Fikir Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Fikir. Here they are! All 100 of them:

Hujung akal itu fikir, pangkal agama itu zikir.
Hamka
Inilah perangai orang kita, Kalau orang tak buat, kita tak ikut. Suka ikut orang, tak pernah fikir untuk jadi berani dan buktikan kita boleh.
Teme Abdullah (Arkitek Jalanan)
Paduan fikir, buku; himpun kuasa, kubu.
A. Samad Said (Bisik Warna)
Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz.
Uğur Mumcu
İstanbul'dan ayrılmak istemiyoruz fakat senede kaç defa kütüphaneye gideriz? üç beş cadde ile bir o kadar da kahveden başka ne biliriz? fikir hayatı, fikir hayatı diyoruz... en kabadayımız bile gevezelikten başka ne konuşuyor? kahve münakaşalarıyla zihnimizi inkişaf ettirdiğimizi sanmakla pek akıllıca bir iş yaptığımıza kani değilim... bizi buraya asıl bağlayan bir alışkanlıktır... biz burada maksatsız yaşamayı ve boş beyinle dolaşmayı tatlı bir meşgale haline getirmek yolunu keşfetmişiz... hepimizi istanbul'a bağlayan sadece bu... burada insan, kafasını zerre kadar işletmeden mütefekkir bir kimse olduğuna inanmak ve buna başkalarını da inandırmak imkanına malik... bu şehrin ve buradaki muhitlerin dayanılmaz cazibesi işte bundan ibaret!...
Sabahattin Ali (İçimizdeki Şeytan)
Me"manusia"kan manusia. Fikir dan zikir jangan dipisahkan. Fikir tanpa zikir tertipu. Zikir tanpa fikir keliru! Jangan mencari yang tersirat hingga menghampiri yang sesat.
Pahrol Mohamad Juoi
Apa yang kita fikir ibarat bunga,bahasa ibarat putik,manakala tindakan adalah buahnya.
Ralph Waldo Emerson
Orospulaşmak veya yalnız kalmak: İşte fikir adamının kaderi.
Cemil Meriç
Voy gülümsedi. "İşte bu fena. Ne zaman birisi belirli bir alanda tam bilgi sahibi olmadığını belirterek konuya girse, arkasından o konuda çok açık bir biçimde fikrini belirtecek demektir.
Isaac Asimov (The End of Eternity)
Orang yang bercinta ini terkadang terkeliru berkenaan makna percaya. Mereka fikir, apabila mereka percayakan seseorang itu barulah itu dipanggil cinta. Namun, cinta yang sebenarnya adalah, apabila seseorang itu mempercayai kita, walaupun kita menipu.
Bahruddin Bekri (Edisi Patah Hati (Diari Mat Despatch, #4))
Bugünlerde fikir sahibi herkes korkudan kaskatı kesiliyor.
George Orwell (Coming up for Air)
Sonra, adamın birinin, değişiklik olsun diye bundan böyle halka nazik davranmanın ne kadar iyi olacağını dile getirdiği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık iki bin yıl sonra, bir Perşembe günü, Rickmansworth'de küçük bir kafede tek başına oturan bir kız, bunca zamandır ters giden şeyin ne olduğunu birdenbire fark edip en sonunda dünyanın nasıl iyileştirilebileceğini ve mutluluğun hüküm sürdüğü bir yere dönüştürülebileceğini anlamıştı. Bu sefer doğru olanı bulmuştu, bu işe yarayacak ve hiç kimsenin bir yerlere çivilenmesi gerekmeyecekti. Ama ne yazıktır ki, bir telefon bulup birilerine bundan söz edemeden korkunç, aptal bir felaket meydana geldi ve fikir sonsuza dek yitip gitti. Bu, o kızın öyküsü değil.
Douglas Adams (The Hitchhiker’s Guide to the Galaxy (Hitchhiker's Guide to the Galaxy, #1))
İçki, sevgili,ev, aile, arkadaş, eğlence, dünya işleri, bir aralık fikir bile... Hepsi, hepsi zarına iğne batırılmış, cigara tutulmuş kırmızı, yeşil, sarı, turuncu balonlara döndüğü günlerimiz olur. Her şey rengini, uçarlığını, sevincini lahzada boşaltır. Öyle zamanlarımız olmamasına imkan mı vardır? Balonlarına hiç iğne batırılmayan insanlar da yaşıyor. Onları gün olur kıskanır, gün olur küçük görürüm.
Sait Faik Abasıyanık (Mahalle Kahvesi)
Şaka maka insanı deliliğe götüren yollar çoğu zaman böyle ehemmiyetsiz görünen patikalardır. Bırakmalı, vazgeçmeli. Fikir sabit haline gelmesini önlemeli. Bırakmıştım da. Bırakacaktım da... Nitekim kaç zamandır toplu yerlerde başımı hiç kitaptan kaldırmıyordum...
Haldun Taner (Kızıl Saçlı Amazon)
Yedi cücelerin tek tıraş olanı Ahmak'tı. Bu bize, tıraş olmaktaki bilgelik hakkında bir fikir verebilir
Tom Robbins (Skinny Legs and All)
Çok şeyi bir cümle içinde anlatmanın fikir sanatını inşa ettim. Deniz Sarıtop
Deniz Sarıtop
Sabit fikirli, kafasını tek bir düşünceye takmış her türlü insan, yaşamım boyunca beni çekmiştir, çünkü bir insan kendini ne kadar sınırlarsa, öte yandan sonsuza o kadar yakın olur; işte böyle görünüşte dünyadan kopuk yaşayanlar, özel yapıları içinde karınca gibi, dünyanın tuhaf ve eşi benzeri olmayan bir maketini kurarlar.
Stefan Zweig (Chess Story)
bir inanç için acı çekmiş olandan daha tehlikeli bir varlık yoktur: en büyük zalimler kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar. acı, güç iştahını azaltmak şöyle dursun, onu azdırır; zihin de kendini bir soytarının meclisinde bir kurbanınkinden daha rahat hisseder; onu, bir fikir için ölünen gösteriden daha fazla tiksindiren hiçbir şey yoktur.
Emil M. Cioran (A Short History of Decay)
Manusia dibebani harapan, cita-cita dan tanggungjawab dalam kehidupan. Sejak jejaka hingga tua, mereka berperanan mencipta, mengatur dan membina benda, yang dinamakan peradaban lahiriah. Mereka diasuh dan mengasuh, dalam proses pertumbuhan tamadun fikir. Tetapi mereka itu juga - semua lahir dari ibu - sudah, sedang dan masih akan jadi pemusnah benda dan berbunuhan sesama manusia, membunuh fauna dan menghancurkan flora.
Arena Wati (Rindu Aroma Padi Bunting)
Sana ahlak vaazı verecek değilim. Yalnız, benim gibi eş dost arasında akıllı geçinen bir insanın nasıl olup da bu kadar manasız ve bomboş bir gençlik geçirdiğine herkesten evvel kendimin hayret ettiğimi söyleyeceğim… Evvela bunun farkında değildim. Kendilerini derecesiz bir zeka ve kabiliyete sahip sayan arkadaşların arasında, mukaddes ve mağrur bir aptallığa sırtımı vererek yaşıyor ve sırf bununla mühim bir şey yaptığımı sanıyordum. Ne gayem, ne düşüncem vardı. Zekam bütün kuvvetini, içinde bulunduğu ana sarf ediyordu. Yerinde bir cevap, keskin bir nükte bütün hakikatlere bedeldi. Böyle günü birlik bir fikir hayatının tabii bir neticesi olarak tezatlara, manasızlıklara, hatta edepsizliklere düşüyordum. İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın bir uydurması… içimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var… Hiçbir şey üzerinde düşünmeye hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.
Sabahattin Ali (İçimizdeki Şeytan)
Bugün Epikuros’ta, bulduğum bir fikir de şu: Ben bir kaçak gibi değil de, bir keşif eri gibi, sık sık başkalarının karargahlarına da geçerim.-
Seneca (Letters from a Stoic)
kepada pembaca pulang segera: ke rumah fikirmu fikir segera ke rumah pulangmu
Awang Abdullah (Sajak-sajak Telegram)
Reklamcılıkta, bir fikir, ürünlere ve insanlara dair özel bilgi ile hayata ve olaylara dair genel bilginin birleştirilmesinden elde edilen yeni bir ürünüdür.
Anonymous
Benar, mereka sedikit tetapi mereka mempertahankan Al-Aqsa dengan cara yang saya fikir betul. Hadir untuk solat di sini!
Muhd. Kamil Ibrahim
Büyük bir fikir dünyayı değiştirebilir; fakat evreni değiştirmek için insanın çok daha büyük fikirlere ihtiyacı vardır!
Mehmet Murat ildan
İyi bir fikir yarat ve karanlıkta bırak; göreceksin ki insanlar ellerinde mumlarla onu bulmaya geleceklerdir, çünkü tıpkı kötü gibi, iyinin de özel bir kokusu vardır!
Mehmet Murat ildan
Bütün düşmanlarını yenmek ve muzaffer olmak! Büyük fikirlerin önlenemez kaderidir bu!
Mehmet Murat ildan
Eğer bir fikri sevmiyorsan, ona karşı başka bir fikir koy! Eğer sevmediğin bir fikre karşı yumruğunu kullanırsan, ne denli korkunç bir şekilde ilkel olduğunu kanıtlarsın ancak!
Mehmet Murat ildan
Bir fikir, güneşten daha büyük olabilir, çünkü zeki bir fikirle insan başka bir güneş yaratmanın yolunu keşfedebilir! Fikir, evrendeki en büyük güçtür!
Mehmet Murat ildan
Fikir üretemeyenler sıklıkla eski atasözleriyle konuşurlar!
Mehmet Murat ildan
İyi bir fikir yarat ve onu evrene gönder ve sonra bırak evren onunla ilgili ne yapacağına kendi karar versin!
Mehmet Murat ildan
Şimdi ne görüyorum? Anadolu... Düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren köy ağalarının, her gelen gasıpla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır. Burada, bıyıklarını makasla kırptı diye nice fikir ve ümit dolu Türk gencinin kafası taş altında ezildi. Burada, yüzü düşmana dönük, nice vatan mücahitleri savundukları kimselerin eliyle arkadan vuruldu. Burada, milli timsalin, milli bağımsızlık sembolünün yolu kaç defa kesildi ve kaç defa oturduğu şehrin etrafı isyan silahlarıyla çevrildi. Burada, ben, vatan delisi millet divanesi; burada, ben harp malulü Ahmet Celal yapayalnızım. Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun. Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi biti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Yaban)
Eğer karşı fikirleri okumaz ve dinlemezsen, her zaman aptal bir insan olarak kalabilirsin! Karşı fikirler, ne denli aykırı görünseler de gerçeğe giden yolda senin en büyük şansındırlar!
Mehmet Murat ildan
Medeniyetler şimdiye kadar küçük bir fikir aristokrasisi tarafından meydana getirilmiş ve idare olunmuştur. Asla kitleler tarafından değil. Kalabalıklar yalnız yıkıcı kuvvete sahiptirler.
Gustave Le Bon (The Crowd: A Study of the Popular Mind)
Kadınlar ve erkekler üzerine genel fikir ve kesin yargıya sahip insanların yüzeleri, özellikle gözlerine dikkatle bakıp, nerede incinip, nasıl bu hale geldiklerini görmeye çalışırdı Tuna.
Buket Uzuner (Kumral Ada Mavi Tuna)
Yine de, bir konu hayli tartışmalıysa, ki cinsiyete dair her sorun öyledir, gerçeği anlatmayı umut edemezsiniz. Yalnızca, sahip olduğunuz fikir her neyse ona nasıl ulaşmış olduğunuzu gösterebilirsiniz.
Virginia Woolf (A Room of One’s Own)
Ama bu 'şiddetle aşık olduğu' ifadesi öyle basmakalıp, öyle kuşkulu, öyle belirsiz ki bana pek az fikir veriyor. Yarım saat tanışıklıktan doğan duygulara olduğu kadar gerçek, güçlü bağlılıklara da uyabilir.
