Erkenning Quotes

We've searched our database for all the quotes and captions related to Erkenning. Here they are! All 100 of them:

Öne çıktım, “Göz yaşartıcı gaz sıkmanıza gerek yok” dedim. “Arkadaşlar zaten yeterince duygusal insanlar.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Bir insan erken gelen yaşlılıklarından sorumludur.
Sevgi Soysal (Tante Rosa)
Sorar gibi baktı. Üstelemedim. Söylemekten vazgeçtiğim şeyler söylediklerimden daha fazla. Çünkü insanları üzmek istemiyorum.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Ölüyorum tanrım Bu da oldu işte. Her ölüm erken ölümdür Biliyorum tanrım. Ama, ayrıca, aldığın şu hayat Fena değildir... Üstü kalsın...
Cemal Süreya (Sevda Sözleri)
Çünkü büyüdükçe arzularım küçüldü, şaşkınlıklarım küçüldü, beklentilerim küçüldü. Büyüdükçe öyle bir küçüldüm ki içimde taşacak bir şey kalmadı. Büyümenin bir bedeli varsa işte bu, yarım metre uzadım, yirmi kilo aldım ve dünyadan vazgeçtim.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent?” “Hangisini?” “Otomatik yanan, sensörlü lamba.” “Hayır.” “Komşu görmüş, yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece.” Önüme baktım. “Neden kırdın?” Cevap yok. “Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle…” “Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?” “Lamba senden değerli mi evladım, lambanın amına koyayım, lamba kim? Yöneticiye de dedim. Lambanızı sikeyim, kaç paraysa veririz. Sen değerlisin benim için.” “Beni görünce yanmıyordu baba.” “Nasıl ya?” “Görmezden geliyordu, yanmıyordu. Kaç sefer yok saydı beni.” “E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.” “Hadi ya! Sahiden mi?” “Evet. Ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok.” Babama sarıldım yıllar sonra.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Sonuçta sevilen her kadın güzel bir şarkıdır, bütün sözlerini hatırlayamazsın belki ama melodisi aklında kalır.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
-Öğretmen zararlı olmasın dedi. -Kitabın zararlısı mı olur? -Bilmiyorum işte, zararlı olmayacakmış. -Onun gibi öğretmenin ta amına koyayım!
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Anlaşılmayan inceliklerim yüzünden kabalaşmaya mecbur kalmaktan nefret etmişimdir.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Okuduklarin yasadiklarini degistirir, degistirmese bile farkli bir gozle gormeni saglar.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Ben mutsuzluğa karşıyım,” dedim. “Neden?” “Çok fazla mutsuz insan var.
Emrah Serbes
Ihtiyarligin en guzel yani su, agzina geleni soyleyebiliyorsun. Insanlar sadece guluyor.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Bir derviş ya da manyakoğlumanyağın teki değilseniz olayları küçültmeden ya da büyütmeden, oldukları gibi kabul ederek yaşayamazsınız.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir. Hiç gecikmezler.
Füruzan (Parasız Yatılı)
Sonuçta Gizem hayatımı mahvetti. Haftada bir saat ders anlattı gitti, ben altı gün yirmi üç saat onu bekledim. Onu düşündüm.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Ben mutsuzluğa karşıyım,dedim." "Neden?" "Çok fazla mutsuz insan var.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Kalbine güvenmeyi erken yaşta öğrenen herkes gibi, paylaşmaya açıktım. Belki de bu yüzden kalbim bu kadar kırıldı.
Murathan Mungan (Harita Metod Defteri)
Hiç susmuyordu. Belki de bu dünyada diyalog diye bir şey bulunduğundan haberi yoktu.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Oysa hayat naz maz tanımıyordu. Kendimden biliyordum. Hayat hiç beklemediğin anda öyle kafa atardı ki, ağzın burnun dağılırdı. O zaman anlardın işte büyümek neymiş. Nasıl acı ve erken bir şeymiş.
Ayfer Tunç (Yeşil Peri Gecesi (Kapak Kızı, #2))
Daha erken. Fakat yoruldum albayım. Artık hiçbir şey yapmak istemiyorum. Gerçekten hiçbir şey yapmak istemiyorum. Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Korkuyorum. Hiçbir şey yapmak istemediğim için kötü bir şey yapmak istemiyorum. Yavaşça yukarı çıkmalıyım. Albaya belli etmemeliyim. Korkuyorum albayım. Beni tutacak mısınız acaba? Hayır, albayıma belli etmemeliyim. Acaba ağlar mı? Yazık, ben göremeyeceğim. Bu oyunu kendi başınıza oynayacaksınız albayım. İsterseniz ben daha önce yazarım size bütün aytıntılarıyla. Hikmet'in yükselişi ve düşüşünün son kısmı olur bu. Yorgun da olsam yazarım. Bir dakika dursam. Düşünsem. Düşünemiyorum. Düşünemediğimi belli etmemeliyim. Sonra şüphelenirler. Beni götürürler. Nereye? Biliyorsun. Hayır. Bilmiyorum işte. Dinlemiyorsun. İşte, oturmuş kitap okuyor albay. Ne var ne yok albayım? Oyun sanmalı. Kimseye belli etme, olur mu? Ben gidiyorum albayım. Albayım işte geldim. Sesini çıkarma. Hayır, belli etmem. Son bir hak tanıyamazlar mıydı bana? Bırak şimdi bunları. Albayım korkuyorum. Aşağıda olanları duydu mu acaba? Bilge boş bir eve dönmedi ki. Ben döndüm. Bilge, Bilge, neden beni yalnız bıraktın? Ağlarsan, her şey anlaşılır şimdi. Albayım, kusura bakmayın, balkona kadar yürümek zorundayım. Benim durumum Bilge'ninkinden farklı. Bu parmaklıklar da çok zayıf, albayım. Neden sözlerime karşılık vermiyor? Albayım beni tutmayacak mısınız? Parmaklığa dayandım albayım. Belki de bu parmaklıklar zayıftır, ne dersiniz? İnsanın ağırlığına dayanmaz sonra. Bana bakmıyor. Sesimi duymuyor. Artık çok geç, geriye bakamam. Bütün hazırlık bozulur. Neden geriye dönemiyorum? Aşağı da bakamıyorum. Gözlerini kapa. Buraya takıldım kaldım. Beni duymuyor musunuz? Bir şey yapamaz mısınız? Düşünüyorum.
Oğuz Atay (Tehlikeli Oyunlar)
Ik denk dat wij onszelf verminken, omdat we ons onbruikbaar willen maken voor een verlangen, voor een ideaal, voor een verhaal. We ontzeggen ons het recht, en ontnemen ons bij voorbaat de kans, op een beloofd geluk, waarvan wij denken dat het niet voor ons is weggelegd. Door ons ongeschikt te maken, helpen wij het lot een handje en nemen het zelf op ons. We maken ons liever eigenhandig onaantrekkelijk, dan dat we dat oordeel over onze aantrekkingskracht, waarde en betekenis aan anderen overlaten. We worden liever dik, dronken, ontrouw en ongelukkig, dan dat we het angstaanjagend grotere aanpakken, een ideaal waarmaken dat we koesteren en daarvoor erkenning zoeken bij anderen.
