Feodal Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Feodal. Here they are! All 12 of them:

Dalam jangka waktu lama, Indonesia hidup dalam bayangan feodalisme. Tetap neofeodalisme Soekarno lebih jahat dan lebih ganas.
Mohammad Hatta
İsmail Hakkı Tonguç'un o yıllarda çok partili yönetime geçiş üstüne düşünceleri şöyledir: Halkın tümünün eğitim hakkına kavuşturulamadığı ortamda, işçiler örgütlenip grevli toplu sözleşmeli haklarını alıp sendikalarını kuramamışsa, toprak reformu gerçekleştirilerek feodal ilişkiler kırılamamışsa, o halkın önüne konacak sandıklardan çıkacak sonuç, demokrasi değildir. Kâğıt demokrasisi, parmak basma demokrasisi denir ona; Amerika bunu gerçekleştirmek istiyor. Bizde yapılmak istenen bu...
Mehmet Başaran (Büyük Aydınlanmacı Öğretmenim Hasan Ali Yücel)
Tarihçi David Arkush Rusların köylü atasözleriyle Çinlilerin köylü atasözlerini karşılaştırmıştır ve farklılıklar çok çarpıcıdır. Tipik bir Rus atasözü “Tanrı getirmezse, toprak vermez” der. Burada köylülerin kendi çabalarının yeterli olacağına inanmak için hiçbir nedenlerinin olmadığı, baskıcı feodal sisteme özgü tipik kadercilik ve karamsarlık söz konusudur. Diğer yanda, Arkash, Çin atasözlerinin “çalışkanlığın, zekice planlamanın, özgüvenin ve küçük bir grupla işbirliği yapmanın zaman içinde karşılığını getireceği” inancıyla dikkat çektiğini yazıyor.
Anonymous
Thomas Paine İnsan Hakları (1791) adlı eserinde “Edebiyatın ve bütün bilimlerin miras ilkesine göre işlediğini varsayalım, böyle bir durumda bütün ağırlıklarını ve önemlerini yitirirlerdi. Bunu düşününce kendi kendime gülümsüyorum. Sonra da aynı düşünceyi hükümetlerin işleyişine taşıyorum. Bir yöneticinin miras ilkesine göre başa geçmiş olması, bir yazarın miras ilkesine göre ünlü olması kadar saçmadır. Homeros'un ya da Öklid'in oğulları var mıydı bilmiyorum; ama eğer olsaydı ve de bu yazarlar eserlerini tamamlayamadan göçüp gitselerdi, eminim ki oğullar babalarının yarım kalmış eserlerini tamamlayamazlardı.” Napolyon da Paine'in izinden gitmiş, hükümdarlığının ilk dönemlerinde carrières ouvertes aux talents (yeteneklilere açık kariyerler) sistemi adını verdiği bir sistemi oturtmaya çalışan ilk Batılı lider olmuştur. Yaşamının son günlerinde Saint Helena'da, gururla “Birçok generalimi çamurun içinden bulup çıkardım” demiştir. “Nerede bir yetenek gördüysem onu ödüllendirdim.” Napolyon'un böylesine övünmesi yersiz değildi. Napolyon döneminin Fransası, feodal ayrıcalıkların son bulduğu ve her toplumsal mevkiden kişiye açık ilk unvan olan Légion d'honneur'ün (Fransız Liyakat Nişanı) yaygınlaştırıldığı bir Fransa oldu. Eğitim sistemi yeniden inşa edildi: liseler bütün toplumsal kesimlerden insanlara açık hale getirildi ve 1794'te başlatılan uygulamayla bir teknik okul, fakir öğrencilere de cömertçe burs sağladı (bu sayede teknik okulun ilk yıllarında öğrencilerin yarısı köylü ve esnaf çocuklarından oluşuyordu). Napolyon'un önde gelen adamları (İçişleri Bakanlığı'ndaki görevliler, bilimsel danışmanlar ve senatörler) gayet mütevazı özgeçmişlere sahiptiler. Napolyon'un kelimeleriyle ifade edecek olursak, mirasyedi asiller “ulusun baş belalarıdır, embesildir onlar... mirasyedi götler!