Jane Austen (Pride and Prejudice)
Köy, bir fikirdir; evren, bir fikirdir! Eğer içinde yaşadığın köyden daha büyük bir fikir yaratamazsan, köyünün içinde kalırsın; eğer bu evrenden daha büyük bir fikir yaratamazsak, bu evrenin içinde kalırız!
Mehmet Murat ildan
İnovasyon koridorlarda toplanan, gece 10:30'da akıllarına yeni bir fikir geldi ya da bir probleme bakışımızı delik deşik eden bir şey fark ettiler diye birbirlerine telefon eden insanlardan çıkar." - Steve Jobs
Daniel Smith (How to Think Like Steve Jobs (How to Think Like ...))
Keşke imkân olsaydı da (ki insan tabiatı için bu asla mümkün değildir) herkes, hepimiz, benliğimizin en gizli köşelerini olduğu gibi açığa vurabilseydik; başkalarına, hatta en yakın dostlarımıza, sırası gelince kendimize bile itiraf etmekten çekindiğimiz ne varsa, hepsini korkmadan ortaya dökebilseydik, dünyayı saracak pis kokudan hepimiz boğulurduk. Parantez içinde söyleyeyim, toplumu düzenleyen yasalar, görgü kuralları bu bakımdan iyidir zaten. Derin bir fikir gizlidir bunlarda; ahlaki olduğu iddia edilemeyecek ama, koruyucu, bize rahatlık sağlayan bir fikir. Bu da azımsanmamalı, çünkü ahlak da rahatlıktan başka bir şey değildir, yani rahatımız için icat edilmiştir. …Son olarak şunu söyleyeyim: Kusurlarımı, ahlaksızlığımı, sefihliğimi başıma kakıyorsunuz; oysa bütün suçum başkalarından daha içten olmam, o kadar. Demin de dediğim gibi, başkalarının kendilerinden bile sakladığı gerçekleri ben açıkça ortaya döküyorum.
Fyodor Dostoevsky (The Insulted and Humiliated)
Peki ama ya yanılıyorsam ? Bunu ünlü matematikçi, filozof ve sözünü esirgemeyen bir ateist olan Bertrand Russell'a da sormuşlardı. "Peki ya ölüp de kendinizi Tanrı'nın karşısında buluverirseniz ? o zaman ne yaparsınız ?" demişlerdi. Bunun üzerine yılların gözü pek fikir adamı şu cevabı verdi: 'O zaman ona, "Tanrım, bize daha fazla kanıt göstermen gerekirdi' derim." ... Ben bir ateistim ve bana göre ölümden sonra gelen tek şey de sonsuza dek sürecek rüyasız, derin bir uykudur.
Isaac Asimov (It's Been a Good Life)
fikir üretim sürecinin bu üçüncü etabına ulaştığınız zaman sorunu tamamıyla bir kenara bırakın ve hayal gücünüzü ve duygularınızı kamçılayan her ne ise, kendinizi ona verin. Müzik dinleyin, tiyatroya ve sinemaya gidin, şiir ve detektif hikayeleri okuyun.
Anonymous
Öyle ise bunların içinden nasıl çıkılıyordu? Bir insan başkaları hakkında nasıl yargıya varıyor, nasıl fikir yürütüyordu? Şundan bundan tutturarak nasıl oluyor da hoşlanıyorum ya da hoşlanmıyorum gibi bir sonuç çıkarıyordu? Hem, sanki, bu sözcükler de ne demekti?
Virginia Woolf (Deniz Feneri)
Bu adamların hepsi büyük bir tezat ve ikilik içinde çırpınıyorlar. Hiçbiri sırtında taşıdığı ve muhafazaya mecbur olduğu mevki veya paye ile ahenk halinde yaşamıyor. Kafaları, zeka itibariyle olsun, yarım yamalak bilgileri itibariyle olsun, merhamete muhtaç bir halde. Şahsiyetleri kırpıntı bohçası gibi. Her şeyleri iğreti, her vasıfları, her kanaatlari iğreti... Basit bir insan, mesela hiç okuması yazması olmayan bir köylü, bir amele, lalettayin bir adam bunlardan çok daha mükemmel bir bütündür. Çünkü o adam, mesela Hasan ağa, Hasan ağa olarak düşünür, böyle yaşar. Hükümleri hayatın verdiği birtakım tecrübelerin neticesidir ve kendine göredir. Konuşurken karşısında Hasan ağadan başka kimse yoktur. Fakat bu efendilerin hiçbiri kendisi değildir. Fikir diye ortaya attıkları her şey, kafalarına rastgele doldurdukları hazmedilmemiş, acayip, birbirine zıt bilgilerin tahrip edilmiş şekillerinden ibarettir. Mesela Mehmet beyle asla Mehmet bey olarak konuşmaya imkan bulamazsın. Siyasetten bahsedecek olsan karşında şu Fransız gazetesinin veya bu diktatörün nutkunu bulursun... Müzik lafı açsan bilmem hangi gavurun kitabı veya hangi Müslümanın makalesiyle karşılaşırsın... Beğendiği yemeği söylerken bile Mehmet bey değildir. Mühim adamların nasıl yemekleri beğenmesi lazım geldiğini düşünmeden bir şey diyemez.
Sabahattin Ali (İçimizdeki Şeytan)
Mevcut bir parti ezici bir hezimete uğrayacaksa ya da pek açık biçimde halkın gözünden düşmüşse, o partide büyük bir göç başlar. Parlamento sıçanları derhal partilerinin gemisini terk ederler. Fakat bu değişiklikler, daha iyi anlatılmış bir fikir ve düşünce veya daha güzel şeyler yapmak yolundaki çalışmalarla kesinlikle iyi değildir. Bu hareket, parlamento tahtakurusunu başka bir partinin sıcak yatağına düşüren içgüdünün görünümüdür, işte böyle kişilerin toplandığı bir salonda konuşmak, hayvanların önüne inci serpmek demektir.
Adolf Hitler (Mein Kampf)
Kesintisiz olduğu ve mutlu kıldığı sürece, en küçük bir mutluluk, yalnızca gelip geçici olan, adeta anlık bir heves, çılgın bir fikir gibi, katıksız neşesizlik, hırs ve yoksunluk arasında gelen en büyük mutluluktan, kıyas götürmez bir biçimde daha büyük bir mutluluktur.
Friedrich Nietzsche (Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası - Zamana Aykırı Bakışlar 2)
Peki, kendisinden her şeyi niçin almışlardı? Birçok yerlerde birçok adamların konuşmalarına kulak vermiş, onlardan daha az akıllı olmadığına kanaat getirmişti. Kuvveti de yerindeydi; şu halde sırf bir tesadüf onu böyle, ötekileri öyle yapmıştı ha? O zaman birdenbire farkına vardı ki, kendisini ve arkadaşlarını, hatta bütün kendisine benzeyenleri bir hareketten, bir kabarıştan meneden bu “tesadüfe inanma” dır. Çünkü öyle anlar olur ki, insan, çok cüretli denebilecek şeylere bile kalkar, hiç akranı olmayanlara bile hücum eder; fakat hücum edeceği şeyin yalnız bir fikir, görünmez bir kuvvet, bir “tesadüf” olması, onu yerinde oturtmaya mecbur eder… Halbuki, mademki eninde sonunda hep birdi ve hiçbir zaman şimdi olduklarından daha fena olmaları mümkün değildi, niçin “tesadüf” e de hücum etmekten çekinmeliydi?
Sabahattin Ali (Değirmen)
Bazı popüler romancıların başarılarının kitaplarının edebi değerine bağlı olduğu görüşüne de inanmıyorum... halkın ancak zor anladığı şeyleri değerli bulduğu, diğer kitapların edebiyatı geliştirmediği görüşüne. Bence bu gülünç bir fikir, kendini beğenmişlik ve güvensizliğin eseri.
Stephen King (On Writing: A Memoir of the Craft)
Gördüğümüz pek çok şey bir zamanlar bir fikir olduğuna göre, bugün iyi fikirler yaratalım çünkü onlar yarının gerçeklikleri olacaklar! Bir fikir yarattığında, geleceği şekillendirdiğini unutma! Fikir, senin Tanrı yanındır! Fikirlerle evreni değiştirebilirsin, ama yalnızca çok büyük fikirlerle!
Mehmet Murat ildan
Eğer başıma bir şey gelirse, benim yazamadığım kitabı sen yazarsın belki. Fikir çok basit, o kadar basit ki, dikkat etmezsen unutabilirsin. Fikir şu -dünyadaki herkes İsa'nın ta kendisi ve bütün hepsi de çarmıhlara gerili. Anlatmak istediğim bu. Sakın unutma. Ne olursa olsun, bunu sakın unutayım deme.
Sherwood Anderson (Winesburg, Ohio)
Kar Adamı’nın zamanını geçirme yolları bulması giderek zorlaşıyor. Zamanını ha? Ne saçma bir fikir. Sanki ona bir kutu dolusu zaman verilmiş gibi… İçi para niyetine harcayabileceği saatlerle, dakikalarla silme dolu bir kutu. Sorun şu ki, kutuda delikler var. Bu yüzden Kar Adamı ne yaparsa yapsın zaman akıp gidiyor.
Margaret Atwood (미친 아담)
Anlamını kavrayamadığın bir söz olmaz mı? -Olmaz! Pascal, Newton, Leibniz, Gauss, August Comte… Daha sayayım mı? Kısacası dünyada ne kadar gerçeğe benzer pozitif bir şey meydana koymuş bilgin, filozof varsa niçin hepsi matematikçidir? Çünkü fikirler soyuttur. Dünyada hiçbir fikir yoktur ki matematiğin soyutlama çerçevesinin dışında kalsın.
Ömer Seyfettin (Yalnız Efe)
Ama ne yazık ki tarihte hep aynı trajedi tekrarlanmaktadır, çünkü fikir adamları zamanı gelince, dava adamı olma sorumluluğunu üstlenmekte zorlanırlar ve pek nadir durumlarda harekete geçerler. Düşün dünyası zengin, yaratıcı insanlarda bu ikilem her zaman ortaya çıkar: Çünkü yaşadıkları dönemin saçmalıklarını en iyi görenler ve gözleyenler onlardır ve bir coşku anında, kendilerini büyük bir tutkuyla siyasi mücadelenin içine atarlar, ama öte yandan da zorbalığa zorbalıkla karşılık vermekte çekinir, tereddüt ederler. Duydukları sorumluluk onları şiddete başvurmaktan, kan dökmekten alıkoyar; o bir anlık tereddüt, saygılı geri duruş, şiddeti teşvik ederek onların elini kolunu bağlar ve tüm güçlerini yok eder.
Stefan Zweig (Decisive Moments in History: Twelve Historical Miniatures)
Eğer bir parça duyarlılık ve nezaket sahibi bir adam olsaydın Sydney, ondan bu şekilde bahsettiğin için sana gücenebilirdim ama değilsin. Böyle bir şeyden nasiplenmemişsin hiç; bu yüzden söylediklerin göz zevki olmayan birinin yaptığım bir tablo ya da müzik kulağı olmayan birinin yaptığım bir beste hakkında fikir beyan etmesinden daha fazla sıkmıyor canımı.
Charles Dickens (A Tale of Two Cities)
O birisi birisiyle çavdar tarlasında karşılaşır şeklinde dedi. Biliyorum bu Robert Burns'un şiiri. Evet haklıydı.O "Birisi birisiyle çavdar tarlasında karşılaşırsa". Bilmiyordum. Ben onu birisi birisini çavdar tarlasında yakalarsa zannediyordum, dedim. Her neyse, gözümün önüne bu büyük çavdar tarlasında oynayan küçük çocukları getiriyorum.Binlerce küçük çocuk ve başka hiçkimse yok -büyükleri kastediyorum- benim dışımda.Çılgın bir uçurumun başında oturuyorum. Ne yapmalıyım, bir yerlerden oraya nereye koştuklarının farkında olmadan, uçurumdan atlayacaklarından habersiz gelen çocukları yakalamalıyım. Bütün gün bunu yapmak isterdim. Ben kesinlikle sadece çavdar tarlasında bir yakalayıcı olmak isterdim.Biliyorum bu gerçekten çılgınca ama gerçekten benimseyebildiğim tek fikir bu.Biliyorum bu delice.