Connie Palmen (De vriendschap)
Ve ben seni sevdiğim zaman Bu şehre yağmurlar yağdı Yani ben seni sevdiğim zaman Ayrılık kurşun kadar ağır Gülüşün felaketiydi yaşamanın Yine de bir adın kalmalı geriye Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde Aynaların ardında sır Yalnızlığın peşinde kuvvet Evet nihayet Bir adın kalmalı geriye Bir de o kahreden gurbet Beni affet Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç
Ahmet Hamdi Tanpınar
Beni boş ver. Konu ben değilim ki. Hiçbir zaman da olmadım. Asıl sen kimsin? Senin heyecanların neler, tutkuların neler, hayallerin neler? Şu hayatta başın sıkıştığında ilk kimi ararsın? Seni karşılıksız seven insan kimdir, ne bok yersen ye seni bağrına basacak insan kimdir? Eğer böyle biri varsa bu akşam onu ara, halini hatrını sor bu vesileyle. Yoksa sen de bir gün benim gibi yapayalnız kaldığında ufacık bir şey danışmak için bile arayacak kimseyi bulamazsın. Bu sözlerimi harcanmış yıllarımın manifestosu olarak kabul edebilirsin. Çünkü büyük bir tecrübeyle konuşuyorum, tecrübe ıstıraptır güzelim ve zannettiğinden çok daha fazla ıstırap çektim. İstersen sonra yine araşalım, daha 64 dakika bedava konuşma hakkım var çünkü.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Anne, saygılı sordu: -Geciktik mi acaba? Çocukların çoğu gelmiş. Hademe kadın ilgisiz, -Parasız yatılı imtihanların çocukları hep erken gelir. Hiç gecikmezler.
Füruzan (Parasız Yatılı)
Yunus Emre'ye "Yurt yapar yüreğim ruh mahşerini, Efendim her gece erken gelince. Kaç hasretin gözü yakar beni, Asırlar öteden şeyhim gülünce. O şeyhim ki beni gönlümden vurdu; Adeta yeniden çözdü, yoğurdu. Ve bir gün dedi ki: "Dersimiz sevgi, Huzurumuz sevgi, derdimiz sevgi.
Muhsin İlyas Subaşı (Şiirden Şuura: Geçmişten Günümüze Şiir)
Söze erken başlamayacaksın, hiçbir düşünce ileri sürmeyeceksin, hiçbir şey bilmezmiş gibi görüneceksin, garip şekilde giyinmeyeceksin, ellerini masaya dayamayacaksın, seni baştan savmalarına yol açmamak şartıyla kendini acındıracaksın, gülümseyeceksin, bekleyeceksin.. Ve hiçbir zaman ümide kapılmayacaksın.
Oğuz Atay (Tutunamayanlar)
Deniz kenarında yapılan her şeye kumdan kale deniyor lakin bizimki bir vakitler kumdan kale olan bir yapının harabesine benziyordu daha çok. Tarihi görkemini çoktan yitirmiş bir kumdan kale. Surlarında kumdan berduşların şarap içtiği, dibine kumdan köpeklerin işediği, her yeri kumdan çöplerle dolu, yolunu şaşırmış birkaç kumdan turistin gördüklerine göreceklerine pişman oldukları bir kale işte. (Denizin Çağrısı / Erken Kaybedenler)
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Aslında, tüm totaliter kurumlarda, daha doğrusu, tüm kurumlarda (tüm kurumlar totaliter değil midir zaten?) insan her zaman erken yatmak zorundadır - yatılı okullarda, manastırlarda, ailede, cezaevlerinde, hastanelerde...
Gündüz Vassaf (Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm)
Unutmanın acısı, ayrılığın acısından farklı. Ayrılık hüzne yakın, unutmak kasvete. Yani birini er geç unutmaya mahkum olduğunu bilmenin kasvetinden bahsediyorum. Belki de neden bahsettiğimi bilmiyorum, sadece üzülüyorum, vasıfsız keder.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Garson yanımdan ayrılırken onu yakalayabilecek bir sesle, "Dut şurubunuz var mı?" diye sordum. Cehaletime gülermiş gibi yana devirdi ağzını, "Yok, daha çıkmaz o, erken." dedi. Sanki ben bilmiyorum, önemli bir mesele var, ondan soruyoruz herhalde.
Mahir Ünsal Eriş (Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...)
Ben çalışayım didineyim, sabahın yedisinde açayım dükkanı sen oku diye. Özel hoca tutayım sen oku adam ol diye. Sen de çaba sarf etsene biraz. Serseri puşt! Hıyarağası pezevenk! İt!" Babama kızdığı anlarda bir küfür yetmez, illaki yanına alakalı alakasız çeşit yapacak, kuruyemişçi ya, karışık vereyim tutkusu.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
We maken ons liever eigenhandig onaantrekkelijk, dan dat we dat oordeel over onze aantrekkingskracht, waarde en betekenis aan anderen overlaten. We worden liever dik, dronken, ontrouw en ongelukkig, dan dat we het angstaanjagend grotere aanpakken, een ideaal waarmaken dat we koesteren en daarvoor erkenning zoeken bij anderen.
Connie Palmen (De vriendschap)
İşte o anda,zamanda geri gitmek ve onunla yaşadığım her anı sil baştan yaşamak istedim. Bir gizli gülümseme daha. Paylaşılan fazladan bir kahkaha daha.. Onu bulmak, aradığımdan habersiz olduğum birini bulmak gibiydi. Hayatıma çok geç girmişti ve fazla erken gidiyordu. Benim için her şeyden vazgeçeceğini söyleyişini hatırladım. Vazgeçmişti bile...
Becca Fitzpatrick (Hush, Hush (Hush, Hush, #1))
Faydasız bir hayat, erken bir ölümdür.
Johann Wolfgang von Goethe
Erken kalk; sabahları yaşamak harikadır.
Mehmet Murat ildan
Kötü kocaya düşen kadın mutlaka çok erken evlenmiştir. İyi koca bulan kadınsa asla çok geç evlenmiş sayılmaz.
Daniel Defoe (Moll Flanders)
Sende her şey hayatla ilgiliydi. Erken gelen ölümlerin sana sunduğu armağan: Üç adet protez diş ve yaşıyor olmanın bilinci, erinci... İşte bu nedenle en basit eylemleri bile şenliğe dönüştürüyorsun.
Barış Bıçakçı (Bizim Büyük Çaresizliğimiz)
Çok kötü bir başlangıç. Daha ilk cümlende, hiç tanımadığın bir insana bir yoksunluğu hatırlatmak. Ancak kötü niyetli biri böyle yapar kızım. Cevap vermedim, ilgilenmez göründüm. Çünkü ben ilk bakışta aşka inanırım, ilk bakışta aşk şöyle bir seydir, insanlar birbirlerine kovan yok mu diye sormazlar bir kere. Öyle bakarlar bir an, merhaba derler, isimlerini söylerler, bu arada taraflardan biri küçük bir espri patlatır, başlar ilişki.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Sır demek yalnızlık demektir,hele küçük bir çocuk için büyük yalnızlık,erken yalnızlıktır...İnsanın kendine "sorun" olması,başkaları yüzünden değil de,kendi yüzünden acı çekmeye başlaması,o yaşlardaki bir çocuk için taşımakta zorlanacağı erken bir ezadır.
Murathan Mungan (Harita Metod Defteri)
«Ya on yıl erken geldim dünyaya ya da on yıl geç. Ara yerde bir geçitteyim. Bir el boğazımı sıkıp duruyor. Biri de çıkmış göğsüme oturmuş. Çok kalmadı şurada ama... Erken ya da geç başlanan on yılın bitmesine. Bir şey beklemezse eğer insan, on yıl çabuk geçer.»
Selçuk Baran (Bir Solgun Adam)
Yazmak için acele etmemek gerekir, mana ve tat toplamalı, bütün ve mümkünse uzun bir hayat boyunca ve sonra en sonunda belki iyi olan ve on satır yazılabilir. Çünkü dizeler, birçoklarının dediği gibi, değildir (bunlara insan yeterşnce erken yaşta sahiptir), dizeler deneyimlerdir.