Alain de Botton (Status Anxiety)
Zelf heb ik Frisch één keer ontmoet, in Edinburgh. Wat weet ik daar nog van? Niet veel. Met Mulisch en Reve was ik de Nederlandse delegatie bij een groot schrijverscongres. 1962. Vier jaar voor hij aan dat dagboek zou beginnen. Hij was niet groot, en had een bril met een zwaar montuur en zoiets als dubbele glazen, waardoor het leek of de ogen vergroot werden. Ik was negenentwintig, en het enige dat er van mij vertaald was kon hij niet gelezen hebben. Maar je bent aanwezig, dus misschien ben je wel wat. Van Harry was toen ook nog niet veel vertaald, maar hij had zijn allure mee, en straalde een onmetelijke zekerheid uit. We stonden met Frisch aan de bar, wat we besproken hebben is vervlogen. Frisch had een behoorlijke slok op, amuseerde zich, en liet ons praten. Harry sneed door een menigte met die neus als een schegbeeld, misschien heeft Frisch dat wel opgeschreven. Ontmoetingen met schrijvers die je niet kunt lezen hebben altijd iets spannends, omdat er niets te bewijzen valt. Henry Miller liep er rond, Angus Wilson, Stephen Spender, Normal Mailer, beroemde Schotten waar wij nog nooit van gehoord hadden, je hoort erbij maar je bent niemand en god weet wat je geschreven hebt in die rare taal van je, en iedereen is vriendelijk. Ik voelde me zoals een van de onnozele kinderen in het voorgeborchte, nog niet gezondigd, wachtend op de hemel die misschien wel een hel is. Eén beeld is me altijd bijgebleven. In een zaal waar al die beroemdheden rondliepen zat een adellijke Schotse familie in kilts met de kleuren en ruiten van hun clan. Ze hadden schoenen met zilveren gespen, en een dolk met een zilveren gevest in een wollen kniekous gestoken. Smokingjasjes op die rokken, een zwartglanzende vlinderdas, ridderordes. Geen ogenblik keken ze op naar de eventuele beroemdheden, al ze die al kenden. Ze zaten daar als atavistische beelden in een feodale oase, werden van achteren bediend door mensen die ze niet aankeken, en waren zichzelf volstrekt genoeg. Het is een halve eeuw geleden en ik weet het nog.
Cees Nooteboom (533. Een dagenboek)
pernikahan si Marhaen itu berbeda dengan magrong magrong pestanya para borjuasi dan kelompok feodal. Sederhana, namun memrlukan keberanian. Karena menikah adalah revolusi kecil kita untuk memperbaiki kualitas kehidupan.Tugasmu semata sederhana, membuat senyum pasanganmu senantiasa dapat terkembang. Bahkan pada kesakitan yang mungkin tak sengaja kau buat, genggamanmu tetap menghangatkan hatinya. Dan keberanian itu bisa kau mulai, ketika saling bergenggam tangan memulai revolusimu. Berani mengatakan tidak bagi setiap modin yang memberi beban ongkos borjuasi, padahal Tuhan memberi cinta dengan gratis untuk sebuah niat baik pernikahan.