J.D. Salinger (The Catcher in the Rye)
Üzerimde, engellemek için pek bir şey yapmadığım, tuhaf bir hüzün vardı. Ölümle ilgili belli belirsiz düşünceler kendini göstermeye başladı; yavaş yavaş dibe çekilmeye başladığıma dair bir fikir hafif hafif zihnimi ele geçiriyordu ve her nasılsa bu durumdan hoşnutsuz değildim. Düşünce üzücü olsa bile, zihnimde bu düşünceleri dillendiren ses oldukça tatlıydı. Her ne oluyorsa, ruhum onu tamamen kabullenmişti.
J. Sheridan Le Fanu (Carmilla)
Kitaplar hayat mücadelesine atılmış olanlara veya büyük ideal sahiplerinin geniş ufuklarına, yani ufuklar katmakta yardımcı olurlar. Demek ki okumak bir gaye değildir. Okumanın ve bilgi edindikten sonra mütalaada bulunmanın hedefi, dünya hakkında genel bir fikre ve görüşe sahip olmaktır. Sistemli biçimde okuyarak elde edilecek bilgiler, bir mozaik parçası gibi yerine yerleştirilmelidir. Böylece kitap okuyanın zihninde dünya hakkında genel bir fikir meydana getirilmelidir. Yoksa okuyucunun kafasında büyük bir değerden yoksun bir bilgi salatası meydana gelmemelidir. Bu bilgi salatası sahibine bir gurur vesilesi olsa da, herhangi bir işe yaramaz. Kafalarının içinde bilgi salatası taşıyan kimseler, kendilerinin çok şeyler bildiklerine hükmederler. Fakat bu gibi kimselerin hayatları ya bir hastanede ya da politika çukurunda son bulur.
Adolf Hitler (Mein Kampf)
Derken garip bir düşünceyle çarpıldım. Adam ölmüş. Bir hayalet, onunu gibilerin hepsi ölüydi. Etraftaki bir çok insanın ölmüş olduğu o anda kafama dank etti. Bir insanın kalbi durunca -daha önce değil- öldüğünü söyleriz. Bana biraz keyfi geliyor bu. Sonuçta vücudun bazı kısımları çalışmaya devam ediyor; mesela saçlar, tüyler daha yıllarca uzuyor. Belki insan asıl beyni durunca ölüyor, yeni bir düşünceyi idrak etme gücünü yitirince.
George Orwell
İslamcılar, İslamın kaba kuvvetle, kılıç yoluyla değil, ikna yoluyla, fikir ve sevgi yoluyla yerleşmiş bir din olduğunu söylerler. Yalandır; çünkü İslam, Muhammed'le birlikte ve o tarihten bu yana, esas itibariyle korku, dehşet ve ölüm saçıcı usullerle insanlara kabul ettirilmiş bir dindir. Muhammed, bizzat kendisi, Medine'de bulunduğu son 10 ya da 13 yıllık yaşamı boyunca, İslami yayacağım diye 29 savaş yapmış, 45 çete yollamış ve bu savaşlara elinde kılıç bizzat katılmıştır.
İlhan Arsel (Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı)
Demka açık fikirli bir çocuktu; dinin kişiyi uyuşturan bir inanış olduğunu, yalnızca kötü kişilerin yararlanabileceği gerici bir öğretim niteliği taşıdığını kesinlikle, açıkça anlamıştı. Din yüzünden bazı bölgelerdeki işçiler sömürülmekten kurtulamıyorlardı. Oysa dinle ilişkilerini keser kesmez silahlara sarılıyor özgürlüklerine kavuşuyorlardı. Bu yüzden, gülünç takvimi, her cümlede Allah sözcüğü, bu uğursuz hastanede bile eksik etmediği kaygısız gülümsemesi ve ona ikram ettiği böreğiyle Stefa teyze gerici bir insandı.
Aleksandr Solzhenitsyn (Cancer Ward)
Halka doğru gitmek" merakına kapılan birtakım şık kimselerin, feleğin yüksek lütfuna kavuşmuş olanların ve sonradan görmelerin bu yoksulluk için fikir beyan etmeleri, konuşmaları, çağrı göstermeleri derdin  halledilmesi yönünde uğursuzluktan başka bu gibilerin düşünceleri içgüdüden yoksundur, fakat yinede her  işi birden kavramak düşüncesine giderler. Sonunda savundukları tezlerin hiçbir işe yaramadığını görünce de şaşırıp kalırlar kendilerinin anlaşılmamış olmalarını, utanmadan halkın nankörlüğü olarak vasıflandırırlar.
Adolf Hitler (Mein Kampf)
Girgin, konuşkan bir adamınkine oranla içine kapanık, suskun birinin gözlem ve izlenimleri daha bulanık olmakla beraber daha derinlere işler; onun düşünceleri daha ağır, daha gariptir, ve daima hüzünün gölgesini taşır. Bir bakış, bir gülüş, bir fikir değiş-tokuşuyla kolayca geçiştirilecek imgeler, algılar onu aşırı derecede meşgule eder, suskunluğunda derinleşir, önem kazanır; bir olay, bir serüven, bir heyecan olurlar. Yalnızlık özgünlüğü, o cesurca ve yadırgatıcı güzelliği, şiiri yaratır. Yalnızlık aynı zamanda ters, orantısız ve saçma olanı, izin verilmeyeni de yaratır.
Thomas Mann (Death in Venice)
Kita perlu faham bahawa hak manusia perlu diraikan dengan syarat mengikuti panduan syarak. Jika semua hak manusia perlu raikan, maka akan lahirlah manusia yang hidup tanpa undang-undang. Semuanya bebas atas dasar liberal. Nak jadi lesbian? Nak tukar jantina? Semuanya boleh. Hak manusia yang berlandaskan nafsu ini menjauhi fitrah Muslim yang sebenar. Jangan jadikan hak asasi manusia sebagai alasan untuk membenarkan tindakan. Kita sering kali fikir tentang hak manusia, tapi kita lupa bahawa kita adalah hamba-Nya, dan kita ini hak milik Allah. Bagaimana dengan hak kita sebagai hamba?
Najmi Nawawi (Head With Serban)
İnsan şehir merkezleri kadar kırsal bölgelerde de vakit geçirmeli. Bir yerin coğrafyasına ve coğrafyanın gerektirdiği yaşam koşullarına dair fikir sahibi olmak adına, kırsal bölgelerdeki insanların gündelik yaşamlarına şahit olmak elzem. Nerede ne yetişiyor, iklim koşulları nasıl, hangi yemekler pişiriliyor, ne konuşuluyor; hepsinde olabildiğince öğrendiğimde, seyahatlerimin bendeki etkisinin daha derin olduğunu keşfettim. Sanki eve bir tek ben değil, benimle beraber bir sürü şey daha gelmiş gibi. Odama döndüğümde açtığım çantadan sadece eşyalarım değil, anılarım da taşıyormuş gibi.
Gökhan Kutluer (Yavaş Seyahat - Aheste Bir Ruhun Gözlemleri)
Artık consensus omniımım (mutlak fikir birliği) muazzam telkin gücüye desteklenmemektedir ve Kilise’nin zayıfladığının ve onun dogmatik varsayımlarının sallantılı hale geldiğinin farkındadır. Buna karşı durabilmek için Kilise sanki bu lütuf insanın iyi niyetine ve keyfine bağlıymış gibi ondan daha da fazla inanç talep eder. Oysa, inancın temeli bilinç değil, bireyin inancını Tanrı ile dolaysız yolla ilişkilendiren, spontan dinsel deneyimdir. İşte bu noktada kendimize şu soruyu sormalıyız: Beni bir birey olarak, kalabalıkların içinde erimekten koruyacak dinsel bir yaşamım ve Tanrı ile doğrudan, yakın bir ilişkim var mı?
C.G. Jung
Tiap orang ada perjuangannya. Setiap perjuangan ada ganjarannya. Setiap ganjaran ada harganya. Ahli politik yang berbicara mengenai kepentingan orang ramai, ganjarannya dia mendapat tepukan. Harganya, dia kehilangan kepercayaan orang ramai. Negarawan yang berbicara mengenai kesedaran rakyat, ganjarannya dia menjadi utuh. Harganya, dia merana. Ahli fikir yang melontarkan buah fikirannya kepada orang ramai, ganjarannya dia mendapat penghormatan. Harganya, dia hidup miskin buat selama-lamanya. Penyanyi berbicara dengan orang ramai mengenai naluri mereka, ganjarannya kekayaan. Harga yang terpaksa dibayar, terhakisnya penghormatan orang kepadanya.
Mahmood Zuhdi Haji Abdul Majid
Birbirleriyle sadece göz aşinası olan, her gün, hatta her saat karşılaştıkları, birbirlerini inceledikleri halde, âdetlerin hükmüne ya da kendi kuruntularına tabi olarak ne selam ne konuşma, görünüşte kayıtsız bir yabancılığı devam ettirmek zorunda kalan insanlar arasındaki ilişkiden daha garip, daha nazik bir şey olur mu? Aralarında bir huzursuzluk, hastalık derecesinde bir merak, tanışmak ve fikir alışverişi ihtiyacının tatmin edilmemiş, yapay bir şekilde bastırılmış olmasından doğan bir isteri, özellikle bir tür gergin bir dikkat havası eser. Çünkü insan insanı, hakkında bir yargıda bulunamadığı sürece sever, yüceltir; özlem, eksik tanımanın bir sonucudur.
Thomas Mann (Death in Venice)
Önemli bir fikir veriminin derhal geniş ve derin bir etki yaratabilmesi için, eser sahibinin kişisel hayatıyla çağdaş kuşağın genel kaderi arasında gizli bir yakınlık, hatta bir uyum bulunmalıdır. İnsanlar bir sanat eserini niçin şöhrete eriştirdiklerini bilmezler. Sanat anlayışından yoksun, eserde bunca ilgili haklı gösterecek yüzlerce üstünlük bulduklarını düşünürler ama alkışın asıl nedeni, tartıya gelmeyen bir şeydir: yakınlık duygusu! Aschenbach bir keresinde, pek de göze çarpmayan bir yerde, ortaya çıkmış hemen hemen her yüce eserin " bir şeye rağmen" ortaya çıktığını, tasaya, azaba, sefalete, terk edilmişliğe bedensel zayıflığa, iptila ve tutkulara ve binlerce engele rağmen vücuda geldiğini açıkça yazmıştı.
Thomas Mann (Der Tod in Venedig)
Civarda Türkiye"nin en büyük filozofu sayılan pek meşhur bir derviş yaşıyordu; ona fikir sormaya gittiler. Sözcü Pangloss"tu, adama şöyle dedi: "Üstat, insan gibi tuhaf bir hayvanın niçin yaratıldığını sormaya geldik size." "İşinize bakın," dedi derviş," sizi ne alakadar eder?" "Ama muhterem peder," dedi Candide,"dünya müthiş kötülüklerle dolu." "Hayır olmuş şer olmuş, ne fark eder?" dedi derviş. "Majesteleri Mısır"a gemi gönderdiğinde, gemideki farelerin rahatını dert eder mi?" "Öyleyse ne yapmalıyız?" diye sordu Pangloss. "Çenenizi kapayın," dedi derviş. Pangloss, "Nedenler ve sonuçlar, mümkün dünyaların en iyisi, kötülüğün kökeni, ruhun doğası ve önceden tesis edilmiş ahenk hakkında küçük bir sohbet yapabileceğimizi düşünmüştüm," deyince, derviş kapıyı yüzlerine çarptı.