Rainer Maria Rilke (The Notebooks of Malte Laurids Brigge)
Eenzaamheid is een discrepantie, het gat tussen behoefte en bevrediging, tussen de vraag van het gemoed en het aanbod van de omgeving, eenzaamheid is tevens het eindpunt van de evolutie: het resultaat van een o zo ontwikkeld zelfbewustzijn, van het constante besef dat je bestaat - eenzaamheid geen verlangen naar gezelschap, maar een hang naar erkenning, misschien zelfs herkenning, een hunkering naar iemand die jou ziet zoals je jezelf ziet zodat je niet langer bang hoeft te zijn dat je er grandioos naast zit wanneer je je een voorstelling van jezelf maakt.
Hanna Bervoets (Fuzzie)
İnsan hayata erken atılmışsa, bir gün dinleneceğini düşündükçe belli bir huzur duyar. Belki de zaman geçtikçe bedenlerimiz. Bazı şeyleri bize daha zor kabul ettirdiğinden. Bir şey gitgide daha güç ve yorucu bir hale gelir; o zaman sonsuza dek uyuma düşuncesi, eskisi kadar korkutmamaya başlar.
Marc Levy (If Only It Were True)
Seçimlerimizi yaparken hep yanlışa mı düşürüyordu hayat bizi? Neden hep aradıklarımızı kaybedip, aramadıklarımızı buluyorduk? Umutla beklerken, umutlar azalıp azalıp, yok olmaya başladığında, aramaktan vazgeçip bulduğumuza razı oluyorduk. Razı olduğumuza tam alışmaya başladığımızda ise aradığımız kişi karşımıza çıkıyordu. Allak bullak oluyordu her şey. Ve biz düzeni düzensizliğe tercih ediyorduk çoğu zaman. Bu yüzden beklediğimizi hak etmediği yere gönderiyor, razı olduğumuzla, hiç de razı olmadığımız bir hayat sürüyorduk. Ya ümitlerimiz erken bitiyordu, ya beklediklerimiz geç geliyordu...
Kahraman Tazeoğlu (Bukre)
Wel, enige kunstenaar hoop seker op ’n klein bietjie erkenning eendag ná sy dood. En enigeen sal seker verkies dat dit vóór sy dood al begin?’ ‘Daar’s baie kunstenaars wat roem en rykdom in hulle lewe bereik – en honderd jaar later is hulle heeltemal vergete.’ Nog erger, dink Willem, is kunstenaars wat ’n bietjie roem in hulle lewe bereik – en daardie bietjie roem verloor voor hulle doodgaan. Maar hy knik net vir sy seun. ‘En daar’s ander wat hulle hele lewe in totale obscurité deurbring,’ gaan Maurice voort, ‘soos die arme Van Gogh wat nooit ’n enkele skildery kon verkoop nie, en honderd jaar later word hulle onsterflik. Wat sou jy verkies het? As jy kon gekies het?’ As mens maar kon gekies het.
Marita van der Vyver (Misverstand)
Benden beklenen neydi? Bir umut tohumu mu? Seni karanlıktan kurtarması için alınmış bir bilet mi? Yüreğindeki deliği kapatacak bir yara mı? Öyleyse, yeterli olamadım. Yanına bile yaklaşamadım. Acının merhemi değildim, yalnızca bir başka çıkmaz sokak, bir başka yüktüm; sense bunu çabucak görmüş olmalısın. Çok erken farketmiş olmalısın. Ama ne yapabilirdin ki?
Khaled Hosseini (And the Mountains Echoed)
Gece balkonda bekledim. Cahide’yi sorguya çekecektim. Niye böyle bir şey yaptın diyecektim. Orospu olmak zorunda mıydın? Ben senin için ölümlerden dönmüşüm, polis sorgularından geçmişim, cemiyette horlanmışım, dövülmüşüm sövülmüşüm, yüzüme tükürmüşler. Ne önemi var gerçi, ben bu aşk için her türlü çilenin üstesinden gelmesini bilirim. Yeter ki sen orospu olma. Olduysan da oldun, ne yapalım. Seni kurtarmaya hazırım. Kendimi senin için feda etmeye hazırım.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Top, onlar için gürültüden ibaretti. İşte bu yüzden savaşlar sürüp gidebiliyor. O savaşın içindekiler bile, savaşırken onu imgeleyemiyorlar. Karınlarına kurşunu yemişken bile yoldan geçerken "hala işe yarar" buldukları sandaletleri toplamaya devam edebilirlerdi. Çayırda yan yatmış koyunda böyledir işte, bir yandan can çekişir bir yanda otlamaya devam eder. İnsanların çoğu son anda ölürler, kimileri ise yirmi yıl öncesinden, hatta daha bile erken başlarlar bu işe.
Louis-Ferdinand Céline (Voyage au bout de la nuit)
Malina'yla ilişkim yıllar boyu sonuç vermeyen karşılaşmalardan, düşünülebilecek en büyük yanlış anlamalardan ve birkaç budalaca düşten ibaret kaldı - yani başka insanlarla aramda olanlardan çok daha büyük yanlış anlamalar, demek istediğim. Ama şu da var ki, daha başlangıçtan onun egemenliği altına girmiştim; benim felaketin olacağını, Malina'nın yerinin, o daha hayatıma girmezden önce Malina tarafından alındığını erken anlamış olmalıyım. Esirgendiğim tek şey, onunla çok erken bir araya gelmekti, ya da ben kendimi bundan korudum.
Ingeborg Bachmann (Malina)
Birey olmayı istemek çok büyük bir suç! Bunu unutma. Bu suçun önemini sana öğretmediler mi? Türkiye'deki ana babalar çocuklarına birey olmamayı çok erken yaşta öğretmek için büyük çaba harcarlar. İçimizdeki çocuk utanca boğulup kendi kendimize söz verip bir birey olmama yemini ettiğimiz zaman ana babamız, dedemiz, ninemiz, konu komşu, herkes bizi çok sever. Sürünün yeni üyesi olarak sevilirsiniz. (...) Birey olmaya kalkanları ana baba sevmez, öğretmen sevmez, yönetici sevmez, devlet sevmez ve her biri gücü yettiği kadar seni utandırmaya ve cezalandırmaya çalışır.
Doğan Cüceloğlu ('Mış Gibi' Yaşamlar)
Başka bir açıdan da, bir kez daha sadece babamım ve adeta onun çok erken bir ölümden sonra yaşamaya devam edişiyim. Hiçbir zaman kendime denk olanlar arasında yaşamamış ve "misilleme" kavramına da "eşit haklar" kavramı kadar uzak olan herkes gibi, bana karşı küçük ya da çok büyük bir budalalığın yapıldığı durumlarda, her türlü karşı önlemi, her türlü koruma önlemini yasaklıyorum kendime - haklı olarak her türlü savunmayı, her türlü "haklı çıkarmayı" da. Benim misilleme tarzım, aptallığın ardından olabildiğince hızla bir akıllılık göndermektir: belki böyle yetişilir ona.