Sukarno fans
pernikahan si Marhaen itu berbeda dengan magrong magrong pestanya para borjuasi dan kelompok feodal. Sederhana, namun memrlukan keberanian. Karena menikah adalah revolusi kecil kita untuk memperbaiki kualitas kehidupan.Tugasmu semata sederhana, membuat senyum pasanganmu senantiasa dapat terkembang. Bahkan pada kesakitan yang mungkin tak sengaja kau buat, genggamanmu tetap menghangatkan hatinya. Dan keberanian itu bisa kau mulai, ketika saling bergenggam tangan memulai revolusimu. Berani mengatakan tidak bagi setiap modin yang memberi beban ongkos borjuasi, padahal Tuhan memberi cinta dengan gratis untuk sebuah niat baik pernikahan. (dialog imajiner bersama bung Karno menjelang 1 Juni 2012)
adhi ayoe yanthy
Hasan Âli Yücel (bant kaydından): Dedim ki İnönü'ye, “Bizde metot daima dediktiftir. Yukarıdan aşağıya iner. Bu demokrasi tecrübesi de böyle yukarıdan aşağıya iniyor. Sizden aşağıya iniyor. Halbuki müesseseler demokratlaştırılmadıkça bu memlekette demokrasi bir hevesten ibaret kalır ve dayandığı şey, bir ütopya olur. Herhangi bir vaziyette tam tersi bir rejim suhuletle gelebilir. Hatta demokrasi soysuzlaşabilir.” Sordu bana, "Ne yapmalı?" Ben dedim, “Bana düşeni ben yaparım.” “Nedir?” dedi, "Ne yapacaksın?" “Bu maarif teşkilatını demokratize edelim." Tarih, Yücel'i haklı çıkaracaktı. Yukarıdan empoze edilen demokrasinin ilk hedefi Köy Enstitüleri oldu ve İnönü'nün tahmin ettiği gibi savaş bitince konu hemen gündeme geldi. Üstelik mecliste, muhalefet ilk çıkışını bu konuyla yaptı. 1945 Mayıs'ında Milli Eğitim bütçesi görüşülürken Emin Sazak, “Köylere verilen enstitü mezunlarının kendilerini birer Atatürk zannettiklerini,” söyledi. Hasan Âli Yücel, bu eleştiriyi yanıtlarken, “Bu çocukların birer Atatürk olması temenni edilir,” dedi ve sözü büyük toprak sahibi Emin Sazak'a getirdi: “Emin Sazak arkadaşım, oturduğu yerden iç çekebilir; çünkü feodal sistemle idare edilmek isteyenler, ilköğretim davasını istemezler.
Can Dündar (Köy Enstitüleri)
Bu özellikteki topraklarda, Batı'da olduğu gibi, özel mülkiyet yerleşip gelişemez, zenginlikler sayılı ellerde toplanamaz. Sizde Batı anlamında FEODALİTE'nin bulunmaması bundandır. Çünkü ne kadar güçlü olursa olsun, hiçbir FEODAL, böyle topraklarda serflerini doyurup kendini zengin edecek tarımı, yalnız kendi gücüyle sürdüremez! Türkçesi, toprakları tarımda tutmak için gerekli bayındırlık işlerini sizde ancak devlet yapabilir. İşte bu sebepten, sizin topraklar haklı olarak devletin mülkiyetindedir. Gene bu sebepten Batı'da devlet, sırasında bir sınıfın öteki sınıfı ezmek için kullanıdığı bir araç haline geldiği halde, sizin devlet, ana ödeviyle toplumu İHYA EDİCİ'dir. Yani Batı'da devletin olmadığı zamanlar toplumlar var olmuşlardır ama, Doğu'da devletsiz toplum görülmemiştir. Sizde devlet toplumun var olma, yok olma şartıdır. Siz, farkına varın varmayın, her şeyi devletten beklersiniz. Bizde ağalık almakla olduğu halde, sizde elbette vermekle olacaktır. Siz devletinizi TALANCILIK'la suçlarken, Batı kültürünüzle, Batılı devletmiş gibi yargılıyorsunuz. Batı'da ilkçağların kölelik sisteminde bu yana özel mülkiyet kutsal olduğu halde, sizin beş bin yıllık toplum tarihinizde devletten başka kutsal hiçbir şey yoktur.