Voltaire (Candide, or Optimism)
Bir dizi çarpıtıcı prizma bir başkasını tanımamızı engeller... Önce imge ve dil arasındaki engel var... ... Bir başkasını hiçbir zaman tamamen tanıyamayışımızın bir nedeni de neleri açığa vuracağımız konusunda seçici oluşumuzdur... ... Bir başkasını tümüyle tanımaya bir üçüncü engel de paylaşan kişide değil, paylaşanın izlediği sırayı tersine çevirip dili imgeye- zihnin okuyabileceği metne- tercüme etmesi gereken öbür kişide, tanıyanda bulunur. Alıcının imgesinin göndericinin özgün zihinsel imgesine uyması çılgınca olanak dışıdır. Çeviri hatası önyargı hatasıyla karışır. Başkalarını kendi yeğlediğimiz fikir ve gestalt'lara uydurmak için zorlayarak çarpıtırız. ... Bir yüzü her görüşümüzde tanıdığımız şey o kişiye ilişkin kendi fikirlerimizdir. Bu kelimeler hüsranla sonuçlanan birçok ilişkinin anlaşılması için bir anahtar verir bize.
Irvin D. Yalom (Love's Executioner and Other Tales of Psychotherapy)
Galileo, Kopernik için helyosantrik (Dünya'nın Güneş'in çevresinde döndüğü gerçeği) varsayımının "onaylayıcısı ve canlandırıcısı" deyimini kullanır. Yoksa onu bu keşfin sahibi kılmaz. Aristarkhos'un dönemiyle Kopernik'in dönemi arasında geçen 1800 yıl boyunca gezegenlerin doğru olarak dizilişini bilen çıkmadı. Oysa MÖ 280 yılında doğru olarak açıklanmıştı. Aristarkhos'un ortaya attığı fikir, çağdaşlarını çileden çıkardı. Anaksagoras'a, Bruno'ya ve Galileo'ya karşı yükselen seslerin benzerleri Aristarkhos'a karşı da yükseldi ve dinsizlikle suçlanması istendi. Aristarkhos ve Kopernik'e karşı gösterilen direniş, Güneş'in yerküre çevresinde dödüğü görüşü günlük yaşamımızda halen de sürmektedir. Hâlâ Güneş'in "doğduğundan" Güneş'in "battığından" söz ederiz. Aristarkhos'un helyosantrizm fikrini ortaya attığından bu yana 2200 yıl geçti ve kullandığımız dil hâlâ yerküremizin dönmediği yolundadır.
Carl Sagan (Cosmos)
Sanırım çoğu erkek, bir aile sahibi olduğunu kavrayamıyor. Erkeklerin ıstırabı, bir kadını sevmeleriyle başlıyor. Bu ıstırap akıllarına bir nebze yatıyor çünkü onlara haz veriyor ve tatmin de ediyor. Daha sonra erkekler sevdikleri kadınla evleniyorlar. O kadar kolay olmasa da bunu da hâlâ anlayabiliyorlar. Sonra kadın iki ya da ikiden fazla çocuk doğuruyor. Erkekler bu süreçten sonrasını artık anlayamıyorlar. Zira şimdi sofraya dört, beş kişi oturuluyor, kalabalık akşam yemekleri yeniyor. Çocukların bir süre sonra onlara baba demesini yadırgıyor erkekler. Sonra karılarını suçlamaya, çocuklarını korkutmaya başlıyorlar. ----- Olağanüstü şeyleri bizzat yaratmamız gerekiyor yoksa dünyada karşımıza çıkmıyorlar. ----- Traudel, benim uzun süre işsiz kalmamdan, bunu biraz da onun yeterince para kazanmasına güvenerek kasten yapmamdan korkuyor gibi. ----- Traudel’i asla affedemeyebili rim. Kendimi onun tarafından ihanete uğramış hissediyorum. İhaneti, size itiraf edilmiş ama başkasına yapılmışsa kaldırabilirsiniz ancak. Fakat bir ihanetin kurbanıysanız, size ihanet edene asla geri dönmezsiniz. Kıytırık menekşe kokusu aklıma daha da kıytırık bir fikir getiriyor: Belki de kendime yeni bir kadın bulmalıyım. Oysa yeni bir kadın için en ufak bir istek yok içimde. Herhalde aşkın aşağılamalarından geri çekiyorum kendimi. Ayrıca arada bir baş gösteren yeni bir kadın bulma fikri, biyografimin kibriyle hiçbir şekilde bağdaşmayan bir hayat hikâyesi klişesi, ----- Giriş salonunda bir sürü kederli insan otursa da ortamdaki keder akıl alır gibi değil. Keder herkesi kederlendiriyor, yani keder herkes için o kadar aşikâr ki, bu alenilik onu önemsizleştirip görünmez kılıyor. ----- Bir kez sevmiş olan ve hâlâ seven biri, kendini aşka elverişli bir hale getirmenin ne kadar zor olduğunu, ne kadar uzun sürdüğünü bilir. İnsan acı çekerken anlar, aşk için emek vermeye bir daha kolay kolay kalkışamayacağını.
Wilhelm Genazino (Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk)
Şiddetli tutkular bunlara tanık olan çocuğun üzerinde büyük bir etki yapar, çünkü bu tutkuların çok açık belirtileri vardır ki bunlar çocuğun ilgisini çeker, bunlara dikkat etmeye zorlar. Özellikle öfke, taşkınlıklarıyla öyle gürültücüdür ki erişilebilir bir uzaklıkta iken farkına varılmaması olanaksızdır. Bunun bir pedagog için güzel bir nutuğa başlama fırsatı olup olmadığını sormamak gerekir. Nutuk çekmeye kalkışmayın! Kesinlikle! Tek sözcük söylemeyin. Bırakın çocuğunuz gelsin: Gördüğü manzara karşısında şaşırıp size sorular sormaktan geri kalmayacaktır. Yanıt basittir, hatta onun duygularını etkileyen nesnelerden ortaya çıkar; çocuk alev alev yanan bir yüz, çakmak çakmak gözler, tehdit edici bir davranış görür, çığlıklar duyar; vücudun dengede olmadığını gösteren tüm belirtileri görür. Ona acele etmeden, gizlemeden, yapmacıksız, şöyle deyin: Bu zavallı adam hasta, ateş nöbeti geçiriyor. Buradan çocuğa hastalıklar ve onların etkileri konusunda kısaca bir fikir verme fırsatını yakalayabilirsiniz: Çünkü hastalık doğal bir şeydir ve çocuğun kendisini bağlı hissetmesi gereken zorunluluk bağlarından biri de hastalıktır.
Jean-Jacques Rousseau (Emile: or Concerning Education)
...Atina gibi, Floransa gibi küçük bir site devletinin ileri gelen bir vatandaşının kendini önemli bir kişi gibi hissetmesi o kadar zor olmazdı. O zamanlarda dünya evrenin merkezi, insanoğlu da yaratılışın amacıydı; o çağda yaşayan insan ise kendi sitesinin en mükemmel insanları barındırdığını, kendisinin ise, kendi sitesinin en mükemmel insanları arasında olduğunu düşünebiliyordu. Bu durumda Aeskilos ya da Dante, kendi sevinç ya da üzüntülerini ciddiye alabilirdi. Aeskilos da, Dante de, tek tek insanların duygularının önem taşıdığı ve trajik olayların ölümsüz şiirle yüceltilmeye layık olduğu inancını besleyebilirdi. Halbuki modern insan, bahtsızlığa uğradığı zaman, kendini istatistik toplamın bir parçası gibi hisseder; geçmiş ve gelecek onun önünde, saçma ve önemsiz yenilgilerin meydana getirdiği ürkütücü alaylar halinde uzar. İnsanoğlunun kendi de, sonsuz sessizlikler arasında kısa bir süre için bağırıp çağıran, yaygaralar koparan az çok saçma, çalımlı bir hayvan gibi görünür. Kral Lear, "Gerekli ihtiyaçları sağlanmamış insan, zavallı, çıplak, oklanmış bir hayvandan farksızdır," der ve bu fikir alışılmamış bir şey olduğundan onu deliliğe sürükler. Ne var ki, bu fikir modern insan için alışılmış bir şeydir ve onu sadece saçmalığa sürükler...
Bertrand Russell (In Praise of Idleness and Other Essays)
Aslında fikir şu, er veya geç, dua dudaklardan ve baştan kalpteki bir merkeze iniyor ve, kalp atışlarıyla tam bir uyum halinde, kişinin otomatik bir işlevi oluyor. Derken, bir süre sonra, dua bir kez kalpte otomatik hale geldi mi, o kişinin eşyanın gerçekliği denen şeye girmesi beklenir. Bu konu her iki kitapta da ortaya atılmıyor aslında, ama, Doğu terimleriyle söylersek, bedende çakra adı verilen yedi hassas nokta vardır ve bunlardan kalple en yakından bağlantılı olanına da anahata adı verilir ki, bunun korkunç duyarlı ve güçlü olduğu kabul edilir ve harekete geçirildiği zaman da bu, kendi adına, iki kaş arasında yer alan ve acna adı verilen bir başka merkezi harekete geçirir-bu, epifiz bezidir aslında, daha doğrusu epifiz bezinin etrafını saran bir auradır- ve ardından- tombala, mistiklerin 'üçüncü göz' adını verdikleri bir açılma olur...Hindistan'da Allah bilir kaç yüzyıldır capam diye bilinen bir şeydir bu. Capam, Tanrının beşeri adlarından herhangi birinin tekrarlanmasıdır. Ya da onun insan ya da hayvan biçiminde yeryüzünde vücut bulmalarına- işin tekniğine girersen, avatarlara- verilen adların tekrarlanması. Bunun ardında yatan düşünce şu ki, bu adı yeterince söylersen, eninde sonunda bir cevap alacaksın demektir. Tam cevap da değil aslında, bir karşılık
J.D. Salinger (Franny and Zooey)
Eğer ortak bir hikayenin içinde isek” dedim, başka kimse olmadığı için kendime, “o nasıl şahsi kalabiliyor ya da bende eksik olan nedir? Yani nedir, mesele nedir?” - Ayrıca ben yorulmayı sevmez, gerekliliğine inanmaz, inanan ve yorulanlar ile karşılaştığımda bunu belli etmez, fakat bir yandan da onlarda eksik ya da fazla olanın ne olduğunu düşünürdüm. - Sorularda iyi cevaplarda tutuktum. Bu tutukluk uzun kirpikli kuş çizimlerine yarıyor, kuş her defasında biraz daha renk ve ayrıntı kazanıyordu. Bir gün “kışşt” desem uçacağı fikri geldi. Fikir, kafayı yemekte olduğum hissiyle kol kola geldi. Sarardım. “Takılma,” dedi bir ses, “yürü, yürümek durmaktan iyidir.” - Bir gün kapı zili çalmış da açmıştım, güzeller güzeli, çilli muzır bir velet kapıda belirmiş, “Buyurun, kimi aradınız?” diye sormuştum, o da “Beni annem gönderdi.” demiş, ben de çocuğun yanlış zili çalmış olabileceğini düşünmek yerine, tanıdığım kadınlardan hangisinin çocuğa benzediğini… - “Kendi Başına Davranabilen Kahraman Hali: Denendi. Fakat henüz başarılamadı.” - Her pencerenin ardında bir televizyonun ışığı deli danalar gibi dönüp duracak, her sabah giden insanlar, her akşam dönecekti. Onlar gidip geldikçe “Nedir, mesele nedir? şeklinde bir soru kafamı karıştıracaktı. Garip rüyalar görecek, ay ile konuşacaktım. “Hayat hakkında fikrim yok” diyecektim kendi kendime. - Söz ettiği şeylerin birbirleri ile bağlantısı yoktu. Bir fikirde durma nedeni, sanki başka bir fikre geçmek içinmiş gibi, sonsuza kadar konuşacakmış hissini veren bir ritm ile akar, akmayıp uçuşurdu. - Memleketimin ovaları, kırları, ana vatan, baba ozağı gibi kelimeler kullanarak yaklaşık yarım saat süren tek cümleyle direnebilirdim. Clodin, “Karar ver artık,” diyebilirdi, “ana kucağı mı benimki mi?” - Soruyu alıp deniz kıyısına gidemezdim. Şimdi ve burda cevap vermek gerekirdi. - “Güzel konuştun.” dedi., “bunun dansı nasıl olur?” “Yerim dar.” - “Gidelim mi, kalalım mı?” “Kalıp ne yapacağız?” dedi, “bari zıplayalım da hareket olsun.” - Stella giderken gerçeğini de beraber götürüyor olabilir. Bu sadece bir gemi adıdır ve söylenen şey, kaptan ile belki, hatta piyanist ile büyük ihtimalle, fakat gemi ile biraz zor olabilir. - Bizim için gidiyor olan ise, gittiği yer için geliyor olabilir. Bu durumda gittiği yere gidip orada bekleyebiliriz. - Mesele buydu, bu böyleydi. Derinden