Friedrich Nietzsche (Ecce Homo)
bedenlerin olmadığı bir kavgaya hazırlanman gerekiyor, her durumda karşı koymayı başarabileceğin, soyut bir kavgaya, diğerlerinin aksine düşe kalka öğrenilen bir kavgaya. kusurların mı, telaşa gerek yok. düşüncesizlik edip onları düzelteyim deme. sonra yerlerine ne koyacaksın ki? güçsüzlüğünü olduğu gibi sakla. yeni güç kazanmaya çalışma, hele senin için olmayan güçler, sana göre tasarlanmamış güçler, doğanın seni başka şeylere hazırlarken senden kaçındığı güçler söz konusuysa… birinin gelip senin içinde yüzmesine, senin içine yerleşmesine, senin içine alçı dökmesine izin veriyorsun ve sen hala kendin olmak istiyorsun! yanlışlarının sonuna kadar git, en azından bazı yanlışlarının, tam olarak hangi tür yanlış olduğunu iyice gözlemlemene imkan verecek biçimde. bunu yapmazsan, yarı yolda durursan, körlemesine gidersin ve tüm yaşamın boyunca hep aynı tür yanlışları tekrarlarsın, bazıları da çıkar buna senin “kaderinmiş” der. düşmanı, ki bu aslında kendi yapındır, zorla, açığa çıksın. eğer kendi kaderini değiştiremdiysen, o zaman kiralık bir daire olabilirsin yalnızca. çok erken akıllı oldukları için aptallar. sen ise uyum göstermek için acele etme. yedekte hep bir uyumsuzluk sakla. insanları hiç derinden tanımadın. onları gerçekten gözlemlemedin, hatta onları sonuna kadar sevmedin veya onlardan sonuna kadar nefret etmedin. sen yalnızca sayfaları şöyle bir karıştırmakla yetindin. öyleyse senin de sayfalarını karıştırmalarına ve birkaç yapraktan ibaret olmaya razı ol. anımsa, kazanan her kazandığında kaybeder. kendi küçük dünyanda hep daha fazla hüzmetkarım oldu diye düşünürken, muhtemelen sen daha fazla hizmetkar oluyorsun. kimin? neyin? eh işte artık ara, ara! bir şey yakaladıysan ister istemez daha fazlasına sahip olmuşsun demektir. bu fazlalıktan hiç şüphe duymuyorsun ve hakkında hiçbir şey bilmiyorsun, aradan uzun bir zaman geçmeden de bilmeyeceksin. belki tüm bir dönem geçtikten sonra da bilmeyeceksin. o zaman çok geç olacak. evet, çok geç. rahat olabilirsin, içinde berraklık kalmış. tek bir yaşamda her şeyi kirletememişsin. kendi kendine bulaşıcısındır, bunu anımsa. senin sana galip gelmesine izin verme. meleğinin sıkıcı hale gelmesi, seni bir iblis seçmeye zorladı, o da seni şeytanlaştırandan başkası değildir. onu iyi seçtin mi? olması gerektiği gibi şeytansıdır; ama şeytanın gücü senin cılız gücünle ille de orantısız değildir. göz kulak ol ona, sıkıca sarılırlar, bunu biliyorsun değil mi? eğer bir kara kurbağası italyanca konuşabiliyorsa, zamanla neden fransızca konuşmasın niye konuşmasın? aptallık edip kendini göstermiş olsan dahi, sakin ol, onlar seni görmediler. bir insanın yaşamın da taşıyabileceği duygu yükü sonsuz değildir. Üstelik çoğu insan da çabucak sona varır. daha da vahim olanı, senin hissedebileceklerinin yelpazesi sınırlı bir açıklığa sahiptir. büyük zahmetle, büyük riskler alarak ya da şansın yardımıyla ya da büyük kurnazlıkla bu yelpazeyi bazı kereler biraz daha açmayı başarabilirsin, o da belli bir süre için. ama doğanın yelpazesi öyle yapılmıştır ki, eğer sürekli dikkat etmezsen, fazla geçmeden daralır, ta ki kapanıncaya kadar. her allahın günü batan için ne yolcu gemisine ne de yolunu şaşırmış bir buzula ihtiyaç vardır, batmak, ilelebet batmak için. sahne düzenine ihtiyaç yoktur. ne titanic ne atlantis. eşlik yok, görecek bir şey de yok. yalnızca batıyorsun. elde, kalptekinden daha fazla şefkat, kalpte de davranıştan daha fazla şefkat bulunur. ona ait hareketleri bul. onun arzuladığı ve seni yeniden biçimleyecek hareketleri. elin dansı. şu andaki ve uzaktaki etkilerini gözlemle. bu çok önemlidir, özellikle hiç elleriyle hareket etmeyen bir insan olmuşsan. sende eksik olan buydu, boşu boşuna dışarıda aradıkların, incelemelerde ve derlemelerde değil. tanımsızca ele dön.
Henri Michaux
Deriz ki anne babamızı seviyoruz ama gerçekte onlardan nefret ederiz, çünkü bizi peydahlayanları sevemeyiz, mutlu insanlar değiliz çünkü, mutsuzluğumuz mutluluğumuz gibi bize inandırılmış bir şey değil, mutluluğa günbegün inandırıyoruz kendimizi, böylelikle yıkanıp paklanmaya, giyinmeye ilk yudumu almaya, ilk lokmayı yutmaya cesaretimiz olsun diye. Hayat her sabah kaçınılmaz biçimde hatırlatıyor bize çünkü, anababamızın bizi nasıl bir kendini beğenmişlik ve hatta peydahlama büyülenmesi içinde pehdahlandığını ve sevinç ve fayda dolu olmaktan çok iğrenç, tiksindirici ve ölümcül olan dünyaya savurup oturttuğunu. Çaresizliğimizi bizi peydahlayanlara borçluyuz, sakarlığımızı, hayat boyu kurtulamadığımız zorlukları. Başlangıçta şu suyu içmen yasak, o zehirli denilmişti, sonra şu kitabı okumamalısın çünkü o kitap zehirli. Bu suyu içersen mahvolursun dediler, sonra bu kitabı okursan mahvolursun. Seni ormanlara götürdüler, karanlık çocuk odalarına tıktılar ruhunu ezmek için, öyle insanlarla tanıştırdılar ki hemen anladın onların seni yok edeceğini. Senin için ölümcül olan manzaralara baktırdılar seni. Seni zindan gibi okullara attılar, sonuçta ruhunu çekip aldılar içinden, kendi bataklıklarında ve çoraklıklarında öldürmek üzere. Böylelikle kalbin onlar tarafından daha erken bir zamanda kendi ritminden çekilip çıkarıldı, geri döndürülemez bir biçimde, doktorların dediği gibi hasta düştü sonunda, çünkü bu kalbe bir an bile huzur vermediler.
Thomas Bernhard (Goethe schtirbt: Erzählungen)
Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent?" "Hangisini?" "Otomatik yanan, sensörlü lamba." "Hayır." "Komşu görmüş, yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece." Önüme baktım. "Neden kırdın?" Cevap yok. "Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle..." "Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?" "Lamba senden değerli mi evladım, lambanın amına koyayım, lamba kim? Yöneticiye de dedim. Lambanızı sikeyim, kaç paraysa veririz. Sen değerlisin benim için." "Beni görünce yanmıyordu baba." "Nasıl ya?" "Görmezden geliyordu, yanmıyordu. kKaç sefer yok saydı beni." "E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor." "Hadi ya! Sahiden mi?" "Evet. Ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok." Babama sarıldım, yıllar sonra.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Gazetede yazdıklarımız gerçeklerle tümüyle çelişiyor. Her gün yüzlerce kez "Biz özgürüz" cümlesini basıyoruz, ama sokaklarda yabancı bir ordunun askerleri dolaşıyor, herkes çok sayıda siyasi tutuklu bulunduğunu biliyor, yurt dışına seyahatler yasak, Ülke içinde bile bazı şehirlere gidemiyoruz.(...) Günde yüz kez "Bolluk ve mutluluk içinde yüzüyoruz" cümlesini basıyoruz; önceleri bu başkaları için geçerli, "Şey" yüzünden Anne ile ben mutsuz ve acınacak durumdayız, diye düşünüyordum, ama Gaspar bizim istisna olmadığımızı, karısı ve üç çocuğuyla kendisinin de hiç olmadığı kadar sefil bir yaşam sürdüğünü söylüyor. Sabahları erken saatte işten çıktığım zaman, işlerine giden insanlara rastlıyorum, hiçbir yerde mutluluk göremiyorum, bolluk da hak getire. Gaspar'a neden bu kadar yalan bastığımızı sorduğumda, "Sakın soru sorma" diyor. "İşini yap, başka şeyle uğraşma.
