak bilinen Yavuz Aydın, başta bağlama büyüsü, kısmet açma büyüsü, aşk büyüsü, canbar büyüsü, papaz büyüsü, muhabbet büyüsü, geri getirme büyüsü, yumurta büyüsü, biber büyüsü, mum büyüsü gibi konularda kesin sonuç veren medyum olarak bilinmektedir. Her türlü konuda yardım alabileceğiniz uzman medyuma ulaşmak için resmi web sitesini ziyaret edebilir ve randevu alabilirsiniz. İstanbul'da ki ofisinde müşterilerini ağırlayan Yavuz Aydın, İstanbul dışından kendisine başvuran kişiler için online olarak da hizmet vermektedir. Hayatınızda ki her türlü problem için kendisine ulaşabilirsiniz.
Karşıyaka Medyum Hocaları
Kemalpaşa medyum hocaları içerisinde büyü yapan tek medyum olan Medyum Yavuz Aydın, güvenilir medyum isimlerinde en çok tercih edilen en iyi medyum hocadır. Güvenilir medyum olarak bilinen Yavuz Aydın, başta bağlama büyüsü, kısmet açma büyüsü, aşk büyüsü, canbar büyüsü, papaz büyüsü, muhabbet büyüsü, geri getirme büyüsü, yumurta büyüsü, biber büyüsü, mum büyüsü gibi konularda kesin sonuç veren medyum olarak bilinmektedir. Her türlü konuda yardım alabileceğiniz uzman medyuma ulaşmak için resmi web sitesini ziyaret edebilir ve randevu alabilirsiniz. İstanbul'da ki ofisinde müşterilerini ağırlayan Yavuz Aydın, İstanbul dışından kendisine başvuran kişiler için online olarak da hizmet vermektedir. Hayatınızda ki her türlü problem için kendisine ulaşabilirsiniz.
Kınık Medyum Hocaları
Kiraz medyum hocaları içerisinde büyü yapan tek medyum olan Medyum Yavuz Aydın, güvenilir medyum isimlerinde en çok tercih edilen en iyi medyum hocadır. Güvenilir medyum olarak bilinen Yavuz Aydın, başta bağlama büyüsü, kısmet açma büyüsü, aşk büyüsü, canbar büyüsü, papaz büyüsü, muhabbet büyüsü, geri getirme büyüsü, yumurta büyüsü, biber büyüsü, mum büyüsü gibi konularda kesin sonuç veren medyum olarak bilinmektedir. Her türlü konuda yardım alabileceğiniz uzman medyuma ulaşmak için resmi web sitesini ziyaret edebilir ve randevu alabilirsiniz. İstanbul'da ki ofisinde müşterilerini ağırlayan Yavuz Aydın, İstanbul dışından kendisine başvuran kişiler için online olarak da hizmet vermektedir. Hayatınızda ki her türlü problem için kendisine ulaşabilirsiniz.
Kiraz Medyum Hocaları
Konak medyum hocaları içerisinde büyü yapan tek medyum olan Medyum Yavuz Aydın, güvenilir medyum isimlerinde en çok tercih edilen en iyi medyum hocadır. Güvenilir medyum olarak bilinen Yavuz Aydın, başta bağlama büyüsü, kısmet açma büyüsü, aşk büyüsü, canbar büyüsü, papaz büyüsü, muhabbet büyüsü, geri getirme büyüsü, yumurta büyüsü, biber büyüsü, mum büyüsü gibi konularda kesin sonuç veren medyum olarak bilinmektedir. Her türlü konuda yardım alabileceğiniz uzman medyuma ulaşmak için resmi web sitesini ziyaret edebilir ve randevu alabilirsiniz. İstanbul'da ki ofisinde müşterilerini ağırlayan Yavuz Aydın, İstanbul dışından kendisine başvuran kişiler için online olarak da hizmet vermektedir. Hayatınızda ki her türlü problem için kendisine ulaşabilirsiniz.
Konak Medyum Hocaları
Menderes medyum hocaları içerisinde büyü yapan tek medyum olan Medyum Yavuz Aydın, güvenilir medyum isimlerinde en çok tercih edilen en iyi medyum hocadır. Güvenilir medyum olarak bilinen Yavuz Aydın, başta bağlama büyüsü, kısmet açma büyüsü, aşk büyüsü, canbar büyüsü, papaz büyüsü, muhabbet büyüsü, geri getirme büyüsü, yumurta büyüsü, biber büyüsü, mum büyüsü gibi konularda kesin sonuç veren medyum olarak bilinmektedir. Her türlü konuda yardım alabileceğiniz uzman medyuma ulaşmak için resmi web sitesini ziyaret edebilir ve randevu alabilirsiniz. İstanbul'da ki ofisinde müşterilerini ağırlayan Yavuz Aydın, İstanbul dışından kendisine başvuran kişiler için online olarak da hizmet vermektedir. Hayatınızda ki her türlü problem için kendisine ulaşabilirsiniz.
Menderes Medyum Hocaları
Menemen medyum hocaları içerisinde büyü yapan tek medyum olan Medyum Yavuz Aydın, güvenilir medyum isimlerinde en çok tercih edilen en iyi medyum hocadır. Güvenilir medyum olarak bilinen Yavuz Aydın, başta bağlama büyüsü, kısmet açma büyüsü, aşk büyüsü, canbar büyüsü, papaz büyüsü, muhabbet büyüsü, geri getirme büyüsü, yumurta büyüsü, biber büyüsü, mum büyüsü gibi konularda kesin sonuç veren medyum olarak bilinmektedir. Her türlü konuda yardım alabileceğiniz uzman medyuma ulaşmak için resmi web sitesini ziyaret edebilir ve randevu alabilirsiniz. İstanbul'da ki ofisinde müşterilerini ağırlayan Yavuz Aydın, İstanbul dışından kendisine başvuran kişiler için online olarak da hizmet vermektedir. Hayatınızda ki her türlü problem için kendisine ulaşabilirsiniz.
Menemen Medyum Hocaları
Urla medyum hocaları içerisinde büyü yapan tek medyum olan Medyum Yavuz Aydın, güvenilir medyum isimlerinde en çok tercih edilen en iyi medyum hocadır. Güvenilir medyum olarak bilinen Yavuz Aydın, başta bağlama büyüsü, kısmet açma büyüsü, aşk büyüsü, canbar büyüsü, papaz büyüsü, muhabbet büyüsü, geri getirme büyüsü, yumurta büyüsü, biber büyüsü, mum büyüsü gibi konularda kesin sonuç veren medyum olarak bilinmektedir. Her türlü konuda yardım alabileceğiniz uzman medyuma ulaşmak için resmi web sitesini ziyaret edebilir ve randevu alabilirsiniz. İstanbul'da ki ofisinde müşterilerini ağırlayan Yavuz Aydın, İstanbul dışından kendisine başvuran kişiler için online olarak da hizmet vermektedir. Hayatınızda ki her türlü problem için kendisine ulaşabilirsiniz.
Urla Medyum Hocaları