hissettim. His gitti, rahat ettim. - Nereden baksam birkaç saatim vardı. Nereden baksam acaba? - Bir uçurtma için en güzel uçuşun ipi kopukken olabileceğini düşünürdüm. Bazıları buna “düşme hali” diyebilirdi. - Ondan söz edildiğinde, asla doymayacak bir kuyu açlığıyla dinlemenin ve dolup dolup gecelerioyalanmak içişn eşşek kulaklı bir kralın hikayesini sabahlara kadar ezberden tekrar etmenin nasıl bir şey olduğunu bilmeyebilirlerdi. Sorsalardı söylerdim. “Vallahi” derdim “ben de bilmiyorum bu kadar derine tüpsüz nasıl daldığımı göğsümde bir ağırlık hissetmeden.” - Annem bana gerçekleri kabul etmesini, hayat ise onlardan kaçmasını öğretmiş olabilirdi. - Beni duymayabilirdi. Ben duyulmadığım yerlerden gitmek hastaığına tutulmuş olabilirdim. Tedavisi kırk beş derecelik sıvılarda boğulur gibi yapmak olabilirdi. Deneyebilirdim. - Kapı kilidinde anahtar önder, altıma yapardım? Kızlar yurttaşlık bilgisi kitabını açar, ben kafiye uğruna camdan kaçardım? - “Ben gidiyorum” dedim birdenbire. “Nereye?” dediler “Bilmem” dedim “içimden geliyor.” - Tezgah sesleri gidince, var olduğu mekanın duygusu da gidecek, ‘han’ın ve dokumacının varlığından kuşkuya düşecektim. - “Aslında ben size taş kuşu sormak istiyordum fakat hikaye kendi başına akıyor ki başka soru sordum.” - “Bu kadar kayıptan sonra geriye kalan nedir ve hakikaten nedir, mesele nedir?” - Pencereden bakan, içine kapalı biri olmuş, içinde dolanıp durmuş, kendine dolaşılacak bir iç yapmış, tırtıl olmuş kendine koza yapmış, vazgeçmiş kelebeklikten orada kalmış…
İlhami Algör (Albayım Beni Nezahat ile Evlendir)
Adamın birinin, değişiklik olsun diye bundan böyle halka nazik davranmanın ne kadar iyi olacağını dile getirdiği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık iki bin yıl sonra, bir perşembe günü, rickmanswort'de küçük bir kafede tek başına oturan bir kız, bunca zamandır ters giden şeyin ne olduğunu birden fark edip en sonunda dünyanın nasıl iyileştirilebileceğini ve mutluluğun hüküm sürdüğü bir yere dönüştürülebileceğini anlamıştı. bu sefer doğru olanı bulmuştu, işe yarayacak ve hiç kimsenin bir yerlere çivilenmesi gerekmeyecekti. Ama ne yazıktır ki, bir telefon bulup birilerine bundan söz edemeden korkunç aptal bir felaket meydana geldi ve fikir sonsuza dek yitip gitti. bu, o kızın öyküsü değil. ----- varlıgımı kanıtlamayı reddediyorum" der tanrı. "cünkü kanıt inancı yok eder. ve inanç olmazsa ben bir hiçim. ----- Halkı yönetmeyi en çok isteyenler, bunu yapmaya en az uygun olanlardır. ----- - keske annemi dinleseydim +nelerden bahsederdi ki - bilmem hic dinlemedim ----- Tanrım beni bilmem gerekmeyen şeyleri öğrenmekten koru. Hatta beni bilmediğim şeyler olduğunu öğrenmekten de koru. Öğrenmemeye karar verdiğim şeyler olduğunu öğrenmemeye karar verdiğimi bilmekten koru. Amin. Tanrım, tanrım, tanrım.. Beni yukarıdaki duanın sonuçlarından koru. Amin. Yaşamda insanların başına gelen şeylerin çoğu bu son kısmı kaçırmış olmaktan dolayı başlarına geliyor. -----
Douglas Adams (The Hitchhiker's Guide to the Galaxy: The Hexagonal Phase)
Size, bu yüzyılın başında, Amsterdam'da meydana gelen bir olayı anlatayım. Cezayir kökenli genç bir kadın gönlünde yatan bir tasarıyı gerçekleştirebilmek için belediyeye gitmiş: Mahaallesindeki göçmen kadınlar, kendi arlaarında buluşabilsinler, aile içi mikrokozmostan çıkabilsinler , hamada yorgunluk atsınlar ve özgrüce sorunlarından söz etsinler diye bir tür kulüp kurmak istiyormuş. Bir yetkili kendisini kabul etmiş, dinlemiş, notlar almış ve belediyenin kendisine yardım edip edemeyeceğini öğrenmek üzere birkaç hafta sonra yine gelmesini istemiş. Genç kadın çıkmış, işin olacağına inanıyormuş. Belirlenen tarihte yeniden belediyeye gittiğinde, bir de ne duysun, ne yazık ki, tasarı gerçekleştirilemezmiş. "Mahallenizdeki imamla görüştük, bunun iyi bir fikir olmadığını söyledi. Üzgünüz!" bu sözleri söyleyen memurun, ağzından çıkanları ayrımcılık olarak değerlendirmediğine inanıyorum, hatta tersine bu tavrın son derece saygılı olduğunu düşünüyordu büyük olasılıkla. Bir etnik topluluğun ihtiyacına göre yapılması gerekene karar verirken, "dini lider"in fikrine göre hareket etmek yerinde bir davranış değil mi? Safça bir soru akla geliyor o zaman:Genç bir Avrupalı kadın bir taarı öne sürmüş olsaydı, bu konudaki karar bağlı bulunduğu ruhani çevrenin Katolik ya da Protestan papazına mı bırakılırdı? Kesinkes hayır. Peki niye, diye sorulabilir aynı saflıkla. Alınacak yanıtlar da ister istemez anlaşılmaz olacaktır. Burada, asıl sorun, söylenmeyendedir, açıkça ifade edilmeyendedir ve etnik önyargıdadır. Özetle, bu şekilde hareket edilmiştir, çünkü "o insanlar" "bizim" gibi değildir. Öteki'ne karşı gösterilen bu "saygı"nın bir tür küçümseme olduğunu ve bir tiksinmeyi yansıttığını anlamamak için her türlü duyarlılıktan yoksun olmak gerekir. Her şekilde, "saygı duyulan" insanlar bunu böyle görüyorlar.
Amin Maalouf
Mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı seni boğar. Hayat sana karanlık, manasız gelir. İnsan, biraz evvel senin zırvaladığın gibi felsefeler yapmaya başlar. Hatta yavaş yavaş onu da yapamaz ve canı ağzını açmayı bile istemez. Hiçbir insanın, hiçbir eğlencenin seni canlandıramayacağını sanırsın. Hava sıkıcı ve manasızdır. Ya fazla sıcak, ya fazla soğuk, ya fazla yağmurludur. Gelip geçenler suratına salak salak bakarlar ve on para etmez işlerin peşinde, bir tutam otun arkasından koşan keçiler gibi dilleri bir karış dışarı fırlayarak dolaşırlar. Aklını başına derleyip bu pis ruh haletini tahlil etmek istersin. İnsan ruhunun çözülmez düğümleri bir muamma gibi önüne serilir. Kitaplarda okuduğun depresyon kelimesine bir cankurtaran simidi gibi sarılırsın. Çünkü nedense hepimizde, maddi olsun, manevi olsun, bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır, bunu yapamazsak büsbütün çılgına döneriz. Mamafih insanlarda bu merak olmasa doktorlar açlıktan ölürlerdi. Bu depresyon kelimesine yapışıp iç sıkıntısının uçsuz bucaksız denizinde bocalarken karşına uzun zamandan beri görmediğin bir ahbap çıkar. Kılık kıyafetinin düzgünce olduğunu görür görmez derhal aklına kendi meteliksizliğin gelir ve gafil dostundan, talihin varsa bir iki lira borç alırsın… İşte ondan sonra mucize başlar. Şiddetli bir rüzgar ruhundan bir sis tabakasını sıyırıp götürmüş gibi içinin birdenbire aydınlandığını, bir hafiflik, bir genişlik duyduğunu görürsün. Eski sıkıntı pır deyip uçmuştur. Gözlerin etrafa memnuniyetle bakar ve sen de gevezelik edecek bir arkadaş aramaya başlarsın. İşte, iki gözüm, ciltlerle kitabın, saatlerce tefekkürün yapamadığı işi iki kirli kağıt başarır. Sen ruhumuzun bu kadar ucuz bir bedel mukabilinde takla atmasını haysiyetine yediremediğin için belki daha asil sebepler peşinde koşarsın, gökyüzünde birkaç yüz metre daha yükselen bir bulut, yahut ensene doğru esen serince bir rüzgar, yahut o esnada aklına gelen zekice bir fikir, sana bu değişmenin sebebi gibi görünmek ister. Fakat söz aramızda, iş bunun tamamıyla aksinedir, cebimize giren iki lira sayesindedir ki havanın biraz açıldığını görmek, rüzgarın serinliğini hissetmek, hatta akıllıca şeyler düşünmek mümkün olmuştur… Kalk, iki gözüm, iskeleye geldik. Günün birinde ya çıldıracağız, ya dünyaya hakim olacağız. Şimdilik bir rakı parası bulmaya çalışalım ve parlak istikbalimizin şerefine birkaç kadeh içelim.
Sabahattin Ali (İçimizdeki Şeytan)
Kübarlar elmə olduqca sərbəstyanaşırlar, - Planşet sözə başladı. – onlar bizimlə söhbətlərində güntutulmasından sonra bir neçə xanımı astronom Lalan-dunun yanına gətirərək “Lütfənyenidən başlayın” deyən frantı xatırladırlar. Siz hansı hərəkəti görmək istəyirsiniz?Mexanikanın məqsədi hərəkətin qanunlarını tətbiq etmək ya daneytrallaşdırmaqdır. O ki, qaldı hərəkətin özünə mən bütün ciddiyətimlə deməliyəmki, biz onu müəyyənləşdirməkdə acizik. Özümüzü bu şəkildə məhdudlaşdıraraqbiz mayelərin və bərk maddələrin hərəkətiniidarə edən daimi hadisələr müşahidə edirik. Bu cür hadisələrin ilkin səbəbini təkrarlayaraqbiz cisimləri bir-birinə qarışdıra, onlara müəyyən tezlikdə hərəkətverici gücverə, onları tullaya, hissələrə, yaxud sonsuz hissəciklərə parçalaya bilərik;onları bura, fırladaraq hərəkətə gətirə, şəklini dəyişə, sıxa, genəldə, uzadabilərik. Bu elmlərin hamısı bir fakta əsaslanır. Bu kürəciyi görürsünüz? –Planşet davam etdi. – O, bu daşın üstündədir. İndisə oradadır. Fiziki baxımdanolduqca təbii, ancaq ağla sığmayan bu hərəkəti necə adlandıraq? Hərəkət, yerdəyişmə,yoxsa tərpənmə? Axı bu mənasız sözlərin arxasında heçnə dayanmır. Məgər məsələninhəlli ona ad verməklə başa çatır? Bununla belə, bütün elm bundan ibarətdir.Maşınlarımızın bu hərəkətdən istifadə etməsinin, yaxud onu pozmasının özü birfaktdır. Bu, kiçik bir fenomendir, ancaq onu cisimlərə tətbiq etsək, bütünParisi göyə sovurar. Biz gücün hesabı sürəti, sürətin hesabına isə gücü artırabilərik. Güc və sürət nə deməkdir? Elmimiz hərəkəti yaratmağa qadir olmadığıkimi, bu suala da cavab verməkdə acizdir. Hərəkət, necə olmasından asılıolmayaraq, böyük enerjidir, insan isə enerji icad etmir. Enerji də öz özlüyündəonun məğzini təşkil edən hərəkət kimi təkdir. Hər şey hərəkətdir. Fikir də hərəkətdir.Təbiət özü də hərəkət üzərində qərar tu, daim hərəkətdədir. Bəlkə də,Tanrı eləhərəkətin özüdür ki, var. Ona görə də hərəkət onun kimi izaholunmaz, onun kimidərin, hüdudsuzdur, dərkedilməz, hissolunmazdır. İndiyə kimi kimsə ona toxuna,onu dərk edə, yaxud ölçə bilib? Biz hərəkətin özünü görmədən onun nəticələrinihiss edirik. Biz Tanrı kimi onu da inkar edə bilərik. O haradadır, yaxud haradadeyil? O, haradan gəlir? başlanğıcı haradır? Yaxud sonu haradır? O, bizi əhatəedir, bizə təsir edir və bizdən qaçır. O, fakt kimi aşkardır, abstraksiya kimiqaranlıqdır; o həm səbəb, həm də nəticədir. Ona da bizim kimi məkan lazımdır. Bəsməkan nədir? Onu yalnız hərəkət bizə göstərir, hərəkətsiz o, mənasız, boşsözdür. Bu, həlli mümkün olmayan bir məsələdir; boşluq kimi, dünyanın yaranmasıkimi, sonsuzluq kimi hərəkət insanın düşüncəsini bulandırır. İnsan yalnız birşeyi dərk etməyə qadirdir: o heç vaxt hərəkəti dərk etməyəcək.