Ágota Kristóf (The Notebook, The Proof, The Third Lie: Three Novels)
Sosyalist yayınevlerinin yok edilmesinin ardından üç kuruşluk telif ücretleri kesildi ve maddi sıkıntılarla yüz yüze geldi; yaptığı diğer bütün işlerin yanı sıra bir de geçinmek için çalışması gerekiyordu. Bilimsel ve felsefi konularda dergilere bolca çeviri yaptı; kampanyanın gerginliğinden tükenmiş biçimde geç saatte eve geliyor ve çeviriye oturarak sabahın erken saatlerine kadar çalışıyordu. Ve her şeyin yanında bir de kendini eğitiyordu. Kendini eğitmeyi öldüğü güne kadar sürdürdü ve olağanüstü biçimde çalıştı. Ama yine de beni sevecek ve beni mutlu edecek zamanı buldu. Fakat bu, benim kendi hayatımı onunkiyle tamamen birleştirmem yoluyla oldu ancak. Stenografi ve daktilo öğrendim ve sekreteri oldum. İşini yarıya indirdiğimi söylüyordu sık sık; ben de bu nedenle kendimi onun işini anlamak üzere eğittim. İlgi alanlarımız ortak oldu, beraber çalıştık, beraber oynadık. İşimiz sırasında işimizden çaldığımız tatlı anlarımız vardı bir de -tek bir kelime, bir dokunuş, bir aşk ışığı parıltısı... Ve anılarımız çalıntı oldukları için daha da tatlıydılar. Havanın keskin ve ışıltılı olduğu, uğraşın insanlık için olduğu ve çıkarcılıkla bencilliğin asla adım atamadığı yükseklerde yaşıyorduk çünkü. Biz sevgiyi sevdik ve sevgimize asla leke bulaşmadı. Ve her şeyden sonra geriye bu kaldı. Başarısız olmadım. Ona, başkaları için canla başla çalışan sevgilime, yorgun gözlü ölümlü sevgilime huzur verdim.
Jack London
Bir kartopuydun seni ilk gördüğümde,günler geçtikçe zihnimin en ücra yamaçlarında yuvarlana yuvarlana büyüdün ve şimdi bu akşam, bir çığ halinde indin üstüme.Seviyorum seni.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Ama... Şairin de dediği gibi.. bir adın kalmalı geriye bir de o kahreden gurbet beni affet KAYBETMEK İÇİN ERKEN. SEVMEK İÇİN ÇOK GEÇ
Anonymous
Bir kalem dikin toprağıma İki ucu da açılmış sipsivri Bir elime bir gece yapraklarına Bir kalem dikin toprağıma Tamda erken bahar vakti Azar da kök salar belki Elim gece yapraklarına Bir kalem dikin mezarıma Yan yana gelmemiş Sözcükler var daha
Hulki Aktunç
Kimi günler sabah erken aceleyle daireye giderken kentin görünümüne, uykudan uyanışına, ayaklanışına, bacaların tütüşüne, sokakların canlanışına dalarım. bu görünüm karşısında küçülmüş hissederim kendimi.
Fyodor Dostoevsky (Poor Folk)
Kız eğilip ayaklarının dibinden beyaz bir çiçek aldı ve Demirci’nin saçlarına taktı. “Şimdilik Hoşçakal!” dedi. “Belki, Kraliçe izin verirse yine görüşürüz.” Demirci o karşılaşmadan sonra atını ülkesinin yollarında sürerken buldu kendini. Aradaki yolculuğu hiç hatırlamıyordu. Bazı köylerde insanlar ona hayretle bakıyor, gözden kaybolana dek arkasından onu izliyorlardı. Evine geldiğinde kızı koşarak dışarı çıktı ve sevinçle selamladı onu -Demirci beklenenden erken dönmüştü, ama onu bekleyenler için değil. “Babacığım!” diye bağırdı çocuk. “Nerelere gittin? Yıldızın parlıyor!” Demirci eşiği aştığında yıldız yine soldu, ama Nell onun elini tutup şömineye çekti ve orada durup tekrar baktı ona. “Sevgili Kocam,” dedi, “nerelere gittin, neler gördün Saçlarında bir çiçek var.” Çiçeği kocasının saçlarından nazikçe aldı ve kendi eline koydu. Çok uzaktan görünen bir şeye benziyordu, ama oradaydı işte ve çiçekten yayılan ışık, akşam ilerledikçe kararmaya başlamış odanın duvarlarına gölgeler düşürüyordu. Nell’in önündeki adamın gölgesi yüksekti ve koca başı Nell’in üzerine eğilmişti. “Deve benziyorsun baba,” dedi daha önce konuşmamış olan oğlu. Çiçek ne soldu ne kurudu; onu bir sır ve bir hazine olarak sakladılar. Demirci onun için anahtarlı bir kutu yaptı ve çiçeği orada sakladılar, nesilden nesile aktardılar; ve anahtarı miras alanlar zaman zaman kutuyu açıyor, kutu tekrar kapanana kadar uzun uzun Yaşayan Çiçek’e bakıyordu: Kutunun kapanma vaktini seçen onlar değildi. Sayfa: 203
J.R.R. Tolkien (Tales from the Perilous Realm)
Kelimenin bütün anlamıyla yalnızlık biraz garipti. Bununla birlikte Sevgi'yle Hikmet, yalnızlıklarını yaşamağa çalıştılar. Bir torbanın içine, bakkaldan manavdan aldıkları yiyecekleri doldurdular; kırlara, ağaçlıklara, deniz kıyılarına gittiler. Yazın, herkes gibi açık renk elbiseler giydiler; Hikmet'e beyaz bir pantolon bile alındı. Araçlara bindiler, araçlardan indiler. Yorgun argın, bulabildikleri boş bir ağacın altına oturdular -iyi ve gölgeli ağaçlar, erken gelenler tarafından kapılmıştı- katı yumurtalarını kırdılar, tuzu unuttukları için yumurtaları tuzsuz yediler, yiyeceklerin hepsini bitiremediler, dönerken bir de onları geri taşıdılar. Bitkin bir durumda kendilerini koltuğa, divana attılar. Deniz kıyılarında, güneşten rahatsız oldukları için, gölgeli taşların üstüne oturdular; gözlerini kırpıştırarak, denize giren ve top oynayan ve kumları sıçratan ve koşuşan kalabalığı seyrettiler. Yorgunlukları büyüdü.
Oğuz Atay (Tehlikeli Oyunlar)
Eko yapacak bir uçurumun kenarına gidip 'Fuck you!' diye bağırmak istedim.Sıkıntılı anlarda kullanılan bir deyim.Amerikan ingilizcesinde 'canın cehenneme' demek.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
fıdel, bütün bu çocuklar için ağlamak gerekiyor; erken gel eve. bütün çocuklar ve kırılmış kalemler için. buna zamanın olmadığını söyleme sakın. kirleniriz yoksa. kedilerden ve çaylardan daha önemli bu. bütün kurban edilmiş çocuklar için fıdel, ağlamak lazım, inat etme. senin bu sabit gülümse­men ... ölü çocuklar bu yaptıklarını biliyor. ben onları seviyo­ rum, çayı düşünerek içmiş oldukları için. ben onları fıdel, ak­satmadıkları mektupları ve kahkahaları için seviyorum. bir de erken öldükleri için. bak fi.del, bu toprakların altında on­lar da var. küçük komik böcekler ve ölü çocuklar, ne garip değil mi?