Kemal Tahir (Yorgun Savaşçı)
1965 Türkiyesi Sayın İnönü, 27 Mayıs'tan sonra da, 1946'da başladığı denemenin başarısı için elinden geleni yaptı: 27 Mayıs'ı, "İlk Hedefler Beyannamesi" sınırları içinde tuttu. Seçim sonrası huzursuzluklarını ve darbe teşebbüs­lerini önledi. En güç durumlarda dahi, soğukkanlı ve güler yüzlü bir idarenin örneğini verdi. Ekonomik durgunluğu giderdi. İşçilere geniş haklar tanıdı. Fındık, tütün, buğday fiyatlarını yükselterek, köylü kütlesi­ni kazanmaya çalıştı. Ümit etmekteydi ki, artık yeni hir demirkırat dene­mesi önlenecek ve 27 Mayıs Anayasası çerçevesinde kalkınmanın zorun­lu kıldığı reformlara el atılacaktır. Ümitler gerçekleşmedi ve CHP, Menderes dönemindekinden çok daha büyük bir yenilgiyle karşılaştı. CHP, servet beyannamesi, vergi açıklaması, tarım vergisi, Sovyetler'le yakınlaşma gibi teşebbüslerden ve Toprak Reformu sözlerinden ürken varlıklı üyelerinin ihanetine uğradı. CHP'li eşraf ve ağa takımı, etkileri altındaki seçmenleri de peşlerinden sürükleyerek reformcu gidişe karşı durdular. CHP "ortanın solundayız" yerine, "sağındayız" da dese, hakim sınıf çıkarlarına dokunan tedbirler yüzünden bu ihaneti tanıyacaktı. CHP reformculuğunu son derece yetersiz bulan ilerici unsurların hir kısmı da, açık, seçik ve tutarlı hir programla ortaya çıkan TİP'e kaydılar. Böylece 20 yıllık deneme, halktan yana her türlü reform fikrine karşı çıktığı halde, fakir köylü ve işçinin oylarını toplayan Menderes politikası şampiyon­larını, büyükçe bir çoğunlukla yeniden iktidara getirdi. 20 yıllık denemenin ortaya koyduğu sonuç şudur: "Feodal kalıntılardan hâlâ kurtulamamış ve az sayıdaki işçisi dahi bölgesel bağlılıkların etkisi altında bulunan bir toplumda Parlâmentoculuk, geri unsurların egemenliğini sağlamaktadır. Halbuki azgelişmiş bir ülkede sistemin yaşaması ve istikrara kavuşması, Parlâmento'nun zorunlu reformları gerçekleştire­bilmesine bağlıdır. Aşırı sağcı çoğunluklar getiren sistem ise, reform yol­larını tıkamakta ve toplumun azınlıktaki dinamik unsurları arasında hoşnutsuzluğu körüklemektedir. Bu durum yalnız Türkiye'ye özgü değildir. Güney Amerika'da etraflı bir sosyolojik araştırmaya girişen Fransız siyasî bilimler uzmanı Lambert bizimkine hayli benzer bir sosyal yapıya sahip bulunan ülkelerin çoğunda, parlamenter sistemin aşırı muhafazakarlığın güçlü bir aracı olduğunu or­taya koymuştur. Reformcu güçler, sistemin dışına çıkış yolları aramış­lardır. Prof. Duverger de "Politikaya Giriş" adlı eserinde şu acı hükme varmaktadır: "Modern usullerin görünüşü altında eski feodal otokrasi rejimleri işler. Demokratik usuller, eski rejimlerin yıkılmasına yardım etmek şöyle dursun onları gizleyerek devam etmesini sağlar." Bu ölçüde kötümserliğe elbette yer yoktur. Yalnız, çok önceden başla­yan temel hâtâlar yüzünden, azgelişmişliğin bütün zincirlerini kırmak için yeterli olan yirmi yıllık bir süreyi israf ettiğimizi daha uzun yıllar israfa ha­zırlandığımızı bilmek gerekir. Reformcu güçlerin sosyal yanı değişmediği sürece gelecek seçimlerde de başarısızlıklara uğraması mümkündür. Ho­şumuza gitmiyor diye, başını kuma sokunca kem gözlerden korunduğunu sanan devekuşları gibi bu acı gerçeği görmekten kaçamayız. Türkiye'de Anayasa düzeninin bugün en samimi savunucuları, hiç şüphe yok, reformcu güçlerdir. Bu düzeni yaşatmak için, reformcular, ellerinden gelen çabayı