Honoré de Balzac
[İnsandan yolculuk:] Onu kırmaktan kaçınmaya çalışıyordum, o da bunu anlıyor ve kaygımı giderecek şekilde davranıyordu. O kadar sevecendi ki, sonunda ona içimi kemiren o her yerden siktir olup gitme takıntımı açtım. Beni günlerce dinledi, uzun uzadıya dökülmemi ve kendimi tiksindirici şekilde anlatmamı, düşlemler ve kibirler arasında debelenmemi, üstelik bundan dolayı hiç de sabrı tükenmedi, tam aksine. Yalnızca bu gereksiz ve ebleh endişenin üstesinden gelmeme yardımcı olmaya çalışıyordu. Tüm bu saçmalıklarımla lafı nereye getirmek istediğimi pek anlayamıyordu, ama bana hak veriyordu, hayaletlere karşı ya da hayaletlerle birlikte, nasıl istersem. Öyle bir ikna edici yumuşaklık sergiliyordu ki, sonunda iyiliğine iyice aşina olmuştum ve neredeyse üstüme almaya başlamıştım. Ancak öyle olunca da o meşhur kaderime karşı, varoluş nedenim olarak adlandırdığım şeye karşı, mızıkçılık yapmaya başladığım izlenimine kapıldım ve birden artık ona tüm düşündüklerimi anlatmaktan vazgeçtim. Kendi içime döndüm, yapayalnız, eskisinden bile daha mutsuz olduğuma da sevinerek çünkü yalnızlığıma yeni bir tür sıkıntı katmıştım hem de gerçek bir duyguya benzer bir şeyler. ... Bu durumda haliyle, kış bastırınca, dönmek, bitti demek, bunu itiraf etmek epey güç oluyor. Elden gelse kalırdı insan, o soğukta, o yaşta, umut tükenmemiştir henüz. Anlaşılır bir şey bu. İğrenç yaratıklarız vesselam. Kimseye gücenmenin alemi yok. Önce duyum ve mutluluk gelir. Benim de görüşüm bu. Üstelik başkalarından gizlenmeye başladığınızda, bu onlarla birlikte hoşça vakit geçirmekten çekindiğinizin işaretidir. Bu başlı başına bir hastalıktır. Yalnızlıktan bir türlü iyileşememekte neden öyle inat ettiğimizi bir anlayabilsek. Savaş sırasında hastanede karşılaştığım başka bir tip, bir onbaşı, bana az buçuk söz etmişti bu duygulardan. O oğlanı bir daha göremedim ne yazık ki! “Dünya çoktan ölmüş!” diye açıklamıştı bana… “Bizler yalnızca onun üzerindeki kurtçuklarız, o boktan koca cesedin üzerindeki kurtlar, habire onun bağırsaklarını kemirip duruyoruz, hem de yalnızca zehirli yerlerini… Biz bir boka yaramayız. Doğuştan çürümüşüz biz… İşte o kadar!” Yıllar sonra bunları yeniden düşündükçe, bazen kimilerinin kullanmış oldukları sözcükleri, ve bizzat o kişileri yeniden yakalayabilmek mümkün olsa keşke diyesi geliyor insanın, bize tam olarak ne demek istemiş olduklarını sormak için… Ama giden gitmiş!… O zamanlar onları anlayacak kadar eğitimli değilmişiz… Oysa merak ediyor insan, hani olur a, Şimdi fikir değiştirmişler midir acep diye… Ama artık iş işten geçmiş… Bitmiş!… kimse onlar hakkında hiçbir şey bilmiyor artık. Bu durumda gecenin içindeki yolculuğunuzu tek başına sürdürmekten başka çare de kalmıyor.
Louis-Ferdinand Céline
Hz. Yuşâ (A.S.) öğrenmek istedi: "Seninle ilk tanıştığımız zaman, burasına bir yerden bahsetmiştin. Orası neresidir?" Adam düşündü. Hz. Yuşâ (A.S.) sorduğuna pişman oldu. Teklif etti: "Eğer yaranı, sıla hasretini deşeceksem, sus." "Hayır. O yara kabuk bağladı artık. Sana nasıl anlatacağımı düşünüyordum." "İyi öyleyse." Adam şöyle başladı: "Önümüzdeki vadi içinde akan Erden Nehridir değil mi?" "Evet." "Güneydeki Lût Denizine dökülür." "Öyle." "Nehir kuzeyde Taberiye gölünden su alır." "Doğru." "O halde Erden nehri, bu iki deniz arasında akan bir boğazdır." "Belki." "Ey Yuşâ! Yurdunun sınırı Toroslara dayanıyor. Diyelim ki onu aştın. Hep kuzeybatıya doğru git. Birçok dağlar ve ovalar, dereler, nehirler geç. Nihayet bir gün şu vadinin daha derin ve genişine ulaşacaksın. Kuzey ile güneyinde de Taberiye gölü ile Lût denizinden büyüğü var. Bunun doğusunda, kuzey denizine yakın tepe benim bir zaman yurdumdu. Orasına Dev Dağı derdim. Şurada oturduğumuz gibi oturur, engin güzellikleri seyrederdim. Hile, fesat, kötülük yoktu. İnsanlardan uzaktım. Mavi ile yeşil dostlarımdı sadece. Huzurumu bulmuştum. Ama olan oldu nihayet. İçimdeki sese uydum. Kaya gibi koptum dağımdan. Şükür ki küçük bir örneğiyle avunuyorum." Adamın anlatttığı yer İstanbul Boğazı'ydı. Kuzeyde Karadeniz, güneyde Marmara vardı. Boğaz, Erden vadisi gibiydi. Karadeniz Lût denizi yerine geçerdi. Marmara da Taberiye gölü yerine. Adamın Dev Dağı dediği tepe, Boğazın Anadolu kıyısında Karadeniz yakınındaydı. . . . Hz. Yuşâ (A.S.) tekrar tenhaya çekildi. İlhamları gibi oldu. O yıl vefat etti. İsrailoğullarını onu nereye gömeceklerini pek düşündürmedi. Mademki Efrayim Dağlığı'nda Gaaş Dağı'nın Timatsarah Tepesi'ni pek seviyordu, oraya defnettiler. Bu olay üzerinden üç bin seneye yakın zaman geçti. İstanbul Boğazı'nın doğu kıyısında Karadeniz'e yakın bir tepe var. Adı Yuşâ Tepesi'dir. Karşısında da Telli Baba var. Nasıl ki bir zamanlar Anadolu Hisarı ile Rumeli Hisarı Boğaz'ın emniyetini madde bakımından sağlamış ve sağlıyorlarsa, bu iki tepede yatanların da Boğaz'ın emniyetini mânen sağladıkları, ebediyen Müslümanlara kalacağı anlatılır. Telli baba kimdir. Onun Fatih Sultan Mehmet ordusunda bir asker olduğu, erdiği ve tel çekerken şehit düştüğü rivayeti yaygındır. Ya Yuşâ Tepesi'ndeki, acaba Hz. Yuşâ (A.S.) mıdır? Yoksa başka bu adda bir veli midir? Çeşitli söylentiler anlatılır. Umumi fikir onun Hz. Yuşâ (A.S.) olduğu merkezindedir. Eskiden adı Dev Dağı olan o yerde savaşırken, gövdesi ikiye ayrıldığı halde, tepenin en üstüne çıkmış ve ruhunu teslim etmiştir. Ona onyedi metre boyunda, dört metre eninde bir mezar yapılmıştır. Baş ve ucunda iki küçük taş vardır. Elbet Hz. Yuşâ (A.S.) bu kadar büyük değildi. Mezarının geniş ve uzun tutulması, rütbesinin enginliğindendir. Yuşâ Tepesi'ni asırlık kavaklar süsler. Doğrusunu şüphesiz ancak Hazreti Allah (C.C.) bilir.
Ahmet Cemil Akıncı (Kâbe'ye Doğru Büyük Kısas-ı Enbiya/ Peygamberler Tarihi 18, Hz. Yûşâ)
Atatürk Bizden Biridir Ne var ki, 10 yıl süren bir savaş sonucunda Anadolu yıkıntıya dönmüş, halkı ve doğal kaynakları sömürülmüş, insanları cahil bıraktırılmıştı. Elbette, bitkin ve yorgun bir ülkede savaşı kazanmış olmak yetmeyecekti, ülkeyi kalkındırmak ve ilerletmek gerekiyordu. Bu, düşmanı savaş alanlarında yenmekten de önemliydi. Üstelik yatırım yapacak para yokken, Osmanlı’nın borçları da ödeniyordu. Bu da yetmezmiş gibi, dünya ekonomik bunalımı çıkageldi. Bunalım, bir şeyler üreterek satmaya çabalayanları da yiyip bitirecekti. İşte bu koşullar altında kıvranan halkının sıkıntılarını doğrudan ondan dinlemek için, Gazi yurt gezisine çıktı. Yol boyunca dura dura, halkı dinleye dinleye 6 Mart 1930 günü Isparta üzerinden Antalya’ya ulaştı. Gazi, kaldığı evin bir odasına Hasan Rıza Soyak’la birlikte çekilerek, kapıyı kapatır ve bir koltuğa yığılır. Çok yorgun ve sinirlidir. Elleri titreyerek sigarasını yakar ve şöyle konuşur: -“Bunalıyorum çocuk, büyük bir acı içinde bunalıyorum. Görüyorsun ya, gittiğimiz her yerde devamlı dert, şikâyet dinliyoruz... Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi bir perişanlık içinde... Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; memleketin hakiki durumu bu işte. Bunda bizim bir günahımız yoktur; uzun yıllar hatta asırlarca dünyanın gidişinden aymaz, birtakım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket; düşe düşe şu acınacak hale düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen seviyede ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın... Büyük yeteneklere sahip olan zavallı halkımız ise, kendisine kutsal inanç şeklinde telkin edilen bir sürü temelsiz görüş ve inanışların tesiri altında uyuşmuş, kalmış... Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misin? Halkımızın aklında kökleştirilmiş olan, her şeyi başta bulunandan beklemek alışkanlığıdır. İşte bu zihniyetle; herkes, her şeyi Allah’tan bekleyiş ve rahatlık içinde, bütün iyilikleri bir şahıstan, yani şimdi benden istiyor, benden bekliyor; ama nihayetinde ben de bir insanım be birader, sihirli bir gücüm yok ki... Yeri geldikçe, her yerde tekrar ediyorum; bütün bu dertlerin, bütün bu ihtiyaçların giderilmesi, her şeyden evvel, pek başka şartlar altında yetişmiş; bilgili, geniş düşünceli, azim, gönlü tok ve uzmanlık sahibi adam meselesidir, sonra da zaman ve imkân meselesidir. Bu itibarla evvelâ kafaları ve vicdanları yıpranmış, geri, uyuşturucu fikir ve inançlardan temizleyeceksin. İşlerin uzmanı, idealist ve enerjik insanlardan kurulu, düzenli, her parçası yerli yerinde, modern bir devlet makinesi kuracaksın; sonra bu makine halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, maddi ve manevi her türlü doğal yetenek ve kaynaklarımızı harekete getirecek, işletecek, böylece memleket ileriye, refaha doğru yol alacaktır. İleri milletler seviyesine erişmek işini; bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da imkânsızdır. Biz şimdi o yol üzerindeyiz; kafileyi hedefe doğru yürütmek için, insan gücünü üstünde, gayret sarf ediyoruz; başka ne yapabiliriz ki?” Gazi, sözlerinin burasında duracaktı, gözleri dolmuştu, elleri titriyordu. Hasan Rıza’ya: -“Kalk, bana bir kahve getirmelerini söyle de, gel...” diyecekti. Hasan Rıza anlamıştı Gazi’nin gözlerinden yaşlar boşandığını kendisinin görmesini istemediğini. O da, kahve söylemek bahanesiyle dışarı çıktığında oyalanacak, hemen dönmeyecekti odaya. Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Anılar, İstanbul 1973, s. 405–406.