Ece Temelkuran (Bütün Kadınların Kafası Karışıktır)
Erken Tunç devrinden itibaren en eski Türk kültürünün beşiği olan Altay’da bulunan kadın şamanların mistik ayinlerini, av sahnelerini gösteren gravürler, petroglifler ne yazık ki yeterince araştırılmamıştır.
Fuzuli Bayat (Türk Kültüründe Kadın Şaman)
Rus komutan çok erken ve büyük konuşuyordu. Herhalde ne Osmanlı askerini ne de onun başkomutanını iyi tanıyordu. Akşam Plevne’de yemek mi yerdi, yoksa hayatı boyunca hiç unutamayacağı bir Osmanlı tokadı mı? Bu durum, hava kararırken belli olacaktı.
İbrahim Ünsal (Plevne Kahramanı)
Pers Kralları kendilerinden bahsederken "Kralların Kralı" diyorlardı. Bağımlı krallar vergilerini aksatmadıkları sürece sorun yoktu. Gerçi Allah için Pers kralları da bu vergileri çarçur etmedi. İmparatorluğun dört bir yanına ulaşan ve toplam uzunluğu 2500 kilometreye yaklaşan yollar yapıp, posta sistemini kurdular. (...) Elbette Persler sadece altyapıdan ibaret değildi. Tarihin ilk inanç özgürlüğüne saygılı imparatorluğuna imza atmışlardı. (...) Perslerin bir diğer özelliği de, daha o yıllarda, köleliği yasaklamaya niyet etmiş olmalarıydı. Cyrus, her ne kadar kağıt üzerinde köleliği ilga etmiş olsa da, imparatorluk ayakta kaldığı sürece bir şekilde kölelik var olmaya devam edecekti. Olsun, yine de o kadar erken bir dönem için güzel bir niyetti. (...) Perslerin durumu Yunanlıların görmek ya da göstermek istediği gibi değildi. - Sayfa 32, 33
Ali Çimen (Kısa Ortadoğu Tarihi)
Şuursuzca tamamladiğim bu uzun gezileri şuurlu olarak cok erken yasta tekrarlamaya basladim. Kit padamla Avrupa'daki demiryollarinin ikinci mevki vagonlarinda oradan oraya gezindim. Kucuk bir bavul ve seyahat rehber kitaplarimla ciktigim yolculuklarsa insanlarla gevezelik etmekten buyuk zevk duydum. Viyana kafelerinde ihtiyarlarla konustum. Sam'da baklava ve meyve tatlisi yedim ve bir imparatorlugun Ortadogu'da hepimize biraktigi en onemli ortak miras, yani Turkce sayesinde her yere girip ciktim.
İlber Ortaylı
Sabahın bütün hazineleri, yalnızca sabahın en erken vaktinde henüz herkes uykudayken dışarı çıkıp hayata başlayanlara aittir!
Mehmet Murat ildan
İKİ KALP İki kalp arasında en kısa yol: Birbirine uzanmış ve zaman zaman Ancak parmak uçlarıyla değebilen İki kol. Merdivenlerin oraya koşuyorum, Beklemek gövde kazanması zamanın; Çok erken gelmişim seni bulamıyorum, Bir şeyin provası yapılıyor sanki. Kuşlar toplanmışlar göçüyorlar Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Cemal Süreya (Sevda Sözleri)
Maar ik begrijp nu dat geen kunstenaar alleen met zijn kunst tevreden kan zijn. Er bestaat een natuurlijke drang naar erkenning, die men niet kan verloochenen.
Agatha Christie (And Then There Were None)
Waarom heeft God de wereld geschapen?' - omdat hij zich dan kon koesteren in de heerlijkheid van het gevierd worden door zijn schepping. God wilde erkenning, en hij wist dat hij voor erkenning een ander subject nodig had dat hem erkent. Hij schiep de wereld dus uit pure ijdelheid. Dat betekende ook dat Christus niet naar de aarde was afgezakt om de mensen te verlossen van hun zonden, van de erfenis van Adam's zondeval. Nee, integendeel. Adam moest wel vallen om Christus in staat te stellen naar de aarde te komen en verlossing te verlenen. Malebranche past hier op God zelf het 'psychologische' inzicht toe dat ons voorhoudt dat een heilige die zich opoffert voor anderen, om die anderen uit hun lijden te verlossen, eigenlijk wil dat anderen lijden, zodat hij in staat zal zijn hen te helpen.
Slavoj Žižek
De tweede laag van onze identiteit vormt als het ware een omkering van de richting waarin de geest kijkt: door de overtuigende illusie van waardeloosheid, van niet goed genoeg zijn, van stom, slap of slecht zijn, keert de geest zich van zijn eigen natuur af, en richt zich naar buiten, op de ander, in de eerste plaats natuurlijk op de ouders. Die worden nu de leveranciers van veiligheid, liefde en erkenning, en de kinderlijke geest is maar wat graag bereid om zichzelf te verloochenen en het de ander naar de zin te maken, in ruil voor die vrijwaring van angst en zelfafwijzing. Maar hoe ironisch: door zie zelfverloochening wordt de illusie juist versterkt. De pijnlijke illusie van waardeloosheid en afhankelijkheid krijgt door het wegvluchten ervoor steeds meer schijn van werkelijkheid, wordt als het ware hard gemaakt door de angst ervoor
Jan Geurtz (Verslaafd aan liefde)
Zo zitten we gevangen in een dilemma van hoop op erkenning en angst voor afwijzing enerzijds, en zelfafwijzing anderzijds.
Jan Geurtz (Verslaafd aan liefde)
Bazen sisli bir göl sabahın erken vakti o kadar sakin olur ki, gölde kayıkla gezen bir insan kendisini ölmüş zanneder, sanki sadece varoluş vardır fakat kendisi yoktur!
Mehmet Murat ildan
Koronavirüs çok önemli bir gerçeği ortaya çıkardı: Dünyada 206 ülke var, ancak vatandaşlarını virüse karşı korumada çok başarılı olan, erken ve hızlı davranan sadece birkaç birinci sınıf ülke var! Ve geriye kalan sözde devletlere devlet yerine kabile denilmeli!
Mehmet Murat ildan
Locard prensibi; adli tıp kuralının ilk kuralıdır. Bu prensibe göre Suçlu ile suç mahalli arasındaki her temas bir iz bırakır. Dünyadaki ilk kriminal laboratuarını Fransa’da kuran Edmond Locard’dır.” “Ebeveynsiz bir çocuk hayatta kalmayı öğrenir, erken yaşta hislerini maskelemeye başlar. Acı, dayanılır olmanın ötesine geçtiğinde zihinlerinde bir mağara kazıp oraya yerleşir.” “Savaşın sorunu şu ki, uğruna mücadele ettiğiniz adalet, ahlak, insanlık gibi en önemli şeyleri genellikle yakıp yok eder” Edmond Burke “Bir Zen öyküsü; Köylüler ibriğin dibini fındık, fıstık ve maymunların yedikleri diğer şeylerle doldururlar. Gece olunca bir maymun ağaçtan iner ve elini ibriğin uzun boynundan içeri sokar. Yiyeceği avuçlayıp elini yumruk yapar. Bu yüzdende elini ibriğin boynundan çıkaramaz, böylece tuzağa düşer. Sabah olduğunda köylüler gelir ve onu başından vururlar. Ana fikir: Eğer özgür olmak istiyorsan, tek yapman gereken kendini bırakmak.” “Tanrı’yı güldürmek istiyorsan ona planlarından bahset.” “Her yaşam bir iz, her gemi de ardında bir dümen suyu bırakır.” “Derler ki savaşta ölenlerin neredeyse hepsi parmaklarını toprağa geçirir, hem yeryüzüne hem de içlerinde ki tüm acılara ve aşka tutunmaya çalışırmış.