gösterecekler ve Parlâmento-Devrim çelişmesine, demokratik bir çözüm yolu arayacaklardır. Açık gerçekleri olduğu gibi görmekten kaçınmayan bir tutum bugünkü çıkmazdan kurtulma çabasının sağlam bir hareket noktasını teşkil etmesi bakımından önemlidir. Rejimler hayallere değil gerçeklere dayanarak uzun ömürlü olurlar. Anayasadan ve reformlardan yana güçler, Türkiye'nin daha uzun süre zaman israfına tahammülü kalmadığını göz önünde tutarak, demokratik devrim yolunu açma durumundadırlar. Yön, Sayı 135, 29 Ekim 1965
Doğan Avcıoğlu (Atatürkçülük, Milliyetçilik, Sosyalizm)
Türk tarihine Marksçı bir yöntemle yaklaşan Kemal Ta­hir'in hareket noktası, Osmanlı ve Doğu toplumlarının ta­rih içindeki gelişmelerinin, Batı toplumlarının klasik gelişiminden farklı olduğu olgusudur. Osmanlı toplumu, kölelik, feodalite, kapitalizm evrelerinden geçmemiştir ve bunun nedeni de Asya Tipi Üretim Tarzı'dır. Başka bir deyişle Os­manlı'da üretim aracı olan toprağın sahibi devlettir ve özel toprak mülkiyeti olmadığı için servetin bireylerin elinde bi­rikimi ve güçlü bir sınıfın oluşumu engellenmiştir. Bundan ötürü Osmanlı toplumu sınıfsız bir toplumdur. Batı toplu­muna benzemez. Ne Batı'daki, soylu feodal anlamında dere­beyi vardır, ne serf durumunda köylü ne de sonraki burju­vazi. Bu durumda Osmanlı bürokrat sınıfının tarihi sürecin bir aşamasında Batılılaşma siyaseti güderek imparatorluğun sorunlarına çare araması tamamiyle yanlış bir siyasetti, çünkü daha sağlıklı olan Osmanlı toplum yapısını geliştirmek yerine, insancıl olmayan ve bize uymayan bir yapıyı getirdi Türkiye'ye. Batı'nın sorunları da bulduğu çözümler de uymaz bize. 1920'lerden sonra daha da hızlandırılan Batılılaşma ve devrim hareketleri yine kopyacılıktır ve halka rağmen yapıldığı için tabana dayanmayan bu üstyapı deği­şiklikleri hem Türk aydını ile halkı arasındaki kopukluğu artırmış hem de geçmişle aramızdaki bağı koparmıştır. Böyle genel bir şekilde ifade edilirse, bugün pek çok kim­se bu görüşlere katılabilir. Ne var ki Kemal Tahir yalnızca çarpık ya da yüzeysel olan Batılılaşma'ya karşı değil nere­deyse tüm Batılılaşma'ya karşıdır. Gösterdiği tepkinin çağ­daş Batı uygarlığına düşmanlık haline dönüşmesi, Osmanlı­lığın idealize edilmesiyle el ele gider. Bugün en insancıl re­jim sosyalizmdir Kemal Tahir'e sorarsanız; ama Türkiye'nin özelliğini göz önünde tutmak koşuluyla. Bunun da ne oldu­ğunu pek açıklamamıştır.
Berna Moran (Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2: Sabahattin Ali'den Yusuf Atılgan'a)
Burjuvazi, tarihsel olarak, son derece devrimci bir rol oynamıştır. Burjuvazi, yönetimi ele geçirdiği her yerde, tüm feodal, ataerkil ve kırsal ilişkilere son vermiştir. İnsanoğlunu “doğal efendileri”ne bağlı kılan çapraşık feodal bağları acımasızca kesip atmış, insanla insan arasında katıksız çıkardan, katı “nakit ödeme”den18 başka bir bağ bırakmamıştır. Dinsel azgınlığın, soylu tutkuların, sığ duygusallığın en ulu coşkunluklarını bencil çıkarcılığın buzlu sularında boğmuştur. İnsanoğlunun kişisel değerini değişim değerine dönüştürmüş ve onca kazanılmış, geri alınmaz özgürlüğün yerine o tek, vicdansız özgürlüğü, Serbest Ticareti geçirmiştir. Sözün kısası, dinsel ve siyasal aldatmacaların peçesi ardına gizlenen sömürünün yerine çırılçıplak, utanmasız, dolaysız, acımasız sömürüyü geçirmiştir.
Karl Marx (Communist Manifesto)