Hasan Rıza Soyak (Atatürk'ten Hatıralar)
YALNIZLIK NEDİR? Yalnızlık sevginin yokluğu değil tamamlayıcısıdır. Yalnızlık birlikteliğin yokluğu değil ruhumuzun bizimle sohbet edecek kadar özgür olduğu ve yaşamımız konusunda karar vermemize yardım ettiği bir andır. Hayatta asla yalnız kalamayan kişiler, kendilerine yabancılaşırlar. Ruhumuzun derinliklerinde keşfedilmeyi bekleyen devasa bir dünya saklıdır. Bana izin vermedikleri için yapmam gerekeni yapamadım diyerek riske girmememizin daha iyi olacağını düşünürüz. Böylesi daha rahattır, daha güvenlidir. Bu insanın kendi yaşamından vazgeçmesi anlamına gelir. Cesaretim yok diyenlere ne mutlu. Çünkü onlar suçun başkalarına ait olmadığını kavramıştır. Hayır demek daima cömertlik eksikliği anlamına gelmez, evet demekse daima bir erdem değildir. Yaşamımızın en önemli anlarında daima yalnızızdır. Sevgi İlahi Varlığa özgüyse yalnızlık da insanlara özgüdür. Yaşamın mucizesini anlayan kişilerin hayatında sevgi ve yalnızlık beraberce huzur içinde yaşayıp giderler.” “HİÇBİR İŞE YARAMIYORUM: Tanrı’nın mucizesinin en büyük alameti yaşamın kendisidir. İşe yaramaya çalışma. Kendin olmaya çalışman yeterlidir ve bir fark yaratır. Yaşamını dikkatle inceleyip ıstırap çektiğin, ter döktüğün ve sevinçle gülümsediğin her bir anı tekrar gözden geçirsen bile başkalarına faydalı olduğun zamanların tam olarak hangileri olduğunu asla bilemezsin. Hiçbir yaşam gereksiz değildir. Yeryüzüne konan her ruhun burada olmasının bir nedeni vardır. Daima yaşamayı arzuladığın şeyleri yaşa. Başkalarını eleştirmekten kaçın ve düşlerine odaklan.” “HAYATIMI DEĞİŞTİRMEKTEN HEP KORKTUM: Hayatımızı değiştirmekten korkarız, çünkü onca çabamızın ve fedakarlığımızın ardından, dünyamızı tanıdığımıza kanaat getiririz. Sürprizlerle karşılaşmayacağımızı biliriz. İnanç bize hiçbir anımızda yalnız olmadığımızı gösterir. Dönüşüm gizemi sevmemizi sağlar. Her şey karalara büründüğünde ve terk edildiğimizi hissettiğimizde ruhumuzda meydana gelen dönüşümleri görmekten korkmayacak, geriye bakmayacağız. İleriye bakacağız. Yarın olabileceklerden korkmayacağız, çünkü dün bir güç tarafından kollandık. Bizi kollayan bu VARLIK daima yanımızda olacak. Bizi ıstıraplardan koruyacak. Ya da bize ıstıraplarla onurlu bir biçimde yüzleşmemiz için gereken gücü verecek. GÜZELLİK NEDİR? Dış güzellik iç güzelliğin görünür kısmıdır ve her insanın gözlerindeki parıltıda kendini belli eder. Gözler ruhun aynasıdır ve esrarengiz gibi görünen her şeyi dışarı yansıtır. Gözler ayna vazifesi görür. Kendilerine hayranlıkla bakanların görüntüsünü yansıtır. Dolayısıyla bakan kişi, ruhu karanlık olduğu takdirde baktığı gözde de kendi çirkinliğini görecektir. Şu anda bilgelik denen, yaşamın gizemine saygı göstermek yerine dünyayı tanımlamayı amaçlayan kişilerin paketleyip sunduğu fikir yığınında huzur bulmaktayız. Davranış şablonu yaratma amacında ki kurallar, normlar ve nizamlardan oluşan, gereksiz bir yığın bu.” HANGİ YÖNE GİTMELİYİM? Yaşam da tıpkı güneş gibi her yöne ışık saçar. Ateş yakmak istiyorsak güneş ışınlarının tek bir noktaya düşmesinin sağlamamız gerekir. Ateş İlahi Güçün dünyaya verdiği en büyük sırdır. Bizi ısıtmakla kalmaz, buğdayı da ekmeğe dönüştürür. Gün gelir, hayatımıza yön vermek için içimizdeki bu ateşi belli bir yere odaklamamız gerekir. SEVGİ BENİMLE ASLA KONUŞMAK İSTEMİYOR: Sevginin söylediklerine kulak vermemiz için yanımıza yaklaşmasına izin vermemiz gerekir. Sevgi özgürdür ve sesi, irademizin ya da gayretimizin hakimiyetinde değildir. Sevgi değiştirir, sevgi iyileştirir. Bazen ölümcül tuzaklar kurar ve kollarına atılmaya karar verdiği kişiyi mahveder. Sevgi bir alışveriş değil, bir inanç eylemidir. Sevmeye ihtiyaç duyduğumuz için severiz. Sevmezsek hayatın anlamı kalmaz ve güneş gökte parıldamaz. Yalnızlığın her şeyi yerle bir ettiği anlara göğüs germenin tek yolu sevmeye devam etmektir.
Paulo Coelho (Manuscript Found in Accra)
HAYATIMI DEĞİŞTİRMEKTEN HEP KORKTUM: Hayatımızı değiştirmekten korkarız, çünkü onca çabamızın ve fedakarlığımızın ardından, dünyamızı tanıdığımıza kanaat getiririz. Sürprizlerle karşılaşmayacağımızı biliriz. İnanç bize hiçbir anımızda yalnız olmadığımızı gösterir. Dönüşüm gizemi sevmemizi sağlar. Her şey karalara büründüğünde ve terk edildiğimizi hissettiğimizde ruhumuzda meydana gelen dönüşümleri görmekten korkmayacak, geriye bakmayacağız. İleriye bakacağız. Yarın olabileceklerden korkmayacağız, çünkü dün bir güç tarafından kollandık. Bizi kollayan bu VARLIK daima yanımızda olacak. Bizi ıstıraplardan koruyacak. Ya da bize ıstıraplarla onurlu bir biçimde yüzleşmemiz için gereken gücü verecek.” “GÜZELLİK NEDİR? Dış güzellik iç güzelliğin görünür kısmıdır ve her insanın gözlerindeki parıltıda kendini belli eder. Gözler ruhun aynasıdır ve esrarengiz gibi görünen her şeyi dışarı yansıtır. Gözler ayna vazifesi görür. Kendilerine hayranlıkla bakanların görüntüsünü yansıtır. Dolayısıyla bakan kişi, ruhu karanlık olduğu takdirde baktığı gözde de kendi çirkinliğini görecektir. Şu anda bilgelik denen, yaşamın gizemine saygı göstermek yerine dünyayı tanımlamayı amaçlayan kişilerin paketleyip sunduğu fikir yığınında huzur bulmaktayız. Davranış şablonu yaratma amacında ki kurallar, normlar ve nizamlardan oluşan, gereksiz bir yığın bu.” “HANGİ YÖNE GİTMELİYİM? Yaşam da tıpkı güneş gibi her yöne ışık saçar. Ateş yakmak istiyorsak güneş ışınlarının tek bir noktaya düşmesinin sağlamamız gerekir. Ateş İlahi Güçün dünyaya verdiği en büyük sırdır. Bizi ısıtmakla kalmaz, buğdayı da ekmeğe dönüştürür. Gün gelir, hayatımıza yön vermek için içimizdeki bu ateşi belli bir yere odaklamamız gerekir.
Paulo Coelho (Manuscript Found in Accra)
SEVGİ BENİMLE ASLA KONUŞMAK İSTEMİYOR: Sevginin söylediklerine kulak vermemiz için yanımıza yaklaşmasına izin vermemiz gerekir. Sevgi özgürdür ve sesi, irademizin ya da gayretimizin hakimiyetinde değildir. Sevgi değiştirir, sevgi iyileştirir. Bazen ölümcül tuzaklar kurar ve kollarına atılmaya karar verdiği kişiyi mahveder. Sevgi bir alışveriş değil, bir inanç eylemidir. Sevmeye ihtiyaç duyduğumuz için severiz. Sevmezsek hayatın anlamı kalmaz ve güneş gökte parıldamaz. Yalnızlığın her şeyi yerle bir ettiği anlara göğüs germenin tek yolu sevmeye devam etmektir.” “NEDEN YAŞAMIMIZ KADERİMİZİ BELİRLEMEYE GİRİŞİR? Zamanda geriye dönülemez ama isteyen herkes zamanda ileri gidebilir. Yarın, gün doğduğunda kendi kendimize şöyle tekrarlamamız yeterlidir. Bugünü yaşamımın ilk günü gibi geçireceğim. Hayatımdan şikayet etmeyecek, her şey aynı hiçbir şeyi değiştirecek gücüm yok demeyeceğim. Çünkü bu günü hayatımın ilk günüymüş gibi yaşıyorum ve gün boyunca varlığından haberdar olmadığım bir çok şey keşfedeceğim. Bu gün benim yeryüzündeki son günüm olsa bile sonuna kadar tadını çıkaracağım, çünkü kendimi her şeyi ilk kez yapan bir çocuk gibi masum hissedeceğim.” “HAYATTA KALANLAR ÇOCUKLARINA NE ÖĞÜT VERMELİ? İnsan kendini sevip saydıkça başkaları tarafından da sevilir sayılır. Asla herkesin birden gönlünü hoş tutmaya çalışma, yoksa herkesin saygısını kaybedersin. Dostlarını sadece tanıdığın ve neyle uğraştığını bildiğin kişiler arasından seç. Dostluk sevginin nice çehresinden sadece biridir ve sevgi fikir birliğinde olmayı gerektirmez. Dost görülen kişiyi kayıtsız şartsız kabul etmemizi sağlar ve her birey kendine has bir biçimde gelişip olgunlaşır. Dostluk başka bir kişiye karşı inanç duymak anlamına gelir, feragat etmek değil. Sevilmek için herhangi bir bedel ödemekten kaçın, çünkü sevginin bedeli olmaz. Sadece kötü günlerinde yanında belirip seni teselli eden kişilerden ne pahasına olursa olsun kaçın; çünkü bu kişiler aslında kendi kendilerine –ben daha güçlüyüm, ben daha akıllıyım, ben olsam böyle yapmazdım- deyip durmaktadır. Mutlu günlerinde yanında olanlarla dostluk kur. Ruhlarında kıskançlığa ve hasede yer olmayan bu kişiler, senin mutlu olduğunu görmekten mutluluk duyar. Kendilerini senden daha güçlü gören insanlardan kaçın, çünkü böyle yapmalarının asıl amacı, kendi zayıflıklarını gizlemektir. İncinmekten çekinmeyenlerle dostluk kur. Çünkü onlar kendilerine güvenen insanlardır. Herkesin her an tökezleyebileceğini bilir ve bunu zayıflık olarak değil insanlığın bir alameti olarak görürler. Şarkılar söyleyen, öyküler anlatan, yaşamın tadını çıkaran ve gözleri mutlulukla parıldayan insanlarla dostluk kur. Çünkü mutluluk bulaşıcıdır ve mantığın, hayatı açıklamaktan öteye gidemediği durumlarda daima bir çözüm ortaya koymayı başarır. Kendini nasıl hissedersen hisset, her sabah kalkıp ışığını dünyaya saçmaya hazırlan.