Terry Hayes (Seyyah (Seyyah #1))
İnsana yaşamında ancak bir kere kısmet olan, ancak gençlikle sahip olunabilen gücü; nereye, sanata mı, bilime mi, bir kadının aşkına mı, yoksa pratik bir çalışmaya mı harcamak gerektiğini uzun uzun düşünürdü. Söz konusu bu güç, zekâdan, duygudan ileri gelen bir güç değildi; insanın hayatta sadece bir kez hissedebileceği bir gözüpeklikti. Bu öyle bir güçtü ki, insana hem kendini hem de dünyayı istediği gibi değiştirip yönlendirebileceği, onu keyfince yönetebileceği gibi bir duygu veriyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse, bazı insanlar bu duyguyu hiç yaşamazlar. Bunlar, daha erken yaşlarda, karşılarına ilk çıkan şeyin egemenliğine kendilerini bırakıp, hayatlarının sonuna kadar bu boyunduruk altında çalışıp didinirler. - Kazaklar / Leo Tolstoy
Leo Tolstoy
Yorgun, kanlı gözleri daldı. Fanuskente vardığı gün, kovukta dinlenmeye çalışırken, yüreğinden kopan sesin, 'Bir insanın acı çekmesinin ne önemi var?' diye sorduğunu işitmişti. Şimdi şöyle demekle yetinecek: -İnsan dahil hiç kimse insan olmaya alışamaz. Bilmiyor. Ben de ona dokunamadığım gibi açık seçik sesimi duyuramıyorum. Bunu söylemesi için henüz çok erken!
Ömer Baytaş (Proxima Centauri)
Sonuçta kendini özel zannetmeyeceksin,çok üzücü bir şey ama böyle...Bir gün öleceksin ve hayat devam edecek.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Sevmiyorsun.Yeterince sevmiyorsun.Yeterince sevsen,bütün sevmeyenler adına da severdin beni.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Büyüdükçe arzularım küçüldü,şaşkınlıklarım küçüldü,beklentilerim küçüldü.Büyüdükçe öyle küçüldüm ki...
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Sevgi budur, gözlerini kapadığında oradadır ve bir milyon sene sonra bir milyon insan arasında da görsen, ha işte o dersin.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Akıllı kızlar Avarel'den hoşlanmaz Red Kit'i severler.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Bilge kişilerden biri evindeki bir pencereye üç güvercin yerleştirmiş. Biri öldürülüp tüyleri yolunmuş, üstüne de bir kağıt bırakılmış. "Bu dönme en son gidecektir." İkinci güvercin öldürülmeden yolunmuş. Onun üstündeki yazı "Dönme beklenilenden biraz erken gitti" imiş. Üçüncü güvercin ise hem sağmış hem de tüyleri yolunmamış. Onun üstündeki kağıtta da "ilk önce gidecek olan bu" yazılıymış...
Amin Maalouf (Leo Africanus)
Unutmanın acısı ayrılığın acısından farklı. Ayrılık hüzne yakın, unutmak kasvete. Yani birini er geç unutmaya mahküm olduğunu bilmenin kasvetinden bahsediyorum. Birini yavaş yavaş unuttuğunun bilincine vardığın anların sıkıntısından bahsediyorum. O kişinin parça parça silinip alakasız hatıraların arasına karışmasından bahsediyorum. Belki de neden bahsettiğimi bilmiyorum, sadece üzülüyorum.
Emrah Serbes (Erken Kaybedenler)
Kimakların devletinin X. yüzyılda gelişmiş olduğuna hakan unvanının ve bazı memuri sıfatların, özellikle on bir vergi tahsildarından oluşan maliye kurumunun oluşumu şahitlik etmektedir. Bunlar, erken devlet oluşumunun karakteristik özellikleridir. Kıpçaklar, s. 161
Sercan Ahincanov (Kıpçaklar)
Omdat er maar weinig mensen zijn die de liefde durven te omarmen. We iets van onszelf achterhouden, ons nooit durven te tonen aan één persoon; zo ontstaat de vervreemding, de eenzaamheid, gebeurt het dat een deel van ons buiten de deur naar erkenning zoekt.
Mounir Samuel (Liefde is een rebelse vogel)
Sonsöz Tanrıya Dönüşen İnsan 70 bin yıl önce, homo sapiens hala Afrika'nın bir köşesinde kendi işiyle meşgul olan önemsiz bir hayvandı. İlerleyen bin yıllarda kendisini tüm gezegenin efendisi ve ekosistemin baş belasına çevirecek dönüşümü gerçekleştirdi. Bugün ise bir tanrı haline gelmenin, sadece ebedi gençliğin değil, yaratmak ve yok etmek gibi ilahi becerileri de ele geçirmenin arifesinde. Maalesef dünyadaki Sapiens rejimi şu ana kadar gurur duyabileceğimiz çok fazla şey üretmedi. Etrafımızı şenlendirdik, gıda üretimini arttırdık, şehirler yaptık, imparatorluklar kurduk, çok uzak ve geniş ticaret apları oluşturduk, ama dünyadaki acıyı azalttık mı? Tekrar vurgulamakta fayda var, insan gücündeki büyük artış birey olarak Sapiens'in durumunu daha iyi hale getirmedi ve genellikle diğer hayvanlara çok büyük acılar çektirdi. Geçtiğimiz on yıllarda nihayet insanların durumuyla ilgili bazı somut gelişmeler sağlayabildik ve kıtlığı, salgınları ve savaşı azaltabildik. Öte yandan, diğer hayvanların durumu her zamankinden de hızlı kötüleşiyor ve isanların durumundaki düzelme de hem çok yeni, hem de kesinlikle emin olmak için henüz çok erken. Dahası, insanların yapabildikleri olağanüstü şeylere rağmen hedeflerimiz konusunda emin değiliz ve her zamanki kadar memnuniyetsiziz. Kano ve kadırgalardan buharlı gemilere ve uzay mekiklerine vardık ama kimse nereye gittiğimizi bilmiyor. Her zamankinden daha güçlüyüz ama bunca güçle ne yapacağımızı bilmiyoruz. Daha da kötüsü, insanlar her zamankinden daha da sorumsuz gibiler. Uymamız gereken yegane yasalar fizik yasaları ve kendi kendini yaratmış küük tanrılar olarak kimseye hesap vermiyoruz. Diğer hayvanları ve etrafımızdaki ekosistemi sürekli mahvediyoruz ve bunun karşılığında sadece kendi konforumuzu ve eğlencemizi düşünüyoruz, üstelik tatmin de olmuyoruz. Ne istediğini bilmeyen, tatminsiz ve sorumsuz tanrılardan daha tehlikeli bir şey olabilir mi?
Yuval Noah Harari
Kadınlar daha da fazlasını ödeemk zorundaydı. Dik bir duruş daha dar kalçalar demekti ve bu da doğum kanalını daraltıyordu, üstelik aynı anda bebeklerin de beyni giderek büyüyordu. Doğumda ölüm, dişi insanlar için ciddi bir sorun haline geldi. Bebeklerinin kafası ve beyni daha küçük olduğundan, erken doğum yapan kadınlar daha çok hayatta kaldılar ve daha çok çocuk sahibi oldular; doğal seçilim bu şekilde erken doğumlara bu şekilde erken doğumlara hayatta kalma şansı verdi. Elbette böylelikle diğer hayvanlara kıyasla insanlar pek çok hayati önem sahip sistemleri henüz tam olarak gelişmemişken erken doğar hale geldiler. Bir tay doğumdan kısa süre sonra yürüyrbilir; bir yavru kedi birkaç haftalıkken annesi yiyecek arayışı sırasında onu yalnız bırakabilir. İnsan bebekleriyse yıllar bpyunca yardıö, bakım, koruma ve eğitim için büyüklere muhtaçtır.
yoval noah harari
Bizden de erken gelenler olmuş. Geç meç kalmış olmayalım?” Hademe giyimli bir kadın onlara doğru yürüdü, taşlı yoldan. Bezgin, alışık bakışlarıyla anne, kızın üstünden dışarda bir şeye bakıyordu. Anne, saygılı sordu: “Geciktik mi acaba? Çocukların çoğu gelmiş.” Hademe kadın ilgisiz: “Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir” dedi. “Hiç gecikmezler.
Füruzan (Yaz Geldi - Seçme Öyküler)
Nederland erkent mij niet, voor wie ik ben en ik erken Nederland niet.
Petra Hermans (Voor een betere wereld)
Hulle mense aan die suidpunt van Afrika is onnosel, dit het hy al tevore in die buiteland besef; hulle tref nie genoeg voorsorg nie. Dikwels dink hulle hulle is geharder, slimmer, as Europeërs. Maar dat hulle pioniers was, is nie altyd ’n waarborg dat hulle oral so maklik gaan oorleef nie. Eintlik, as hy dit aan homself moet erken, is hulle, is hý, soms domastrant. Maar sonder daardie hardegatgeit het hy ook nie gekom waar hy vandag is nie. (Drieklawerblaar)
Christine Barkhuizen le Roux
Ciğerlerimizi boğan, Asmalımescit' i, Beyoğlu yaşamını bu denli erken gömen yalnız sigara mı? Hiç de değil. Solunan soluklarla soluyamayan kuşağımız.
Tezer Özlü
İnsan bazı gerçekleri ancak büyüdüğünde öğreniyor. Çocukluğunun mutlu sonlarını arıyor, bulamıyorsun. İyiler erken ölüyor, kötüler kazanıyor… Savaşacak kadar büyüdüğünde de doğru cepheye yolluyorlar seni. Senden öncekiler gibi sen de Tamam diyorsun, yapılması gerekenleri yapacağım. Ama buna da gücün yetmiyor. Bilmem ne müdürü oluyor, eline geçirdiğin iki paralık güçle sözde süper kahraman pozları veriyorsun; garip, sahte bir gururla. Ama sıra tetiği çekmeye gelince, elin titriyor. Bazen o tetiğe basmazsan öleceğini bildiğin halde yapamıyorsun bunu. Neden, biliyor musun? Vicdan yüzünden! Bir, iki, üç kez yapamıyorsun. Her defasında, ölen sen oluyorsun. Sonra biri usulca yanına sokulup omuzlarından tutarak kulağına fısıldıyor: Öl ya da öldür; bu dünya böyle. Oysa öldürmek için vicdanını boğman gerekiyor. En zoru da bu zaten. İlkinde çok zor en azından. Sonrakiler hep daha kolaydır.” Excerpt From: Kılıç Arslantürk. “Acıyan Yerini Bul.” Apple Books.
Kılıç Arslantürk (Acıyan Yerini Bul)
Kendi kendine şişinen, geleceğe biraz erken inanmış bir-iki yaygaracıyı da yalnız aptallar adam yerine koyar.
Honoré de Balzac (The Unknown Masterpiece)
Bu konuda prensip şudur: İnsanın insan olabilmesi eğitimledir. Bu prensibin doğruluğunu ispat eden delilleri, her bilim şubesinden önce biyolojiden elde edebiliriz. Son araştırmalar göstermiştir ki, uzun zaman doğuştan geldiği ileri sürülen insanın iki ayakta dik yürüyüşü, yakalamada elin kullanılması ve dil, eğitimle kazanılan hareketlerdir, insan yavrusu, diğer hayvan yavruları gibi içgüdülerle tam cihazlanmış doğmaz. Tabiat ona insan şeklini tam olarak vermiş değildir. Bunu kendinden önce doğup yetişmiş insanlarla elde etmesi gerekir. Böyle oluşunun sebebi, insanın öbür canlılara nispetle erken doğmasıdır. Çünkü ınsan yavrusu rüşeymlik* zamanının bir kısmını ana vücudunun dışında geçirir. Bütün yüksek memeli hayvanların yavrularında doğdukları zaman görülen becerikli hareketler insan yavrusunda ancak ilk yaş sonlarına doğru kendini gösterir. Bu rahim dışı rüşeym zamanı, yavrunun daha yaşlılar tarafından korunmasıyla geçer. Onların vücuda getirdiği çevre, tamamıyla sosyal bir ortamdır. Hollandalı eğitim bilgini Langveld'ın dediği gibi, insan kayıtsız şartsız bir “eğitim hayvanı”dır. *rüşeymlik: embriyoluk.
Hasan Âli Yücel (İyi Vatandaş İyi İnsan)
Çok erken büyür. Erken büyüyen bu çocuk yıllar sonra dönüp yine çocuk olacaktır. İnsan kendi içinden durmadan kendini doğuracaktır. Çocuk olarak doğuracaktır, yetişkin olarak doğuracaktır. İnsanı ve dünyayı yeniden kuran her bilgi alanı, çocukluğa dönmeden cümle kuramaz. Bunu yapmayan insandan insandan sevgisiz bir canavar, bir cehalet heyulası doğacaktır.
Şükrü Erbaş (eşik burcu (Bütün Yazıları, #3))
geç kalmak tam bir saplantıya dönüştü. öyle ki her şey bizi erkenciliğe sürüklüyor. günümüzde çocuklar bile çocukluktan çıkmak için acele etmeliler; hızlı gitmeliler - okumayı hızlıca öğrenmeli, hızlıca "temel bilgilere hakim olmalı", oradan oraya hızlı gitmeliler. "erken gelişen" bir çocuk sahibi olmak bütün ebeveynlerin hayali. ama yaygınlaşan erken gelişmişlik, giderek daha sık görülen erken ergenlik ve erken menopoz olarak da kendini gösterdiğinde oturup ağlıyoruz. s.11
Hélène L'Heuillet (Eloge du retard: Où le temps est-il passé ? (French Edition))
Atatürk’ün bize mirası “aklını kullan” tavsiyesidir. Ona bugün ihtiyacımız var mı sorusunun cevabı da “Atatürk’ü sil, yerine akıl yaz, sonra bu soruyu tekrar sor”dur, dediğim gibi. Ama Atatürk’ün şahsı akıl değildir. Akıl bizim kafamızın içindedir. Onun aklını kullanamayız, zira o akıl artık yoktur, bedeniyle beraber yok olmuştur. O çok akıllı, müthiş zeki, çok bilgili bir insandı. Ama nihayet insandı. Tanrılık, peygamberlik, yanılmaz önderlik, değişmez komenderlik taslayanlardan hiç olmadı. Her insan gibi iyi meziyetlerinin yanında keşke olmasaydı dediği, dediğimiz yanları da vardı ve her insan gibi sonunda öldü. Ne yazık ki erken öldü. Erken ölümünün bir sebebi de yaramaz çocuk gibi davranmasıydı. “Kaç paket sigara içiyorsunuz ekselans?” diye soran Fransız doktora, “Üç paket,” diye cevap vermişti. Doktor da bunu tek pakete indirmesini söyleyip gittikten sonra Salih Bozok, “Ama Paşam siz zaten bir paket içiyorsunuz her gün,” demekten kendini alamamıştı. Atatürk hınzır hınzır gülerek, “Enayi miyim ben Salih?” diye cevap vermişti. “Bir paket içiyorum desem, herif üçte bir pakete indir diyecekti.” İşimiz Atatürk’ün yaptıklarını ezberlemek değil, onun akılcılığından öğrenmek, yaramazlıklarına da gülüp geçmektir, zira artık onları değiştirmek için çok geçtir.
A.M. Celâl Şengör (Dahi Diktatör)