Paulo Coelho (Manuscript Found in Accra)
Bu dünyaya ansızın bir yabancı düşüverseydi, ona bu dünyanın kötülüklerinin bir örneği olarak hastalıklarla dolu bir hastane, suçlular ve borçlularla tıklım tıklım bir hapishane, cesetler serpili bir savaş alanı, okyanusta dalgalarla boğuşan bir filo, tiranlıktan, kıtlıktan ya da salgınlardan eriyip gitmiş bir ulus gösterirdim. Yaşamın neşeli yanını göstermek ve hazları hakkında fikir edinmesini sağlamak için onu nereye götürmem gerekirdi? Bir baloya, bir operaya, saraya mı? Haklı olarak, ona yalnızca acı ve üzüntülerin bir başka türünü gösterdiğimi düşünebilirdi.
David Hume (On Religion)
Hiç sanmıyorum. Bu iyi bir fikir değil. Doğru da değil." "Doğrunun sayısız biçimi var.
Becca Fitzpatrick (Hush, Hush (Hush, Hush, #1))
Dogma Nedir? Hasan Ali Yücel; Hürriyeti istemeyenlerin başında dogmacılar gelir. Dogma nedir, Dogmacılar kimlerdir? Dogma, ilk defa ortaya atanlar tarafından düşünülmüş, fakat daha sonra onu kabul edenlerin çoğu tarafından düşünmeden alınmış inanma klişeleridir. Bizim nascılık diye tercüme ettiğimiz dogmacılık, felsefedeki dar anlamıyla aklın her şeyi bileceğine ve doğrunun ancak kendilerinde olduğuna inananları gösterir. Fanatizm denilen taassubun sütannesi budur… Mizaç itibarıyla dogmacılar, “dediğim dedik” diyen soydandırlar. Tartışmaya dayanamaz, fikir alışverişinde bulunamazlar. Zekaları tek cephelidir, idrakleri iki duvar arasına açılmış bir yola benzer. Bu vasıfta olan insanlar, her devirde, her yerde, hatta her meslekte vardır… … dogmacılardan mürekkep bir topluluk tasavvur edelim… Hani hürriyet? Böyle bir toplulukta ancak tek fikir, tek kudret hakim olabilir. Politika bakımından bu türlü rejimler ya en sol uca kaçacaklar, ya en sağ uçta mıhlanıp kalacaklardır. Hakim kudretin kanaatleri dışındakilere nefes almak yoktur. Onun için kanunlarında muhalefete iktidar kadar hürriyet vermeyen rejimler, adı ne olursa olsun diktatörlüktür, despotluktur. “Dediğim dedik” diyenlerin çoklukta olduğu memleketlerde demokrasinden bahsetmek, amiyane, fakat doğru bir söyleyişle “Müslüman mahallesinde salyangoz” satmaya benzer.
A.M. Celâl Şengör (Hasan Ali Yücel ve Türk Aydınlanması)
Yepyeni bir şey söylediğini sananlar, tarihin derinliklerine doğru yolculuk yaptıklarında çoğu kez bir sürprizle karşılaşırlar: O yepyeni fikir oradadır, yüzyıllarca önce söylenmiştir bile!
Mehmet Murat ildan
Ben, "teslimiyetçilik"ten dehşetli ürkerim! Bir ülkenin başına gelebilecek en büyük belâ budur, çünkü yönetici kadro, devleti ayakta tutanlar, bunun kan dolaşımı demek olan kültürel fikir alışverişi, geleceğine olan güvenini yitirmiş, savaşmadan, savaşmayı düşünmeden kaleyi teslimi çare sanmaya başlamıştır. Allah muhafaza!
Attilâ İlhan (Hangi Atatürk)
Mustafa Kemal'i Tahsil Devresinde Etkileyen En Önemli Olay Mustafa Kemal, bu sırada Manastır Askeri İdadisi'nin ikinci sınıfında idi. Seferberlik olduğu için delikanlılar davul zurna şenlikleri içinde ellerinde layraklar olduğu halde cepheye gidiyorlardı. Askerliğe çağrılmayanlardan gönüllü olanlar da çoktu. Bunların arasında bıyıkları henüz terlememiş çocuklar bile vardı. İdadi talebeleri, akın akın Manastır'dan geçen taburları seyrederlerken, içleri içlerine sığmıyordu. Mustafa Kemal, gönüllü gitmek isteyenlerin başında idi. Türlü sebepler bu isteğine engel oldu. Savaş çok kısa sürmüştü. Ethem Paşa kumandasındaki Alasonya Ordusu, Yunanlıları önüne katmış ilerliyor, şehir ve kasabalar işgal ediyordu. 24 Nisan'da Tırnova, ertesi günü Yenişehir zaptolundu. Türk ordusu 5 Mayıs'ta Farsala'da kurulmuş olan Yunan savunma hattını parça parça etmiş ve parlak bir zafer kazanmıştı. Yunanlılar son dayanma noktası olarak Dömeke'yi seçmişler ve burada toplanmışlardı. 16 Mayıs'ta Türk-Yunan harbinin en büyük ve en önemli savaşı, Türk ordusunun Dömeke'ye taarruzu ile başladı. Düşman buradan da sökülüp atılmıştı. Prens Konstantin selameti firarda aramış, gece karanlığından faydalanarak güçbela kaçabilmişti. Yunan ordusunun ricati bozgun halini almıştı. 19 Mayıs'ta Forga Boğazı da işgal olunmuştu. Termopil Geçidi Türk askerlerinin gözü önünde idi. Artık Atina yolu açılmıştı. Mukavemet imkânı kalmamıştı. Zafer haberleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun her tarafında bayram sevinci yaratıyordu. Manastır bayraklarla donatılmıştı. Geceleri fener alayları yapılıyordu. "Padişahım çok yaşa!" avazeleri göklere yükseliyordu. Bu temenniye Mustafa Kemal de bütün samimeyeti ile katılmıştı. Türk ordusu son ve kati darbeyi vurmak için hazırlanırken, İstanbul'dan mütareke emri geldi. Türklerin ilk zaferleri üzerine Atina'da panik başlamıştı. Savaş taraftarları sinmiş, Deliyani Kabinesi istifa zorunda kalmış, yerine geçen Rallis Hükümeti, Rusya'ya müracaat etmişti. Çar İkinci Nikola, padişaha bir telgraf çekerek, kazandığı zaferlerin kan dökülmesine mani olacak bir mütareke ile taçlandırılmasını saygılı bir ifade ile rica etmişti. Bunun üzerine Sultan Hamid, Ethem Paşa'ya muhasematın kesilmesi emrini vermişti. Mütareke imzalandı. Zafer kazanılmış, fakat nimetlerinden faydalanılamamıştı. Zaman zaman bu olaya temas eden Mustafa Kemal, bize şunları söylemiştir: - Hocalarımız bize, bütün Yunanistan'ın işgalinin mümkün olduğunu söylemişlerdi. Mütareke haberi gelince aydın fikirli okul zabitlerimiz, büyük teessür duydular. Biz, onların yüzlerinden bunu anlıyorduk. Fakat bir şey soramıyorduk. Yalnız arkadaşım Nuri (Cumhuriyet Devrinde Milletvekili Nuri Conker) genç bir zabitin, böyle olmamalıydı, yazık, çok yazık diyerek ağladığını anlattı. Manastır sokaklarında yine şenlikler yapılıyor, yine "Padişahım çok yaşa!" avazeleri yükseliyordu. Ben ilk defa bu temenniye katılmadım.
Ali Fuat Cebesoy (Sınıf Arkadaşım Atatürk)
Tehlikeli fikirlerin - tıpkı tehlikeli yollar gibi - az sayıda ziyaretçileri olur!
Mehmet Murat ildan
Biz bugün "canlı"nın nerede yaşadığını, neden ibaret olduğunu, adını sanını bile bilmiyoruz. Bizi tek başımıza bırakın, elimizden kitapları alın o saat şaşkına döner, ne yana gideceğimizi, kimden yana çıkacağımızı, kimi sevip, kimden nefret edeceğimizi bilemeyiz. İnsan olmak, yani gerçek, kendi vücuduna sahip, kanlı canlı bir insan olmak dahi bize güç geliyor; bundan utanıyor, ayıp sayıyor, bildik, genel anlamda insan olmaya çabalıyoruz hep. Aslında biz ölü doğmuş yaratıklarız; zaten çoktandır canlı olmayan babalardan dünyaya geliyoruz ve bundan da gittikçe daha çok hoşlanıyoruz. Bundan zevk alıyoruz. Yakında bir kolayını bulup doğrudan doğruya fikir dölleri olarak dünyaya geleceğiz. Ama yeter bu kadar; daha fazla "Yeraltından" yazmak istemiyorum...
Fyodor Dostoevsky (Yer Altından Notlar)
Hükümet kuvvet değil vasıtadır. Bir memlekette asıl kuvvet, bir fikri temsil edenlerdir. Başka memleketlerde sahici “fikir” zümreleri var. Bizim memlekette hakiki “fikir” yok; bizde üç yüz seneden beri “fikir” diye bir tek şey var: Taassup!
Mithat Cemal Kuntay
Yobazlık milletlerarası hastalıktır. Kızılı olduğu gibi böyle yeşili de olur. Fikirlere ve içtihatlara saygı duymak ve onlarla tartışmak seviyesinde olmadıkları için daima yırtınırlar, küfür ve iftira ederler, ilim ve mantık alanı içinde konuşmaktan aciz oldukları için karşımıza daima ayet ve hadisle çıkarlar. Soy soy insanların bir tek Âdem’le Havva dan türediklerine, Âdem'in 1050 yıl yaşadığına, Havva'nın her yıl biri erkek biri kız olmak üzere ikiz evlat doğurduğuna ve bu kardeşleri birbiriyle evlendirdiklerine inanırlar. Bir Sümer masalından çıkan tufan ve Nuh'un gemisi onlarca tarihi bir hakikattir. Hangi Teknik Üniversitesinden mezun olduğu belli olmayan Nuh'un yaptığı o pazarcı kayığına her cins hayvandan birer çiftin girip sığması ve 40 tufan gününde birbirine yemeden uslu uslu oturması da gerçektir vesaire... Şimdi bu kafadaki adamla bir fikir tartışması yapmaktaki trajediyi düşünün.
Hüseyin Nihal Atsız (Makaleler III)
En iyi tavsiye, verilen tavsiyeyi mutlak bir gerçek olarak değil, sadece üzerinde düşünülmesi gereken bir fikir olarak sunan tavsiyedir!
Mehmet Murat ildan
Bir hayat, bir fikir, bir görev - aşk.
Abhijit Naskar (Mücadele Muhabbet: Gospel of An Unarmed Soldier)
Orijinal bir fikrin en devrimci özelliği, seni içinde bulunduğun kalıplaşmış boyuttan alıp sıra dışı bir boyuta götürmesidir!
Mehmet Murat ildan
Tolerans değil, ​akseptans ihtiyaç vardır.
Abhijit Naskar